Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için azîz cemâat!.
İnsanın kıymetini, yaratılışındaki değeri ancak ALLAH’ı zikreden bilir.
ALLAH, kendini zikreden kimseyle yan yana oturur. Yan yana oturur!.
Hakk’ı yanında göremezsen, ALLAH’ı yanında göremezsen oğlum, boşa ibâdet ediyorsun!.
“Ne demek bu?””
ALLAH zikri insanın her tarafına sirâyet eder!.

Azîz cemâat!.
Şu yemek yiyorsunuz değil mi?.
O yemek esnasında yaptığınız gürültüyü işitseniz, yemek yemezsiniz.
“Ne demek bu efendim?.””
Aha müsaade edin, şu parmaklarınız kulağınıza tıkayın. Aha şimdi yapın. Yapın tıkayın. Şimdi yapın!.
Çenenizi hareket ettirin, bakın gürültüye!. Aha Yapın, yapın! Şey ediyorum!.
Gürültüyü görüyorsun değil mi?.
Hele tavuk yerken, böyle hayvan gibi yemek yersen o gürültü böyle “gümbür! Gümbür! gümbür!.” olur.

Ulan!. Yemek gürültüsünü çene şeyinde duyuyorsun da içindeki “ALLAH!.” gürültüsünü nasıl duymuyorsun?
Gürültüyü duydun mu görmüşsün demektir.
Tayyare “gürrrrr!. gürrr!” geçiyor.
“Tayyare!.””
“Nerden gördün ağam?””
“Aaa.. Gürültüsünden!.”
Eeee işte O da, gürültüsünden yanındadır senin be!..

Bir Hadis-i Kudsî de diyor ki: “İnsan tek taraflıdır” bir taraflıdır insan.
Cenâb-ı ALLAH, insan tek taraflı değildir hâşâ. Tek taraflı değildir.
ALLAH, Cenâb-ı ALLAH tektir.
Yalınız milyonlarca şekilde tecellî eder Cenâb-ı ALLAH. Milyonlarca şekilde tecellî eder.
Hangi uzvu insanın zikr ile meşgulsa, ALLAH oradadır.
Yani uzvu, o uzvu, ALLAH’ın huzurundadır demek ki.
Daha başka mânâsı ALLAH o uzuvla beraberdir demektir.
Al odunu eline, bu herifi öldür!.
Bütün kuvvetinnen herifin kafasına çekti mi, ALLAH senin o elinde Kahhar Esmâsıyla tecellî eder.
Vurdun herifi geberttin.
Eeee Kahhar Esmâsı ile tecellî edeceğine de be it!” diyeceksin o adama Rahmân esmâsıyla tecellî etsen ne olur!”
Bir odunnan bir kişiyi öldürürsün. İki kişi, üç kişi. Beşincisi seni ezer.
Fakat Rahmân esmâsıyla on milyon kişiyi mest edersin.
Onun için gece kalkıp da ağam namazını kılar da bir dua etti mi 10.000 kişi kurtulur. Sirgortasın kıymetini bil.
O halde islamlar bir çok devirde kendisi için değildir. Başkasını da kurtarmak içindir.
ALLAH hepisine şefaat ve rahmet verebilmek için sizleri pınar yapmıştır. Belediyeden bir lakırtı söylüyorlar her mahalleye gidebilmesi için hoparlörler koymuştur.

Milletler azıttı mı, milletlerin içindeki onların nizamını, ruhanî düzenini, ALLAH’ın âfetini, bir Müslüman bir mahalleyi kurtarır. Bir Müslüman bir mahalleyi kurtarır.
Ama bir edebsiz bir müslümanda bir mahalleyi mahveder.
“Nasıl edebsiz Müslüman olur?””
Namazını, orucunu morucunu kılar, fakat hased içindedir, hased içindedir!.

Bir gün Resûlu sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz mübârek sahabelerine vaaz ederken Hücre-i Saâdetin yanında da Hazreti Aişe vâlidemiz. ALLAH şefaatine nâil eylesin. Âmin!.
Hazreti Aişe’nin bir şeyi hatırıma geldi ama onu sonra...

Demiş ki zamanı evâhilde, Resûlullahu sallallahu aleyhi vesellem anlatıyor: “200.000 kişilik bir memlekette 70.000 kişi birbirinden habersiz gece evlerinde teheccüd namazına kalkmışlar.
200.000 kişilik bir şehirde şu evdeki kalkmış. Öteki evdeki kalkmış. Birbirlerinden haberleri yok. Teheccüd namazına kalmışlar. Abdestlerini almışlar.
Peygamberden, ulan Peygamber devri, Peygamberden çok evvel ki devirlerde namaz var mıydı?
Namaz teeee Hazreti Âdem’den beri başlamıştır.
Secde etmek ne demektir?.
Meleklerden bize intikal etti namaz.
Teheccüd namazına kalkmışlar.
Mahallenin birisinde de yine bu inananlardan ikisi gayri-ı meşru’’zinâ yapıyormuş. Erkek erkeknen zinâ yapıyormuş.
Cenâb-ı ALLAH o 70.000 kişi namazda olanlarda dahil olduğu halde şehrin birden altını üstüne getirmiş. Mahvolmuş.
Ordan mübârek Aişe vâlidemiz: “Yâ Resûlallah demiş birden bire.
Yani bu nasıl iş!” demiş.
70.000 kişi teheccüt namazında olsun. İki tâne edebsiz bilmem ne yapsın. Bunların altını üstüne çıkarsın.
“Taalukum Yâ Aişe. Gel buraya yâ Aişe!” demiş.
Çıkmışlar şeye. Mescidin dışarısına. Medine’de oluyor bu. Kumluk orası.
Geç yalın ayak, o zaman nerde böyle ayakkabılar, naylonlar, falanlar.
Naylon içteydi o zaman, şimdi dışa vurdu.
Anlatmağa başlamış. Bööööyle o mübârek ağzı ile İlahî hoparlörden mübârek dudaklarından çıkan o güzel sözleri hep mübârek yüzüne bakarak.
Resûlullah Efendimizin böyle omuzlarına kadar saçları var. Elâ gözleri var. Nur-u Resûlu. Onun gibi güzel yoktu.
Hazreti Ebu Bekir bakarmış: “Yâ Resûlullah sen ne güzelsin!” dermiş.
Ebu Cehil bakarmış: “Senin gibi çirkin adam yok!””
İkisine de gülermiş Resûlullah.
“Yâ Resûlullah niye!” Ömer demiş “atayım şunu.””
“Yok demiş yâ Ömer demiş. Ben bir aynayım” demiş. “
“Kim bakarsa bana kendi yüzünü görür” demiş.

Onun için hepiniz aynasınız oğlum!
Herif bilmem ne etti diye kızma!
İslamı kimse tahkir edemez.
Efendim, geliyor yüzü, mezbahadan et yemiş köpekler gibi gece gelirler, kavga etmişler.
“Ne oldu?””
“Efendim mahalleye gidiyordum da hiç tanımadığım bana vurdu.””
“Ulan bana niye vurmuyor? İmam Hasan efendiye niye vurmuyor?” Durup dururken niye .”
“Efendim benim bilmiyorum kabahatim yok!””
Bir var, eeeelbet kabahatı var.

Onun için Resûlullah’ın Nurunu yüzünde tecellî ettirirsen kızmazsın.
Zâten kızmak İslam işi değildir. Birine kızmanın peşinde sabırla, sabır..
Min cimile min cumuhu min câmihi kudretihi.
Gemleriyle tutarsan hiddetini, hiddetini, o sabır değildir.
Sabır, karşındakini hiddet ettin aman sabır et!.
O sabır değildir. O frene basmak demektir oğlum.
Şey gidiyor, baktı ki yuvarlanacak, frene basmak demektir. O kendin için.
Sabır, karşındakinin bütün edebsizliğine karşı hilmi şefkatle bakabilmektir. Sabır budur!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Mübârek Resûlulah’ın Uhud Harbinde dişleri kırıldı da ellerini kaldırmış: “Yâ Rabbî sen bunları affeyle, ne yaptıklarını bilmiyor!” diyor. Bunu ancak işte ALLAH’ın Resûlü söylüyor.

Anlatırken bir aralık yerde karıncalar vardır, büyükçe.
Hazreti Aişe vâlidemizin bacaklarından yukarı dizlerine kadar karıncalar toplanı vermiş. Farkında değil mübârek kadın. Çünkü nasıl farkında olur yav Resûlullah konuşuyor yav. Dalmış tabi.
Derken o karıncalardan bir tânesi ısırıvermiş.
Dinlerken Hazreti Aişe Vâlidemiz şöyle bir yapmış. Yine dinliyor.
Resûlullah demiş: “Yâ Aişe ne oldu?” demiş.
“Yâ Resûlullah neml” demiş “Karıncalar ayağıma çıktı” demiş.
“Eeee hepisi mi ısırdı yâ Aişe? “ demiş.
“Yok Yâ Resûlullah, bir tânesi””
“Sen kaç tânesini öldürdün!.” demiş.

Yaaaaa bunda Ders-i İbret var. Onun aksi de câri.
“Nasıl aksi de câri?””
Bakarsın Celâli İlahî tecellî edecek, zelzele olacak.
Bir müslümanın birisi kendi. Demin dedim yâ hani bir şeyi var, küp var içinde mânevî ölçüler, âletler var.
Haaaa oradan bir sismoğrafı vardır herifin. Zelzeleyi evvelden haber verir bu şeyi sismoğraf, olduğu zaman. Üniversite sismoğrafı değil bu.
Yaaa bir sıkıntı gelir.
Secdeye kapanır: “Yâ Rabbî burada ümmeti MuhaMMed var. Sen bilirsin Yâ Rabbî Sen bilirsin!””
Zelzele olur, hiçbir burun kanamaz. İşte orada o âletlerden çok var oğlum.
“Ne âletleri var? Ne âletleri?”
O âletler bul, o âletler bul.
“Nasıl?””
Gülmeyle ağlamak arasındaki Sır Köprüsünü bul!.
“Efendim sen biliyor musun?””
O sana ne? Bilirim bilmem. Ya bilirim, ya bilmem!.
“Eeeee bana da ver!””
Yağma yok. Öyle yağma da yok!.
Bilsem zâten yazar satarım şimdi para kazanmak çok.
Bilmem akrep muskası, bilmem ne muskası kıyamet gibi gidiyor sokakta. Ama akrep muskasını satan. Satan herifi akrep ısırdı!.
Dünyada iyi insan tükenmez azîz cemâat, her zaman vardır.
Bu gibiler gönülden konuşurlar. Doğruluk onların şiârıdır. Zâten doğruluk gönlün konuşması.
“Gönlün konuşması nedir?.””
Nur-u MuhaMMedinin olduğu yerden geçti mi lakırtı, süzülür,
Puta-yı Resûlullahta erir.
Bakırla altını putaya koyduğun zaman, bakırla maden birbirinden ayrıldığı gibi.
Onun için gözün göremediği, kulağın işitemediği, burnun alamadığı kokular, hadiseler, sesler vardır.
Bunları kalb gözü taşıyan insanlar görürler, duyarlar ve koklarlar. Bu gibiler gizli değildir.
“Nerede gizlidir acaba, mağara da mı?””
Yok yok yok! Ayna olmadan insan kendini göremez . Eline bak göremezsin.
Kendini görmen için aynaya lüzum vardır.
Kendindeki kokuyu almak için sana senin kokunu aksettirecek aynalar vardır.
Kulağa vuracak güzel sesler duyuracak, aks-i sedâ yaptıracak insan ara!.
Bak sesini duyamıyorsun kulağını koyduğun zaman bu zaman gürültüyü hissediyorsun. Bu da bir ayna.
Gülmekle ağlamak arasında da bir ayna gizlidir. Orda kendini görürsün.

Bu lakırtıların mânâsı çok incedir azîz cemâat!
Bu söz, herkesin söylediği sözlerdir.
Söylenmeyen veya söylenemeyenlerin esrârı bu söylediklerimde gizlidir. Anladınız mı?
Söylenmeyenlerin veya söylenemeyenlerin, dili yetmeyip de söylenemeyenlerin esrârı şimdi söylediklerimde gizlidir.
Bu sözler kalb gözü olanlara Sırr-ı Mârifet sürmesi çekmek istiyoruz, gözlük veriyoruz demektir. Bunu anlayan anlar.
İçinizde boş adam yok yavv. Hepiniz dolusunuz. Dolu amma iyice konserve kutusu gibi kapalısınız.
Açacağınız yok elinizde. Konserve kutuları kapalı..
Yok keserinen vursa ulan bu getir bir kara çiviynen vuruyum derse çivi o tarafa fışkırır olmaz. Onun güzel açacağını bulun!.

Taş yanmaz bilirsiniz azîz cemâat. Taş, taş. Taşı amma ateş yakar.
Taş çok serttir. Ateş amma çok yumuşaktır tartamazsınız.
Taşı su deler. Taş katıdır. Su ise mulâyim.
Kireçte taştır. Su da sudur. Fakat su kireci eritir. Bak neler gizli dünyada.
Her an ALLAH’ın ye’d-i kudretinde olduğunu ikrak edebilmek için bunu düşünmek lâzım. İhlas işte budur.
Bunlar bir nevi târif. Şu şöyledir, bu böyledir.
Açıklanamaz, çünkü Rububiyet Sırrının demin dedim ifşâsı küfürdür. Şimdi şuradan öyle şeyler var ki bunları söylese, söylense bilsem de söylesem ya Kanun beni tevkif eder. Yahut bu herif cizivit oldu dersiniz. Anlaşılmaz güldür oğlum!.

Onun için azîz cemâat,
Bu açılmayan konserve kutusunun, kulağındaki elini koyduğun zaman duyduğun ses, zâten sen kendi sesini de duymuyorsun.
Bak ben buradan konuşuyorum azîz cemâat,
Hepiniz uzaktasınız. Ama kulağınızdan duymuyorsunuz.
Sanki kulaklarınızdan uzuuun bir hortum, görünmeyen benim buraya gelmiş ağzımda hissediyorsunuz sesi, kulağınızda değil!
Dikkat edin, sesi benim ağzımda duyuyorsunuz kulağınızda değil, Değil mi?
Bak ağzımın içinde sesi hissediyorsunuz. Ama beni de yine burada görüyorsunuz.
O halde kim görüyor oğlum. Kim işitiyor.
“Ben kulumla görürüm, kulumla işitirim” diyor Cenâb-ı ALLAH.
İçinizde sizin yerinize ALLAH görüyor. Sizin yerinize ALLAH işitiyor.
“Ben size sizden daha yakınım.””
Aç konserve kutunu da beraber hemdem olun beee!.
Anlayamadı? Kabahat bende değil..

Onun için bu kutuları, o küpleri bunlar ne kutu var ne küp var.
Var ama anlatmak için küpler var, anlatmak için.
Gidip de konservecide konserve arama oğlum.
Konserve sensin zâten. O konserveyi ya aç, adam akıllı ol.
Yahut da onu dâima kokutmamak için kendi kendini tuzla, tuzla!
Bunların hikmetleri vardır dünyada, âyettir bunlar.
Koskoca denizde balık vardır, zehir gibi tuzlu suda yaşar.
O mübârek balığı alırsın, bir damla tuz koymadan yiyemezsin onu, hikmete bak!. Bunlarda ALLAH bir şeyler.
İşte kapılar bunlar anahtarlar bunlar. Biz öküz gibi bakarız!
Parıl parıl kokmuş mu, kokmamış mı?
Kaç para kilosu sekiz lira, aha olur aha.
“Paramız yok. Yok efendim bir lira!””
Ulan onlar denizden çıktı deeeey Karadeniz’den çıkıyor Eskişehire bu nasıl geldi? Biraz hele düşün. Biraz fikri imal et.
O halde böyle fikri imal edersen bir saatlik, bir anlık tefekkür 1.000 yıllık ibâdete bedeldir.
ALLAH’ın hikmetine bakın!
Karadeniz’den çıkan balık geliyor, Kaymazdaki, Kaymazlı Hasan Efendi geliyor. “Ulan balık alâlim!” diyor alıp götürüyor eve veriyor.
Aldığı balıkta tabi kokmuş. Herif farkında değil götürüyor eve.
Evde bir zehirlenme, bir ishal haydiii.
Karadeniz’deki balığa verilen emre bakın!.
“Ağa tutulacaksın, İstanbul Boğazından gireceksin, Kayıkçı Hasan tutacak seni, Yemiş İskelesine getirecek, ordan kontroldan çıkacaksın, satilâcaksın, sen yalınız sepete konacaksın.
Kamyonnan eskişehir balıkçısı bilmem balıkçı Hüseyin e gideceksin. Kaymazlı Hasan efendi geçerken seni görecek, alacak!.

Sen o sırada kokacaksın. Gideceksin evde yiyecekler seni. Hepisi ishal olacak. Bir tânesini ishalden öldüreceğim!” demiş Cenâb-ı ALLAH.
Bak bak, bak neler oluyor!.
Bunlar uzak tecellîler olduğu için hafızamıza, göz projeksiyonumuza girmediği için idrak edemiyoruz. Bunların ifşâsı güçtür. İnsan çıldırır insan.
Öleceğin vakti de bilirsin ya. Felân gün, felân saatte sen öleceksin.
Ama hangi saniye de öleceğini, onu Cenâb-ı ALLAH bilir.
Ne insanlar var ki 6 ay evvelden diyor: “Ben felân gün öleceğim!” diyor ve ölüyor. Ama bunlar sivrilmiş insanlar, sivrilmiş.
ALLAH her şeyi be etmiştir, beyânı da gelip ağzına koymaz, sen kendin bulacaksın..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »


Bunları bulmak için dâima söylediğimiz gibi azîz cemâat.
Dâima abdestli bulununuz, gezmede, ayakta, yatakta velhasıl her yerde.
Aha şimdi çıktık câmiden, kimisinin abdesti gelmiştir, helâya gider.
Şadırvan orda alıver abdesti ondan sonra git, bir şey olmaz korkma.
“Efendin ben evde alırım!””
ALLAH ALLAH!. Eve kadar gideceğine rapor mu var elinde?.
Alırsan abdest Yâ Rabbî, şu demektir ağzınnan da, “ben belki eve kadar”, yaa oğlum sen bilirsin.
“Ama ben hazırım Yâ Rabbî!” demek.
İşte ihlâs bu. İhlas denilen bu.
“İhlaslı ol, ihlâslı. Takvâ, takvâ, takvâ!.. Efendim takvâ iyidir, ihlâs iyidir!””
Hep Hacılar konuşurlar birbirleriyle arada ne ihlâs var ne takvâ var.
İşte daha yeni Yeni Câminin orda Büyük Câminin orda namaz vaktından evvel : “Efendim takvâ, Hoca Efendi söyledi, takvâ!”
“Ne ağam takvâ?””
“İşte takvâ efendim ya, takvâ takvâdır.” Eeee şöyledir, böyledir felân.
Eeee sonra eeee “yarın gideriz köye koyun almağa” der.
Ulan yarını nerden karar verdin.
Takvâ, makva ihlâs hepisi, hebaen mensure oldu, bunlar yalancı insanlar.
İhlas demek, “her an-ı vahidde ALLAH’ın ye’d-i kudretinde olduğunu düşünebilmektir oğlum.” İhlas bu.
Düşünemediği için hiç kimse ihlâsa varamıyor.

Dâima abdestli bulununuz azîz cemâat!.
Gezmede, ayakta, yatakta velhasıl her yerde.
Bu işte ihlâs demektir.
Her an ALLAH’ın ye’d-i kudretinde hazır olduğunu ceseden ikrar demektir abdestli gezmek.
Zâhir bilgi ile Kudsî Âleme, kendini kalb gözüne mâlik olup hareme girmeye müsaade yoktur.
Bunlar olursa kıldığımız şeriat namazı, kalb namazımızla birleşir. Birleşmezse noksan olur.
“Eeee efendim bizim birleşmiyor da!””
Bi hoşluk duyarsın o kadar.
Sabaha kalkarsın “oh namazımı kılacağım oooohhhh” bi kılar güzel.
Bi hoşluk duyar. Gözü yaşla dolar, bi de yaş dolar gözü işte o kadar fazla yok!.
Ama bunların bu kadar olmadığı âşikârdır azîz cemâat.
Namazdan zevk duyun!
Sabah namazında güzel ezanlar okunuyor.
Yahut çok evvel gece kalktın, açtın ki ay ışığı var.
Pencerede “ohhhh!”
Herkes uyuyor çıt yok. “Ohhhhh Yâ Rabbî!” bekliyorsun böyle. İçine bir hoşluk gelir.
Namazını kılarsın işte iki rekât. “Yâ Rabbî Sen bilirsin.
Sen Ümmet-i MuhaMMede mağfiret eyle! Sen benim içimi de biliyorsun ne lâzımsa bana Sen bilirsin!””
Bazen ağlama gelir, gözünden yaşlar, ALLAH’ın hoşuna gider o halin. Bir hoşluk içindesin, işte o kadar, fazla yok.
Ama bu o kadar değildir azîz cemâat bunun daha ilerisi vardır.
“Nesi vardır?””
İstediğin ANda istediğin şey olur. “ALLAHuekber!” dersin Kâbe’yi görürsün.
“Olur mu?””
Olur ya, televizyonu çeviriyorsun da Eisenhower’in, konuşmasını nasıl görüyorsun, onu adam yaptı.
“Efendim böyle?””
Olur ulan olur olur, olur!
Sen bakma o olmaz diyenlere, onlar ne yaptıklarını bildikleri yok.

Irmak kenarında ayaklarını yıkayan suyun kıymetini bilmez.
Çölde olan suyun kıymetini bilir.
Kıymet bilmek için insanda, kıymet benim kıymetimi mi senin kıymetini mi?
Yok efendim kendin kıymetini, İnsanlık kıymetini bilmek için insan.
İnsanlık kıymetini bilirse insan, kıymet bir cevherin ortaya, iki tâne taş götürsen bunları ben buldum efendim.
Bu elmastır, bu da yalancıdır, işte kıymet bu.
Elması hemen alırsın, ötekini atarsın.

İşte senin içindeki elması, asıl Nur-u Resûlullah’ı, meleklerin secde ettiği nüveyi bulduğun dakikada ötekilerin hepsini atarsın.
Perdeler açılır.
İşte bu kıymeti bulabilmek için: “Ruhundan; hasediii, yalanııı, aldığın gıdadan haramııı çıkarmak lâzımdır!” diyor Cenâb-ı Peygamber.
Bunların olmasa insan bomboş olur oğlum, bomboş olur!

Âmin.
Allahümme salli ala MuhaMMedin ve ala ehli beyti MuhaMMed.
Subhâneke Yâ Allam, Tealeyte Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!
ALLAHümme entel Mennânü Bediü’s- semâvati velârd!
Zül celâli vel ikram!
Yâ Hayyu Yâ Kayyumu!
Yâ ALLAHu celle celâlihu!.

Yâ Rabbi!
Sen ibâdetlerimizi kabul ve İndi- İlahînde makbul eyle Yâ Rabbi!
Bize Sabır ihsan eyle! Midemize haram lokma nasib eyleme Yâ Rabbi!
Dâima helâl yoldan bize mazruk eyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi her türlü âfat-ı belâiye, âfat-ı semâiye, âfat-ı araziyeden, sel, su, zelzele, âfatından sen masun kıl Yâ Rabbi!
İcab ettiği zaman ordumuzu düşmanlara karşı Mansur u muzaffer eyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi her türlü düşman istilasından muhafaza buyur. Beti bereketi artır Yâ Rabbi!
Hastalarımıza, dertlilerimize devâ ve sıhhat ihsan eyle Yâ Rabbi!
Yarın âhirete teşrif ettiğimizde bize kabirde sual meleklerinle iltifat nasib eyle Yâ Rabbi!
Âhirete intikâlimizde Resûl-i Muhteremin mübârek Yüzünü görüp, ellerinden öpmek nasîb-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbi!
Her işimizde Muvaffak kıl Yâ Rabbi!
Dirilik sağlık ver Yâ Rabbî.
Lillahi’l- Fatiha……


Resim

Vilâyet: Bir şeyi kudretle elde etme.
Sa’d: Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübâreklik, kuvvetlilik. * Kutlu, uğurlu.El.
Cephe: Yüz, ön taraf. Harp sahası. Muharebe edilen yer. * Alın. * Bir binanın veya o cinsten bir şeyin ön tarafı. * Gökteki ayın menzillerinden birisinin ismi olup arslan suretinin cephesidir, dört yıldız arslan alnına benzetilmiştir. * Bir kavmin ve cemaatin seyyidi.
Saâdet: Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. ALLAH'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.
Batman: Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır.
Muttalip Köyü: Eskişehir’de merkeze bağlı Muttalip köyü..
Hebâan mensura: Boşuna olarak. Faydasız yere dağılmış
Mutahassıs: Bir işin hakikatını, içyüzünü çok iyi bilen. Bir meslekte mâhir olan. Has ve mahsus olan.
Sirâyet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek.
Uzv: Uzuv. (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Mezbaha: Hayvanları kesecek yer.
İbret: Uyanıklığa sebeb olan ders. Çok çirkin ve düşündürücü. *Tuhaf, acâyip.
Sismoğraf: deprem şiddeti ölçen âlet.
Puta: Pota. f. Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.
Aks-i sedâ: Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
Tevkif: Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme. Arafatta mevkaf olan yerde durdurmak. Bir kimsenin koluna bilezik takmak.


Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin : “El kahkahatü mine'l- şeytan e't- tebessümü mine'r- rahman: Kahkaha şeytandan tebessüm rahmandandır.”
(Şeyh Esad Erbilî, Kenzü’l-İrfan)

Cerîr bin Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Fahr-i Kâinât Efendimiz, müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten alıkoymaz ve her gördüğünde gülümserdi.” buyurdu
(Buhârî, Edeb, 68)

Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harb ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma taleb etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38.)

Resim

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
E lem ta’lem ennellâhe lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr: (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/107)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ: MuhaMMed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/29)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
"Lev enzelna hazelkur'âne 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune.: Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu mİsâlleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)

Ben size sizden daha yakınım:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
"Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi::Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

NUR-u RESÛLULLAH ve GECELER!.

Namazdan sonra Hafız Efendi bir âyet-i kerime okudu. O âyet-i kerimenin bir Arabça iskelet mânâsı var. Bir Arabça bir âyete kerime okunduğu zaman bir hamal Arabın, basit bir Arabın anlayacağı mânâ vardır. Biraz okumuşunun anlayacağı vardır. Bir daha, bir daha, bir daha.
Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin hadisine göre Kur’ân âyetlerinin yedi mânâsı vardır. Ve her âyet-i kerimenin 7 mânâsı vardır. Bunlara Kur’ânda icaz derler, icaaaaz.
Bu okunan âyet-i kerimenin sonunda da biliyorsunuz “Sadakallahül Azim” diyeceği zaman: “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn.”
Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Keriminde: “Biz seni âlemlere rahmet için gönderdik.” buyuruyor.
Resûlullahu sallallahu aleyhi ve sellem kendi şahsına aid bir âyet-i kerime bu.
Kur’ân-ı Azimuşanda Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin şurada “Mim” harfi ile başlayan ismi bir yerde geçer.
Bir âyette geçer. Her yerde geçmez. Cenâb-ı Allah bile mübârek ismiynen bir yerde kendisine hitab ediyor. Diğerinde El Müddesir, Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, Resûlüm, Habibim, Ahmed, Mahmud diye hitab ediyor.
Onun için Cenâb-ı Allah bile, Resûlullah’ın mübârek ismine hürmet gösteriyor.
Onun için onun mübârek Mim ile başlayan harfli ismini sokakta ağzınıza almayın!. Bazı serseriler, câhiller vardır. Sokakta hemen eline sarılır. Salavat-ı şerife getirmeğe başlar.
İçinden getir oğlummm! Bunlar çok ince işlerdir.
Abdestsiz iken Resûlullah Efendimizin mübârek ismini ağzınıza almayınız efendim!
Allah indinde rıza, Resûlullah’ın şefaatine nâil olmak ta’zim ile olur. Ta’zim demek, bunlara dikkatle olur. Onun için “abdestsiz gezmeyin!” diyorum size.
Câminin içinde Resûlullah Efendimizin ismi mübârekini alırsınız.
Bir yerde Resûlulah Efendimizden bahsedilirken, Resûlullah Efendimiz, Resûli Ekrem Efendimiz, Peygamber Efendimiz.
O ismi, almayın! Çünkü insan dünya soytarılarla dolu.
“Yalın ayak Arab!” diyen bazı soytarılar da var dünyada onun için.
Onun için çok dikkat edin!.
Kur’ân-ı Kerimde bile Resûlullah Efendimize âyet-i kerimede denir ki: “Ikra’bismi rabbikellezî halak” Seni halk eden Allah’ının ismiyle oku diyor Yâ Habib diyor.
“”Halakal insâne min alak” ”
İnsanı alakadan halk eden, “Seni alâkadan halk ettik” demiyor edebe bakınız Kur’ân-ı Kerimde.
Seni halk eden “Ikra’bismi rabbikellezî halak” Seni halk eden Allah’ının ismiyle oku.
“Halakal insâne min alâk” ki o Allah insanı da bir pırtıdan yarattı.
Resûlullah Efendimize onu bile kondurmuyor dikkat edin Allah’ın ta’zimine. Allah ta’zim ederse Resûlullaha biz ne oluyoruz!.
Onun için ordaki Nur-u Resûlullahdır, Nur-u Resûlullah.
Nur-u Resûlullah, her Mü’minde, her kâfirde, kim olursa olsun düşünen, bilen her insanın kalbinde mevcuddur Nur-u Resûlullah.
Namaz, niyaz, ibâdet, taat bu nuru ortaya çıkarmaya yarar.
Namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekât vermekle, hacca gitmekle insanın şekli değişmez.
Şefdali ağacının dibini kazarsan, bakarsan ona su dökersen şefdali verir. Ne kadar bakarsan bak şefdali ağacında üzüm olmaz.

Onun için ibâdet, taat insanda gizli olan bir şeyi ortaya çıkarır, bir şeyi. Cenâb-ı Allah insana beş hassa vermiştir. Bakınız parmaklarımız bir, iki, üç, dört, beş. Bunların bütün oynayışları, hareketleri Cenâb-ı Allah’ın izniyle olur. Yalınız Cenâb-ı Allah bu parmakları O’nun izniyle oynatırsın. Yalınız irade-i cüzziye vermiştir hangisini oynatacağını sana bırakmıştır.
“Ben bunu oynattım.” Allah buna karışmıyor, buna da karışmıyor.
Hangisini oynatırsan oynat!.
İrade-i Cüz’iye verdiği için parmağını biçimsiz oynatırsan kafanı kırarlar. Onun için haram, cehennem, cennet bunun için yaratılmıştır.
İrade vermiştir ben “bunların hepisini ben oynatırım. Amma arzuladığını sen oynatırsın” demiş irade vermiş sana, bir mükellefiyet vermiştir.
O halde bu parmağını biçimsiz oynatırsan kafanı kırarlar.
İşte bu parmağını nasıl oynatacağın, rızaya nasıl gideceğin, sallallahu Aleyhi Vessellemi göndermiştir kâinata.
Onun için ibâdet insanın içinde meknuz olan Nur-u Resûlullah’ı ortaya çıkararır.
Kur’ân-ı Kerimde zâten: “ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn” âyet-i kerimenin birisi bu.
“ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn” Fakat onların çoğu bilmezler.
“Kimler onlar?””
Hepimiz… “
“ve lâkinne ekserehum yechelûn”
Bir kısmı da câhildirler, onların ekserisi câhildir.
Bir kısmı da gâfildir. “lâ ya’lemûn” olanlar.
“ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn”” fakat onların çoğu bilmezler, bilmemezlikleri doğrudan doğruya kendi kibirlerindendir.
Bilmeyen insan, kibr içindedir.
“ekserehum yechelûn” Fakat onların ekserisi de câhildir.
Onlar da şirktedirler, câhil adam da şirktedir.
“Ve ekserehum gâfilun.” Gâfil adam da bir elini o tarafa atmış, diğerisini bu tarafa çekip duruyor: Şu Hoca böyle dedi. Bu Hoca böyle dedi. Acaba şurada secde lâzım mıdır? Yok efendim gül kokladım orucum bozuldu mu? Efendim şuramı kaşıdım!”
Bunlar serseri sınıfıdırlar. Bunlara ahrette hiçbir şey yoktur.
Süpürgeci bile olamazlar. Hiçbir şey olamazlar. Süpürgeci bile olamazlar!.

İbni Nakkâş vardır, Müfessir. 763 Hicrî tarihinde vefat etmiştir.
İbni Nakkâş cilt cilt kitabları vardır.
Hiçbir yere müracat etmeden Kur’ânı tefsir etmiştir.
Bir, bir daha vardır Ni’metullah Nahcivanî denir. İki ciltlik onun da vardır.
O da hiçbir yere şey etmeden, müracat etmeden Kur’ânın icaz mânâlarını şey etmiştir.
İbni Nakkâş kitabında der ki: “Kur’ân-ı Kerimde bir, iki, üç, dört kelimelik bir âyet vardır. Bu âyet-i kerimenin içinde beş tâne “Mim”” vardır, “Mim”” Birbirini takip eder. Bunları keşfeden adam bu nura kavuşur!” der.
Mânâsı ama onun o nurlan alakası yok. Derinliğinde var.
“alâ umemin mimmen meâk”
”
Bir iki, bir iki de onda beş tâne “Mim”.
Bu “Mim”leri birbirine eklersen oğlum varyoz olur.
Şöyle bir buzdan yapılmış bir sürahi farzet, Su donmuş buz olmuş. Güneşe arz ettiğin zaman eriyi verir. O buz sürahi, su oluverir.
İşte “alâ umemin mimmen meâk” âyeti senin içine girdiği zaman, o zaman o NUR parlarsın. Kafan bambaşka olur. Yok olur insan.
Suyu sıcağa tuttuğun zaman bir saat sonra çaydanlığın dibinde su kalmıyor. Hepisi buhar olup gidiyor..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için azîz cemâat, bu lakırtıları bir yerde bulamazsınız. Kitab sayfalarında da yoktur.
Âhir zamandayız. Hepimizin çoğu da 40 aşmıştır. 40 sene daha yaşayacak değiliz.
Âhirette, kahveler kurulmuş. Lokantalar, sinemâlar, balolalar, Câmiler, Mescidler hepisi vardır. Hangisini istersen?.
“Efendim nasıl varımış?.””
Âhiret âlemi bu vücud nesnesi ile görülmez fakat secdeye başını koyanlar buna adam akıllı inanmıştır.
Yarın bu toz duman dağılacak, kimin atlı, kimin yayan olduğu ortaya çıkacaktır. Görüşürüz aşağıda. İstediği kadar “vır vır!..” etsin.
Şurda bir adam varda geçerken, otomobiller, binalar, elbiseler, mağazalar şunlar bunlar. Geçerken kimi idi bu?
“Efendim vefât etti dedi.”
Vefat eder, ölür, geberir, çatlar insan. Zıbarır. 80 türlü ölüm vardır.
Vefat etmeye çalışalım. Vefat da etmeyelim kalıp değiştirelim.

Onun için âlemlere rahmet gelen Resûlullah Efendimiz şu girdiğimiz Recep Ayını çok methederdi.
Bilirsiniz, biz İslâmların bir çok geceleri vardır. Gece, gece!..
Bu geceler; Regaib Gecesi, Mevlüd Gecesi, Ber’at Gecesi, Mi’rac Gecesi, Kadir Gecesi. Bu geceleri her İslâm bilir, bilirsiniz.
Regaib, bu içini geçtiğimiz için söylüyorum mevzumuzda değil.
Regaib Arabçada "regibe" kelimesi vardır regibe, bu cem’idir, çoğuludur. Gözlük, gözlükler gibi .
Regibe, regibeler regaib, “Rağbet olunan şey” demektir regaib.
Recebin ilk cuması perşembeyi Cuma’ya bağlayan gecedir, değişmez bu.

Şimdi, yiğit insanlar, mukaddes insanlar, Allah insanları.
Onların kendi hususî kanunlarıyla ifade edelim.
Bazı hocalar çıkar vaaza: “İşte efendim bilmem ne ettikleri gece!” Aman aman aman aman amaaaaan maazuallahu Teala!”Böyle edebsizce lakırtı edilmez.
Regaib kelimesinin Arabçada bir de kevnî mânâsı vardır.
Ben iyi bilirim Arabça haaaa. Öyle bennen fındık atılmaz. Öyle gaveleynen güveleynen iş yok.
Regaibin iki mânâsı vardır. Birisi regibe den gelir; rağbet etmek, kıymet etmek. İkincisi de gayb mânâsına gelir bir mânâsında, gayb mânâsına. “
“Nerdeymiş bu?.”Ben Ahteri de bulamadım.”
Bazısı söyler. Ulan Ahteri şu kadar kitab.
Firuz Abadî’nin 60 ciltlik “okyanus” diye bir luğatı vardır. 750.000 bin kelime vardır içinde. İlk Arap lüğatını yazan insandır. 60 cilt. Onu tevhis etmiştir Türkçeye mürkçeye. Aç onları da bak. Ama nasıl açacaksın?.
Nur-u Resûlullah’ın Nur-u MuhaMMedinin sallallahu aleyhi vessellem Levh-i Mahfuzdan ayrılıp dünyaya indiği gecedir Regaib Gecesi.
Gök ehli bizden aşağıya gitti diye üzüldüler, onlar için gayb.
Arz için şevk-i şadumanî Rahmet Gecesidir.
Resûlullah Efendimizin vâlide-i muhteremeleri, Allah şefaatinden mahrum eylemeye. Hazreti Âmine, mübârek babaları Abdullah bunların evlendikleri gece değildir Regaib Gecesi.
Yanlış anlamayın! Hazreti Amine’nin kendisinin hâmile olduğunu hissettiği zamandır. Anlaşıldı mı? O gece “ben hâmile oldum” diye hissetti. Aş görmeye başladı, işte bilmem şunu kesildi, bunu kesildi.
Kendisinin hâmile olduğunu anladığı gecedir Regaib gecesi.
Yoksa Hazreti Abdullah ve Hazreti Aminenin evlendikleri gece değildir. Onun için bunu karıştırmayın.
Büyük insanların, Allah’ı bütün beşeriyeti bildirdiği insanların, hayat-ı hususuyelerine parmak atmak, biçimsiz anlamak, şirke sokar insanı şefaatından tekme yemeğe başlar insan!.

İkincisi Regaib Gecesinden sonra Mevlüd Gecesi.
Mevlüd Gecesi kâinata nurun indiği gece. Rebuulevvelin 12. gecesi.
Hep gece oğlum! Gündüz değil baksana. Hep gece! O halde gece namazına kalk.
Hep geceden bahsediyor, Perşembe gününden bahsetmiyor.
Başka bir gece daha var. Berat Gecesi Şaban’ın 15. gecesi. Bununda kâinata rahmetin indiğini biliyoruz. Cebrâil’in Hazreti Resûle görülüp Sen Peygambersin tebliğ ettiği gece. Berat Gecesi.
Birde Mirac gecesi vardır. Ramazanın 27. gecesi.
Hergün Mi’rac Gecesi oğlum bakma. İşi gizlemek için yirmi yedi neyi getirmişler onu.
Ötekiler gaflet içinde. Gaflet içinde şey eder yirmi yedinci gece sabaha kadar oturur oturur, bir yer de açılmaz!.

Ötekisi Kadir Gecesi Kur’ânın Cebrâilin tankerine konarak Hazreti Resûlün kalb-i mübârekine böyle civatalalıp indirildiği gece Kadir gecesi.
O halde Mi’rac, Resûl-i Ekrem için efdaldır. Kadir gecesi ümmetine efdaldir. Kadir gecesi bizim, Mi’rac gecesi Resûlullah sallallahu Aleyhi Vesselemindir.
“Efendim Miraca Resûlullah Efendimiz nasıl gitti?””
Hâlâ münakaşa ediyor. Hâlâ hocalar, âlimler münakaşa ediyor.
“Efendim acaba uykuda yakaza halinde mi gitti, rüya mıydı, nüma mıydı?””
Böyle birbirine Hacivat gibi: “Yok rüyaydı yok buydu!”
Ben size açıkçasını söyleyim. Kur’ân-ı Kerimi açıp bakın oğlum.
Bunları mırıldanan herifler, Arap da bazen Arapça bilmez.
“Sübhânellezi esra bi abdihi leylem mine'l- mescidi'l- harami ile'l- mescidi'l- aksallezi.”
“Subhânellezi!”

Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen mine’l- mescidi’l- harâmi ile’l- mescidi’l- aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huve’s- semîu’l- basîr.”

Subhânellezî;
Aman Yâ Rabbî bu ne büyüklük. Nasıl benim aklım ermiyor demektir.
Subhânellezî esrâ; kulunu böööööyle götürdü.
Esra, götürmek. Bi abdihi, kul olarak kul, kul!
Kul demek, cesedin içinde ruhu olup konuşan adam demektir.
Ölürse insan ruh gider ona ya leş derler, ya cesed derler.
“bi abdihî leylen” diyor.
Kul olarak, kul olarak demek yiyen, konuşan.
Resûlullah’ı demek şöyle almış Cebrâil Aleyhisselâm buradan:
“bi abdihî leylen mine'l- mescidi'l- harâmi ile'l- mescidil aksallezî bâreknâ havlehu” götürmüş Kudüse bırakmış. Bir an-ı vahidde.
“Nasıl olur?””
Ulan olur be! Şimdi şimdi bakıyorlar, diyorlar ki: “Efendim. Bu güneş dönüyor. Güneşin etrafında ay dönüyor. Gece gündüz oluyor. Nebatlar şey ediyor. Güneşten uzaklaşıyoruz, kış oluyor. Yaklaşıyoruz şey? Bunları kim yapıyor?. diyorsun dinsize!.” dedin mi?

“Allah yapıyor yavv!””
Eeee Allah yapıyor. Ulan hayvan, bunu yaptıktan sonra bir adamcağızı alıp şurdan şoraya götüremez mi?

“Efendim değişmez, kâinattaki hadise değişmez!””
Sen mi imzaladın yapılırken bunun şeyini? Allah istediğini yapar yavvvv!
Ondan sonra: “Efendim ben hristiyanım, ben nasranîyim, ben bilmem neyim!” Dinlerini şey eder herifler.
Ulan onlar, kendi peygamberlerine de inanmıyorlar.
İncilde yazıyor, Tevratta yazıyor diyor ki: “Bir âhir zaman Peygamberi gelecektir!”." İncil’de yazıyor, Hazreti İsâ söylemiş, Hazreti Musa söylemiş. “Eeeee kitablarınızda yazıyor. Son peygambere inanın.”
“Yooo biz ona inanmayız!””
O halde sen peygamberinin dediğine de inanmıyorsun.
Onlar Hristiyanda değildir. Kendi dinine inansa Son Peygambere de inanacak. Bunlar bir nevi serseri oğlum! Anladın mı? Senin bileceğin bu!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Cebrâil geliyor, Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize. Biliyorsunuz Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin mübârek vücudunu onun için hazırladılaaar.
Herkes ona tahammül edemez. Kırkpınar Güreşine gidiyorlar.
Hadi gitsin Mahalleden Hasan efendi! Kemikleri kırarlar adamın.
Yağlanıyorlar adamlar bi de. Yahut bir ay evvel bir öküz yiyor herif.
Eski pehlivanlar vardı, bir öküzü keser, yermiş ondan söylüyorum. Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi de böyle büyüttüler.
“E lem neşrah leke sadrek”
“E lem neşrah leke sadrek” Biz onu neşrettik, yardık.
Neşrah Leke, biz yardık. Sadrak, onun göğsünü.
“Ve vedâgnâ anke vizrek. Ellezî enkada zahrek”
O buna göre. Efendim artık sen getir oraya Cebrâil’i getir.
Başkalarını getir. Bıçak getir. Leğen getir. İstediğin yerden aç-yıka! Hikaye o değil. Nasıl dersen de.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kalb-i mübâreki ona tahammül edecek vaziyete getirilmiştir.
Sebebi; kalbin, Kur’ân Diline göre, Kur’ân anatomisine göre, biyolojisine göre kalbin iki tarafı vardır. Birisi nüvedir, Fuaddır. Diğeri de Denes veyahut denis. Dal, Nun, Sin. Denes, denis de okunur Arabçada. Kalbin kirli tarafı demektir. Kirli tarafı. Ötekisi Fuad tarafı.
İşte kul olduğu için, denes tarafı da Cenâb-ı Peygamberin elem neşrak leke Sûresi ile tamamıyla yıkanmıştır.
Şimdi, şairler, romancılar, büyük hatibler, vaizler hepisi dahildir bunun içinde. Hep denes tarafından konuşurlar. Kafele vezninden, o borudan konuşurlar.
Ben şurda başka söylerim. Öteki câmide “ulan o öyle olmaz böyle” der. Ankara’da başka der. Şurada başka der. Hepisi denes tarafından konuşurlar.

Hakiki fuad tarafından konuştu mu insan, o taraftan konuş tu mu? Burada kim ne derse aynıdır. Endülüste dese, Amerika’da dese, nerde dese aynıdır.
Onun için, bir Velîyullah Odun Pazarında konuşsa, Amerika’da bir Velîyullah konuşsa bütün sözleri aynıdır. Fuaddan geçmiştir. Süzülmüştür.
Onun için, Cenâb-ı Peygamberin vücud-u mübârekleri buna göre hazırlanmış.
Dâima Hıra Dağına çıkar gider. Bir gece orada bütün haşmetiyle bir nur göründü. Cebrâil Aleyhisselâm görüldü kendisine kanatlı.
“Nasıl kanatlı? Leyleğe mi benziyor?””
Ehh ehhh heeee hadi ona benzetin! Senin aklın ona benzetirse başka!.
Resûlullah Sallahu aleyhi Vessellem 40 yaşlarında. Korktu tâbi.
Kendisine “İkra-Oku!.””
“Lâ ya’rif!” diyor. Ben bilmem okuma.
“İkra!””
“Lâ ya’rif!”
“İkra! Okuyacaksın!” diyor.
Korktu: “Peki okuyum. “İkra’ bismi rabbikellezî halak”” okuyor âyet-i kerimeyi.
“Halakal insâne min alak. İkra’ ve rabbukel Ekrem. Ellezî alleme bil kalem. Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem.” bunu okuyor.
Bu 5 âyet Hira’da okunuyor. Cenâb-ı sallallahu aleyhi vessellem titriyor mübârek vücudu. Sıcak mevsim, Arabistana giden varsa öyle derini yüzsen yine şey edersin, sıcaktan bunalırsın.
Geliyor Hira’dan aşağıya: “Yesterunî!” diyor “örtün beni!” Tesettür de, örtüyor.
Bazı serseriler der ki: “Üşümesinden ediyor bunu!””
Bazı Avrupalılar da güya âlimler eskiden söylemişler: “Sara nöbeti varımış Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem de!” de.
“Huhuhu huhubu huu!””
Ulan o değil. O değil, o değil. Vahyin verdiği şiddettir. Hürmet ediyor ona kimseye göstermemesi için ihtizazı örttürüyor Cenâb-ı Peygamber. Vahyin Allah’ın hikmetini ihtizazı görmesinler diye. Onun için bu işler gece oluyor.
5 âyet orda iniyor, 9 âyette Mekke-i Mükerreme de iniyor. İlk inen âyet-i kerimelerdir.

O halde, Hıra Dağından “Lâ İlâhe İllallah” bayrağını eline almış beşeriyet kurumuş odun yığınları gibi bekliyordu.
Bir Şems-i Rahmânî bir alev gibi indi beşeriyetin üzerine Resûlullahu sallallahu Aleyhi Vessellem. Beşeriyet birden alev aldı. Hâlâ alev gidiyor!.
Dünyadaki Müslümanları hesab edersen beş yüz milyon.
Bunlar beş vakit günde hiçbir. Burada 5 dakika evvel, burada 3 dakika evvel, burada heran ezan-ı Resûlullah okunuyor Dünyada, her tarafta: “Allahuekber! Allahuekber!”
Radyon varısa oğlum dinle! Radyo o küçücük âlet değil sende radyo var sende, sende. Ayarını yap!.
Televizyon da var insanda, bilmem ne de var, hepisi var insanda.
Ayarını yap yalınız.

Onun için, hepimiz Resûlullah’ın rızasına koşuyoruz.
Resûlullah Efendimizi anlamak kolay bir iş değildir, kolay bir iş değildir.

Bir gün Veysel Karanî Hazretleri anasından izin almış.
Demş ki: “Ben demiş Peygamber var onu göreceğim!” demiş.
Anası demiş ki: “Oğlum ben hastayım!” demiş.
“Yooo ana gideceğim!” demiş.
“Peki demiş sana bir gün izin!” demiş.
“Peki!” demiş. Gelmiş Medine’ye Veysel Karanî Hazretleri.
Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem o gün Tebük’e gitmiş yok.
Çalmış kapıyı, apartumanı çalmış 8 katlı apartuman.
Zile basmış, çünkü başka türlü anlaşılmaz şimdiki insanlar.
Hazreti Fatıma çıkmış dışarı, ki aynen Resûlullah’ın kalıbıydı Hazreti Fatıma. Yürürken Resûlullah Efendimiz gibi yürürmüş.
Resûlullah Efendimiz yalınız Hazreti Fatıma içeri girdiği zaman kıyam edermiş.
Ölmesine yakın guslediyor, temiz elbiselerini giyiniyor. Namazını kılıyor. Sağ taraflarına yatırılıyor. “Beni gusletmeyin. Ben gusl yapıldım. Beni aynen gömün!” diye vefât etmiştir Hazreti Fatıma. Radiyallahu anha.
Bu, bu, bu bu akıl almaz. Patlar akıl. Akıla sokmağa savaşma.
Dürbünün ters tarafından bak!. Hani uzak gösterir öyle bak!.
Demiş ki: “Resûlullah burda mı?” demiş Veysel Karanî, aslan yelesi, kılı içinde böyle.
“Yok demiş burada!” demiş. “Yarın gelecek!” demiş.
“Ben anamdan izin aldım, gelemem demiş. Gideceğim!” demiş.
Resûlullah’ın mübârek yüzünü görmeyi, annesinin izninden çıkmamağa tercih etmiştir.
“Annemden söz aldım ben fazla duramam!” diye Resûlullah’ın mübârek yüzünü görmeden dönmüştür geriye. Ta’zime bakınız!.
Sanki görseydiler birbirlerini Hazreti Veysel berhava olurdu.
Barutnan ateş karşı karşıya gelmiş, Allah’ın şeyi bu. Bununla şey edilmiş.
Hazreti Fatıma’ya demiş ki: “Sen demiş gördün mü Resûlullah’ı?” demiş.
“Ben gördüm demiş Babamdır!” demiş.
“Bak bakayım gözlerime!” demiş.
Bakmış. “Iıııııh!” demiş sen görmedin!” demiş.
Onun için âyet-i kerime var: “Yâ Habibim sana bakıyorlar ama göremiyorlar!””
Onu görmek yok olmak demektir.
Cenâb-ı Resûl gine Hafız Efendinin okuduğu “rahmetellilâlemin”, diğer peygamberler “rahmeten lil âlemîn”değildirler.
Hazreti Nûh, Hazreti Hûd, Hazreti Lût, Hazreti Sâlih peygamberler kavimleri için beddua etmiştirler hepisi. Kavimleri dinlemedi diye beddua etmiş, Cenâb-ı Allah hepisini hâk ile yeksan etmiştir.
Resûl-i Ekreme çok eziyet ettikleri halde katiyen beddua etmemiştir. Burası çok mühimdir Müslümanlar!.
Ne demiştir: “Yâ Rabbi onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar sen onları affeyle onları!””
Uhud Gazvesinde harbında Hazreti Hamza şehid oluyor, sahabeler kırılıyor, az kalıyor.
Mübârek dişleri de kılıyor Resûlullah Efendimizin, yüzünden kanlar akmağa başlıyor.
O halde bile, harbte nerdeyse mağlub olacak: “Yâ Rabbi bunlar ne yaptığını bilmiyorlar, sen affeyle bunları!” diyor.
Bunu ancak peygamber söyler başka kimse söylemez.
Meşhur Bellini diye bir İtalyan müverrihi vardır.
Der ki: “İslâm peygamberinin peygamber olduğuna mu’cizelerine lüzum yok!” der. “Harbte: “Yâ Rabbi bunlar ne yaptığını bilmiyor, bunları affet!” bunu ancak peygamber söyler. Başka insanlar söyleyemez!” demiş.
Ötekiler hepisi beddua etmiştir.
Onun için Resûlullah Efendimiz için “Sen en yüksek ahlâk üzeresin” âyet-i kerimesi inmiştir.
Biz seni ancak âlemlere rahmet için
“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn””
Onun için Resûlullah’ı görmek, çok güç!.

Birgün Hazreti Mevlânâ, birisi gelmiş karşısına demiş ki: “Yâ Mevlânâ demiş ben Şems-i Tebriziyi gördüm!” demiş.
Mevlânâ üzerinde nesi varısa hepisini çıkarmış o adama vermiş. Mevlânâya demişler: “Yavv bu adam yalan söylüyor görmedi!” diyor. “Görmedi Şems-i Tebriziyi. Niçin verdin bu elbiseni, işte bu mücevherini ona!””
Ona cevab: “Bunların yalan söylediği için verdim, ben biliyorum yalan söylediğini. Yalan söylediği için verdim. Eğer hakikat söyleseyse canımı verirdim!” demiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimDERmÂNî KaLB..

İşte azîz cemâat saygı, ta’zim budur.
Bir gün Resûlullah’ı sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz Rahmetellilâlemin bakın, Hazreti Aişe vâlidemiz hamur yoğuruyor. “Haşır” yapacak onu. Dalgındı mübârek. Resûlullah girmiş odaya: “Yâ Aişe demiş şurda bir liss getirdim demiş. “Lıss” Arabçada hırsız demek. Lıs, lıs, Lâm, Sin. Lıs. “Bunu kolla kaçmasın bir yere!” demiş. “Peki yâ Resûlullah!” demiş.
Aişe hamuru yine yoğuruyor. Şey, hırsız arka kapıdan kıvırtmış.
Resûlullah gelmiş demiş: “Yâ Aişe demiş nerde?” “Dikkat etmedim. Ne Resûlulah?” demiş. “Hırsız koyduydum buraya da bekle!” dedim. Şaşırmış Aişe unutmuş mübârek kadın.
Resûlullah Efendimiz ellerini böyle hamurlu görünce Aişenin: “Ellerin kırılsın!” demiş. Çıkmış, gitmiş.
İlk bedduasını orada yapmıştır Resûlullahu sallallahu Aleyhi Vessellem. Biraz sonra gelmiş.
Hazreti Aişe şöyle yapıyor, odanın içinde dolaşıyor ellerini böyle yapıyor.
“Yâ Aişe ne oldu sana?” demiş.
“Yâ Resûlullah beddua ettiniz de hangi kolum kırılacak diye ona bakıyorum!” demiş.
Resûlullah Efendimiz secdeye kapanmış: “Yâ Rabbi ben de insanım demiş. Ara sıra hiddet geldiği zaman beddua ediyorum, Sen bunu ümmetim için hayra tebdil eyle Yâ Rabbî!” demiş.

Bunu insan söylemez oğlum, peygamber söyler ancak.
Müşriklerden kaçıp hicret ettikleri zaman, Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem Medine’ye. Bir muahede yaptılar peygamberinen. Hudeybiye Musalahası derler buna Hudeybiye. Tarihi okuyanı varısa bilirsiniz.
Şimdi İslâmlardan müşrik olan olursa, Mekke’ye giderse onlar kabul edecekler. Müşriklerden İslâm olursa, İslâmlar onu kabul etmeyecekler.
Böyle bir şey. Hazreti Ömer demiş ki: “Yâ Resûlullah ne yapıyorsun?””
“Duuur Ömer demiş sesini çıkarma. Duydun mu, bizim için âyet geldi!” demiş.
Şimdi İslâm olanı almıyor Medine. Başlamışlar.
Ebu Cendel isminde bir de genç birisi. Bunların başlarına geçmiş, 40 kişi olmuşlar bunlar. Şam’a giden müşriklerin kervanlarını soymağa başlamışlar. Bunun üzerine gelmişler, Hudeybiye Musalahasını müşrikler kaldırmışlar.

İşte bu sıralarda Hazreti Resûl-i Ekrem’in bir mübârek kızı Ummugulsum. Müşrik biriynen evli Mekke’de. Kocası da İslâm oluyor. Şey ediyorlar çıkıp geliyorlar Medine’ye gelecekler.
Medine’de müşriklerin Medine’ye gelirken o Hüdeybiye sıralarında müşrikler hücum ediyorlar. Ümmügülsüm’ün kocasını katlediyorlar. Ümmügülsüm’ün mübârek, Resûlullah sallallahu aleyi vesselemin kızı. Karnını yarıyorlar, daha dört beş aylık Hazreti Resûl-i Erkemin torunu mübâreğini çıkarıyorlar karnından onu da parçalıyorlar.
Kaab isminde bir adam yapıyor bunu. Kaab Arabçada şu “topuk” demek topuk. Kef, Ayn, Be. Şu ayağın topuğu var ya “kaab” derler onlar.


Ka’b: Topuk kemiği, ayak bileği, aşık kemiği.

Resûlullah Efendimize haber gidiyor ki: “kızınızı böyle yaptılar” felân işte. Parçaladılar, karnındaki çocuğu aldılar.
Mübârek iki âlemi gören gözlerinden yaşlar başlıyor gelmeye.
Ağlıyor ağlıyor, emrediyor: “Katledin o adamı!” diyor.
Bir bedduası da budur: “Katledin!” diyor.
Herifi arıyorlar nerde bulsunlar. Aradan bir buçuk sene geçiyor adam Medine’ye geliyor Medine’ye.
Bir örtü örtünmüş doğru Hazreti Ebubekir’e gidiyor diyor ki:
“Yâ Ebabekir diyor beni Resûlullah’ın huzuruna çıkar. Ben İslam oldum. Ben böyle böyle böyle bir câhiliyette böyle bir halt işlemiştim!””
Hazreti Ebubekir diyor ki: “Ben götüremem seni!” diyor.
Hazreti Ali Efendimize gidiyor, Hazreti Ali, halîm, aslan ama: “Gittt!” diyor.
Hazreti Ömer’e gidemiyor çünkü Hazreti Ömer “Nerde görsen katl et!” derhal kesecek kafasını..

Bir şey ediyor, bir biçimnen Huzur-u peygamberiye giriyor. Sahabeleriynen oturduğu zaman. Kapıdan içeriye girdiği zaman Resûlullah tanıyor zâten Kaab’ı Mekke’den biliyor, tanıyor.
Oturuyor Kaab oraya: “Eşhedu enlâ İlâhe illallah ve Eşhedu enne MuhaMMeden Abduhu ve Resûluhu!” diyor. Resûlullah başlıyor ağlamağa.
Bütün dünyadaki kalbleri, dünya yaradılışından, dünyanın sonuna kadar bütün kalbleri toplasan, bunların merhametlerini hepisini bir araya getirsen kızını parça parça eden adamı hiç kimse affedemez!
Ağlıyor Resûlullah: “Ben seni affettim!” diyor. “Allah’ım da affetsin!” diyor, budur işte.
“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l- âlemîn”

İşte onun ümmetiyiz, kıymetini bilin, kıymetini bilinnnn! “takkk! takkk!”
Bunun üzerine, diyorlar: “Yâ Resûlullah bu senin şeyini öldürdü yavv. Bu nasıl olur sen affedersin?””
Şu hadisi buyuruyor: “Günahlarından tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibi olur!” diyor Resûlullah’ın hadis-i peygamberî.

Onun için: “Efendim ben namaza yeni başladım. Şunu yapıyorumm. Eskiden edebsizliklerim varıdı!””
Halishâne bir fırçala içini. Tövbe et!
“Yâ Rabbi benim aklım başıma geldi, Yaptığım 80 türlü edebsizlik var. Sen beni bir yıka jet fırınına sok!””
Ama kati bir daha: “Ulan eee temizlendik de bir daha yapalım!” diye haaa o zaman tokmağı yersin. Yap, temizlendin gitti.
Resûlullah yalan söyler mi hâşâ.
“Allah bütün kusurları bağışlar!” âyet-i kerime bu da..

Onun için azîz cemâat!
“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l- âlemîn””
Hazreti Resülun peşinden koşan dâima, gönlünden konuşur.
Gönül konuşması, doğruluktur. Doğruluğun târifi, gönlün konuşmasıdır. Bu bir YOLdur bu yol kâh açılır, kâh gizlenir. Onun Dostlarının gözlerinde ancak görülür.
Onun için o Dostlar, herkesçe aranır, sorulur, ziyaret edilir.
Dostlarının Dostlarına el atmağa bakın Resûlullahu sallallahu Aleyhi Vessellemin!.

“Nerede bu Dost?””
Dolu yahu, ortalık dolu. Onlar içinde Kutublar Dairesinin dışında bir topluluk vardır. Kutub, kutub derler. Hızır bunlardandır.
Resûl-i Ekreme, Nübüvvet gelmeden evvel, Resûl-i Ekrem de bunlardandı.
Bunlara Arabça da “müfredler” derler. Müfred, “tek” demek. Bunlar bir zümredir. Bu müfredlerinin, Dostlarının Dostlarını ara bul!
“Nerde bulacağım?””
Nerede istersen bul. Efendim Arabça da bir tabir vardır:
“Eşikte olan, Hazrette olanı göremez, yukarda olanı! Hazrette olan da, Sırda olanı göremez!”” Sır kapısından girip çıkanı görmek ve onu keşfetmek çok güçtür!.


Müfred: (Müfret) Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan.

İşte demin Ebu Nakkâş’ın dedim ya:
“ala ümemim mimmem meak”” Onu halletmeğe savaşın!
Bir Hadis-i Peygamberi de buyuruyor ki:
Nefsin gözü ile yani buyur, “Efendim bende mikroskop var, dürbün var, teleskop var, şu var, akıl var, makıl var, evet. Ben âhireti göremiyorum!””
Ulan hayvan, nefsin gözüyle âhireti görmeyi bekleyen kimse câhildir, câhildir!.
“Dünyada kalb gözü kör olan âhirette de kördür” Âyet-i Kerime.
“Ben her kimin sandığı gibiyim” diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Beni nasıl tasavvur ederseniz öyleyim., İsterseniz Put yapın, ellerini böyle yapın. İsterseniz kuş yapn. Ne yaparsanız. Ben herkesin aklının derecesine göreyim!” demek istiyor.

Onun için, İslâmiyette Nur-u Resûlullah, Hakk’ın Nuru, kâfirinin de, dinsizinin de, imansızının da kalbindedir. Kalbinin içinde. Onu işletin!
Onun için, fuhuş yapan insan gitmiş ötekiynen berikiynen kalan insan, bu NURa haraket etmiş olur.
Haraket ettiği için İslâm dininde fuhuş yassaktııııır. Evliler de fuhuş yapıyor!. Nuru korumak için helâl olan cima’da güsul emr olunur! Kalk vücudunu yıka serseri! Onnan kurtulursun. Vücudunun şeyini gusullen temizlemiş olursun!

Sen Cenâb-ı Allah’la görmeye, Cenâb-ı Allah’la işitmeğe alışırsan onların seslerini de işitirsin. Zikirlerini de işitirsin. Hepisini görmeğe başlarsın.
“Nasıl Cenâb-ı Allah’la görülürmüş?””
“Ben kulumla görürüm, kulumla işitirim!” diyor Cenâb-ı Allah bir Hadis-i Kudsîde.
Sen hakiki şah damarından daha yakin olan Cenâb-ı Allah’la hemdem olup onnan karışırsan, o zaman işitirsin onların zikirlerini.
Onun için onların zikirlerini işiten insan ot koparamaz, çiçek koparamaz hiçbir şey yapamaz bir üzüntü içindedir onlar.
Onlar büyük insanlardır.
Onlar: “Evliyâi tahte kubabi la yârifühüm ğayri””
“Benim velîlerimdir ki onlar Benim sitremin altında gizlidirler.”
Onları kimse belli etmez. Belli etmez onları.
Yağma mı var. Bulalım onları da, herifler iliğini çıkarır be.
“Beni kurtar, seni kurtar, şunu yap, bunu yap!.””
Onlar gizlidirler. Bütün bu varlıklar Allah’ın Sır Perdesi altındadır.
Tatlı yemekler, güzel elbiseler, güzeller. Allah’a yanaşmayan insanları alıkor.
Allah’ın Velîsini tanımazlar. Dil uzatırlar, dururlar. Hatta düşmanlık ederler.
Karaya mensup olan insanlar, denizde olup denizde mensup olan seçkin insanların hallerini anlayamazlar.
Onlara kendi kuvvetleri, vus’atları taakatları nispetinde bir ibâdet tahsis edilmiştir. Yatar kalkar işte o.
“Oruç geldi, ramazan geldi, haaaa ben rakıyı bıraktım Ramazan geldi. Haaa Ramazan geldi ben artık namaz kılayım!. bu, bu, bu!.” başka bir şey yok!.
Balıkların suda bulunmaları gibi dâima şeriatın içinde bulunmak ve dışına çıkmamak onları ancak kurtarır.
Testideki suyu Fırattan, gülü gül bağından ayrı zannederler.
Balıkların rızıkları, uykuları, uyanıkları hep bir cinstendir.
Testiye koymuş suyu getirmiş Fırattan: “Ben Fırattan getirdim!.””
Fırat da aynı, hepisi de aynıdır.
Onun için bir âyet-i kerime de:
“Allah’ı ayakta iken, uyurken, yatarken, otururken hülasa her yerde her zaman ve her yerde zikrederler!””

Dikenle gül yan yana omuz omuzadır oğlum. Bu sana bir şey söylemiyor mu? Gül ağacında dikennen şey bir birine yakındır. Niye bu arkadaşlık? Neden?
Heee işte gül dikenlidir, diken güllüdür falan. Ara, onda çok hikmet gizlidir.
Niçin Resûlulahın vücud-u mübâreki menekşe kokmadı da gül koktu?
Gülde bir şey var o halde. Menekşe de tiken yok. Yalınız çiçeklerde, gülde tiken varıdır.
Bir git de gül ağacının yanına komşu da vardır, bir bak hele, bir konuş onnan.
“Nasıl konuş?” Konuşulur.
“Nasıl konuşacağım?.”” Konuşulur dedim.
ALLAH’ı ancak ALLAH Adamı gösterir insana.
Resûlün yaptığı işte i’tiraz etme!. Ona i’tiraz eden kimse..
“O’nu topraktan, seni de ateşten yarattık!” diyor. Âyet-i kerime.
“O’nu topraktan, seni ateşten!” yarattık diyor.
“Âdem’i topraktan yarattım. Seni de ateşten daha iyiden yarattım. Gine inat ettin secde etmedin!.” diyor ona.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Bunlarda dersi ibret, ibret dersi vardır.
Biraz zihninizi açın, bunu ben açıklayamam açılırsa kaybolur gider.
Gül ile diken omuz omuzadır azîz muvakkitlerr. Secdeye başını koyanlar.
Niye Allah’a itiraz eden sınıfından olur insan haaa?.
Âyet-i kerimede diyo ki: “onu topraktan, seni ateşten yarattık!””
Onun için Resûlullah’ın sözlerine, Resûlullah’ın şeriatına, Resûlulah’ın hadislerine hele Allah’ın kelâmına aksi gidenler bu âyetin sınıfından olurlar.
“Senin attığın, bizim attığımızdır. Senin sözün bizim sözümüzdür”
Bunlar hep âyet-i kerime.
“Onu sen atmadın biz attık!” diyor.
O halde insan hakiki temizlikle yaptığı işi muhakkak Cenâb-ı Allah yapar.
“Amma efendim Cenâb-ı Allah beni, götürdü felân yere!”
Ulan o senin eşekliğin götürdü. İrade-yi cüzziyeni eşşekçe kullandın. Allah’ın orda dahli yok.
Allah dâima: “Ve hüve hayrün hadisen ve hüve’r- rahîmin”"
Bu hudud içinde insanlar şeydir. Herkesin içinde Allah şah damarından daha yakin olduğu halde bu kadar küffara ne dersin? Farkında değiller. İçki almış sarhoş. Kendinden geçmiş bir takım sözler söyler, mırıldanır durur. Kendisi ayıldığı zaman “ulan sen bunları söyledin” dersen “yok efendim ben bunları söylemedim.” Hatırlayamaz. Söyleyen kendisi değildir o anda içkidir.
Bazısını cin çarpar. Başlar hezeyan etmeye. Kendi söylemiyor onu cin, peri söyletiyor.
Allah’ın Nuru bir insanda parlarsa, o da farkında değildir. Söyleyen Allah’tır.
Eğer ona tahammül ederse Velî olur. Eğer tahammül edemezse kendinden geçer.

Beyazidi Bestamî Hazretleri bir gün: “Ben kendimi tesbih ederim. Allahu lem yezel cübbemin altındadır!” demiş.
Dünyanın en büyük velîsi. Kendine geldiği zaman efendim, etrafındakiler demiş ki: “Efendi hazretleri sen böyle söyledin!” demiş.
“Ben böyle bir şey söylemedim demiş. Bir daha böyle yaparda söylersem demiş. Beni kılıçlarla vurun parçalayın!” demiş.
Bir gün yine kendinden geçmiş, müridleri kılıçlarınan vurmağa başlamışlar.
Kılıç mılıç te’sir etmemiş buna. Bakmışlar ki kendi ellerini kesmişler.

Onlar, İsmail Neslindedir oğlum. O anda İsmail neslinden olur bıçak kesmez onları.
Allah adamı ne yaparsa doğrudur câhiller eğri görür bunu.
Kâbenin, gidiyorsun bir yerde hava bulutlu.
İkindi namazı kılacaksın o tarafa baktın, şu tarafa baktın.
Ne taraf kıble bilmiyorsun soran da yok. Ulan şu taraftır kıble.
“Allahuekber İkindi namazının 4 rekât farzına.””
“Esselâmün aleyküm ve rahmetullah.””
Birisi “patt patt” vurdu: “Yav sen ne yapıyorsun?””
“İkindi namazı kıldım ağam!””
“Ulan kıble bu taraf değil arka taraf!””
Senin namazın olmuştur oğlum. Yenilemeye lüzum yoktur.
Amma güneş varıken: “Ben bu tarafa kılacağım!” dersen o namaz olmaz.
Kâbenin içinde olan adam yüzünü ne tarafa çevirirse kıbledir.
Kâbede uzak olan kıbleye dönmekle namazı olmaz.
Sen Allahnan bir olduğunu zaman Kâbe’yi ne arıyorsun.
Mâdem ki o hengamede sen Cenâb-ı Allah’a secdeyi aradın.
Çölün ortasında döndüğün taraf kıbledir. Allah kalbinde tecellî etmiştir.

Allah’ın yarattıkları dünyada üç cinstir üç. Bir, iki, üç..
Birisi her iki âlemden habersizdir bunlar:
Ne dünyadan haberi var ne âhiretten. Bunlar hayvan zümresidir, hayvanlardır. Hayvanlarda ahvâl ve harekât kaleme almaz. Yani makinada yazılmaz bunların sevabı bilmem nesi.
Hiç kimse karışmaz onlara. Tamamiyle cismanîdirler vücudnan.
Onun için öküz kiloyla satılır. Kiloyla tabi.
“Bu öküz deliydi, bu öküz hâşârıydı, bu öküz çok hâlimdi?” diye kasap sorar mı. Kilosuna bakar.
“Bu hırçındır tekme atar, bu bilmem?” ona hiç bakmaz. Ağır mı kilosu?
O halde hayvan sınıfında olan kiloyla tartılır.
Bunun işi uyku, yemekten başka bir şey olmaz.

İkinci Allah’ın yarattıkları meleklerdir:
Suda yaşayan balık gibidirler bunlar. Dâima taat ve tesbihle meşguldurler. Onlarda günah, sevab yoktur. Onların tabiatları böyledir.

Üçüncüsü insanlar: Yarısı melek, yarısı hayvan, yarısı suflî, yarası ulvî, yarısı toprak, yarısı temiz olan cihandan bir parça Nur-u Resûlullah.

Hülasa hayvanlar yerde yaşayan yılanlar gibidir.
Melekler suda yaşayan balıklar gibidir. İnsanlarda yılan ve balık gibidir. Ya sokar, yahutta kendinden geçer secdeden başını kaldıramaz.
“Kur’ân-ı Kerim, Rasülün dudaklarından, ağzından, dilinden harf ve söz olarak çıktığı halde ona Hakk’ın Kelâmı diyoruz!” dedim vaazın başlangıcında. Resülün Sözü demezler.
Hem kim böyle söylerse küfür içindedir, bunu söyledi diye. Allah’ın kelâmıdır..

Bu arada bocalayanlar şirke girerler. Şirk iki türlüdür.
Şirk: “Allah beştir. Allah ondur. Allah yirmidir!””
Bu şirk değil, bu eşşek şirki bu! Buna eşşek şirki derler!
Allah’ın üç beş olan denmez bu bunu deli bile söylemez.
Şirk iki türlüdür;
Bir söz ile misâl: “Allah’ın oğlu var!” demek şirktir.
Hal ile ikinci şirk. İçinde Allah’tan başka şeylere yer verdi mi şirke gitti o an. Yaaaa.
“Apartumanım olsun!””
Ulan var kuluben otur aşağıya. Paranda var akşama çorbanı yiyorsun.
“Aman efendim, şu da olsun, bu da olsun!.” Olsun oğlu olsun!.”
Şirk içindesin haaa. İstediğin kadar Hacca git. Sabahtan akşama kadar namaz kıl. Eşşeklikten başka bir şey değildir.
Böyle insanların Hakkın Celâli, güneşin yüzüne tahammülleri yoktur.
Hep sinsi karanlık yerde yaşarlar.
Onun için Cenâb-ı Allah’ın hakiki cemâlini, kudretini görmek bu âlemde kimseye nasib değildir.
Ancak âhirette bize Cenâb-ı Allah başka bir bünye başka bir künye verecek o zaman görebileceğiz.

Bilirsiniz Hazreti Musa bir gün Tûr’a gidiyor, Tûr’a iniyor vahiy oradan aksediyor ona. Musa’nın vücudu bile mütahammül değil o şeye.
Vah-yi İlahîyi Cebrâil Aleyhisselâm gidiyor tankerine dolduruyor.
Geliyor Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tahammül edeceği sûrette veriyor. Yoksa esas menbağından almak kimin haddine.
Onun için bizde de Resûlullah onun kuvvetini indiriyor, bize kadar. Bizim tahammül hududumuza getiriyor.
Artık Resûlulah’ın vücudunun yaratışının kuvvetini tasavvur edin.
Onun için peygamberler tahammül edemiyor.
Bazı serseriler var ben: “Rüyada Allah’ı gördüm!” diyor.
Tövbe, tövbe!. Serseriler çoktur dünyada. 3.000 çeşit serseri vardır.
Hadi Ulan Resûlullah’ı gördün amenna ve sadekna.
Allah’ı nasıl görürsün sen. Var mı öyle deliler.
Ben bilakis bana gelip söyleyenleri biliyorum.
“İyi oğlum Allah mübârek etsin” deyim. Ne deyim ona. Öyle diyen adama.
Deveye dersin ki: “yav şu bacaklarını kestir, boynunu kestir ikimiz bir adam olalım” demeğe gelir.

“Lev enzelna hazelkur'âne 'ala cebelin leraeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillah.”
Biz eğer Kur’ânı dağa indirseydik dağ haşyetinden, korkusundan değil edebinden, buradaki haşyet edebdir.
Allah’a bir kusur mu, ben bunu nasıl tahammül edipte taşıyabilirim.
Bir edebsizlik mi yaparım diye param parça oluyor dağ.
Ordaki bin haşyetillah Allah’a karşı acaba bir ben neyim ki bir taş parçası. Bana âyet iniyor.
Ben aman, aman, aman, aman eriyip gidiyor.
Şimdi bazı şeyler var. İnsanlar var. Oturuyorlar.
Euzu Billahimineşşeytanürracim.
BismillâhirRahmânîrrahîm.
Tâ Hâ ma enzelna areykel Kur’ân el teşka.
İkide bir gözüynen etrafa bakıyor ki para verecekler.
Ulan Allah’ın kelâmıynan para toplamak küfrün kendisidir. Küfrün kendisidir.
Allah’ın verdiği rızka şükretmeyen insanda iman yoktur.

Bir gün Medine’de bir Ebu Hasan isminde birisi.
Çocuklarını altı ay terk etmiş gitmiş. Çalışmış çabalamış gelmiş.
Üç yüz atmış dört günlük nafakasını çıkarmış. Ama gelmiş ama. İstiskail batın olmuş. İstiskai’l- batn Arabçada bu günkü siroz hastalığı var ya. Hanı karaciğer büyüyor. Karnın içeri tutuluyo. Ölecek artık.
Çocuklarına demiş ki beni: “Koltuklayın Resûlullah’ın huzuruna götürün!” demiş.
Götürmüşler Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem.
“Yâ Resûlullah demiş. Ben altı ay dışarılarda çalıştım. Üç çocuğum var. Karım var demiş. Bunların demiş üçyüz atmış dört günlük nafakasını şey ettim demiş. Temin ettim demiş. Yalınız ben bak istiskailbatı a uğradım demiş. Herhalde ecelim yakındır öleceğim. Emir buyurun dedi beytil maldan bana bir günlük yevmiye versinler de şunu üç yüz atmış beş yapayım da demiş vereyim aileme demiş içim rahat öleyim!” demiş.
Peki demiş Resûlallah: “Şu ekmeği al. Bu çocukların seni Nakiyye Mahallesinde bir kadıncağız var. Benden selâm söyle. Ona götür. Git ver gel. Bende paranı getirttireyim!” demiş.
Koluna girmişler. Gitmişler Nakiyye mahallesine. Çalmış kapıyı.
Kırk kırk beş yaşlarında bir kadıncağız çıkmış. Dul bir kadın.
İki tâne küçük çocuğu var.
Bu adam demiş ki: “Ebul Hasan Resûlullahu sallallahu aleyhi ve sellem selâmı vardı!” demiş. Ve Aleykümesselâm Yâ Resûlullah. Bu ekmeği sana gönderdi” demiş.
Kadın başlamış ağlamağa. Demiş ki: “Resûlullah’ın ellerini öperim demiş. Ben bu gün demiş çocuklarıma ekmek buldum demiş. Onu götür de başka bir fakire versin. Kusura bakmasın ellerinden öperim. Bu günkü rızkımız çıktı!” demiş. Adamcağız ekmek elinde dönmüş.
Resûlullahu sallallahu aleyhi ve sellem huzurunda verdiği ekmeği bırakmış.
Geri geri çekilmiş. Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem:
“Yâ Ebul Hasan taal demiş. Gel bakalım demiş Senin demiş de mi akçen burada! demiş.
“Yok Yâ Resûlullah demiş ben 364 günlük kazandığımız da tasadduk ettim!” demiş..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Çarşıya gidiyorsun lahana alacaksın.
Sakallı herif, namaza gidiyor: “Kaç para bu amuca?”
“65 kuruş!””
“Yav 60 kuruşum var!.”
“olmaz!.””
Tartarken buraya parmağını takıyor.
Ben pazarda ne soytarılıklar seyrediyorum.
Bir şey almak için değil gidip milletin soytarılığını görmek için.
Sakalı da burasında. 5 kuruş fazla alıyor.
Bunlar insanı cehenneme götürür oğlum. Cehenneme götürür.
Cehennem size lakırtı haline geliyor. Yarın hepimiz geçeceğiz oradan.
Velîyullah da geçecek, dinsizi de geçecek. Hepisi geçecek.
Bir dabbe vardır ki onun üzerinde atlayacağız hepimiz. Kurtuluş yoktur.
Amma edebsizliğin olursa kancayı takarlar insana.
Orada, ulan 2 dakikada yanar kül olurum.
Yok, ölmeyeceksin, cayır cayır yanacaksın..

Bir şey edebsizlik olur, bir şey yapar da yarın mahkemeye çıkacağım diye uyuyamazsın uykun kaçar. İşte o üzüntüyü dünya kadar büyüt. Allah muhafaza buyursun.
Hakkın Nuru ile incelenmiştir, Resûlullah, peygamberler.
Ve evliyâların canları kendi nuruyla doldurmuştur Cenâb-ı Allah.
İnsanlar o kalıplarla o nuru ancak alırlar ve tahammül edebilirler.
Yıldızlar ezeli bir güneş olan peygamberin ve evliyânın hizmetinde müridler gibidir.
Güneş nasıl bütün yıldızlar ondan ziyâyı alıyorsa peygamberin etrafında da bütün Ümmet-i MuhaMMed yıldız parçaları gibidir.

Onun için Cenâb-ı Peygamber bir hadiste: “Benim ashabım yıldız gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyete erersiniz” buyurmuştur.
Sahabeler bir yıldız gibidir.
Allah Hüviyet-i Asliyesi itibariyle tamamıyla gizlidir.
Sanat ve sıfatı bakımından gözükebilir.
“Ben bir gizli hazineydim kendimi göstermek için kâinatı yarattım” demiş.
Bir aynayı kırın. Duz, buz parça ayırın. Ayna yoktur ortada fakat her yerde pırıltısı vardır.
Ağaca bakarsın Allah’ın el Rezzâk, El Hayy, El Bedi’ Esmâsını görürsün. Onun için Cenâb-ı Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Her yerde hazır ve nazır olan bir kâinatın Hâlıkı önünde edebsizlik nasıl edebilir insan.
Onun için İslâmda yakınızken bile çıplak edeb yerini gösterme yasaktır.
Çünkü Allah her şeyi götürür şeyindeki.
Gusul ederken bile peştamal sarılırlar bilirsiniz. İslâm hakiki İslâm.
Ama zımpırtı İslâm çır çıplak ortasında aynaya geçer.
Kıçına bakar, şurasına bakar. Maazallah hu Teâlâ bunlar berbat işlerdir.

Hazreti Osman Radiyallahuan bir defâ ömründe edeb yerine bakmamıştır kendisi.
Yarın Huzur-u mahşerde haya makımında haşrolunacaktır. Hazreti Osmana sual yoktur.
Cenâb-ı Peygamberin hadisi vardır. Huzur-u İlahîye gidecek.
Döndürülecek doğru makama gidecektir. Söz yok.
Birde Ebu Zerr hakkında hadisi peygamberi vardır.
Ebu Zerr zamanın milyarderiydi. Uhvelleriydi. Bütün şeyini, servetini tasadduk etti.
Resûlullah sallallahu aleyhi vessellemden sonra Beytu’l- Maldan kendisine Hazreti Ebubekir, Ömer zamanına kadar yaşamıştır. Çil verirlerdi.
Ay başında otuz günlük parasını verirlerdi. Yirmi dokuzunu tasadduk eder, birinle dururdu.
Onun hakkında hadis şudur: “Ebu Zerr yalınız doğdu, yalınız ölecek, ve yalınız haşrolacaktır!” diyor.
Allah’ın huzurunda haşır meydanı yalınız Ebu Zerr içindir. Büyüklüğe bakınız!
Can insanın vücudunda hem âşikâr, hem gizlidir.
Herif kollarını sallıyor canlı der, göster canını bulamazsınız.
Cenâb-ı Allah da kâinatta böyledir. Hem zâhirdir, hem batındır.
Canı vücudsuz olarak görmek mümkün değildir. Vücuda gerecek ki can canlılığı belli olsun. Çıktı mı vücuddan artık can yoktur.
“Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim bunun için halkı yarattım” diyor bir Hadis-i Kudsî de Allahu Lem-yezel.
Onun için şah damarınızdan daha yakin olan Allah’la hembezm olun. Kâbenin içinde namazı ne tarafa kılarsa kıl doğrudur.
İçi Allah ile dolu olanın her işi de doğrudur. Ondan yanlışlık südur etmez.
Şekeri bilmiş tadını tatmış olanlar şekerler arasında fark görmez.
Yediği zaman hepisinden aynı tadı alır.
Akide şekerinden de, baklavadan da, şundan da bundan da.
Eğer şu şeker bundan da daha tatlı derse şekeri hâlâ olduğu gibi bilmediğinden onda hamlık damarı mevcud demektir.
Daha şüphede demektir. İslâmda şüphe yoktur.
Meşhur Kaside-i Kantaranîye diye bir kaside vardır:

Ya halli kaddel beled bil bali bali bali bal.
Bin nevmi zel zeletti fil akdi zali zal.”

Sana söylenen güzel bir sözle kafanı karıştırıp da:
“Ulan bu böylemîdir, şöyle midir, böylemîdir?” deme onun kokusunu, o ne demek istiyor onu anlamağa savaş.
Eğer mantığınnan aklınnan onu örselemeye karışırsan, karıştırırsan aklının zelzelesi başlar. Akıl zelzelesi olan insan da şüphe içindedir.
Şüphe içinde olan insan küfürdedir. Küfürde olan ister insan ne Allah’ın yüzünü, ne Resûlün şefâatini, tam cehennemin içine düşer Maazallahu Teâlâ.

Onun için azîz cemâat şüphede olmayın!
Ben senelerdir öyle ağızlar gördüm ki.
Sarımsak ile içki arasında bütün pislik kokuları orda.
Ben gine öyle ağızlar gördüm ki gül ve reyhan kokuyor!..
Ben gine öyle ağızlar gördüm ki gül ve reyhan kokuyor.
Öyle dudaklar gördüm ki küfür içinde.
Öyle dudaklar gördüm ki hikmet, güzel sözlerle, doğruluk akıyor dudaklarından.
Öyle mideler biliyorum ki içi haram ile tıklım tıklım dolu.
Öyle mideler biliyorum ki haram sokmamak için aç kalıyor adam.
Öyle vücudlar gördüm ki elbisesi ile cildi arasında pireler, bitler, ter kokusu içinde.
Yine öyle vücudlar gördüm ki gül bahçesi kokuyor.
Sûreti güzel olan içi her zaman güzel değildiiiiir.
Fakat içi güzel olanın yüzü dâima nur ile tecellî eder ve güzeldir?
Dışı süslemek, koku sürünmek gösteriştir.
Sen içini süsle, sende gizli olan güzel kokular güzellikler kendiliğinden ortaya çıkar. Bu böyledir fazla düşünmeyin!.
“Ama efendim felân Hoca böyle söyledi”
Bu böyledir!. Kalbinde Nur-u Resûlullah vardır.
Canlıların onu muhafazasında ne güzellikler yaratmıştır Cenâb-ı Allah.
Sen göremiyorsun, bilmiyorsun diye akıl mantıkla boşuna çifte atma.
Sonra görünmeyen Birinin tokatını yer insan!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için azîz cemâat.
Dâima söylediğim gibi abdestli geziiin!
Gece namazına kalkııın! Gece namazında hiç olmazsa ömrünüzde bir defâ, Hafız Efendinin mihrabda okuduğu âyet-i kerimeyi yüzünden hiç olmazsa bir defâ ömrünüzde okuyun!
Allah cümlemizi islah eyleye!
Âmin!

Yâ Rabbî!
Es selâtü vesselâmu aleyke Yâ Seyyidî Yâ Resûlullah!
Huzbiye’dîhi kad tâkat hilleti edrikni yâ Resûlullah!.

Yâ İlahî!.
Biz asi değiliz!. Kabahatimiz vardır onu Nur-u Resûlullah hürmetine reddi debb eyle Yâ Rabbî..
Midemize haramı, haramı nasîbi müyesser eyleme Yâ Rabbî!.
Evimize, çoluğumuza çocuğumuza helâl lokma nasîbi müyesser eyle Yâ Rabbî!.
Hastalarımıza şifâ, dertlilerimize devâ, sıkılmış olanlara ferahlık ihsan eyle Yâ Rabbî!.
Hükümetimizi koru Yâ Rabbî!
Memleketimizi her türlü düşman istilasından, âfat-ı belâiye, âfat-ı maraziye, âfat-ı semâviyeden muhafaza buyur Yâ Rabbî!.
Son nefesimizdeki buyurun: “Eşhedu en lâ İlâhe illallah ve eşhedu enne muhaMMeden abduhu ve resûlullahu” kelimei tayibesiynen can vermek nasîbi müyesser eyle Yâ Rabbi!
Kalbimizdeki Nur-u Resûlullah’ın penceresini açmakta bize yardım eyle Yâ Rabbî!
Yarın âhirette huzurunda Resûl-i Kibriyânın elini öpmek nasib eyle Yâ Rabbî!
Bizi namazlarımızda, oruçlarımızda her türlü ibâdetimizde İndi- İlahîde kabul u makbul eyle Yâ Rabbî!
Bize dirilik, sıfat, afiyet ihsan eyle Yâ Rabbî!.
Lillahi’l- Fâtiha!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

İrade-i Cüz’iye: Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
Varyoz: Balyoz. Kazık çakmak, büyük taşları kırmak için kullanılan uzun saplı, iri ve ağır çekiç.
Maazuallah: Allaha sığındık. Allah korusun.
Regaib: (Ragibe. C.) Çok istenilecek şeyler. Hediye, atiyye. Çok rağbet olunan şeyler. Bol bol ihsan etmek.
Gayb: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
Şevk: Çok istek, şiddetli arzu. * Neş'e. *Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama. * Memnun. Şâduman: (şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik. * Mesrur, bahtiyar.
Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. Sabretmek. Katlanmak. Kaldırmak.
Anatomi: İçyapı.
Fuad: Kalb, gönül, yürek. İç Kalb Özün özü.
Denes: (C.: Ednâs) Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset.
İhtizaz: Hafif titremek. Deprenmek. Şevk ile meyil ve hareket. Harekete geçme. Sallanma, sıçrayıp oynama.
Tebük: Hicaz'ın kuzey tarafında Medine-i Münevvere'den Şam'a giden yolun ortasında bir yerdir ve Peygamber Efendimizin son gazvesinin yeri olmakla meşhurdur. Tebuk'te Peygamberimiz tarafından yaptırılan bir duvar bir hurmâlik ve bir de çeşme var olduğu rivâyet edilir.
Berhava: (Berhevâ) f. Boş, faydasız. Havaya uçurulmuş. Havaya gitmiş.
Hâk: f. Toprak. Turab
Yeksan: Beraber. Bir. * Düz. * Her zaman.
Gazve: Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal mânâsınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzât hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzât bulunmadığı müfrezelere Seriye denilir.
Uhud Gazvesi: Uhud, Medine-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hazreti Peygamberimizin (aleyhisselâm) ashâbıyla Kureyşliler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazasıyla meşhurdur. Uhud gazası, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zâhirî sebebi: Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazasında Kureyşliler mağlub olduklarından, Kureyşlilerden Bedir Gazasında akrabaları öldürülmüş olan bazı kişiler Ebu Süfyan'a giderek harb teklifinde bulunmuşlardı. Ebu Süfyan, kendi kumandası altında Kureyş müşriklerinden ve Kenâne ve Tehâme'den üçbin ikiyüz kişi kadar alarak karısı Hind ve diğer bazı kadınlarla birlikte Medine'ye doğru hareket edip Uhud Dağı'na gelmişlerdi. Hazreti Resûlullah (aleyhisselâm) Efendimiz, bunların önüne çıkmak fikrinde bulunmayıp, şehre girdiklerinde müdafaa yapmayı teklif etmişse de, bazı ashabın ısrarı üzerine muharebeye çıkmağa karar vermişlerdi. Hazreti Peygamber (aleyhisselâm) sahabeden 700 kişiyle küffâra karşı çıktı. Muharebede müslümanlar bazan galip, bazan mağlub olarak Peygamberimizin amcası. Hazreti Hamza ile birlikte 70 sahabe şehid olmuştu. Hatta Peygamberimizin de dişi kırılmış, yüzü ve dudağı yaralanmıştı.(Mühim bir sual: Fahr-ül-Âlemîn ve Habib-i Rabb-ül-Âlemîn Hazret-i Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihâyetinde ve Huneyn'in bidâyetinde mağlubiyetinin hikmeti nedir?Elcevab: Müşrikler içinde o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Halid gibi çok zâtlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlahîyye, hasenat-ı istikbaliyelerinin bir mükâfat-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlup olmuşlar. Tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin. L.)
Müverrih: Tarihçi, tarih yazan. Ebced hesabiyle tarih düşüren kimse.
Ta’zim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Lıss: (C.: Lüsus-Elsâs) Hırsız.
Muahede: Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletler arasında andlaşma.
Musalaha: Karşılıklı anlaşmak. Barışmak. Sulh akd etmek.
Kutub: (Kutb. C.) Kutublar.
Kutb: Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyâullahtan zamanın en büyük mürşidi.
Müfred: (Müfret) Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan. Basit, mürekkeb olmayan. Tek olan Hak erleri.
Sitre: (C.: Estâr) Örtü. Perde.
Küffar: (Kâfir. C.) Gâvurlar. Hak din olan İslâmiyeti inkâr edenler. Kâfirler.
Ahvâl: Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
Suflî: Aşağıda bulunan. Alçak, pek aşağı olan.
Ulvî: (Ulviye) Yüksek, yüce. Mânevî ve göğe mensub.
Künye: Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren ve hüviyeti yazılı olan kâğıt.
Lem-yezel: Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Dâimî olan.
Hembezm: Yakın. Aynı mecliste.
Müvekkid: Gereği gibi bağlanmış esir.
Vus’at: Kudret, tâkat, güç, kuvvet.
Teleskop: Fr. Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün.
Laboratuar: Tahlil, inceleme yapılan yer.
Aks-i sedâ: Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
Tiğ-i teber: bomboş, çırılçıplak.
Lillâhi el fâtiha: ALLAH için Fâtiha.
El Kâsib: Kazanç sahibi. Kazanmak için çalışan. Kesbeden. Mârifet için çalışan.
El Kâsib Habibulullah: Mârifet için çalışan habibullahtır.
El Rızkı alALLAH: Rzıkı vermek ALLAH’a aiddir.
Men’: Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Manüple: Telsiz vs yi açıp kapayan âlet kısmı.
Vâcib: (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburî olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan ALLAH'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Farz: Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi..
Mülâyim: Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu
Celâlli: Çok çabuk kızan kimse.
Kerâmet: ALLAH (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zâtların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Gavsiyyet: Evliyâullah’ın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak.
Mutasarrıf: Tasarruf hakkı ve salâhiyyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idâre eden. Bir malın sahibi. * Eskiden, vilâyetten küçük olan Sancağın en büyük idâre âmiri.
Ravza-yı Mutahhara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Mukarreb: (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Ruhaniyet: Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devâm etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.
Nazar: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Nazargâh: f. Bakılan yer. Nazar edilen yer.
Akdes: En kudsî. En mübârek.

Rızkı a’lâllah: Resim


Resim

Yâ Rabbi onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar sen onları affeyle onları:
Uhud Savaşı’nda dişlerinden biri kırılan ve yüzü yaralanan Resûlüllah (s.a.v.)’a ashabı; müşrikler için beddua etmelerini istemiş, ancak;

Resûlullah: “Ben lânetleyici olarak değil, davetçi ve rahmet peygamberi olarak gönderildim” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 87.)

Bilindiği gibi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem,) amcası Ebu Talib’in vefâtıyla Kureyş müşriklerinin baskılarını alabildiğine artırması üzerine Taif şehrine gitmiş, orada on gün kalmış, ama davetine karşı horlanma, tezyif ve tahkir görmüş, taşlanmıştı. Bunu üzerine geri dönerken gönlü kırık bir şekilde bir çardağın gölgesinde şu duayı yapmıştı:
“Allahım!.
Kuvvetimin za'fa uğradığını, çaresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği biçarelerin Rabbi sensin, İlâhî, huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayâtımın dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak kadar bana merhametlisin.
Yâ Rabbî!
Eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim belâ ve sıkıntılara hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek kadar geniştir.

Yâ Rabbî!
Gazabına uğramaktan, rızandan mahrum kalmaktan, senin karanlıkları aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen nuruna sığınırım. Razı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak seninledir!.."
(Bkz. Tecrid Tercemesi, 2/614 (431 No'lu Hadis ve açıklaması) İbn; Hişâm, 2/61; İbnü'l-Esîr, 2/91–92; Zâdü'l-Meâd, 2/123–124)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin : “Günahından tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibidir” buyurdu.
(İbni Mace, Sünen, c.2, s. 1420)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Beni rüyâda gören kimse uyanık iken de görecektir veya beni uyanık halde görmüş gibidir. Zîrâ şeytân benim sûretime giremez....” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Ebu Dâvud, Edeb 688-5023 ve benzeri hadisler: Buhârî, İlim 38, Edeb 109; Müslim Rüyâ 10,11-1775)

Sahiheyn (Buharî ve Müslim) ve Tirmizî de Ebu Hüreyre’den gelen diğer bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannını üzereyim.”
(Ebu Hüreyre’den; Buharî, Tevhid, 35; Müslim, Zikr 1, (2675); Tirmizî, Zühd 51, (2389)

Kudsî Hadisinde Cenâb-ı Allah buyuruyor:
“Evliyâi tahte kubabi la yârifühüm ğayri: Benim gök kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki onları benden başka kimseler bilmez!”"
Niyazi Mısrî (ks) Hazretleri bunu açıklamıştır.

Enes (ra) rivâyetle, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’den:
“Benim her hangi bir dostumu hakir düşüren kimse Bana karşı savaş ilan etmiş olur ve Ben kendi dostlarımın yardımına her şeyden çabuk koşarım ve şüphesiz Ben kızgın arslanın kızdığı gibi onlar için gazablanırım.
Ölümden hoşlanmayan, bununla birlikte benim de kendisine kötülük yapmak istemediğim fakat kendisi için de ölümün kaçınılmaz olduğu Mü’min kulumun ruhunu kabzetmekte tereddüd ettiğim kadar yaptığım hiçbir işte tereddüd etmem.
Mü’min kulum Bana kendisine farz kıldığım şeyleri edâ etmekte yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşmaz.
Mü’min kulum nâfilelerle Bana yakınlaşmya devâm eder durur. Nihâyet Ben onu severim, onu sevdim mi onun işitmesi, görmesi, dili, eli olurum. Onun destekçisi olurum.
Benden bir şey isterse verirrim.
Bana duâ ederse duâsını kabul ederim, Mü’min kullarım arasından benden ir türlü ibâdette bulunmayı ister ve Ben çok iyi biliyorum ki eğer o ibâdet türünü ona verecek olursam, bu sefer ucb (kendini beğenmek) ona gelir ve onun o amelini ifsad eder.
Yine Mü’min kullarım arasından ancak zenginliğin kendisini düzelttiği kimseler vardır ve eğer Ben onu fakir kılacak olursam, fakirlik onu ifsad eder.
Aynı şakilde Mü’min kullarım arasından ancak fakirliğin islah ettiği kimseler de vardır.
Onları zengin edecek olursam, zenginlik onu ifsad eder.
Ben kullarımı, onların kalblerini bildiğime göre tedbir ederim. Şüphesiz ki Ben her şeyi çok iyi bilenim, her şeyden haberdar olanım.”
Daha sonra Enes şöyle dedi:
“ALlah’ım! Ben ancak zenginliğin kendilerini İsâlah ettiği Mü’min kullarındanım. Rahmetinile Sen beni fakir kılma!”
(Hâkim et Tirmizî, Nevâdirü’l-Usul II-232; Heysemî, Mecmau’z- Zevaid II-248, X-270; Taberanî, Evsat I-92; Beyhakî, Es Sünenü’l- Kübra III-346)

Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harb ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma taleb etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." (Buhârî, Rikak 38.)

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah, Ebû Zerr'e merhamet etsin! O, yalnız yaşar, yalnız başına ölür ve yalnız başına haşrolur!"
(İbn Hişam, Sîre, 3-4, 523-4; İbn Abdi’l- Birr, 1, 83; İbn Sa'd, 4,235.)

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle buyurdu: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlukatı yarattım" buyurmuştur.

Bu hadisin kaynağı:
1. Ed-Dürerü’l-Münte’sire, Celâlettin-i Suyuti,125
2. El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273
3. Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133
4. El-Fetevâ, El-Halîlî, 1:72
5. Mesnevi, Celâleddin-i Rumî, 5:104
6. Divan-ı Mevlânâ Câmî, 37
7. Divân-ı Niyaz-i Mısrî, 2
8. Divân-ı Şeyh Ahmed Cezerî, 1:190
9. İşârâtu’l-İ’câz, Bediüzzaman Said Nursi, 23


Said İbnu'l-Müseyyeb, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan naklediyor: Demişti ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinledim, buyurmuştu ki: "Ben, Rabbimden Ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle vahyetti:
"Ey Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden daha kavidirler. Her biri için bir nûr vardır. Öyleyse, kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidâyet üzeredir."
Hz. Ömer der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (devamla) ilave etti:
"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyeti bulursunuz."
(Rezin (Hz. Ömer’den merfu olarak; Cem’ul-Fevaid, 2/201) tahriç etmiştir. Hadisin birinci kısmını Câmi'u'us-Sağir'de Suyuti kaydeder (Feyzu'l-Kadır 4, 76). İkinci kısmı da İbnu Abdi'l-Berr, Câmi'u'l-İlm'de kaydetmiştir (2, 91).)

Rabbime benden sonra ashabımın ihtilafını sordum. Bana şöyle vahyetti: ‘Ey Muhammed! Senin ashabın benim katımda göklerdeki yıldızlar mesabesindedir. Bir kısmı diğerinden daha kuvvetli ise de, her birinin nuru vardır. İhtilaf ettikleri hususlarda onların üzerinde bulundukları görüşlerden birine uyan kişi benim katımda hidâyet üzerindedir’. Allah’ın Rasûlü şöyle devam etti: Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz”
(Rezin, (Hz. Ömer’den merfu olarak; Cem’ul-Fevaid, 2/201)

Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem : "Dua sema ile arz arasında mevkûftur (durdurulmuş, tutuklu, bağlı). Ta ki senin peygamberinin üzerine salâvât getirinceye kadar-Bana salât okunmadıkça, ALLAH'a yükselmez. “Beni hayvana binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda salât okuyun!” buyurdu
(Ömer radiyALLAHu anhu’dan; Tirmizî, Salât 352, (486)

Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Bana ve benim ehli beytime salât-ü selâm getirmedikçe, dua, Cenab-ı Hakk’a perdelidir.” buyurdu.
(İbni Mes’ud radiyALLAHu anhudan; Taberanî)

R Resûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem): “Ragime enfü raculin zükürtü indehu felem yusallî aleyye: yanında adım zikrolunup da bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat 100;İ.Ahmed II/254)

Resim

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn: (Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
“Ikra’bismi rabbikellezî halak: Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak 96/1)

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
“Halakal insâne min alak: O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.”” (Alak 96/2)

وَقَالُواْ لَوْلاَ نُزِّلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّ اللّهَ قَادِرٌ عَلَى أَن يُنَزِّلٍ آيَةً وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Ve kâlû lev lâ nuzzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), kul innallâhe kâdirun alâ en yunezzile âyeten ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn: O'na Rabbinden bir mu’cize indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah mu’cize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.” (En’âm 6/37)

وَلَوْ أَنَّنَا نَزَّلْنَا إِلَيْهِمُ الْمَلآئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتَى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَّا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
Ve lev ennenâ nezzelnâ ileyhimul melâikete ve kellemehumulmevtâ ve haşernâ aleyhim kulle şey’in kubulen mâ kânû li yu’minû illâ en yeşâallâhu ve lâkinne ekserehum yechelûn: Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler.” (En’âm 6/111)

قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Kîle yâ nûhuhbıt bi selâmin minnâ ve berekâtin aleyke ve alâ umemin mimmen meâk(meâke), ve umemun se numettiuhum summe yemessuhum minnâ azâbun elîm: Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selâm ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.” (Hûd 11/48)

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr: Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (MuhaMMed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ 17/1)

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
“E lem neşrah leke sadrek: Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İşirah 94/1)

وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
“Ve vedâgnâ anke vizrek: Yükünü senden alıp atmadık mı?” (İşirah 94/2)

الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
“Ellezî enkada zahrek: Ki o, senin belini bükmüştü;” (İşirah 94/3)

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
“Ve refâ’nâ leke zikrek: Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?” (İşirah 94/4)

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“Fe inne maal usri yusra: Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. (İşirah 94/5)

إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“İnne maal usri yusrâ: Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.” (İşirah 94/6)

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
“Fe izâ feragte fensab: Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,”(İşirah 94/7)

وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Ve ilâ rabbike fergab: Yalnız Rabbine yönel.” (İşirah 94/8)

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Ikra’ bismi rabbikellezî halak: Yaratan Rabbin adıyla oku.” (Alak 96/1)

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
Halakal insâne min alak: O insanı bir alakadan (embriyodan) yarattı.” (Alak 96/2)

اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
İkra’ ve rabbukel Ekrem: Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;” (Alak 96/3)

الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
Ellezî alleme bil kalem: Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.” (Alak 96/4)

عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem: İnsana bilmediğini öğretti.” (Alak 96/5)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn: (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

“Yâ Habibim sana bakıyorlar ama göremiyorlar!”:”

وَمِنهُم مَّن يَنظُرُ إِلَيْكَ أَفَأَنتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُواْ لاَ يُبْصِرُونَ
Ve minhum men yanzuru ileyk(ileyke), e fe ente tehdil umye ve lev kânû lâ yubsırûn: Onlardan sana bakan(lar) da vardır. Fakat (görmek istemeyen) o körleri, üstelik(kalb gözleriyle de) görmüyorlarsa, sen mi hidâyete erdireceksin?” (Yûnus 10/43)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
"Ve inneke le'ala hulukin 'aziymin.: Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4)

قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
"Kiyle ya nuhuhbit bi selâmim minna ve berakatin aleyke ve ala ümemim mimmem meak ve ümemün senümettiuhüm sümme yemessühüm minna azabün elim: Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selâm ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.” (Hûd 11/48)

وَمَن كَانَ فِي هَـذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً
"Ve men kâne fi hazihi a'ma fe hüve fil âhirati a'ma ve edâllü sebila: Bu dünyada kör olan kimse âhirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsrâ 17/72)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
"Ellezine yezkürunellahe kiyamev ve kuudev ve ala cünubihim ve yetefekkerune fi halkis semâvati vel ard, rabbena ma halakte haza batila, sübhâneke fekina azaben nar: Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmrân 3/191)

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَـكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
"Fe lem taktüluhüm ve lakinnellahe katelehüm ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnellahe rama ve li yübliyel mü'minine minhü belâen hasena innellahe semi’un âlim: (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, mü’minleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Enfâl 8/17)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
"Lev enzelna hazelkur'âne 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune.: Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu mİsâlleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” ](Haşr 59/21)

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yasifûn: Üstünlük ve güç (izzet) sahibi olan senin Rabbin, onların nitelendirdiklerinden yücedir.” (Sâffât 37/180)

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ
Ve selâmun alel murselîn: Gönderilmiş (peygamber)lere selâm olsun.” (Sâffât 37/181)

وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn: Ve âlemlerin Rabbi olan ALLAH'a hamd olsun.” (Sâffât 37/182)

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ: Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih 48/1)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SETR-i AVRET

Muhteremler!
Sayınlar demedim, muhteremler dedim.
Sayın kelimesi de muhteremin mukabilidir.
Muhterem, kerem sahibi demektir.
Sayın insan kendi say’ı ile rütbesi ile kazanabilir. Zengin olur, büyük bir meslek sahibi olur sayın ismini alabilir.
Fakat muhterem kelimesi Allah tarafından verilmiştir. Kerem sahibi demek. Kerem, İlimnen, fennen, paraynan ele geçmez. Allah’ın keremine sahib olmak demektir. Sizde Allah’ın keremi şu kadarcık olmasa başınızı secdeye koyamazsınız.
Onun için size muhteremler dedim. Hepinizin yüzünde Nur-u Resûlullah Allah’ın korkusu vardır.

Onun için Allah Dostları, Resûlullah’ın mukarrib yakin olanların bir sözü vardır.
“Men lem yekün insânen la ya’rufu kadere’l- insan!””
İNSAN olmayan, insanın kadrini bilmez.”
İki ayaklı, gözlü, burunlu değil. Buradaki insan İnsan-ı Kâmil demektir. Resûlullah’ı memnun etmiş, Allah’ın rızası yolunda gitmiş ve mertebe kazınmış insan demektir İnsanı kâmil.
İnsanın kıymetini insan bilir demektir.
İnsan-ı Kâmil her insana, her şeye iyi merhamet gözüyle baka bilmektir. Böyle insan, insandaki kıymeti derhal yüzüne söylemez.
Onun için tekrar gine bir büyüğün sözü vardır.
“El ârif lâ yetekellem.” Bilen adam la yetekellem söylemez.
Ve’l- mütekellim lâ yâ’rif.
Çok zırzır eden, konuşanda bişey bilmez. Bu şey demektir “Edebli olmak lâzım.””
Ney çalarlar bilirsiniz. Güzel sesler çıkar ondan. Fakat ney bir kamıştan sökülür, farkında değildir.
Âlemde, her secdeye başını koyan şöyle düşünecek, âlemde kendinizden başka ni’met verilmiş hiçbir kul bulunmadığını düşüneceksiniz dâima.
“Efendim bize ne ni’met verdi?””
Ni’met verilmemiş olsaydı Resûlullaha inanıp secdey-i Rahmâna başınızı koymazdınız. Bundan daha büyük ni’met mi olur.
Onun için bize en büyük ni’met verilmiştir Allah tarafından diyeceksiniz.
Ne cehennemleri var. Ne azaplar var bu dünyada başlıyor.
Onun için en büyük ni’met, Secde-yi Rahmâna başını koyanlara vermiştir. Onun için küfran-ı ni’met etmeyin!. Kış gelir “başım ağrıdı. Aman üşüdüm.”
Bilmem “bu akşam yemek bulamadım” diye katiyen Secde-yi Rahmâna başını koyan Allah’tan şikâyet etmez.
Kader zincirini tırnaklamaz. Tırnaklarınızı içine çekin kedi gibi!
Bir belâ geldiği zaman katiyen onun için üzülmeyiniz.
Çünkü Allah’ın takdirine isyan etmiş olursunuz. İşte şirk, hakiki gizli şirk budur.
Herif senelerce namaz kılar, hacca gider, para sarf eder. Şunu eder, bunu eder. Öküz gibi durur.

Onun için, küçük bir şikâyet ettiğimiz zaman çünkü Cenâb-ı Allah’ın izni olmadan hiçbir yaprak bile kımıldamaz.
O halde bunu anlamak da güçtür. Kaza kader hikayesi o, çok ince, uzun iştir. Onun için bir belâ başınıza geldi mi yüzünüzü ekşitmeyiniz. Çünkü, Allah’ın kaderine isyan etmiş olursunuz.
Allah’ın kaderine isyan ettiniz mi, şikâyet edecek makam aramış demektir insan. Değil mi bir şeye kızdı mı bir yere şikâyet.
O halde Allah’a ikilik verirsiniz. Şirk buradadır. “Allah 1 dir, 2 dir, 3 tür” demeknen insan kâfir olmaz. Asıl kâfir olacak buradadır.
Onun için sırat kıldan incedir bilirsiniz, kıl. Öyle kıl, işte buradan başlar kılıç.
Edebsiz adam sokaktan geçerken korkar: “Beni tutacaklar mı?” diye.
Alnı açık adam dümdüz yürür. İşte sırat budur.
Böyle kıllar, mıllar, inceler minceler. Bunlara bakmayın!
Bunlar insanların aklına sokabilmek için söylenmiştir.
Sırat köprüsü var, ama öyle bilmem efendim kıl kuyruğundan yapılmış değil onlar. İşte sırat burada başlar.

O halde, en büyük ni’met şu câmide şu bir avuç müslümana verilmiş ki secdeye başınızı koyabiliyorsunuz.
Onun için sabaha kadar ağlasanız, günlerce ibâdet etseniz bu ni’metini yerini veremeyiz.
Yarın âhirete hepimiz gideceğiz.
Âyet-i kerime de diyor ki “Yâ Resûlüm herkes ölecek, Sende öleceksin.””
Resûlullaha söylüyor Cenab-ı Allah hepimiz bir gün gelecek giç birimiz kalmayacağız. Başka bir nesil gelecektir.
Onun için aşağıda bu adam doğru mu söylüyor, yoksa düzme mi söylüyor belli olur.
Onun için aşağıda oğlum buz gibi hesab var. Aklına istersen sok.
İstersen sokma. İstersen sok ama, istersen imkanı var. Vallahi de billahi de aşağıda hesab var.

Onun için, Allah indinde kıymet kazanmak lâzımdır. Allah indinde kıymet kazanmak için ta’zim ile olur. “Ta’zim nedir?” Hürmet demektir. Onun için Kur’ân-ı Kerimde buyuruluyor anaya babaya hürmet Hazreti Resûle hurmettir.
Hazreti Resûle hurmet, Cenâb-ı Allah’a hürmettir. Ta’zim budur.
Anaya babaya isyan, Resûle isyandır. Resûle isyan Allah’a isyandır.
Bu şu demektir. Kendi ana baban değil. Kendi ana baban. Zâten kendi ana babana isyan eden insan değildir.
Onu zâten düşünemez insan. Burdaki ana baba bütün insan neslidir. Herkese hürmet edeceksin.
“Efendim hürmet edersem ne olur? Benim anam babam yok!.”
Oğlum. Anaya, babaya hürmet Resûle, Resûle hürmet Allah’a.
O halde sinsile-i merakible gidiyor Cenâb-ı Allah’a. “Rabbb” diye gitmiyor. Cenâb-ı Allah yalınız kulunnan bir namazda karşı karşıya gâyet kolay gelir. “Allahuekber” dersin huzura çıkarsın.
Öteki işlerde mertebe lâzım.
Ölüne bir Fatiha göndermek için bile Resûlullaha gönderiyorsun o kanaldan gidiyor.
Mü’mine yalınız Cenâb-ı Allahla karşı karşıya gelmek bir namazda müsaade edilmiştir. “Allahuekber!” dedi mi Allah karşınızda. Giriyorsunuz birbirinize hemhâl oluyorsunuz. Ötekili işlerde mertebe lâzım.
Cenâb-ı Peygambere bile vahiy gelirken Cebrâil tankerini dolduruyor. Gelip Resûlullaha hortumunu uzatıyor öyle veriyor. Resûlullah da bize veriyor.

Onun, için ta’zim iledir bu. Anaya, anadan Resûle. O anan baban yok, cesedine edeceksin.
Allah sana “şah damarından daha yakinim” diyor.
Cesede ta’zim edersen, kendi vücuduna Allah’a ta’zim edersin. Allah’a ta’zim etmiş olursun.
Onun için abdestli bulunmak sana senden yakin olan büyük Allah’a bir edebtir.
Onun için “dâima abdestli gezin!” diyorum. Şimdi anladın mı?
Daha bunun çok derinleri var. Bunun derinlerini de dedi mi artık havuzun başından hiç biriniz ayrılmazsınız.
Yahutta ibriknan gezer herif sokağa giderken.
“Aman abdestim bozulacak.” Sokakta durur abdest almağa başlarsın. Deli diye tımarhâneye gönderirler, gezersin.

Onun için size, Ezan-ı MuhaMMedî sallallahu aleyhi vessellem sesini işittiğiniz dakikada abdestli bulunun.
İşittiğiniz zaman abdest almayın!.
Ezan yaklaştığı zaman abdestli bulunun!.
Güneş batarken abdestli bulunun!.
Güneş doğarken abdestli bulunun, sebebini de sormayın!.
Güneş doğarken, çıkarken kendin abdestli olmuş ol. Doğarken abdest alma. Bi de güneş batarken abdestli duruun.
Ezanı Resûlullah abdestli bulun. Ezanı işitip de abdeste gitme.
“Efendim ben öyle gidiyorum””
Eeee git. Öyle de olur olmaz demiyorum.
Amma biz başka şeyden bahsediyoruz muhteremler.

İslâm dininde bir avret kelimesi vardır. “Setr-i avret.”
Avret kelimesi Muhiddini Arabî bunu şöyle târif eder.
Kur’ânda sev’e kelimesi geçer sev’e.
Hafız hangi âyettedir bu?. Haaa Hafız yok mu içinizde. Sev’e.
Avret demek; insanın açığa çıkmasından utandığı ve gizli kalmasını istediği cismanî lezzetlerin, ahlâkî rezâletlerin, hayvanî arzuların, canavarca fiilerin her birine “avret” ismi verilir Arabçada.
“Setr” örtmek demek. Eskiler setre derlerdi çekete bilirsiniz. Örten demek. Setr, örmek. Örtmek de Arabçada utanarak, hicâb duyarak edebten dolayı Settar Esmâsına hürmeten örtmek demektir. Settar örtüsü.
Sana şah damarından daha yakin onu örtüyorsun kendini değil.
İçinde pislik dolu olan bağırsaklarını örtmüyorsun. Kendini örtüyorsun.
Onun için setr bütün vücuda lâzımdır.
“Ama efendim yok da avret yerini mi örtüyorsun?”
O avret yerini örttüğün zaman kendin için o, kendin için o! Settar için değil.
Efendim yok. Cenâb-ı Allah rızkını kesmiş herifin.
Bakalım yalınız vücudunu örtüyor. Öteki işler için ne diyecek diye, imtihan için.
Erkek ve kadında setr-i avret müşterek cepheleri olduğu gibi hususî tarafları da vardır.
Çıplak gezmek insanı nasıl vücudunu hasta yaparsa, kışın çıplak gez. Hasta yatan, zâturre olun, şu olur bu olur yaparsa. Setr-i avretsizlikte mânevî düzenden bozar. İnsanın ruhunu berbat eder.
Yüz kızarmasını, yüzü hani bazı utanır da, o ruhun hicâbıdır. Cesed utanıyor demektir!
“Kul dan utanmayan Allah’tan utanmaz!” derler. Dedelerin sözüdür.
Onun içi setr-i avret yedi türlüdür oğlum setr-i avret.
Etrafı için setr-i avret. Kimse bana bakıp da şöyle “bu ne biçim adamdır ne biçim şeydir” diye bana bakmasın diye şetr-i avret vardır.
İkincisi yakini için setr-i avret. Çocuğun, karın, kocan için, kadınsa.
Bazı herifler vardır. Evin içinde kimsesi yok. Çoluğu çocuğu yok çırılçıplak gezer. Bu ne islâmdır. Ne hristiyandır, ne mecusidir. Bu bir âlemdir bu. Hiçe sayıyor Allah’ı. Bu çok ayıp bir şeydir .
Hamamda da bazıları böyle yapar.
Aman aman aman secdeye başını koyan böyle şey yapmaz.
Huzur için setr-i avret. “Nasıl?”
Efendim bazısının kravatı iri olur da canı sıkılır düzeltir. Böyle yapar. Kendi huzuru için rahat edemez. Bu da setr-i avrettir. Kendisi için setr-i avret.
Allah için setr-i avret. Yani El Settar Esmâsı için. Şirkten kurtulmak için setr-i avret.
“Efendim ben baktım da bir kadın çıplak geziyor!” muymuş da “efendim niye geziyormuş?”
Sana ne. Dağ başında evliyâlık kolaydır.
Tutamıyormuş kendini. Ulan sen hayvansın. Hayvanlar bile muayyen zaman tutuyorlar kendine. Martta dama çıkıyorlar. Öteki devirde edeb içinde.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Hani birisinin iki kardeş varımış. Evliyâ imişler bunlar.
Bayburt’tan yukarı Osluk denilen bir köy vardır. Bayburt’ta gidenler varısa Gümüşhâne ile şey arasında Osluk.
Buradan Hüsmen efendi ile Kadri Efendi iki.
Hüsmen 5-6 yaş büyük Kadri Efendiden. Abdulhamid zamanında.
Kadri Efendi İstanbulda Kapalı Çarşıda kunduracılık yapıyor.
Hüsmen de Oslukda Bayburtun o Osluk Köyünde çoban. 10-15 sene birbirini görememişler.
Hüsmen efendi bir torbaya doldurmuş sütü almış sırtına.
Binmiş gelmiş Trabzon’a oradan binmiş vapura haydi İstanbula. Çoban kıyâfetiyle. Gelmiş, bulmuş kardeşini Kapalı Çarşıda mevsimde kış. Mangalda var orda.
“Nasılsın kardeşim?””
“İyiyim!” demiş.
Asmış torbayı oraya sana süt getirdim. Süt duruyor, torbanın içinde. Damlama yok. Eeee o kadar da hüneri olsun beyim. Allah yolunda bu kadar uğraşmış. Torbanın içinde de sütü aktırmasın. O kadar hüneri olsun onun. Acayiplik yok.
Öteki de: "“Nasılsın kardeşim?"”
“İyi işte!” sarmaş dolaş olmuşlar.
O sıra Hüsmen ayağa takılmış mangala, mangal devrilmiş.
“Telâş etme!” demiş Kadri Efendi de toplamış şeyleri, mangalın içine kömürleri. Onun da hüneri o. Doldurmuş eli meli yanmamış. Yanmamış. Yanmaz haaa. Ulan bir basit maşa tutuyor ateşi.
Bi de insan da. İnsan maşayı icad etti. İnsan niye tutmasın.
“Ama, benim elim yanıyor?”
Senin elin el değil ki yanmasın.
O sıra da diyor bir Hristiyan madamı girmiş ayakkabı alacak.
Kadri Efendi oturtmuş kadını “bu ayakkabı böyle” falan derken bizim Hüsmen Efendi kadının ayağına dikmiş gözünü.
Derken süt “çırp çırp çırp!.” başlamış damlamağa.
Kadın gitmiş. Kadri Efendi demiş: “Abi demiş Osluk’ta dağ başında evliyâlık kolay. Burada asıl!.””

Bazınız kızarsınız. Efendim şimdi zaman şöyle!
Karışmayın! Sen kendini tut. Sen kendini hakiki tutarsan hiçbir şey görmezsin. Hiç kimseye kimsenin söz söylemeye hakkı selâhiyeti yoktur.
Ne dinen, ne kanunen, ne nizamen, ne edeben, ne nezaketen. Kendiliğinden setr-i avret tenasül a’zası açık olan mahlukta yoktur. Göster bana bir mahluk ki tenasül a’zası açık olsun. Hiç birinin yoktur. Kimisi tüynen, kimi kuyruk.
Yalınız insanda tenasül a’zası açık olduğu için insana setr-i avret emr olunmuştur.
Gözün burnun kulağı, yerin yemeğin vücudun için sihhatin için bir çoook setr-i avretler vardır.
Bunları bir her müslümanın bilmesi lâzımdır.
Eğer bunu böyle yaparsan vücudun yarın Huzur-u İlahîye ye gittiği zaman bir şeyden utanmaz.
Utanmadı mı mezarda insanın cesedi çürümez.
Cesedin çürümesi, yarın cesede ruh geldiği zaman bakıp da:
“Yahu ben bu cesede iken şöyle edebsizlikler yaptım!” diye utanıp da Allah’tan Yâ Rabbî beni affet dememekten alı koymasın kendini diye Cenâb-ı Allah cesedi bile yok ediyor.
Onun için cesedine setr-i avret.
Nasıl olur muş cesede setr-i avret?
Elinde elma var yiyorsun, yere düştü al hemen.
Yok sokma ağzına yıka ye! Eline al yıka ye!
Aldığın üzümü yiyeceksin yıka ye!
Öküz gibi böyle hırsız gibi doldurma ağzına!
Bazısı hıyarı alır böyle sümüğünen beraber yer. Bu İslâm değil!
İşte setr-i avret!. Bunlar insanı mahveder.

Azîz cemâat, namaz kılmak kolay, hep kılıyoruz.
Namazın bize vereceği çengellerle Cenâb-ı Allah’ın makamlarına yükselmek için bunları yapmak lâzım.
Hııı pençereden dışarı burnunu, bi de kıçına sür!
Yahutta bak etrafına köprüye sür, duvara sür, ağaca sür.
Bu setr-i avretsizlikdir.
Bu insanın bin senelik namazını an-ı vahidde yok eder.

Onun için her şeyi gizlemek lâzım.
Evin içinde kimse yok diye çırıl çıplak gezme.
Onun için Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerimde tedâvi olunuz diyor. Vücudunuza hastalık gelirse tedâvi olunuz diyor.
Yani: “Vücudunuzda Ben Hayy Esmâsıyla varım, Bana hürmet edin, Ben iyi besleyin!”"
“Ben kulumla görürüm. Kulumla işitirim. Kulumla yürürüm!”” hikayeleri bunlardan başka bir şey değildir.
Onun için vücud ibâdetlerin hareketleriyle fenâlığa meyyal taraflarını temizler.
Sende ne. Setr-i avretle, vücuduna bakmakla, nefis, mânevî, ruhanî tarafını Nurlu kimselerin sohbet ve telkinleriyle ibâdetin görünmeyen feyz kapılarından içeri girmeye başlar insan.
O zaman bu feyz iki türlü gelir.
İlk tarafta içerden, kendinden, kendini temizlersen, kendinden gelir, sonra da dışardan gelir.
“Kendinden nasıl?””
Hepimizde salâvat-ı şerife getirin.
Nur-u MuhaMMedî nüvesi vardır biliyor sunuz.
O nüve açılır, kestâne kabuğu gibi yarılır.
Vücud nurlanmağa başlar. Bu nuru görmek çok güç.
Göründü mü, ziyâya koşan kelebekler gibi ötelerden.
“Öte neresi?””
Anlamadıysan yuhhh sana!.
Ötelerden yıldırım suratıyla feyz ve nurlar size yağmağa başlar!
Ötelerden yıldırım suratıyla “Feyz ve Nur” lar size yağmaya başlar.
O zaman anofora kapılırsınız. Yani bir nevi serserileşir insan.
Bu anafora İslâm dininde “Cezbe” derler.
Cezbe, Celâl ile Cemâl arasında gögün Nur-u Resûlullah’ın harekete çıkmasıyla kamaşmasıdır.
Bu anaforda hakiki mütehassıs bulunursa o şahsın iplerini çeker, frenler. “Hele dur!” der.
Düzeltir, süzer, sakinleştirir ve kendisine kim olduğunu öğretir.
İNSAN o zaman insan olduğunu anlar.
Onun için “insanın kadrini insan bilir” derler.
Bu sözlerim size dâima anlattığım sözler sizlere, secdeye başını koyanlarnan, Allah ve Resûlunün müsadesiyle bunları aşılamak istiyorum. İçinizde feyzlenen çok vaaaar.
Sizin aynaya da baksan, mikroskopa da baksan, başkasına anlını da kazıtsan göremezsin o nuru!
Bunları da görüyorum ben nurlu insanlarınız var içinizde. Olmayanı da var.
Olmayanlar, kendilerini henüz boşaltmayanlardır.
Şüphe içindedirler. Bu herif bir şey mi söylüyor iyi mi diye.
Yüze bakmak için, bakarak içi anlamak çok güçtür oğlum.
Fakat o işte İzn-i İlahî ile biraz hüner sahibi olduk, anlayan bunu anlar!
Onun için, hani derler: “Denizde yüzmek için suya kendi bırakmak lâzımdır!””
Korkmazsan batmazsın. Korkarsın batarsın. Korku zâten şüphenin şiddet halidir.
Kur’ân da diyor ki: “ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn:””
Fakat onların çoğu bilmezler. “ve lâkinne ekserehum yechelûn””
Fakat onların ekserisi de câhildir.
Onun için Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem buyuruyor.
“Hakiki hakkıyla abdest alan Mü’minden şeytan uzaklaşır” diyor.
Yine Ezanı MuhaMMedîokunurken sallallahu aleyhi vessellem.
Güneş batarken, güneş doğarken abdestli bulunun.Hele her zaman haaa!
İbrik al koluna “deli” desinler sana. Abdestli bulununnn!..

Onun için böyle Secde-yi Rahmâna başını koyana bir dert gelince kendi kendini kurtarmağa savaşır.
İşte bir yerden bir şey yapmıştır. Parası yetmemiştir.
“Çoluğumu nasıl getireceğim. Bilmem ne edeceğim.””
Kendi kendini kurtarmağa çabalar.
Muvaffak olamazsa etrafından yardım istemeye başlar.
Der ki: “Hacı Ömer Efendiye gideyim de bana biraz faizi ile para versin!” Bilmem yardım ister.
Rütbe sahiblerine gider: “Efendim sen valiyi tanıyorsun. Felân mebusu tanıyorsun. Ona söyle!
Zenginlere, hal sahiblerine gider: “Efendi Hazretleri dua et de vaziyetim düzelsin!.”
Dua ister, Himmet ister. Hasta ise doktora gider.
Bunlardan faide göremediğini anlayınca adaklar başlar.
“Felân yere adak horoz keseceğim. Felân yere mum dikeceğim. Felân yere bilmem ne edeceğim!.””
Ocaklara gider. Hocaların peşinde koşar.
“Aman şunu yap bilmem ne felân düğmeyi bağla.”
Bilmem ne günlük otunu yak. Bilmem neyi tavana as. Şunu bilmem ne yap!. Hep bunların peşinde koşar. “Felân yerde bir hoca varımış git ona görün!””
Dolandırıcılara soyulur. Üstünde hiçbir şey kalmaz.
Gelir gider dolaşır. Nihâyet bakar ki iş yoook.
Gözünü, kafasını havaya kaldırır: “Yâ Rabbî!.””
Ulan Allah sana şah damarından daha yakîndir O’nu unutup da nereye gidiyorsun.
Bunaldı O’nu da kendinde aramaz havaya bakar.
Sanki yukarıda Kutub Yıldızının üzerinde oturuyor.
Eğer kendi işini yapabilseydi bu, bir müracaat ettiği bir adamlan işini göreydi. Hakka da dönmezdi, hiç.
Nihâyet dua eder yalvarır fakat beklemeye çarnaçar başlar.
Baktı ki iş yok. Bekler. Kader tecellî eder. Olacak olur!
İyiliğin gelmesini, kötülüğün gitmesini isteme!
Kısmetinde sana gelecek ne ni’met ister isen istesen de gelecek, istemesen de gelecek.
Gelecek belâ varısa kaçsan da gelir, dursan da gelir, başka memlekete gitsen de gelir.
Belânın kalkması için istersen dua et, istersen sabret, istersen kendini Hakka teslim et!
Ni’met gelirse şükretmeğe başla, belâ gelirse sabretmeğe başla.
Kimnen sabrediyorsun?.
Yarış edeceksin. Sana şah damarından dahi yakin olan Cenâb-ı Allah’nan sabır yarışına gireceksin.
Sabredeceksin! İkiniz ede, ede, ede; bir gün diyecek:
“Ulan bu Bennen sabır yarışına gidiyor şuna bak yav! Benim halk ettiğim kul bennen sabır yarışına giriyor!””
Bir tekme yiyeceksin, işte sabrın sonu selâmet. Bitti. Zafere kavuştun gitti.
“Bennen sabır olmaz!” diyor.
“Benim kulum bennen sabır yarışına çıktı şuna bak!” diyecek.
İşte “Şuna bak!” dedirtmek için ağzını kapa!.

Belâ, bir nev’i ni’mettir. Gizlemeğe çalış!.
Hele her yerde anlatmaktan sakın. Gidermeğe çalış!.
Benim başıma şu belâ geldi, şunu.
Hanı dedelerimiz der kızılcık gibi kan kusar da: “Kızılcık şurubu yedim!” der. Bunlarda boş lakırtı değil.
Belâyı bırak gelsin. Seni ziyâret etsin. Yolunu aç, kucağını aç, kapama. Önünde durma. Sana gelmesinden, yaklaşmasından korkma!.
Nasıl olsa onun ateşi, Cehennem ateşinden daha şiddetli değildir.
Kıyamet günü cehennemin üzerinden geçildiği zaman cehennem bağıracak, Hadis-i peygamberi bu: “Çabuk geç Mü’min, çabuk geç nurun alevimi söndürdü!” diyor.
“Bu söndürücü nur nedir?””
O cehennemin ateşini söndüren NUR ancak dünyada kazanılır.
O nur, İman Nurudur.
“Bu nerede bulunur?””
O nur, hem isyan edende hem de itaat edende vardır.
Amma isyan eden ondan faydalanamaz.
Dünyadaki Belâ Ateşini söndürende bu nurdur.
Bu nur başladı mı sende her türlü belâya boyun eğersin.
Belâ insanı öldürmek için gelmez azîz cemâat.
Tecrübe için gelir, tecrübe için.
İmanın sıhhatını ölçmek için gelir belâ. Bu çok mühimdir!
Kader-i İlahînin çızgısı dahilindeyiz hepimiz.
Kader ise karanlıktır. Karanlığa lamba ile girilir.
Bu lamba da Allah’ın Kitabı, peygamberin Sünnetidir. Bu ikisinden ayrılma!
Nasîbinde varısa ister istemez olur. Olunca yaptığın sabır, derhal şükre çevrilir.
Yeryüzünü Velîler bezemiştir. Kadife gibi süslemiştirler Dünya Yüzünü, Allah Dostları.
Onlar hep birden dağlar gibidirler. Dağ gibi, höyükler.
Hakka giden yollar bunların aralarından geçip de gider.

Allah Kitab-ı Celîlinde, Kur’ân-ı Keriminde bazı yaratıkları üzerine yemin eder. Bu Allah’a mahsus bir sırrdır.
Bu sırrdan mânâ çıkaran Allah Dostlarının heybelerine mahrem hikmet sırlar süzülmeğe başlar.
Bu sırrları bilenler vardır. Sessiz ve gürültüsüz dururlar.
Bunları görmek sohbetlerinde bulunmak lâzımdır.
Yıldızların mevkilerine yemin ederim diyor Cenâb-ı Allah. “Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm.””
“Felân yaratığıma yemin ederim!.””Bunlar çok ince sırlardır.
Hanı “hazine” diye bir kelime vardır, hazine, nedir hazine?
İçinde insanların közünü kamaştıran, kıymetli bir çok mücevher altın, elmas, para bulunan bir yerdir. Değil mi hazine?
Bir de Mânevî Hazine vardır.
Nehir yataklarında altın tozları gizlidir.
Yer altında kömür tabakaları içinde elmaslar gizlidir.
Deniz diplerinde sadef ve inciler vardır.
Tırtıl Böceği, ipeği gizler içinde.
Arı, balı kendine hazine yapmıştır.
İnsanda da bir hazine vardır. İnsan Ruhu, Allah Çeşmesinden bir damladır.
“İnnâ a’taynâkel Kevser” Biz sana kevserden bir şey hediye ettik.”
“İnnâ a’taynâke “biz size atiye ettik.”
“el Kevser” ”Kevseri, Kevser, koskocaman söyler işte havuzmuş bilmem ne.
Kel Kevser, kel Kevser, sana bir Hayy dan bir parça verdim.
Kalbinin havuzunda, içinde ke’l- Kevser.
Bunu bil “Fe salli li rabbike venhar” ve Allah’ına bu ni’metten dolayı secde et demek.
“Fe salli li rabbike venhar”“”Allah’ın için secde et!” demek.
“venhar” içindekini kes at! “Şüphe etme artık!” demek bir mânâsı da bu.
Onun için Hayy Esmâsı Allah Çeşmesinden, Kevser Çeşmesinden bir parçadır.
İşteeee, bütün ibâdetler, bütün edebler, bütün temizlikler, bütün haramlardan kaçma bu KEVSER’e HÜRMET etmek demektir.
Allah, sendeki Kevser o, o bir damlaya hürmet ettirmek için:
“Şunu yapmayacaksın, bunu yaparsan cehenneme sokarım!” diyor seni.
Allah kendi kendine hürmet ettiriyor.
Bu hürmeti bilin de bilerek yaparsanız nur içinde gark olursunuz.
Öyle insan, Allah’ın huzuruna kolunu sallaya sallaya Resûlullah’ın mübârek yüzünü ve elini öpmek nasib ederek Livâ-yi MuhaMMedîde doğru Allah’ın ni’metlerine vasıl olur.
Bu o kadar güç bir iş değildir Efendiler.
Bu damlayı deryaya ulaştırmağa çalış!.
Hanı “e lestu birabbikum: Biz senin, Ben sizin Allah’ınız değil miyim?””
“kâlû belâ” evet dediler.”
““e lestu birabbikum” Bunu hikaye tarzında dinleme!.
“e lestu birabbikum”
Evet! Senin kevserinden bizde bir Hayy Esmâsından bize daha yakinsin. Kalbimizde o damla var. O damlanın üstünde Nur-u Resûlullah var. Yâ Rabbi biliyorum Kâlu Belâdan.
Ha bildin mi kolunu sallaya sallaya gidersin.
Yok bilmedi mi köstebek gibi olduğun yerde döner durursun.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için Cenâb-ı ALLAH’a senin ne ibâdetine ne bilmem neyine ihtiyacı yok!.
Sana bir parça vermiş “sakla bunu!” diye.
Bakalım bunu nasıl muhafaza ediyor. Senin edebine, ta’zimine.
“Efendim ben bu ta’zimi nasıl yapayım?””
Haaa ta’zimi yapmak için, temiz gez, yalan söyleme, kumar oynama, bilmem şu, şunları bunları yapma!
Yapmazsan bu cevher onun üzerinde durur.
“Efendim ben turşu aldım da bunu nasıl muhafaza edeyim, bozuluyor?.”
Efendim turşucuya git sor. Sirkenin içinde şöyle üstü kapalı muhafaza edeceksin.
İnsanın vücudunda bulunan Nur-u Resûlullahla ALLAH Çeşmesinden reddolunan sana ruhu, kevserden bir damlayı muhafaza için: “Aha Yâ Rabbî bana verdiğin gibi, billur gibi sana getirdim!” diye bilmek için.
Onun için de:
“Vucûhun yevme izin nâdıreh”
O damlayı açık alınla getirenler,
“Vucûhun yevme izin nâdıreh. İlâ rabbihâ nâzıreh” ALLAH’ını göreceklerdir onlar.
“Vucûhun yevme izin nâdıreh. İlâ rabbihâ nâzıreh. Ve vucûhun yevme izin bâsireth””

Ya, o alnı kirli olanlar,
“Tezunnu en yuf’ale bihâ fâkıreh”
Onlar düşünsünler sonu ne olacaklardır.
“Kellâ izâ belegatit terâkıy. Ve kîle men râk”

İşte hulukuma can gelir, buraya. “Doktor çağırın efendim!””
Hadiii doktorlar gelirler, iğne Hasan Efendiye, Mehmed Efendiye. Sok, çıkar iğneleri.
“Kellâ izâ belegatit terâkıy. Ve kîle men râk. “Ve zanne ennehul firâk.”

Hasta bakar ki: “Artık tutturamayacağım ben gidiyorum!.””
“Velteffetis sâku bis sâk.”
Bu ayak kemikleri birbirine dolaşmağa başlar.
“İlâ rabbike yevme izinil mesâk.”
Artık o ALLAH’ına gidiyor.
“Velteffetis sâku bis sâk. İlâ rabbike yevme izinil mesâk. Fe lâ saddeka ve lâ sallâ. Ve lâkin kezzebe ve tevellâ. Summe zehebe ilâ ehlihî yetemettâ.” “
Hani sen dolandırıcılık, uyuzluknan, şunnan bunnan yükseleceğini anlatıyordun, şey ediyordun dünyada. Aha şimdi sona geldim diyorsun.
“Evlâ leke fe evlâ. Summe evlâ leke fe evlâ.”
Yazıklar olsun sana kulum, bir daha yazıklar olsun!
“Evlâ leke fe evlâ. Summe evlâ leke fe evlâ.”
Arabçada “yazıklar olsun sana!” “Bir daha yazıklar olsun!.”
“Evlâ leke fe evlâ. Summe evlâ leke fe evlâ. E yahsebul’insânu en yutreke sudâ”
“İnsan başı boş mu bırakıldı sen zannettin!” diyor.
“E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ. Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ. Fe ceale minhuz zevceyniz zekere vel unsâ.”

Sizi bir pıhtı parçasından yarattık, koskocaman yaptık, düşünür yaptık, idrak verdik.
Siz düşündünüz, düşündünüz acaba öldükten sonra veyahut geberdikten sonra.
Bazısı geberir bazısı ölür bilirsiniz. Öldükten sonra!
“E leyse zâlike bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ.””
“Acaba ölüyü diriltebilir mi?””
Aklınızdan bu geçiyordu. Aha dirildiniz!.
Onun için o dirilme anında ALLAH hepimize alın açıklığı versin.

O damlayı deryaya ulaştırmağa bak!
Bu yaşadığımız kadar daha yaşayacak değiliz. Gençler başka.
Onun için onu koy böyle Kalb Kâsene, etrafında Nur-u Resûlullah: “Yâ İlahî! Buyur!. Al!.”
“Vucûhun yevme izin nâdıreh. İlâ rabbihâ nâzıreh”

Bu damlayı deryaya ulaştırmağa bak!.
Dünyada evvelâ bu damlayı Resûlün süzgecinden geçirmek lâzımdır.
ALLAH’ın ismini diline arkadaş yap, dost olursun.
Dost olana da Vallahi de Billahi de hesab yoktur.
Onun için balık suda boğulmaktan korkmaz azîz muhteremler!
ALLAHla dost olanlar hiçbir şeyden korkmaz.
Korkan adamın muhakkak bir berbatlığı vardır.
O berbatlığından dolayı korkmağa başlar.

ALLAHla dost olmak, Namaz Mektebine kaydedilmekle başlar.
Hepimiz kaydedildik, kimimiz 50 senedir, kimimiz 40 senedir kılıp duruyoruz.
Bazı gençlerde: “Efendim ben yeni başladım sonu ne olacak?.””
Başladın ya bitti!.
Hazreti Ömer 44 yaşında İslâm oldu.
“Eeeee evvelden yaptığı edebsizlikler ne oldu?.””
Hepisi hebâen mensura gitti.
“Ben bu gün Müslüman oldum!.” dedi.
Düşünme sonunu..
Hulusi kalb ile İlahî huzur-u İlahîye şey etti mi Nur-u Resûlullah ALLAH’ın Rahmeti her şeyi temizler.
Önümüz bakın Ramazan geliyor, ALLAH nasîb-i müyesser eylerse.
Hele bazı Müslümanlar: “Hele bir gelse de tutsak!.” diyor, Ramazanı.
Ulan biz onu tutacak değiliz, o bizi tutacak.

Onun içi azîz cemâat,
Abdestli gezin, abdesli gezin, abdestli gezin!
Yarın âhirette abdestli iken: “Ulan şu heriften ALLAH razı olsun!” diye bana şefâat edersiniz.
Abdestli gezen adam başkasına şefâat etmeğe yetkilidir oğlum.
Abdest, ibriği al sokakta gez, “Deli!.” desinler sana.
Ama “ben hastalıklıyım yapamıyorum” dersen güneş doğarken, batarken, birde Ezan-ı MuhaMMedî okunmadan evvel abdestli gez!.
Abdestli gezmek sana demin dedim ALLAH Çeşmesinden olan RUHun ve sana şah damarından daha yakin olan Cenâb-ı ALLAH’a edeb içinde ta’zim demektir. Bu işler ta’zim ile kazanılır.
ALLAH cümlemizi Resûlullah’ın kurduğu Tren Yolundan şaşırmaya!
Âmin!

ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âli seyyidinâ MuhaMMed!.
Subhâneke Yâ Allâm, Tealeyke Yâ Selâm!.
Ecirnâ mine’n- nâri vebi affike Yâ Mücir!.
ALLAHümme ente’l- Mennânü Bediü’s- semâvati ve’l- ard!.
Zü’l- Celâli ve’l- ikram Yâ Hayyu Yâ Kayyumu!
Yâ ALLAHu celle celâlihu el hamdülillah!.

Yâ İlâhîî!
Bizler günahkâr değiliz, isyankâr da değiliz.
Hatamız varısa rahmet suyunnan bunu üzerimizden reff -i def eyle Yâ Rabbî!.
Midemize, evimize, çoluğumuzu, çocuğumuza hepisine birden helâl lokma nasîbi müyesser eyle Yâ Rabbî!.
Şeytanı bizden uzak et Yâ Rabbî!.
Memleketimizi her türlü âfat-ı belâiye, âfat-ı semâiye, âfat-ı araziyeden, sel su âfetinden, zelzeleden, yangından, düşman istilasından, şuradaki bir avuç Nur-u Resûlullah’ı üzerinde taşıyıp Secde-yi Rahmâna kapayan.. şu üç gün hürmetine Yâ Rabbî!.
Sen masun kıl memleketimizi Yâ Rabbî!.
Yarın huzur-u mahşerde Resûlullah’ın mübârek yüzünü görmek nasîbi müyesser eyle. Elinden öpmek nasîbi müyesser eyle Yâ Râbbî!.
Son nefesinde buyurun: “Lâ İlâhe illallah MuhaMMedur- Resûlullah!” kelimesi taibesiynen sana kavuşmak nasîbi müyesser eyle Yâ Rabbî!.
Rızıklarımızı bol eyle Yâ Rabbî!.
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbî!.

Lillahi’l- Fâtiha!…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
Küffar: (Kâfir. C.) Gâvurlar. Hak din olan İslâmiyeti inkâr edenler. Kâfirler.
İnd: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve mânevî mekân. Maddî ve mânevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir.
Ta’zim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Mertebe: Derece. Basamak. Rütbe. Pâye.
Avret: Eksik. Gedik. Gizlenmesi lâzım gelen şey. Dinen örtülmesi vâcib olan âzâ, ud yeri. Utanılacak ve hayâ edilecek şey. Erkeklerde göbek ile diz kapağı arasındaki kısım. Kadın. Zevce. Nikâhlı. Gece uykuya yatacağı vakit ve seherden evvel uykudan kalkılacak saate de şeriat örfünde "avret" denir. Öğlen ve öğle uykusu zamanına da kezâ aynı isim verilmiştir.
Setr-i avret: Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek. (Bak: Avret-Tesettür)
Settar: Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
Tenasül: Türemek. Nesil yetiştirmek. Üremek. Birbirinden doğup türemek.
A’za: (Uzv. C.) Bedenin her bir uzvu. Bir cemiyete mensup kimse.
Meyyal: Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.
Nüve: Çekirdek, asıl, menba.
Feyz: (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. İlim, irfan. Mübâreklik. Şan, şöhret. İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. Bir haberi fâş etmek. İçindeki düşüncesini izhar etmek
Cezbe: Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
Mütehassıs: Bir işin hakikatını, içyüzünü çok iyi bilen. Bir meslekte mâhir olan. Has ve mahsus olan.
Nev’i: Nev'e aid, çeşit ile alâkalı.
Hazine: Define. Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer.
Livâ-yi MuhaMMedî: Livâ-yi Hamd. Hazreti Peygamber'in (aleyhisselâm) bayrağı. Ona inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır.
Sâcid: Secde eden, Allah'ın (celle celâlihu) huzurunda başını yere koyarak dua eden. Hâdis meâli: "Bir kulun Rabbine en yakın olduğu an: O'na secde ettiği zamandır."
Kâim: Ayakta duran. Mevcud. Baki. Vaktini ibâdetle geçiren.
Ecir: Ecr. (C.: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey. Âhirete aid mükâfat, hayır cezâ. Ücret, mukabil, karşılık. Sevab. Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin : “Cehennem ateşi Mü’minlere der ki:” Ey Mü’min, üzerimden çabuk geç, senin nurun ateşimi söndürüyor!.” der buyurdu [Taberanî]

Ebû Süfyan'dan, dedi ki: Ben Câbir'den duydum şöyle diyordu: Ben Nebîyyu (S.A.V.)'den, şöyle derken işittim:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin : "Şübhesiz ki, kişi ile "şirk ve küfür" arasındaki şey sâdece namazı terketmektir." buyurmuştur
(Müslim (82) Ebû Davut (4678) Tirmizî (2619) Nesei (465) ve ibnu Mâce (1078)

Resim
Allah’ın keremi ne:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ: Andolsun ki, Biz adem-oğullarını mükerrem kıldık ve onları karada ve denizde (nakil vasıtalarına) yükledik ve onları leziz, temiz şeylerden merzûk ettik ve onları mahlûkatımızdan birçokları üzerine ziyâdesiyle üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

Yâ Resûlüm herkes ölecek, Sende öleceksin:

إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn: Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer 39/30)

şah damarından daha yakinim:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

وَقَالُواْ لَوْلاَ نُزِّلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّ اللّهَ قَادِرٌ عَلَى أَن يُنَزِّلٍ آيَةً وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
“Ve kâlû lev lâ nuzzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), kul innallâhe kâdirun alâ en yunezzile âyeten ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn: O'na Rabbinden bir mu’cize indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah mu’cize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.” (En’âm 6/37)

وَلَوْ أَنَّنَا نَزَّلْنَا إِلَيْهِمُ الْمَلآئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتَى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَّا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
“Ve lev ennenâ nezzelnâ ileyhimul melâikete ve kellemehumulmevtâ ve haşernâ aleyhim kulle şey’in kubulen mâ kânû li yu’minû illâ en yeşâallâhu ve lâkinne ekserehum yechelûn: Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler.” (En’âm 6/111)

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
“İnnâ a’taynâkel Kevser: Şüphesiz biz sana Kevser'i verdik.” (Kevser 108/3)

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
“Fe salli li rabbike venhar: Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes.” (Kevser 108/2)

إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
“İnne şânieke huvel ebter: Doğrusu asıl sonu kesik olan, sana kin besleyendir.” (Kevser 108/3)

فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ
“Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm: Artık hayır! Yıldızların mevkilerine yemin ederim.” (Vakıa 56/75)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
“Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn: Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
“Vucûhun yevme izin nâdıreh: Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır.” (Kıyamet 75/22)

إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
“İlâ rabbihâ nâzıreh: Rablerine bakarlar.” (Kıyamet 75/23)

وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ
“Ve vucûhun yevme izin bâsireth: Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır;” (Kıyamet 75/24)

تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ
“Tezunnu en yuf’ale bihâ fâkıreh: Kendilerinin, bel kemiklerini kıran bir felâkete uğratılacağını sezeceklerdir.” (Kıyamet 75/25)

كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ
“Kellâ izâ belegatit terâkıy: Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır,” (Kıyamet 75/26)

وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ
“Ve kîle men râk: Tedâvi edebilecek kimdir? denir.” (Kıyamet 75/27)

وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ
“Ve zanne ennehul firâk: Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.” (Kıyamet 75/28)

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
“Velteffetis sâku bis sâk: Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyamet 75/28)

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
“Velteffetis sâku bis sâk: Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyamet 75/29)

إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ
“İlâ rabbike yevme izinil mesâk: İşte o gün sevkedilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.” (Kıyamet 75/30)

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى
“Fe lâ saddeka ve lâ sallâ: İşte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı.” (Kıyamet 75/31)

وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى
“Ve lâkin kezzebe ve tevellâ: Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti” (Kıyamet 75/32)

ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى
“Summe zehebe ilâ ehlihî yetemettâ: Sonra da çâlim sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti.” (Kıyamet 75/33)

أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
“Evlâ leke fe evlâ: Lâyıktır (o azap) sana, lâyık!” (Kıyamet 75/34)

ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
“Summe evlâ leke fe evlâ: Evet, lâyıktır sana (o azap) lâyık!” (Kıyamet 75/35)

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
“E yahsebul’insânu en yutreke sudâ: İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet 75/36)

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
“E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ: O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?” (Kıyamet 75/37)

ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى
“Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ: Sonra bu, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.” (Kıyamet 75/38)

فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى
“Fe ceale minhuz zevceyniz zekere vel unsâ: Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti.” (Kıyamet 75/39)

أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى
“E leyse zâlike bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ: Peki (bunları yapan) Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?” (Kıyamet 75/40)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KuL İhvÂNim ÖZün DİNLe
KıZıL KORun-KÖZün DİNLe
MuhaBBet MEYDÂN MüNiRi
DERMÂNımın SÖZün DİNLe!. Kaddesallahu sırrahu..



ALLAH DOSTU DER Kİ..

Muhterem Cemâat, İmam Efendi bir mihrabiye okudu.
Mihrabiye biliyorsunuz imamlar namazdan sonra hıfzındaki aklına ne gelirse Kur’ân-ı Kerimden bir sûre, bir âyet okurlar.
Bu âyet, ister İmam Efendi evvelden hazırlansın, isterse hazırlanmasın Hakk tarafından hangisi dürtülürse onu okur. Başkası lakırtıdır.
Şimdi de okuduğu âyet-i kerimeyi tabii mânâsını bilmiyorsunuz ne olduğunu.
Mânâsı, bütün kâinat kürrelerin ağırlığından daha ağır bir âyet-i kerime!. ALLAH’ın Kur’ânı’na sarılanlar ve ALLAH’a peygamberine hakiki inananlar, İnanlar ve Sarılanlara şöyle dudağını büküp “bu nedir?.” gibi diyenler hepisi cehenneme lâyık insanlardır buyuruyor. Cenâb-ı ALLAH.
Onun için İslamda şaka, alay bilmem latife yoktur. Hele câmide!.
Yine saflarda imama uyulduğu zaman, imam “Semi’ ALLAHulimen hamideh” diyor.Ayağı mezara yaraşmış bir arkadaşımız, Mü’min arkadaşımız yavaş yavaş böyle eğiliyor. İşte bu da latifedir ALLAH’ınan. Bu da bu âyet-i kerimeye gider. Namaz kılıyorum sanıp da kurtulacağım diye zannetme “gümm!” diye ALLAH cehenneme gönderir insanı. MaazALLAH!. Cenâb-ı ALLAH’nan şaka olmaz!.

Onun için Azîz cemâat, bak ne kadar cemâat kaldık şurda. Secdelerinizin kıymetini bilin!.
İmamdan evvel, sana söylüyorum Hacı Efendi imamdan evvel gidiyorsun secdeye!. Namazın berhava olur gider, berhava olur gider. MaazALLAHu Teâlâ!.
Bir daha yapmayın!. Tövbe et, ALLAH’ın huzuru bura!.
Reis-i Cumhurun, Kumandanın bilmem neyin değildir. Hiç şakası yoktur efendim!.

Hazreti Ali Keremullahiveche ezan okunduğu zaman mübârek kırmızı yüzü bembayaz olurmuş:
“Yâ Ali ne oluyorsun?””
“Huzura çıkıyoruz!. Acaba bir yanlışlık mı yaparız!.” dermiş
ALLAH’ın huzuru bu!. Ne kadar ALLAH müsaade etmiştir ki bir “ALLAHuekber!”nen huzuruna giriyorsun. Vurursun âlemin kapısını “tak tak tak!.”
“gir!.” gelir mi gelmez mi beklersin!.
”ALLAHuekber!” dedin mi giriyorsun. Edebnen girelim edebnen. Edebnen!..

Onun için cemâat, hiç belli olmaz.
Cemâatın içinde ALLAH’ın sevgili kulları vardır. Kimbilir şurdaki mavi başlı, mavi takkeli adam: “ALLAHuekber!” dediği zaman Kâbe’yi görmemiş kim iddia edebilir. Herkes kendi kabuğuna şey edilmiştir.

Bir gün Yeni Câmiide, size eskiden de anlatmıştım. Namaz kılıyorduk. Yanımda bir iki kişi var. Dolu cemâat, çıkıyoruz.
Benim sağ tarafımda bir halıcı var. Halı, halıcıymış. Dördüncü Vakıfın altındaki halıcılardan birisi.
Döndü oradan bir adam, onun kulağına bir şey söyledi. Çıktı gitti.
Bu adam kapıdan çıkarken benim dayım da ordaymış, dayımı da tanıyor: “Fazıl Bey dedi böyle böyle oldu. Herifin peşine üçümüz birden gittik bulamadık herifi. Mısır çarşısına girdi kayboldu!.”
“Ne dedi” dedik o Kayseri’li Rahmi Beye.
Dedi: “Efendim. Ben dedi buradayım üç senedir. Bu Yeni Câmi’ye Hızır gelir. Velîyullah gelir!.” diye söylediler.
“Ben de bütün namazları burda kılarım. Gündüzleri. Bu gün Câmiye girdim gine aklımdan geçti. Kalabalık Câmii. Acaba ALLAH’ın burda Velîyullah’ı var mı yok mu?.” diye hatırımdan geçti demiş.
Çıkarken bu adam deeeee ondan ötede ayağını giyerken: “Oğlum demiş. ALLAH’a yemin ederim ki senin safında beş tâne ALLAH’ın Velîsi vardı!” demiş.
Onun için onlar telsiz, melsiz gelir. Velînin bulunduğu yer ama burda var mı?.
ALLAHuâlem ya var ya yok. Belki hiç yok!. Ama mâdem ki secdeye başını koyuyor, Velîlik ona vâcibdir.
Onların bulunduğu yerde edebsizliktir bu!.
Bu edebsizlik dediğim; akıllı, akılsız, kuvvetli kuvvetsiz kelimesinin sonuna eklenen “sız” değil bu. Bu edeb başka EDEB dir.
Nizamdan çıkmak demektir. İyi bir şey değildir bu.
Onun için Secde-yi Rahmâna başını koyanlar, Kur’ânı’nın Sînesine ihlas ile kulağını korsan, ordan sana ne sesler geliiiiir!. Ne sesler gelir bilsen!. Yüzünü aşk ile Nur-u Basîreti sürersen neler görmezsin!. Bunlar hep burda sürülür burda iş görür!.

Ama akıl buna isyan eder: “Efendim nasıl olur?.””
Gönlün gözü dâima açıktır unutma. Aklın burda işi yoktur.
“El Emîn” diye hitab ettikleri Resûll-i Ekreme, kavmi birdenbire en amansız düşman kesildi biliyorsunuz. “El Emîn!” derdiler hepisi.
Vaktaki Vahdaniyet-i İlahîyeyi ilan etti, hepisi düşman kesildi.
Resûl-i Ekrem gönül pencerelerini açtı ve onlara hakikatı söyledi.
Aklı isyan etti. Bütün kavmin aklı isyan etti. Onun için Ebu Cehil, aklın isyanının temsilcisidir: “Nasıl olur?” dedi.
Akılnan bu iş anlaşılmaz!.
“Ama akılsızım!.””
Yoooo akıl olacak. Akılı bir hududa kadar edebnen götüreceksin. Ondan sonra: “Olur mu olmaz mı?.”
“Efendim felân adam Beyazidi Bestamî su üstünde yürürmüş. Yürünür mü yürünmez mi?””
Yürünsün yürünmesin onu münakaşa etme!. İnsanda demek ne kadar büyük kuvvet var ki onu kullandığı zaman Sünnetullah’ın dışında bir hadise yapıyor.
Suyun üstünde bile yürüyebilir demektir. Kıymet oradadır. Güzellik oradadır. “Olur mu olmaz mı?” diye düşünme. Aklınnan her şeye tepme!.
Bu gönüllen anlaşılır.. gönül penceresinden. Onun için gönülden söyleyen, dâima hakikatı söyler!.

Nuh zamanında biliyorsunuz. Su yağdı aşağı, su yağdı yağdı yağdı hepisi gitti. Gemi de suyun üstüne çıktı. Gemi çıktı!.
Ulan o gemi, hakikat hakikat!.
ALLAH’a tapan, Resûlllerini bilen insanlar su üstünde bile kalırlar.
Gemiyi arıyorlar hâlâ bir sürü serseri.
“Geminin direği var mıydı yok muydu?.””
Böyle serseriler de vardır ha sorar!. Var gemi var ama, gemi onu temsil eder. Suyun üstüne çık. ALLAH’ınan beraber hakikat bir oldu.
Onun için oğlum, ALLAHnan bir olan suyun üstünde de yürür havada da gider!.

Bu âyeti, Nuh’un bu tufanını Cenâb-ı ALLAH’ın Kur’ân-ı Kerimde Hazreti Resûlullah’ı sallallahu aleyhi vessellem’e anlatırken diyor ki âyet-i kerime.
“Ve kîle yâ ardubleî mâeki”
Eblai, belâa yutmak demektir Arapçada. Bel’un bu yemek borusu.
“Ve kîle yâ ardubleî mâeki”
“Suyunu yut!” diyor ALLAH emir veriyor.“Arz üzerindeki suyunu yut!.” diyor. Su yutuluyor!..
“ve yâ semâu akliî ve gîdal mâu.”
Aklea, tutmak demek, “galea etmek, boşaltmak” demek.
“Yâ semâ sende suyunu tut!” emri çıktığı zaman su, an-ı vahidde kayboluyor.

Bu âyet-i kerime, “Ve kîle yâ ardubleî mâeki” âyet-i kerimesi indiği zaman, Emir Gays’ın şiirleri şeydeydi. (Kâbe’nin duvarlarında asılı)
O, “Muallakat-ı Seb’a Yedi Askı Şiiri!”
Emrul Gays’ın Kızkardeşi sağ o zaman.
“Bu insan lakırtısı değil!.” diye gidip indiriyorlar aşağıya.
Şeyi, o şiirleri, Emrul Gays’ın kasidelerini.
“Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve yâ semâu akliî ve gîdal mâu” ”
Bu kelime, bunu Arap bilir ne olduğunu bunun!.
Bu, bu insanın kafasını yerinden oynatır, Türkçeye çevirdin mi: “Ey Arz suyunu tut. Ey Semâ sen de bilmem ne yap!.” aahaa!.”
Bu gün, Kur’ânın icâzinâ lâyıkıyla salacak adam yoksa, ne yapalım susalım mı? Söyleyeceğiz bunu!.
Bunları anlamak için hani, kurşun tüfekten çıkar. Harbde olan varısa, bir kurşunun ciğeri delip geçmesi ve hemen çıkıp gitmesi gibi sürer bu hâl insanda. Bir an-ı vahidde anlar bunu!. Öyle düşünmeynen olmaz!. Akıl işiynen olmaz!.
Ciğerini nasıl kurşun bir an-ı vahidde delip geçer, bu işlerde insanın aklına gelir gider böyle.
Birdenbire perdeler açılır, kapabilirsen, anlayabilirsen alırsın.
“Efendim bir şey çarptı bana!.””
Aklınnan ayar edersen aklın onu, çakıntıyı ne hissedeceğine göre sen gürültüye gidersin!.
Gönlün penceresi açık olursa miknatıs gibi “Rapp!.” diye çeker onu. İnsanlara Velîyullahlık geliiir gider, geliiir gider. Secdeye başını koyanlara hepisine gelir gider. Kerâmet gösterir kendisi. Haberi yoktur eşekliğinden!. Ne zannettin ya!..
Bak alınlarınızda ben neler görüyorum sizin, ama farkında değilsiniz!
Aklını getirmişsin, gönlünün üzerine perde yapmışsın!.
At aklını başka yerde dünya işlerine gönder. Gönlünü aç!. Ruhanîyet-i Resûllullah dolsun içine, buraları hep dolu onlarınan. Secdeye onnan git!.
“Aman şöyle miydi aman böyle miydi?” deme!.
Biz birbirimize giriyoruz: “Efendim felân şeyde secde-i sehv lâzım mı yok mu?.””
Ulan bunları bırak!. Gönül pencereni aç, gönül pencereni!.
Her perde arkasında gizli, her perdenin önünde âşikârdır O!.
İşte o kadar kısanın kısası bir zaman bu!.

Siz buna ister rüyâ deyin, ister hayal deyin ne derseniz deyin!.
Benim diyeceğim şudur: “Buna zaman içinde zaman, mekan içinde mekan!” derler. Her müslümanda tecellî eder bu amma, farkında olmaz, akılnan ayar etmeye başlar.
Aklını bırakıp gönlünlen şey edersen, ateşe bile gitsen duymazsın onu.
Gönlünü bırakmak demek, şekki şüpheyi hepsini atmak demektir.
İhlas bu, böyledir!. Başkasına da anlatmağa kalkma, içinde kalsın, içinde kalsın!.
“Bu gün böyle hadiseler olur mu?” dersiniz. “Su üstünde yürülür mü?. Hamam sıcağa girilir mi?.”Herif duvarın arkasından...”
Geçende radyoda söyledi, Amerika da bir fotoğraf makinası çektiler bir metre duvarın arkasındakinin resmini çekiyor ses dalgalarıyla.
Âlet yaptılar, insan yaptı onu.
Ne zannettin ya ALLAH’ın öyle kulları vardır on sekiz metre duvarın arkasında çeker.
“Efendim nasıl olur böyle hadiseler var mıdır bu gün?””
Vardır, amma göremezsiniz bu akıllan.
Bu gün görünürse bunlar bütün insanlar çıldırır, tahammül edemez, çıldırır!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MüNiR DermÂN!.. kaddesallâhu sırrahu’l-AZîZ Hocamızın tasarımı olan bir reSiM..Ashab-ı Kehf YELkenlisi... Yemlinâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernuş, Debernuş, Şâzenuş, Kefeştatayyuş ve dümende KITMİR...


Onun için bu böyle hadiseler geceleyin görülür, GECEleyin!.
“Utlubnî abdî Fizilâlü’l- leyl Ene Deyyân!”
“İste kulum diyor gece karanlığında beni bulabilirsin” diyor Cenâb-ı ALLAH.
“İstediğini o anda veririm” diyor. Bu Hadis-i Kudsî.
“İste kulum gece karanlığında Beni bulabilirsin” diyor “istediğini o anda veririm!.””
Öğle üzeri, ikindi üzeri, bilmem ne üzeri arama!.
Herkes yattığı zaman gece kalk, gece kalk, gece kalk!..

Bir hicret vardır bilirsiniz Hicret-i Nebevî. Muhacırlık demek.
Mekke’den Medine’ye Emr-i İlahî ile Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem bir gece gitti.
“Resûl-i Ekrem aceba düşmanlarından mı kaçtı?””
Hayır efendim, hayır!..

Güneş başını alıp her gün gidiyor bak!. Sabahtan buradaydı aha gidiyor bak. Doğaaar, bataaar!.
Bu doğup batmak insanlara bir şey söylemiyor mu, farkında değil misin?. Bu alıp gitme de muayyen mesafelerde iken namaz vakitleri oluyor.
“Bu nedir? Sabah öğle ikindi akşam. Ne demektir bu, nedir bunlar? Bak ikindi namazını kıldık, niye?
Güneş alıp gidiyor ikisinin, öğle ile akşam arası oldu mu orada namaz kılınıyor.
“Niçin? Niye alıp gidiyor başını güneş?””
Bunları düşünün oğlum!. Aklınıznan değil gönülünüznen.
İçinizde güneşlerden büyük güneşler çıkar oğlum!.
Ahaaaah ohhoooooh biz nelernen uğraşıyoruz!. Akşam, yatsı ne demektir?..”

Buraya gelmeden evvel, bir bıyıklı bir 40 yaşlarında biri tanımıyorum.
Yolda hastâneden çıktı: “Bey Efendi bir şey soracağım size!” dedi
“Buyurum sorun” dedim.
“İnsan cünüb oldu, ezanda okunuyor. Ezanda okunuyor. Su var ama vakit geçecek. Cünüb namaz kılınır mı?””
Bir tek namaz kılınır!.
Namaz vakti geçiyor öğle namazı, kılamazsın! İkindi geçiyor kılamazsın, akşam geçiyor kılamazsın! Yatsı geçiyor kılamazsın! Kılamazsın oğlu kılamazsın!. Yıkanacaksın cünüblüğün gidecek ondan sonra!.

Yalınız sabah namazını kalktın ki cünübsün ezanda okunuyor güneş neredeyse doğacak. Hemen bir Namaz Abdesti alırsın. “ALLAHuekber!.” dersin sünnetini farzını kılarsın. Bitti!.
Güneş doğduktan sonra tekrar gusl edersin. Tekrar namazı sünnetiyle beraber iâde edersin.
Yalınız Şükür Namazında olur bu!. Kulluk Namazında olmaz!.
Sabah namazı, Kulluk Namazı değildir Şükür Namazıdır. Şükür Namazıdır. Şükür Namazıdır sabah namazı. ALLAH şükrünü yapsın diye müsaade ediyor dikkat buyurursanız güneş doğduktan sonra bile öğleye kadar sünnetiyle birlikte kılınıyor namaz!.
“Niçin?.”
“Şükrünü yapsın!.” diye, öteki namazlarda yok!.
İkindi geçtiği zaman kaza yaparsan sünneti artık yandı onun, öğlenin yandı, şunun yandı bunun yandı!.
O halde sabah namazında bir şey var, bir şey var!. Vaktinde kılmağa bak!. Koy başına cıngırak, saat koy ne korsan koy 40 gün sabah namazını vaktinde kıl!. Ondan sonra sen uyusan da, uyku ilâcı alsan da, gebersen de seni sabah namazına kaldırırlar!.

“Efendim uyuyacağım!.” Uyudu, öğleye kadar vakit var!.
O namaz olmaz oğlum!. Öğleye kadar Cenâb-ı Peygamberin müsaade etmesi onun kıymetinin ne kadar büyük olduğunu anlatması içindir.
Sabah namazını vaktinde kılın cemâat!.
İçinizde kılanlar var. 30 senedir kılanlar var ben emînim. Onu suratından, burnunun üzerinden anlarım ben. Doktorum ben anların onu!.
Sabah namazını kaçırmayın!. Sonra o kadar da geciktirmeyin!.
Hanı İmam Efendiler söyler: “Efendim biraz geç gelelim!.””
“ALLAHuekber!.” dedi mi kıl namazını.
Ne kadar erken kılarsan o kadar iyidir. Çünkü güneş doğuncaya kadar Tesbih Zamanıdır. Kapanıyor oralarda dua et işte oralarda.
“İste diyor işte kulum gece karanlığında beni bulursun. İstediğini o anda veririm!.” O an, o an işte O!.
Müslüman, bahar rüzgarı gibidir bahar rüzgarı. Bir yerde durmaz. Fırtına yapmaz. Bütün gülistanı dolaşır.
İslam dâima seferdedir oğlum seferde!. Hicret de budur.
Lâkin arkadaşlık, uhuvvet bâkidir. İşte o kadar daha açıklayamam!
“Niçin?” diye sorma!.
“Bilmiyorsun da söylemiyorsun!” deme!.
Bilmezsem yatıp kalkmam. Bunları da söyleyemem!. Neler biliyorum ben ama söyleyemem. Kafamı vursan bile!.

13 küsur asırdır bütün ibâdet mekanı câmilerin, bu mescidlerin duvarı içinde mihrab isimli bir oyukla yüzlerini kendisine bağladığı milyonlarca mü’minin şimâl, cenüb, şark, garb her taraftan ona göre ayarlanarak istikametinde divan durduğu bu ESRARLI NOKTA nedir?
Bu işte sabah namazı ile güneş doğarken insanın kulağına fısıldanır o NOKTA nedir?.
Bütün melek, cin ve mahlukatın SECDE NOKTASI orası. Nur-u İlahînin esrar Adesesi. Bütün İlahî feyz ve ışıklarını bir noktada toplayan ve yeryüzü perdesine aksettiren yer, nedir oğlum?
İşte ORAsı!.

Eskilerden birisi demiş ki:
“O divanda açılır perdeler ötenin ötesinde
Sûret-i Rahmân görülür o yerin ötesinde!” demiş.

Onun için KÂBE’ye dön!. Kahvede otururken bile Kâbe’ye dön!.
Dedelerimiz asırlardır bu divana durduklarından dünyaya fethetmişlerdir. Bereket içinde ömürlerini çürütmüşler.
Dedelerimizin evlerinde helâların yapılışı bile Kâbe’ye arkaları gelmesin diye çok dikkat ederlermiş. Ben eski evleri bilirim!. Sizde bilirsiniz, “hürmetsizlik olur” diye.
Şimdi bunları düşünen olmadığı gibi Kâbe’ye insanı, insanî yüzünü çevirenlerin bile sayısı yok.
Bereket, sıhhat, dirilik, ilim, derece, makam insan bu NOKTAya ta’zim ile kazanır.

Bir KITMİR denilen bir köpek vardır hani Kur’ân-ı Kerimde. Ashab-ı Kehf... Yemlinâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernuş, Debernuş, Şâzenuş, Kefeştatayyuş, KITMİR...

O Kıtmir denilen köpek ne kadar koşarsa koşsun, kıçını kâbe’ye çevirmez!.. Böyle yan durur, böyle yan durur!
Siz kendi kendinize dikkat etmiyorsunuz, köpeğe nerde dikkat edeceksiniz!.
Tarlalarınızı yonan köstebek yuvasına bakın, ne tarafa doğru?
“Şu tarafa doğru!.””
Ulan git bak ne tarafa doğru!. Hiç farkında değilsin!.

Kâinat bir edeb bir nizam edeb içindedir. Hiç kimse farkında değildir.
Ta’zim Hududuna evvelâ Cesedî Ta’zim ile gidilir. Bu Ta’zim Hududuna Cesedî ta’zim.
“Cesedî Ta’zim nedir?””
Cesedini temiz tut!. Midene haram lokma sokma!..

Cesedi ta’zimle tut! Cesedini temiz tut! Midene haram lokma sokma! Helâl yolunda yürü! Her an abdestli bulun!
Dâima abdestli olana şeytan katiyen yanaşamaz.
Burada şeytanın işi yok câmide, hepimiz abdestliyiz.
Çok uyuma! Mideni çok doldurma! Bunlar hep cesedî ta’zimdir.
Dilinden şükrü bırakma! Belâlara sonsuz bir sabır göster! Kızma!
Tövbe ve istiğfar fırçasıyla durmadan kaşağılan! Fırçala üstünü!
Güler yüzlü ol! Büyüklere hürmet et! İ’timat et! Küçüklere şefkatli ol!
Hayvanlara, nebatlara karşı sonsuz bir merhamet göster! Giderken dalı koparma!
“Efendim hamam böceğidir” diye “rab!.” diye ayağınnan ezme!.
ALLAH’ın mahlukudur. Hayy taşıyor. Hangi selâhiyetle bilmem ne!.
“Küllün muzırrın yüktelun!””
Ulan hamam böceği sana ne yaptı?
Kurt, atlar üzerine seni boğacak o zaman öldürürsün onu.
Amma sen onlara hürmet edersen kurt yanından gelip geçer sana bir şey yapmaz.
Çocukların elinde kuşlara “Pıt!. Pıt!.””
Şimdi bir serserilik daha oldu haaaa herkesin elinde bir kamış dere kenarında. Şu kadarcık bir balık!.. Haydi eeee tut, on tâne tut.
Ulan o ne olacak. Bişerken su olur o.
İşte bunlar, ALLAH’ın mahluklarına eziyyettir oğlum!
Bunun babası anası yok mu o serseri çocuğun, kırsın o kamışı.
Bu serseriliği de devâm ettirmek için de balıkçı dükkanları, bilmem efendim ağlar, yok iğneler, yok rezâletler çıkıyor.
Bırak balığı gitsin! Yemesen ne olur onu!
İlla alacaksın onu yiyeceksin o iki lokmaynan onu, miden 4 saat sonra afedersin onu maddi galileye çevirecek.
O halde vücudun afedersiniz, sümme hâşâ sümme hâşâ “bok”” i’mal ediyor vücudunuz!. İnsan pislik imal etmek için gelmemiştir dünyaya.
“Efendim açlıktan ölürüm!.”
Ölmezsin ALLAH yaşatır insanı!.

Ümmü’l- Hasan. Hasanın anası, “ÜMM” ana demektir.
Bağdadlı mübârek bir velî kadın. Bağdadın en zengin ailesine şey. Hiç kimseden bir lokma istemezmiş.
Buyurun. Hikaye değil, menkıbe de değil hakikat.
bir kulübede aç susuz dururmuş. Bulursa yer, bulamazsa yemezmiş.
Bütün aile efradı zengin hep kapıda geziyorlar: “Emret demiş sana her şeyi verelim!.”
“Ihhhııııh!” “
Gitmişler zamanın Gavsuna: “Yâ Gavs. Senin sözün geçer Ümmü’l -Hasan’a git söyle de, bir şey verelim buna!.” demiş. ”
Gelmiş Ümmü’l- Hasan’ın yanına Gavs: “Selâmün Aleyküm!.”
Hasan’ın anası Ümmü’l –Hasan: “Aleykümüs selâm Yâ Gavs!.””
“Yâ Ümmü’l- Hasan bak ne hale geldin. Bir et, deriden bir kemik kaldın!” demiş. “Bak akrabaların sana helâl lokma getiriyorlar ye bunları!.” demiş. ”
“Ben öyle bir derde giriftar oldum ki demiş. Ben bütün kâinatı yakarken Kadir-i Mutlaktan bir parça ekmek istemeye utanıyorum!” demiş. “Bu zayıf kuldan mı isteyeceğim!.” Demiş.”
Biz: helâ böcerekleri gibi dalkavuk: “Eeeeheeee Mehmet Bey! Haaa Hasan Bey, Murat Bey. Neeee efendim heeeeee!””
“ALLAH nerde oğlum?..”
Kafan dik olacak. Güler yüzlülükle...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için, hiç kimse kendisine, parasına, arabasına şuna buna güvenmesin âyet-i kerime var, Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e inen diyor ki: “Yâ Resûll! Sende öleceksin. Onlarda ölecekler.” diyor Cenâb-ı ALLAH.
Dünya hiç kimseye kalmaz yalınız ALLAHla olmaya bakın! ALLAHla olmaya bakın!.
“ALLAHla nasıl olunur?””
Şimdiye kadar öğrenmediysen “tühhh!..” yüzüne be!..
İşte burada secde!.
ALLAHla olanı hiç kimse korkutamaz. Ne cin, ne peri, ne yılan, ne aslan.!
Aşşağıda çiyanlar yılanlar bile yanına yanaşamaz. Cesedine toprak bile dokunamaz Öyle insanın mezarda iken sual melekleri geldiği zaman iltifat ile böyle onun önünde dururlar. Suala cevabı ister verir o adam ister vermez! Yaaaa öyle edeb ederler ondan!..

O demin ki, Hazreti Halvanî isminde bir zât-ı muhterem Velîyullah.
Heybesi omuzunda seyahat ediyor. Çölde gidiyor. Akşam olmuş. Yatsı olmuş. Demiş “artık yürümeyim” Ayda çıkmış böyle.
Koymuş bir kum şeyinin yerine heybesini, kırbasını çıkarmış.
Bir abdest tazelemiş. Yatsıyı kılmış. Selâm vermiş.Tam yatacak.
Bakmış ki etraftan: “Uhuuuuu!” sesler mesler!.
“Ulan ne oluyor?.””
Aslanlar, kaplanlar, şey bir sürü vahşi hayvanlar gelmiş etrafına toplanmışlar böyle. Hayal değil rüyâ da değil. Hazreti Halvanî yalan da söylemez.
Bakmış aslanlar: “Huuu! Muuu!””Yılanlar felân.
“Herhalde demiş ben bunlardan korkmuyorum yahu belki ALLAH beni korkusuzluk makamına çıkardı!” demiş.
“Bismillâhirrahmânirrrahîm!” demiş yatmış uyumuş.
Kalkmış sabah vakti. Abdest almış güzelce. Kılmış namazı. Güneş çıkmak üzere almış şeyine.
O hayvanları ite ite ite, koyun sürüsü gibi ite ite çıkmış dışarı.
En sonunda da bir Aslan şöyle duruyor. Ona da bir suratına vurmuş hiç aldırmıyor!.
Bir saat gittikten sonra güneş epey bi yükselmiş. Bir dere kenarına gelmiş. Terlemiş. Omzundaki heybeyi şey etmiş, sıvamış kollarını.
Demiş ki: “Şurada ellerimi bir yıkayım!.”
“Yıkayım!” derken: “Pırrrr!” iki tâne serçe.. Bizim Halvanî “Küttt!” diye düşmüş bayılmış.
Birazdan kendine gelmiş. Yüzünü yıkamış. “Yâ Rabbi!” demiş. “Ben demiş Akşam aslanların içinde hiç korkum yoktu demiş. İki tâne serçeyle nerdeyse ölecektim korkudan!” demiş.
Serçelerin gittiği yerden telsiz gelmiş içine, telsiz!.
“Nasıl telsiz?””
Ulan bunun telsizi burda öğrenilir. Öğrendikten sonra onun ismine “telsiz” denir.
“Yaaa Halvanî demiş gece bizimle beraberdin de korkmadın!” demiş. “Gündüz nefsinlendin!” demiş.
İnsan kendinnen olduğu zaman sinekten bile korkar.
Kendinde olmadığı zaman, alevin içine girer.

Geçen hafta Ankara’daydım, kızımı görmeye gittim bir haftalığına.
Diyânet işleri Reisi ricâ etti. Hacı Bayramda bir vaaz ettim orda, 2 saat.
Bu müftüler de gelmişti. Türkiye’nin bütün müftüleri toplanmış, 150 kadar da varıdı. Gitmiş demek ki şeyi.
Bir yerin bir müftüsü çıktı, oturduk namazdan sonra Hacı Bayramın dışında oturduk. Dıyânet İşleri Reisine dedi ki: “Efendi Hazretleri!” dedi. “Biz dedi bir çok hocalardan, profosörlerden, âlim, işte mühendislerden, doktorlardan bazı sual soruyorlar bize!” diyor.
“İşin içinden çıkamadık. Diyânet işlerine yazdık diyor ordanda bir cevap gelmedi!” diyor.
“Müsaade ederseniz” dedi. Benim için, “Doktor Beye soralıım!” dedi.
“Hay hay sorun müstefid olursun!” dedi.
“Nedir o Hoca Efendi, Müftü Efendi?” dedim.
Dedi: “Efendim. Ayda yıldızlarda insan, canlı varmıdırrr, yok mudurrr?” dedi.
“Bunun için âyet-i kerime yok!” dedi.
“Kur’ân-ı Kerimde âyet-i kerime yok. Hadisi Peygamberi de yok” dedi.
“Hadisi peygamberi yok mu?” dedim..
“Yok!” dedi. “
“Âyet-i kerime de mi yok?
“Yok!””
Eski Diyânet İşleri Reisi Nesuhî Efendi de ordaydı. Âlim adamlar bunlar.
“Yok mu dedim Efendim?””
“Yok!” dedi.
“Var be!. Var!.” dedim.”
Şimdi hepisi: “Ulan bu herif atıyor mu, yalan mı söylüyor? Ne oluyor?” diye bakmağa başlâdilar.
“Ne bakıyorsunuz?” dedim âyet-i kerime var!”
Herifler şaşırmadı, şamşurdular. “Lâ havle velâ kuvvete.””
İşte tefsirci, tefsir yapan adam, hafızlar var Ankara burası, bura değil.
“Nasıl olur Efendim?””
“Var dedim yahu!””
Cebimden çıkardım bir beş kuruuuuş.
Bak şurada bir civata var iskemlinin kıyısında bu civatayı çıkarmak için tornavida lâzım, var değil mi.
“Tornavida neye yarar?” derseniz bir çocuğa: “Efendim civatayı çıkarma çıkarmak için!” der.”
Bak dedim burda para dedim bak. Aha bununan da çıkar. Çıkıyor mu?
Ama bu cıvata değil dedim.
“Ben şimdi size âyet-i kerime söyleyeceğim bunan ayda insan olmadığını, hayvan canlı mahluk olmadığını anlayacaksınız!” dedim.
“Söyle bakalım” dediler.
“Acele etme yaaav. Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in mu’cizesine inanır mısınız?” dedim.
“Âmennâ ve saddekna, inanarız!””
“Mu’cize-yi Peygamberiyeye inandınız mı?””
“Hay hay âmennâ ve saddeknâ!.”
“Ay ikiye ayrıldı mı?””
Ay böyle. Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem mübârek parmağını uzattı.
Çünki, Cenâb-ı ALLAH kudretini insanlar muhatab olduğu için insan tarafından gösterilir.
Hazreti Musa Bahr-i Ahmere vurdu ikiye ayrıldı biliyorsunuz.
Musa’nın Asâsından Kudret-i İlahîye tecellî etti.
“İkterebetis sâatu ven şakka’l- kamer””
Vaktaki saat geldi.
Cenâb-ı Resûll parmağını uzattı. Ay ikiye ayrıldı. Böyle ayrıldı.
Gözler önemli değil.
Mu’cizeler dâima Sunnetullah içinde olur.
Sünnetullah dan dışarı olmaz.
“Ay Sünnetullah nedir?” “
Bütün fizikî, kimyevî, meorolojik bütün hadise. Bunların içinde olur.
ALLAH bir an için o nizamı bozar kudretini gösterir orda, yani görülür.
O halde ay tamamıyle ikiye ayrıldı böyle. Yani öyle göründü değil.
Birinci âyet bu mu?.
“Buu!”
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet”
ALLAH kulun tahammülünün fevkinde korku, eziyet, şu, bu taşıyamayacağından fazla yük vermez insanlara.
Doğru mu bu âyet-i kerime de?.
“Doğru!””
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ”
Cenâb-ı ALLAH zâlim midir? Erhamer Rahîmin midir?
“Erhamerrahîmindir.””
Erhamerrahîmin olduğuna nazaran ayda canlı mahluk olaydı Cenâb-ı ALLAH celle celâlihu:
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ” “
Onların tahammülü ay ikiye ayrılır hepsi çıldırırlar.
Zâlim olmadığı için yine ayı ayırmıştır.
Eğer mahluk olaydı, Cenâb-ı ALLAH ayın ikiye ayrılma mu’cizesini başka bir yerde yapardı o halde bunlara göre var mıdır yok mudur ay da şey?
“Yoktur!.””
Diyânet İşleri Reisi kalktı. Sarıldı bana vayy oğlum Allah razı olsun dedi ağlamağa başladı.
Öteki Müfti Efendiye dedim: “Müftü Efendi âyet-i kerime var mıymış” dedim.
“Var dedi Doktor Bey ama bizim gözlerimiz bulamamış!””
Ulan her gün okuyoruz ya..
Yahu Şeyi, Amene’r- resûlude her gün: “Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ” ”
Yâ Erhamerrahîmin.

O halde oğlum hepinizde var oğlu amma kâl ü gıll ile zımbırtıyla uğraşıyoruz.
Secdeyi sehv lâzım mı değil mi?
Yok efendim burda böyle miymiş.
Ulan öyle diyeceğine secdeden kafanı ayırma!
Onun için azîz Müslümanlar, hepinizin kalbinde Nur-u Resûllullah vaaar.
Bütün kâinat Nur-u Resûllullah ümmetine şey etti.
Salavatı şerife getirin!
Midenizi helâl lokma koyun! Çok yemeyin!
Çok uyumayın! Gece namazına kalkın!
İlla ve illâ abdestsiz yere basmayın!
Şimdi çıktın sıkıştın abdeste gittin değil mi?
Hemen abdest al ondan sonra çık dışarıya.
Hele bir devâm et buna. Ulan nesi var bunun yav.
Yolda bozuldu çeşmeye var 100 metre.
Geç duvara. “Şak! şak!.””
“Deli” desinler sana sokakta bu herif duvarda ne yapıyor diye.
Teyemmüm ettik. Belki yolda geberir insan.
Dâima abdestli gezmek demek: “Yâ Rabbi ben abdestsiz ölmeyeceğim!” demektir. İnat edeceksin inat.
İnat etti mi Allah diyecek: “Ulan benim ne mübârek kulum. Bennen inat ediyor. Hadi bağışladım!” sana derse tamamıyla abdesti olursun.
Bakma başkalarına sen kendine bak sen kendine bak.
Allah cümlemizi islah eylesin!.

Biraz da dua edelim.
Çünkü ben bu gün 3 kişinin midesi patladı, 1 kişinin de bağırsağı dolandı. 4 tâne ameliyat yaptım.
Şimdi bir bağırsağı dolanan daha var onu da yapacağım.
Onun için çok yoruldum.

Âmiiiin!
Yâ Erhamerrahîmin!
Bizi yolumuzdan şaşırtma!
Bize sabır ihsan eyle!
Kanaat hasletlerimizi takviye eyle!
A’mâlimızı kabul eyle!
Her şeyi hakkıyla duyan, kemâliyle bilen Sensin!
Bizi cehennemden koru!
Hatalarımızı bağışla!
Rızıklarımızı helâl yoldan nasib eyle!
Bizlere sıhhat afiyet ve dirilik bahşeyle!
Rahmetini ülkemizden esirgeme!
Sen her şeye kadîrsin!
Memleketimizi her türlü afattan masun kıl!
Yâ İlahî Kudret-i Kemâlinin aşkına!..

Es selâtü vesselâmu aleyke Yâ Seyyidî Yâ Resûlullah!
Huzbiye’dîhi kad tâkat hilleti edrikni yâ Resûlullah!.

Huve’l- Habibullezi turcau şefâatuhu bi küllî havlin mine’l- ahvâli muhtelin.
Subhâneke Yâ Allâm taa aleyke Yâ Selâm!
Ecirna min nari ve bi abdike Yâ Mücîr.
Allahümme ente’l- Mennan Bediü’s- semâvati ve’l- ardı ze’l- celâli ve’l- ikram!
Yâ Hayyu Yâ Kayyumu Yâ Allahu Celle Celâlehu!.

Bize Nur-u MuhaMMedi Havzında yıkanmak nasib eyle!.
Bize kadar uzanan Resûlullah’ın yüzünü, nurunu kalb penceremizi açarak bize göstermeyi izin ver Yâ Rabbi!.
Yarın mezarda sual meleklerini bize iltifatla karşılat Yâ İlahî!.
Cehennem azabından koru Yâ Rabbi!.
Son nefesimizdeki buyurun: “Eşhedu ellâ ilâhe İllallah ve eşhedu enne MuhaMMeden Abduhu ve Resûluhü Kelime-yi Tayyibesiynen bize çene kapatıp Resûlullah Efendimize kavuşmak müyesser eyle Yâ Rabbi!.
Lillâhi’l- Fâtiha.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

SOHBETTE GEÇEN.:

Resim
Tellal: Dellâl. İlân edici. Yüksek sesle bildiren. Müşterileri çeken. Dâvet eden. Hakka dâvet eden.
Zelil: Sürçüp düşen. Yanılan.
Haşere: Yabani arı, böcek, akrep ve yılan gibi zararlı mahluk.
Kıyam: Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. Ayaklanmak. İsyan. Ölümden sonra tekrar dirilmek. Bir işe başlamak, devâm etmek. Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma. Canlanmak. Kıyâmet günü (mânâsına da gelir). Namazın iftitah tekbiriyle rüku arasındaki ayakta durma kısmı.
Hıfz: Saklama. Koruma. Siyânet. Muhafaza. Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak.
Latife: Hoş söz. Şaka. Mizah. Söz ile iltifat. İnsanın çok ince ve hassas olup kalbe bağlı bir duygusu. (Mukabili ciddiyettir)
Semi’’ Allahulimen hamideh: Allah celle celâlihu Hamdedeni duyar.
Maazallah: Allaha sığındık. Allah korusun.
Nizam: Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide. Bir işin sebat ve kıyamına medâr, sebep olan şey ve hâlet.
Basîret: Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsîyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat. İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.
Emîn: Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. Kendisinden korkulmayan. Kendine inanılan. İtimat edilen. İnanan, güvenen. Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.
Vahdaniyet: Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri olan zât demektir.
Sünnetullah: İlâhî kanunlar. Kanun, âdet. (Bak: Âdetullah)
Âdetullah: (Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" yerine "tabiat kanunu" demek yanlıştır.
An-ı vahid: Bir an..
Kerâmet: Allah (celle celâlihu) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zâtların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. Bağış, kerem. İkram, ağırlama.
Muhacır: Göç eden, bir memleketten kalkıp, başka bir yere yerleşen. Mc: Allah'ın yasak ettiğinden uzaklaşan.
Cünüb: Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburîyet hâli. Irak, uzak, baid.
Gusl: Gusül. Boy abdesti. Temizlenmek. Maddi, mânevi temizlik için şartları dahilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir.
Adese: Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe yarayan dürbün veya mikroskop camı. İçinden geçen paralel ışınları düzenli bir biçimde birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran, camdan veya ışık kırıcı herhangi bir maddeden yapılmış, genellikle küresel yüzeylerle sınırlanmış saydam cisim, adese, lens.
Feyz: (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. İlim, irfan. Mübâreklik. Şan, şöhret. İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su.
Muallakat ı Seb’a: (Yedi askı) Kur'ân henüz nâzil olmadan, câhiliyet devrinde meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe'nin duvarına astıkları yedi meşhur kaside. Şairler, jüri huzurunda şiirleriyle yarışırlar ve yıldızı parlayan şiirler, Kâbe duvarını süslerdi. İşte Muallakat'ı Seb'a, bu yedi şiirin adıdır... Yedi başyapıt!...
Ashâb-ı Kehf: Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahîmlerine (celle celâlihu) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, Debernüş, Sâzenüş, Kefeştatâyüş. Kendilerine sâdık köpeklerinin adı da Kıtmir'dir.
Ta’zim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Ta’zim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Müstefid: (C.: Müstefidân) İstifade eden, fayda gören, faydalanan.
Havl: Potansiyel Güç. Kuvvet
Allâm: En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)
Mennân: İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok ni’met veren. (Allah)
İltifat: Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. Dikkat, itina
Tayyibe: İyi, hoş. İyi davranış. Temiz. Hazreti Peygamber'e (sav) Cenab-ı Allah (cc) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
Mütemâdiyen: Devâmlı sûrette.
Re’s: Baş, kafa. Tepe. Uç. Başlangıç. Reis.
Cebhe: Yüz, ön taraf. Harb sahası. Muharebe edilen yer. Alın. Bir binanın veya o cinsten bir şeyin ön tarafı.
Rencide: f. İncinmiş, kırılmış.
Gaide: Necaset, neces, insan pisliği. Çukur yer. Düz ve geniş yer.
İ’mal: Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. Kullanmak. Zabt, idare ve hâkimlik etmek. Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.
Kâl ü gıll: kötü, çirkin ve boş konuşmalar.
Masun: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. Salım, sağlam.

Resim

“Küllün muzırrın yüktelun: Her zarar veren (hâşâratı) öldürün!” (Hadis-i Şerif)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Beş tane hayvan "fasık"dır ki, Mekke'nin harem bölgesinde de öldürülebilir. Bunlar; fare, akrep, karga, çaylak ve yırtıcı köpektir." buyurdu.
(Buhârî, Bedu'l-halk, 16; Müslim, Hac, 9: 66-72).

Bir rivayette: kişi ihramda da olsa bunları öldürebilir..
Bazı rivayetlerde yılan da vardır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin : “El kahkahatü minel şeytan et tebessümü miner rahman: Kahkaha şeytandan tebessüm rahmandandır.”
(Şeyh Esad Erbilî, Kenzü’l-İrfan)

Resim

وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
“Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve yâ semâu akliî ve gîda’l- mâu ve kudıye’l- emru vestevet ala’l- cûdiyyi ve kîle bu'den li’l- kavmi’z- zâlimîn: (Nihâyet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: “O zâlimler topluluğunun canı cehenneme!” denildi.” (Hûd 11/44)

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ
“İkterebeti’s- sâatu ven şakka’l- kamer: Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı.” (Kamer 54/1)

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih (bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn: Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla!”” (Bakara 2/286)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
“Vucûhun yevme izin nâdıreh: O gün yüzler ışıl ışıl parlar.” (Kıyâmet 75/22)
إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
“İlâ rabbihâ nâzıreh: Rablerine bakacaklardır (O'nu göreceklerdir).” (Kıyâmet 75/23)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Ya eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebîyyi ve lâ techerû lehu bil kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn: Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkın avarmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât 49/2)

إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
“İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn: (Yâ Resûlüm) Elbet sen öleceksin ve elbet onlar da ölecekler” (Zümer 39/30)

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
“Ud'û rabbekum tedârruan ve hufyeh (hufyeten), innehu lâ yuhıbbu’l- mu'tedîn: Rabbınıza yalvara yalvara ve için için dua edin ki her halde o haddi aşanları sevmez!”” (A’raf 7/55)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim

HAŞYETULLAH!.

Azîz Cemâat.
İmam Efendi yine mihrabiyede güzel mihrabiye okudu.
Son kısımlarında, Allah’ın Rıza Yolunda, Resûlullah’ın çızdığı Trafik Yolunda düzgün gidenler ve Secde-yi Rahmâna başını Hulus-ii Kalb ile koyanlar için Allah ondan razı olduğunu bildiriyor.
Ve onlara altından ırmaklar akan cenneti nasib ediyor.
“Cennette huriler varmış, cennette yemekler varmış, cennetler şunlar varmış. Cennette her istediği olurmuş!””
Bunları aklınızdan silin!. Cennette Cemâlullah vardır.
“Vucûhun yevme izin nâdıreh. İlâ rabbihâ nâzıreh”
Alnı temiz olanlar Resûlullah’ın çızdığı yol üzerinde gidenler,
Allah’ın rızası peşinde koşanlar da insanların kendi içinde bulunan. “Vucûhun yevme izin nâdıreh” demek her insanda Nur-u Resûlullah vardır.
O Nur-u Resûlullah’ı; biçimini, hünerini, usulünü bilip, alnında onu Fener haline getiren adam demektir.
Ancak Cemâlullah, Nur-u Resûlullah’la görülür.
Onun için bu secdede o fener nasıl yakılır.
O onun için âyet-i kerimede: “Vucûhun yevme izin nâdıreh. İlâ rabbihâ nâzıreh” ”
Alnındaki Nur-u MuhaMMedi Fenerini yakanlar "“ilâ Rabbiha nazira”" Allah’ını göreceklerdir.
“Nereden?””
Cennetten!”. Cennette değil haaa!.
İslamdaki lakırtı Resûlullah’ın sözleri, Allah’ın kelâmı konuşulurken çok dikkat etmek lâzımdır insan sevab yapayım iyilik yapayım derken derhal esfel-i safiline yuvarlanır.
“Cennetten” görülecektir.
“Cennette” dediğiniz zaman, salaklık edersin. Cennete mekan verirsin, tam küfre girersin.
Onun için İslam dâima akıl süzgecinden akıl filitresinden söyleyeceğini süzecek, ondan sonra konuşacak. İslam geveze değildir.
Dâima İslam yavaş konuşur, karşısındakinin duyabileceği şekilde.
“İnnallâhe yuhibbi'l rakîkı'l savt: Allah yavaş konuşanları sever” diyor Cenâb-ı ALLAH celle celâlihu, Hadis-i Peygamber. Hadis-i Peygamberisin de.
“Ya eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebîyi”
Sesinizi Resûlullah’ın sesinden fazla yükseltmeyiniz” buyuruyor Âyet-i Kerimede.
“Ud'û rabbekum tedârruan ve hufyeh” hep âyet-i kerime bunlar.

Dua ederken, dua etmek demek, Allah’nan senli benli konuşmak demektir. Senen konuşurken yavaş konuşur.
Onun için İslam konuşurken: “Hasan efendi nasılsın?” deme (sertçe deme!.)
“Hasan efendi nasılsın” de!. (yumuşakça de!.)
Çünki, karşındaki Nur-u Resûlullah’ı taşıyor.
Hayy Esmâsı onda. Allah’tan bir parça var onda. Allahla konuşur gibi edeb içinde konuşacaksın.
Bağıra bağıra bir insanla konuşursan o adam kızar: “Ben sağır mıyım?” der.
Çünki Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz bir taraftan ses geldiği zaman mübârek re’slerini-baş-ı mübâreklerini çevirmezdiler. Bedenen dönerdiler.
Bu gün radar istasyonunda, radarı almak için o pervâne mütemâdiyyen geldiği cebheye dönüyor.
Fırıldak bile rüzgara, şeye dönerse dönmeğe başlar.
Kayık, rüzgara değil bu tarafa doğru gider. Yahutta yelkenini ona göre ayar edeceksin.
Bazı budalalar vardır, İslama hucum etmiş: “Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin boynunda ara sıra romatizma varımış da baş-ı mübârekelerini çeviremezmiş!.””
Hayır öyle bir şey yok!.
Ses gelen taraftan muhakkak Hayy Esmâsını taşıyan, Nur-u MuhaMMedi olan, içinde Allah parça olan bir insandan geldiği için ona hürmeten vücud-u mübâreklerini dönerdiler.
Onun için kafanızı öteye beriye hokkabaz gibi çevirmeyin!.
Biri sizi çağırdığı zaman dönün: “Buyurun efendim!.”" İslam yavaş konuşur.
İslamda kahkaha yoktur!.“Haaa haa haa!” yoktur!
“El kahkahatü’l- mineşşeytan el tebessümü min Allah.””
Kahkaha şeytandandır, yani nefistendir. Tebessüm ise Allah’tandır. Resûlullah Efendimiz yalınız tebessüm ederdi.
Tebessümün biraz daha fazlası Arapçada “dahakk” derler, dahakk, yani sırıtmak.
Kahkaha İslamın işi değildir.
“Haahahahaaaa çatladık, şeyden efendim gülmekten!””
Çok halt ettin, birisi bir şey söylemişte patlamış gülmekten.
“Niçin efendim fazla gülmek şeydir?””
İslam men etmiş!.
“Günah mıdır?.””
Hayır efendim günah değildir. Resûlullah sevmiyor.
“Resûlullah’ın sevmediğini yaparsan ne olur?””
Bir şey olmaz Mübareği rencide edersin.
O’nun rencide olması sana bir azab getirmez amma sende bir edebsizlik olur.
Hele Allah Korkusundan “Allah seni cehenneme atacak!” diye o korku değil. O salakların korkusudur.
“Aman cehenneme girmeyim!” diye namaza gelen. Öyle namaz olmaz!.
“Acebâ Cenâb-ı ALLAH’ın sevmediği, bilmeden bir iş mi yaparım!” diye korkudur, Allah Korkusu.
Allah’ı çok sevmekten ileri gelen. Yani sevgiden ileri gelir.
“Bu yaşı ben yere dökmem!” diyor Cenâb-ı ALLAH Yeri mahvederim.” diyor Hadis-i Kudsîde.
Onun için Azîz Cemâat gece vaktı.
Bir hadisi kudsî de Cenâb-ı ALLAH diyor ki: “Gece vaktı Benden isteyiniz!.”
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

HAKk ÂŞıKLar ALNı AKLar
->İÇimde ÇIĞLık>ESiYOR!.
ÇILdırdı ÇIKtı->AHmakLar
HERkes>KÖKünü kESiYOR!.

ZamÂNsız MekÂNım Hocam
SıRR-ı SıRf SULtÂNım Hocam
->“EMÂNET”in->“EMîN EL”de
“HİZMET”teyİZ CÂNım Hocam!.

ZEVK 8257

KEŞİŞ DAĞ’ın ESeN YELi ->GÖKte GEZen BULut AYNı
İnsÂNLar BİLdiğin GiBi!.. ->KORKu AYNı!. UMUT AYNı
TAM TEMMUZda KARAKIŞa
->HAYVANın ALA’sı->DIŞa
->İnsÂNın ALA’sı->İÇe! ->SOYUT AYNı->SOMUT AYNı!.


09.07.17 19:08
brsbrsmm.. tktktrstkkmdfigÂNnn..


KALLEŞLer KIRdı BELimiz
HALKından ÇEKtik>ELimiz
BIRAKtığın YERden HAKk’a
->HASBî HİZMEt EMELimiz!.


Resim


İnsânı ->İNSÂN ->İNSÂN EDeR!.
MüNiR DERmÂN kaddesallahu sırrahu..

RÛHun EBeden ŞÂD OLsun RAHmet DOLsun AzÎz DermÂN Hocam kaddesallahu sırrahu..

Resim

Hocamın SOHbetine DevaMmm..

Fizilâmü’l- leyl utlubu Fi’z-zilâm, Ene Deyyan!.:
Gece vakti Ben, istediğinizi O ÂNda veririm!.
Herkes gece uykuda aleverada daleverede, Sen uyumazsan kapı boşalır oğlum boşalır.
Daha erkenden gidersen şeye, İstasyonda birinci mertebede bulunursun. Onun için gece vakti gözyaşı dök!
“Ulan ne döküyüm?.” “Heee!. Hee!.” mi ağlayayım?”
Hayır efendim!. Kıl iki rekat namazı: “Yâ İlahî şu azametine bak!. Şuna bak!. Buna bak!.””
Zâten bu günkü dünyada Allah’ı inkar kapıları tamamen kapanmıştır.
Bakma o zırıltılara. “Efendim sonumuz bişey değil!””
O haberi olmadan. O korkusundandır, bir şey yapamadı şimdiye kadar, aşağıda tokmağı yiyecek ondandır onun korkusu.
“Bunları kim yaptı efendim?.”
Cenâb-ı ALLAH yaptı!.”
Hâşâ sümme hâşâ!. “Ulan, durup dururken nasıl olur? Allah nerden oldu?” Sümme hâşâ?.””Değil mi insanın aklına gelir.
“Bu kuvvet nasıl oldu. Emrediyor: “Şu olsun!. Bu olsun!.” O, nerden aldı bu kuvveti?””
Haaa O, nerden aldı biliyor musunuz? O âhirette belli olur. Bu akılnan o belli olmaz âhiret aklıyla. Allah bu kadar akıl vermiştir bize. Onu keşfedemeyiz.
Eğer aklını örselersen, tekmeler seni: “gümmm!.” diye aşağıya gider.
O taraf iman süzgeci ile iman yoluyla şey eder.
“Buna ermiş adamlar var mıdır?.”
Heeey dolu, dolu!. Belki içinizde de dolu!. Bunlar, kendilerine belli etmezler. Beyhude bu başınızı secdeye koymuyorsunuz.
Haberi olmadan insan Velîyyullah olur. Aklı ermez ona da farkında değildir kendisinin. Bırak gitsin onu!.

Bir gün Hacı Bayramı Velî Hazretleriynen, alay ederlermiş kendisiynen, Büyük Velî.
Bu Türk diyârında dört tâne büyük velî vardır. Allah şefâatlarına nâil eylesin. Kendileri, ismi velî değil haaa!.
“Ben Velîyullah’ım!” diye ilan etmiş herif.”
Radyoda gazetede, mazâtede: “Ben Velîyullah’ım ne zannettin!” demiş. Böyle herifler.
Hacı Bayram-ı Velî, Hacı Şaban-ı Velî, Hacı Bektaşı Velî, Beyazıd-ı Velî, Yavuz’un babası. Padişah..
Bunlar Velîyullahtır.. Allah şefâatlerine nâil eylesin. Şakası Yok!..

Hacı Bayramı Velî’yle alay etmeye başlamışlar.
“Bu da Velîdir, melidir mi işte!.”” Çünkü insanlarda hased vardır.
“Yaa Velîyim ne zannettin!” dedi adam.
60 Sene başını secdeye koymuş adam. Herkes uyurken o namaz kılmış, ağlamış durmuş. Senilen bir olur mu, ne zannettin.
“Bende efendim okuyum duruyum!.””
Yoooo kolaydı!.. Kazın ayağı ya öyle değil.

Hacı Bayram-ı Velî câmiden çıkıyormuş.
“Ulan şununlan bir alay edelim!” demişler.
Allah’ın Velîsiynen şaka olmaz!. Hiç şakaya gelmezler bunlar!.
Bir cenâze. Zamanın Kadısının kardeşi. Tabuta koymuşlar. O câmide iken musallaya koymuşlar.
Hacı Bayram-ı Velî çıkıyor.
“Efendi Hazretleri burda bir cenâze var. Namazını kılar mısınız?” demişler.
“Hay hay efendim kıldırıyım!” demiş. Gelmiş mevtanın önüne. Bakmış ki arkaları dolu cemâat.
Şimdiki gibi getirirler.. “Felân bey öldü!.”
”Çiçekler miçekler!. Getir çiçeğini koy oraya!. Hacı yobazlar kılsın namazı!.”
Onlar çekilirler bir tarafa. Şöyle dururlar. Hadi Ötekiler de: “Allahuekber!.” der namaza.
Bu bir nev’i demezler öyle ya, ceseden.. “Ulan şu yobazlar kılsın biz niye kılalım?.” gibi..
Mâdem kiiii namazını kılmıyorsun. Niçin cenâzeni namazını kılmadan defnetmeye cesaret edemiyorsun?!. Bu rezâlettir!.…
Öyle yoktu o zaman. 400 kişi katılmış.. Hacı Bayram-ı Velî şöyle bir dönmüş: “Efendiler diri niyetine mi kılalım ölü niyetine mi?” demiş.
Kadı, arkadan demiş ki: “Efendi Hazretleri hiç dirinin namazı kılınır mı gâyet tabi ölüdür!.” demiş.
“Ölü niyetine Allahuekber!.” demiş.
Namazı kılmışlar. Selâm vermişler. Selâm verdikten sonra, öteki herif kalkacak: “heeheee!””alay edecekler şeynen, Hacı Bayram-ı Velî’ynen.
Bakmışlar ki herif kalkmıyor. Bakmışlar, herif gitti, öldü.
Allah’ın Velîsiynen şaka mı olur?. “Ölü niyetine Allahuekber!” herif zıbardı.. Allah’ın iyi kuluynan şaka olmaz oğlum!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Yine bir gün geçiyormuş Hacı Bayram-ı Velî.
Bu ters yüzcüler, bilmem neler, kurucular, vurguncular var ya şimdi de dolu. “Ben buyum, sen şusun!””
Ulan neyi istedin?. Bir nutfeden yaratıldık. Sonunda leş olacağız.
Leşini mis kokturmaya çalış, kibir yok islâmda. “Haaa haaa ben bunu bilirim sen bunu!””
Ben neler bilirim, ama hiçbir şey bilmem.
“Tevazu’, Tevazu’, Tevazu’: “Ben mütevazi’ olacağım!” demeknendir oğlum!.
Allah içine bir boru sokulacak, yıkıyacaklar seni ondan sonra olur.
Bu tahsilinen olmaz. Bilmen neynen olmaz. Para dağıtmaknan da olmaz. Allah vergisidir.
“Şunnan bi alay edelim!” demiş geçiyormuşlar.
İşte Hocalar müfessirler tefsir ediyor. “Kale” söyledi, “kul” dedi. İşte bu Kale de kul. “Ye Kulune” bilmem ne. Var öyle çook..
“Haaa bak bak bak” ne dedi!”
Ulan ne dedi? Hep öyle biliyorsunuz.
“Efendi Hazretleri!” demişler. “Bize bir Fâtiha-yı Şerifeyi tefsir eder misiniz?” demişler.
“Hay hay ediyim efendim” demiş.
Ordan da bir ermeni çocuğu geçiyor, Ankarada çok ermeni varımış.
11 yaşında Artin isminde: “Gel oğlum Artin buraya!” demiş Hacı Bayram-ı Velî.
O müfessirlere demiş: “Fâtihayı şerifeyi ben mi tefsir ediyim, yoksa şu ermeni çocuğu Artin’e mi tefsir ettireyim?” demiş.
Ötekiler: “Ulan demiş tam bu yapamayacak bu da daha rezil edecek, alay edeceğiz!” demişler.
“Efendi Hazretleri, Artin tefsir etsin!” demiş
“Gel oğlum otur!” demiş.
Oturmuş: “Tefsir et bunlara!.””
Tabii o sırada Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri görünmeyen fişini takmış çocuğa, anteni.
Çocuk bir tefsire başlamış orda. Ötekiler böyle ağızlarının suları akmaya başladı.
Ağız suyu eşşeklerin akar oğlum!. İnsanın ağız suyu akmaz, eşşeklerin akar!.

Onun için, secdeye baş koyanlarla alay olmaz, alay olmaz!
Hiddet etmeyiniz!.
Şükür geldiği, ni’met geldiği zaman derhal şükrediniz!.
Bir belâ geldiği zaman sabrediniz!.
Sabır şöyle: “Allahümme salli. Yâ Rabbi sen sabır ver!”” Bu sabır değil bu, eşşek sabrı bu.
Ee aaaa, bir belâ geldi mi senin aynana çarptı mı gidecek gerisin geri.
“Cenâb-ı ALLAH bu kaderi gönderdi. O bildiğini yapar” diyeceksin. Güleceksin. İşte bu sabır…

Onun için bazısı kızar birbirine beddua eder. Beddua ind-i ilahîde makbul değildir efendiler.
Hani bazı ana baba kızar da oğluna çocuğuna beddua eder. Aman Maazallahu Teâlâ.
Beddua Allah’ın takdir ettiği kader zincirine bilmeden, hiddet ederek, menfaatı kırılarak, nefsin fevaranına kapılarak söylenen sözlere menfaata bağlı dileklere beddua denir.
Bed kelimesi, lugatta fenâ çirkin demektir.
Beddua aslında ind-i ilahîde çirkin bir arzu olarak karşılanır azîz cemâat, beddua etmeyiniz!.

Bir zâlimin nâ-hak yere zülmüne uğrayan hayvan olsun, insan olsun.
Kâfir olsun, Mü’min olsun hiç şikâyet etmeden sabır ederse Allah’a havale edip de gözlerinden temiz yaşlar gelmeye başladı mı o zaman Kadir-i Mutlak bir nev’i hâşâ Kadir-i Mutlak’a hâşâ sümme hâşâ hakaret olur. Derhal o zâlim tepelenir an-ı vahidde.
O sabır hali ve gözyaşı, zulme uğrayanın kendinde olmadığı bir ana tesadüf ederse, yıldırımla o zâlim derhal ortadan kaldırılır.

Amaaan yetime, dilini kimseye uzatmayın sakın azîz cemâat. Beddua için. Hakkında âyet-i kerimeler vardır.
Bizzât kendimin gördüğü bir iki sene evvel anlattığım gibi, beddua Mazallahu Teâlâ beddua nasıl olur.
Gözünü kapatırsın “Yâ Rabbi sen sabır ver. Sen bunu reddi def’ eyle!” dersin, unutursun. Ama Allah, unutmaz oğlum.
Sırat içine girer, kaydın yapılır o bekler bekler bekler öyle bir berbatlık verir ki bütün aileyi hâk ve perişan eder.
İş bazen biri kendinde olmaz Allah ile meşguldür, dürtersin onu.
Hani at yem yerken birden dürttüğün bi tekme yediğin gibi öyle bir tekme yersin ki âhirette bile kendini toplayamazsın. Maazallahu Teâlâ!.
Onun için beddua iyi bişey değil.
Ondan sonra bazıları eşşeğine kızar, ata kızar, köpeğe kızar.
Tavuk kaçmıştır onun peşine koşar: “Allah belânı versin!.””
Ulan eşşeğin yanında Allah’ın ismini anma hayvan herif!. Edebsizlik olur..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Bir mübârek çoban varmış, koyunları dağılmış bir kuzucağız kaçmış. İhtiyar bir adam.
Sahibi beni döver diye koşmuş koşmuş saatlerce kuzunun peşinde.
Kuzu orda yoruluyor bu burada, ter içinde kalmış adam.
Artık nefesi daralmağa başlamış nihâyet bi hendeğin orda yakalamış kuzuyu.
Bak siz bile kızıyorsunuz şimdi. Şimdi kuzuya ne yapar o. Döver, bilmem ne.
Almış, başlamış öpmeğe onu: “Be mübârek hayvan!” demiş, “Niye böyle yaptın. Hem sen yoruldun hem ben yoruldum!.” İşte İslâm budur Efendiler.

Katiyen Yetime, Yetim anası babası olmayana. Uydurma yetim değil haaa!. Şimdi birisi gelir: “Felân yetime para toplayacağız!”” Ulan yetim öyle yetim değil. Anası babası yok.
Yetime dil uzatmayınız. Bunun hakkında âyet-i kerimler vardır.
Fe emme’l- yetîme fe lâ takher. Ve emmes sâile fe lâ tenher.” “Yetimi hor görmeyiniz!.” Âyet-i kerime, ben söylemiyorum.
Yetimlerin en büyü Resûl-i Erkemdir. O Fahr-i Kâinata dil uzatmış olursun yetime hakaret edersen.
Rahmetenlilâlemîn olan Resûl-i Kibriyâ bütün dünyadaki yetimlerin en büyüğüdür.
Burada din mevzuubahis değildir. Anası, babası yok demektir. Ne dinden olursa olsun!.
Aman dilini, nefsini, aklını dizginle! Yetime söz söyleme! Derhal tepelenir insan.
Çünkü yetimlerin baş kumandanı, lideri Hazret-i Resûli Ekremdir..
Resûl-i Ekremden evvel ölmüş yetimlerin, bundan sonra gelecek yetimlerin de, çünki hepisinde Nur-u Resûlullah vardır.
Resûlullah’ın yetim olması o da bir hünerdir. Niçin öyle olmuş? Cenâb-ı ALLAH: “Benim habibim!.” demiştir, kimseyi ona iştirak ettirmemiştir. Allah sevdiğini her şeyden kıskanır, Allah her şeyden sevdiğini kıskanır!.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bilirsiniz Hazreti Hüseyin Efendimizin burasından öpmüştür. Hazreti Hasan’ı da ağzından öpmüştür.
Allah’ın gücüne gitti, Hazreti Hasanı zehirleterek, Hazreti Hüseyin’in de boğazını kestirerek öldürdürttü dikkat ederseniz!. Bunlar büyük hikmetlerdir. Şakası yok bunların.

Onun için Cenâb- Allah’ın mahbubunun peşinde koşuyorsunuz aman edebli olunuz! Yetime el uzatmayınız! Din farkı gözetmeden!.
Bir defâ yetimceğizi şöyle: “Nasılsın evlâdım?.” diye hulus-i kalb ile kardeş veya baba, ana şefkatıyla okşayana, Vallahî Billâhî o ele cehennem ateşi bişey yapamaz. Bunu Resûlullah haber veriyor.
İnsanlık kadrosu gâyet kolay, o kadar tantanalı falan değil üç beş tânedir. Fakat yapması güçtür, yapması güçtür!.
Namaz gâyet kolay: “Allahuekber!.””
Fakat bütün namazda her şey hatıra gelir. Senin zâten başka zamanda hatırında olduğu için namazda her şey hatırlıyorsun!. Onun için namazda, yahu Cenâb-ı ALLAH nasib etmese hiç birimiz şuraya namaza gelmeyiz..

O halde demek ki Cenâbı Allah hepimize bir kanca takmış, bir kanca takmış. O kancayı parlatmaya çalış. Çekiştirmeye uğraşma!. Bu devirde her babayiğit namaz kılamaz!
Hakkıyla abdest alan Mü’minden şeytan uzaklaşır. Şeytan gelip de seni şu şadırvanın arkasından bakmaz. “Aceba bu Mü’min abdest alıyor mu almıyor mu?.”” Yok ulan o değil. Öyle gelip bakmaz.
Abdest alan adam nefsine tekme vurur!.” demektir, tekme vurur. Tekme vurdu mu şeytanın yuvası kalmaz orada.
Hani çocukken oynamışsınızdır, aynalar vardır. Bir tarafını çevirdin mi orda resim vardır.
Bakarsın orda delikler vardır bilyeler vardır. Hani oynardık yerine sokalım diye. O bilyaların orda deliği olmasa sokamazsın bilyayı yerine. Abdesti almadı mı, o bilyaların deliği vardır demek gelir şeytan oturur oraya sana..

Onun için namazda benim aklıma: “Efendim imamınan, ikindi namazının dört rekat farzını kılmaya niyet eyledim, döndüm Kâbe’ye. Durdum Huzur-u İlahîyeye. Uydum bu imama!” deyip
Allahuekber!.” Subhâneki okuyon. Sanki Kâbe’nin önündeymiş gibi, Cenâb-ı ALLAH seni görüyor. Evet görüyor. Ben de O’nu görüyormuş gibi edebnen durur iken bi de baktın ki İmam “Allahuekber!.” diyinceye kadar senin kafan Yıldız Tepe’de geziyor!.
Ulan şeytanın işi yok, abdestin bozuk senin adam akıllı abdest almamışsın!. Bi yerinde senin anlayamadığın bir pislik var.
Kahveye gidersin sigara iç, başka sigara içen yanına gelse kokunu almazsın. Fakat sigara içmeyenin yanından gidersen. Eve gittiğin zaman: “Efendi senin üstün sigara kokuyor!."” Sigara içmeyen kokusunu alır.

Onun için azîz cemâat!
Kafan namazda bir yere takıyorsa muhakkak abdestinde bozukluk vardır. Muhakkak bir yerinde vardır.
Abdest almak öyle kolay iş değildir.
“Efendim abdest dualarını okudum!”” Yok efendim abdest dualarını oku, okuma.
Euzu Billâhîmineşeytanirracim Bismillâhîrrahmânirrahîm.
Amentü billâhî!.” yi oku. Ne okursan oku. Fakat abdesti adam akıllı al. Adam akıllı al!.
Doldur elini: “Şap! Şap!..”” Yooook! Yoooook!..
Su, dünyada cennet taamı olarak yegâne tutulan ve içilen şeydir. Avuc-u mübareğine aldığın zaman alnından aşağıya dökeceksin suyu.
Böyle “Şap! Şap!..” yok efendim yok!. Ellerin güzel yıkanacak. İkincisi suyu da israf etmeyeceksin.
Kol gibi su aksa şeyden israf etmeyeceksin. Avucuna aldın mı, alnına getireceksin böyle.
Efendim felân kitabta abdesti böyle yazıyor!.”” Yazıyor, ama yazıyor, heee yazıyor!.. Onlar hep sûreten lakırtılardır..

Onun için, aklın bir yere giderse abdestinde kabahat bul!. Abdest almanda kabahat bul!.
Hakkıyla abdest alan Mü’minden şeytan uzaklaşır!.” diyor Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin. Katiyyet ifade eder bu hadis. Nazariye değil!.
Dinde bir hareketin iki tarafı vardır; birisi bâtınî tarafı birisi de zâhirî görünen tarafı.
Biri dar kafalılar içindir “Şap! Şap!..”” yıkanlar içindir, diğeri anlayanlar içindir.
Abdesti al!. Abdestte ilk önce yıkanmak elden başlar. Bu dışarısının.
İçinin yıkanışı nedir?. Bunun elin içinin, zâhirî - bâtınî dedik değil mi iç-dış.
Bâtınî yıkanış, her söz keşif ve ifşâ edilemez. Her gerçek söylenemez, açıklanamaz. Öyle sırlar vardır ki bu sırları ifşâ etmek küfür olur.
Devletin sırrını ifşâ etti mi “casûs” diye insanı anayasa mucibince asarlar.
Kur’ân-ı Keriminde de dinde de böyle sırlar vardır, ifşâ etti mi küfüre girer insan.
Suduru’l- ahbar, kuburu’l- esrâr!.” buyurulmuştur. Hakiki sadırları tamamiyle hürriyyete kavuşmuş, rızaya kavuşmuş insanlardan göğüslerinin içi esrar sırrıdır, esrâr mezârıdır derler.

Bir hadis-i Peygamberei buyuruyor ki: “Öyle ilim vardır ki gizlenmiş inci gibidir. Onu, ancak Allah’ı bilen bilir.” diyor. “Katratü’l- Lü’lü” şeklindedir.
Allah’a karşı mağrur ve şerrirler çoğaldıkça bu sırrları saklamak her müslümana vâcib olur.
Onun için bir edebsizdir: “Aman bunu yapma haramdır, aman şunu yapma bilmem cehenneme girersin!.””
Sus!. Karışmayın işe!. Biraz açıklayalım bu dediğimi ama fazla değil.
“Ama bunları biz ne zaman bileceğiz?” derseniz. Birbirimizle boğuşuyoruz zâten, daha namazı doğru dürüst kılamıyoruz birbirimizinen boğuşuyoruz.
Ben size ne yapabilirim. Kendinizi hazırlayın!. Bu lafları bir daha ne işitir, ne duyar, ne de bir yerde okuyabilirsiniz.
Ne zaman öğrenebîlirim?.
Bilirsiniz insanın eli, vücudun icra me’murudur. Müddei-yi umumî emreder: “Felân yerde bir hırsız var!.” tuttular “Var götür hapisâneye sok!.”” Müddei-yi umumî yapmaz, polis alır götürür onu değil mi?
İnsanın vücudunun icra me’muru da elidir. Yani bütün arzulara, Allah sizi el ile iş gördürür.
Mesele göz görmüş olduğu iyi veya fenâ işi yaptırmak için ele emir verir: “Şunu al şunun kafasına vur!." Yahut: "Şunu al şu adamın elinden tut da karşıya geçir, gözü görmüyor!.””
İşte el, ne vakit icra me’murluğunu iyi işlerin haricinde kullanmak, fenâ işlerinen bulunduğu vakit reddederse el bâtınen yıkanmıştır.
Bâtınen yıkanmışsa ondan sonra git abdestini al!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Namazı kıldıktan sonra niyyet yapılmaz. Namaz harekettir, niyet bâtınîdir.
Namaz bittikten sonra: “Aaaa ben kıldım Yâ Rabbi ikindin namazının dört rekat farzını!.””
Olmadı. Kalb ile tasdik, dil ile ikrar.
Dil ile ikrar kalb ile tasdik arasında büyük fark var.
Elini her pislikten çek.
Cünübken abdest alınmaz. İlk defâ bir gusledeceksin.
Cünübken namaz kılınmaz. Gusledeceksin ondan sonra kılacaksın.
“Ben namazı kılıyım da sonra gusledeyim!.””
Olmaz!
O halde oradaki gusül bâtınen yıkanmaktır.
Elini her fenâlıktan çek kendi eline baktığın zaman: “Ulan benim elim temiz” Öpüp başına koyabiliyor musun?
Ondan sonra abdest al! Gel: “Allahuekber!” de!
Kâbe’yi görmezsen, aklına bir şey gelirse, gel benim kafamı vur.
“Efendim ben suyunan iyi aldım.””
Ulan suyunan iyi aldın ama elin pis!.
Onun için kendinize, şeytana kabahat bulmayın!.
Zâten böyle kabahat bula bula bula, milyonlarca insan bu kahabatların altında şeytan erirdi. Şimdi dünyada şeytan kalmazdı.
Bu kadar kabahata tahammül edemezdi.
Onun için bunlar kabahat değil.
Kendi kabahatini başkasına yüklüyor!...

Bu kadar kabahate tahammül edemez.
Onun için bunlar kabahat değil kendi kabahatini başkasına yüklüyor.
Ağız, “efendim fırçalıyorum.” Fırçala istersen dişinin etini sök.
Dedikoduyu terk et. Gıybet yapma. Dâima hakkı söylemiş ise işte o vakit ağız bâtınen temizdir. Ondan sonra.
Envâi çeşitlerde: “Hâlisen estağfirullah Estağfirullah Estağfirullah el-Azîm el-Kerîm!”” Tamam temizlendin!.
Yok oğlum! Temizsin de üzerine şey vurursa böyle o çizgileri Estağfirullah götürür.
İstersen 100.000 defâ “Estağfirullah!” de.
Herifin üstü başı kireç içinde fırçaynan siliyor!.
Silinmez, Jet’e (Temizleme Fabrikasına) verip yıkanmak lâzım!.
Ne vakıt bu haktan gayrı yere dönmezse, ağız bâtınen yıkanmış demektir.
ALlah’ın emirleri, başına taç edildiği vakit başta meshedilmiş olur.
“Efendim sağına mı edeyim, soluna mı edeyim?””
Yok ulan bunlarnan uğraşma!. İçi temiz mi kafanın?. ALlah’ın önünde boynun eğik mi? Kula boynunu eğmiyor musun haaa o zaman mesh edersin.

İçi dedi kodu dolu, bilmem efendim gıybet dolu sonra kafa.
Kafanı rendelesen, sıcak suynan fırçalasan, kaşağı yapsan yine temizlenmez o. Yine kafana gelir aklın başında.

Ayakta ayağını yıkıyorsun. Fi sebîlillâh tozlanmış mı o ayak?.
Tozlanmışsa mânen yıkanmıştır. İşte zâhir bâtın birleşirse abdest hakîki…

Beyazid-i Bestâmî Hazretleri kalkmış hacca gitmiş.
Yanaşmış Kâbe’ye böyle, Kâbe görülüyor uzaktan.
Dönmüş gerisin geri Beyazid-i Bestâmî Hazretleri.
13 defâ hacca gitmiştir. 13 defâ tavaf yapmadan dönmüştür geri.
Ben daha temizlenemedim demiş. Koskoca velî. Ama onların temizlenmesi bizim gibi değil.
14. üncüsünde hacca girmiş ancak kendinde o kuvveti bulabilmiş.
“ALLAH’ın Kâbe” sine giriliyor.
Biz sallaya sallaya 2.000 lira ver Emeksizler Şirketine bin!. Al haydi “gittim geldim.”
“Ne oldu?”
“Şey getirdim al, koku, yüzük getirdim, işte verdim oldu gitti!””
O zaman işte abdest biter, şeytan kaçar.
Yoksa böyle şöyle abdest almayınan suyun içinde burnuna da bir boru takıp suyun altında dursan yine şeytan yanına gelir, böyle abdest olmaz.
Bunu yapan kimse de dünyâya niçin geldiğini bilen kimsedir.
Onun için abdestli gezmek Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimize farzdı.
Anladınız mı ben niye: “Dâima abdestli gezin!” diyorum!.
“Abdestli gezin!. Abdestli gezin!.””

Dünyâ ile âhiret arasında bir et parçası olarak kalmayın!. Yazık olur sizlere, yazık!.
Bir dert ve felâket karşısında sabırsızlık bir şikâyettir haaa!.
“Ne zaman gelecek, ne zaman olacak, şu olmadı mı?””
ALLAHindinde şikâyet, Kader Zincirine dokunmak, ALlah’ın takdirine isyan sayılır.
Bu gibi hallerde şirk-i hafî çıkar ortaya. ALlah’a şirk koşuyormuş gibi olursun.
“ALLAH 2 dir, ALLAH 5 tir!” demek şirk değildir. O lakırtı şirkidir.
ALlah’ın takdir ettiği kadere îtiraz şirktir.
Herif; darda, rızkı az: “Yâ RABBi ben bunaldım, rızkımı çoğalttır!””

Şirk!. ALlah’ın takdiri. ALLAH bilmiyor mu?.
Sen onu niçin seni sıkıntıya soktu onu düşün, onu halletmeye bak!.
Hepimiz duâda: “Yâ RABBi şunu ver, Yâ RABBi bunu ver!” deriz.
Söyle söyle bir şey yok. Niye yok?
Bir istediğin olmadığı zaman niçin olmadı diye, onu düşünmek lâzım.

Onun için Kader Zincirine ayağınıznan katiyyen tepmeyiniz.
Tepelenir. Ama kim tepelenir?.
İslam tepelenir.
“Ötekilere bir şey olmaz mı?”
Onlar zâten tepelenmişler oğlum! Onlar zâten tepelenmişler.
Şu secdeye başını koymak zevkini tadamayan insan tekmeyi yemiştir, damgayı yemiştir.
İnsan yavaş yavaş perişaaan ve helâk olur, bilirsiniz!..
ALLAH her yerde hâzır ve nâzır olduğuna göre onunla dâima Mü’min berâberdiiir.
Bunu hissedip anlamağa çalış. Laf ile olmaz.
Onunla berâber olduğunuz zaman insandaki yeis, korku üzüntü kendiliğinden ref’-i def' olur.
İslâm'da “lâ tahzenû” İslâm'da yeis yoktur.

Bedir Muhaberesinde melekler iştirak etti.
Bedir nasıl biliyor musunuz?
Arş titrer yerinden!.
Şurada İslâm ordusu, bu tarafta müşrik ordusu.
İslâm ordusu 100, 150 kişi. Ötesi bin kişi.
Birden İslâm ordusundan alemdar yâni sancağı tutan Musab İbni Amr, Ömer.. Yani, Ömeru’l- Faruk değil haaa, Musab İbni Ömer şuraya çıkıyor elinde kılıçınan. Karşısına müşriklerden kardeşi Ebû Azîz İbni Ömer çıkıyor kardeşi, o da alemdar. Kardeş kardeşe kılıç çekiyor.

Hazreti Ebû Bekir burda kılıcını çekmiş, karşısında oğlu Abdurrahmân.
Ebû Huzeyfe burada, babası Utbe, baş kumandan karşısında, beyaz sakallı. Ebû Huzeyfe burda müşrikler tarafından, Ebû Huzeyfe'nin babası Utbe bulunuyor ona da kılıcını çekmiş.
Hz Ömer burda Ömeru’l- Faruk, karşısında dayısı Resûllullah’a dil uzatan adam, tenezzülen ismini söylemiyorum.

Bu tarafta Ebû Ubeyde, bir tarafta Ebû Ubeyde’nin babası.
Hazreti Ali burda karşısında, kardeşi Ukeyl.
Hazreti Hamza burada, karşısında kardeşi Abbas, sonra İslam oldu biliyorsunuz.
Manzara çok acıklı Mü’minler, cânân akrabalığı, can akrabalığına tercih ediliyor, bakınız!.
Ebû Ubeyde babasına saldırdığı gibi kafasını kesiyor babasının.
Alıyor eline geliyor: “Yâ Resûllullah diyor sana babamın başını getirdim. Sana dil uzatmıştı!.””diyor
Bu insanlara bakınız, “Böyle bir harb var” diyor beyim.
Baba oğlu, oğul babayı boğazlıyor orda.

Tabi müşrikler fazla, İslâm ordusu yok olacak.
Resûl-u Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz: “Yâ RABBi bana vaad etmiştin şimdi vaadini istiyorum!.””diye başlıyor ağlamaya.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz.
Secdeye kapanıyor: “İşte bir avuç kimse Yâ RABBi! Vahdâniyyetini istiyor. Sana kim kulluk yapacak?” diyor.
Resûllullah ın mübârek alnı yerde secdede. Resûllullah ki başını yere koydu, sen nedir burnunu kalkarsın köpek gibi havaya.
“Başını kaldırmam Yâ İlahî!” diyor.
“Nusret gelmeden Yâ Rabbi!” diyor, tepiniyor Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
Derhal vahiy geliyor, Cebrâ'îl: “Yâ Habîbim başını kaldır üzülme!””
İşte o sırada melek orduları geliyor, târumâr ediyor ortalığı.
Her an Mü’minin Bedir Harbi vardır azîz cemâat, Her an Mü’minin Bedir Harbi vardır!.
Namazda işte. Gece vakti. Kalk ağla “Yâ RABBi!.”
Vücûdunun Bedir Harbini yap!. Nefsini ez!.
Bedir Harbi, bir harbi tafsil etmez, harblar tarihte de vardır.
Kur’ân-ı Kerim'de niçin Bedir Harbı vardır?.
Bedir Harbı senin SADR'ın, onun içine dal!.

Gardaş Gardaşı, baba oğulun kafasını kesiyor. Kes nefsini, at!.
Resûllullah’ın fenerini yak!. ALlah’ın rızâsını kazan!.
Lillâhi’l- Fâtiha!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
Yıldız Tepe: Yıldız Tepe -Eskişehir Odunpazarı Büyükdere..

Hâşâ: Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. Allah korusun...(mânasına söylenir.)
Sümme: Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır. Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veya tertib, mühlet iktizasını ifade eder.
Nâil: Muradına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş.
Hased: Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak
Musalla: Namaz kılınan yer. Câmi avlusunda cenâze namazı kılmaya aid yer.
Mevta: Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.
Nutfe: Duru ve sâfi su. Meni. Rahîmde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. Taşmış, dökülmüş su. Deniz.
Beddua: (Bedduâ) f. Bir kimsenin kötülüğü için duâ. Kötü duâ.
İnd: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve mânevî mekân. Maddî ve mânevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir.
İnd-i ilahîde: Allah katında.
An-ı vahide: Bir anda.
Def’’: Ortadan kaldırmak, Öteye itmek. Mâni' olmak. Savmak. Savunmak. Himaye etmek.
Mevzuubahis: Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
Hulusi: Samimi, candan. Hâlis ve içi temiz olan.
Hulusi Kalble: Kalbden, gönülden, içten samimiyet.
Müddei-yi umumî: Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet me’muru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
Kabahat: Kusur, çirkin iş, tekdir edilmeğe müstehak hareket.
Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. Sabretmek. Katlanmak. Kaldırma.
Hâlisen: Hâlis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak.
Fî Sebîlillâh: ALLAH celle celâlihu Yolunda.
Mânen: Mânâca. Mânâ cihetiyle. Ruhca. Esasca. Bâtınen. İç varlık bakımından.
Şirk-i hafî: Gizli şirk.
Hafî: Gizli. Açıkta olmayan. Saklı.
Ref’’: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma.
Def’’: Ortadan kaldırmak, Öteye itmek. Mâni' olmak. Savmak. Savunmak. Himâye etmek.
Reff’-i def’’ olur: Kalkar gider, kaybolur.
Târumâr: f. Dağınık, karmakarışık, perîşan.
Tafsil: Etraflı olarak bildirmek. Açıklamak, şerh ve beyan etmek. Îzah etmek.
SADR: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Kalb, göğüs, ön. Meclisin önü ve en mûteber yeri. Reisin oturduğu yer.
Vâcib: (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecbûrî olan. Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan ALLAH'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) İlm-i Kelâm'da: Varlığı zarûri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Müstehab: Sevilmiş şey. Yapılması sevaplı olan. Fık: Peygamber efendimizin (aleyhisselâm) bazen yapıp bazen terkeylediği şeydir. Farz ve vâcibin dışındaki sevaplı iş, sevap olduğu bilinen iş. Nâfile, mendub, fazîlet, tatavvu, edeb namları da verilir.
Müştakk: (Müştak) (Şakk. dan) Gr: Başka kelimeden ayrılmış, başka kelimeden çıkmış, türemiş. İştikak etmiş, aralarında mânâ ve terkib ciheti ile münâsebet; siga ciheti ile mugayeret olmak üzere diğer kelimeden ihraç olunmuş kelime.
Kat’’î: Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz.

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Küllün muzırrın yüktelun: Her zarar veren (hâşâratı) öldürün!"” buyurmuştur.
(Hadis-i Şerif)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “El kahkahatü mine'l- şeytan et tebessümü mine'r- rahman: Kahkaha şeytandan tebessüm rahmândandır.”" buyurmuştur.
(Şeyh Esad Erbilî, Kenzü’l-İrfan)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İlimler arasında sedef içindeki saklı inci gibi bir ilim vardır ki onu Allah’ı bilen bilginlerden başkası bilemez. Onlar onu söyledikleri zaman Yüce Allah’a karşı gururlu olanlardan başkası inkâr etmez.” buyurmuştur.
(Sülemî, el-Farku beyne İlmi’ş-Şerî‘a ve’l-Hakîka, Ayasofya No. 4128, vr. 139b, 140a (Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 29’dan naklen)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İlim ikidir. Biri kalbde gizlidir ki faydalı olan da budur” buyurmuştur.
(Mekkî, Kūtu’l-Kulûb, I, 244-245.)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “İlimler içerisinde gizli olanı vardır; bunu ancak ALLAH’ı bilenler (ârif-i billâh olanlar) bilebilir. Bu kimseler onu söylediklerinde, onları ancak ALLAH’tan gafil olanlar inkâr eder.” buyurmuştur.
(Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, 1, 210, Hadis No: 802.)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir) ALLAH-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalbde olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” Buyurmuştur.
(Tirmizî)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Mü’min kulun kalbi, Rahman olan ALLAH’ın arşıdır.”
(Aclunî, Keşfu’l- Hafâ: 2/130)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Din bilgisi iki kısımdır: 1- Kalbde olan faydalı ilimler. 2- Dil ile anlatılan zâhiri ilimler.” Buyurmuştur.
(Hatib, Süyutî)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Bâtın ilmi, ALLAHü teâlânın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hükümdür. ALLAH onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.” Buyurmuştur.
(Deylemî, Süyutî, Münavî)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Elbette Kur’anın zâhiri ve bâtıni manası vardır.” Buyurmuştur.
(İbni Hibbân)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Kim bildiğiyle amel ederse, ALLAH onu bilmediklerine varis kılar” buyurmuştur.
(Tehzîbü’l-Kemâl, 23, 291)

Resim

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmi’l- aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih (bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmi’l- kâfirîn: Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağış.”” (Bakara 2/286)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
“Vucûhun yevme izin nâdıreh: O gün yüzler ışıl ışıl parlar.” (Kıyâmet 75/22)

إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
“İlâ rabbihâ nâzıreh: Rablerine bakacaklardır (O'nu göreceklerdir).” (Kıyâmet 75/23)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Ya eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savti’n- nebîyyi ve lâ techerû lehu bi’l- kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn: Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkın avarmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât 49/2)

إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
“İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn: (Yâ Resûlüm) Elbet sen öleceksin ve elbet onlar da ölecekler” (Zümer 39/30)

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
“Ud'û rabbekum tedârruan ve hufyeh (hufyeten), innehu lâ yuhıbbu’l- mu'tedîn: Rabbınıza yalvara yalvara ve için için dua edin ki her halde o haddi aşanları sevmez!”” (A’raf 7/55)

فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ
“Fe emmel yetîme fe lâ takher: Öyleyse, sakın yetimi üzüp kahretme.” (Duhâ 93/9)

وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
“Ve emmes sâile fe lâ tenher: İsteyip dileneni azarlayıp çıkışma.” (Duhâ 93/10)

وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
"Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumu’l- alevne in kuntum mu’minîn(mu’minîne).: Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân 3/139)
Resim
Cevapla

“Münir Derman (k.s) Sohbetleri” sayfasına dön