Münir DERMAN ( k.s. )

Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.6. Duâ

"Duâ kelimesi "çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek" mânâsındaki da‘vet ve da‘va kelimeleri gibi mastar olup, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyâz anlamında isim olarak da kullanılır."(443)

"Kur‘ansal bir terim olarak duâ Allah ile kul arasında diyalog anlamınadır ki, kuldan Allah‘a yakarış ve sığınma, Allah‘tan kula merhamet, bağış ve koruma ifâde eder."(444)

"Bir başka söyleyişle duâ; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kuruduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiç bir döneminde duâdan uzak kalmamıştır."(445)

"En basit anlamıyla kulluk, duâ ve zikirdir."(446)

"Duâ sadece çaresizlik ve sıkıntı hâllerinde başvurulan bir yardım talebi olmayıp, bolluk, ferahlık, mutluluk gibi hâllerde de Allah‘a yönelme ve O‘nunla iletişim kurma, O‘nu zikretme, O‘na duyulan sevgi, şükran, hayranlık duygularını ifâde etme vâsıtasıdır. Diğer ibâdetlerden farklı olarak dini bir zorunluluk ve vâzife anlayışı ile değil, tamamen insanın kendi isteğiyle içten gelen samimi bir yönelişle yerine getirdiği evrensel bir ibâdettir."(447)

Izutsu ise vahiy ile duâ arasında bir ilişki kurar, duânın da vahiy gibi olağanüstü şartlar altında meydana gelen bir durum olduğunu şöyle açıklar: "Vahiy, Allah ile insan arasında cereyan eden, Allah‘tan insana doğru olan bir çeşit özel konuşmadır. Fakat Allah ile insan arasındaki bu lisanî münâsebet tek taraflı değildir. Bazen insan da Allah ile sözlü bir ilişki başlatır ve onunla konuşmak ister. İşte bu isteğin netîcesinde öyle bir olay doğar ki bu yapı bakımından vahye benzer ancak bunda konuşma doğrultusu aşağıdan yukarıya doğrudur. Vahy gibi bu da olağanüstü şartlar altında ve özel bir biçimde meydana gelir. İşte buna duâ denir."(448) Buradan da duânın sanıldığı gibi sıradan bir şey olmadığını ve ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamaktayız. Aslında insanın yaratıcısı ile arasında özel bir bağ kurması nasıl sıradan olabilir ki.

Münir Derman Hoca‘nın bu konudaki görüşlerine baktığımızda onda önce duânın ta‘rifini sonra da hangi durumlarda duâ edileceği, susmanın duadan daha faziletli olup olmadığı, gece yapılan duâların neden kabûle daha yakın olduğu gibi soruların cevabını bulmaktayız.

Ona göre duâ: "Kulun naz makamında kendini yaratana vasıtasız ve büyük bir edep ve sevgiyle çevirip, arzularını, dertlerini açıklamasıdır. Hâlik‘ıyla senli benli konuşmasıdır. Senli benli konuşmada teklik gizlidir, Allah teki sever. Duâlar ancak ehâdiyet mertebesine intikal ederse kabul edilir. Duânın yapıldığı zaman ehâdiyete çevrilmiş başka bir duânın o anda olmaması lâzımdır. Gece ibâdeti, bu makama çevrilenlerin adet i‘tibâriyle az olmasından istifâde etmek için önemlidir. Namaz ise ehâdiyet mertebesinde kabul edilen yegâne ibâdettir. Salâtın asıl mânâsı duâ, niyaz demektir. Âyette geçen "duâ edin vereyim" buyruğu, ehâdiyette beni bulun, senli benli olalım demektir. İşte duâda çok ince bir mânâ vardır ki araya mesâfe sokmak şirk olur. Onun için istemek araya mesâfe sokmak demektir ki, her yerde hâzır ve nâzır, sana şah damarından yakın olanın senden haberi yokmuş gibi hatırlatmak olur. Bu mıntıka şirk mıntıkasıdır. İyisi istememektir. Bunu anlamak ise çok zordur. Ancak bunu anlamak için bir çare vardır ki buna çalışınız. Allah ile yarış edercesine müsamahakâr, sabırlı, affedici, şefkatli, merhametli olmaya gayret ediniz. Bu hasletler söz ile kısa ve kolay söylenir fakat insanda tecellîsi çok güçtür."(449) "Zâten îmân gözüyle her şeyin taksiminin Allah tarafından olduğunu görüp anlayan bir şey istemek için utanç duyar."(450) Duâda kullanılan dile çok dikkat edilmelidir. Zirâ Münir Derman Hoca‘ya göre Allah‘ın bizden haberi yokmuş gibi hatırlatarak konuşmak şirke bir kapı açabilir. Zâten O‘na göre kadere tam teslim olmuş biri Allah‘tan bir şey istemek istemez.

Münir Derman Hoca burada sükût etmenin dua etmekten daha faziletli olduğunu söylemektedir. Ancak bu konuda farklı görüşler vardır. Kuşeyrî eserinde şunları söyler: "Âlimler, duâ mı yoksa sükût edip hâle rızâ mı daha faziletli olduğu konusunda farklı görüşler söylemişlerdir. Bâzıları şöyle demiştir; duânın bizzat kendisi bir ibâdettir. İbâdet olan bir şeyi yapmak terk etmekten daha hayırlıdır. Bir grup âlimde şöyle demiştir. Allah Teâlâ‘nın hükmü altında sükût edip teslim olmak daha yüksek bir hâldir. Hakk‘ın takdirine rızâ göstermek daha faziletlidir. Bâzıları da şöyle demiştir: Kul, diliyle duâ etmeli, kalbiyle de ilâhî takdir ve tecellîye rızâ göstermelidir. Böyle yaparsa, her iki emri de yerine getirmiş olur. Kuşeyrî, bu görüşleri sıraladıktan sonra kendi fikrini şöyle açıklamaktadır: En doğrusu, kul yaşadığı vakit ve hâl içinde duâ etmeye bir işaret alıyorsa, duâ etmesi daha fazîletlidir, sükût etmeye bir işâret alıyorsa, sükût etmesi daha fazîletlidir."(451)

Duâ etmeyip sukût etmek bâzılarına göre bir derece meselesidir. Bu konuda şöyle söylenmiştir: "Sufî bâtınını ve zâhirîni Allah‘ın Kitabına ve Resûlünün sünnetine uyarak arıtandır. O, sâfiyeti arttıkça, irâdesini dilek ve ihtiyârını terk eder. Sufîler öyle bir dereceye ulaşırlar ki burada ne duâ ederler ne de herhangi bir şey isterler."(452) İnsanın saf ve duru hâle gelmesi Melek Hoca‘nın da dediği gibi Allah ile yarışır derecede merhametli ve sabırlı olmasıyla gerçekleşebilir. Bu hasletlerin kendinde tecellî ettiren bir insanın hiç kimseden bir beklentisi olmaz.

Melek Hoca duâ etmenin Allah ile bir çeşit dostluk kurmak demek olduğunu söyler. "Allah ile dostluk kurabilmek hünerdir. Bu dostluk ise duâ ile olur amma duâ çok güçtür. Duâ ancak ve daima kâinâtta cârî, kânun hâlindeki olayların dışında ve insanın tasarruf kudreti dâhilinde olan hâdiseler, arzular için yapılır. Bir de Peygamber (s.a.v.) Efendimiz‘in bana salavât getirmeden yapılan duâlar kabul olmaz buyurması vardır. Bunun anlamı Rasûl–ü Ekrem onları bir nevî sansürden geçiriyor demektir." Son olarak Münir Derman Hoca şunları söyler: "Duânın hakîkatini bilirsen, kim olursa olsun, inanan, inanmayan herkesin duâsı Allah indinde makbuldür ve muhakkak kabul edilir. Bunda toz kadar şüphen olmasın. Şüphe, aklın zelzelesidir. Akla hakarettir. O da onu sana verene bir nevî itimatsızlık olur. Buna biz küfür diyoruz."(453) Münir Derman Hoca‘ya göre Allah‘ın yarattığı insanların en kötüsünün bile O‘nun yanında söz sahibi olmasını te‘min edecek iyi bir tarafı vardır. Bu açıdan insan duâsının kabulünden şüphe duymamalıdır. Kaderin çizdiği hiç bir hâdiseye üzülmemeli, tasarruf kudretinde olan şeyler için ise elinden geleni yapmalıdır.

Sonuç olarak Münir Derman‘a göre duâ edilecek durumlar vardır, edilmeyecek durumlar vardır. Sadece insanın değiştirebilme imkânı bulunan durumlarda dua edilebilir. Aksi bir durum Allah‘a karşı saygısızlık olur. Ayrıca insan duâ ettikten sonra onun kabulünden şüphe duymamalıdır.
443 Komisyon, T.D.V. İslam Ans., İstanbul 1994,Cilt IX,s.529.
444 Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 92.
445 Komisyon, T.D.V. İslam Ans., Cilt IX,s.529.
446 Hulusi, Ahmed, Dua ve Zikir, Kitsan Yay., Şubat 2010, s. 25.
447 Certel, Hüseyin, Din Psikolojisi, Andaç Yay. , Ankara 2003, s. 123.
448 İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 47.
449 Derman, Münir, Allah Dostu Der ki, s. 65.
450 Derman, a.g.e., s. 51.
451 Kuşeyrî, Risâle, s. 501.
452 Velioğlu, Tarık, Kalbin Nuru, s. 74.
453 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt IV, ss. 117–118.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.7. Salavât

Salâvât‘ın anlamı ve salâvât getirmenin fazîleti hakkında Münir Derman Hoca‘nın görüşleri şöyledir: "Salât Arapçadır. Duâ, mağrifet, rahmet mânâlarını taşır. İkinci hicrî yılda emir olunmuştur. "Ben ve meleklerim Nebi‘ye salavât getiriyoruz, siz de getirin"(454) âyetine göre salâvât getirmek farzdır. Buradaki salavât Resûlün yaratıldığı nuradır. Rasûl–ü Ekrem kendileri de bu nûra salavât getirirlerdi, şahıslarına değil, taşıdıkları nûr–u risâlete."(455) Peygamberimizin yaratıldığı bu nûr, başka yerde şöyle izâh edilir. "Arş, Allah‘ın zâtının aydınlığıdır. Yaratılmamıştır. Bu ışıktan bir nebze ayrıldı ve Allah O‘nu varlığa döndürdü. Bu Nûr-u Muhammedî‘dir. Kâinâtın yaratılışındaki esas budur. Peygamberimizin salavât getirdiği de bu esastır."(456)

"Salât u selam getirmek herkesin kendi nefsi için rahmet talep etmektir. Niyazlar, dualar, arzular hep mekândan lâ mekâna Rasûle uğramadan gitmez, gidemez, kabul olmaz. Saray–ı ilâhîye ancak Rasûl kanalıyla müracaat olunur.

Binlerce salavât–ı şerîfe mevcuttur. Bunlardan bir kısmı,

– Nebi olarak vahyi tebliğ etmesi bakımından, bu necip vazîfeyi yapması, bizi haberdar edip doğru yola önder olması ve öğretmesinden dolayı O‘nun bu hakkını ödememiz için…
– Diğer bir kısmı O‘nun rûh–u muâllâlarını takdis ve tebcîl içindir.
– Bir kısım salavât–ı şerifelerde ise kendilerinin şefaatini esirgemeyecekleri kat‘idir. Çünkü âlemlere rahmettirler.
– Bir kısım salavâtlar vardır ki, müşkül zamanlarda Resûl‘den istimdat ve rûh–ı şerîflerden yardım istemek içindir.
– Bir kısmı da Resûlullah‘ın sünnet–i seniyyelerini hakkıyla yerine getirip tebliğ ettikleri Allah‘ın emirlerini mümkün olduğu kadar kusursuz yerine getirenlerin, O‘nun manevî rûhâniyetiyle temas temini için çare ve vasıtalardır."(457) O‘na göre salavât getirmek, herkesin aslında kendisi için yaptığı duâdır. Bütün duâların Allah‘ın huzûruna ulaşmadan önce Peygamberimiz‘e ulaştığını, onun için salavâtsız duânın kabul olmayacağını söyler.

Münir Derman Hoca daha binlerce salavâtın binlerce fazîlet ve kıymeti olduğunu söyler. Ve sözlerine şöyle devam eder. "Ancak bu salavâtların virt edilmesi bile kolay iş değildir. Hatta bunlardan bâzıları sadece belirli zamanlarda söylenir. Bunları bilip ayırt etmek gerekir. Salavât–ı şerîfelerin virt edilmesi bir derece, bir makâm, temizlik ve kulluk rütbesine göre bir edep ve manevî bir izin meselesidir. Bâzı salavâtlar gizlice ilham edilirler. Hakikî mürşitler, velîler, hakiki kulluk yolunda olanlara ya cehren himmetlerini gösterirler veya gizli olarak ilham ve onlara telkin ederler. Salavâtı şerifelerin istenildiği zaman devamlı virt edilenleri olduğu gibi, muayyen zamanlarda virt edilenleri de mevcuttur. Salavât–ı şerîfelerin cümlesini hâvî kitaplar vardır. Bâzıları da hiçbir kitapta yoktur. Her velînin mürşidinden aldığı birçok gizli salavâtlar vardır. Tayy–i mekân için, uzaktan konuşmak için, keramet denilen fevkâlâde işleri göstermek için lâzım olan salavâtlar vardır. Ricâl–ül Gaybın, Hz. Hızır‘ın, üçlerin, dörtlerin, yedilerin, kırkların, üç yüzlerin, üç binlerin özel salavât–ı şerifleri vardır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz‘in resûllüğüne, nebîliğine, peygamberliğine, habibullah olmasına ve nihâyet mübarek rûhuna getirilecek ayrı ayrı salavât–ı şerifler vardır. Bunlardan haberimiz olmadığı halde, haberimizin olmadığının da farkında değiliz. Basit gibi görünen, bildiğimiz salavât–ı şerifeyi bile devamlı vird etmekte tembellik eder, gaflet içinde yüzüp dururuz."(458) Buna göre, bir insan bir salavâtı kendine vird edinebilmişse bu onun bir derece veya bir makâm sahibi olduğunu gösterir. Mânevî açıdan ona bu konuda izin verilmiş demektir. Bu açıdan salavâtları vird edinmek kolay iş değildir. Zâten, hangi salavâtın ne zaman söyleneceğini bilmek de gerekir. Ve bunu bilip ayırt edebilecek hâle gelmektir önemli olan. Hakiki mürşitler müridlerine gizli veya açıktan salavâtlarını telkin ederler.

Melek Hoca salavâtlar konusunda bu açıklayıcı bilgileri verdikten sonra, başka bir yerde de bu salavâtlara örnek verir:
"Esselâtü vesselâmü aleyke ya Rasûlullah: Bu salavât Efendimiz‘in rasûllüğüne, İslam‘ın hürmetidir, borcudur.
Esselâtü vesselâmü aleyke ya Habiballah: Bu da peygamberliğine salavâttır, vaciptir.
Esselâtü vesselâmü aleyke ya seyyidel evvelîne vel âhirîn: Bu ise nebîliğine salavâttır, farzdır. Yani peygamberliğine inanmak, tasdik etmektir.
Cuma günleri çok salavât getirmek lazımdır. Yemeğe otururken esselâtû vesselâmü aleyke ya Habiballah deyip, besmeleyle başlamak, abdestli olmak lazımdır.
Yatarken esselâtu vesselâmü aleyke ya Rasûlüllah deyip, bilinen ve sevilen âyetleri okumak, yine abdestli olmak lâzımdır."(459)

Ona göre her durumun kendine özel salavâtı vardır. Ayrıca salavât okurken abdestli olmak elzemdir. Münir Derman Hoca, kendinden önceki birçok âlim ve mürşit kişilerde olduğu gibi devamlı abdestli olma konusuna çok önem vermektedir. Meselâ eserlerinde adı sıkça geçen İbn Arabî. Babu’l–vesâyâ‘da İbn Arabî‘nin mürîdlerinden hiçbir zaman abdestsiz olarak saç, tırnak ya da sakallarını kesmemelerini hatta abdestsiz kıyâfet bile değiştirmemelerini istediğini öğrenmekteyiz.(460)
Aynı düşünceyi Avarifü’l–Meârif yazarında da görmekteyiz. Ancak ilmihâl kitaplarında abdestsiz yapılmayacak şeylerin sınırlı sayıda olması, orada bunlardan bahsedilmemesi bu düşüncelerin tamamen sübjektif olduğunu göstermez. Onların bu düşünceye kâil olmalarına sebep deliller vardır. Sühreverdî şöyle der:
"Abdest müminin manevî silahıdır. Azâlar abdestin himayesinde oldukları zaman şeytanın onlara etki edip günah işletmesi azalır."

Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle anlatmıştır: Rasûlüllah (s.a.v.) Medine‘ye geldiklerinde ben sekiz yaşlarında idim. Rasûlüllah (a.s.) bir defasında bana:
"Yavrum devamlı abdest almaya gücün yeterse yap. Çünkü abdestliyken ölen kimseye şehitlik sevabı verilir" buyurdu. Akıllı olana düşen, devamlı ölüme hazır olmasıdır. Devamlı abdestli bulunmak, ölüme hazır olmak sayılır."(461)

"Salât ü selamlar mü‘min gönüllerde muhabbet–i Rasûlüllâh‘ın ziyâdeleşmesine vesile olur. Rasûlüllah‘a lâyık–ı veçhile tâbî olup O‘nun üsve–i haseneliğinden gereği gibi istifâde edebilmek, hiç şüphesiz Kur‘an ve sünnet hakîkatini kavrayabilmekle mümkün olur.."(462) Seven, sevdiğini sürekli hatırda tutar. Hep onu konuşmak, ondan bahsetmek ister, konuyu döndürüp dolaştırıp ona getirir. Ârifin fikri ne ise zikri de odur, derler. Konuşulmayan hatırlanmayan şey, zamanla unutulmaya mahkumdur. Salavât getirmek kişide peygamber sevgisinin oluşmasına ve artmasına sebeptir. Peygamber sevgisi ve Allah sevgisinin ilk basamağıdır.
Münir Derman Hoca‘nın hayâtında salavât çok önemli bir yer tutmaktadır. O, bunların öğrenilip devamlı virt edilmesini istemektedir. Ayrıca her durumda söylenecek salavâtların farklı olduğunu belirtmesi de salavâtın basit bir duâ olmadığını göstermektedir. Salavât getirirken abdestli olmayı şart görmesi de onun bu konuya verdiği önemdendir.


454 Ahzap,33/56
455 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt I, ss. 146–147.
456 Derman, a.g.e. , Cilt II, s. 38.
457 Derman Münir, Allah Dostu Der ki, ss. 27–29.
458 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt V, ss. 60–62.
459 Derman,a.g.e. , Cilt I, ss. 118–119.
460 Addas, İbn Arabi Kibrit-i Ahmerin Peşinde, s. 277.
461 Sühreverdi, Avarifül Mearif, s. 380.
462 Topbaş, Osman Nuri, Emsalsiz Örnek Şahsiyet, Erkam Yay., İst. 2009, s. 152.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.8. Kerâmet

"Kerâmet sözlükte kerem, lutuf, ihsân, hürmet gibi anlamlara gelir." (463) "Mü‘min bir kulda hârikulâde hâlin zuhûr etmesine kerâmet adı verilir. Ehl–i sünnet ulemâsı kerâmetin hak olduğunda müttefiktir. Kerâmet ehli amel–i sâlih sahibi, inançlı bir mü‘min olmalıdır. Aksi halde kerâmet değil, istidraç, mekr veya sihir adı verilir."(464)

"Mucize gibi kerâmet de hârikulâde hâlleri ifâde eden bir terim olarak Kur‘an‘da ve hadislerde geçmez. Ancak kerâmet teriminin sonraki dönemlerde ortaya çıkması bu hâllerin Kur‘an ve hadislerde bulunmadığı anlamına gelmez. Kur‘an‘da adı belirtilmeyen bir zâtın Sebe melîkesinin tahtını bir anda Hz.Süleyman‘ın yanına getirmesi (en-Neml,27/38), Meryem‘e Allah katından rızık gelmesi (Âl-i İmran, 3/37; Meryem, 19/25) vb. Olaylar Kur‘an-ı Kerîm‘de geçen kerâmet örnekleri olarak görülmüştür. Bu âyetlerde sözü edilen kişiler peygamber olmamasına rağmen kendilerinden hârikulâde hâller zuhûr etmiştir."(465)

"Ancak sufîler ilk devirlerden i‘tibâren kerâmetten çok istikamet üzerinde dururlar. Gerçek kerâmet şeriata uymak ve sünneti yaşamaktır. Hatta Bâyezid Bistâmî‘ye atfedilen şu söz, bu anlayışı seslendirmektedir: "Bir kimsenin havada bağdaş kurup oturduğunu görseniz, onun Allah‘ın emir ve yasaklarına riayet ve sünnete uyma konusundaki hassasiyetini görmedikçe sözüne i‘tibâr etmeyiniz."(466) Gerçek Allah dostları, hârikulâde olaylar ortaya koymayı değil, şeriata uyup, sünneti yaşamayı önemsemişlerdir. Asıl hârikulâde hayât Allah ve Rasûlü‘ nün gösterdiği yolu tâkip edebilmektir. Çünkü bu yol zâten küçük büyük engellerle doludur. Bu engellere takılıp yolu sapıtmamak ise büyük bir iştir.

Kuşeyrî ise kerâmetin câiz olduğunu aklen şöyle izah eder: "Kerâmet akla göre olması düşünülebilen bir olaydır. Onun meydana gelmesi, dinin asıllarından birini ortadan kaldırmaz. Sonra Allah Teâlâ‘nın kerâmet türü bir olayı yaratmaya güç sahibi olduğuna inanmak vâciptir. Bir şeyin Allah‘ın kudreti dâhilinde olduğunu bilmek vâcip olunca, onun meydana gelmesine engel olacak bir şeyin bulunmadığı bilinmiş olur."(467)

"Kerâmet, Cenab–ı Hakk‘ın Salih kullarına bir keremidir. Övünme değil şükür vesîlesidir. Hedef görülmeyip yakîne vesîle yapılmalıdır. İstemekle elde edilmez, bekleyene verilmez. Esasen hiç kimseden kerâmet istenmez, herkese emredilen istikâmettir."(468) Eğer insan şeriatın gösterdiği yolda ilerliyorsa, Allah‘ın onun eliyle ortaya çıkardığı kerâmet cinsinden şeylere övünmeyle değil şükürle mukâbele de bulunmalıdır. Şükür ise yerine getirilimesi gereken ayrı bir sorumluluktur. Böyle bir sorumluluk ise istenmemelidir. Zâten istemekle elde edilmez.

Münir Derman Hoca‘ya göre kerâmet, "Rasûl–ü Ekrem‘in rûhâniyetinin devam ettiğini ispat ve ifâde eden en büyük delildir."(469)

"Keramet lütfün verildiği kuvvetin tecellisi, ortaya çıkmasıdır. Lütf–u ilâhîden nasip alabilen insanın bu lütfün kudretini izhar etmesi keyfiyetidir. Kâinâtta ne varsa maddî, ne türlü hareket varsa rûhî, rûhanî hepsi Allah‘ın kudret ve güçlerinin tezâhürüdür. Kerâmet velîlerden sudûr eder, bu bağlı olduğu nebînin bir mûcizesidir. O insanların yüzlerindeki halâvet, renk, hareketleri, sözleri hep bir kerâmettir. Kerâmet, insanda galip olan esmânın hudûduna girenlerde tabii bir hâdise gibi tecelli eder. Bulutun bir anda yağmur olması gibi. Önemli olan kendinde gâlip olan esmâyı keşfetmektir. O esmâya teveccüh edince arzusu, isteği husûl bulur. Bazen haberi olmadan o esmâ ile dolmuştur, kerâmet zâhir olur, farkında değildir. Çünkü onun için tabii bir hâldir. Etrafındakiler gönül sahibi iseler, onlar bunu anlarlar. Gönül sahibi olmayanlar, kerâmeti, bilgi, ilim, görüş şeklinde idrak ederler. Çok akıllı adam, nasıl da biliyor derler."(470)

Melek Hoca kerâmeti Allah‘ın kudret ve gücünün tezâhürü, ortaya çıkması olarak görür. Kâinâttaki maddî, manevî tüm hareket ve olaylar Allah‘ın kudretinin görünüşüdür zâten. Ancak kerâmet lütf-u ilâhîyeden nasip alabilenlere Allah‘ın bir lütfudur. İnsan için süsleyip içiyle görünebilirse onun her hâli kerâmettir. Kısaca kerâmet hakikî müslümanın yaşadığı ancak bazen farkında olup bazen de farkında olmadığı bir hâldir. Önemli olan insanın kendinde gâlip olan esmâyı keşfedip onunla uyumlu yaşamasıdır.


463 Sami, Şemsettin, Kamus-ı Türkî, s.1154.
464 Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 348.
465 Komisyon, T.D.V. İslam Ans., Ankara ,2002, Cilt XXV,s.265-266.
466 Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s.351.
467 Kuşeyrî, Risâle, s. 641.
468 Selvi, Dilaver, Kur’an ve Tasavvuf, Hoşgörü Yay., İst. 2012, s. 436.
469 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s. 145.
470 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt I, ss. 57–59.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.9. Râbıta

"Râbıta, sözlükte münâsebet, alaka, intisâb, nizâm, tertip, usûl gibi anlamlara gelir."(471) "Râbıta, bağ, alâka ve vuslat anlamındadır. Kur‘an–ı Kerîm‘de aynı kökten ribat, murâbata veya rabt–ı kalp gibi kavramlar vardır. Râbıta insanî bir insiyaktır. Fizik, sosyal ve moral ya da rûhî ve ahlâki kişiliğin başkaları üzerindeki müsbet ya da menfî etkisidir. Tasavvufta istenilen kâmil insanı yetiştirmek için mürîdlerin gönlüne kâmil bir model konmuştur. Râbıtanın amacı "râbıta–i huzûr"dur. Yani kişiye daima huzûr–ı ilâhîde bulunduğu duygusunu sağlamaktır. Her an Allah‘ı karşımızda görür gibi yaşamaktır."(472)

Râbıta, insanda ihsân şuurunu uyandırmak ve sürekli canlı tutmak için bir yol olarak görülmektedir. Yani râbıta bir amaç değil araç olarak uygulanan bir usûldür.

"Bir tasavvuf terimi olarak mürîdin kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayıp ondan feyz aldığını (ondan metafizik anlamda güç aldığını ya da nurlandığını) zihninde canlandırması demektir."(473) Adı râbıta olmamakla beraber aynı usûl bir eğitim metodu olarak kullanılmaktadır. Başarı için bu bir teknik zorunluluktur.

"Tasavvuf tarihinde önceleri şeyhi sevmek, kalbini ona bağlamak, bu sayede ondan feyz almak ve davranışlarını taklit etmek gibi uygulamalar bulunurken zamanla bunlar şeyhin sûretini düşünme şeklini almıtır"(474) Ancak; "Râbıtada hedef, insan değil, insanda bulunan ilâhî vasıflardır. Seyr u sülûk adıyla özel bir terbiyeye giren sâlikin, kendisi için numune-i imtisal ve hedef insan olan mürşidine benzemeye çalışması, hayali ile de olsa onu devamlı gündeminde tutması ve böylece an be an onun boyasına boyanması eğitim adına zarûrîdir. Yoksa kalb kayması ve hedef sapması içinde olan bir insan, yol alamaz. Eğitimde "aynîleşme" denen şey, tasavvufta "fenâ fi‘ş-şeyh" olarak düşünülebilir."(475) Ancak râbıtanın nasıl yapılacağının iyi bilinmesi gerekir. Aksi durum fayda yerine zarara sebeb olabilir.

Münir Derman Hoca‘nın râbıta ta‘rifi râbıtanın nasıl yapılacağını kapsayacak şekildedir.

"Cesette irâde dâhilinde olan hareketleri sükûna getirerek, gayri irâdi hareketleri düşünmemek, nefsanî arzuları terk etmek bundan sonra akıl ile rûhi duyguları bağdaştırarak bir yere bir an için bağlanmak, işte râbıta budur."(476)

Münir Derman Hoca‘nın bu râbıta ta‘rifi, yukarıda izâh etmeye çalıştığımız râbıtadan farklıdır. O, bildiğimiz klasik mânâdaki râbıtayı kabul etmemiş, ona farklı bir anlam yüklemiştir. O, râbıtayı kendi bedenini tamamen unutup rûh ile hareket etmek, rûh ile düşünmek yani rûha bağlanmak olarak yorumlamıştır. İnsana kötülük yaptıran nefsidir. Nefisini unutup tamamen rûhanî bir hayât yaşamak asıldır. Yani râbıta bağlanmak ama rûha bağlanmaktır. O zaman rûh, kişiyi kendi hayât mertebesine yükseltecektir. Âlâ-i İliyyîn‘e doğru.


471 Sami, Şemsettin, Kamus-ı Türkî, 652.
472 Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, ss. 364–365.
473 Aydın, Ferit, Tarîkatta Râbıta ve Nakşibendilik, Ekin Yay., 1996, s. 13.
474 Komisyon, T.D.V. İslam Ans., İstanbul,2007 Cilt XXXIV,s.378.
475 Selvi, Kur’an ve Tasavvuf, s. 351.
476 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s. 145.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.10. Himmet

"Arapça kast-ı niyet, cehd, sa‘y, gayret, lütuf, teveccüh-ü mânevî gibi anlamları olan bir kelimedir." (477) "Himmet bir olgunluk hâli veya kulun bir şeyi elde etmek üzere kalbinin bütün gücüyle Hakk‘a yönelmesidir. Himmet Allah‘ın icâbeti sonucu vukû bulur, tesir Allah‘tandır; kul ise duâcı olarak vasıtadır."(478)

"Tasavvufta himmet genel olarak velînin teveccühü, tasarrufu ve olağanüstü işleri başarma gücü şeklinde anlaşılmıştır. Velîler himmet denilen manevî ve sırrî bir güçle misal âlemindeki mümkün varlıkları gerçek varlıklar hâline getirebilirler. Çünkü himmet kâmil insandaki ilâhî kudrettir."(479) Allah, kudreti ile yoktan vâr etmektedir. Ancak Allah dostları himmetleri ile mümkün varlıkları gerçek varlıklar hâline getirmede Allah‘ın kudretini celbetmeye duâlarıyla vâsıta olmaktadırlar.

Melek Hoca‘ya göre himmet, "Mürşidin vereceği bir kıvılcımdır, ilim ya da söz değildir. İnsanda Allah‘ın esmâları tecelli ettiğinden Hakk‘ın kudret ve güçleri insanda gizlenmiştir. Bu güçleri ortaya çıkarmak için de Hakk‘dan Resûlüllah‘a oradan mürşide erişen bir kıvılcım vardır. Bu kıvılcım ile bir anda tâlipte bulunan güçleri işletmeye himmet denir."(480)

Münir Derman Hoca‘nın bu ta‘rifinden, onun himmet hakkında kendinden öncekilerle benzer düşüncelere sâhip olduğu görülmektedir. Bir ampulün içinde bulunan elektrik enerjisi nasıl düğmeye basınca harekete geçip, etrafı aydınlatıyorsa bunun gibi insanın içinde de Allah‘ın bâzı kudret ve güçleri gizlenmiştir. Himmet bunun ortaya çıkmasına bir vêsiledir. Bilindiği gibi odun yanma hassasına sâhiptir. Ama onu yakacak bir kıvılcımı bekler.

"Aslında ona göre himmet nedir, bunu anlamak ve anlatmak çok zordur. Himmet vermek de çok zordur ve tehlikelidir. Her velî ve mürşit himmet vermeye mezun olmadığı gibi, himmet verme kudretine de mâlik değildir. Himmet etmek zordur da himmet almak kolay değildir. Himmet almak da çok zor ve güçtür. Bazen himmet bir bakışla verilir. Himmet alan, verenin kudretine göre büyük, manevî bir kudrete mâlik olur. Kişi bunu ya bilir ya bilmez. Himmet verme kudretine sahip olan kişi karşısındakinin durumunu da gözetmelidir. Himmetin ona vereceği ve alacağı iyi tartılmalıdır. Nitekim Akşemseddin halvet himmeti isteyen Fâtih Sultan Mehmet‘ten kaçmıştır. Umuru devlet gider diye. Şeyh Vefâ ne Fâtih‘i ne de Bayezid‘i kabul etmemiş, onlara yüzünü göstermemiştir. Ancak bâzıları da vardır ki himmet verme kastı olmaksızın himmet ederler, farkında değillerdir. Mesela Necmeddin–i Kübrâ hazretleri kendisi istemeden kerâmet ve himmet husûle gelirdi. Bir gün kırda gidiyordu. Bir şahin bir kırlangıcı yakalamak için havada uçuyordu. Necmeddin–i Kübrâ‘nın bir aralık gözü kırlangıca nazar etti. Kırlangıç döndü, şahini tuttuğu gibi yere vurdu. Bu gibiler büyük velîlerdir. Tâlibe habersiz himmet ederler. Kendileri haberi olmadan, âdet, huy değiştirirler, başkalaşırlar, bilgileri değişir, sapık fikirlerden ayıklanırlar. Hakk‘ın emirlerini yapmağa başlarlar. Bu hâllerine etrafı şaşırır. Bu gibiler haberleri olmadan, kimden geldiği belli olmayan küçük bir himmet almışlardır. Himmet veren kişi her zaman insanların saygı duyduğu, beğenilen biri olmak zorunda değildir. Bâzı namsız, nişansız büyükler vardır, halk arasında hakîr görülürler. Onları herkes bilemez ancak sezenler olabilir. Onların sözleri, tavsiyeleri, ikâzları, nazarları da himmettir."(481)

Münir Derman Hoca‘ya göre himmet vermek de almak da sadece istemekle olacak şey değildir. Özellikle himmetin himmet alan üzerinde meydana getireceği etkiler sebebiyle istenmesi de doğru değildir. Şeyh Vefâ hazretlerinin Fâtih Sultan Mehmet‘e yüzünü göstermek istememesi bu açıdan değerlendirilebilir. Şeyh‘e göre Fâtih‘in ilgilenmesi gereken devlet işleri vardır. Himmetle kişi başkalaşabilir. Bazen ise himmet veren de, alan da halk arasında hakîr görülen kimseler olabilir. Bu yüzden hiç kimseyi küçümsemeye, değersiz görmeye kalkmamalıdır. Bâzı insanların Allah katında değeri arttıkça, yıldızlar gibi insanların nazarında küçülebilir.

Münir Derman Hoca‘ya göre "Himmet vermenin zamanı, saati, dakikası bile vardır. Amma duâ ile bu imkân hududuna girilebilir. Himmet verecek kişi bu durumu sözleriyle, hareketleriyle izhar edebilir. Ancak tâlibin bunu anlaması lâzımdır."(482) "O an" gelmeden himmet gerçekleşmez. Ama "O ân"ın gelmesine duâ ile destek olunabilir. Bazen de himmet edecek kişi gizli bir şekilde bunu ifâde edebilir. Ama himmet alacak kişinin bunu anlaması şarttır.

Burada Melek Hoca himmete nâil olabilmek için bir sır verir. Der ki: "İçini kimseye gösterme, tâ ki dışın içinin süsleriyle süslenmiş olsun. Ondan sonra dıştan için görünür. Onu ancak velî görebilir. Ve himmet etmek o velîye âdeta farz olur."(483) İnsanın zâhirî amellere, gönlün bâtınî hâllerine bağlı olduğu için insan bâtını ile, görünmeyen tarafı ile uğraşmalı, orayı temizlemeye, süslemeye çalışmalıdır. İşte Münir Derman Hoca‘ya göre bunu başaran kişiye, bunu gören velînin himmet etmesi farz olur.

O, "Hülasa himmet mürîdi nefs ile dünya sevgisinden soyar" (484) diyerek himmetin nihâi mahsulünü de söyler.

"Himmet her zaman hedefini de bulamayabilir. Çünkü bazen himmet insanın boş bulunduğu zaman uzatılır, amma gafletten o anda kabul etmezsen kaçar, gider."(485) Anlaşıldığına göre himmete nâil olma durumuna sahipken insan bazen gafletinden bunun farkında olmayabiliyor. Himmet oku atılıyor ama kişi o anda başka bir tarafa meyledince ok hedefine ulaşamıyor.

O‘na göre "Bâzı konular vardır ki insan bunu ancak himmetle öğrenebilir. Melek Hoca buna örnek olarak şunu verir: Belâ ve sıkıntıların insanı temizlediğini, başka vazîfeleri olmadığını mürîde mürşit himmet yoluyla öğretir."(486) Görüldüğü himmet bazen dünya ile alâkasını kesenlerde meydana gelen zorunlu bir hâl, bazen de kişinin dünya ile alâkasını kesmesine sebep olan bir hâldir. Bazen, tâlip himmet ister alamaz. Bazen de himmet verilir o farkında olmaz, kaçırır. Bâzı konular vardır ki, onları öğrenene himmet edilir, bâzı konular da vardır ki sadece himmetle öğrenilir...


477 Sami, Şemsettin, Kamus-ı Türkî, s.1510.
478 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 278.
479 Komisyon, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Cilt 18, İst. 1998, s. 56.
480 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt I, s. 73.
481 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt I, s. 73-74.
482 Derman,a.g.e. , Cilt I, s. 74.
483 Derman, a.g.e. , Cilt I, s. 74.
484 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt I, s. 75.
485 Derman, a.g.e. , Cilt V, s. 228.
486 Derman, a.g.e. , Cilt V, s. 64.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.11. Tevessül

"Vesîle, Arapça, vasıta, tarîk, sebep, bahane ve fırsat anlamlarında bir kelimedir." (487) "Kur‘an–ı Kerîm‘de iki yerde geçen (Maide 35, İsra 57) vesîle, bir şeye yaklaşmak için yakınlığından yararlanılan şey anlamında olup Kur‘an terminolojisinde Allah‘a yaklaşmada kendisinden yararlanılan kişi, metot, eşya ve imkân anlamındadır. Vesile edinmeye tevessül denir. Kur‘an–ı Kerîm "Ey Îmân Edenler! Allah‘tan korkun. O‘na ulaşmaya vesîle arayın." (Maide 5/35) âyetiyle sınırsız bir tevessül alanını insanlığın önüne açmıştır."(488) Kur‘an‘dan anladığımza göre Allah‘a ulaşmaya çalışmak ve bu amaçla yol aramak esastır. Ancak usûl ararken esâsı gözden kaçırmamak gerekir.

Tevessülün bir diğer tanımı da şöyledir: "Allah Teâlâ‘ya yaklaşmak, huzûrunda manevî i‘tibâr ve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın def edilmesiyle ihtiyacını gidermek için salih bir amel veya zâtla Cenab–ı Hakk‘a yakınlık sağlamaktır."(489) Her kul Allah katında değerlidir. Aynı şekilde yapılan her iyi iş de. Ancak bâzı kullar ve iyi ameller vardır ki onların değeri kat kat üstündür. İşte insan kendini veya yaptığı amellerini beğenmeyip, daha üstün olduğunu düşündüğü kişileri araya sokarak Allah‘ın rahmetini celbetmeye çalışmaktadır. Tevessül konusu da insan psikolojisinde bulunan bir durumdur.

"Tevessül ya ibâdet ve amellerle olur, ya da Hz. Peygamber, velî ve salih kişileri vesîle kılarak olur. İhtilaflı olan kısım, ölmüş kimseleri vesîle edinerek yapılan tevessüldür. Sûfîler, enbiyâ, evliyâ ve sâlih ulemânın, âhirete intikâl etmiş olsalar da rûhâniyetlerine tevessül edilebileceğini kabul ederler. Ancak tevessülde öncelikli hedef, Allah‘a yaklaşmak, rızâsına ulaşmaktır."(490)

Münir Derman Hoca ise konu hakkındaki düşüncelerini biraz daha derinden ve ince mânâlar ifâde eder şekilde vermektedir. "O‘na göre tevessül dilemek, istemek fiilinden çıkan rahmeti istemek demektir. Tevessülde kulun tahammülünün fevkinde Rahîm esmâsı tecelli eder ve kul kurtulur. Fakat ân–ı vâhitte de erir."(491) Burada Melek Hoca tevessülde bulunan kulun bu isteğinin kabul edilmesiyle ortaya çıkan durumu îzah etmektedir. Yine, "tevessülün altında acımak yoktur. İnsan evvelden hazırlıksız ise yuvarlanır"(492) diyerek tevessülün o kadar da kolay olmadığını belirtir.

O‘na göre tevessül Rahîm esmâsıyla tecelli etmektedir. Rahmete eren kurtulur. Bu açıdan o tevessül ile şefaat arasında alâka olduğunu söyler. Çünkü şefaatte acıma duygusundandır. O şöyle der:

"Tevessül ile şefaat arasında da ilgi vardır. Tevessülde husûsiyet, şefaat te ise umûmiyet gizlidir. Tevessül tehlikelidir. Hak etmeyene tevessül etmek edep hârici bir iştir. Rahîm esmâsının altında kalb–i pâk–i Râsûl gizlidir. Esmâlar kuldaki tecellilerine göre tezâhür eder. Hangi esmâ daha ziyâde tecellî ederse o kul o şekilde bir insan olur."(493)

Melek Hoca tevessülü genel olarak rahmeti istemek olarak anlar bu olayı Rahîm esmâsının tecellisi olarak görür. İnsan Rahîm esmâsını celbedecek derecede, sevgi ve şefkat sahibi olmalıdır. Ancak o zaman Allah-u Teâlâ o kula Rahîm esmâsıyla tecelli eder. Ama söylediği gibi bu iş biraz tehlikelidir. Çünkü bu tecelli bazen insanın tahammülünün üstünde olabilir. Bir de hak etmeyene tevessül etmenin edepsizlik olduğunu söylemesi bu tehlikelerden biridir.


487 Sami, Şemsettin, Kamus-ı Türkî, s.1492.
488 Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 618.
489 Geycekli, Ahmet, Kur’an ve Sünnet Işığında Râbıta ve Tevessül, Umran Yay., s. 67.
490 Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 362.
491 Derman, Münir, Allah Dostu Der ki, s. 111.
492 Derman, a.y.
493 Derman, Münir, Allah Dostu Der ki, s. 111.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.12. Tayy–i Mekân

"Sarma, bükme, eğme, dürme, sarıp toplama gibi anlamlara gelir."(494) "Tayy, Arapça dürülmek anlamını ifâde eder. Allah‘ın dostlarına bahşettiği kerâmetlerden biri de, Mi‘râc gecesinde Hz. Peygamber (s.a.v.)‘in yaşadığı türden olmak üzere, onlara bir anda, uzun mesâfeler katettirmesidir."(495)

Tayy–i mekân konusunda Münir Derman Hoca çok ayrıntılı bilgiler vermektedir. Tayyi mekânın ne olduğu, ne zamandan beri var olduğu, nasıl yapılacağı gibi konuları anlatır:

"Tayy bükülmek, toplanıp gitmek mânâsına gelir. Tayy–ı mekân ise bulunduğu yeri değiştirmektir. Manevî açıdan bu mümkün müdür suâline bu asırda cevap vermek hem kolay hem de güçtür. Rasûl–ü Ekrem Mekke‘den Kudüs‘e ân–ı vâhitte gitti. Diğer bir tâbirle tayy–i mekân etti. Demek ki ceseden ve rûhen tayy–i mekân mümkündür."(496)

Tayy-i mekânın mümkün olup olmadığına bu asırda cevap vermek hem kolay hem de güçtür, derken teknoloji de elde edilen gelişmeleri ve buna paralel olarak insan rûhunda meydana gelen değişimleri kastetmektedir. Teknolojik açıdan insanın ses ve görüntüsünün bir yerden başka bir yere naklinin mümkün olması tayy-i mekânın da imkan dahilinde olduğunu düşündürmektedir. Ama aynı gelişmeler sayesinde insanın daha maddeci bir yapıya bürünmesi, kendini çok üstün kendi aklını da yeterli görüp, bu yüzden dinle alâkasını koparması, bu kaynaktan gelen bilgileri de inkâr etmesine sebep olmaktadır.

Peki, tayy-i mekân nasıl olur? Bu soruyu soran Melek Hoca cevabını da şöyle verir. "Evvelâ Rasûl–ü Ekrem‘in daire–i rûhâniyetine girmek lâzımdır. Bir damlanın deryâya düşüp, deryâ ile karışıp, birleşip deryâ olmasıdır bu. Aslında bu o damla için hiç olmaktır."(497) Bir tek damalanın tek başına kudreti yoktur ama deryâya karışıp onunla bütünleşmeyi başarırsa büyük bir güce kavuşur. İnsan kendinin bir hiç olduğunu idrâk edip, bu kâinâtın âhengine uyarsa, kâinâtın tüm güçlerini kendinde bulabilir.

Ona göre "Tayy–i mekân için cesedi rûhun emrine almak gerekir. Bunu yapabilmek için de bâzı şeyleri bilmek gerekir. Meselâ bir secde âyeti vardır. Onu bulmalı çünkü ancak onunla mümkün olabilir. Bir de esmâ–i ilâhînin bir kısmı imkân âleminde, bir kısmı kudret âleminde bir kısmı da hem imkân hem de kudret âleminde câridir. İşte bu esmâların yardımıyla, kudret âleminde carî esmâ ile imkân âlemindeki esmâya tesir ederek cesedi hemen rûh emrine almak lâzımdır. Kudret âleminde câri esmâlar yardımıyla rûh, imkân âleminde her yere gider, te‘sir eder. İmkân âleminde câri esmâlar yardımıyla ses gönderir, başka yerde görünür. Her iki âlemde câri esmâlar yardımıyla da tayy–i mekân yapabilir."(498) Münir Derman Hoca‘ya göre tayy-i mekân yapabilmek cesedi rûhun emrine vermek ile mümkündür. Rûh seyyâldir. Cesette rûha tâbii olunca rûhun seyyâliyetine erişir. Ancak cesedi rûhun emrine vermek için bâzı şeyleri bilmelidir. Bunlardan biri de esmâ-i ilâhînin iyi anlaşılmasıdır.

"Bâzı esmâlar, bâzı âyetler vardır. Onlara devam edilince bunlar vucûdun kimyâsına anyonuna katyonuna te‘sir eder ve insan böylelikle tayy-i mekân eder."(499)

Seslerin insan rûhu üzerinde etkisi olduğu gibi insan fiziğine de etkisi vardır. Bâzı şeyleri sürekli tekrarlamak hücrelerimize varıncaya kadar etki etmektedir. Vucûdumuz bulunduğumuz yerde çözülüp başka yerde bir araya gelebilmektedir.

Münir Derman Hoca‘ya göre : "Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında tayy–i mekân yapılıyor muydu? Hayır. Rasûl–ü Ekrem zamanında hiç kimse tayy–i mekân yapamamıştır, yapamaz da… Tayy–i mekân tâbiinden sonra mümkün olmuştur. Ve bunun ilk nasîbine mazhar olan zât da meçhuldür."(500) Günümüz de tayy-i mekânın olup olmadığını ve nasıl yapılacağını öğrenmek isteyenlere Melek Hoca şunları söylemektedir:

"Bu asırda ses, sûret ve rûh ile tayy yapabilenler vardır. Ceset ile tayy edenler doğrudan doğruya tevfîk, ihsân ve himmet–i ilâhî ile verilir. Bunun için de sonu beklenmeyen bir sabır içinde olmak ve bir şey beklemeden Rasûl–ü Ekrem‘e yanaşmak gayretine girmek lâzımdır. Rasûl–ü Ekrem‘e yanaşmak nasıl olur? Tam bir temizlikle. İnsanın rûhu ve cesedi zâten temizdir. Ancak nefs vardır. Rûh ve cesedin nefs ile alâkası nispetinde bu sâfiyeti zedelenir. Bunun için muhitinle temiz ol, elbiseyle temiz ol, ev ile temiz ol, cesedinle temiz ol… Ve bunlara ilaveten dâima abdestli olmalı, helal yemeli, haramı bilmeyecek derecede haramdan uzak durmalı. Öylelikle, huzûrla ibâdete yönelmeli."(501)

Ona göre bu asırda tayy-i mekân yapılmaktadır. Ancak bunun ilk şartı tam bir temizliktir. İnsan rûhu, cesedi ve nefsi ile temiz olmalıdır. Zâten rûh ve cesed, nefs ile alâkası nispetinde kirlenmektedir. Dinin maddî, manevî tüm emirlerine riayetle insan temizlenebilir. Bu temizliği sağladıktan sonra ise hiç bir beklentiye girmeden tam sabra erebilmelidir.

Münir Derman Hoca tayy–i mekânın pratikte nasıl gerçekleştiği, nereden nereye ve nasıl yapılacağı konusunda da bâzı bilgiler verir. Bu bilgilerin tecrübeyle elde edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. "Tayy–i mekânda evvelâ gideceğin yeri düşünüp, fikren tespit ve görmek lâzımdır. Nerede göreceksin? ...Ekranında; sonra… Okunur. Ve ân–ı vahitte tayy–i mekân vâkî olur."(502) Burada tayy-i mekân yapma kudretine eren kişilerin o anki durumunu resmetmektedir. Ancak açıkca konuşmaz. Bu esnada nereye bakılacağını, nelerin olacağını söylemez. Onları zâten o hâle gelen insanlar bilirler. Münir Derman Hoca bu konuda açılamalarına şöyle devam eder:

"Gösteri için tayy–i mekân doğru değildir. Tayy yapabilmek için bulunduğun yerde iken namaz vaktinin ya geçmesi veya girmiş olmaması lâzımdır. Meselâ, öğle vakti henüz girmedi. O halde vakti gelen yere veya henüz gelmeyen yere tayy olur. Öğleyi kılmış yere, bulunduğun yerde öğleyi kılmadan tayy yok. Kıldıktan sonra öğle vakti gelecek yere gitme yok. Henüz bulunduğun yerde vakit gelmeden vakit gelecek yere evet, vakti olmuş yere hayır. Oruçta da durum aynıdır. Oruçlu iken bulunduğun yerde vakit girmediyse vakti yakın olan yere evet, vakti geçmiş yere hayır. Tayy–i mekânda gideceğin yer ne kadar uzak olursa olsun seferî değilsin, unutma. Gündüz ise gündüz olan yere, gece ise gece olan yere tayy yapılır. Zulümden, belâdan, âfetten kurtulmak maksadıyla tayy, isyan gibidir. Olmaz.

Tayy yapan zât, eşya, hayvan, nebât ve insanı da birlikte tayy yaptırır. Tayy–i mekânda ceset, rûhun tamamıyla emrindedir. Ceset o anda rûh gibi seyyal ve lâtif olur. Sürat rûhun süratidir ki ziyâ ve elektrik süratinden fazladır."(503)

Tayy-i mekân bir ihtiyaç hâsıl olduğu anda oluşan bir gerekliliktir. Bir insanın gösteri için veya sıkıntı ve belâdan kurtulmak için tayy yapması düşünülemez.

Tayy-i mekân yaparken bile insan kulluğun gereklerinden soyutlanamaz. Namazı orucu sekteye uğramamalıdır.

Tayy–i mekân konusunu bu kadar ayrıntılı izâh eden Münir Derman Hoca, onu bugünkü insan aklına yaklaştırmak için bâzı buluşlardan örnek verir. Radyo, telsiz, telefon, televizyon gibi. Bunlarda tayy–i ses, tayy–i renk, tayy–i sûret nasıl mümkün olabiliyor. Bunların hepsinin hızı farklıdır. Ama hepsi elektriğe yüklendiğinde nasıl elektriğin hızına ulaşıyorsa, ceset de rûha yüklendiğinde rûhun hızına erişmektedir. Ve rûh, elektrikten daha süratlidir.

Allah‘ın emir ve yasakları ile Peygamberimizin sünneti bir arada düşünüldüğünde bunların hiçbiri diğer birinden ayrı ve bağımsız şeyler değildir. Aralarındaki bağı biz zâten anlıyoruz. Ama anlayamadığımız durumlar için de bu geçerlidir. Tıpkı dünyevî hayâtımızın her ânının diğer bir anla bağlantılı olduğu gibi. Hatta bu anlamda dünyevî, uhrevî hayât gibi bir ayrım yapmak bile imkansızdır. İnsan hayâtı bir bütündür. Birbirinden bağımsız parçalar değildir. Zikretmek ve zikre devam etmek bu örnekte olduğu gibi insanın maddî manevî tüm yönlerine etki etmektedir.

Dini hayâtın pratik uygulamaları hakkında Münir Derman Hoca‘ nın kitaplarından bulabildiğimiz başlıklar bunlardır. Bu konularda o genel olarak kendinden önceki âlimlerle ayını şeyleri söylemekle beraber bazen farklı bazen de daha ayrıntılı bilgiler vermiştir.

Şimdi buradan tezimizin dördüncü ve son bölümüne geçebiliriz.


494 Sami, Şemsettin, Kamus-ı Türkî, s.914.
495 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 636.
496 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s.114-115.
497 Derman,a.g.e. ,Cilt III, s.115.
498 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s.127-128.
499 Derman, a.g.e. , Cilt V, s.198.
500 Dermana.g.e. , Cilt III, s.119.
501 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s.119.
502 Derman, Münir, a.g.e. , Cilt III, s.123.
503 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s. 123-124.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

IV. BÖLÜM

4.1. Münir Derman’dan Tavsiyeler

Doktor Münir Derman Hoca zâhirî ilimlerde kendini geliştirmekle beraber bâtınî ilimlerde de bir âlim ve mürşid olduğundan, yurt içi ve yurtdışında resmi olarak farklı görevlerde bulunduğundan, kendisini tanıyan ve seven, sohbet ve vaazlarına gelen insanlara sürekli nasihatte bulunmuştur. İnsan, bâzı gerçekleri bilse dahi zaman zaman bunları başka ağızlardan duymak ister. Bazen de bir takım gerçekleri göremez, hissedemez.

İşte biz de bu bölüme Münir Derman Hoca‘nın eserlerinden derlediğimiz bâzı nasihatleri ve güzel sözleri koyduk. Bâzı gerçekleri yeniden duyalım, bir kısmında fark edip düşünelim diye.

O nasihatlerine şöyle başlar: "Bu lakırdıları benden sonra kimseden insan kulağı duymayacaktır. "Bu söz bize kitaplarının adını hatırlatmaktadır.

Sizlere tavsiyem şudur:

Resim Kalabalık yerlerde bulunmayınız. Her türlü münakaşadan sakınınız. Güneş batmadan evinizde olunuz.

Resim İçinizi kimseye açmayınız, dışınızla görününüz. Sadece gece namazlarında Deyyan olan Hakk‘a içinizi gösteriniz.

Resim Bol salavât–ı şerife getirin. Salavât sizin kendinizde olan Nur–u Muhammedî‘ye karşıdır. Yani kendinize getiriyorsunuz demektir.

Resim Daima abdestli bulunun. Abdestsiz kelâm etmeyiniz, yemek yemeyiniz. Hele gusül icap eden hallerde daha dikkatli olun, hiç dünya kelâmı etmeyin.

Resim Allah‘ın âfâtı yakındır, gaflette olmayınız.

Resim Kat‘iyyen hırsa kapılmayın, kanaatkâr olun, haramdan kaçının, helal insana kâfidir, artar bile.

Resim Yalana tevessül etmeyin, doğruluktan ayrılmayın.

Resim Sabah namazını kaçırmayın, her ay üç gün oruç tutun, ihmal etmeyin gece namazı kılın.

Resim Asla ümidinizi kaybetmeyin, dert ve yoksulluk karşısında metîn olun.

Resim Dünya, kendini bir şey zannedenlerle, yalancı mürşitler, şeyhler, velîlelerle doludur. Onlara kulak vermeyin.(504)

Resim Şuna devam edin: La havle ve la guvvete ya Ğanî ya Allah, ya Hayy ya Allah, ya Gayyum ya Cebbar ya Allah, ya Gâffar, ya Rahîm. Sabah, akşam, gece namazlarından sonra ve duadan evvel.(505)

"Hakiki mü‘min her zaman abdestlidir. Bu sudan halk olduğumuz için suya hürmettir. Abdest: 1. Rûh için, 2. Ceset için, 3. Can için alınır. Ceset temiz değil, can temiz değil ise o zaman abdest almak haramdır. İbâdet yapamazsın. Ceset ve can abdesti nedir? Abdestli olan bile yemekten evvel nimet için abdest almak, saç, sakal, tırnak kesmeden evvel abdestli olsan bile yeniden abdest almaktır. Bunlar bir mertebe, makâm meselesidir. Yapılmazsa bir şey olmaz. Çok hakîkat ve sırlar vardır ki söylenmez. O makâma geldiği zaman insan kendiliğinden anlar ve öğrenir."(506)

O, verdiği öğütlerin üzerinde düşünülmesini ister. "Bir de bu öğütleri yapacaksanız okuyun der aksi halde bırakın okumayı. Şems–i Tebrizi‘nin söylediği gibi; "Kimilerine sözlerim acı gelir, fakat o acıya katlana bilirlerse, sonrasında hoş bir lezzet alırlar."(507)

Münir Derman Hoca da sözlerini arının iğnesine benzetir ama "Unutmayın ki arının balı da vardır der."(508)

Resim Yaprak, çiçek koparmayınız, yaş ağaç kesmeyiniz, dal kırmayınız. Meyve kabuklarını, yaş yaprak, çiçek, taze dal ateşe atmayınız.

Resim Kuşları kafese hapsetmeyiniz. Kuşlara, hayvanlara, taş atmayınız, avcılıktan uzak durunuz, hayvan öldürmeyiniz. Her ne türlü olursa olsun zararlı veya faydalı yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz. Balıkçıların, avcıların sonu karanlıktır, hüsrandır, zengin veya hükümdâr olsa bile.

Resim Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fareleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyin. Bütün tarlanı yemezler, içinde haram varsa, sende haram peşinde koşmuyorsan, içine karışmış haramları temizler. Ayrıca hiçbir nebâta, hayvana küfretmeyiniz.

Resim Her şeyi tatlı bir sabır ile hiddet etmeden karşılayınız. Dünya hayâtının gözle görülemeyecek kadar ince suallerle dolu imtihan–ı ilâhî olduğunu unutmayınız.

Resim Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken de yapmayınız. Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz.

Resim Sıcak ve soğuktan kat‘iyyen şikâyet etmeyiniz. Bunlar tabii olaylardır, isteseniz de istemeseniz de olacaktır.

Resim Evinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz.

Resim Her türlü şahsî veya umumî hareketlerinizi gâyet sâkin, düşünerek, doğru ve en iyi bir sûrette yapınız.

Resim Kat‘iyyen küfür ve yemin etmeyiniz. Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz. İnsanları, hayvanları, nebâtları, evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz. Onlara daima güler yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz.(509)

Resim Yan… Kavrul… Ama tütme. Hiçbir göz görmesin, hiçbir kulak işitmesin. Allah‘tan başka dert ortağın olmasın. Her şeyi ondan iste. Zırıltı ile yüz asmakla, bunalmakla, kanaatsizlikle değil.

Resim Hiç kimseye emretme, kendi işini kendin yap, su bile isteme. Kalk kendin al. Su vermede ecir vardır buyurmuş Rasûl–ü Ekrem… Bu da aynı… Kendin al be. Ecri kendin al. Bu yine Allah‘dan istemedir. Sana güç verdi, ondan istiyorsun demektir. Gafil olma. Kendine güvenmek, Allah‘a güvenmek demektir. Miskin olup şirke girme, Böyle yaparsan dost olursun. Kendini bırak O‘na. Amma kolay değildir.(510)

Melek Hoca başka bir eserinde öğütlerine şöyle devam eder:

Resim Kimseye dünya için tevâzû etme, tevâzûnuz Allah için olsun.

Resim Muhammed (s.a.v.)‘in güneşine karşın kalp pencereni açık tut, karanlıkta kalırsın yoksa.

Resim İlahî mıknâtıs her insanı çeker. Yeter ki sen çekilecek nesne ol. İçin riyâ, haset, dedikodu, haram ile dolu olursa mıknatıs her an mevcut fakat sen çekilme hasletini kaybettin demektir.

Resim En büyük dert imkânsız şeylerle uğraşmaktır. Kısmetine yazılı bir şeyi istemek de ayrı bir görgüsüzlüktür. İbâdet ve kulluk yönünden incelenecek olursa buna şirk demek de olur.

Resim Senden aşağılarla çekişme küçük düşersin. Üstün kimselerle uğraşma gücünü boş yere sarf etmiş olursun. Kendin gibilerle itişme mağrur sayılırsın.(511)



504 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt IV, s. 270.
505 Derman, a.g.e. , Cilt II, s. 64.
506 Derman, a.g.e. ,Cilt II, s. 240.
507 Helminski, Camile Adams, “Cennet Ehli Olmak, Tebriz’li Şems’in Öğretileri Üzerine Düşünceler”, Ulaslararası Şems Sempozyumu, Nefes Yayınları, İst. 2010, s. 240.
508 Derman, Münir, a.g.e. , Cilt I, s. 19.
509 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, ss. 52–53.
510 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s. 37.
511 Derman ,a.g.e. , Cilt IV, ss. 247–251.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

4.2. Bâzı Güzel Sözleri, Vecîzeleri

Bütün büyük insanlarda olduğu gibi Münir Derman Hoca‘da az kelimelerle çok mânâ ifâde eden sözler söylemiştir. Bu bölüme de kitaplarında karşılaştığımız bu tür sözleri yazmayı uygun gördük.

Resim Yalan, gürültü eder. Hakîkat sâkindir. Yıldırım gök gürültüsü duyulmadan evvel çoktan düşmüştür.

Resim Güneşe arkasını dönen, gölgesinin peşinden yürür.

Resim Kötü söz yabanî ota benzer, sulamadan da biter… İyi söz çiçek gibidir, çok îtinâ ile bakılmak ister.

Resim Cahilin dili, kalbi önündedir; akıl sahibinin dili kalbi arkasındadır.

Resim Allah‘ı bulamayacağını insan anladığı dakikada Allah‘ı bulmuştur.

Resim Gayb görülemeyen değil, görünmeyendir.

Resim Anlaşılmayan sözü söyleyen de anlamamıştır. Anlatılamayan anlaşılmamıştır. Çocuğun anlayamadığı dersi hocası da anlamamıştır.(512)

Resim "Bulutla arkadaş olanın sakîlerın suyuna ihtiyacı yoktur.(513)

Resim İnsanı, insan insan yapar.

Resim İnsanların bir kısmı fikir sahibidir, bir kısmı da fikirlerin esiridir.(514)

Resim İnsan düşünceden ibârettir. Ondan başka nesi varsa kemiktir, kıldır. (515)

Resim İşe dayanan dostluk, dostluğa dayanan işten hayırlıdır.(516)

Resim Güler yüzle söylenen bir yalanı bir anda yuttuğumuz halde, acı gerçeği ancak damla damla yutarız.(517)

Resim Bu dünya, bu âlem dayanma pazarıdır, darılma pazarı değil.(518)

Resim Tüy zayıftır, ama uzun aman düşmeden havada kalır.(519)

Resim Kâinâtta düşünebildiğiniz her şey mümkündür.(520)

Resim Söz dalgalarının insanlar üzerine çarpa çarpa rûhları tahrip ettiğini unutma.(521)

Resim Doğruluktan sakın ayrılma, unutma ki suyun bir karış altında veya denizin binlerce metre derinliğinde boğulmak arasında fark yoktur.(522)

Resim Kaza, beş parmaklı bir şahıstır. Bir şeyden kâm almak isterse parmağının ikisi ile gözünü kapar, ikisi ile kulaklarını tıkar biri ile de ağzını kapar.(523)

Resim Nefret tuzlu su içmek gibidir, içtikçe susuzluğun artar.(524)

Resim Kılıç, yalnız ipeği kesemez.(525)

Resim İnsanın kızması, başkalarının hatâlarının intikâmını kendinden almasıdır.(526)

Resim Yanlış yapmayan insan yoktur. İnsanlık yanlışı kabul ve düzeltmekle ölçülür.(527)


512 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt III, s. 162.
513 Derman, a.g.e. , Cilt II, s. 233.
514 Derman, a.g.e. , Cilt III, s. 89.
515 Derman, a.g.e. , Cilt III, s. 30.
516 Derman, a.g.e. , Cilt III, s. 275.
517 Derman, a.g.e. , Cilt IV, s. 215.
518 Derman, a.g.e. ,Cilt IV, s. 247.
519 Derman, a.g.e. ,Cilt IV, s. 251.
520 Derman, a.g.e. , Cilt V, s. 45.
521 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt V, s. 160.
522 Derman, Münir, Allah Dostu Der Ki, s. 42.
523 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt V, s. 59.
524 Derman, a.g.e. , Cilt V, s. 98.
525 Derman, a.g.e. , Cilt V, s. 161.
526 Derman, a.g.e. , Cilt V, s. 187.
527 Derman, a.g.e. , Cilt IV, s. 187.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN ( k.s. )

Mesaj gönderen tamersah tarik »

SONUÇ

Tasavvuf insanın kendi özüne doğru gerçekleştirdiği bir içsel yolculuktur. Tüm uzun soluklu yolculuklar gibi rehber, kılavuz ve yardımcı gerektirir. Bu açıdan mürşit, iyi bir mürşit bulabilmek en önemli unsurdur. Münir Derman Hoca‘ya göre insan bu zorlu yolda kılavuzunu iyi araştırmalı, seçmeli, onu bir kere bulduktan sonra ise artık ona tam teslim olmalıdır. Aksi halde bu yolda ilerlemesi mümkün değildir. "Hakikî mürşit sana senden içeri olan o beni öğretendir" der.

Bununla birlikte insanın bu zorlu yolculukta ihtiyaç duyduğu diğer şeyler kendi içinde saklıdır. Çünkü insanın yaratılışında ilâhî bir yön vardır. İnsan beden ve rûhtan müteşekkildir. Bedeni bu dünyaya rûhu öbür dünyaya aittir. Bunun için insanın yapması gereken ise cesedini rûhun emrine vermektir. O zaman insanın vuslata ermesi kolaylaşacaktır.

Tasavvufun isminin var, kendinin yok olduğu ve bunun en belirgin bir biçimde hissedildiği bir dönemde yaşamış olan Münir Derman Hoca bir tarîkata bağlanmadan da nasıl insanın hakiki bir insan olacağını (insan–ı kâmil), hakîkat bilgisine (ma‘rifet) nasıl ulaşacağını yaşayarak göstermiştir.

Onun eserleri kuru bilgilerin sıralandığı, insanın rûhuna hitap etmeyen sözler yumağı değildir. O, tasavvufu derin, ince ve çok yönlü bir anlayışla ele almıştır. Sözleri akıl ve mantıkla sıralanmış sözler değil, rûhuna akseden ilâhî hakîkatlerdir.

Münir Derman Hoca‘nın tasavvuf anlayışında zikir önemli bir yer işgal eder. O fiilî zikre önem vermekle birlikte dille yapılan zikir konusuna da sıklıkla değinmiş hatta bunun nasıl yapılacağını müteaddit defalar ta‘rif de etmiştir. İsm–i âzam‘ın ne olduğu konusuna da şöyle bir açıklık getirmiştir. "Her insanda Allah‘ın isimleri tecellî etmiştir. Fakat bir tanesi gâliptir. İşte o galip olan isim o insan için ism–i âzamdır. İnsan o gâlip esmâya teveccüh edince, onun hududuna girince onda kerâmet de zuhûr eder."(528) Ona göre kerâmet hakikî Müslüman‘ın yaşadığı, bazen farkında olup bazen de farkında olmadığı bir hâldir.

Peygamberimize getirilen salavâtlarda zikir gibi devamlı virt edinilmelidir. O, hamd ile şükrün farkına da değinir. Şükrü rûhun ezelde bildiğini asıl zor olanın ise hamd olduğunu, Peygamberlerin hamdi insanlara öğretmek için gönderildiğini söyleyerek "hamd edene şer gelmez, hamd etmeyene şer gelir" der.

O‘na göre zühd de nefsin zühdü, gönlün zühdü, canın zühdü olmak üzere üçe ayrılır. Ve hepsinin aynı anda bir arada olmasıyla ancak zühd gerçekleşir.
O, insan–ı kâmil olma yolunda geçilmesi gereken merhalelerden birinin de halvet olduğunu söyler. Rûh bedende hapistedir. Bu hapishaneden çıkmak için halvete girmek lâzımdır. Halvetin netîcesinde kişi, diğer insanların göremediklerini görür, duyamadıklarını duyar, anlayamadıklarını anlar olur. "Halvet geçilmesi gereken bir aşama, celvet ise ondan sonra yaşanan sürekli hâldir" der.

Melek Hoca‘ya göre velînin tanımı bir olmasına rağmen her velînin kelâmı başka başkadır. Her velî kendinden öncekilere nasîp olmayan bir mânâ ve irfan yolu açar. Ama herkes de velîyi anlayamaz.

Tasavvufta üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olan vahdet–i vücût anlayışı, Münir Derman Hoca‘nın da kabul ettiği, benimsediği bir anlayıştır. Bunun anlatılması çok zordur. "Anlamayanlar dikkat et Mansur gibi senin de başını vururlar" diyerek bu konuda fazla açıklama yapılamayacağını söyler. Çünkü o, yaşanan bir hâldir.

Namaz, oruç, zekât, hacc gibi İslâm‘ın esasları hakkında ilmihâl bilgilerinden farklı açıklamalarda da bulunduğu olmuştur. Burada şeriat ile hakîkatin farkıdır zâhir olan. Aslında burada görülen her devrin âliminin kendi döneminin şartlarına göre söz söylediği gerçeğidir. Aksi de zâten düşünülemez.

Duâ konusunda ise âlimlerin bir kısmı duâ etmenin gerekli olduğu, bir kısmı ise duâ etmemenin, susmanın daha fazîletli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Münir Derman Hoca bu konuda sükût etmenin daha fazîletli olduğunu söyleyenlerin safındadır.

O‘nun tavsiyeleri ve veciz sözleriyse bize göre her şeyin özeti gibidir. Çünkü bu sözler üstün bir zekânın, ince ve derin bir bakışın gönül dünyasından geçerek süzülmüş hâlidir. Gören gözler değil kalptir, idrâk eden, düşünen akıl değil, kalptir. O kalplere hitap etmektedir. Ancak kalbin hitabı rahat işitebilmesi için önce aklın doyurulup aradan çıkarılması gerekmektedir. O Allah Dostu Der ki kitabında: "Sözlerimizden bir son bekliyorsun. Böyle olunca bizden bir şey öğrenemezsin, bırak bizi, git işine Allah aşkına" diyerek cümleleriyle belli bir sonuca varmak istemediğini, kendisinin bir başlangıç olarak hatırlanmak istediğini belirtir.

Biz de bu çalışmayı güzel bir sona bağlayamayışımızı buradan aldığımız cesaretle mâkûl karşılanarak bu tezin kendinden sonra gelecek her bakımdan kusuru az başka çalışmalara bir başlangıç olmasını arzu ediyoruz.

Prof. Dr. Sabri Tandoğan "Bu muhterem insan ve onun sayısız meziyetleri zamanla daha iyi anlaşılacak bugün ben farkına varılmayan hususiyetleriyle ileri ki nesillerin gözlerini kamaştıracaktır" demektedir. Biz de hazırladığımız bu çalışmayla buna biraz katkı sağlamışsak ne mutlu.

528 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt I, s. 69.
Resim
Cevapla

“Münir Derman (k.s) Kimdir?” sayfasına dön