KUL İHVANİ CUMA SOHBETİ 25 Mart 2011

Cevapla
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

KUL İHVANİ CUMA SOHBETİ 25 Mart 2011

Mesaj gönderen simurg »

Resim

Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm
Euzubillahi’s-semi’i’l-alîm mine’ş-şeytani’r-racim min hemezetihi ve nefhahihi ve nefsihi..

Bu şeytan denilen aklın kargaşılığının içerden dürtüşmesi, dışarıdan üfürmesi, bizzât kendisinden her şeyi yaratana sığınıp “Ve eûzu bike rabbi en yahdurûni” ayettir.

وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ
Resim----Ve kul rabbi eûzu bike min hemezâtiş şeyâtîn(şeyâtîni) : Ve de ki: sana sığınırım rabbım! O Şeytanların dürtüşmelerinden''
(Mu’minûn 23/97)

وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ
Resim----''Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn (yahdurûni) : Ve sana sığınırım rabbım! huzuruma gelmelerinden Ve de ki: sana sığınırım rabbım! O Şeytanların dürtüşmelerinden''
(Mu’minûn 23/98)

eûzu bike rabbi” : Rabbim sana sığınırım.
en yahdurûn(yahdurûni)” : yakınımda, huzurumda olmasından da sana sığınırım.



Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasülûke ve
Nebîyyi'l- Ümmiyi ve alâ âlihi, ve's- sahbihi ve ehl-i beytihi.

El hamdu lillâhi rabbi'l-âlemîn

Allahu Zul Celâl’e sonsuz sınırsız hamd u senâ olsun.

O ki insan sûretinde var etti.

O ki bir akıl verdi, kimlik kişilik verdi.

O ki aklı kendisine muhattab aldı.

O ki meleklerinde bilemediği
lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ : Bize öğrettiklerinden başka bir şey bilemeyiz ki.”
“Biz nerden bilelim onlar “fısk yapacaklar”, “kan dökecekler” zannetiik “fesad çıkaracaklar” dedik.”
“Ben size demedim mi sizin bilmediğinizi bilirim.”


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim----Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne) : Hani Rabbin, Meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim" dedi.”
(Bakara 2/30)


قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim----Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm(hakîmu) : Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.”
(Bakara 2/32)

İnsan aklı çok gariptir.

Onun için ben kendi kendime hep sorarım.

“Donmuş bir aklın imanına ve şehadetine ne dersin?” der de gülerim.

Çünkü bir bardak su var elinizde.

İçine gübre attınız ve gül attınız dondu.

Alamazsınız onu buzun eliden geri buzu kırmadan.

Gülü de vermez gübreyi de vermez.

Zehiri zemzemi de vermez, kendine saklar.

O buzun üzerine istediğini yazabilirsin Ahmed Can. “Dünyanın en güzel buzu” de, “en kötü buzu” de farketmez.

Ondan bir şey olmaz, o kendine sahip çıkar. Hizbu’ş-şeytandır yani bir anlamda.

İKİ” lik donmuşluğundadır.

TEK-lik akışkanlığında değildir.

SALL edemez, isale edemez akamaz yani, donar kalır orda.

Onun için zâtenher zerresi birbirine kilitli-kenetli BUZ gibi, çözülmediği sürece, AKIL Buzu eritilmediği sürece…

Onun için akıl buzunun TERBİYEye ihtiyacı vardır.

Aklın içine yüklenen AKIL ANA KARTI-na yüklenen Esmau’l- Hüsnâ CEM’i…


El Âlim “A”nın çekeri ile.
El Alîm “i” nin çekeri ile.

Resim


El Âlim: ÂLEM-leri halkeden.
El Alîm: Aynı zamanda âlemleri anlayacak ÂDEM-i yani AKL-ı da halkeden ve “âlemle” öğreten..


الرَّحْمَنُ
Resim----''Er rahmân(rahmânu): Er Rahmân''
(Rahmân Sûresi, 55/1)

عَلَّمَ الْقُرْآنَ
Resim----''Allemel kur’ân(kur’âne) : Kur'an'ı öğretti.''
(Rahmân Sûresi, 55/2)



Öğretici olan ALLAH celle celâluhu.
İkisini birden akla öğreten.
İşte bu akıl, imtihan gereği yeni doğmuş bir çocuk gibi saftır.
Einstein olacağı, Hitler olacağı, Peygamber olacağı, Firavun olacağı bilinemez ve fark etmez.
Hepsi bir annenin rahminden doğan avuç içi kadar çocuktur ve bunun içindeki ilim ancak terbiye edilirse BİLinir.
Bedendir çünkü o. Beden halindedir. Eşyadır. Şeydir.
Bu BUZ tezkiye edilmeli.
Buz eridi amma dört bardak SU oldu.
Pırıl pırıl gözüküyor.
Bir kâmil bir ârif diyor ki: “SUyun tadına bakalım mı?” Sizde diyorsunuz ki: “Pırıl pırıl efendim hepsi.”
“Dilimizi değdirelim” diyor.
Değdiriyor: “Bu zehir gibi ACI, bu şerbet gibi TATLI. Bu limon gibi EKŞİ, bu çok TUZLU.”
“Ama efendim güzel gözüküyor!.”
“Güzel gözüküyor ama bunların tezkiyeye ihtiyacı var!” diyor.
Tezkiye devlet dairesinde insanların geleceğine ait verilen raporun adıdır.
bir kimsenin veya şeyin Doğruluğuna şehadet etmek, pâk ve temiz etmek hususunda birisinin durumu hakkında soruşturmaktır.
Bundan idareci olur. Bundan olmaz.
Bu kumar oynar, oynayabilir.
Bu insanlara kötülük eder buna güvenilmez diye sicil verilir ve bu onun TEZKİYEsidir.
Ve gerçekten çok insanın hayatıyla oynanır.
Kasıtlı verilir. Kasıtsız verilir.
Dürüst insanları böyle üst mevkilere taşır, bazıları da yaramazları taşır.
Tezkiye böyle bir şeydir işte.
İnsan bedenden NEFSine yöneldiği zaman, bedenden nefsine yöneldiği zaman nefsinin beden âlemindeki nefs, bir hayvan gibi bedenine tâbidir nefs olur.
İç güdü ile hareket eder bir anlamda hayvan gibi.
Bedensel bir akıl ve nefs varsa bu donmuş bir buz gibidir.
Buzluk yapacaktır sadece.
Tıpkı bir kedinin kedilik yaptığı gibi, ceylanın ceylanlık yaptığı gibi, aslanın aslanlık yaptığı gibi, taşın taşlık yaptığı gibi, her şeyin her şeylik yaptığı gibi bir şey olarak yürütecektir.
Hiç bir iç dönüşü yapmayacak, akıl kullanmayacak anlamındadır.
Çünkü kullanamıyor aklını ki donmuştur aklı.
Hayvan oluştan da aşağıdır.
Çünkü en akıllı hayvandır ve en tehlikelisidir artık.

bel hum edallun

أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا
Resim----''Em tahsebu enne ekserehum yesmeûne ev ya’kılûn(ya’kılûne), in hum illâ kel en’âmi bel hum edallu sebîlâ(sebîlen):Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe daha sapıktırlar.'' (Furkân 25/44)

Ve bu muazzam meleke olan AKLı hayvanlıkta kullanmaya kalkarsa hayvanında altına iner.
Çünkü çok akıllı beter bir yırtıcı olur.
İşte şimdi olduğu gibi binlerce mâsum insanı yerle bir ettikleri gibi olur.
Ama bu Bedenî Akıl, Bedenî Nefis, Hayvanî Nefis, Hayvanî Akıldaki ana program olarak yüklenen.
Firavun’a da Musa aleyh’i-s selâm’ya yüklenen demek istiyorum.
BUZluk erirse nefis gerçek Âdem oluş ÂDEMİYYET başlar.
ÂLEMlikten ÂDEM OLuşu anlamaya başlar.
ANladığı zaman ise bu TEZKİYE edilir.
TERBİYE eden kişi mutlaka kendisi yapması lâzım.
Hiçbir BEBEğin Annesi yerine bir damla su içemez ve idrarda yapamaz.
Şahsın bizzât alnı secdeye değecek.
Biri birinin yerine Şahsî İşini yapamaz.
Çünkü o ÂDEMİYYET Bölgesi kendine aittir.
Kimse kimsenin gözü olamaz gibi.
Kısaca BEDENî TERBİYE-yi herkes kendi yapar.
Ama NEFİS Âlemine geçtiği anda TEZKİYEyi başkası yapar.
Çünkü hiçbir idrak kendi idrakını idrak edemez.
Ve hiç kimse yazı tura atarak ben yeryüzüne geldim diyemez.
Bir anneden doğduğu gibi, bizim bildiğimiz “satırdan satıra” değil de “sadrdan sadra”.

Muhammedî Melâmet Tasavvvufunda, tıpkı ana rahminden doğar gibi bir KÂMİL kalbinden doğuş vardır.

Burada KÂMİL, ne aracıdır, ne tıracıdır, ne şucudur, ne bucudur sadece ve sadece Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem adına ve hesabına ALLAH celle celâluhu RIZAsına Muhammedî hasbî HİZMETçidir o kadar!

Bir insanın anası babası aracı değildir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aracı değildir.
Velâyet ŞAHımız, Bir PÎRimiz Ali keremullahi veche aracı değildir.
Yani bize hizmet eden ALLAH DOSTlarımız aracı değildir.
KebÂN’la aramızdaki elektrik direkleri ve telleri aracı değildir, HİZMETçidir.
Bu sözü çok iyi anlamak lâzım.
Bırakmak lâzım bu câhil halkın dilindeki boş safsataları.
Yani “Bak ben çok mübârek bir insanım!” diyenler olabilir ve desinler.
“İyi kardeşim mübârek ol daha iyi ya. Ol da bizi En Mübâreğe, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e götür!”
Çünkü mübârek bir tanedir oda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.
Mutlak mübârektir çünkü.
Yani çocukluğu bırakmak lâzım, onu demek istiyorum.
Bu gün sohbetimizin konusu bu değildi.
Ama hadi kendi geliyor, kendi geçsin diye söylüyorum. Yani BUZ gibi olan bir NEFİS vardır.
Erimemiş olsa dahi buz olsa da TERBİYE ile erir.
Eridiği zaman bakarsın ki içinde iki kürek gübre varmış. Gübre kalır orda.
Gül de varmış, şeker varmış, içinde.
Zemzem varmış, Zehir varmış.
Onlarda ayrılmışlar.
Yani görürsün eridikten sonra kalan katıları kendine sahib çıkanları.
Hele Hasan Dağı’nda falan karlar eridi mi yatakta bir sürü şey bırakır.
Yukarılardan getirmiştir seller falan.
Onun yerinde bir sürü artık bırakır, kar yatağında. Erimiştir kalmıştır onlar, pasalar.
Ama su akıyor ama suyun içinde daha TEZKİYE etmeye, ilmini edebe ulaştırmaya, bir KÂMİL gerekir.
Bu hep böyledir.
Kâmilsiz olanların Kâmili ALLAH’tır.
Onlar da peygamberlerdir aleyhumesselâm .
MükeMMeL ve Mükemmil olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e es Selâm Olsun!
Hiç oraya buraya bizim işimiz yok uğraşmaya.
İşte Erimiş SU gözüken ama SÜZülüp gözüken Pasalardan TEZKİYE edilmesi lâzım.
Süzülmesi lâzım. Süzülmesi.
Önce bir gözüken şeylerin süzülmesi lâzım.
Büyük günahların. Büyük günahların. Değil mi?
Büyük günahların süzülmesi lâzım.
Taş, toprak, kaya v.s. Pis-Pası önce bir süzgeçten geçirmek lâzım ki gözükenleri bir at.
Ondan sonra..
“Bu kadar temzilendi, içelim mi?” dediğinde,
Kâmil seni NEFSî NEFSi, Kalbî NEFS etmek için Kalb Âlemine geçirirken,
Nefsî Nefis, Kalbî Nefis OLurken, Nefsî Akıl Kalbî Akıl olurken ve hamm AKIL, TaMM NAKİLe Yanaşırken..
Yani 18 yaşındaki DELİkanlı Genç artık 30 yaşındaki bir BaBa olacak pozisyona geçerken,
“Dur bir dakika bir bakalım içilir mi içilmez mi?” diye bir Kâmil Damağı gerekir, dili gerekir.
O zaman dört bardak SU-yduk.
Her biri bir telden çaldı.
İşte o zaman onu Eren Ocağına oturturlar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem RAFİNERİsine, AHMED aleyhisselâm ARITIM Ocağına Sürerler.
Gül, Ayşe, Barboros, Hümeyra fark etmez hepsi de bir KÂMİL KALBinde, Bir KABta bir ATEŞte Kaynatılır, BUHARlaştırlır ve ARItılırlar ki elbette herkes Kaderince Kadarınca..

ÂŞIKların AŞK ATAŞın Arzda yakarlar Arş duyar.
AHMAKların ateşini kendileri istedikleri yerde yakarlar.
Âşıkların ateşini RABBleri yakar.
Âşıkların AŞK ateşinin yerlerini kendileri seçemez RABBleri seçer.
AHMAKlar ise kendileri seçer.
“Beni câmide imtihan et!” der.
RABBü’l-Âlemin onları câmide imtihan eder.
Şurda et, burada et!
Ama âşıkların kini O seçer.
Mekke derken Meyhâneye oturutur.
“Şunu beğenmedim!” der ise,
“Onu mu beğenmedin beterini yapayım sana da onu gör!” buyurur.
Türlüüü, türlü haller gösterir teller çaldırır.
Öyle bir oynatır, öyle bir oynatır ki İbret Âleminde bütün insanlara örnek teşkil ederler, taşa tutulup gülünç olurlar ki çok gördük ve yaşadık çok şükür!.
Halbuki Âşıklar, RABBü’l-Âlemin Hikmet Âlemindeki göz bebekleridir.
Fakat Belâ Sahnesine çekilmiştir, bunlar kaderin cilveleridir, OLlun gerekleridir.
Bu ateş, Hayat Ateşi.
Bu aklın, Ham Akıllılıktan Silm Akıllılığa Selâmet Aklına, İslâm Aklına geçişi elbette kendi BENliğinden, BUZluğundan vazgeçiş,
Her damlasının hür kalışı, yere dökülen bir tas suyun her noktasının secde edişi gibi bütün hücreleriyle RABBısına, Hümeyra can, Rabbısına hiç sessiz, sözsüz, isteksiz, bedelsiz, sebebsiz, kıyassız ve şartsız “KARA SEVdâ” vardı ya bedelsiz değil mi?

SEBEBsiz, BEDELsiz , ŞÜPHEsiz, KIYAS-sız, ŞARTsız.. Aynen uygular ve öyle olduğu için öyle olur. .

BİZ BİR-İZ..


İşte bu şekilde bir eriyişten bahsediyoruz.
Kâmil eriyişi budur.
Kâmiller, sokaklardaki sokak soytarıları değildir.
Tevhid tüccarları, Tasavvuf simsarları değildir.
Kâmiller Allahu Zul Celâl’in eli dilidirler.
Neden?
Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öyledir. Çünkü Ehl-i Beyt aleyhi's-selâm öyledir.
Allah Dostlarımız öyledir.
Çocukları kandırılabilirler ama onların RUHu yaşlıdır, Onlar kandırılamazlar.
Zor kandırılırlar onu demek istiyorum.

Bunları bu dünya bağlamaz fazla.
Öyle derdi Siirtli Hocam
“Dışına çıkacak değiliz ya gelmişiz Şu Yalan Dünyaya ne yapalım yani gidinceye kadar sabredeceğiz!” derdi.
İşte bu EREN OCAĞI’nda dört bardak SU;
Acısıyla, Tatlısıyla, Ekşisiyle, Tuzlusuyla..
Senin dört ucunu dört kuş gibi İbrahim aleyhi’s-selâm’ın Barbaros,
Dört kuşu gibi, Tevhid Tenceresine doldurulup, odun diye seni yakarlar altına, ne garip şeydir ki tencere de sensin, içindeki de sensin, yananda, yakanda, yandıranda SENsin.
Tüm bunları “YapAN” da senin şah damarından yakındır.
Böyle bir garip ocak kurulur.
“Kim” lik içindeki Acılık, Tatlılık, Ekşilik, Tuzluluk gitsin, yedi renk olmasın!.
Renklerde gitsin, zevkler de gitsin, şunlar da gitsin, bunlar da gitsin!” diye.
Saf, saaaf. Safi~safi. Musaffa.
Muhammed aleyhi’s-selâm ‘ın bir ismi de MUSTAFA’dır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın bazı isimleri vardır ki, Mustafa gibi.
Araplar pek kullanmazlar, çok az kullanırlar.
Türkler çok severler MUSTAFA’yı.

Mustafa: Setefe edilmiş. Sellekte edilmiş. Elenmiş elenmişte en üstte kalmış anlamında.

Mustafa, bir de saf olan ve saf eden Musaffa anlamındadır.
Kendisi saftır. Dokunanı da saf eder.
Kendisinde ceryan vardır.
Prizine gireni de kendinden kılar.
Neyi varsa aynen aktarır ve biraz da Bana kalsın demez, çünkü onun değildir!.
Böyle bir musaffa oluş vardır orda.
Bu Kalbî Akıl, Kalbî Nefis dediğimiz aşamadadır.
BUHARlaşma vardır.
Kim buharlaşır?”
Tevhid Ocağında, Tevhid Tenceresinde böyle dört tadın karışımından meydana gelen garip bir ağda kalır geriye.
Tadı karmakarışıktır.
İşte bu ağdadan dolayı onlara insanlar önüne geldiğini söyler.
Rahmetler üzerine olsun!
Ahmed Kuddusi Baba’ya 13 yıl, ömrünün sonunda “zındık” diye hitab etmişlerdir kendini bilmezler HÂLden Anlamazlar ve Üzmüşlerdir kaderin cilvesinde yıllarca!.
Meşhuuur Ahmed Kuddusi Baba’ya şeriat savunucuları öyle yapmışlardır.
Çünkü hiç anlayamamışlardır ki..
“Efendim işte Arabistan’a gitti orda kaldı senelerce!. Orda evlenmiş. Şöyle olmuş, böyle olmuş.”
Bin bir bahâneleri ve dedi kodularıyla.
Olanlar, kalanlar.
Sanki Ahmed Kuddusi Baba kendi kaderini kendi yazdıydı da kendi okuduydu da.
Onlarınkini de kendileri yazıyorlar da.
Bunlar boş laflardı.
Ama bir gerçek var ki bu ocağa oturmayan, bu ateşe dayanmayan Şeytan Aşkıyla âşıktır, Allah korusun!.
Allah Aşkı ile âşıkların ateşi kendi A’yan-ı Sabiteleridir.
Kendi akıllarıdır, Kafa Tasları ve Kalb Kazanları fokuuur fokur bunun için fokurdar durur.
Bir yanardağ gibi, sessiz, ıssız, sakin ve en içerde bir bekleyiş içindedirler diye düşünüyorum.
Yani hani DEVR-ÂN vardı buzun DEVR-ÂNı.
“Ben buzum kardeşim var mı yan bakan!” diyordu.
Sonra BUZu erittiler, Eren EDEBiyle SU edip SEYR-ÂNa geçirdiler.
Kimi ağzını yıkıyor onunla kimi şurasını yıkıyor, kimi burasını yıkıyor.
Herkesi temizliyor ama kendi kirlenmiyor. Kalkıp gidiyor BUHARlaşıp gökl yüzüne gönül aâlemine...

Ama bunlar O MUTLAK; İmam-ı Mutlak, Muhtar-ı Mutlak, Muhteşem-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak Muhammed aleyhi's-salâtu ve's-selâm’ın; Halis, Muhlis, Sıddık ve Adil olan Muhammedî Hizmetçileri vardı ya insanları işte onlar bir damla SUydular ya onlar asla kesilemezler.

Suyu kesecek bir bıçak yapılmamıştır henüz. Yapılamaz.
Onlar asla ezilemezler.
Onlar asla sıkıştırılamaz.
Fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” ''Onlar korku ve hüzün bilmezler.''


إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim----''İnnellezîne kâlû rabbunallâhu summestekâmû fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne): Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.''
(Ahkâf Sûresi, 46/13)

Dünyada, Barbaros sıkıştırılamayan tek sıvı SUdur.
Yani en uçta sudur, sıkıştırılamaz. Bu ilginç bir şeydir.
Onlar yakılamazlar da, uçar giderler.
Onlar kirlenemezler.
Bütün kirleri arıtır, yerde bırakır, kendi kalkar gider. Bunlar bir damla SUdan yaratılmış, bir damla suda yaşayan ve bir damla suyun İSRÂsını yaparlar.
Zâhir’den Bâtın’a, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya sen de “rucu”, ben deyim “uruc” ama Nuriye de desin ki Siz mi’râc ediyorsunuz.
Mesele o değil. Mesele Muhammedî Meşki anlayıştır.
Bu çok önemlidir.
Kaderlerimizin yaşayış tavrı, tarzı, stili Sünnetullah’tadır. Bizim tercihlerimiz vardır.
Biz olayları yaratanın olayı içinde imtihan ediliriz.
Olayı biz biz yaratmayız. Biz tercihimizi yaşarız.
Savaş varsa savaşın içinde imtihan ediliriz.
Yağmur yağıyorsa yağmurun altında imtihan oluruz.
Yağmuru sen yağdırmıyorsun.
Yağmurdan korunma tedbirler alırsın tercihler yaparsın ama yağmur seni yakalayabilir.
İşte bütün bunlar derin bir anlayış derunî bir anlayışı gerektirir.
Yoksa ömür bir “hay, huy” yani bir bağrış-çağrış içinde geçer gider.
Benim Antalya’dayken bir aşığım vardı Âşık İrfanî.
İyi saz çalamazdı, sesi de güzel değildi, ama Âşıktı. Kooperatife girmiş, ödeyememiş, bir sürü parası kalmış hep dertliydi.
Bir ömür uğraşmış, sazı bazen getirirdi orda buluşurduk. Kahve gibi bir yer vardı.
“Efendim size bir beste yaptım dinleyin”
“Olur”
Tarar marar falan: “Efendim akord tutturamıyorum bir dakika, Akordu bir tuttursam!” derdi.
Akordu tutturduğu zaman bir taraftan gözünden yaş dökülürdü, bir taraftan da söylemeye başlardı.
Bizler de akord tutturmaya çalışıyoruz.
Kalbî Akıl, SEYR-ÂNdan CEVL-ÂNa geçmiş akıl. Gökyüzüne doğru savrulmuş nem gibi, var ama gözükmüyor.
Nem oranı %90 diyorlar hiçbir şey görünmüyor.
Böyle Muhammedî Oluş ŞUURu NÛRu, SÛRURu ve ONURu vardır.
Çünkü CEVL-ÂN halindedir.
Her zerresi buharlaşmıştır, ve bu muhteşem bir şeydir.
Ama hizmete geçmemiştir henüz.
Bu HAYR-ÂN âlemine geçtiği zaman hayretlerle izleyeceğimiz okyanuslardan milyarlarca ton ağırlığındaki suları alıp sonsuz göklerde binlerce uçakların binlerce milyonlarca uçağın taşıyamayacağı suları ıslık çalar gibi türkü çağırır gibi rüzgarların kanatlarında getiren hani o kara bulutlar vardır ya yağmur bulutları işte öyle Allah dostları RAHMET İNSANları, Muhammedî Âşıklar vardır bu ÂLEMde ÂDEMler İçinde canlar!


BUZken Muhammedî ÂLİMler
SUyken Muhammedî KÂMİLler
BUHARken Muhammedî ÂRİFler
BULUTken Muhammedî ÂŞIKlar..

Var ya işte onlar, onlar, onlar İmam ALİ’ler..
Onlar YUNUS’lar. Onlar NİYAZİ MISRî’ler.
Onlar bu yolun tozları toprakları, bu yolun Hizmet ve Rahmet İnsanları.
HAKK’ın insanları.
Halk, insanları ancak kendi AKLıyla yorumlar.
HAKK Teâlâ ise NAKLiyle yorumlar onları.
Onlar korkmaz ve hüzünlenmezler. Sen ne diye üzülüyorsun onların sözlerine biz onların açığını gizlisini biliriz. Onlara baksan ya bir zerreden yarattık. Şimdi bana hasimûn mubîn oldular ne üzülüyorsun ya Rasûlullah diye Allahu Zul Celâl Peygamber aleyhi’s-selâm’i tezkin etmektedir.


فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
Resim----''Fe lâ yahzunke kavluhum, innâ na’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne) : O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da''
(Yâsîn Sûresi, 36/76)


أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
Resim----''E ve lem yerel insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe iza huve hasîmun mubîn(mubînun). İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?''
(Yâsîn Sûresi, 36/77)

Kim için?
Yarattığı halk için. Bunlar doğaldır.
Halkın sesini duyanlar halkın içinde Nefislerinin Hevasına uyarlar.
Hakk’ın sesini duyanlar HAKK Teâlâ’nınkine uyarlar.
Onun için “sağanak arkasında gülenle ağlayan fark edilmez.”
Bağırmadığı sürece.
Rahmetli Rasım Abi vardı Anka’nın dedesi, Amcamın oğlu.
Rahmetli oldu. Çok değerli bir insandı.
Bize de tâbiydi Allah’a şükürler olsun.
Sakalı çok uzundu. Öyle alışmışlar Aksaray’da.
Hacı Osman Efendi de öyleydi.
Bende Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hadislerine bağlı olduğum için Rasim Abi benden çok yaşlıydı ama
“Abi şunu biraz kısaltalım.”
“Yok yok ben sokağa çıkamam Latif Bey!” derdi.
Fakat sonunda en son Umre’ye gitmiş üç aylığına Hacc’a, orada düştüğü söylendi.
Dönüşte Konya’ya geldi.
Oğlu vardı orda hastanede. Rontgen teknisyeni Mehmet.
Neticede ameliyata girildi.
Sakalı aşağı yukarı benim ki kadar yani kesildi tamamen de ameliyattan sonra biraz daha yaşadı.
Sakalı ele gelmeyecek o hallerdeyken vefat etti.
Ben Aksaray’a cenazesi geldiğin de gördüm ki, sarı bir yüz, limoni bir yüz.
Gülen bir göz ve yüz ama basbayağı gülen ben de gördüm.
Dedim ki: “Rasim Abi sana demiştik biz sakalını biraz kısaltalım diye”
O da gülüyordu sanki.
Rasim Abi çok değerli bir insandı.
Ona Siirtli Hoca derdi ki “Ağlayan Adam.”
Telefonda konuşurken ağlıyor gibi sesi gelirdi.
“Adını bilmem, Ağlayan adam dedi ki Abdullatif, Telefon etti ağlayan adam, şöyle dedi. Ağlayan adam anlattı..” Derdi Hocam Rahmetli.
Bizden yaşlıydı Rasim Abi.
Diyor ki: “Yuva köyü’nde “Şaştım Allah şaştım” diye bir adam vardı” diyor.
“Adamın adı “şaştım Allah şaştım” kalmış”
“Niye böyle demişler?” dedim
“1920’ler civarında yani Cihan Savaşı’ndan sonra dediğine göre.
Dervişmiş bu adamın ismi.
Derviş Emmi, Derebaşında tepelerin arasında bir yer. Yani Kır dediğimiz bir yer şu anda, Derenin ağzı, Kır Deresi.
Orda tarlaları varmış, bizim de vardı.
Orada iki öküzle çift sürüyor.
Tepenin birisinde bir adam: “Şaştım Allah şaştım!” diye bağırıyormuş.
Önce ilgilenmemiş sonra demiş ki: “Yahu bu adamın derdi var ki öyle bağırıyor, bakıp geleyim”
“Arkadaş niye bağırıyon?”
Cevap vermiyor. “Şaştım Allah şaştım” diyor.
Bırakmış çifti, koşarak adamın yanına çıkmış tık nefes.
“Arkadaş sen niye şaştın yaa?”
“Valla arkadaş, tek öküzle çift süren adama şaştım!”
Geriye dönmüş bakmış ki öküzünün biri yok olmuş. Koşmuş öküzün yanına ama ne bakar ki öküz yok.

Tekrar tepeye dönmüş adam yok.
Tek öküzle çift sürülmez, öküzü çözmüş.
“Şaştım Allah şaştım! Şaştım Allah şaştım!”
Diyerek tek öküzle köye girmiş…
Eş dost: “Yahu arkadaş ne oldu ne ettin, neye şaştın ALLAH!?” demişler.
“Şaştım Allah şaştım!” anlatmış serancamını.
Adamın adı “şaştım Allah şaştım” kalmış.


Şaştım Allah şaştım ben de.
Bu kadar ömrümün sonunda şaştım Allah şaştım cümle cihana.
Temelsiz, asılsız, röpersiz yani, koordinatsız gidiş olmamalı.
BİLdiğimiz, BULduğumuz, OLduğumuz ve YAŞAdığımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olmalı.
Onun için bunları dilim döndüğünce anlatmak istiyorum.
Doğru insanlar kalsın gerimizde diye.
Biz gidersek ki gideriz.
Direkler, dost direk olsun Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem’in yüreği olsun diye.
Bu çok önemli bir şeydir.
Bir kişinin kendisini kendisini diyorum bak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e vakfetmesi muhteşem bir şeydir.
Hesapsız kitapsızdır çünkü.
Bunun için bu yol başka bir yoldur, BİZim yolumuz.
Çok basit bir yoldur. Başka yoldur.
Hiç kimseye söyleyecek bir sözümüz yoktur.
Ancak emin gitmeliyiz ve emin götürmeliyiz.
Mâdem ki teker olmak istiyorsun Humeyra pise de basacaksın mise de basacaksın.
Hiç unutma .
Öyle zor ve çileli çukurlarından geçeceğiz ki sen teker olduğun için sen geçeceksin bizi geçireceksin.
Mâdem ki Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem’in yolunu tercih ediyorsun.
Mâdem ki hizmetçiyim diyorsun, dört tekerden birisiyim diyorsun karşılıksız Hasbî Hizmeti gÖZe alacaksın.
O zaman Muhammedî Dilin daima buradan Kâbe’ye kadar YOLu yalayacak.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem’in İZini yalayacak ki arkadakiler güneş gibi altın gibi parlayan Muhammedî İZi-BİZi görsünler.
Böyle bir dil. Yani ağızdaki dil yürekteki dil sahip olacaksın.
Dosdoğru olacaksın emredildiği gibi .
Emrolunduğu gibi. Bu âyettir.

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim----Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun) :O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte EMR OLUNDUĞUn gibi DOSDOĞRU OL! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”
(Hûd 11/112)

“Ya Rasûlullah bugün saçlarına ak düşmüş sakalına ak düşmüş!”
Bunu yapan Hûd Sûresindeki “EMR OLUNDUĞUn gibi DOSDOĞRU OL” âyeti ve kız kardeşleri diyor.
Başka yerde de var o âyetten çünkü. Bu âyetler yaptı beni bir gecede böyle.



Resim----Ebu Bekir radiyallahu anhu: "(Erken) ihtiyarladığını görüyorum (veya) İhtiyarladın Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem!” deyince,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem: "Beni, Hud, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn ve İzeş-şemsu kuvviret sûreleri ihtiyarlattı" cevabını vermiştir.
(Tirmizî, Sâhih Sünen'inde; Hâkim, Müstedrek'inde)


Resim----Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem: " Şeyyebetnî Hudün v’ehvâtûha: Hûd sûresi ve kardeşi sûreler beni ihtiyarlattı"
(Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr)


Evet. Bende bunu yaşamıştım bir zamanlar.
Bir haftanın içerisinde olmuştu.
Kar gibi.
Çoğu yani. 2/3’ü. Kısa bir sürede.
Çünkü bir alevden geçmiştim.
Bir yangın geçmiştim.
Böyle kar-beyaz kaldı saçlarım!.
Tercihimiz tevhidimizdir.
Neden bahsediyoruz biz?
Sazın akordundan .
Cevlan Makamı-Kalb Makamı, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem makamıdır.
Rahimiyyette Abdullah,
Rahmâniyyette Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem’dir.
Rahimmiyyet ‘te Nebiyyül’ -Ümmi’dir.
Rahmâniyette Habibullah Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem ’dir.
ALLAH’ın RESÛLü Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve selem.
Rahimmiyyet ‘te duyulan ses, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sesidir.
Rahmâniyette konuşan-SöZün Sahibi, Rahmân Allah celle celâluhudur. İlk-Son Söz onun Kelâmullahıdır.
Rabbu’l-âlemin ve Rahmetenli’l-âleminin kelimeleri ara kesiti “âlemin”dir.
Âlemin dediğin ise “elif” harfinden ibarettir.
Elifin bir yüzünde “RABB” bir yüzünde “RASÛL” Röpweri OKUnur, ben ne diyeyim?
Dahası Münir Hocam’ın meşhur bir sözü var ya: “Denilemez!” diye.
Bende diyorum ki “Hocam desen ne fark eder, sokağa döksen alıcı yok.”
İnsanın bir ihtiyacı olacakta onu soracak.
Kasaptan soracak, manavdan soracak, sarraftan soracak.
Onlarda diyecekler ki: “Senin aradığın sokak satıcısında bulunur, 3 tekerlekli seyyar satıcılarda yorgan iğnesi bizde olmaz!”.
O zaman böyle biri gelecek diyecek ki hocam,
“Var mı sizde iki yakamı bir araya getirmek için çatal iğne?”
“Evet, var!”
Böyle bir ikiliğin tekliğe dönme makamıdır Cevlan Makamı, Kalb Makamı ve Kalbî Akıl.
Çünkü Rahimiyyette Aklî Akıl,
Rahmâniyyette Naklî Akla dönüşür.
Bunlar ne kadar konuşulsa boş olur.
Anlamayınca boş olur.
Yani anlamak çok önemli. Zevk.
Çünkü Şeriatta SÖZ esastır.
Bir sözle adam öldürülür. Bir sözle adam kurtulur. Tarikatta söz..
Sözü kâmil konuşur SOHBETe dönüşür çünkü.
Marifette sohbeti yapan tektir.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve sellem sohbet başka bir şey bırakmamıştır.
Kur’ân-ı Kerim dahi sohbetle-SÖZ halinde buyurulmuştur-duyurulmuştur.
İşte sohbet bu kadar önemlidir.


Bunun için Muhammedî hatla bağlı olanlar.

Muhammedî şuur,
Muhammedî Nur,
Muhammedî Surur,
Muhammedî Onur şeref haysiyetiyle ALLAH celle celâluhu’nun nurunu taşıyanlar çeşmeden akan su gibi akar akar akar akar akar yine akar yine akar kesilmeyen bir ceryan gibi hep yenisi gelir aynısı sanırsın dinmeyen bir rahmet gibi yağar.

Durmayan bir rüzgar gibi eser.
Hiç bıkmadan, usanmadan gelen bir ısı, ışık gibi güneş ışığı gibi gelir.
Ve içimizdeki 37 derece ısı gibi hep ceNNeti yaşatır. Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in bu Muhteşemliği, Muhtarlığı, Mustafalığı, Muhammedliği SALLallahu aleyhi ve SELLem böyle Muhteşemdir, Mübârektir.
Çok severim. Çok severim. Çok severim. Çok severim! Söyleyecek laf yok diyebilirim.

Ne yaptık?
BUZu TERBİYE ettik.
SUyu TEZKİYE ettik.
Sonra BUHARlaştırıp TASFİYE ettik.
Sonra BULUT BULUT tecellîde TECLİYE ettik çıkardık CihÂNa.

Ne demek tecliye?

Tecliye cilâlamak demek aslında amma tecellî etmektir aslında. Yani
“Hocam bizim BUZdaki ZERREler BENlik ZİNCİRlerini kırdı, H20’lar kanatlandı.
Rahmeten lî’l- âlemin” Bulutlarının içerisinde damla oldu.

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim ---''Fedhulî fî ibâdî : (Seçkin) kullarım arasına katıl,”
(Fecr 89/29)

İBÂDullah içinde İNSAN olduk inşae ALLAH..
Havzi Kevser’de.
Şimdi yağacak.”
“Nereye yağacak Ayşe?” diyorum.
“Hocam bizim damla Allah’ın gülünü gübresini ayırmaz da takdir edilen yere yağar!.” diyor.
Çok güzel, ayırmadan gayırmadan, sormadan soruşturmadan yağar da yağar yağmurca..

Ne oldu?
Arştan arza indi değil mi?

İndi. İner. Her ÂN AYNısı gibi YENİden İN-ER!
Bir damla göz yaşı gibi damla damla iner..
Gönüllerin gönül göklerine açmış sayısız kabukların içindeki milyarlarca tohumları, kıyamete kadar gelecek tohumları canlandırmak için cihanda cem’ etmek için düştü yere.
Toprağa, Tenezzülen Tecellî etti. Devir tecellî başladı. Tohumdan Tohuma Tevhid Türküsü yeniden başladı.
Söz fark etmez. Kul İhvâni de der, DEVR-ÂNi de der, SEYR-ÂNi de der, CEVL-ÂNi de der, HAYR-ÂNi de der, der de der!.

Önemli olan Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemdir. Önemli olan Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemDUY-uş ve UY-uştur.

Onun için insanlar bizi anlamakta zorluk çekebilirler.
Bizde anlaşılmaya çalışmayız.
Çalışmıyoruz da çalışmayız da.
Ben inancım gereği derim ki: “Ben Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in ayakkabısı olayım. Câminin kapısında bıraksın beni. Ama tuvalete benimle girsin!”

Anlıyor musunuz ne dediğimi?

Ben Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in ayakkabısı olayım.
Câminin kapısında bıraksın beni. İçeri sokmasın.
Ama tuvalete benimle girsin ayağı kirlenmesin.
Ben cennete, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in yüreğinde girmek istiyorum.
Çünkü cennet Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in Nur’undan yaratılmıştır.
Oyun oynamıyorum.

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in kadir ve kıymetini, Muhteşemliğini Mübârekliğini, Muazzamlığını ve Mukaddesliğini anlatmaya çalışıyorum.

Nasılmış BİR DAMLA SUyun DEVR-ÂNı, SEYR-ÂNı CEVL-ÂNı ve HAYR- ÂNı Ayşe?

Onun için bu ÂLEMde SEVgi iki türlüdür.
Biri BUZun üzerine yazılır.
Diğeri de H20’nun yüreğine yazılır.
BUZun üzerine SUyun yüzüne ben yazarım.
Damlanın yüreğineyse YAZAN YAZar.
İKİ tane “BEN” vardır onun için bu ÂLEMde.
Sayısız Benler ÂLEMi bu ÂLEM..
Birde bu Benleri yaratan var bakınız ne buyurmakta:

يَا مُوسَى إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim ---''Yâ mûsâ innehû enallâhul azîzul hakîm(hakîmu) : Ey Musa! İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah'ım!”
(Neml 27/9)

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim ---''İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî : Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.”
(Taha 20/14)

Efendim, Ayşe canımız muhammedinur ocağımızda ne kadar güzellikler yapmakta, Allah razı olsun renkler yapıyor, şunlar yapıyor bunlar yapıyor.

SEVerek candan gönülden yapıyor.
İşte BİZ böyle SEViyoruz.
Biz yedi renkliyiz. Ne yapalım.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’de böyleydi. Abdullah aleyhi's-selâm..

Bir Sahabe vardı Abdullah, İsmi Abdullah.
Ayyaş, dövüyorlar hep.
Ne zamanki geldi sohbet-i Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e girse, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ‘in yüzü gülüyor.
Şaşırıyor Sahabe-i Güzin.
Ali keremullahi veche hariç.
Diyorlar ki: “Yâ Rasûlullah bu adam var ya bu adam, alenen içki içiyor!”
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem: “Şeriatı uygulayın diyor, dövün!”
Dövüyorlar zâten.
Tam sohbetin en güzel yerinde hiç kimse sohbeti bölemez, sadece o böler neden?
Kendi bölmez de kapıdan göründü mü Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemyüzü güler.
“Ooo Abdullah hoş geldin vs.” bir sürü şey.

Bir gün sırtında bir çuval ekmek fırından çıkmış, elinde bir tuluk yağ: “Yâ Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem sana ve adamlarına sıcak ekmekle yağ getirdim, buyurunuz!”
Herkese dağıtıyor ve afiyetle yiyorlar.
Bir gün sonra yine sıcak ekmek ve katığı bir tuluk bal. İnsanlar anlayamıyorlar çünkü ne yapıyor bu diye?
Üçüncü gün Abdullah arkasında iki kişi süklüm büklüm: “Yâ Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem kusura bakma, şu adam yağının parasını istiyor şu adam da balının parasını istiyor zorda kaldım!” diyor.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem hayâtındaki en güzel gülüşlerden birini gülerek diyor ki,
“Yâ Bilâl, benim paramdan balın ve yağın parasını ver de Abdullah’ı arada koyma!”
Ömer radıyallahu anh doğruluveriyor: “Ya Rasûlullah içki içiyor, durmadan, Allah Abdullah’a lânet etsin!..” derken
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem: “Sus Ya Ömer, vallahi ben Abdullah’ın kalbinde Allah ve Rasûlullah SEVgisinden başka bir şey görmüyorum.” buyuruyor.
Melâmet’in temeli odur işte, o kişidir.

Öyle bir BİZlik GİZliliği vardır ki, Ömer radıyallahu anh gibi bir çok âyetlerin inmesine sebeb olmuş bir zât-ı muhterem bile İÇ ÂLEMde görememiştir.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in kayınpederidir.
Sevdiği, Dostu olsa dahi göremeyebilmekte
Çünkü göremezden kasıt küçüklüğünden büyüklüğünden değil orası ayrı bir iştir ve Melâmettir.
Melâmet vakıf ve vukuf işidir.

Melâmetteki sevgi; SEBEBsizdir, BEDELsizdir, KIYASsızdır ve ŞARTsızdır.
Var mı: “Yâ RABBî, cehennemini küçült, küçült, küçült onu benim yüreğime koy da başkası giremesin!” diyecek inançta yürek!
Var!
Kimmiş o?
Vallahi İbrahim aleyhi's-selâm.
Bizde onun milletindeniz çok şükür.Evet Dedemiz. Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in BaBası “Ebu Rahîm”
İbrahim değil ASLı ki Ebu Rahîm.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, O’nun tohumu içinde idi, Anlıyor musun?
Ben de öyle. Biz de öyle.
Aslını inkâr eden haindir.
Allah’a hamd-u senâ olsun ki Neslimizi ASLımızi İZleriz inşae ALLAHu Teâlâ!.

Hepimiz Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in meftunuyuz.
Hepimiz O’ndanız yani onu diyorum.
NûR-u MîM’deniz hepimiz.
Zâten ayrı gayr mı var bu âlemde?

İşte bu BİR DAMLAdan BİR DAMLAya..
BİR NOKTA dan BİR NOKTAya gibi.
Evet. Böyle bir masal sanki Ayşe.
BİR DAMLAdan BİR DAMLAya Mâsivâ NûR-u MîM


ŞERİAT-ta BEDEN, İLİM-le İLİM-de, SEBEB-siz HASL KALL BİL-ip SEV-erse
TARİKAT-ta NEFS, EDEB-le İRADE-de, BEDEL-siz FASL TALL BUL-up SEV-inirse
MÂRİFET-te KALB, İRFAN-la İDRAK-te, ŞÜPHE-siz VASL-a SALL OL-up SEV-ilirse
HAKİKAT-te RUH, ERKAN-la İŞTİRAK-ta, KIYAS-sız ASL-la HALL-de YAŞA-R-sa SEV-GiLidiR

O SEVgilinin ADı da Resûlullah Sallallahu aleyhi ve selem dir zâten, inşaallahu Rahmân
Bir saat kadar, ancak bir saatte işte böyle bir akort gibi bir şey geçebiliyoruz.
Siz gençlerimizin Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem’in gözü ol,kulağı olmasına duacıyım.
Dili ol, kalbi ol, eli ol, ama olacaksan “Allah ve Resûlullah” a teslim olunuz!

“Allah ve Resûlüne teslim olunuz!”
“Allah ve Resûlüne iman ediniz!”
“Allah ve Resûlüne tâbi olunuz!”
“Allah ve Resûlüne itaat ediniz!”
EMRullahtır açıkça..

Hasbî Hizmet arabasında Tekerleriz hamdolsun ALLAH celle celâluhu’muza..
Biz teker bölümüyüz çünkü.
Biz sırtımızda taşırız insanları ve asla sırtlarına binmeyiz. Teker binmez, Tekere binilir.
Teker konuşmaz, Teker yolu beğenmez, onun yolunu direksiyon beğenir.
Bunu demek istiyorum canlar!.
Bunu demek istiyorum.
Dosdoğru olmak, su gibi.
Bir damla su gibi dosdoğru olmak.
Bir nokta gibi dosdoğru olmak.
Güzelliklerin, neşenin, Hakkın ve Hayrın Hizmetçisi olmak muhteşem bir şeydir.
İşte Resûlullah sallallahu aleyhi ve selemin yüreği, kalb kâsesinde, Kevser Havuzunda damla olmak demek, şu demektir.
Bu tasın içindeki suyun adı Hümeyra mıydı?
Melek miydi? Ne bileyim ben, Ayşe miydi?
Acaba Barbaros muydu? Ahmet miydi? Neydi?
Vallahi buradakiler hep AYNı Damlalardır bu DERYÂda.
“BİZ BİR-İZ!” diyorlar.
Bunlar çoktaaan BUZlukları soyunmuşlar.
Yedi renkli BUZlar, yetmiş yedi renkli buzlar, sonsuz renkli BUZlar.
Renklerini menklerini, tatlarını, tuzlarını bırakmışlar.
Gözyaşı gibi dökülmüşler Havz-ı Kevser’e .

“BİZ BİR-İZ!” diyorlar.
Onlar her yerdeler.
Gökyüzündeki RAHMET BULUT-larında olduğu gibi, aslanında kanında, ceylanında kanındadırlar, ve yanındadırlar.
Bunlar gülün de özündedirler, gübrenin de özündedirler.
Onlar da, “Lâ fâile”, hep Allah’a bağlılardır.

Lâ huve illâ Huve. O’ndan başka yoktur.

Ebediyyen Allah’ın izniyle BİZ BİR’iz içinde bir damlayız.
Hayâtın Çilelerini yaşandıkça erginleştirir ve olgunlaştırır.
Gönüllü kıbleye dönenler, gerçekten vechini dönenler yani, tam dönenler.
Güzellik dönmekten kastım Resûlullah sallallahu aleyhi ve seleme dönüştür.
Yoksa insan Kâbe’ye gider, sırtını Kâbe’ye verirse Kâbe’ye dönmemiştir.
Ama Kuzey Kutbundadır kişi, yönünü dönmüşse Kâbe’dedir. Kâbe oradadır.
Bunu o anlamda söylüyorum.

İstek, tercih, sadakat ancak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle yapılan şeylerdir.
Biz biribirimizin hizmetçisiyiz.
Bileşik kaplar gibi ne yapâlim, işte Barbaros maşaallah oldukça uzun boylu sanki beşyüz litrelik varil kadar suyu var.
Ben biraz daha cılızsam, ne bileyim bir başkası, Ahmet diyelim ki otuz cm çapında, yüz metre ise, her ne ise, gönül bağlarımızı bağladığımız zaman deniz seviyesi gibi Muhammed aleyhisselatı vesselâmı
Allahu ekber Seviyesinde
Biz tekbirle, hepimiz Allahu ekber der elimizi bağlarız. Aynı seviyede.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin eli neredeyse, göbeğinde mi, bizimki de göbeğimizde olur.
Böyledir inşaallah, Muhammedî ve Resûlî Seviyeden bahsediyoruz.
Ve herkes, Kur’ân da âyetler vardır:

Böyle yapanların lehine, yapmayanların aleyhine anlamında.

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu) : (Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer 39/53).

Bütün bunlar bizim Hakta ve Hayrda, ALLAH celle celâluhu’nun rızasında, Resûlullah sallahu aleyhi ve selem de buluşmamızı, dolayısıyla ALLAH celle celâluhu’da buluşmamızı gerektiren hususlardır İnşaallah.
Onun içinde Muhammedî Melâmet kardeşliği ayrıcalık değildir ve sadece SEViyelenmedir.
Fazlalık eksiklik değildir, Normal oluştur.
Yeteri kadardır, yetmektedir de zâten.


Ayşe: Hocam, sitemiz rengarenk ve güzellikler yansıtmakta renklendirmede bir tepki aldınız mı?
Bir de Cuma vakitleri genelde onbeş yirmi dakika hepimiz salavat getirmeye çalışıyoruz, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selem üzerine, genelde Cuma günleri,

Salavat bitene kadar onbeş yirmi dakika yürümeye çalışıyorum.
Bugün yine öyle bir yürüyüş yapıyordum da, yola mıcırlar dökülmüş, taşlar, çakıllar.
Siz geçen sohbette söylemiştiniz, neyin nereden geldiğinin bir önemi yok, onlara bakarak düşündüm, kim bilir hangi dağlardan, nereden, nasıl, ne şekilde gelmişler.
Dediğiniz gibi isimleri her birinin farklı farklı, gerçi genelde hepsi kireç taşından oluyorlar da ama oraya geldiklerinde, yani dışarıda Ayşe, Fatma Velî iken isimleri, orada o yola döküldüklerinde, zâten hepsi biribirine o kadar çok benziyor ki, hepsi aynı olmuş gibi oluyor.
Ve daha silindirle üzerinden geçilmemiş ve ziftlenmemişti yani, tıkır tıkır dı ayaklarımın altında.
Ve siz bu gece tezkiyeden bahsettiniz, şimdi bundan bahsedince yani orada mesela, oradaki o çakıl taşlarının da üzerinden işte silindirin geçmesi ziftlenmesi yani bunlarında bir nevi tam bir teslimiyet.
Zâten kendi gücü kuvveti yok ya, bunları kendisi yapamaz.
Bir İnsan-ı kâmilin yapması gerektiğinden bahsettiniz de o aklıma geldi.
Gerçekten bunun yapılabilmesi için yani insanın bunu kendi başına başarması kesinlikle mümkün değil ve dediğiniz gibi Peygamberlerimiz aleyhisselâmlar dışında yani sadece Allahu zu’l- celâlimiz onları bu şekilde eğitmiş idi, ama bizlerin mutlaka bir Kâmil bir insanın denetiminde, buna ihtiyacımız var.
Ama maalesef ki, yani bizim bu isteğimiz görüşümüz yani bu anlayışımız arttıkça, çevrede bu anlayışta olmayan insanlar tarafından bir takım sıkıntılar da yaşanmakta yani farklı, bilemiyorum.
Herhalde bu da o dediğiniz insanın yani o ateşiyle yanıp yani o nasıl diyeyim, o buzun erimesi için gerekli olan şey, yani o işleyen müthiş bir sistem var ortada o sistemi insan biraz fark ediyor gibi de, tam olarak da onu anlayamıyor, yani bunun yarattığı bir sıkıntı oluyor, sonra o sıkıntı bir genişliğe dönüşüyor, yani burası biraz karışık hocam işte çözemiyorum.
Birde hocam ben bir şey sormak istiyorum size, bu günde okudum esmaü’l- hüsnâ ile ilgili yazılarınızda Ed Darr esması ile ilgili yazmış olduğunuz bir yazı vardı.
İşte birilerinin, sadece doğum tarihine bakıp ta bu esmanın beş bin tane Ed Darr çektirmesi ders olarak.
Sıkıntı veren anlamında, yani zarar verici anlamında olduğundan ve bunun zararlı olduğundan dolayı.
Şimdi Hocam ben gerek namazlarımızın sonunda olsun, gerek dualarımızın sonunda olsun amin derken esmaü’l- hüsnâ’dan o an aklımıza gelen esmaları da söylemekteyiz, zikir etmekteyiz.
Ve benim bu esmada aklıma gelmekte zaman zaman, ve ben şuna çok dikkat etmekteyim bunu söylerken, Ed Darr esmasını söylediğim an hemen En Nâfi esmasını da peşinde söylemekteyim.
Ama siz dediniz Ed Darr esmasının yani zikredilmesini kötü bir şey, kötü bir şey derken sıkıntı verici bir hal olabileceğini bahsetmişsiniz.
Ben de çelişkiye düştüm yani Ed Darr ve En Nâfi birlikte veya El Kabz- El Bast birlikte bu esmaların zikredilmesinde bir sıkıntı var mı?
Veya bazen dua ederken yine Vahidü’l- Kahhar esması aklıma gelmekte, yani o esmayı söylemek içimden gelmekte, yani bunlar sıkıntı yaratıcı şeyler mi hocam?
Bunları sormak istiyordum. Teşekkür ederim.


Ben de teşekkür ederim sorularına, ALLAH celle celâluhu Razı olsun.
Renklendirme konusunda falan bir tepki görmedim ben. Sadece insanların renk olarak görmelerini değil, renklerin ne kadar önemli olduğunu, insan beyninde algılamasında ne kadar önemli olduğunu biz yerleştirmeye çalışıyoruz ve yerleştirdik bile yani.
Yedi renk güneşin tayfındaki yedi renk.

M-L-M-Y-S-T-K..
Mor Lacivert Mavi Yeşil Sarı Turuncu Kırmızı..


Resim

Bu renkler AYNen, Âlemde ne var, Âdem de o var.
Avcılar birlikte ava giderler, domino taşı oynayacaklar çok sevenler de kahveye otururlar oynarlar.
Hasta olanlarda birlikte hastahânede buluşurlar.
Her yerin kendi adamı vardır, onlar oralarda buluşurlar ve işlerine bakarlar.
Bizde kendimize göreleri bulur gideriz.
Çokluk yokluk falan bizi ilgilendirmez.
O ALLAH celle celâluhu’nun işidir, bizim işimiz değildir.

1- Kişinin kendisinin Muhammedî bir İNSAN olması
2- bunda Sadık Olması, Samimi Olması, Sabırlı Olması gerekir ki Selâmet ALLAH celle celâluhu’ dandır.
Hayra sebeb olacaksa ALLAH celle celâluhu onları getirir, götürür, eder, yapar.
Yani onun için bizde ALLAH celle celâluhu’ya sığınırız birini kovmaktan, birini çağırmaktan.
Ne reddederiz kimseyi, nede kimseye “bize gel” deriz. Bizim çünkü böyle bir işlevimiz yok.
Gelen başımızın üzerinedir, gidene de, gitsin yani canı öyle bir şey arzu ediyorsa öyle yapması da çok doğaldır, hakkıdır, yani yapmalıdır.
Bunun için zâten hiç şey değil, bütün mesele şu ki,
biz neden siteyiz?
Kitapları biz de çok bastırırdık, matbaalarla anlaşılmış depolar kiralanmıştı, niye bırakıverdik.
Çünkü
Kul ihvâni şunu yazmış. Demeye değil Hizmeti her ÂN yapmaya hasbî Hizmete ihtiyaç vardır.
Kul İhvâni yazacağını yazmış, bizden öncekilerde yazmış yani, Yunus gitmiş arkadan Molla Kasım gelmiş de yarısını atmış suya, yarısı şöyle olmuş böyle olmuş, kalanlar söylenecek, söylenecek söylenir.
Onun için zâten dert değil yani, bir beklenti içinde olmadım.
Amma Modern Âlemde binlerce insan, çölde susuz bir insan gibi bulduğu her sıvıyı içecek haldeyken, asit olsa bile içecek bilemeden, burada Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kaynağını patlatmak, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Adına Hesabına ve Şerefine vakıf bir insan yüreğiyle hizmet edebilmek çok büyük bir şereftir.
Bu şeref Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme ait olan bir şereftir.
Çeşmeye ait değildir suyun şerefi, çeşmenin şerefi adam gibi çeşme olmasındandır.
Su onun değildir.Mesele budur.
Elektrik, direğin değildir elektrik, direğin yirmidört saat, yedi mevsim, doksandokuz yıl ayakta dur bakayım, sonsuz yıl dur.
İşte bu, bunu söylemek gerekir.

İkinci soruda dediğiniz salavat biliyorsunuz bizim derslerimiz, dört kategoride oluşuyor.
Hepsi hadis, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin.
Bir tesbih, rahat olsun diye salavat-ı şerife.

Tevbe istiğfar beden içindir, nefs için tevhid vardır, kalb için tevhid olur, kalb için salavat olur.
Ruh için ALLAH celle celâluhu var, ama ben onu şey olarak söylüyorum yani, zevk olsun diye söylüyorum.
Ve bu dört türlü
esma, tevbe, salavat, tevhid ve lafzullah aşağı yukarı bütün tarikatlerin cem’idir.
Netice olarak, buradan hareket edilir, bunun içerisine “şu hocama selâm ederim, bu hocama selâm ederim.” Demeye gerek yok.
Cem’isine etmekteyiz zâten.
Bunların hepsi birdir zâten Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüreğindedir, yani başka bir şeyler eklemeye bizim zamanımızda yok, ihtiyacımız da yok.
Onun için zâten hocam, mesela Muhammed Sıddık Hocam seksen yaşından sonra, bir ömür boyu binlerce insanın şeyhliğini yapmış bir insanken, demişti ki
tevbe istiğfarı, biz de inşaallah bundan sonra böyle yapalım, çünkü bu İzâ câe nasrullâhi vel feth(fethu). Ve reeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ(efvâcen). Fe sebbih bi hamdi rabbike vestagfirh(vestagfirhu), innehu kâne tevvâbâ(tevvâben) yı karşılıyor.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu şekildeki istiğfarı,
estağfirullah el-azim böyle diyelim, tamim edelim dedi.
Şunu demek istiyorum Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem esas olan odur, senin benim dediğim bir şey değil, istiğfarda salavat ta getiririz, bu dersler biliyorsunuz, yolda sokakta parça parça, kolaylık neredeyse, rahatlık neredeyse yürüyenlerdir, insan halidir, gençtir, çeşitli hallerdedir, sürekli abdestli olamayabilir, bir haldir, kadındır, erkektir, şudur, budur, vesairedir, doğum yapmıştır ama sessiz bir şekilde içinden bunlar çeker.
Çünkü âyet değildir, bunlar Kur’ân değildir, ve her zaman yapılabilir, yapılması gerekir.
Bunları neden her gün yaparız, çünkü her gün yaparız, bağımızdır bizim, bizim bağımızdır.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile olan bağımızdır. Yolumuzdur. Bizim irfanımızdır, mârifetimizdir.
Bizim Hakikat-ı Muhammedîyemizdir.
Bunlar nefsî bir sistemdir.
Nefsin tâbii olması gereken bir sistemdir derslerimiz. Bunun daha fazlası da yoktur, teferruatı yoktur.
Her gün halaka-i zikir kursak, coşsak, taşsak, Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem her gün halaka-i zikir kurup coşup taşmamıştır.
Yani biz orta yolu tercih ederiz.
Ama katiyyen müdahale de etmeyiz dikkat ederseniz.
Bir şey söylenirse söylenir, söylenmezse söylenmez.
Ben oldukça sessiz kaldım, niceleri gelir geçer, ama öyle şeyler de olmuştur ki Zâhid de olduğu gibi, ölümünden birkaç gün önceydi:

Hocam hiç kurtuluş çarem kalmadı, ama yüreğim Muhammedînur dolu, Rabbime sonsuz bir rahmetle gidiyorum. dedi çok şükürler olsun.
Yani bir güzelliktir bu, böyle olması Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi sevindiren bir şeydir, hepimizi sevindiren bir şeydir.
Bize getirdiği bir şey yoktur, biz zâten Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellemin yapmamızı istediği, Allahu zül celâl’in yapmamızı istediği şeyleri yapmaya çalışıyoruz.
Becerebildiğimiz kadar, bunun dahası yok.
Bu bakımdan da salavatlar dediğin gibi, yolda yapılabilir.

Bir diğer söylediğin şey, o söylediğim kişi, tarikatçılık yapıyor. İşte uzay tarikatçılığı yapıyor.
Yıllarca Antalya da beraber kaldık.
Çok yaramaz bir insan, sapık bir insan çünkü, işin arkasında kim var bilmiyoruz, kiliseler birliği mi var. Başkası mı var, hep Amerikan çevresi, yok dalga boyu, bilgidir, bilinçtir, beyindir, B’ yi öyle zannediyor çünkü o. Orada kaldığı için ama hiçbir zaman BİZ BİLE-liğini bilemeyecek, çünkü orayla ilgisi yok, çünkü orası şişeyi dişlemekle elde edilen bir yer değildir!.
Görse bile, insan görse bile şişeyi dişleyerek yenmez o. Onun için Uslü vardır, Vuslü vardır, Faslı vardır, Aslı vardır, vardır!.

Orası külhanbeyi yeri değildir, orada bir tek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vardır.
Öyle sollayıp geçilecek yerler, Hizbüşşeytanın Cennetine gidiştir.
Cehennemin ortasına gidiştir.
Onun için onlarla bir ilgimiz yok.
Bizim de tanıdığımız avukat birisi, Hacı Osman Efendi ile hacc da beraberken:
“Hangi zikirleri çekiyorsun?” diyor. Efendim işte diyor, dört bin beş bin mi Ed-dalall çekiyorum!. Deyince.
Hacı Osman Efendi: Allah Allah diyor o da, nasıl olur oğlum ne işin var ed- Dalall ile senin sapıklık esması ile, evet Allah Ed- Dalall dir, dileyeni sapıttırır, ya da adam istiyorsa sapıttırır yani, çünkü imtihan ediyor! demiş.
Çok üzülmüştü.
Yani bunu neye göre veriyor, Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem böyle bir şey mi yapmış ya da Allah Dostları!.
Nereden bulmuş bunu.
İşte sapıklık bu.
Ed-Dalall bizim esmamızdır, Yani Kur’ân’da Firavun geçiyor diye ben Firavun’u okumayacak mıyım?
Okurum aynı anda ona da sevap alırım “Firavun” dediğim için çünkü Allah’ın kelâmıdır, ama Kur’ân’da geçiyor
İşte oradaki
“Vahidu’l- Kahhar” var.
Ben “El Kahhar Esmasını bende tecellî ettir” demiyorum.
Biz bütün esmaları söyleriz, ama senin de dediğin gibi
Ed-Darr diyorsam En-Nâfi’yi de onun yanındad deriz.

Ben onu bir yazıda yazdıydım sanıyorum, dokuz tane galiba ama, en son tespit etmeye çalışmıştım, yüzkırk esmanın içinde dokuz tanesi negatif, geri kalan yüzotuzbir tanesi de pozitif esmalardır, onlarda onun içinde söylenir ama beraber söylenir yani.

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne) : Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben gerçekten zâlimlerden oldum diye.» seslendi.” (Enbiyâ 21/87)

lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn deriz ve Ve ente Erhame’r- rahimîn i arkaya ekleriz biz.

Ben zâlimlerden oldum ancak, ALLAH celle celâluhu Sen ise Erhame’r- rahimîn, ben zâlim oldum ama bunu getiririz.
Yok onu getirmeyeceğim: “Ben zâlimlerden oldum, zâlimlerden oldum, zâlimlerden oldum!” dememeli.
Bir dakika kardeşim başka âyetlerde var, bir bak oraya ente “Erhame’r- rahimîn” var.
Yani kafa mı tutuyorsun Rabbülâlemin’e, öyle şey mi olur, ne dediğini bilmezse, ben ne bileyim işte ingilizce bir şey okuyorum, Barbaros ta diyor ki, aman hocam o senin okuduğun var ya şöyle değil.
Yapma yaa, hiç bilmiyorum çünkü, ne bileyim ben dediğim şeyin öyle olduğunu, Barbaros ingilizce bilsem der miyim?
İşte o, onun için Kâmil gerek.
Kâmil dediğimiz bizim kralımız değil, bizim kölemiz de değildir, bizde kral köle olmaz, bizde safa omuz omuza durulur.
Bir tek İmamımız olur, o da İmam-ı Mutlak, Mürşid-i Mutlak Muhammed aleyhisselâm’dır.

Ne yapayım yani ben, Barbaros tan daha yaşlıyım.
Ne yapayım Barbarosu sevmeyeyim mi, Barbaros beni saymasın mı, ne için sevip ne için sayıyoruz.
Ondan bir şey mi esirgeyeyim, o benden bir şey mi esirgesin, esirgemesin.
Bura esirgeme sahası değil.
Bura emzirme sahası.
Emzirmekten kastım bileşik kaplar gibi kalbi bağlantıdır.
Bağlananın artık kendisine ait birşeyi yoktur.
Kendisine ait pisi pası vardır, onu el birliğiyle temizlemek de bize düşer.
Allah korusun, benim elime, benim yüzüme bir çamur sıçradıysa bunu en yakınımda insan olarak elbette Barbaros diyecek:
Bir dakika hocam çamur sıçradı galiba, senin yüzün benim yüzüm, bizim yüzümüz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüzü! der değil mi?
Der. Çünkü o midesine bağlı değildir.
Onun midesi kalbine bağlıdır.
Midesi de haktır, kalbi de haktır.
Başka görenler kendindekini görüyordur.

Onun için zâten bu BİZlik ve BİRlik başka bir şeydir.
Zaman zaman söylüyorum biz lokantacı değiliz.
Biz dağdaki Deli Anşa Bacı gibi bir çorba kaynatıyoruz. Misafirimiz geldiyse “Allah geldi!”
Buyur hoş gelsin safa gel lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn sin, o da otursun bir lokmada o yesin,biz ne yiyorsak o da onu yer yani,istiyorsa buyurur birlikte yeriz.Başka yani lokanta gibi bir tarikatçılık cemaatçilik hâşâ Allah’a sığınırız Bizim işimiz değil.
Bizim işimiz başka iş çünküHasbî Hizmet İŞİ.
Yolda gördüğün taşlar gibi ayrık ayrık duracağız daha çok gençsin, zaman var, ama zaman silindiri geçtikçe, yani,
İlim, Edeb, İrfan, Erkan silindiri geçtikçe herkes SEVİYElenecek.
Ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bağlayıcılığında tek
BİZ BİR-İZ olacaktır inşaallah Ayşe.

Ve tâbii ki zamanlarımızı melekelerimizi hakta ve hayrda kullanmak muhteşem bir şeydir.
Yani şu zevk, Barbaros sanıyorum bir hafta uğraşır;

Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat.
Beden, Nefis, Kalb, Ruh.
İlim, Edeb, İrfan, Erkan.
İlim, İrade, İdrak, İştirak.
Sebeb, Bedel, Kıyas, Şüphe.
Hasl, Fasl, Vasl, Asl.
Kall, Tall, Sall, Hall.
Severse, Sevinirse, Sevilirse, SEVGİLİdir.
Severse Üzmez, Sevinirse Üzülmez,
Sevilirse Sever, Sevilir de SEVGİLİdir zâten.
Seven sevilen SEVGİLİdir.
Bunları anlamak lâzım ne dediğimi, sevende sevgilidir, sevilen de sevgilidir, demek istiyorum.

Öyle değil midir?
Doğru diyorum: “Elektrik Fişinin ucunu laptopa taktığım anda, Keban laptopta, laptop da Keban’da!” diyorum.
Çıkarayım, arada bir milim olsun, Keban nere laptop nere!
Bir milim değil bir milyar kilometre var gibi habersizleşiverirler.
Ama bağlandığımız anda, cep telefonu, kalb telefonu, o telefonu, bu telefonu, telefon-telsiz kalkar.

BİZ BİR-İZ olur, inşaallah Âmin!.

Ahmet can sesin var mı senin canım, nasılsın iyi misin?
Sağolun hocam Allah’a şükür, bu günümüze şükürler olsun,iyiyiz, sağlığınıza duacıyız.

İnşaallah Allah celle celâluhu bu dar dünyada mahcup etmesin, muhtac etmesin!.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüreğinden ayırmasın.
Bizi hakk ta hayrda ve rızasında kılsın
inşaallah.
Biribirimize Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adına hesabına hatta şerefine sahip çıkalım, sahip çıkılanlardan olalım.
Ve nice insanlar bir avara kasnak gibi, yani zıvanadan çıkmış, civatayla somun yalama olmuş, bin kere dönse de boşa dönüyor, bu şekilde yaşayan binlerce Beden Ve Nefsler, Kalb ve Ruhlar var şu anda.
Gençlerimiz açıkta, ne olacağı meçhul.
Onlarda haklı, anne babalar da haklı, insanlar da haklı! İslam Âlemine bakıyorsun dehşetler içinde kalıyorsun.
Kundaktaki çocuk bile anlar, bir Fransız Libya’ya şunu yapmış.
Fransız 1945 te Almanlara karşı Cezayir’den binlerce genci sizi hürriyetinize kavuşturacağız diye, sömürgecilikten kurtaracağız söz veriyoruz diye Alman ordularının karşısında kırdırmıştır.
Savaş bittiği gün Cezayir de Hürriyet Bayramları yapılmıştır.
İkinci gün dehşet soykırımları başlamıştır.
Videolarda demin daha, Barbaros gösterdi.
Çırılçıplak soyulmuş, ırzına geçilmiş bir kadınla hatıra fotoğrafları çektiriyorlar.
Binlerce insan kurşuna dizilmiştir.
Fransız bugün böyle değildi ki, her zaman böyleydi. İngiliz bugün böyle değildi ki her zaman böyleydi.



وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---“Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin) : Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (Bakara 2/120)

Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir.
Âyetini unutanlar, papazın dizinin dibinde ıstavroz çıkaranlar, dinler arası diyalog arayanlar, hoşgörü sahipleri falan feşmekan, Kur'ân-ı Kerim’i dinlemeyenlerdir.
Ben kendini savunma bakımından söylüyorum, saldırma bakımından değil.
Beş altı yüz milyon Arap milleti suskun, yıllardır zulmediliyor.
Kimdir Suriye’nin başındaki adam, Lazkiye’den şiî grubudur.
Suriye de yüzde beş bile değildir nüfusu, yıllardır korkunç bir zulüm içinde tutmaya çalışıyor ve tutuyor.
Ve kimdir bu Kaddafi, paranoyaktır ama bak neler yaptığını görüyorsunuz.
Kimdir bu Mubarek, mubarek.
Kimin mubareği, şeytanın mubareği, Amerikan mubareği. Kimdir bu Arabistan’ın başındaki bu kral, kim olacak, ben kendi gözlerimle gördüm, Riyad daki sarayda o anormal kıyafetler içinde, ellerinde kılıçla Bush ile beraber dans ediyordu.
Onların örfüymüş, aynı anda Bağdat yok ediliyordu.
Aynı anda Filistin de sekiz yüz insan öldürülüyordu.
Hani
Lâ ilâhe illallah muhammederresûlullah.
Hani Hâdemeyü’l- Haremeyn diye Kur’ân dağıtıyorsun hacılara.
Ve Kur'ân-ı Kerim üzerine, Kur’ân’ın üzerine adını yazan tek insan Suud Kralıdır..
Arabistandan gelen bütün Kur’ânların üzerinde Hâdemeyü’l- Haremeyn falan oğlu filan, hizmetçisiymiş bir de!.
Kimin hizmetçisi be, İslam Milletinin mirası Mekke-Medine ona mı kalmış!
O kral ki Kâbe’nin karşısına, Beytullahın karşısına kudsal Ubeys Dağını yok edip, yerden yetmiş seksen metre surlarla, insan çıkamayacak şekilde, çünkü öyle korkuyor kendisinden, dağın dört tarafını sarıp üzerine gökdelen dikip pisliklerinin tümüyle, en üst kattan Kâbe İmamına güya uyuyor!
Altta karınca gibi gözüküyor insanlar cemaatta,
Allahu ekber! diye uyuyor.
Onlara karşı Allah adına söylüyorum bunları, bir türlü yazamadım.

Haccda
DÖRT EV yanyana diye bir şey, resimler çekmiştim.

Birisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evi, hemen Kâbenin dibindedir. Üzerinde binlerce yazılar, bir harabe, bir tek insan yok!
Onlar öyle insanlardır ki en ufak birşeyi affetmezler.
Ama orada kimse yok.
Akıla gelecek kapıları pencereleri kırık, çünkü Arap Irkçılığı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i istememektedir.
Vehhabî Sistemi, elinden gelse Ravzayı yok edecek! Orada salavat getirmeye kalkış koşar:
Şirk! Şirk! Şirk!” hemence.
“Ne şirki ulan, ben bunca yerden hasretle geldim “es selâmun aleykum Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem! diyorum işte ne şirk?.
Kralın helikopteri geçerken “Allahu ekber!” diye bağırıyorsunuz, ne şirki, böyle gerizekâlı, böyle şuursuz, böyle islamdan uzaklaşmış bir topluluk dünyada yoktur. Ne acı!

İkinci ev Ebu Cehilin evi tuvalet olarak kullanılıyor şimdi.
Ben Türkleri gördüm orada, bunu bilen onunla gezmiş ulemâ anlatıyor, bizde oradayız:
“Gördünüz mü Ebu Cehil’in sonunu, evinin sonunu!”
Dayanamadım: “Gel bakalım buraya dedim, sen kimden bahsediyorsun, Şu az ileride gördüğün Beyt-i MuhaMMed aleyhisselâm, bu da Beyt-i Ebu Cehil, şu Beytullah şu ise Beyt-i Kral gerçekten ersen söyle bu evlerin bakımına bir bak da konuş! Şu kralın sarayına ne diyorsun?” deyince ne yaptı:
“Bizi içeri atarlar aman hocam!” dedi çekti gitti.

Bugün İslam Âleminde Muhammedî Şuur çöktü! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i kaybetmenin bedelini İslam Milleti çok ağır ödedi ve ödemekte, ödeyecek de Allah korusun.
Çok ağır çok.

Lâ ilâhe illallah muhammederresûlullah! ın yerine,
Sen ne dersen de fark etmez sonuç ayrılıklar ve felaketlerdir.
Onun için işte bugün İnanç Cihadı vardır, İnanç Cihadı. Kafaların içini söküyorlar adamlar, genç kafaların içini, kafaların içindekini söküp, Allah’ı söküp yerine şeytan dolduruyor lar.
Görmüyor musun inançlar yok oluyor ameller değil!.

İşte bu inanç cihadıdır.
Ben neden diyorum ki:

“Meselâ Hümeyra’ya, buradan Kâbe’ye kadar dilinle yalayacaksın bu yolu, ki temizleyebilesin. Tıpkı bir tekerin üzerine dilini geçirdiğin gibi, geçireceksin ki, dilin dilin, ki dosdoğru ol!
Dosdoğru,
Söz, Sohbet, Zevk ve Hazz EHLİdir MuhaMMedî Melâmet EHLi.
Bugün böyle gerektiriyor.
Biz kendimiz birşeyler ayarlamaya çalışmıyoruz, sadece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin İZ-inin üzerindeki tozları temizliyoruz DİLimizle
inşae ALLAH!
Başka yol yok.
Dilimizle yolu yalayıp, burnumuzla kıbleyi,kokuyla Kıbleyi bulmaya çalışıyoruz, çünkü başka yol yok!
Buradan Kâbe’ye kadar put dolu!

“Allahuekber!” dedik de, kalbimden Kâbe’ye kadar put dolu!
işte budur meselesi İslam Âleminin ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kalbindeki
BİZ BİR-İZ BİLE-liği yıkıldı!
tamam Hocam! Yaparız, gideriz bu YOLda!
Nereye gidiyorsun, Cehennemin üzerindeki Sırat Köprüsü sensin bu çağda sensin, nereye gidiyorsun?
Cennete gidiyorum!
Cennete gideriz dert etme, sen bir köprü ol!
Mâdem ki MuhaMMedîsin, öyle diyorsun ya!
Bu Sırat-ı Mustakim YOLU, Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellemindir dert etme!


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; Ümmü A’lâ radiyallahu anhu’nun, Osman İbni Maz’un’un ölümünden sonra onu tezkiye için söylediği: “ALLAH (bu imânlı, tâatli) kuluna ikrâm etmez de ya kime ikrâm eder?” demesi üzerine,

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’a yemin ederim ki Ben ALLAH’ın bir peygamberi iken, Bana (ve size yarın) ALLAH tarafından ne muamele yapılacağını bilemem!” buyurdu.
(Buhârî, Cenâiz 3, Tâbir 13)

Vallahi ben de bilmiyorum, çünkü öyle söylüyor Sahimiz! Çünkü ben onun yüreğindeyim.
O na ne ederse bana da onu eder, ne edecek.
Ben bu sözümde sadık, samimi miyim, ben ondan sorumluyum!
Sabır içinde miyim ondan sorumluyum.
Başka ne yapacağım ben yani, benim inancımın temeli, Kur’ân’ımın temeli MuhaMMed aleyhisselâm böyle diyorsa, benim daha ne işim var.

Onun için diyorum, çok başka bir iş içindeyiz, tâbii ki bütün bunları şunun için söylüyorum.
Biz sitede güleriz eğleniriz, şöyle yaparız, böyle yaparız, böyle çatarız.
Çünkü zâten biz böyleyiz, bilye gibiyiz.
Âşık milletinin ayarı gayarı tutmaz, tutmaz ama birşeyi tutar yalnız; onlar öyle bilyedirler ki, bir fabrika o olmadan çalışmaz, bazen de çarkların arasına girerler fabrikayı durdururlar.
Basit bir bilye gibi gözükürler ama işte MuhaMMedî olmanın şerefi budur.
Her zaman, her yerde, her halde, güneş gibi gittiği yerde, ışık vardır.
Gözyaşlarının düştüğü yerde yeşillik vardır.
Can vardır, hayat vardır.
Onların gittiği yerlerin kokusu MuhaMMed aleyhisselâmın kokusunu yayar.
Ben sen o biz, biz MuhaMMedîyiz hamdolsun. O kadar.
Konuş dersen konuşacak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dir, dinle.
İster Kur’ân’ı Kerîm olarak konuşacaksa Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem konuşur, uygulaması olarak ta o konuşur.
Sen ben diye bir şey yok, BİZvarız. İnşaallah.

Ahmet can tâbii ki, her ne yapabiliyorsak yapacağız yapmalıyız.
Yanlışsa düzeltiriz, eksikse tamamlarız.
Hep söylüyorum başka yollar denemeyiz.
Olsa da kabul etmeyiz zâten, çünkü bizim için önemli olan o değildir.

Ben öyle demiştim Siirtli Hoca’ma: “1948 yılında başlamıştınız sohbete, şu elin parmakları kadar adam yetiştirebildiniz mi?.
Halka nasihattan çok önemlisi MuhaMMedî İNSAN yatiştirmek değil miydi?”
Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem beni mecbur etmezse, halka değil öğrenecek gençlere yöneleceğim İnşae ALLAH!
ALLAH celle celâluhu şâhid ki yetki verdiği tek insan belki de benimdir, ben benim çünkü.
Ama bunu kendisine söylemişimdir ki halka karşı kullanmayacağım! Neden?
“Evet, bizden önceki mubârekler şöyle büyük mubâreklerdi!”
Eayır, onlar zâten mubârek ama, mubâreklerin şahı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Mürşid-i Mutlak MuhaMMed aleyhisselâm dır.
Hacı osman efendi benim Hizmetçimdi, ayağının altına toprak olurum, o da öyle derdi zâten.


Yani mesele o değil ki.
“Benim evimde ceryan var mı yok mu kardeşim, sen bana elli tane direkten ne bahsediyorsun, direklerin hepsinin gözünü öperim!
Ama benim evimde ceryan var mı onu söyle bana.
Ceryan gelsin, ben mutfağı tuvaleti görürüm merak etme!”
“Ben görürüm de sana gösteririm!” deme!

“Benim gözüm ne olacak, ne zaman ŞÂHİDULLAH Olacak?”
Biz insanlarla farklı yerlerdeyiz.
Biz insanları cem’ edip, harman edip, sap saman dâne peşinde değiliz.
Bizim derdimiz başka.
Bizim derdimiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin salih oğulları, saliha kızları OLmak!

İlimde, Edebde, İrfanda, Erkan da, hakikaten eser veren, gerçekten veren, Dinini, Dünyasını ve Âhiretini mâmur eden sesler yükselsin!
Bunu azmettik ve bunu yapmaktayız, fiilen yapmaktayız ve yapmalıyız da zâten
İnşae ALLAH!.


Bu çok önemli bir şeydir.
SîN SıRRı budur Yâ- SîN’deki, İNSANlık SıRRı budur.
Evet bu kadar konuşmadan sonra, bir salâvât yapalım.
Aslında belki bugün, bu insan kimdir falan, diye bir daha girsek diye düşünmüştüm.
Ben MuhaMMedî Tasavvufu tekrar elden geçirmeye çalışıyorum biliyorsunuz, insan kısmıyla.
Ama baş kısımda, bir kısım atlamışız.
Neden atladık onu da bilmiyorum.
Baştan bir daha ele almak lâzım.
Çünkü, bunlar çok kısa sürelerde yazılmıştı.
Ondan sonraki ara boşlukları olan şeyleri, mesela demin üçlü sisteme baktım, dedim ki pes be, üçlü sistem derken, Muhatap, Mütekellim ve Gayb vardır.
Üç kişidir; Konuşan vardır, konuştuğun kişi vardır, birde konuşulan vardır, dördüncü kişi yoktur.
Ben, Sen ve O.
Onu yazmamışız, dedim ki nasıl bir üçlü sistem kurmuşuz, sallamışız yani.
Halbuki SİSTEM değişmez, doğru kurarsan.
Şeriat, Tarikat, Marifet BİZimle ilgilidir.
Hakikat bizimle ilgili değildir.
Hakikat-ı MuhaMMedîyye Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dedir.

Tarikat ve cemiyetlerin apayrı dinlermiş gibi başını alıp gittiği Âhir Zamanımızdaysa herkes rastgele çıkıp”Bizim başımızdaki zât Âlimdir ve Vâris-i Nebîdir!” diye bilmekteler!
Gerçekten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem: “Âlimler Peygamberlerin vârisidir.” buyurmuştur.
(Ebu Davud, İbni Mâce, Tirmizî)

Sadaka Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem!

Ancak ana sorumuz şudur Âlim kimdir? hele bu devirde!


Resim

MUHAMMEDÎ ÂLİM KİMDİR?

El ÂLiM u El ALîM, ALLAH celle celâluhu’dur.


El Alîm : Hakkıyla mutlak bilen. İlmi; evvel-âhir-zâhir-bâtın olan. Mutlak bilici olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

El Âlim : Çok bilgin, ilminin gereği herşeyi bilici olan. İlmin mutlak sahibi. İlmin mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

El Alîm (mutlak bilen), ilm kökünden mübâlâğa sıfat olup hakkıyla bilendir. Kur'ân-ı Kerîm'de 153 yerde geçmekte ve daha çok Hakîm, Semî', Vâsi', Azîz, Habîr, Kadîr, Halîm, Şâkir ve Fettâh isimleriyle birlikte kullanılmıştır.

El Âlim (bilen) gayb kelimesine muzaf (tamlayan) olarak, El Allâm (çok bilen, yegâne bilen) ise guyûb kelimesine tamlayan ve baglı olarak kullanılıp tek başlarına birer isim olarak ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilerek kullanılmamışlardır.

Ve elbette bu esmaların Mutlak Mazharı
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.

Ve elbette
MuhaMMedî EDEBle İLMine ve Kur'ân-ı Kerîmine; kanıyla, canıyla ve imanıyla sahib çıkan Ehl-i Beyt aleyhumusselâm’dır..

Ve bundan sonrasında Hass
ALLAH Dostlarıdır ki bu bir kuru DAVA değildir.

Kur’ân-ı Kerîm’imizde buyuruluyor ki:


وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne) :Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (Nahl 16/43)

Ehl-i ZİKİR, Kur'ân-ı Kerîm Ehlidir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ehlidir ve EHLullahtır Zikr-i Dâimidir ve MuhaMMedî Âlimdir.

وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ
Resim---“Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs(nâsi) ve mâ ya’kıluhâ illel âlimûn(âlimûne) : İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak ÂLİM-lerden başkası bunlara akıl erdirmez.” (Ankebût 29/43)

MuhaMMedî Âlimler ne kadar kıymetli insanlar ki, ALLAH celle celâluhu’nun Darb-ı mesellerini-eşsiz örneklerini ancak böylesi âlimler anlayabiliyorlar.

وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْعَالِمِينَ
Resim---“Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardı vahtilâfu elsinetikum ve elvânikum, inne fî zâlike le âyâtin lil âlimîn(âlimîne) : Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, ÂLİM-ler için gerçekten âyetler vardır.” (Rûm 30/22)

Yer ve Göklerdeki AZametullahı Anlayıp da BİZe MuhaMMedî DİLle ANlatacak,
İmkanla KULluk İmtihanı olduğumuz şu İBRET-HİKMET SAHRAsında YARATILIŞ SıRRımızı gösterip AKILlarımızı kandırmadan, ayırmadan, kayırmadan inandıracak gerçekten ALLAH celle celâluhu tan korkan ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i seven, sayan sadece Hasbî-Habibî Hizmetçisi olan MuhaMMedî Âlimlere es Selâm Olsun!


أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim---“Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulû’l- Elbâb (elbâbi) : Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler." (Zumer 39/9)

Kimlerdir Ulû’l- Elbâb?
Beden, Sîne, Sadr, Kalb, Fuad, LÜb, Lübbü’l- LüB, Akdes nedir?
MuhaMMedî Metodla; ÖZ-ün ÖZ-ünü BİLen, BULan, OLan ve fiilen YAŞAyarak YAŞAtan gerçek Âlim, Kâmil, Ârif ve Âşıklar Halkın mı RIZAsını arar yoksa HAK Teâlânın mı?
Onun için Kur'ân-ı Kerîmimiz; Nefsinin Hevâ İlahlığına son verip de şu Yalan Dünyanın Şak-Şuka Oyun ve Eğlencesinden vazgeçerek MuhaMMedî Gayretkeşlikle HAKK için Halkına Hasbî Hizmeti seçenleri, derin bir Sevgi, saygı, korku içinde HAŞYETULLAH Sahibi olmalarıyla vasıflandırmaktadır:

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Resim---“Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ YAHŞÂLLÂHe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun) : İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, ALLAH'TAN (gereğince) KORKAR. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.” (Fâtır 35/28)

Yüce ZÂTı için Kur'ân-ı Kerîm’imizde;

ALLAH ve Resûlüne teslim olunuz!
ALLAH ve Resûlüne iman ediniz!
ALLAH ve Resûlüne tâbi olunuz!
ALLAH ve Resûlüne itaat ediniz!

EMRullahıyla Bizlerin KULlukta Menba’ ve Merci’i olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gösterip EMRetmiştir ALLAH celle celâluhu’dan korkanlara.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’tan en çok korkan benim!” buyurmuştur.
(Buharî)

MuhaMMedî Âlimin İzÂNı ve MizÂNı;
Kur'ân-ı Kerîm ve Sahih olarak Sünnet-i Rasûlullah'tır ve Maksadı Sünnetullahtır.


İmam-ı Rabbanî kaddesallahu sırrahu Hazretleri buyuruyor ki:

Önce i’tikadı-İnancı düzeltmek yani, doğru yolun âlimlerinin, Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerden anladıklarına uygun olarak i’tikad etmek lâzımdır.
Çünkü, Kitab ve Sünnetten bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yoktur.
Ehl-i Sünnet Âlimlerinin anladıklarına uymak lazımdır. Bizim anladıklarımız, Ehl-i Sünnet Âlimlerinin anladıklarına uymuyor ise, hiç kıymeti olmaz.
(1/157)


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlimler Peygamberlerin vârisidir.” buyurmuştur.
(Ebu Davud, İbni Mâce, Tirmizî)

MuhaMMed aleyhisselâm’ın İlmullah Şehrinin EDEB Kapısı Ali kerremullahi veche:Bana ilimden bir harf öğretenin 40 yıl kölesiyim buyurduğu İLİM nedir ve bunu BİLip BİLdiren ÂLİM kimdir?

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlim, Allahu Teâlâ’nın güvendiği kimsedir.” buyurmuştur.
(Deylemî)

MuhaMMedî âlimlerin kadr u kıymetini bildirip öven o kadar çok Hadis-i şerifler var ve buyuruluyor ki:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahü Teâlâ, sizden ilmi almak için ilmi ile âmil olan âlimleri kaldırır. Câhiller kalır. Dinden sual edenlere, kendi akılları ile cevap verip, insanları doğru yoldan ayırırlar.” buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ahir zamanda, âlimler ölür, cahiller din adamı yerine geçirilir. Onlar da bilmeden yanlış fetva verir, kendisi sapar, başkalarını da saptırır.” buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlimler Peygamberlerin vârisidir.” buyurmuştur.
(Ebu Davud, İbni Mâce, Tirmizî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamette Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa helak olursunuz.” buyurmuştur.
(Beyhakî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir âlim ölünce, İslam’da bir gedik açılmış olur ve kıyamete kadar kapanmaz.” buyurmuştur.
(İ. Süyutî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Âlimin ölümüne üzülmeyen, münafıktır. Bir âlimin ölümünden daha büyük musibet yoktur. Bir âlim ölünce, gökler ve göklerde olanlar, yetmiş gün ağlarlar.” buyurmuştur.
(Riyazihu’n- Nasıhin)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Âlim ölünce, denizdeki balıklar bile kıyamete kadar ona istiğfar ederler.” Buyurdu.
(Deylemî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Bir âlimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyandır.” buyurmuştur.
(Taberanî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid’at ortaya çıkınca âlim, halkı ikaz eder. Âbid bid’atten habersiz, ibadetle meşgul olur. Bu bakımdan da âlim, âbidden kıymetlidir .” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlimin mürekkebi, şehidin kanı ile tartılır, âlimin mürekkebi, ağır gelir.” buyurmuştur.
(İbn Neccâr)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bid'atler yayıldığı, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği halde, doğruyu bildirmeyen kimse, Allahü Teâlâ'nın Muhammed Aleyhisselam'a indirdiği Kur'an-ı Kerîmi gizlemiş olur.” buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Bunlar gerçekten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Adına şeref duyulacak meziyetler!
ASLolan ve önemi ise Şerat-ı GARRAsında Fırka-yı NÂCİYE YOLUnda sadece ALLAH celle celâluhu RIZAsı için HASBÎ HİZMETÇİLİK yapmaktır!
MuhaMMedî Ehl-i Beyt aleyhumusselâm EDEBiyle EDEBlenmemiş İLİM ise sadece ve tek İBLİS-inkidir!

İlim çokluğu da yokluğu da EDEBsiz ise Başa derttir sonu HÜSRANdır!

Kara CÜBBeli nice profösörler gördük ve dinledik ki meydanı boş bulunca, işleri gücleri İSLÂM DİNİmizi yıkmak!
Dış-İç Din Düşmanlarının ve Şeytanlarının emrinde: “Hadisler Zannî bir Delildir!” diyecek kadar küfrederek;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i sollayıp geçerek,
Fırını Fırıncının câhil bıraktıkları ÇOCUKlarına yıktırıp da kıskıs gülmekteler alçakça!
Ne varki körlüğümüz gitse göreceğiz ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunları BİZe haber vermişti:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Haberiniz olsun rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda nelere helal denmişse onları helal biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz!. Diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Rasulullah’ın haram kıldıkları da tıpkı Allah’ın haram ettikleri gibidir.” buyurmuştur.
(Mikdam İbnu Madikerb (ra) dan; Ebu Davud; İ.Ahmed, Sünne; Tirmizî; İbn Mâce, Mukaddime)

Hizbuş’- Şeytan Uşakları ebette “ALLAH” ile kandıracaklardır Müslümanları:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---“Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr(garûru) : Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fâtır 35/5)

Bizler sanki hâşâ Fransızca, İngilizce bir şeyler okur gibi ahmakça Kur'ân-ı Kerim’imize bakacağımıza;MuhaMMedî Şuuru BİLerek,
MuhaMMedî Nûru BULarak,
MuhaMMedî Sürurda OLarak,
MuhaMMedî O-NÛr’u YAŞAyıp YAŞAtak, Anlayıp da ANlatarak İKRÂ! edebilseydik GÖRecektik kimdi ve Kur'ân-ı Kerim’de kime benzetilmişlerdi bu YIKıcılar:

İlim YÜKlü EDEBsiz EŞŞEKlere:


مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---“Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil HIMÂRİ yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne) : Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan EŞEĞİN durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.” (Cuma 62/5)

Tüm Ehl-i Kitab ve DİNullah BİRdir ve TÜMü de İslam Dinidir.
O gün Yahudu için, bu gün ise bunlar içinde geçerli Hükmullah!
Elbette İslam Dinimizi içten yıkmaya çalışan kiralık ya da satılık Dinde reformistlerin ihanetlerini söylemek, kötülemek olamaz. Tam tersine dinin emrine uymak olur ve her EHLine Farz-ı AYNdır.
Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalışmak herkese farzdır.
Biz Yörükler iyi bilirizki koşan köpekler dilini tamamen dışarı çıkarmadan nefes alıp soluyamaz.
İşte
Hevâsını İlâhı edinip, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i postacı sanıp, hadislerini inkarla İslam Dinini keyfince uygulama ve yıkma hırsıyla dili dışarıda böylesi köpek gibi soluyanlar:

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilel ardı vettebea hevâh(hevâhu), fe meseluhu ke meselil KELB (kelbi), in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusîl kasasa leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne) : Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan DİLİNİ SARKITIP SOLUYAN KÖPEĞİN durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler.” (A'râf 7/176)

MuhaMMedî Âlim olmak Şerefli bir İŞtir.
Tersi de o kadar şerefsizliktir!


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah'ı ve Resul'ünü her şeyden çok seven, yalnız Allah'ın sevdiklerini seven ve küfre düşme korkusu, ateşte yanma korkusundan çok olan kimse imanın tadını bulur.” buyurmuştur.
(Buhârî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i DUY-an ve UY-anlar için hep UYARmıştır:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Haberiniz olsun rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda nelere helal denmişse onları helal biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz!. Diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Rasulullah’ın haram kıldıkları da tıpkı Allah’ın haram ettikleri gibidir.” buyurmuştur.
(Mikdam İbnu Madikerb (ra) dan; Ebu Davud; İ.Ahmed, Sünne; Tirmizî; İbn Mâce, Mukaddime)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamette bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları ona, "Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "İnsanlara, günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım. "Şu ibadeti yapın" der, kendim yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.” buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar (Ashab-ı kiram)dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler (Tabiin)dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler (Tebe-i tabiin)dir. Bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların sözlerine ve işlerine inanmayın!” buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem: “Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. "Sen ne günah işledin ki, öyle pis koku çıkarıyorsun?" diye sorulunca: "Ben din görevlisi idim. Bildiklerimi yapmazdım" der.” buyurmuştur.
(İ.Ahmed)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mi’rac gecesi ateşten makaslarla kendi dudaklarını kesen insanlar gördüm. Cebrail aleyhisselama bunların kim olduğunu sordum. "Kendileri yapmadıkları halde "yapın" diyen vaizlerdir" dedi.” buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah rızasından başka maksat için ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Toplantılarda ilimle üstünlük taslamayın! Böyle yapanın gideceği yer, Cehennemdir.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Vallahi bir zaman gelecek, insanlar Kur'anı öğrenip okuyacaklar. Sonra, "Biz öğrenip okuduk, bizden daha iyisi var mı?" diyecekler. İşte onlar Cehennem odunudur.” buyurmuştur.
(Taberanî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir zaman gelir ki, âlimler fitne çıkarır, camiler ve hafızlar çoğalır, ama, (MuhaMMedî) Âlim bulunmaz.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler. Devlet adamlarına yaklaşır, menfaat temin etmeye çalışırlar. Bunların yaptıkları ticaret, kesada (darlığa, kıtlığa) uğrasın!” buyurmuştur.
(Hakim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü ise, insanların en kötüsüdür.” buyurmuştur.
(Bezzâr)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.” buyurmuştur.
(Bezzar)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hak teâlâ, Âdem aleyhisselama bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Çocukların ve neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin! Sakın ola ki dini geçim vasıtası yapmasın! Din ile dünyayı talep edenlere yazıklar olsun!” buyurmuştur.
(Hakim)

Ve daha nice hadis-i şerifler vardır.

BİZe düşen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i CAN KULAĞımızla DUYmak ve UYmaktır!


Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İlim üçtür: Âyet-i Muhkeme, Sünnet-i Kâime ve Fariza-yı Âdile.” buyurmuştur.
(Ebu Davud, İbni Mâce)


Âyet-i Muhkeme: Kur'ân-ı Kerimdir.
Sünnet-i Kâime: Kur'ân-ı Kerimin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ömrünce uygulaması olan Sünnet-i Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemdir.
Fariza-yı Âdil: MuhaMMedî Âlim, Kâmil, Ârif ve Âşıkların Şeriat-ı GaRRa içinde kalarak İmam-ı Mutlak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi DUYup Uyarak yaptıkları, Kitaba ve sünnete uygun ilim olan İcma’ ve Kıyastır.


Gençlerimizin KALBlerinden KÖKleri sökülmekte olan İSLÂM DİNİmizi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ve Şeriat-ı GARRAsını;
Kör Cehâlet Karanlığına, Nûr-u MuhaMMedi DOĞdurarak, MuhaMMedî HaSBî-HaBîBî HİZMETçileri olarak Nurullah IŞIğında Yaşar ve Yaşatırız
inşae ALLAH!

Ana sorunumuzun DİNİmize ve de Kur'ân-ı Kerimimize karşı olan cehâletimiz olduğunu iyice ANlamalıyız!

Kaynağını bulamadığım ama çok doğru bir hadis-i şerifte,


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her derdin devâsı vardır anacak ahmaklığın yoktur!” buyurmuştur.

Humk, ahmak, hamakat; aklını kullanamayış bönlüğü, sersemliği ve şaşkınlığı Anlayışsızlığıdır.
Başkalarının başına geleneden ibret dersi almayan akılsızdır.
Ama kendi başına gelenden de almayan açıkça ahmaktır!
İslam Milleti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İnanç, Amel ve Hâllerini terk ederek kavmiyetçiliğe dayalı İslam gözüken BATAKlarında ne acı ki çok faturalar ödedi ve ödemekte!


İmâm-ı Alî keremullahi veche: "Belimi iki kişi kırar: Şerefinin zedelenmesine aldırmayan âlim ve zâhid olan câhil!" buyurmuştur.
(Fahreddin er Razi cilt 2/479)

İşte EDEBsiz Âlim ve hamm SOFU!..

İsa aleyhisselam ise: Sağırı, dilsizi, tedavi ettim. Ölüleri Allahu Teâlâ’nın izni ile dirilttim. Fakat cehl-i mürekkebin ilacını bulamadım buyurmuştur.
Câhil olduğu halde, cahilliğini bilmeyip, kendini âlim zannedene, buna Cehl-i Mürekkeb denir.

Yoksa Yüce Dinimiz ihtilaf Dini değil TEVHİD DİNİdir:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama (âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola) tâbi olun!” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

ARZa azmettiğim inanç ve arzumuzdan dolayı BİZler bir avuç da olsak muhammedinur NOKTA-sında;
Maddî-Mânâvî hiçbir çıkar düşünmeksizin, bir kılığa bürünmeksizin ve ALLAH celle celâluhu’dan Korkup - Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi sevip-sayarak;
MuhaMMedî HaSBî-HaBîBî HİZMET ARABAsının tekeri, Şeriat-ı GARRA Kervânının Kıtmiri ve sadece ALLAHın KULU olarak;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Adına, Hesabına ve Şerefine MuhaMMedî HaSBî-HaBîBî HİZMETçileri GARİBleriz!

Elhamdulillahi Rabbul-âlemîn!

Fe Tubâ lil-Gurâbâ!

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İslâm garib olarak başladı ve başladığı gibi (günün birinde) garib hâline dönüşecektir. Fe tubâ li’l-gurâbâ: Ne mutlu gariblere (sıddık ve âdil Muhammedî âşıklara!)” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten- 3986 ve Müslim Enes bin Mâlik radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten-3987 Zevâid Abdullah İbni Mes’ud radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten 3988 ve Tirmizî)

Muhammedî Sufî GaRiB ve KaRiB-lerimizi, ALLAH celle celâluhu Sadakat, Samimiyyet, Sabır ve selâmetten ayırmasın, korusun ve Muîn Olsun inşae ALLAH!
Resûl-i EKREM Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Yüce Gönül HOŞnutluğu BİZle ve ÜMMet-i MuhaMMedle olsun inşae ALLAH!

MuhaMMedî MuHaBBetlerimle Aziz Kardeşlerim!..

Elbirliği ile CANdan GÖNÜLden bir de HAKK DOST celle celâluhu çekelim:


Resim


HaYY doSt!..

KUL İHVÂNÎ Kervan Kelbi
Cihânda Can-Cânân Celbi
“Yâsîn” ki Kur’ân’ın Kalbi
Dört UNSura KAR-dığımız...


*

Hakikat-ı Muhammedî
Yedi Letâif “Ha-Mim”i
Cümle Cihân “MİM”İn Cem’i
Sırtımıza SAR-dığımız....


*

Gafleti “DUHÂN”a Vermek
“DUH” SıRR’ı Dehre Ermek
“Elem Neşrâh Leke Sadrek”
“SAD” Sadrımız YAR-dığımız....


*

“KAF” İnsanda, Kalble-Kur’ân
“NUN” Nurullah “ARŞ”a Vuran
“Habli’l- Verid” Yakîn Duran
Cezbe-Sülûk VAR-dığımız....


*

MUHİT’ten MERKEZ’e Rücû’
Merkezden Muhit Ürûcu
Mir’âc-ü-Hicret Sonucu
“EREN ELİ” ER-diğimiz...


*

Muhiti, Merkezi ALLAH
Çağırır Herkesi ALLAH
RABB-ü-BİRR Bahçesi, ALLAH
Ubûdiyyet DER-diğimiz...


*

“Elif”→AHAD, VÂHİD ALLAH
“Lam”→Lûtfuna ŞÂHİD ALLAH
“Kalû Belâ!” AHİD ALLAH
SıRR-ı Sıfır SER-diğimiz...


*

“KAF”ın Kalbi, “AYN”in Gözü
“Sîn” Kulağı Dinler Sözü
Herşey “O”nun ÖZün ÖZü
DOST’un CAN’ı VER-diğimiz...


*

Ehl-i Beyt Yolu Çiledir
Seven-Sevilen Biledir
Benlik Davası Hiledir
Nefsin İPi KIR-dığımız...


*

MuhaMMedî-MahMudîyiz
ÂŞIKıyız, AhMedîyiz
Hamdolsun DOST HaBibîyiz
SıRR-ı SUBHÂN SIR-dığımız...


*

“İyyake Na’büdü” Sözüm
“İyyake Nestâ’in” ÖZüm
Yolcu, “Yol Nereye Gözüm?”
Merhameten SOR-duğumuz...


*

Câhiller Kemâle Gelmez
Bilen Demez Diyen Bilmez
Hâl İşidir Ka’l’e Gelmez
ÂRİF Düşü YOR-duğumuz...


*

İlim – İrade - İdrakla
Dinle Sözüm İştirakla
Binbir Çileyle Firakla
Nefes-Nefes ÖR-düğümüz...


*

“Şuarâ” Şühûd Sarrâfı
Ârif – Arafat - “A’râf”ı
MUHİT-MERKEZ-KEHF-İ-KÂF’ı
GÖNÜL GÖZ-le GÖR-düğümüz...


*

“LÂ İLÂHE” ARA-sında
“İllâ ALLAH” SIRA-sında
DOST MuhaMMed HIRAsı-nda
SIRAT Sırtı DUR-duğumuz...


*

Halk Bu Demde HAK Bu Demde
“Et-Tırnak” Gibidir Hem de
Kimimiz Var Bu Âlemde
HAK KAPISI VUR-duğumuz...


*

Âşığa Ağyâr IRAK-tır
YÂR’in Sinesi DURAK-tır
Işık Kanatlı “BURAK”tır
SıRR Semâsın SÜR-düğümüz...


*

Dost MuhaMMed Muhbiridir
AŞKıyla CAN-ı DİRİdir
KUL İHVÂNÎ KITMİiR-dir
Sağa - Sola ÜR-düğümüz...
HaYY doSt!..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVANİ CUMA SOHBETİ 25 Mart 2011

Mesaj gönderen simurg »

Resim---(Âlimim diyen câhildir.)
(Taberani)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem: “Âlimler Peygamberlerin vârisidir.” buyurmuştur.
(Ebu Davud, İbni Mâce, Tirmizî)

Âlimler vârisimdir, peygamber aleyhisselâmın vârisi, vallahi ben vâris falan değilim, ben vakfeyim. Vakıfi o kadar.
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin adına hesabına ve şerefine hizmetle mecbur olan bir insanım. Bu benim iyiliğimden kötülüğümden değil, mecburen yapmam gereken bir şeydir.
Bunu iyi anlamamız gerekiyor.
O zaman zâten, olmuş diye anlatırlardı, bizim Babalardan birine demişlerki

Barbaros:
Sen git falan şehirdeki falan hanımı ayıktır gel, o bize lâzımdır. Zamanı geldi.
Ben nasıl ayıktıracağım?
Nasıl ayıktırırsan ayıktır işte. Yürü!
Derler ki; o zât gitmiş oraya, adres yüreğinde çünkü… Bakmış ki bir apartman da yaşıyor.
Kenar bir apartman, güzel bir apartman, harika.
Bu hanımın küçük bir kız çocuğu var. Güzel.
Aşağıda ufacık bir yer var.
Burası kimin, falanın.
Burayı bana kiraya verir misin bir aylığına. Veririm.
Kaç lira. Beş lira. Al beş liranı.
Ne yapacaksın?.''
Şeker satacağım!.
Güzel… Akide şekerlerinden falan almış bir çuval koymuş oraya. Şeker satıyor.
Biz şekerciyiz bu kadar. Başka bir şey yok.
Kadıncağız, misafirleri gelecek. Kan telaş içinde, pasta börek hazırlayacak.
Çocuk ya, kızcağız da çok afacan.
Ediyor edemiyor: “Al şu beş kuruşu diyor, aşağıdaki şekerciden, Dededen biraz şeker al kendine, sonrada eve gel. Sesini de kes!” diyor.
Tamam. Çocuk bir gidiyor ki, eteğinin dolusu şekerle geliyor.
Tısılaya tısılaya çıkıyor.
Bu ne?
Şeker. Beş kuruşa!
Ha beş kuruşa. Kızım bu iki üç kilo. Evet dede verdi.
Beş kuruşa bunu veren dede, elli kuruşa bir çuval vermesi lâzım!
Elli kuruşu alıveriyor, aşağıya koşuyor geliyor.
Dede, şeker istiyorum elli kuruşluk
Yarım kilo şekeri çekiyor: “Al!
Dede, demin benim kızım geldi mi?
Geldi.
Şimdi de ben geldim mi. Geldim. Çocuk beş kuruş getirdi mi, getirdi. Ben elli kuruş getirdim mi, getirdim. Ona üç kilo verdin, bana niye yarım kilo verdin!”
Ahh kızım ah. O “demin” i geri getir, dükkanla beraber bende senin olayım. Çocuğun geldiği deminkini, demin diyorsun ya, o demini getir bakayım buraya. Sen şimdiden bahsediyorsun. O demin di, demin geçti-gitti-gelmez!!
” demiş.
Bunu duyan kadın: “Şu ÂNın Tevhidi geçmeden!” der ve UYANır..

DEM BU DEMdir, DEM BU DEM de, DEM BU DEM.
Onun için tevhidimiz her an değişir.
'' ilâhe illâ ALLAH.''
Demin ki tevhid değil, bu şimdinin TEVHİDi.
Dünkü yağmur değil bugünkü yağan yağmur.
Aynı gibi gözüküyor.
Onun için bu günün salavâtını bugün yapalım.

Ben açtım 25. Salâvât-ı ŞERİFe çıktı.

Abdulgani en Nablusî Hazretlerine ait.
Nablus biliyorsunuz Filistin’de, mülteci kampının olduğu, meşhur katliyamında yapıldığı bir yerdir.
Nablus şehrinde doğduğu için Nablusîdir ismi.
Abdulgani dir babası ismail efendidir.
1640 yılında Şam’da doğmuştur aslen.
Ve Şam’da da vefât etmiştir, ama Nablus’ta yaşadığı için Nablusî denmiştir.
Çok taşa tutulmuş bir insandır.
Halis muhlis bir MuhaMMedî dir, ama melâmi olduğu için de taşı eksik olmamıştır.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemi metheden güzel şiirler yazdığını çekemeyenler maalesef, fesadlar demişlerdir: “Bu şiirler ona ait değildir.”
Kime aittir?
Bilmiyoruz ama onun değildir” vs.
Şiirlerine açıklama yazmıştır, şerh yazmıştır.
İkinci bir şiir daha yazmıştır.
Ama insanlar durulmamıştır. İnsanları terketmiştir. İnzivaya çekilmiştir. Yedi yıl kalmıştır, yüzü görülmemiştir.
Nadir görülmüştür. Ancak kendisine mânâ yönüyle gönderilenler kapısının önünde gölet yapmışlardır, hani su akar da gölet yapar ya, gözyaşı göleği yapmışlardır.
Akın akın dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlar gelmiş.
O taşa tutulan, gübre zannedilen, gübrelik dedikleri yerde MuhaMMedî Güller açmıştır.
İki yüze yakın eser yazmıştır.
1664 senesinde İstanbul’a da gelip, burada da kalıp dersler vermiştir.
Tasavvufta çok büyük mertebelere ulaşmıştır. MuhaMMedî Meşrebi ruhen koku olarak yaymıştır yani, geçtiği yerlerde kokusu duyulur.
Hani bir insan, bazen oluyor ya belediye otobüsüne giriyoruz, geçenlerde oldu, bomboş otobüs ama içeride felaket bir parfüm kokusu var.
Ne diyorsun sen?
Buradan bir hanım inmiş heralde yoğun bir koku var.
Onlarda böyle geçerken, geçtikleri yerlerde MuhaMMed aleyhisselâmın kokusunu yayarlar.
Kendisi büyük velîyullahlar ile tanışmıştır, onlara gitmiştir, onlar ona gelmiştir, bu da meşhurdur.
Çeşitli yerlere gitmiştir.
Lübnan, kudüs, Halilü’r- Rahmân, Mısır, Hicaz, Trablus. Gezmeleri 1207 yılında Şam’a gelmiştir.
Meşhur Salihiye, Halidi Bağdadî Hazretlerinin de kabri şerifinin olduğu Salihiye’ye yerleşmiştir.
Bu süre de Selimiye Câmisi vardır Şam da, İnşae ALLAH nasip olur gideriz, çok isterim Şam’a gitmeyi.
Burada dersler okutmuştur.
Şam’da da vefat etmiştir.
Çok temiz huyları olan asla halka eğilmeyen, hakkına göz dikmeyen ama kendi kaderin de de böyle iki yakası bir araya gelmeyen ama kimseye de yırttırmayan, yırttırılmayan bir hayat, bir Melâmi Hayat yaşamıştır.

İnsanlara iyilik yapmak için elinden geleni yapan bir insandır.
Elinden de fazla bir şey gelmiyor amma geleni yapıyor.
Gizleme diye bir şey yok.
En çok kitap yazanlardan birisidir.
Fakat Türkiye’de meşhur olmamıştır kitapları.
Kamusu’l- âlem, müellifin hadika.
İmamı Birgivî’nin Tarikat-ı MuhaMMedîyesini açıklamıştır. Ashabü’l- kabir kitabını yazmıştır.
Bu diyarlar ile kabirler arasındaki ilişkileri, ruhlar. Tarikâtın Hulasasını yazmıştır.
Bu kitaplardan bazıları İslam Vakfı tarafından bastırılmış İstanbul’da ama ben temin edemedim.
Ama Rahmetli Sevgili Hocam, Siirtli Hocam bir Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem uzmanıydı.
Onu sevenlerin kokusunu alırdı yani, ve bu salâvâtları düzenlerken bununda bu kırk salavâtın içine girmesini istemişti.
Ve o bulmuştu zâten salâvâtı, belki bilen de yoktu.

İşte yirmi beşinci salâvât..
Taa biz Bolu’dayken, Şam’da ve Bağdad’da okumuş doçent, ama Bolu’lu olduğu için oradaki İmam Hatib okulunda olan bir öğretmen vardı.
Ben önce kendim tercüme etmiştim, sonra onunla da gözden geçirmiştik.
O da demişti “Hocam ne güzel sizin Arapçanız var.” Dedim ki “Ben sadece Kur’ân dan öğreniyorum, gerçekten.
Ama bilgi başka şeydir, tâbi onunlada tahkik etmiştik. Güzellikler olmuştu yani, yaklaşık şeyler olmuştu, şimdi ise daha başka köşelerden de bakma imkanı da bulabiliyoruz, daha rahat bakabiliyoruz İnşae ALLAH.
Onun içinde bunlarında gelişmeye ihtiyacı var, Nablusî kimdir, bunlar mesela şu bahsettiğimiz şeyleri yazabilseydik onu daha iyi tanırdı.
Kendi hayâtında Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemi sevdiği için taşa tutulmuştur yani.
Herkes devlet kuyruğundan birşeyler kapmaya çalışırken, ama kendisi hiç yamanmamıştır, uzak durmuştur.
İnsan nefsi ister davulu zurnayı.
Ama Barbaros bana yuh çekse ne yazar, alkış tutsa ne yazar.
Barbaros kim?.
Barbaros bizim bir TAM-layanımız.
Canımız ciğerimiz bu kadar.
Biribirimizden beklentimiz yok.
Nasıl beklentisi olur ki insanın, ALLAH aşkına yani benim ayağım gözümden bir şey mi bekliyor. Neyi beklebilir BİZ BİR - İZ inşae ALLAH!


25. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Abdülgâni en Nablusî Hazretlerine ait çok kıymetli ve faziletli bir salâvâttır.

Resim

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Resim

TÜRKÇESİ:
Allâhümme salli ve sellim alâ Seyyidiinâ Muhammedin salâteke’l- kadîmete’l- ezeliyyete’d-dâimete’l- bâkiyete’l- ebdiyyete. Elleti salleytehâ fi hadrati ilmike’l- kadim Ellezi enzeltehü bi melâiketike fi hadrati kelâmike’l- kur'ani’l- azîm. Fekulte bilisâni’l- Muhammediyyi’r-rahîm. “İnnallahe ve melaiketehu yesallüne alennebiyyi” Ve hâtabtenâ bihâ maasselâmi tetminen li’l- ikrâmi minke lena ve’l- in'am. Fekulte yâ eyyuhellezine âmeni sallu aleyhi ve sellimu teslime. Fekultu imtisalen liemrike Ve rağbeten fimâ indik emin ercik. Allâhümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve ashabihi ecmain. Salâten dâimeten bâkiyeten ila yevmi’d-dîn. Hatta necidha vikâyeten lena min nâri’l- cahim. Ve musileten ilevvelineâ ve âhirina ma'şera’l- Mu'minine ila dari’n-nâim Ve rü'yeti cemâli vechike’l- kerim. Yâ azîmu yâ Allah!

Kısaca MÂNÂSI :
Ey Rabbim, yüce kelâmın Kur'ân'ı Kerîm'de meleklerinle inzâl buyurduğun kadîm ilminde kendisiyle salât ettiğin o kadîm, ezelî, dâimî, bâkî ve ebedî salâtınla Seyyidimiz Muhammed Mustafa (salallahu aleyhi ve sellem)'e salât ve selâm ediver!.
O Rahmet dolu Muhammedî olan ve hamd ettiren dille :
"Allah ve melekleri, o nebiye salat ederler." (Ahzâb/56) buyurmuştun.
Bize, Kendi ikramını ve ni’metlendirmeni tamamlasın diye selâmla birlikte bu şekilde hitâp edip :
"Ey imân edenler, ona salat ve selâm edin." (Ahzâb/56) buyurmuştun.
Ben de emrine itâatle ve katındaki ecrini umarak diyorum ki :
"Ey Rabbim, Seyyidimiz Muhammed'e onun ailesine ve ashabına, bunların tümüne, din gününe kadar dâim ve bâki olacak bir şekilde salât ve selâm ediver ki bunu, o günde cehennem ateşinden bir koruyucu, başımızı ve sonumuzu, mü’minler topluluğuyla birlikte o ni’met yurduna ve Kendi kerîm yüzünün cemâlini görmeye ulaştıran bir vasıta olarak bulalım; Ey azîm olan! Ey Allah!"


BismillâhirRahmânirrahîm.

"Allâhümme salli ve sellim alâ Seyyidiinâ Muhammedin salâteke’l- kadîmete’l- ezeliyyete’d-dâimete’l- bâkiyete’l- ebdiyyete."

Allâhümme salli ve sellim alâ Seyyidiinâ MuhaMMedîn” Bu kısımlar çok konuşuldu biliyorsunuz.
ALLAH’ım Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e teslim olmayı ve istikamet bulmayı yani teslim olmaktaki SELLem yapmayı, İstikamette de SALLim yapmayı,
Sâllim ne demek sağlam demek. Sallim yapmayı, SALL yapmayı bize nasip et, bağlantı kurmayı zâhirde ve bâtında.
Sellim teslimiyeti ile zâhirde, SALL teslimiyeti ile bâtındaki istikamette , SILAmıza gitmeyi, ASLımıza gitmeyi, asıl da SALL dandır zâten.
Kime âla?
O’na ki seyyidinâ, dinimizin Sahibi diyorum ben burada seyyidinâya, Efendimiz ne demek Efendimiz?
Efendiyi tarif eden biri çıkmadı daha. Boş bir kelime.
Seyyidinâ, nurunun daimiyyetini yaşatma, yaşatma senedi yani, sened gibi, priz gibi, MuhaMMedîn, üç MİM’iyle salat ve selâm olsun.
Salatike, Senin salâtınla Yâ Rabbi, salatike, Senin salâtınla.
Nasıl SALAT?
El-Kadîmî olan salâtınla, El-Ezelî ezel olan salâtınla,
Ed-Dâimî olan salâtınla, El-Bâki bâki olan salâtınla, el-Ebed ebedî olan salâtınla.
Bu kelimelerde kadîm geçti, nedir?
Esmalarda El- kadîm vardır, el- Mukaddimu vardır, el-Mukaddemu vardır.


EL KÂDÎMÜ
EL MUKADDİMÜ
(EL MUKADDEMÜ)
CELLE CELÂLUHU


Kıdem, kademe (varlığının üzerinden uzun zaman geçmek) kökünden türemekle beraber ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL için varlığının başlangıcı (kıdemi) olmaması ve başkasına ihtiyaç duymadan mutlak vücûd sahibi (vâcbü'l- vücûd) oluş anlamındadır. Başlangıcı ve başka birine ihtiyacı olmayan mutlak Mukaddim olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL, yaratıklarından önce Kadîm var olan idi. El Evvel ise yaratıkları olmadan ve düşünülmeden var olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Zamanlı Kadîm ve zamansız Evvel…

Resim

El Mukadîmü : Eşyâyı ilk defa yaratıp takdim eden ve yerli yerine koyan, sunan, âleme getiren, öne geçiren.Mutlak takdim edici olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Resim

El Kadîmü : Ezelî olup varlığının başlangıcı olmayan. Evveli olmayan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

El Mukaddemü : Zaman, mekan v.s. cihetiyle önsüz olan en evvelleri yaratan. En kıdemli ve ilk olan. Kıdem ve önceliğinin başlangıcı olmayan zâtî ve aslî kadîm olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Kıdem kâdem, bunlar varlığın üzerinden uzun zaman geçmek kökünden türemekle beraber Allahü zül celâl için varlığının başlangıcı kıdemi olmaması, ve başkasına ihtiyaç duymadan mutlak vucud sahibi oluşu, vacibul vucud oluşu anlamındadır.
Kâdem kıdem kadîm oluş, daimiyyet de buna gelecek şimdi biraz sonra.

Başlangıca ve başka birine ihtiyacı olmayan Mutlak Mukaddim olan Allahü zül celâl, yarattıklarından önce kadîm var olan, o idi çünkü.


Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVANİ CUMA SOHBETİ 25 Mart 2011

Mesaj gönderen simurg »

EL EVVEL CELLE CELÂLUHU

Resim
El-Evvel ise yarattıkları olmadan ve düşünülemeden var olandır.
Evveli, evvel kelimesini halk edendir.

Zamanlı kadîm ve zamansız evvel gibi de söyleyebiliriz yani, bunu akıl için söyleriz.
ALLAH celle celâluhu bunlardan münezzehtir.

Mukaddimu, eşyayı ilk defa yaratıp takdim eden, yerlerine koyan, sunan âleme getiren, öne geçiren , Mutlak Takdim Edici olan Allahü zül celâl , esmadan okuyorum bunları.
El-Kadîmü geçiyor orada değil mi?
Ezelî olup varlığının başlangıcı olmayan evveli olmayan Allahü zül celâl, kendisi evveli olmayandır.
Hâşâ Evveli olup bir yerden mi başlamış!.

El mukaddimu, zaman mekan ve ciheti önsüz olan, evvelleri yaratan, en kıdemli, ilk olan kıdem ve önceliğinin başlangıcı olmayan, Zâtı ve Aslı kadîm olan Allahü zül celâl.


Resim

Ed-Daimu dediğimiz esma da varlığı daim olan, varlığının önü sonu olmayan, geçici mevcudatı halkeden daim, kaim, bâki, Vâcibü’l- Vücud Allahü zül celâl.


Resim

Ebed; dehr, anlaşılamaz zaman sonsuzluğu içi gibi, eş anlamlı, mutlak zaman mânâsında bir şeydir.
Kur’ân’ı Kerîm de biliyorsunuz 11 âyette geçer.


"Elleti salleytehâ fi hadrati ilmike’l- kadim.."

Elleti salleytehâ hazreti ilmike’l- kadîm.
Evet. Elleti, O ki, salleyteha, ben ona sall ettim.
Sall etmek sadece namaz kılmak değil, namaz kılmak da sall etmektir amma, sall etmek SILAyı bulmaktır.
Sall etmek Keban’ı buraya getirmek, buradakinin Keban’a bağlanması-gitmesidir, bağlantıyı kurmaktır.

Zâhiren Bâtınen kurmak, Zâhir Fişini-AKILı sokmadan Bâtın Can Cereyanını-NAKLi alacak sanırsa, o boş bir hayal kuruyordur.
Elleti salleyteha fi hadrati ilmike’l- kadîm,
Ki sen onunla kadîm ilmin, hazreti, hazırda olan demektir.
Hazreti,
kadîm olan ilmin hazırda oluşuyla ona sall et çok önemli bir şey.
ALLAH celle celâluhu var, hayy’dır, ölümsüzdür, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayy’dır ebedîdir. Aynı, neden
?
ALLAH ve Resûlüne teslim olunuz, iman ediniz!
Ölüp giden tarafı başka beşeriyeti ve Daimî olan Resûliyyetidir..


"Ellezi enzeltehü bi melâiketike fi hadrati kelâmike’l- kur'ani’l- azîm"

Ellezi, o ki, enzeltehu, sen ona indirdin, bi melaiketike, meleklerinle, fi hazretil kelâmike, Kur’âni’l- azîm olan kelâmını, hazreti kelâmını, bizzât hazır olarak ona indirdin.
Ne zaman? Dün.
Ne zaman? Bugün.
Ne zaman? Yarın.
Ne zaman? Senden başka varlık olduğu sürece, değil mi?.

Resim

"Fekulte bilisâni’l- Muhammediyyi’r-rahîm."

Fe kulte, dedin ki, buyurdun ki, bi lisÂni’l- MuhaMMedîyYi’r-Rahîm, er-Rahîm EsmÂsının aynısını verdiğin o MuhaMMed aleyhi's-selâm’ın lisÂnı ile sen buyurdun ki;

Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm, Bismillâhi'r-Rahmâni'r-rahîm.

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen) : Şüphesiz, ALLAH ve melekleri Peygambere SALL ederler. Ey îman edenler, siz de ona SALL edin ve tam bir TESLİMİYET-le ona SELÂM verin!.” (Ahzâb 33/56)

inne, şüphesiz ki, mutlaka ki, ALLAH ve melekleri yusallune sall ederler, ederler, ediyorlar, ettiler, edecekler, geniş zamandır çünkü, yusallune, ale’n-nebiyyi peygamberine.Yâ eyyuhellezîne âmenû, ey iman edenler, kime iman edenler, ALLAH ve Resûlüne iman edenler.
Âyette böyle buyuruyor.
Sallû, siz de sall edin. Aleyhi, bizzât O’na.
Ve sellimû teslîmâ.
Öyle bir silm edin ki, adam gibi edin, teslîmâ tam teslimiyetle teslim olarak sall edin.
teslimiyet ve istikameti, ALLAHu zu'l-celâl Ahzâb Sûresinin 56. Âyetinde böyle buyuruyor
.
Ve Nablusî Efendimiz de diyor ki: Sen böyle buyurmuştun ya Kelâmullah SÖZünü, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin diliyle, MuhaMMed aleyhi's-selâmın diliyle-sesiyle: İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ


Resim

"Ve hâtabtenâ bihâ maa’s-selâmi tetminen li’l- ikrâmi minke lena ve’l- in'am"

Ve hâtabtenâ, bize hitab etmiştin.
Bihâ, O’nunla. Peygamber aleyhisselâmın diliyle.
Onun diliyle, maasselâmi öyle bir selâm ile ki,
tetminen li’l- ikrâmi minke lena ve’l- in'am bize ikramlarını ve ni’metlerini, senden olan ikram ve ni’metlerin için, tamamlamak için, selâmı tamamlamak için, onun diliyle bize hitab buyurmuştun ya, bize hadi sizde yapın buyurmuştun ya!
Tıpkı Resûlullah sallallahu aleyhu ve sellem gibi olun! buyurmuştun ya, işte öyleyiz hamdolsun!.

yâ eyyuhellezîne âmenû, ALLAH celle celâluhu sall etti, siz de edin.
Bundan daha büyük ikram, daha büyük selâm, daha büyük in’am mı var
?
Nedir inam? Enam nedir?
Hayvanlardır, peki başka ni’met yok mu?
Var. İşte pat diye bir kelimeyi türkçeye soktun mu, işin içine oturuyor.
Herşey ni’met, zâhirlik.
Nedir ikram?
Tarikatteki Hakikattır.
Nedir Selâm?
Marifetteki Hakikattir.
Boşuna koymuyor kelimeleri yerine demek istiyorum. Canı öyle istediği için koymuyor.

Fe kulte, demiştin ki, devam ediyor çünkü.
Yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ
Hadi sizde sall edin teslim olun peygamberinize.

Resim

"Fekultu imtisalen liemrike."

Fekultu, ben de diyorum ki, ben de derim ki, diyorum ki, imtisalen; misal olsun, örnek olsun, onu örnek alarak, numune kabul ederek, ona uyarak, ayrılmamak üzere bağlanarak, ben kendimi örnek alarak, değil mi? İmtisalen diyor çünkü.
Li emrike, Senin emrin için, kabul ederek, örnek alarak, aynen bende diyorum ki, ben bunu örnek alıyorum bu emri.


"Ve rağbeten fimâ indik emin ercik."

Benim rağbetim isteğim arzum, çok çok iştiyakım, dualarım teveccühüm, insanlığımın gerektirdiği arzu, emel yani tüm bunlar.
Nereye rağbetim?
Rağbeten fimâ indike, fimâ içinde, o şeyki indike, Senin kâtında, min ecrike.
Senin kâtından ECRini çekişini ücretini diyorlar ama ben ücret olarak almıyorum ecri.
Cerr çekişini sağlamaktır.
Ecr,
bir işin karşılığıdır.
Geçmişleri için mağfiret ve gelecekte azîm bir ecir vardır.
Bu nasıl tercüme ediliyor, geçmişleri bağışlanacak, geleceklere ücret ödenecek.
Azîm bir ecir vardır, ecir. Cerr ediş vardır.
Ceryan var ya, fecir var ya, hani cerr hicr ler var ya, hacerler var ya, bütün çekişli CERR’ler.
Dozerlerde CERR DİŞLisi vardır Çekici..
Bu çekişlerin Senin kâtından indike, bu çekişleri istiyor çünkü.

İnd nedir? Arapçada zaman mekan yerine kullanılır, aman haa, hissedilebilen mânevî bir mekan anlamındadır.
İnsanın maddî ve mânevî bir huzura dalalet eder, onun merkezi de neredir
?
İND dir.
Daimiyet Nurunun olduğu yerdir.
Şah damarından yakın olan Rabbü’l- âlemindir.
Bu bir, evet. Yandır, vakittir, taraftır, şudur budur gelirse, yanında falan diye, aslında bir hüküm, bir ihsan, bir fazl-fazilet, teşvik, tertib, rağbet et anlamında.
Nereyi istediğini bil.
“Eline alır mısın bunu?” diyorsun çocuğa.
Çocuk diyor ki: “Almam!.”
“Niye?”
“Çünkü o ateş!” diyor.
İşi biliyor demek ki.
Şekerle ateşi ayırabiliyor. İşte onu söylüyor.
Emrine itaatle, imtisalen, senin kâtından ecirler, rağbet ediyorum, umuyorum, istiyorum.
vesile ne
? İmtisal?

Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVANİ CUMA SOHBETİ 25 Mart 2011

Mesaj gönderen simurg »

"Allâhümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve ashabihi ecmain."
"Salâten dâimeten bâkiyeten ila yevmi’d-dîn."
"Hatta necidha vikâyeten lena min nâri’l- cahim."

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Allahümme salli ve sellim ala seyyidinâ MuhaMMedîn ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Cümlesine, salaten daimeten, bâkiyeten, yukarıda söyledik, daimi ve bâki olan bir salatla, ulaşımla.
İla yevmi’d-din, yevmi’d-dine kadar.

Yevmi’d-din nedir?
Dinin ortadan kalkacağı gün müdür?
Yevm nedir ki?
Bu din o gün bir şey oluyor.
Din aynı zamanda dünyada dinin arkasına bir
ye alışından ibârettir. Dünya.
Onun için dünya, din dünyada olur.
Yevmi’d-din yevmi’d-dünya.
Yevmi’d-din âhiret burada ekilir, burada biçilir.
Oraya çek bile gitmez yani, kimsenin avcunda çek götüren göremezsiniz ama yüreğine bir çek yazarlar yalnız.

Bu gelen MuhaMMedîdir, Cennet bahçelerinden birisine.
Bu gelen de; yeyip, içip, tepindi, hevasını ilâh edindi. Hizbüşşeytanlığı başına geçirdi, Cehennem çukuruna tutukludur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukuru olur.”
(Tirmizî)

Zâten buradadır onlar yani, oraya götürüp getirecek bir şey yok.
Hatta o kadar ki, yevmi’d-dine kadar diyor yani, ilâ yevmi’d-din.
Yevmi’d-din den sonra ne yapayım, Buzum eridi, Suyum Denize katıldı.

Nerede benim buzum?
Ne buzu kardeşim?
Bakınız!
Bir avucumda gül var, bir avucumda gübre var.
Tandıra attım ateşte yaktım.
Bir koku duyuldu.
Birisi hoştu, birisi kötüydü.
Biraz sonra soruyorum tandıra: “Benim Gülüm nerede? Gübre nerede?”
O da diyorki: “Git işine! Burada benden başka kimse yok!.”
Ateş böyle der: “Git, git burada kimse yok, sadece ben varım ve her gireni kendime dönüştürürüm!”


Denize kalıplarla çeşitli renk ve şekillerde BUZlar atalım ve bekleyip soralım:
“Sana yeşil buz attıydım, kırmızı buz attıydım, şöyleydi böyleydi. İşte onun adı Barbaros’tu da, yüz kiloydu da, öteki on kiloydu ama şimdi yok olmuşlar nereye götürdün Ey Deniz?”
Deniz de der:
Ne bileyim ben neden bahsediyorsun kardeşim burada BENden başka kimse yok!
“Yok mu? Varsa Nerede?”
Yok. Al bir bardak suyu bardakla at Denize!
Cam Bardağı “Denizin İçine” attın!
İçindeki SU-yu ise “Denize” döktün!
Bardak Denizin İçinde, her zaman geri alabilirsin!
Ama Suyunu Denizden geri AYNen alamayacaksın, çünkü o Deniz Deniz de O oldular ve
BİZ BİR-İZ Sırrında gark oldular!
Suyu arama artık arama, damlasını dahi ayıramazsın!.

Hatırlarmısınız Fecr Sûremizde demiştik ki;


فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî : Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Gir cennetime!” (Fecr 89/30)

Fedhulî fî ibâdî : Gir kullarımın içine-arasına burada var.
Vedhulî cennetî : Gir cennetime! İçinde değil bizzât kendisine kendisinden olarak-dönüşsüzdü..

MuhaMMedî BİZ BİR’liğinde;
Sadakat varsa,
Samimiyet varsa,
Sabır varsa,
Selâmet oradadır.
Sabır varsa selâmet oradadır, Cennet de oradadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de oradadır,
Allahü zül celâl de oradadır
Dediğim, iman bakımından oradadır.
Yer tâyin ettiğimden değil.

Resim

"Hatta necidha vikâyeten lena min nâri’l- cahim. Ve musileten ilevvelineâ ve âhirina ma'şera’l- Mu'minine ila dari’n-nâim Ve rü'yeti cemâli vechike’l- kerim. Yâ azîmu yâ Allah!"

Hatta necidha Onunla biz bulalım.
Vikâyeten lenâ Biz bir vikâye bulalım. Bir koruma.
Bizi Vâkî etsin; Saklayan, koruyan, vikaye eden, esirgeyenimiz olsun!
Takvâ var ya, koruyucumuz olsun Sahibimiz olsun.
Arka çıksın bizi kayırsın, bizi kurtarsın, elimizi tutusun, düşmemizi engellesin, şaşmamızı engellesin, taşmamızı engellesin!

min nâri’l- cahim Cahim narından, en sıcak nardan.
Ne garip değil mi Barbaros, Rahîm var, Cahim var.
Bir sürü “him” var.
Başına “ce”alıyor cahim oluyor, “re” alıyor Rahîm oluyor.

Nasıl işler bunlar?
Uydur kaydır değil yalnız.
“Nâri’l- Cahim”. Nâri’l- Cehennem değil “nâri’l- cahim”. Biz ne zaman bu Cahimi, Rahîm yapacağız?
Ne zaman bu “Cim”in yerine “Re” geçecek, “Rasûl” geçecek,” Rabb” geçecek Barbaros?
“R” geçerse Rahîm olur bu aynı zamanda Rabb’tır.
Ve Aynı zamanda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir raûfun rahîm aleyhisselâm!.


لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun) : Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet ızzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, mü'minlere raûf, rahîmdir” (Tevbe 9/128)

Raûfun rahîm’dir O bu âyeti bildiği hâlde kasden: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Rahîm denemez!” diyen ve gülüşen karacübbeli porösörler seyrettik videolarında .
Bildiği hâlde unutuyor.
Neden?
İşte El Ezher Üniversitesi’nde okudu ya.
Oralardan mikrop kaptı ya.
Arap ırkçılığı ve parası tadı ya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşıtlık yapacak ki Vehhabî zihniyetinin atak temsilcisi görüne ağa babalarına!.
“Biz Kur’ân’a bakarız!” diyor değil mi
?
“Hangi Kur’ân’a bakarsınız?”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın mübârek ağzından duyduğunuz ve tıpkı hadisleri de söyleyen ASHAB-ı GÜZİNin getirdiği Kur’ân’a değil mi
?
Demek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hâşâ “geldi gitti postacı gibi” mi diyorsunuz?.
Biz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir tek saçının telinin toprağa düşmesine rıza göstermeyiz ALLAH celle celâluhu ALLAH korusun!
İsterse babamız olsun. Çünkü bu böyle bir İnanç Hakkıdır.


Onun için ALLAH celle celâluhu, Nuh aleyhi’s-selâm’a ne buyruyor bakınız:

Tufan Kopmuş..
Nuh aleyhisselâm oğlu Kenan’ı Fıtri sevgi-merhemetle Necât Gemisine çağırıyor:
Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.

وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَب مَّعَنَا وَلاَ تَكُن مَّعَ الْكَافِرِينَ
Resim---“Ve hiye tecrî bihim fî mevcin kel cibâli ve nâdâ nûhunibnehu ve kâne fî ma'zilin yâ buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun meal kâfirîn(kâfirîne) : Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.” (Hûd 11/42)

Ama İbret Sahnesini Tercih eden oğlu küfrü tercih etti ve: Beni sudan koruyacak bir dağa- BeN DAĞIma sığınacağım! dedi.

قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
Resim---“Kâle seâvî ilâ cebelin ya'sımunî minel mâ'(mâi) kâle lâ âsımel yevme min emrillâhi illâ men rahim(rahime), ve hâle beynehumal mevcu fe kâne minel mugrakîn(mugrakîne) : Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): "Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hûd 11/43)

Kaza-Kader İşledi.. Tufan durdu ama Nuh aleyhisselâm ehlini-oğlunu kaybetti!

وَنَادَى نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابُنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
Resim---“Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va'dekel hakku ve ente ahkemul hâkimîn(hâkimîne) : Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin." (Hûd 11/45)

Ve en ağır cevabı aldı: “Câhillik etme. O senin oğlun değildir. Belinden oldu. Yolundan olmadı. Câhillik etme!”

قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلاَ تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَن تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ
Resim---“Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(ehlike), innehu amelun gayru salih(salihin), fe lâ tes'elni mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innî eızuke en tekûne minel câhilîn(câhilîne) : Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O hâlde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hûd 11/46)

Prof. Olmuş şu olmuş bu olmuş MuhaMMedî Olamamış ya!
Bu zavallı adamı babasının evlatlıktan reddettiğini ağabeyinden duymuştum..


İslam Dini kesin Kural Dinidir.
Ne Ayırır ne Kayırır!
Ebu Talib, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i 40 yaşına kadar öksüz ve yetimi olarak baktı, barındırdı büyüttü.
Ancak
Ben Rasûlullah’ım! buyurunca reddetti ve bıraktı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şey yapamadı küfrü tercih edince babası gibiydi..
Onun için diyorum:
“Hz. Hamza şehid-i şahtır. Ebu Leheb Hizbuşeytandır.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile aralarında bir karış göbek bağı var tek BABAsı Abdullah aleyhisselâm.
Kan meselesi filan yok! Cahim-Rahîm böyle bir iştir işte!.


Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: KUL İHVANİ CUMA SOHBETİ 25 Mart 2011

Mesaj gönderen simurg »

"Ve musileten lievvelinâ ve âhirina ma'şera’l- Mu'minine ila dari’n-nâim."

Ve musileten lievvelinâ Bize vesile olsun, vusile olsun, isale ettiren olsun.
Nedir vusile?
Yetiştiren, ulaştıran vusl ettiren vusuldan yani vardıran olsun bize, ki öyledir ZÂTen!
Sall-ı geriye çekendir. Rusûl’de öyledir.
Uydur kaydır kelimeler değil bunlar.
Elçi, meçliymiş..
Ne elçisi? Bizans elçisi mi?
ALLAH’ın elçisiymiş. ALLAH’ın ne elçisi?
Elçi neymiş, elçi kelimesinin kökünü kösteğini bana bir söylesen ya!.
Sall edici ne demek?
Sıla’ya götürücü ne demek?
İrsal edici, isâle ne demek?
Keban’dan her yere elektirik taşıyan ANA HATlara İSALE HATları ve Barajlardan sulama sahâlarına SU taşıyan ANA KANALlara da İSALE KANALI deriz Su İşlerinde..
Rusûliyyet böylesine ebeden can ceryanı ve can Suyu taşıma gibidir İRSÂLdir, Rusul’dur.
İşte Anlatımı zor ama İrsaliye Kâğıdı gibidir.
Ya da Rasûl’un Ehl-i Beyt’idir.
Ya da ALLAH Dost’larıdır.
Yani MuhaMMed aleyhi’s-selâm’den başka kimse yoktur.
Elçimidir bu
?
Sıla ettiren. Beni elektriğin kaynağına, elektiriği bana ulaştıran.
Nasıl, nedir? Aracı mıdır?, Verici midir?
Bin kere hâşâ!
Sen neden bahsediyorsun kardeşim!.
TAMlayan bilmiyor tümleyen bilmiyor.
Teslimiyet ve İstikamet bilmiyor.
Teknik-Tasavvuf Antipotun BİLmiyor!
İslâm Dinini ÜMMünü BİLmiyor!

Ben kimseye bir şey demiyorum.

Sadece şunu diyorum açıkça: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın yolunu temizlemek zorundayız!
Kirlendiğini söylemiyorum. Tozlandığını söylüyorum.
Kimseyi çağırmaya gerek yok.
Güneş kendini gösterir, şu aradaki perdeleri kaldırabilirsen eğer.
o zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
Bizim vesilemiz olsun!
Bizim bilemediğimiz sonsuz Deryada Rota Reisimiz olsun!.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’imiz olsun ki RASÛLî Rotayı o biliyor çünkü.


Lievvelineâ evvelimiz için. âhirinâ” âhirimiz için.

Ma'şeral Mu'minine ila dari’n-nâim
Bu mü’minlerin mahşer olduğu, tümünün Şu ÂN ŞE’ENuLLaHta, a’yanı sabitelerinde, İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları olan Hakikat-ı MuhaMMedîyette cem’ oluşları mahşerinde.
Yine Kevserde birleşmeleri haşr edilişlerinde mü’minler içerisinde bizim de evvel ve âhirimize vesile olsun!.

Ne demek bu? Türkçesi?
Elimizde ki sopayı büke büke büke büke evvel ve âhiri öpüştürüp hitam buldurup hablel verid için çemberi tamamlasın diye!

ila O zaman ne olurmuş?

Dari’n-Nâim Bu dairenin adı Ni’met Dairesi olur Barbaros.
Aynen daire dairedir.
“Nâim”de MuhaMMedîyet A’yniyet Nudur.

Hocam hakikat?”
Hakikat yenmez oğlum!.
Hakikat şeriata gelince şerbet olur ve içilir.
Hakikat pancar tohumunun içindeki şekerin adıdır.
Pancar şekeri tohumu var ya pancar olur, onu ben bilirim.
Onun içindeki şekerin adına denir Hakikat-ı MuhaMMedîyye diye.
O yenmez. Sürersin, ekersin, sularsın, terbiye edersin, tezkiye edersin. Hizmet edersin.
Kucaklar dolusu semereler verir sana.
Yapraklar verir. Çok güzel turşular yapılır ondan, sarmalar yapılır. Yaprağı da yenilir.
Sonra baldır gibi pancarlar olur.
Onların suyu işlemlerden geçer.
Şeker diye gelir şeriatta yenir.

İşte bu “Dari’n-Nâim”e kadar.

“Dari’n-Nâim” nere? Ni’met Yurdu-Dairesi tamamlandığı anda evvel ve âhir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’da cem’ olduğu mahşer!.
Artık bu dairenin üzerindeki her nokta aynı noktadır. Hepsi aynıdır.
Yarı çapı “r” dir yani. Var ya. Teknikte de öyledir.
Ne hikmetse “r” koymuşlar. Çok harika koymuşlar.
Bu merkezle bu dairenin arasındaki alan ne alanıdır
?
Melekût Âlem’idir.
Çemberin üzerindedir Rasûliyyet.

Rabb merkezden de Özde Akaraba-Yakındır burada.
ALLAH ve Rasûl’u buyurulan Rabb ve Rasûlu demektir aynı zamanda sıfatlar.
Sall ederler dediği zaman çemberin yarıçapını çekiyorsun oraya, MERKEZe!.
“Ben buradayım hocam!” dersin.
Ben de burdayım. Bir yarıçapta bana. Aynı yarı çap.
Desen ya Barbaros “Biz aynı dairede dönüyoruz.”

DEVR-ÂNımız BİR,
SEYR-ÂNımız BİR,
CEVL-ÂNımız BİR,
HAYR-ÂNımız BİR.
Elhamdulillahi…

Elbette hocam. Biz gerçekten MuhaMMedîyiz elhamdulillah!
Bunu demek bir üstünlük getirmez, dememek bir alçaklık getirir.
Demek üstünlük getirmez,
RASÛLÎ SEVİYE getirir, İ’tidal getirir.



***

"Ve rü'yeti cemâli vechike’l- kerim. Yâ azîmu yâ Allah."

Ve rü'yeti Görmek. Hani var ya Rü’yet, Rüşd, Rıza, Resûl, Rabb.
İşte Rü’yet, görmek için.
cemâli vechikel ne ise senin vechinin cemâlini.
Rü’yet cihetin. Rü’yet cemliğin, Rü’yet cimliğin ne ise.
Vücuda gelişi. Nasıl anlatılıyorsa, bunu görmek için.
Nasıl bir “cemâli vechike’l- Kerîm”
?
El Kerîm olan, bütün ikramların yaratıcısı olan.

Resim

El Kerîmü : Her hususta; iyilik, faydalılık, fazîlet ve kerem ile sıfatlanmış. İhsân ve inâyet sahibi. Şerefli ve izzetli, muhterem ikrâm edici, cömert, musamahakâr, muazzez, mükerrem olan. Mutlak Kerîm olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Vechini, cemâlini görmek için Yâ azîmu yâ ALLAH!

Resim

El Azîmü : Azamet, ululuk, büyüklük sahibi. Her bakımdan azametini zâhiren sergileyen, gösteren. zâtî ve sıfatî mâhiyeti akılla anlaşılamayan. Mutlak ulu ve azamet sahibi ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

ALLAH: ALLAH (celle celâluhu) İsm-i Şerîfi, İsm-i Zât, İsm-i Hass'tır. Sadece ALLAH (celle celâluhu)'ya aittir.
Varlığı zorunlu, lâzım ve hamde lâyık olan Zât-ı Hakk'ın özel esmâlarının tümünü kapsayan ZÂT ismidir. Tüm Esmâü'l-Hüsnâ'yı cem eden bohçadır. Tercüme edilemez. Tefsir edilebilir. Harf-i Târif almayan Zâtullah Esmasıdır. Tüm târifleri içinde toplayıp CEM' etmiştir.
ALLAH - LİLLAH - LEHU - HU...
Bütün Sıfat-ı Kemâliyeyi cem' eder.
Tirmzî'nin listesi : "HüveALLAHullezi la ilâhe illâ hüve : O ALLAH ki O'ndan başka gerçek ilâh yoktur" ile başlar.

[/b]
Resim


Azamet sahibi ALLAH celle celâluhu. MuhaMMedîyet. Hulki’-Azîm.
Mâsivâ ya da MuhaMMedîyet Zıllıyetini a’ynen yaratan
ALLAH celle celâluhu.

Aynı şeyin iki yüzüymüş
Nâr-Nûr, İnkâr-İkrâr!.
Ben bir kızıyordum bir kızıyordum Firavun’a ki ateş edecektim, öldürecektim!.
Arkasından Musa aleyhi’s-selâm dedi ki:
O’na ateş etme beni vuracaksın! Ben gübreye çok kızıyordum, çok berbat diye.
Gül dedi ki:
Kızma ona, beni altın tohumu içinde yetiştirmesin. O benim anamdır, onu Anla ve Terbiye et-Hizmet et!

Kulluk böyle bir iştir. Akıl böyle birşeydir.
Mıknatıs gibidir AKIL!.
Seviyelediğin zaman işe yarar.

“La ilâhe” küfürdür. ALLAH’da dahil, ilâh yok demektir.
Bu İnkârdır!

“illâ ALLAH” dediğin anda ALLAH’tan başka El İlâh yoktur! dersin
Bu da İkrârdır.
Bu İnkâr ve İkrâr SEVİYElendiği anda adı İnkâr-İkrâr olmaz TEVHİD olur. Tevhidde İnkâr ve İkrâr yoktur, Tevhid vardır.
Parçaladığın zaman ancak İnkâr ve İkrâr diye ayırırsın.


Evet ne diyordu Nuriye?

Sağ olsun ben de ordan okumuştum zâten


Âli İmrân Sûresi 133. âyete bakalım ve bitirelim İnşae ALLAH.

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ
“Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne) : Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, ALLAH'tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun! (Âl-i İmrân 3/133)

Ben ve bu sohbette baştan beri pek çok şeyleri planlamadan söylemeye çalıştım.
İçimden geldiği şekilde irticâlen Anlatmaya çalıştım.
Ama umarım ki
İnşae ALLAH TEVHİD temelli sohbet olmuştur.
Olmasını dilerim Rabb’ımızdan.
Salâvât olarakta Ayşe’de mesela çok meraklı.
Bunun daha da açılımlı olmasında beni de teşvik ettiğini söylüyorum.
Salâvâtları biraz daha o kısa açıklamlı hâlinden biraz genişleterek anlatmalı ve anlamalıyız
İnşae ALLAH!
Genişletebiliriz hepsini, açabiliriz.

Âli İmrân sûresi 133. âyette Allahu Zul Celâl buyruyordu ki:
“Ve sâriû” isrâ.. “sâriû” Nedir isrâ?
Gece yolculuğuna isrâ denir, gizli yolculuğa denir.
Bâtını yolculuğa denir. Hacet yolculuğuna denir.
“Gitmem gerekiyor. Yayanda olsa gideceğim” dersin.
Öyle icabetmiştir. “Tek gideceğim” dersin. Böyle bir şey ki sessiz kimsesiz gece yürüyüşü..

“Ve sâriû”.. Hepiniz böyle koşun. Anladığım şekilde isrâ.
Koşmak çok Arapçada ama bu isrâ dediğimiz “sarae” fiili böyle bir fiildir onu diyorum.

“İlâ magfiretin min rabbikum” Rabbinizden bir mağfirete koşun!.
Önce mağfirete koşun. Neden?
Siz bir geçmiş zaman yaşadınız, nasıl yaşadınız siz de bilmiyorsunuz?
En iyisi önce bir mağfiret dileyin!
Onun için:
estağfirrullahel- Azîm ve etûbî ileyhi.
Sûbhanallahi ve bihamdihi estağfirrullahe’l- Azîm ve etûbî ileyhi! bu işte. Mağfiret dilemek. “Min rabbikum” Rabbinizden.
Sonra
“ve cennetin”.
“Ve sâriû cennetin” Cennete koşun!. Mağfiretten sonra cennete koşun.
“Onlara mağfiret var, azîm ücret var!” biliyoruz ya işte bu ücret ise eğer bu.
eCRR.. Cerr bu çekiş yapılana karşılık değil ama onun yapılması da gerekli.

“Ve cennetin arduhâ” O’nun arzı ne kadarmış?.
Onun genişliği arz kadar.
Arz elimesini kullanması da çok ilginç onu demek istiyorum.
Aynı arzı meleklere arz etti de bu kelimeyi kullanacak ALLAH celle celâluhu. Aynı bu kelimeyi kullanacak.
Genişlik, orda “arzetmek” iken burada “genişlik.” Oldu.
Çok zor Arapça anlarsın anlatamazsın.
Anlatırsan karşıyı bozarsın.
Yani şimdi Barbaros gidiyor Bedelya’ya diyelim ki 6-7 yaşında çocuk. “Hakikatı MuhaMMedîyeyi” anlatıyor.
Çocuğu yıkar yani. Onu demek istiyorum.
Çocuğun az olduğundan onun fazla olduğundan falan değil, doğru değil yapılan.

Lâzım ve lâyık hâlde değil. Ve Zaman çok önemli.
Onun için de mesela bu sohbetlerde diyelim ki Hümeyra yeni geldi.
Kafası karışıyor. Şöyle oluyor böyle oluyor. Anlamakta zorluk çekiyor.

“Cennetlere koşun arzu onun arduha genişliği
“es semâvâtu vel ard” Semalarla yer ve arası kadardır.
“Uiddet lil muttekîn” O cennet ancak Muttâkiler için hazırlandı.
Rabbinizin mağfiretine koşun!
Genişliği göklerle yer arası kadar olan ve ALLAH’a karşı gelmekten kavi olanlar ALLAH hususunda kavi olanlar, Takva sahipleri, Kendi nefislerini ALLAH yerine koymayanlar için Hazılandı!
demektir.
“Onlar için hazırlanmış olan genişliği yerden göklere kadar her yeri kaplayan cennete koşun!”
Bu âyet geldiği zaman Bizanslı bir bilgin adam Bizans casusu diyelim.
Turist gibi ama ne var ne yok görmek istiyor.
Çünkü “Mekke’de bir hareket var, birşeyler oluyor burada, bakalım bunun sonucu bize ne getirecek?” diyor.
Getirmiştir de nitekim İstanbul’u almıştır ellerinden.
O elçi çok zeki bir Arap casusu.

Çünkü bu âyet gelince diyor ki: “Hayret bir şey!. Mantık diye bir şey var! müslümanlara öyle bir cennete koşun diyor ki genişliği yeri göğü kapsıyor! Peki cehennem nereye gitti, ona yer kalmadı ki?” diyor.
Bir de cehennem var diyordu ya!..
Ve gidiyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
Buyurduğunuz âyette cennet her yeri yuttu ama cehennem nere gitti? Sizin cennet yeri göğü kapladı cehenneme yer kalmadı!.. deyince,
Ne buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Fesubhanallah ben “Güneş doğdu!” diyorum sen de: “Gece nere gitti?” diyorsun.
Ya! Ben güneş doğdu diyorum sen de gece nereye gitti? diyorsun.
Sana nasıl anlatayım ben?
Nasıl anlatacağız Barbaros?
Nasıl anlatacağız Barbaros’a biz.
Bir cennet bir de cehnnem yok.
Bir gündüz bir de gece yok.
Ankara, Ankara aynı Ankara.
Gece Ankara’sı gündüz Ankara’sı yok!.
Güneşsiz ve Güneşli Ankara var.
Ankara’da güneş yoksa gece diyorlar.
Güneş oldu mu gündüz diyorlar.
Güneş batmasa var ya hep cennet. Hiçç gece olmayacak.
Hadi
MuhaMMedî Gayretle gönüllerinize Hakikati MuhaMMedîye güneşi doğsun İnşae ALLAH.
Ve hiç batmasın, Gecesiz Gönül sahibi olalım. Ebedîyyen.
İşte budur SEVİYElenmek. Rasûli SEVİYE, MuhaMMedî SEVİYE deyip durduğumuz İnşae ALLAH.
Ahmet canım işte böyle!
Bizim sözlerimiz, sohbetlerimiz, zevklerimiz hazlarımız da müşterektir.


Hamdolsun ben diyorum binlerce şiir yazmışım.
Ben değil de anlayan yazmıştır.
Ben anlansın diye yazdım çünkü.
Desinler ki? Ne desinler? Ne desinler?
Dediler. Ne oldu dediler de. İyi dediler. Değil dediler.
Mesele bu değil ki.
Ne diyorlar Yunus Emremiz için?
Hiç. Ben
“ALLAH razı olsun” diyorum sende öyle diyorsun.
Bütün mesele bundan ibâret.
“Bizim yunus mu?” diyor değil mi Taptuk Babamız!
Ne diyor Anne?
“Yunus, Baba sana gücendi çektin gittin ya. Kapıyı çektin çıktın ya, ne yapayım. Kapıya yat. Bak biliyorsun Taptuk Baba âmâdır. Ayağını sürerek kapıya gelir. Takılırsa “Kim var burada?” der. “Yunus!” de sen!”.
“Olur, yaparım!” der ve kapıya yatar.
Taptuk Baba ayağı takılınca: “Kim var burada?” der.
“Yunus!”
“Bizim Yunus mu?” diyor.
Rahmetli Hocam anlatırdı. Naz etmiş mübârek. Geri çekilmiş. Kafayı uzatınca kafa, kapıylan kasanın arasında kalmış.
Taptuk Babada fark etmiş öyle olduğunu ama bastırıyomuş kapıyı kapansın diye.
Yunus Emre boğulacak hırlıyormuş aşağıda.
O bastırıyor çünkü. Kafada kaldı arada.
Taptuk Baba “Ne diyor?” diye dinliyormuş ki: “Çok şükür başım sen olsun içerde kaldın!” diyormuş.
Aslında içerde kalan başın kâmil kalbinden çıkmayan BAŞtır!
ALLAH celle celâluhu Kemal Kıblelerimizi kapatmasın!
Ehl-i Beyt aleyhumusselâm ELİmizin Bağını kesmesin!
MuhaMMed aleyhi's-salâtu ve's-selâm’ın Neşesini gönüllerimizden eksik etmesin!
ALLAH cellle celâluhu a’yan-ı sabitelerimizdeki cAN ceryanlarımızdan bizi ayırmasın!
Aslımıza sıla edenlerden etsin
İnşae ALLAH…

Evet bir sorusu olan var mı?
Diyeceği, sorusu olan varsa lütfen söylesin.
Çünkü kafanızda kalmasın, gönlünüzde kalmasın.
Ben bir sürü şeyler yazıp söyleyen bir insanım.
İyi izlendiğinde birlikte neler düşünüyoruz.
Bunları kabul etmek anlamında değildir, geliştirmek
BİZ-BİRlikte İnşae ALLAH.

ALLAH celle celâluhu GEÇEN zamanımızda ki, ömrümüzdeki bilerek, bilmeyerek, isteyerek, istemeyerek yaptığımız yaramayan yaramazlıklardan ALLAH celle celâluhu bizi kurtarsın!.
Onları burada hâlletmek nasip etsin!.
İnsanlarla helâlleşmek ya da Rabbımız’dan bağışlanmak mağfiret nasib etsin İnşae ALLAH!.
Bizim geçmiş için tevbe istiğfarlarımızı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Tevbe istiğfarına katsın, Ulaştırsın.

BİZ BİR- İZ TEVBE istiğfarında kılsın!

GELECEK için dualarımızı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in BİZ BİR- İZ DUA-larında birleştirsin!.
Duacımız kılsın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i!.


Yaşadığımız sürece razı olacağımız şeyleri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Rasûlu ravzasında BİZ BİR- İZ RIZA-sında kılsın! Kevserinde Damlası kılsın İnşae ALLAH cümlemizi.

Son nefeslerimizde
İnşae ALLAH son sözlerimizi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin mübârek nefesinden BİZ BİR- İZ ŞehÂDETinde: Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne MuhaMMeder- Resûlullah! şehâdetinde BİZ BİR-İZ Şehâdetiyle şereflendirsin.
Bizi ebedî ni’metler ve selâmetler yurdu olan cennet ve cemâliyle şereflendirsin İnşae ALLAH.
BİZi BİR kılsın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Hasbî Hizmetinde inşâe ALLAH!.

Aziz Kardeşlerim!
ALLAH hepimize hayrlar nasip etsin.
Hakta Hayrda Rızasında kılsın, Affetsin, bağışlasın, rahmetine gark etsin!.
Birlikte birbirimize Gıyabî Dualar içinde olalım.
Elimizden gönlümüzden geldiği kadar hizmet edelim.
Biliyorsunuz bizim sitemizin Allahın izniyle hiçbir şeye ihtiyaç yoktur.
Yani maddî mânevî bir çıkar düşünmez sadece MuhaMMedî Hasbî Hizmeti düşünür.
Bunun bütün nedeni orası bir güvercinlik ve bir deniz feneri gibidir.
Buradaki her şey Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem içindir ve de öyle olmalıdır.
Sen, ben görüntüdür, esas olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İnancıdır, Amelidir, Ahlâkıdır, Hâlleridir.
Hepimiz, hep söyleyip durduğum gibi Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e giden AHMEDÎ Arabanın TEKERleriyiz.
Eğer orda yer almak istiyorsak ya da biz yolun kendisiyiz zâten.
Tozu, toprağıyız, onu demek istiyorum.
Biz ne cehennemden kaçıyoruz ne de cennete koşuyoruz.
Cehennem üzerindeki köprüyüz İnşae ALLAH.
Yani Rasûlî SEVİYE köprüsüyüz, MuhaMMedî köprüyüz.
Ve bu böyledir hep. Ve doğrudur.
Onun için amaç düşünmeyiz.
“Şöyle yaptım böyle yaptım” değil mesele.
Mesele, ne lâzımsa onu yapabilmek.
Bir anne annelik yapar, baba babalık yapar. İnsan insanlık yapar.
Bu âlemde var mı başka bir şey.
Siz koyunluk yapan bir kedi görmediniz ve görmeyeceksiniz.
O zaman biz ne yapmamız gerektiğini hamdolsun biliriz ve öyle yaparız ve yapıyoruz da elhamdulillahirabbu’l-âlmein!.

Es Selâmun Aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu

Resim

Ve Aleykum Es Selâm


Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön