KUL İHVANİ SOHBETLERİ-I

Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

KUL İHVANİ SOHBETLERİ-I

Mesaj gönderen aNKa »

Resim

KUL İHVANİ SOHBETLERİ-I


01 MART 2008 SOHBETİ

....BİSMİLLAHİRRAHMÂNİRRAHÎM....

Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike (Muhammedîyyeti) ve nebîyyike (Mahmudîyyeti) ve Resûlike (Ahmedîyyeti) ve Nebîyyû’l-ümmîyyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...

Muahammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın “Abdike”…
Allahım! Senin ilk ve tek kulun Muahmmed Aleyhissalâtü vesselâm’a salât ve selâm ediyoruz…
“Abdike”; bedene girmiş, son halini almış, daha önceki aşamaların tümünü içinde tutan, fiilen en son tekâmül hale gelmiş, eşya bazına inmiş, en alt kadamede bütün ötekileri içinde tutan hali demek “Abdike”…
Bu Şeriat âlemi demektir “Abdike”…
Çünkü Şeriat bedenle görülür, fiilen beden işleri ile ancak şeriat vardır…
Hayali olamaz...
Sadece fikirle olamaz yani düşünmekle olamaz…
Abdest alacaksınız, namaz kılacaksınız gibi…
“Abdike” Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın kendisinin de Abdullah olarak gelip bu âlemde fiilen yaşadığı…
Muhammediyyettir daha doğrusu…

“Ve Nebiyyike”…
Allahım! Senin “Nebi”ne…
“Nebe” haber getirmek demektir.
“Nebi” haberi getirendir.
Kaynaktan, aracısız, bizzat kendisi en doğru haberi, haberin sahibi adına getiren demektir…
“Ve Nebiyyike”…
İşte bu da fikir bazındadır.
Tarikat bazındadır.
Fiiliyat işlerin karar mekanizmasının başladığı yerdir…
Yani amel ile karar verme mekanizmasıdır Tarikat…
Çünkü işlemek Şeraitte olur.
İnsan kafasında bir şeyi tasarlar, işlerken yürümesi lazımsa yürür, konuşursa konuşur.
Fakat arkasındaki aşama karar aşamasıdır…
İşte bu Tarikattır.
Burada Nebi’dir Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm…
Amellerin habercisidir…
İşte Tarikat makamındaki, ikinci makamdaki, sohbet makamındaki bütün bu şeyleri sayabiliriz…
Yani dörtlü sistemin ikinci sistemindeki her şeyi sayabiliriz…
Zâtullah’ın seçtiği kişi Muahmmed Aleyhissalâtü vesselâm’ın kabuğunun hemen içindeki olan Mahmudiyyettir…
Makam-ı Mahmud dediğimiz…
“Nebi” makamıdır… Nebiyyettir…
O’na da salâtü selâm olsun…

“Ve Rasûlike” Onun bir daha içindeki Ahmediyyettir…
Marifet makamıdır…
İnsan fikrinin oluşabilmesi için temel çekirdektir…
Ana bilgidir… Akıl gibi…
Bunlar olmadan, ana bilgi olmadan, akıl çalışmadan, fikir vs olmadan olamaz…
İşte o içerdeki Marifet bölümü dediğimiz Rasûliyet; fiilen haber getirmenin ötesinde tek seçicilik, tek elçicilik Ahmediyyet makamıdır…
O’na da salâtü selâm olsun…

Dördüncü aşamada “Ve Nebiyyi’l- Ümmiyi”…
Allahü zü’l-Celâl’in zât makamıdır…
Kendisinden başka orada bir şeyin olması söz konusu değildir…
Onun için Zât makamında, senin şunun var bunun var da denemez…
Orada Allah cc. vardır nokta…
Başka bir şey olamaz…
Bizim bildiğimiz bir şey olamaz, yani bir şey söyleyemeyiz…
Allahü zü’l-Celâl tek başına var iken, kendisi var iken Muahmmed Aleyhissalâtü vesselâm vardı denemez…
Çünkü öyle bir şey olamaz…
Onun içinde zâten orası “Nebiyyi’l- Ümmiyi” makamıdır…
Hiç birşey yok iken, Allah kendi âleminde Allahü zü’l-Celâl iken, varlık ve yokluk yok iken; o bölümden, o a’mâdan, o körlükten, o karanlıktan, bilinemezlikten, varılamazlıktan bize ana haberi, Allah ismini getiren, bize Kuran’ı taşıyan, hükmü taşıyan, varlığı taşıyan yani kâinatın ilk ana tohumunu “Nur-u Mim”i taşıyan o Habibiyyet makamındaki, Hakikat Makamındaki, Nur-u Mim’in hakikati, Nur-u Mim bile değil yani…
O’na da salâtü selâm olsun…

İşte bu dört âlemde bu salâtü şerife Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemi, Allahü zü’l-Celâl, melekler ve bütün varlık birlikte selâm ettiği için… dört makam… o da çok ilginçtir yani…

BismillahirRahmânirRahîm
“İnnallahe ve mela iketehu yüsallüne alennebiyyi ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellima teslima”
Ey kâinat, ey insan ve ey melekler ve Allahü zü’l-Celâl’in bizzat kendisi dördü birden bu salâvâtta cemdir yani…
Biz burada en uçta salâvâta başladığımız anda Allahü zü’l-Celâl dahi direk iştirak eder…
Hiçbir ibadete Allah iştirak etmez… hâşâ…
Salâvât hariçtir…
Ve diğer ibadetler de yapmadan da sevap alınabilir, fakat salâvâtta asla alınamaz…
Mutlaka yapılması lazım…
Yani imam durmadan salâvât okusa biz de dinlesek hiç birşey söylemesek sıfıra sıfırdır yani…
Sevap alamayız..
Çünkü salâvât fiilen iştirakı emreder, farz-ı ayndır yani…
Onun için Allahü zü’l-Celâl: “Şüphesiz ki Allah ve melekleri şimdi peygamberine salâtü selâm ediyorlar. Ey iman edenler siz de salâtü selâm edin ve teslim olun!”
Öyle bir teslimiyet ki “ve teslima”…
“teslimukum” değil yani, “siz teslim olun” değil…
“teslima” bütün sistem, bütün kâinat ve maddi mânâ bütün sistemin Allahü zü’l-Celâl salâvâta iştirakini emretmektedir…
Ve kendisinin de bizzat Tekliğini ilan etmiştir bu âyette…
Onun için çok önemlidir yani…
Dolayısıyla biz de salâvâtı getirirken Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize dört âlemde getirmemiz gerekiyor…
Yani bu anlamda bu salâvât:
“Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi” dediğimiz zaman böyle güzel kelimeleri arka arkaya sıralıyor değiliz…
Dört âlemi birden aşmaktayız…
Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın Şeriatına iştirakı arz ediyoruz, Tarikatına iştirakı arz ediyoruz, Marifet ve hakikatına da kendi kablarımız kadar, kendi kalblerimiz kadar, kaderlerimiz ve kadarlarımız kadar iştiraka varız diyoruz yani…
Buna mecburuz yani…
Biz tercihimizi böyle kullanıyoruz…
İşte bu salâvât bağlantıdır…
Şuandaki TS2 ye bağlandığımız gibi bağlantıdır…
Bunu kullanırız, kullanmayız, iyiye-kötüye kullanırız, sadakat gösteririz, ya da Allah korusun ihanet edilir, her şey yapılabilir fakat bağlantı olmadan hiç bir şey olamaz, sadece hayal olur yani…
İşte burada “sall” kökü, sıla kökü, sılah-yı Rahîm kökü Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a direk bağlantıyı emreder…
Bu bağlantı sağlanmadığı sürece avara kasnak yıllarca, adına ne derseniz deyin hiç bir şey olmaz…
Bu bağlantı kurulursa kişi meyhanedeyse de ampul yanar, Mekke’deyse de yanar…
Hesab ayrı şey…
Hesabı herkes kendi verecektir…
Fakat ceryan olacaktır orda onu demek istiyorum…
Yani orada Nur-u Mim vardır…
Oranın iyiliği kötülüğü, yanlışı doğrusu Nur-u Mim’le hiç ilgisi yoktur…
Yani bir ahırda ampul yanar, orada o iş onunla görülür…
Ama ceryanı keserseniz Kabe’yi bulamazsınız…
Yok olur, Mekke yok olur yani…
Kâinat yok olur…
İşte onun için diyorum…
“Sall” kökü “Nur-u Mim” bağlantısını kurmak içindir…


Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem bir işe başlarken;

“Euzibillahimişşeytanirracim” deyin, şeytandan emniyete geçin!.

“BismillahirRahmânirRahîm” deyin, Rahmân ve Rahîm olana, maddiyatta Rahmân, mâneviyatta Rahîm olana sığının…
böyle olan Allah’ın ismiyle başlayın…

Bana bir salâvât getirin!.
Dediğimiz gibi:
“Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi ve alâ âlihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi” diyerek başlamamız gerekir…

Bir istiğfar edin!.
İnsan yemek tabakları gibidir, her zaman kirlenmek zorundadır…
Hiç birşey yapmasa da kirlenir…
Dolayısıyla tevbe istiğfar sürekli nefesler gibidir yani…
Aldığın nefesin gereğini yapmadığımız için, çünkü imtihan olmaktayız, bu kadar mükemmel olamayız, olsak zâten imtihan olamayız, mümkün değil…
Dolayısıyla her an tevbe istiğfarı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizinki ile buluşturmak çok akıllıca ve de dinen doğru olan bir haldir…
Rasûlullah Efendimizin işidir yâni…
“Şurası muhakkakki, bazen kalbime bulut çöker. Ancak, Ben ALLAH’a 100 sefer istiğfâr ederim!” (1)
Bunu buyuran Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dır…
Yâni Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’dir…
O zaman bizim hepimizin çok çok dikkat etmesi gerekiyor…
Tevbe istiğfara demek istiyorum…

(1) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şurası muhakkakki, bazen kalbime bulut çöker. Ancak, Ben ALLAH’a 100 sefer istiğfâr ederim (affımı dilerim)” buyurmuştur.
(El Egarru’l-Mûzenî (ra) dan; Müslim, Zikr 41-2702; Ebu Dâvud, Salât 36-1515)
Hadis-i şerîfte geçen gayn: buluttur, örten ve kaplayandır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kalbî hayatını idrak gerçekten mümkün olmayıp kendisi bizi ikâz etmektedir.
Biz ise insanız, elbette süreklilik olamaz. Yaratılış, yapımız ve emredilen i’tidâl üzere ibâdette iken; aksaklık, noksanlık ve hatanın olması da onun içindedir ki kulluğunun gereklerinden olan tevbe istiğfâr edilebilsin.



Bir hamd ediniz…
“Elhamdülillahi Rabbil âlemin”
Hamd, Nur-u Mim’in Nurullah’a karşı secdesi gibidir…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın, Rasûlullah’ın Allah’a secdesi gibidir…
İşte bu hamd, aklın bu hamdı Allah’a aittir…
Başka hiçbir varlığa diyemeyiz…
Şükür farklı bir şeydir…
Şükrü her varlık yapar…
Bir çiçeğe su verirseniz yapraklarını açar, çiçek açar, güler…
Suyu bir köpeğe verirseniz neşelenir, size saygı gösterir…
Şükrü her varlık yapar…
Fakat hamd ancak akıl gereğidir…
Hangi aklın gereğidir?
Nakli bulan aklın gereğidir…
Yani 7N 1K…
7 N yi sorup Kim sorusunun cevabını; Allah olarak bulandır…
Rabb’dır daha doğrusu…
Bunu bulduğu taktirde, olduğu taktirde, İnşaAllah, Allah’ın izni ve inayetiyle hamdimiz Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hamdi ile en azından Makam-ı Mahmud’da birleşir…
Şimdi ben konuya girmeden basit şeyleri tekrar ediyorum…
Akıllarımızda kalsın çünkü bunlar kapı anahtarı gibidir…
Eğer bunları çok iyi bilirsek, elimizde bir sürü anahtar var, evin anahtarını elli tane anahtarın içinde eğer bilemezsek ellisini de denemek zorunda kalırız ki bu büyük bir zaman kaybıdır, doğru değildir…
Çok basit gibi gözüken bu bilgiler çok önemlidir



(1. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
En son aNKa tarafından 14 Eyl 2008, 22:55 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
786

Mesaj gönderen 786 »

ÇOK DEĞERLİ SİTEMİZİN MODERATORU ANKAKUSU KARDEŞİMİZ, GERÇEKTEN LATİF HOCAMIZIN SÖZLÜ SOHBETİNİ BÜYÜK ZAHMETLER İÇİNDE YAZIYA DÖKEREK BİZLERLE PAYLAŞTIĞINIZ İÇİN ÖNCE SİZE VE TABİİKİ ÇOK BİLGİLENDİRİCİ GÜZEL OLDUĞU KADAR ÖZEL SOHBETİ İÇİN DE LATİF HOCAMIZA ÇOK TESEKKÜRLER EDERKEN ALLAH CC SİZLERDEN GANİ GANİ RAZI OLSUN İNSAALLAH. EMEĞİNİZE SAĞLIK TEKRARDAN.
EN GÜZEL DUALARLA...786
Kullanıcı avatarı
ozgur_11
Üye
Üye
Mesajlar: 31
Kayıt: 21 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen ozgur_11 »

Allah razı olsun çok sevindim görünce ..
İki haftadır dinliyemiyorum mikrofon bozuldu sanırım..
O yüzden hazine bulmuş gibi sevindim..
Sağolun..İlminiz nurunuz artsın..huuu
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...

Muhammed sallallahu aleyhi vessellem de üç “Mim” var…
Mahmud Aleyhissalâtü vesselâm da iki “Mim” vardır…
Ahmed Aleyhissalâtü vesselâm da bir “Mim” vardır…
Ve Habib Aleyhissalâtü vesselâm da “Mim” yoktur…
Ne vardır?..
Bir “Ha” vardır, iki tane de “Be” vardır yani…
“Be” lerin ayrı sırrı vardır…
Yani iki “Be” oluşu…
Hakikatta iki “Be” oluşu…
Maddiyatta, mâneviyatta “Be” ler…
O iki nokta…
Noktanın ikileşmesi daha doğrusu…
İkileşeceği daha doğrusu…
Tohumunun öyle oluşu…
Sistem kurulurken imtihan üzere kurulduğu...
Onun için yaratıldığı…
Rabbül Âlemin kendisine kulluk etmek için İns’in ve cinni yarattığının temel tohumdaki işaretleri “be” ler…

İşte bu gözüken, bu anladığımız şey, tüm Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’daki üç “Mim” Şeriâttaki…
Tarikattaki Mahmud Aleyhissalâtü vesselâm’daki iki “Mim”…
Mârifetteki Ahmed Aleyhissalâtü vesselâm’daki bir “Mim”…

Geriye doğru dönersek…
Allah celle celâluhu kendi Zâtında, Muhabbet ve Merhamet olarak bir Habbe vardı…
Bu habbe “Nurullah” tecellisi olarak, “Nur-u Mim” olarak zuhûr ettiği anda, yani ilk halkedilen şey Nur-u Mim olduğu için, Nur-u Muhammed sallallahu aleyhi vessellem olduğu için hemen Ahmedîyyet başladı…
Ahmedîyyet dediğimiz…
Ahmed… “hamede” hamd etmektir,
“Ahmed” tek hamd eden demektir…
“Kebir” büyüktür… “Ekber” en büyüktür…
Arapçada bir kelimenin başına Elif’i aldı mı, o işi tek başına en iyi yapan, tek yapan anlamında olur…
İşte Ahmed Aleyhissalâtü vesselâm tek, ilk Allahü zü’l-Celâl’e hamdi sunandır…
Sebeb?..
Çünkü, küllî akıl, varlığın tüm aklı, doğrudan Nur-u Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dır…
Onun için “Nebîyyû’l-ümmî” denmektedir…
Haberi doğuran… buradaki bütün mâneviyi doğuran… her türlü şeyi doğuran anlamındadır…
“Ümmî” ana demektir…
Yoksa çoğu câhillerin söylediği gibi kara câhil değildir…
Karanlıktan haber verendir…
Câhile de ümmî derler ama…
Onun sebebi câhillerin de karanlıkta kaldıkları içindir…
A’mâ oldukları için öyle denir…
Anneye a’mâ denmesi, annenin a’mâ olduğundan değil…
Anne sıla-yı Rahîminde dokuz ay, a’mâda tutar çocuğunu, bebeğini…
Ve üç aşamada, üç karanlıktan geçirir…
Onun için var oluş ortamımızdır orası…
Bu sebeble Allah’ın lutfü keremi ile Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm halk edildikten sonra “Nur-u Mim” olarak, bakıyoruz ki Ahmedîyyette Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm bütün kâinât adına Allahü zü’l-Celâl’e hamd etmiştir…
Burada herkesin çok rahatça anlayacağı gibi daha Bezm-i Elest falan yoktur…
Sadece olan bir Noktadır yâni…
Tek başına bir Noktadır ve hiçbir şey yapamaz…
Bir şey bir şey daha olursa bir şey yapar… olay olur…
Tek şey hiçbir şey yapamaz yâni…
Tek elin sesi olmadığı gibi bir hâl…

İşte Mahmudîyyete, insanların hamd edip etmeme imtihanına Bezm-i Elest’e girdiği anda, o zaman bakıyoruz ki Mahmudîyyet hamd edilen, hamd ediş yeri…
Mahmud hamd edilen ve hamd eden yeridir…
Hem hamd edilen yerdir, hem de hamd edenin yeridir yâni…
Hamd ettirenin de yeridir…

Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a tâbi olanlar, câmi gibi yâni…
Makam-ı Mahmud’a gelenler, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a, Mahmud Aleyhi’s-selâm’a uyanlar Allahü zü’l-Celâl’e hamd ederler…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hamdine iştirak ederler…
Onun için iki tane “Mim” vardır zâten…
Birisi kendi adınadır, Abdullah Aleyhi’s-selâm adına…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in kendi adınadır…
Birisi kendisine uyan cemaatların adınadır…
O da bir cemaattır zâten…

Amma…
Bu beden ortamına geldiğimizde, bir de o açıdan baktığımızda, taa arkaya bakalım…
Allahü zü’l-Celâl kendi âlemindeyken ruh nerde?..
Allahü zü’l-Celâl'de’…
Ahmedîyyete geldiğimizde kalb ortamı doğmuştur… beden doğmamıştır…
Mahmudîyyete geldiğimizde nefiste ortaya çıkmıştır…
Çünkü hamd edecek olan nefistir…
Beden âlemine geldiğimizde, Şeriât âlemine, şühûd âlemine, şimdiki âleme geldiğimizde beden de ortaya çıkmıştır…
Dördü bir araya gelmiştir…
“Lâ ilâhe illâllah” demek ya da dememek tercihi ile baş başa kalmıştır insan…

Onun için Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’da üç “Mim” vardır…
Neden?..
“L┠vardır…
“İlahe” vardır…
“İll┠aynı zamanda vardır…
“Allah” isminde olmaz… yoktur zâten… Allah’dır çünkü…

Bir de Şeriâttaki Muhabbetullah, Merhametullah’ın tecelli yeri olan “Mim”…
Tarikattaki muhabbet ve merhametin tecelli yeri olan “Mim”…
Matifetteki… yâni kalbdeki tecelli yeri olan “Mim” tüm Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’da cem olmuştur…

Orada Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in bu dörtlü sistemini çok iyi anladığımız takdirde hamd o kadar önemli ki;
Allahü zü’l-Celâl, Allah olabilmesi için dört vasfı taşımak zorundadır…
Bir ilâhın, Allah olabilmesi için dört ana vasfı şarttır:
Ulûhiyyeti olacak…
Rübûbiyyeti olacak…
Merhametiyyeti olacak… Rahmâniyyeti ve Rahîmiyyeti…
Aksi takdir de kendi yapıp kendi eza ederse olmaz…
Mâlikîyyeti olacak…
Mülkü yoksa olmaz…
Mülkünü idare edemiyorsa olmaz…
Mülkünü var etmemişse de olmaz…

Fâtiha Sûresiz namaz olmayışı budur.
Resim... Ebu Saîd (Radiallahu anhu): “Namazda Fâtiha Sûresi ile kolay gelen bir miktar (Kur’ân âyeti) i okumakla emrolunduk.” dedi.
(Ebu Dâvud, Salât 136 (8l8)

Resim... Übâdetü’bni Sâmit (ra)dan; Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ümmü’l - Kur’ân’ı okumayanın namazı yoktur.” buyurdu.
(Müslim, Salât (36))

Resim... Hz Câbir (Radiallahu anhu): “Kim Fâtiha’yı okumadan bir rek’ât namaz kılarsa, imâmın arkasında bulunmadığı takdirde namaz kılmış sayılmaz” dedi.
(Muvatta, Salât 38 (1,64); Tirmizî, Salât 233 (313)


İşte bu dördü…
Azîz kardeşler, bu dördü Fâtiha’nın ilk dört âyetindedir…
“Elhamdülillahi Rabbil âlemin”
Âlemlerin Rabb’i ve Allah’ı dediğimizde Ulûhiyyet ve Rübûbiyyeti direk ortaya koyar…

“Er Rahmânir Rahîm”
Merhametiyyeti koyar…
Rahmânîyyetle kalbin nefis ve dünya kapısına…
Rahîmiyyet ile ise kalbin ruh ve âhiret kapısına merhametini, Allahü zü’l-Celâl’ini ilan eder…

“Mâliki yevmiddin”
Din günün sahibi Allah… Dinin Mâliki Allah…
Burda din günü herkesin dediği gibi âhirette ki gün olmakla beraber küllî şeydir…
“Mâliki yevmiddin”… “yevmiddin”… burdaki “yevm”…
İnşâallah birgün… burdaki “Ye” nin “Vav”ın ve “Mim”ninde “yevm” derken açılımını İnşâallah birgün yaparız…
Çünkü konumuz tamamen dağılır, paramparça olur diye… ama bunların bizim için zaman dediğimiz şey, aldığımız nefes yada alıp veremediğimiz nefes gibi bir ortamdır…

Soru sormak isteyen var mı acaba?..


(1. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...

Tasavvuf bir küllî ilimdir…
Yâni bir filin târifi gibi o yandan, bu yandan yürünemez…
Zamanında lâzım olan, lâyık olan kadar bilinirse…
Mesela bir bebeğe ne lâzımsa o…
Üç yaşında ne lâzımsa o…
Efendim, 15 yaşında ne lâzımsa o…
18 yaşında ne lâzımsa şu…
Ondan sonra evlenmek lâzım mesela…
Ama 7 yaşındaki çocuğa lâzım değil…
Olursa çok kötü olur zâten…
Onun için demek istiyorum ki, belli bir program içerinde lâzım ve lâyık olan ilim ve edeb verilirse, böyle bir bilgiyle yol alınır…
Ve böyle bir bilgi doğrudur yâni…
Onun içinde tasavvufta, Muhammedî Tasavvufta boşluk yoktur…
Biz inceleyemeye biliriz…
Biz anlamaya biliriz…
Biz bulamaya biliriz…
Ama…
Münir Derman hocaya bakın…
Bawa hazretlerine bakın…
Yunus Babaya bakın…
Niyazi Mısri’ye bakın…
Baktığımız zaman görürüz ki bunlar, parça gibi anlattıkları şeyler bir fabrikanın bölümleridir yâni…
Belli belli yerleridir…
Buralar doğru dürüst anlaşılırsa ve sırayla ise, düzgünse netice hakikaten, gerçekten ilim ve irfan sahibi olarak…
Yâni ilim, edeb, irfan ve erkan dörtlüsü tamamlandığı zaman zâten olur…
Neden?..
İlim ve edeble insan kendini bilir…
İrfan ve erkanla Rabb’ini bilir…
İrfan ve erkan ise doğrudan doğruya Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın işidir…
İlim ve edeb bizim işimizdir yâni…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in hâşâ edebli olup olmamaya ihtiyacı yoktur…
İrfan ve erkan O’nun işidir…
İşte bunu çok iyi anladığımız zaman meseleyi çözeriz…

Benim demin arz ettiğim şey şuydu yâni…
Efendim… Ahmed demişler… Mahmud demişler… Muhammed demişler… böyle olmuş…. Öyle değil…
Bunlar hep… Tümü, küllîsi bir iştir yâni…
“Ahad” dediğiniz zaman yazarsınız oraya, Elif’i çekersiniz “had” kalır “had”…
Hudud demektir “had”…
Bildiğimiz hudud demektir yâni…
Dâimiliğin hak oluşudur…
Kendine mahsus oluşudur…
Ortaksızlığıdır, tekliğidir, eşsizliğidir, bir taneliğidir yâni…
İşte bu başına Elif’i alıverdi mi, “En” olur… “Tek” olur… “Bir tane” olur… “Eşsiz” olur… “Zıtsız” olur… “Benzersiz” olur… “Allah” olur…
Bilinemezlikte, bulunamazlıkta, bir şey denilemezlikte, her zaman çaresiz kalınan, bir karanlık, sonsuz bir karanlık…
Bilinemezlik karanlığı, varılamazlıkta Tek oluş…
Bir tane oluş değildir…
“Vahid”dir bir tane oluş…
Tek adet olarak bir tane oluş “Vahid”dir …
Ama “Ahad” bütün Kendine mahsus, her şeyinin Kendine mahsus oluşta Tek oluştur…
İşte bu bizim tasavvufu doğru dürüst öğrenmekte, doğru dürüst uygulamakta, ilim ve edebi doğru dürüst yapmakta amacımızdır…

Bedeni, nefsi, kalbi, ruhu, aklı, fikri, vicdanı, imkânları el veren kişiler, hakikaten bu işi Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hizmetçisi olarak yürütecek şekilde anlarsa… uygularsa…
Allahü zü’l-Celâl’in inâyet ve hidâyetine mahzar olursa…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın şifa ve şefaatını yakalarsa… kendisine cezbederse… o lûtfedilirse…
Yaşayan Allah Dostlarının hayır dua ve himmetiyle birleşirse…
Kişi kendisi de Muhammedî bir gayret gösterirse…
Muhabbet gösterirse…
Merhamet gösterirse…
Hasbi hizmeti fiilen yaparsa…
İşte bu neyi getirir?..
Bu, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hilâfet, halîfeliğini getirir…
Yâni câhil cühelânın biraz bir şeyler okuyupta “bizde vâris olduk” işi değil bu iş…
Yâni Muhammedîyyette, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın “BİZ”i olmak…
Mahmudiyyette “BİZ”i olmak…
Ahmediyyette “BİZ”i olmak…
Habibiyyette “BİZ”i olmak ne demek?..
Tek kelimeyle Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğinde olmak demek…
Yüreğinde olmak demektir…
Sevgisinde, muhabbetinde, merhametinde olmak demektir…
Bu arzu edilen bir şeydir…
Kur’an-ı Kerimde… belki biraz sonra bakacağız… şöyle kısaca bir bakacağız…
25 bildiğim kadarıyla… 25 ana başlık halinde Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a Allahü zü’l-Celâl yer ayırmıştır, Kur’an-ı Kerimde …
25 yerde… şekilde yâni…

Bütün bunlar neyi gösterir?..
“Ey Hakka inanıp, hayrı işlemek için tercih yapanlar. Siz Allah’a ve Resûlüne teslim olunuz.”
“Allah’a ve Resûlüne imân ediniz.”
“Allah ve Resûlüne tabi olunuz.”
“Allah ve Resûlüne itaat ediniz.”


Meşhur bir kişiye sorduk İstanbul’da: “Kime teslim olacağız?” diye…
Çok ucuz, çok basit cevabı yapıştırdı:
“Allah’a teslim olacağız… hâşa başkasına da mı olacağız”…
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e olsak” falan…
“Böyle şey mi olur” dedi…
“Kime inanacağız?”
“Allah’a inanacağız.”
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e de inansak olur mu?”
“Hâşa”
Neden?.. neden diyor bunu neden?..
Çünkü bilmiyor…
İlimsizlik kötü…
Ama bir de edebsiz ilimsizlik daha da kötü…
İşte bütün bunlar bir şey… biz bilsek ne bilmesek ne…
Bizim bileceğimiz bir şey vardır; Muhammed Aleyhi’s-selâm’dır…
Duyacağımız bir kişi vardır; Muhammed Aleyhi’s-selâm’dır…
Uyacağımız tek kişi vardır; Muhammed Aleyhi’s-selâm’dır…
Bunun dışındakiler?...
Bunun dışındakiler birbirinin hizmetçileridir…
Ben Gariban’a hizmet ederim… Gariban da bana eder…
O yorulursa ben taşırım… Ben yorulursam o taşır…
Neden?..
Biz Muhammedîyiz çünkü…
Biz halis muhlis… kesinlikle öyleyiz yâni…
Hatta o kadar öyleyiz ki; Allahü zü’l-Celâl dese ki: “Sizi cehenneme koyacağım”… ki koyar Kendi bilir…
İstemeyiz ama isterse koyar…
Koyarsa da bize bir hak tanır…
Nedir o?..
Tercih hakkı..
Biz Muhammedî oluruz yâni…
Bundan neyi demek istiyorum?..
Çünkü “Biz Muhammedîyiz” demek 28 Peygamberi de içinde tutar…
Aynı zamanda İbrahimîyiz demektir…
Biliriz ki, İbrahim Aleyhi’s-selâm’ı Nemrud nârı yakamaz yâni…
Cehennem yakamaz çünkü…
“Biz İbrahimîyiz” demekte kasdım bu…
Sadakâtımız meselesini söylemek için söylüyorum…
Yoksa iki yerde iki şey olmaz…
Hem cennet, hem cehennem olmaz…
Yâni şimdi Antalya bir şehirdir…
Güneş varsa gündüzdür…
Güneş yoksa gecedir…
Yâni iki tane Antalya yoktur…
Bir gece Antalyası, bir gündüz Antalyası yoktur…
İki tane kişi olmaz… Bir kişi olur…
İki tane, cennet ve cehennem olmaz…
Bir kişi için ya cennet vardır… ya cehennem vardır…
Ne demek?..
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı duydu ve uyduysa cennet vardır…
Çünkü “Nur-u Mim” güneşine ulaşmıştır…
Yâni “Nurullah” güneşine ulaşmıştır… Bu kişi…
Artık cehennem diye bir şey olamaz…
Kim söylüyor bunu?..
Ben mi?.. Hâşâ…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in kendisi buyuruyor…
Elinde olanlar bakabilir…
Fahreddin Razî Efendimizin tefsirinde…
“Ruh, Emr Âlemindendir” âyeti geldiğinde…
“Bundan ne anlayalım?” sorusuna Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in cevabı: “Aklınız kadar anlayın!” olmuştur.

Âl-i İmrân Sûresinin sanıyorum 133. âyeti:
“Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!”
Bu âyet geldi zaman, bir Bizans casusu Arab kişi, Hıristiyan bir kişi geliyor… inceliyor da ne oluyor diye…
Bu âyeti duyunca gülüyor…
Diyor ki; “bu kadar da olmaz.”
Neden?..
“Çünkü cehenneme yer bırakmadı” diyor…
“Her tarafı cennetle doldurdu.”

Dediği akla göre doğru…
Soluğu Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in meclisinde alıyor yâni…
“Ben yolcuyum” diyor…
“Bu şehre geldim. Sizi duydum. Siz böyle bir şey söylediniz mi?”
“Evet, evet böyle bir âyet geldi.”
“İyi ama yerlerden göklere kadar her yeri kaplayan bir cennet…”
“Evet evet öyledir.”
“Cehennem nereye gitti“ diyor…
“Yok mu yoksa!” gülerek…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in cevabı çok hoştur:
Arapça… Sözünün başında:
“Fe Subhanallah! Ben güneş doğdu diyorum, siz gece nereye gitti diyorsunuz.”
Bunu çok iyi anlamamız lâzım…
“Ben güneş doğdu diyorum, sen gece nereye gitti diyorsunuz.”
Ben cennet var diyorum, siz cehennem nerde diyorsunuz…

Cehennem, Muhammedî imânsızlığındadır…
Tahkik imânsızlığındadır…
Sadakatsızlığındadır…
Samimiyetsizliğindedir…
Sabırsızlığındadır…
Selâmetsizliğindedir…
“Eee bunlar var.”
Bunlar varsa zâten cennettesin…
O zaman cehennem ikiliği yoktur…
Şeytan yoktur…
Muhammed Aleyhi’s-selâm vardır…
Şeytan yoktur…
Rasûlullah’ın bizzat kendisi vardır…

Bu bakımdan bizim Muhammedî Tasavvuf…
Biraz sonra, bu yaz dönemi de dahil İnşallah…
Hangi konuları işlemeyi düşündüğümüzü şöyle bir genişçe hazırladık…
Başlıklarını sayacağım size…
Bu belki yarım saat sürecek…
Bunu neden yazdım… şunun için…
Biz ne yapmak istiyoruz?..
Biz bir şey yapmak istiyoruz…
Bir şeyin eksikliğini gördük…
Bu eksikliğini gördüğümüz şey şuydu:
Ümmî Sinân hazretleri, Niyazi Mısrî Efendimizi yetiştiriyor…
Tapduk Baba, Yunus Emre’yi yetiştiriyor…
Bir Baba, bir Babayı yetiştiriyor…
Ama öyle bir zamana geldi ki…
Gariban gitti Basildon’a…
Gökhan gitti Solingen’e…
Öteki gitti bir yere…
Herkes bir yerlerde…
İşin peşinde…
Aşın peşinde…
Eşin peşinde…
Bir sürü işler değişti…
Bugün bir şey yapmamız lâzım…
O gün yapılanları, bugünün çağında…
Hepsini taştan bir binada toplamaktan ziyade, böyle bir parmak başı kadar bir noktada… sanal ortamda…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın aşkını meşk etme noktasında buluşmamız gerekiyor…
Ve bütün bunları yaparken aklımızın hiçbir zaman unutmayacağı şey:
Muhammedî oluş inancı, ameli, ahlâkı ve hâli;
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın adına, hesabına ve şerefine yapmaktır…

Kendi kimlik ve kişiliğini ancak bedensel olarak kullanabilir…
Mesela o da bizimdir yâni… o da bizimdir…
Barbaros orda bir bardak çay içse, o da bizimdir…
Çünkü onu içecek, biraz sonra diyecek ki:
“Allah’ım "BİZ"i bağışla”… "BİZ"i yâni… "BİZ" kim isek… Enterkollekte bağlı olanlardan bahsediyor…
“Allah’ım "BİZ"i bağışla”…
Demek ki, çayda bizim işimize yaradı yâni… su da…
Demek istiyorum ki:
Ama hadi hadi… Eee o kadar da olsun… herkesin kendi kullandığı eli ayağı var…
Bunun dışındakilerin bu “BİZ”liğini, “BİR”liğini çok çok iyi anlamamız gerekiyor... çok iyi anlamamız gerekiyor…
Aksi takdirde böyle internet bilgisiyle… Rasgele bilgilerle…
Ya da ne bileyim ben, doğruluğu meçhul…
Daha doğrusu Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’le bağlantısı meçhul bilgilerin…
Böyle kendi şahsileşmiş, şirketleşmiş, şöyle olmuş, böyle olmuş…
Kimse için söylemiyorum…
Ben Allah için söylüyorum…
Yâni çok zor olanlarla uğraşmaktansa, en kolay olan Allah’ın seçtiği Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’la buluşmak aklın, naklin, vicdanın, her şeyin hilkatıdır ve doğrusudur…
Çok açık bir şeydir…
Bunu çocuk bile bilir yâni bunu bilmemiz gerekir…
Aksi taktirde nefsimizin elinde oyuncak oluruz…
Ve son nefeste cidden çok pişman oluruz…
Kendi başımıza şehâdet getirmeye kalkışırız…
Bu ise çok zordur…
Oysa umumî şehâdet, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın şehâdeti…
Onun denizinin içinde bir damlaysak…
Sonuç şu olur?..
Deniz donar mı?..
Vallahi BİZim deniz donmaz…
“Bunun içinde bir damlayım ben. Ben de donar mıyım?” diyen böyle bir şey BİZden değildir zâten…
O damla denizde değildir yâni… hayal görüyor…
Bu kadar emin…
Neden emin?..
Çünkü Muhammed’ül Emin’den dolayı emindir…
Kendinden değil…
Çok rahat… “şunları şunları yapmam lâzım”… “daha da yapmam lâzım”… “çok şey yapmam lâzım”ın ötesinde…
Her şeyin ötesinde bir defa imân etmeden önce…
Allah demeden önce…
Kur’ân nedir bilmeden önce…
Hiçbir şey yok iken…
Bomboş bir insan iken…
Şimdi diyelim ki; Barbaros kardeşim Allah razı olsun orda bu işleri yapmakta…
Bir tane Katolik gelse, dese ki; “Müslüman olacağım ne öğretirsin bana?”
Ben derim ki : “Sana Muhammed Aleyhi’s-selâm’ı öğreteyim önce.”
Çünkü Muhammed Aleyhi’s-selâm bize Kur’ân’ı getirdi…
Muhammed Aleyhi’s-selâm “Allah” dedi de biz “Allah” dedik…
O ne dediyse biz onu dedik…
Bizzat ağzından sesinden duyduk Allahü zü’l-Celâl’in emrini-yasağını…
Bize yazıp vermedi yâni…
Hiç kimseye yazıp vermedi…
Herkes, duyanlar duydu ve bize ağzından aktardı…
O gündür bugündür ağızdan ağıza aktarılmaktadır…
Hadislerde böyle yazılmıştır…
Sonradan karışanları demiyorum… ama…
Bütün bu enterkollekte olan sistemde, elektrik hatları gibi olan sistemde güzellik vardır…


(1. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


Bunlar çok güzel şeylerdir…
Söylenmesi de güzeldir…
Dinlemesi de güzeldir…
Fakat hepimizin dikkat etmesi gereken bir şey vardır; biz mutlaka sadakattan imtihan oluruz…
Çünkü; sâdık olmayan bir inanç, imân; imân değil…
Sâdık olmayan bir imân, sâlih bir amel asla doğuramaz…
Katiyen doğuramaz…
Sâlih olmayan bir amel, hiçbir zaman Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın, Kur’ân-ı Kerim’in ve Allah’ın ahlâkını doğuramaz…
Ve böyle olmayan bir ahlâkta, Hakk’ın hâli ile hâllenemez…
Halkın hâliyle hâllenir.
Burda değilse orda gümler…
Onun içindir ki, etrafımıza bakıyoruz, hele bu devirde bir kişi âlim olarak çıkar ortaya, güzel de konuşursa hele, balon gibi halk onu şişirir şişirir şişirir şişirir…
Sonra?..
Bırakırsa uçar gider sonsuza doğru… Nere gittiğini kimse bilmez… Yok olur…
Ya da patlar…
Muhammedi sistemde bu yoktur…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem bizzat kendisi çocuklarla çocuk, olur, herkesle herkes…
Yâni Yahudi kadınlar bile sokakta önüne geçip, gösteriyorlar, diyorlar ki : “Ya Muhammed kocalarımız bizi kandırıyorlar. Şu kitaba bir bak. Ne yazıyor. Biz okuyamıyoruz diye bize haksızlık yapıyorlar.”
Yâni bu kadar emin, bu kadar güzel, bu kadar hakikaten beyefendi…
Âli cenâb… Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem…

Böyle gösterişten dolayı, görünüşten dolayı, “bana bakın!” bu kelime açık ya da gizli “bana bakın!” diyorsa, onun arkasında hakikat şu ki; şeytan vardır…
Neden?..
Muhammed Aleyhi’s-selâm böyle dememişti…
“BİZe bakın!” demişti…
Allahü zü’l-Celâl karşısında kendisini varlık olarak da görmemişti…
“BİZe bakın”…
“İyyake na’budu ve iyyake nestain.”
“Biz ancak Sana kulluk ederiz ve ancak Senden istiane ederiz-Senden yadım dileriz”

Yâni maddiyatta Sana kulluk ederiz, maneviyatı da Senden isteriz…
BİZ kim?..
Ben tek başıma kılıyorum…
Hâşa Allahü zü’l-Celâl, “Ben” derken burda BİZ niye?..

Bunu buyuran Muhammed Aleyhi’s-selâm…
Fatiha’nın muhatabı Muhammed Aleyhi’s-selâm’dır…
El-Fettah’ın muhatabı El-Fatih Aleyhissalâtü vesselâm’dır …
BİZ Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın cemaatıyız…
Yâni Allah O’nu seçmiştir… çok güzel seçmiştir…
Bunda bir şey yok ki yâni…
Benlik-senlik çok dışarıdaki bir kabuktur …
Heykelin kabuğudur…
Üzerindeki şeylerdir…
Bu gerçekleri, bu doğruları, bu hakikatları yüreklerimiz sindire sindire anlarsa BİZ o zaman gerçekten İNSAN oluruz…
Ve mutlaka BİZim olmayan şeyleri atmamız gerekir…
Canavar tırnakları uzatsak tırnaklarımızı kesmemiz gerekir…
Ne biliyim, yâni bizim olmayan, bize yaramayan, fazla olan ne gibi şeyler varsa…
İnançta, amelde, ahlâkta…

Ben kaba sofuluk demiyorum…
Yâni “efendim buğday tanesi kadar kanla mı abdest bozulur, çizilse mi bozulur, yazılsa mı bozulur ama yetim hakkı yerse bozulmaz…
Dünyanın en büyük yalanlarını söylerse bozulmaz…
Kelimeler hurdalar hâşâ Allahü zü’l-Celâl’i atlatmaya kalkışsa dahi bozulmaz”…
Faiz yer, ötesini yapar…
Ben demek istiyorum ki…
Kötülük olarak demiyorum…
İslamiyet çok saf bir dindir…
Temiz bir dindir..
Basit bir dindir…

İslamiyetin ilk dört yılında köleden başka kimse yoktu…
Hatice validemizden başka kimse yoktu…
Hazreti Ali efendimizden başka kimse yoktu…
Hiç kimse yoktu…
Hiiiç…
Demek istiyorum ki; sadakat vardır…
Yiğitliğin şahı vardır…
Arap dünyasında ilk çarmıha gerilen kadın Sümeyye validemizdir…
Belki de dünya tarihinde ilktir…
Dört deveye iki kolu iki bacağı bağlanıp : “Muhammed’e küfret! Son sözünü söyle!”…
“Son sözüm; Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeder Rasûlullahtır!.”
“Çekin develeri!” dendiğinde, develeri çekenlerde gizli Müslüman kölelerdir…
Allah’ın tecellisi ki dördü de müslümandır…
Gizli müslümandır…
Ve develeri çekmişlerdir yâni…
Her devenin arkasında bir kol, bir bacak gitmiştir…

O gün yasak bir şey yoktu…
Hiçbir yasak yok İslamın getirdiği…
Ne zina, ne faiz…
Hiçbir şey yoktu…
Gelmemiştir ki…
Her ne ise öyle devam etmekteydi…
Eski ne ise…
Hiçbir mahsuru yoktur yâni hiç…
Hiç…
İsterse ayyaş olsun…
İsterse hiç…
Ne vardı?..
Namaz yoktu, oruç yoktu, haç yoktu, zekat yoktu…
İslamın dört şartı yoktu…
Ama birşey vardı yalnız…
“Allah Allah’tır, Muhammed sallallahu aleyhi vessellem Rasûlullah’tır” vardı tek…
Tek…
İşte “SADAKAT” deyip durduğumuz bu…
İnsanlar basit görebilir, ne var sadakatta…
“İmandan önce gelir” diyorsunuz…
Doğru diyorum tabi…
Doğru diyorum çünkü Sümeyye validemiz onu söylüyor:
“Vallahi lâ ilâhe illallah Billâhi Muhammeder Resûlullah”
İşte onun için; hacca gidip-gelip de Sümeyye validemize, bu vahşetin uygulandığı yerde çığlığını duymayan, şimdi şimdi duymayan bir yürek Muhammedi prize takılı bir fiş değildir…
Ya şaşkındır, ya taşkındır benim gibi…
Yoksa bu sedâyı duyması lâzım…
Gökten okurdu gökten…
Arştan okurdu yâni duyardı demek istiyorum…
Bu BİRliktir çünkü…
Bunun dünü, bugünü, yarını olmaz…
Enterkollekte bağlıdır…
İşte Muhammedi sistem bir bütündür…
Bunu çok iyi bilmemiz gerekiyor…
Aksi taktirde, hep havanda su döveriz yâni…
Laf tokuşturmalar, yakıştırmalar…
Güzel söz söylemeler…
Bütün bunlar…

Şimdi değerli kardeşlerim…
Bu anlattığım çerçevenin bütün özü ve özeti…
Anlattığımız, bu tasavvuf dediğimiz, İslamı bilmek…
Daha doğrusu Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı bilmek, bulmak, emrettiği gibi olmak ve yaşamak için izlenmesi gereken ilim ve edeb, sonra da irfan ve erkan yolunun adı tasavvuftur…
İlim ve edeble kişinin kendini bilmesi…
Sonra Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dan alacağı, kalb ve ruhla alacağı irfan ve erkanla Rabb’ini bileceği taahhüd altına alınmıştır…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm tarafından…
Garantiye alınmıştır…
Vaad edilmiştir Allahü zü’l-Celâl tarafından…
Âyetlerle açık seçiktir…
“semigna ve ategna”
Biz şimdi duyduk daha…
“ve ategna”
Derhal itaat ediyoruz…
Buradaki, bu ikililer yedi âyettir bunlar Kurân’da…
“İyyake nabudu ve iyyake nestain.”
Efendim bir tanesi bu “semigna ve ategna”…
Bir tanesi yasin suresindeki…
Yâni bir gün bu yedi âyeti bir gün göreceğiz İnşaallah…
Yâni bu yedi nefsin yedi âyetidir bunlar…
İşte burada “ve kâlu semigna ve ategna”
İyi kardeşim ben altmış yaşındayım ama “semigna” biz yeni duyduk biz yâni ben değil…
Benim adıma Muhammed Aleyhi’s-selâm buyuruyor…
Biz yeni duyduk yâni…
Peygamber Aleyhi’s-selâm’ı yeni duyduk daha biz…
“ve ategna”
Derhal itaat ettik…
Kime itaat ettik?..
Allah ve Rasûlüne yâni…
Allah’ın adına Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a itaat ettik…
O ne yaptıysa bizde onu yapmaya çalışıyoruz…
Ne dediyse biz etmeye çalışıyoruz…
Yâni işte bu BİZlik ve BİRlik…
Bir kişi İlahi ilim ve Muhammedi edeb sahibi ise BİZdir…
İlahi irfana ve Muhammedi erkana da kavuşmuşsa BİRdir artık…
BİZlik – BİRlik hikayesi budur…
İkilik olamaz…
Şehadet şehadettir…
Tevhid tevhiddir…
“Lâ ilâhe illâllah” iki tane değildir... Bir tanedir artık…
Çünkü;
“Lâ ilâhe” ayrıdır… inkardır..reddir..
“İllâllah” ayrıdır… ikrardır.. tasdiktir..
Ama birlikte “Lâ ilâhe illâllah” tektir…
İnkârım ikrâr oldu demektir… kalktı demektir…
Benim gecem vardı gündüz oldu demektir…

Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın buyurduğu gibi:
“Benimde şeytanım vardı Müslüman oldu” demektir…
İşte bütün bu özellikler ve güzellikler…
İnşallah Allah’ın izni ve inâyetiyle…
Önümüzdeki zamanlarda bu konuları işleyeceğiz…
Bizim kendimizin işleyeceği ara konuların yanında, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizle ilgili hususları eklemenin yanında, sanıyorum sufi söylemişti diğer konulara da gireceğiz…
Şimdi biraz sonra ben onların neler olacağını söyleyeceğim…
Ama demin beri söylediğim iki şeye dikkatinizi çekmek istiyorum…
Bir insanın letaif katmanları; beden, nefis, kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ her insanda vardır…
Kullanır kullanmaz ayrı şeydir…
Ama mutlaka vardır…
Allahü zü’l-Celâl kendi kaderince ona vermiştir…
Verilmezse zâten sorumlu değildir…
Bu kıyamete kadar gelecek her insanda vardır; akıl verilmişse…
Bu insanlar kendi prizlerini Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hattında bulmak zorundadırlar…
Kullanmaktan sorumludurlar…
Bunun için her insanın kendi kısır düşüncelerini aşması, tekemmül edip gelişmesi gerekir…
Yâni “Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem geldi, tebliğini yaptı, Kur’ân-ı Kerim’i bıraktı, öldü gitti” diyenler ahmak bile değildir…
Ölen Abdullah Aleyhi’s-selâm’dır…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in nuru, Allah celle celalihu’nun var ettiği İLKtir…
Ve hiçbir zaman ölmesi mümkün değildir… ebedidir yâni…
Biz kime inanacağız, Rasûlullah öldü de?..
“Allah’a ve Resûlüne teslim olunuz.”
“Allah’a ve Resûlüne imân ediniz.”
“Allah ve Resûlüne tabi olunuz.”
“Allah ve Resûlüne itaat ediniz.”

Âyetler bunlar..
Kime edecek?..
Kim diyor bunu?..
Eğer böyle derse bunlar, kafalarındaki çeşitli şekilde oluşmuş, doldurulmuş, kokuşmuş, alışkanlık hâline gelmiş, kalbsiz, ruhsuz, hevâ ve hevesine kul bir kişi durumuna çeker…

Bizim derdimiz hiç kimseyle değil…
Kavga, cedel vs hâşa olamaz…
Bizim derdimiz o değildir…
Onun için de biz Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e
Neden teslim olacağız, itaat edeceğiz, imân edeceğiz?..
Bakın…

Hucurât suresi 15. âyet:
“Mü'minler ancak o kimselerdir ki Allaha ve Resulüne iman ettikten sonra şübheye düşmeyip Allah yolunda mallariyle, canlariyle mücahede etmektedirler işte onlardır ki sâdıklardır” (Hucurât 49/15)
“İşte doğrular” yâni kelimeyi söylüyorum “sâdıklar ancak onlardır.”

Hadid suresi 7. âyet:
“Allah'a ve Resûlü'ne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.” (Hadid 57/7)

19. âyet Hadid…
“Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nûrları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.” (Hadid 57/19)

Yine Hadid 21:
“Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid 57/21)

Yine Saff 11:
“Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff 61/11)

Bir başkası Nur 62:
“Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlüne iman etmişlerdir.”

Devam edelim… İman daha çok var… Başka âyetlerde…
Ama itaate geçelim…
Bakın Âl-i İmrân 132:
“Allah’a ve Resûlüne itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (Âl-i İmrân 3/132)

Hani söyleniyor ya…
“Efendim şeyhine ölü gibi falana teslim olacaksın!”
Ölü gibi ölü…
Yâni bir ölü nasıl teslim olursa…
Malınla, canınla, ırzınla teslim olacaksın gibi söyleyenler Kur’ân-ı Kerimde bir tek harf bile bulamazlar kendilerine insanların teslim olması hakkında…

Bulunan tek şey:
“Allah’a ve Resûlüne itaat edin.”
“Allah ve Resûlüne teslim olun.”
“Allah ve Resûlüne imân edin.”
“Allah ve Resûlüne itaat ediniz ki rahmete erdirilesiniz.”

Âl-i İmrân 132. âyet…

Nisa 59 âyet:

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)

Buradaki ulül emr; emir sahibi olan kişi Ehlullahtır…
Haktır…
Hamdolsun etmekteyiz ve ederiz de zâten…

Yine Nisa 69:
“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

Yâni söylediğimiz şeyi eğer kendimiz söylersek gerçektem çok hata etmiş oluruz…
Ben bunlarla uzatmak istemiyorum…
O kadar çok âyet var ki…
Nisâ 80, Maide 92, Enfal 1, Enfaz 20, Enfaz 24, Enfal 46…
Ve çook…
İşte bütün bunlar Allahü zü’l-Celâl’e ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e de;
Teslim olmayı,
İman etmeyi,
Tâbi olup
İtaat etmeyi farz kılmaktadır…
Farz-ı ayn kılmaktadır…

“De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız Bana tabi olun. Uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınız bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir” (Âl-i İmrân 3/31)

Biz İnşaallah uzun şekilde bu konuyu işleyeceğiz…
İşlerken de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hakkındaki bütün bilgileri bileceğiz…

Bizim bir özelliğimiz daha vardır; biz sadık ve salih bildiğimiz insanlarla irtibat kurarız…
Aramıza başkaları girse de, onları da böyle yapmaya uğraşırız…
Olmazsa zâten deniz hiçbir zaman hafifi tutmaz yâni sahile atar…
Kendi çıkar demek istiyorum…
Ama geri kalandan kasdım…
Sadakat sahibi, samimiyet sahibi, sabır sahibi, selameti arzulayanlar için, iğne ucu kadar sır saklamayız…
Eğer lâzımsa ve lâyıksa…
Zamanıysa mutlaka söyleriz…
Söyleriz ki bir işine yarasın ve Rasûlullah Efendimizin hizmetinde kullanılsın isteriz…
Onun için kendi kimlik ve kişiliğimiz diye bir şey taşımayız…
Hatta ben şahsen şeref bile taşımam…
Şeref varsa Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın şerefidir…
Yoksa şeref yok demektir yâni…
Ben bu inançta olan birisiyim…
İnşaallah…

Bunu şunun için söylüyorum…
Bu çok önemlidir çünkü…
Bu çok önemlidir…
Hayatta çok olaylarla karşılaşırız…
Bakacak, yardım edecek, bize yol gösterecek diye sıkıştığımız da tek şey:
“Şimdi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem olsaydı ne derdi, ne yapardı, ne söylerdi?” kelimesi binlerce sorunun çözümü oluverir bir anda…
“Şuanda olsa ne yapmamızı isterdi, ne derdi?”
Eğer buna sadakat gösterebilirsek, samimiyet gösterebilirsek ve bu konuda Muhammedi bir sabır gösterebilirsek Allahü zü’l-Celâl tecellisini haktan ve hayırdan yana yapacaktır…

Yoksa bu işi için özel görevli, merhametsizliğin başı olan iblis, şeytan işini birkaç saniyede hallettirir, tetiğe bastırıverir…
Beşinci kattan atlatıverir…
Her şeyi yaptırır…
Bir evi yaktırır…
Birlerce yetim bıraktırır…
Acılar, ahlar bir ömür boyu sürer…
Bütün bunlar, bu vahşetler bir tek tercihten dolayıdır…
Bir kere yanlıştan dolayıdır…
Yâni…
Ben çekmeseydim yâni…
Bir tetiğe basıverdiydim…
Basıverdiydin amma adam öldü bak!..
Yâni her şey bitti yâni…
Onun için zâten Muhammedi oluş şuuru, nefsin menfaatlerini garantiye almak için değildir…
Nefsin alaveresini, dalaveresini, hevâsını, hevesini, ötesini, bötesini ayarlamak için değildir…
Nefsi adam etmek içindir…
Münir hocamın buyurduğu gibi, insanı İNSAN etmek içindir…

Allahü zü’l-Celâl’in…
Bismillahirrahmanirrahim…

“Ya eyyetühennefsülmutmeinnetü. İrci'iy ila rabbiki radiyeten merdiyyeten. Fedhuliy fiy 'ibadiy. Vedhuliy cennetiy.” (Fecr 89/ 27-30) dediği yere çıkarmaktır…

Ey tatmin olmuş nefis, anyayı konyayı bilmiş, dünyayı âhireti anlamış, kim kimdir, ne nedir ve bu sistemin sahibi kimdir, neden bu sistemi kurmuştur?..
“lehvun vela laibun” mudur?..
Oyun ve eğlence bahçesi midir?..
Mezarlıktaki dolu insanlar neden susuyorlar, bir gerçeği söylemiyorlar?..
Mezar taşlarına yazdırıyorlar da kendileri susuyorlar…
Bütün bunların altında yatan şey, tümü bize bir gerçeği hep haykırır durur…
Nefis biziz…
Öyle biziz ki, beden hizmetindedir…
Kalb hizmetindedir…
Ruh yol göstericisidir, dinlerse…
Işık kapısıdır…
Allah kapısıdır…
Allah’tandır çünkü…
İyi de bizim nefis uyuyorsa!…
Yelleniyor, delleniyor…

Uykudaki adam ne yapar?..
Kur’ân okusa ne yazar?..
Başka iş yapsa ne yazar?..
Savaş yapsa ne yapar?..
Uyanıklar gülerler yâni…
Hatta çıldırarak kalkan insanlar vardır uykudan…
Çünkü müthiş bir şey oluyor orda …
Biz hiçbir şey görmüyoruz gibi…

İşte bu ya da uyurgezerdir…
Görünürde bakıyorsunuz her şey düzgün gibi…
Nerden anlıyorsunuz?..
Vurduğu yeri indiriyor…
Herkes koşar, balkondan düşmesin, “Bu uyur gezer!” diye…
Camları kırıyor çünkü…
Çarptığı yerde indiriyor…
Zarar görmesin diye diyorum…

Ee adam sarhoştur…
Bir ufak içiyor işte diyor ki ne biliyim…
“Sizi öldürürüm”
Büyük içtiği zaman diyor ki: “bütün insanları öldürürüm”…
Yâni içtiğine göre konuşuyor…

Ama ayık öyle mi ya?..
İyi insan demiyorum…
Ayıktır, suçludur…Tövbe eder…
Ayıktır kirlidir… Habibullah hamamında yıkanır…
Ayıktır hastadır… Habibullah hastanesinde yatar…
Ayık delidir, akıllandırılır…

Onun için ayıklar mes’ul insanlardır…
Neden?..
Neden olacak…
Uyuyanlar, uyurgezerler ve sarhoşların; ayıklar üzerinde uyandırılıp ayıktırılmak için hizmet hakları vardır…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’inde hakkı vardır…
“Neden uyuyanlara, uyurgezerlere ve sarhoşlara hizmet etmediniz?..
Uyuyanı uyandırmadınız, sarhoşu ayıktırmadınız!” diye…
Yâni kemâl dileyenler mutlaka hizmet ehli olması gerekir…
Hizmet ile dest-i kemâl…
Himmet ile seyr-i cemâl…
Bir kişi Allah’ın cemâlini seyretmek istiyorsa mutlaka himmet bulması lâzımdır…

(1. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
gulgoncaa
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

teşekkür

Mesaj gönderen gulgoncaa »

Kıymetli Anka Kuşu, Allah'ın selam, rahmet ve bereketi Resulullah (sav)'üzerine olsun.
Sözlerinizi yeni okudum.
Merhametli buldum.
Teşvik edici buldum.
İçim hem coştu, sevindi neden bilmiyorum çok da mahzun oldu.
Gözlerim doluyor ama mutluluktan.
Şu anda bir şeyler söylemekten çok ağlamak istiyorum.
Rabbimi ve Resul'unu (sav) hakkıyla tanımamış ve sevememiş olmaktan dolayı ...
Anka Kuşu'nun sayfası çok güzel...
Bizim yazımız ancak bir itirafnamedir; Rabbimize.
Rabbim ilminizi Cemal'ine kavuşturana kadar arttırsın.
Nasihat, sohbet ettiğiniz hiç bir kimseden kayba uğramadan, kazançlı olarak Rabbime kavuşasınız.
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Ve aleykümesselam değerli üyemiz gulgoncaa.
Öncelikle Muhammedinur gönül tekkesine hoşgeldiniz.
Mesajınızda ben acize iltifatlar etmişsiniz ancak gönderilen mesajlarımda değerli büyüğümüz Kul İhvani'nin sohbetlerini sadece yazıya dökmekle hizmet etmekteyim.
Yani sözler bana ait olmayıp Dosd Kul İhvani'ye ait olduğunu belirtmek isterim...
Size ve diğer üyelerimize faydalı oluyorsa bu hizmet bizim için şereftir...
Bizler sadece birbirimizin hizmetçileriyiz.
Hakk Dosdlarının dedği gibi:

"HİZMET İLE DEST-İ KEMAL
HİMMET İLE SEYR-İ CEMAL"
gayemiz ve gayretimizdir...

Hakta ve hayrda, Muhammedinur Gönül gemisinde
Muhammedi muhabbet ve hasbi hizmette

BİZ ve BİR olmak dileğiyle
değerli katkılarınızı bekleriz...

Muhammedi Muhabbetler...
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


Himmet dediğimiz Allah dosdlarının duasına iştiraktir. Moral desdeklerini almaktır.
Nur-u Muhammed zincirine halka oluştur ve direkt alıştır.
Nur-u Mim’siz kalış, korkunç uçurumlara yuvarlandırmıştır hepimizi…
Dünya âlemini, İslam âlemini yok etmiştir…
Çökertmiştir!…
Geçen gün gariban kardeşimiz söylüyordu…
Şimdi birazdan konuşma imkanı sağlarız yine söyler…
Efendim Pakistanlı Müslümanlar, şuralı Müslümanlar, buralı Müslümanlar…
Muhammedi Müslümanlar nerde?..
Muhammedi Müslüman kalmadı ki artık…
Neden?..
Cemaatçi, şucu, bucu, parça, parça, parça, parça…
Ama Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın tümlüğünde, BİZliğinde, BİRliğinde olanlar nerede?…

İyi ama bu bir şey getirmiyor ki…
Ne getirmiyor?..
İşte Cuma suresini okuyun…
“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cumua 62/11)

Çok ağır kelimeler vardır Kur’ân-ı Kerîm ’de…
Nefis böyledir çünkü…
Onun için nefsimizi, işte Fecr Sûresi sonunda buyurduğu gibi:

“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr 89/ 27-30)

“Ya eyyetühennefsülmutmeinnetü. : Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis!”
Her şeyin aslını astarını öğrenmiş…
“Ben bedeni ve dünyayı şu şekilde kullanırım kardeşim. Şurdan gelip, şura gidiyorum. Netice budur. Yapmam gereken budur ve yapıyorum!” gibi net, açık ifadelerle tatmin olmuş nefis…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı duymuş ve uymuş bir nefis!…
Teslim olmuş, iman etmiş, tabi’ olmuş ve itaat etmiş bir nefis…
Mutmainne nefis…
“İrci'iy ila rabbiki.”
Rucü et Rabbine…
Allah’ına değil…
Sistemi var eden terbiyeciye…
Rucü et…
Neden?..
Sonuca geldin diyor…
Neticeye geldin…
“Radiyeten” : “Sen ki Allah’tan razı oldun”…
“Merdiyyeten” : “Allah’ta senden razı olmuş olarak”…
“Fedhuliy fiy 'ibadiy.” : “Kullarımın arasına gir”…
Cennet?..
Cennet sonra, bir dakika, yâni önce bir kullarımın arasına gir…
Ben bunu sordum Derbentli Deli Hasan’a…
“Ne oluyor?” dedim, “cennetten önce kulları kim bunlar?..”
“Ula oğlum işte BİZiz” dedi…
Kim BİZ?..
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı duyan ve uyanlar BİZ…
Bunun şakası, şukası olmaz…
Ölümün şakası var mı?..
Şimdi birimiz içimizden geçse öbür tarafa şaka mı yapıyor?..
Şehâdet gerekmiyor mu?..
Bitti mi her şey?..
Testi kırıldı da iş bitti mi?..
Sular kayıp mı oldu?..
Hayır efendim!…
Onun için biz her nefes verişte ölür, her nefes alışta diriliriz…
İşte mesele Muhammedi ölüş, Muhammedi diriliştedir…
Her an Muhammedi şuûrda oluştur…
Böyle olduğunu biliştir…
Böyle olmayı buluştur…
Böyle oluş ve yaşayıştır!
İşte bunu demek istiyorum…
İşte bütün bu “Fedhuliy fiy 'ibadiy.” : “haydi kullarımın arasına gir”
“Vedhuliy cennetiy.”
İşte cennette budur zâten…
Çünkü kulları…
Allahü zü’l-Celâl’i bilen, bulan, olan ve yaşayan kulları…
Şâhidi olan kulları yâni…
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeder Rasûlullah”ı, bu kelimeyi Muhammeder Rasûlullah’ın sesinin içinde söyleyenler…
Kendi başına değil!…
“Allahu Ekber!” diyen bir imam gibi arkasında, O’nun, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın “Eşhedü enlâ ilâhe illallah” ına Muhammeder Rasûlullah” ın sesi, sözü, özü ve izi ile birlikte diyenler var ya!…
“Allahu Ekber!” dediği gibi yapanlar var ya!…
İşte bunlar şehâdet ehlidir…
Kendi başına orada, burada, şurada, çeşitli şartlarda desin demesin bilmiyorum ama ben doğrusu Kur’ân-ı Kerîm ’de ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’de göremiyorum…
Yâni, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı duyuş, Allahü zü’l-Celâl’i duyuştur…
Gerçekten böyledir!…
Çünkü biz Allahü zü’l-Celâl’in sözünü, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın sesinden duyduk ve duyacağız zâten…
Allahü zü’l-Celâl resim değildir, Ressam gibidir…
Apayrıdır yâni…
Resmin içinde aranamaz demek istiyorum…
Resim değildir, Kâinâttaki canlı-cansız resimler, her şey O’nundur, doğrudur da, hiçbir şey O değildir yâni…

Ama Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem öyle değildir…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ara kesit gibidir…
Bize dönük yönüyle Abdullah Aleyhi’s-selâm’dır…
Taif’te kan içinde kalır…
Taşa tutulur…
“Vallahi üç gündür buraya bir şey girmedi ya Eba Hureyre. Allah şahit ki taş bağlamışım!” buyurmuştur!…
Kuldur Abdühudur!
İmtihan olmuştur!…

Ayşe validemize “Ayşe şeytanını da mı alıp geliyorsun”
Ayşe validemiz diyordu ki: “yerler zangırdıyordu, çok hırslı gidiyordum kavgaya, bahçeye çıkmıştı, oturmuştu, hiç bana dönmeden “Ayşe şeytanını da mı getiriyorsun” dedi.”
Çok zeki olan Annemiz…
İslam şeriatının nerdeyse üçte birini kuran Annemiz…
Onun getirdiği hadislerle kurulmuştur fıkıh sistemi…
Ve İslam şu’rasında hayatı boyunca var olmuştur…
Şu’rada yâni…
O zaman, o zaman…
Şurada ki tek kadın yâni..
En etkili ve yetkili kadın…
Erkeklerin çoğunu susturan kadın…
Annemiz…
“Bırakıverdim kavgayı” diyor…
“Herkesin bir şeytanı var mı ya Rasûlullah” dedim
“Evet dedi”
“Bende sordum seninde var mı?”
Cevap verdi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem:
“Evet benim de var idi ancak ben onu Müslüman ettim” buyurdu…
İşte “Fedhuliy fiy 'ibadiy”
Eyyy şeytanlarını Müslüman edenler…
“Vedhuliy cennetiy”
Buyrun Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğine girebilirsiniz…
Yâni Nur-u Mim sizindir…
Siz Nur-u Mim’siniz…
Nurullahsınız…
Yâni Nur-u Mim’siniz…
Nur-u Mim, Nurullah’tan yaratılmıştır…
İşte Fenafillah arayanlar, vs arayanlar…
Kitabda okuyupta böyle “okuduk, oldu!” diyenler…
Şimdi ben bakıyorum karşıya, diyelim ki Ayşe bana yazıyor orda….
“Efendim çay içiyorsunuz…Çay için buyurun!” diyor…
Bu bir konuşmadır yâni…
Çay içmek değildir…
Yazmak, söylemek çay içmek değildir…
Hatta bardağı hanım getirse bardağı ağzıma kadar götürse de çay içmek değildir…
Çay odur ki ben içtiğim zaman zerrelerime girerse, BİZ olursa çaydır…
Gerisi yanlıştır…
Laftır, yalandır belki de yâni…
Bunlar güvenilemez sözlerdir…
Çok özür dilerim belki böyle heyecanlı konuşuyorum ama…
Ben zâten konuşurken kendi kendime konuşurum hep…
Muhatab olarak genellikle kendimi alırım…
Başkasına sözüm olmaz onun için doğru anlaşılmam da lâzım onu demek istiyorum…
Şehâdet de öyledir…
“Eşhedü enlâ ilâhe illallah” diyor…
Valla yazıyor mu, konuşuyor mu anlamadım…
İçtiği yok yalnız!…
Şehâdet içildiği zaman tesirini gösteren şeydir…

Ters bir misâlle içki gibidir…
Kediye de içirseniz sarhoş eder…
Başka şeylere de…
Çiçeğe dökseniz de sarhoş eder…
Şehâdet de güzel misâl olarak böyledir…
Kirliyi temizler…
Hastayı iyi eder…
İmasızı imana getirir…
Ahlâksızı ahlâklı yapar…
Onun için Rasûlullah efendimize söylüyorlar, meâlen demiyorum:
“Efendim falan kişi var ya şöyle kötü”
“Namaz kılıyor mu?”
“Kılıyor”
“Haa iyi o halleder”
“Efendim ama hırsızlıkta yapıyor”
“O namaz kılıyor mu?”
“Kılıyor”
“Halleder”
Şöyle böyle mi…
“Yalan söylüyor mu?”
“Söylüyor”
“Namaz kılıyorsa halleder”
Haaaaa
İşte mesele…
Bakın!…
Nereye geliyor mesele?..
Doğru, sıddık, sadık bir şehâdete geliyor…
Yoksa kelime basit bir şey yaa…
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeder Rasûlullah”.
İşte söyledik…
Bunu bir Hıristiyan söylese anında Müslüman olur…
Başka dinden birisi söylediği anda Müslüman olur…
Peki biz Müslüman olduğumuz halde binlerce kez söylüyoruz bir netice belli değil!…
Belli değil çünkü bizim söyleşimizde bir gariplik var!…
Uyduruk şeyler yapıyor gibi mesela…
“Bir teneke bal yedim!” der gibi…
Ya da şöyle dedim gibi…
Konuşuyor, hiçbir şey yok ortada…
Alâkası yok yâni…
Söylemek…
Onun için iman, amel, ahlâk ve hâl dördü bir araya geldiği zaman : “Lâ ilâhe illâllah” tır…
İman bir tarafta, amel bir tarafta, ahlâk bir tarafta, hâl bir tarafta bağlar gazeli, efendim “Lâ ilâhe illâllah!” bu bir laf…
Bu bir laf…
İşte bak bir kardeşimiz biliyor orda…
Bir zaman Aksaray’daki bir toplantıda, orda ki, belki doksan yaşındaki insanlar, yaşlı insanlar bizim bu söylediklerimizi anlayamamışlardı…
Bir de rahmetli bir dede vardı…
Adamlar diyorlar ki:
“Ya bizim böyle bir alışılmış sistemlerimiz vardı”
Böyle bazı günler Aksaray da çok güzel zikirler olur…
Şimdi gene oluyordur…
Perşembe akşamları binlerce insan toplanır yer göğe katılır…
Harika olur…
Olur da…
Bu demirci ateşine sokulan bir demir gibidir genellikle…
Ateşi verirsiniz, körüğü basarsınız ateşle içindeki demiri ayıramazsınız…
İkisi de bir olur…
Ama çıkarır da suya sokarsanız çelik olur yalnız…
Daha beter olur!…
Ama Muhammedi sistem böyle değildir…
Muhammedi sistem Ateşle Demir gibi değildir…
Buzla Su gibidir…
Ateşle işi yoktur…
Buzu götürür Akdeniz’e atarsınız, bir kere eridi mi bir daha hayatta kendine gelemez artık…
Yok olur Muhammediyyetin içinde, mahv olur…
Muhammedi mahviyette yok olur, erir, biter…
Onun “Ben” dediği Akdeniz de bir damla…
Senin gibi trilyon var deriz BİZde…
“Fedhuliy fiy 'ibadiy”dir yâni…

Cennet Allahü zü’l-Celâl’in vaad ettiği yerdir…
Ama “Fedhuliy fiy 'ibadiy” işte burasıdır…
Bu âlemdir…
Bu âlemdeki Allah’ın seçkinleridir…
“Allah!” diyenlerdir…
Bu bir üstünlük değildir…
Olması gerekendir…
Ana görevdir bu…
Böyle olanlar üstün insanlar değildir…
Allahü zü’l-Celâl’in istediği insanlardır…
Doğru insanlardır…
Büyük harflerle İNSAN olan insanlardır…
Ne melektir ne de hayvandır…
İnsandır yâni…
Doğru insandır…
Sırat-ı Müstakîm insanıdır…
Muhammedi insandır…
İ’tidal insanıdır…
Tefrit ve ifrat değildir…
Maksimum, minimum değildir…
Optimumdur…
En faydalıdır…
İşte Aksaray’daki o toplantıda adamlar diyorlar ki…
Adam hatta Arapça biliyor bir tanesi…
Nifak âyetini okudu yâni münafık âyetini okudu…
Ne dedi…
“Muhammedi şuur, Muhammedi nur vs.. diyorsunuz”
“Evet” diyoruz.
“Bu nifak değil midir?..”
İşte o zaman ben rahmetli o dedeye sordum:
“Dede bak”
Kur’ân’ı gösterdim dikkat etsin diye…
“Sen kaç senedir tarikattasın…”
Elli mi, altmış mı öyle bir rakam söyledi…
Herhalde elli dedi galiba…
Öyle bir şey söyledi…
Dede tarikatçıdır, mükemmel bir insandı zâten…
Harikaydı yâni…
Ama hayat böyle değil ki…
Hayat zor!…
Hayatta çeşitli şeyler var …
“Siz yalan söylediğiniz olur mu?” dedim…
“Evet” dedi “olur!”…
Bana o soruyu soran Arapça bilen bir efendiydi, ismini söylemeyim şimdi…
“Sizde de olur mu? Yalan söyler misiniz?” dedim…
Kızardı dedi ki:
“Ben sıkışınca söylerim”
“Haa siz sıkışınca münafık olursunuz, sıkışmazsanız olmazsınız haa!”…
O sırada bizim bir genç girdi kapıdan ki şu anda bu sohbette kendisi…
Ben bu gence dedim ki:
“Muhammediyette sadakat birinci düsturdur…
Hiçbir yalancı asla Muhammedi olamaz…
Kokusu bile olsa olamaz!
Sen yalan söyler misin?” dedim…
Daha yerine oturmadı ayakta…
O da dedi ki:
“Dayı ben yalan söylemem. O gündür, bu gündür söylemiyorum. Fakat ben işte, bir yerde görevliyim, orda bir listeyi bana soruyorlar bende “yok!” diyorum”
Zâten üstünde bir yetkilisi vardı, bu da yalan değildi zâten…
Çünkü siyasî nedenle soruyorlar…
Dedim ki: “O yalan değil”
Ama şunu söylemek istiyorum…
Bir kişi hem Muhammedi, hem yalancı olamaz!…
Eğer yalancı ise Muhammedi değildir!…
Çünkü ahlâkı İblis ahlâkıdır…
Muhammedi ahlâk değildir o çünkü…
İşte bu, bizi mahveden budur…
Bana bakıyorsunuz harika inanıyorum…
Çok güzel amel ediyorum…
Ama yalan söylüyorum…
Bu ne iştir?..
Ne iş olacak…
O birinci sınıfı çok güzel okuyor, ikinci sınıfı çok güzel okuyor, üçüncü sınıfta bırakmış okulu başka işlere geçmiş gibi..
Bırakmış gitmiş yapmıyor ama diplomam da var demekte..

İşte bütün bu birlik ve dirlik, Muhammedi BİZlik ve BİRlik içinde buluşmayı yaşamadıktan sonra bu hayal bizi nereye götürür…
Onun için arada sırada mezarlığa gidip mezar taşlarına sormak lâzım:
“Sizi nereye getirdi?”
Bizi de oraya götürecek çünkü…
Biz bütün bunları ne cennete tez elden gidelim, nede cehennemden kurtulalım…
Biz bunları isteriz…
Cennete gitmekte isteriz, cehennemden kurtulmak…
Fakat bunların tümünün ötesinde Allahü zü’l-Celâl’in açık bir emri vardır…
“Allah ve Resûlüne teslim olunuz.”
Yâni Müslüman olunuz…
Âyetlerde vardır…

“Kaletil a'rabü amenna kul lem tü'minu ve lakin kulu eslemna ve lemma yedhulil imanü fi kulubiküm ve in tütiy'ulahe ve Rasûlehu la yelitküm min a'maliküm şey'a innellahe ğafurur rahiym : Bedevîler «inandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama «İslâm olduk.» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hucurât 49/14)

Ve yine;

“Ya eyyühellezine amenu aminu billahi ve Rasûlihi vel kitabillezi nezzele ala Rasûlihi vel kitabillezi enzele min kabl ve me yekfür billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi vel yevmil âhiri fe kad dalle dalalem beiyda : Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam mânâsıyle sapıtmıştır.” (Nisâ 4/136)

“Ya eyyühellezine amenu amenu”
“Eyyy Allah’a inanlar “amenu : bir daha inanın”
Bize hitab “ey Allah’a inananlar “amenu” bir daha inanın”
Ne demek?...
İnanmış bir insana hitab ediyorsunuz…
“Ey Allah’a inananlar”
Eee “buyur!” diyorlar…
“Amenu” diyorsunuz…
Bir daha inanın…
Haaaa…
Akıllarıyla inananlar!
Naklede bir zahmet buyurun, nakle nakle!…
Allah’ın kitabına bir bakın…
Bir daha inanın, bir daha inanın!…
Tekrar bir daha düşünün!…
Aklınızı nakille birleştirin de inanın bakayım buyurun!…
Sistemin sahibi olan Allahü zü’l-Celâl nasıl bir iman emretmiştir…
Neyi emretmiştir?…
İşte onun için, ben yakınım olduğu için yâni sevdiğim için söylüyorum…
Kendisine de söyledim zâten…
Yine de söylerim karşılaşsam…

Meşhur birsiyle buluştuk bir zamanlar..
Çok hayır hizmet yapmıştır…
Camiler donatmıştır…
Onun çok genç yaşta bir kızı trafik kazasında gidince …
Her yere onun adına eserler yaptı…
Çünkü adamın varlığı da vardı…
O acıyı kapatamadı çünkü…
Sanki ben Ankara da manevi olarak görevlendirildiğim için gitmiştim…
Kendisiyle görüştüm…
Bana çok büyük hüsn-ü kabul gösterdi…
O holdinginin büyük salonunda kızının göğüsleri gözükmeyen çıplak bir resmi vardı…
Çok iyi bir ressam yapmıştı…
Hatta kıble tarafı bura mı diye de gösterdim, resmin olduğu tarafı yâni…
O da : “Bu acıyı kapatamadım!” dedi…
Bende : “Farkındayım” dedim…
Şunun için söylüyorum bunu…
“Çok hayır hasenat yapmışınız”
“Evet yaptım efendim çok yaptım”
Bir sürü şeyler konuştuk…
O evrensel nurdan bahsediyordu…
Bu kişi bana bazen yazılar falan gönderiyor şimdi…
Ahmet Kayhan dedeyle de görüşürmüş sık sık…
Evrensel nur…
Ben dedim ki : “Evren dediğin senin iğne ucu değildir. Sen Muhammedi Nur’a geç. Nur-u Mim’e geç. Bu A. H.cılığı bırak!”…
Ve ayrılacağımız zaman sizi temin ederim ki, o sekreterleri ve müdürleri falan, “efendim şu bu” dedikleri zaman onlara çok kızdı, dedi ki : “Gidin başımdan”…
Ve hüngür hüngür ağlıyordu…
“Bana söyleyeceğin bir şey var mı?” dediğinde şunu söyledim:
“Sen her yaptırdığıyın alnına “Falan’ın adına” yazmışsın. Düzelt bunu. “Falanı’ı Yaratanın adına” yaz da paçayı kurtar!”
Şunu demek istiyorum…
Tüm bu sistem Allah’ındır…
Maddesi, mânâsı…
Küllî şey Allah’ındır…
Herkes Allah’tan alıp, Allah’ın malını Allah’ın kullarına verir, vermez…
Eğer gerçeği bilirse…
Allah’ın emâneten ellerini kullanıyoruz…
O’nun malını kullanıyoruz demek istiyorum…
Her şey O’nundur…
Ortağı olmayanındır…
Bu tablodaki bütün resmin her zerresi Ressam’a aittir…
İster cennet yapar, ister cehennem yapar…
O’nun bileceği iştir…
Bizim bileceğimiz iş ise; Rasûlullah efendimizi duymak ve uymaktır…
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i bilmede, doğru dürüst bulmada, gerçekten Muhammedi olmada ve Muhammedi şuuru bizzat şehâdetle yaşamakta, hayatta yaşayıp Şâhidi olmakta birbirimizin hizmetçisi olalım inşallah!…
Ve birbirimizin dünyada şefaatçıları olalım âhiretten önce…
“Fedhuliy fiy 'ibadiy” olabilmek için birbirimizin zincirleri olalım…
El ele verelim birbirimizle…
İnşaallah Nur-u Muhammed aktaralım…
Direkler gibi başımızdan, kalblerimizden, küplerimize Allah’ın Nuru geçsin!…

İşte burada bu tesbihe, kalbi mühürlüler dizilemez…
Çünkü onların ip geçecek yerleri yoktur…
Çatlak, patlak, öte, böte bunlar da dizilemez…
Dizilse de zâten parçalanır…
Çünkü sadakat ehli değildir…
Onun için hepimiz ne yükseğiz, ne alçağız…
O iki tâbir Muahmmed Aleyhi’s-selâmda yoktur…
Eğer aklımızı vicdanımızı kullanırsak Muhammed Aleyhi’s-selâm, önümüzde İmam olsa bizimle aynı seviyededir iman seviyesi…
Bizden yukarda da alçakta da hâşa değildir…
Azlık-çokluk değil seviye…
Aynı seviyede iman, amel, ahlâk ve hâl olarak İmamımızdır…
Çok iyi anlamamız lâzım…
Biz birbirimizden bir zerre kadar ne fazlayız ne eksiğiz…
Çok bilenimiz, az bilenimizin hizmetçisidir…
Ve az bilenin çok bilenin üzerinde bir hukuku vardır…
Hakkı vardır…
Onun anlayacağını bilirde söylemezse Allah soracaktır…

Haaa!…
“Domuzlara inci takmayınız!.”
Ehli olmayan, gerçekten açıkça cahilce olanlara Allah’ın sırrını vermeyiz, bizde içimizde öyle bir insan görmüyoruz…
Allah korusun, öyle bir insan da yok demek istiyorum…
Onun için bizim bu çalışmalarımız, benim şahsen düşündüğüm şu anda ki bu yirmi dört kişilik çalışma gurubu temelinde şunu amaçladı:
Esas genç olan kardeşlerimiz, kız-erkek…
Çünkü bizim kızlardan da çok sıkıntımız var…
Hanımlardan…
Neden?..
İslam âlemi, Allah kadınla var etmiştir…
Muhammed Aleyhi’s-selâm kadından doğmuştur…
Teklik sıfatı kadından yürümüştür…
İslam’a dört yıl ilk iman eden Hatice validemizdir…
İlk şehit kadındır…
Kadın İslam’ın rotudur…
Bel kemiğidir…
Anasıdır…
Kadın çöktüğü için İslam Âlemi çökmüştür…
Yok olmuştur…
Bugün Fatümatüz Zehra Vâlidemizin nerdeyse kızı kalmamıştır toplumda!…
O kadar kısa sürede yok edildi ki, mahv olduk!…
Olduğunu sananlar ki böcekler gibi bürünüp, sarınıp, dürünüp yürüyenlerin kahkahası yâni söylemek istemiyorum…
Kaç sokak öteleri çınlatmakta bazen..
Bunlar Muhammedi şuurdan, Muhammedi nurdan habersiz, çeşitliiii firaksiyonların elinde oyuncak halinde kullanılır haldeler…


Canı yürekten yapıyor gibi, fakat ne çare ki ipin ucunu tutan Muhammed Aleyhi’sselâm değilse!…
İşte o zaman tehlike…
Yoksa Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i seven, sayan, bilen, hakikaten bulan kişilerin ayaklarının altına biz de türab oluruz…
Olmuşuzdur da…

İşte bütün bu söylediğimiz şeylerde, bizim hiçbir kardeşimiz bizden bir şey öğrendiği takdirde bize minnet duyamaz…
Duyarsa kendi hak kaybeder…
Çünkü Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın adına yapılan bir hizmette ödenecek bir bedel yoktur…
Onun bedelini Allahü zü’l-Celâl ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem takdir edecektir…
İnanç böyledir çünkü…
Herkes, hep BİZlikte ve BİRlikte hizmet görmekteyiz hepimiz…
Bir kişi, bir kişi velev ki, diyelim ki dünyanın en kötü kadını, herkesin şeriat bakımından taşlayıp öldüreceği bir kadın dahi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin kapısını çalmıştır nitekim…
“Ben duymadım git!” demiştir…
Dört halifeyi dolaşmıştır…
Sonra halife olanları…
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ne dedi?”
“Ben duymadım” dedi”.
“Bizde duymadık” demişlerdir…
Yâni ne demek?..
“Tövbe et, istiğfar et, Fatmatüz Zehra ol!” demektir…

Demek istiyorum ki; başka gidecek kapı yok!
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin kapısı “BİZ Kapısı”dır çünkü…

Yâni kötü yoktur…
Eksik vardır…
Yanlış vardır…
Genç vardır…
Bilemeleyen vardır…
Alışkanlıklarını yenemeyen vardır…
Uğraşan vardır…
Didinen vardır…
Bir sürüüüüüü herkes kendi içinde öz hesaplarını bir Allah bir kendisi bildiği bir âlemde çözmeye çalışmaktadır…
Biz bunları karıştırmak değil…
İnşaallah haremine girerek de değil…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ve Kur’ân-ı Kerîm ’in hükümlerini üzmeden, kırmadan, yıkmadan anlatarak, söyleyerek çözümler bularak, arapsaçı gibi gözüken o karanlıklardan bir ferec, bir çıkış yolunu göstermemiz gerekir inşâallah…

(1. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


İşte bugün söylemek istediğim şey, bu yirmi dört kişiyi, bu yirmi dört kişilik gurup yeterlidir…
Çünkü Gökhan canım soruyordu bana yâni “daha fazla yapalım mı?” diye…
Bence gerek yok, çünkü bizim maksadımız çok kişi tarafından duyulmak falan da değil…
Esas amacımız; böyle bir çekirdek kadronun oluşması…
Bunların, meselenin özünü astarını çok iyi öğrenmeleri, kendi hayatlarında yaşamaları ve önümüzdeki, bizler diyelim ki ben altmış yaşındayım birgün çekipte öbür âleme geçtiğimiz de Muhammedi hizmetin yürümesi açısından, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizin güvendiği ilmine, edebine, irfanına ve erkanına güvendiği gençler kalması için bunlar hiç fark etmez, kim olursa olur, olur da olur burda hepsi, herkes lâyık buna demek istiyorum, lâyık ki burda zâten…
İşte bu da öyle çözümlenemez bir iş, bulunamaz bir iş, yapılamaz bir iş felan değildir…
Bi Rahmetike ya ErhamerRahîmin.
Bi Rahmetike ya ErhamerRahîmin.
Bi Rahmetike ya ErhamerRahîmin.
Üç kere arka arkaya sadakatla söyleyene Allahü zü’l-Celâl buyurur ki:

“Lebbeyk : “Emret!”…
Bu hadis-i şeriftir…
Üç kere söyleyene arka arkaya, Allahü zü’l-Celâl buyurur ki:
“Lebbeyk : “ Ne istiyorsun?”…
Bu “Lebbeyk” diyen Allahü zü’l-Celâl’dir… “Buyur!” diyen…
Bizim dinimiz bu kadar açık, seçik ve nettir yâni öyle bilmece, bulmaca, çözmece yoktur, açık seçiktir…
“Allah!”
“Buyur?”
Sana bakar…
Onun için Siirtli Hocamın, Efendi Babanın bir sohbetinde bir tarikatçı arkadaş geldi…
Genç bir çocuk, heyecanlı, yerinde duramıyor, çok kanı kaynıyor, hakikaten de samimi, dürüst…
“Efendim bende tarikattayım.”
“Ne güzel” dedi…
“Efendim biz de zikrediyoruz.”
“İyi edelim oğlum edelim.”
“Efendim ben elli bin "Allah!" diyorum” deyince Siirtli Hocamın sigortası attı…
“Ulan oğlum biz on kere Allah diyemiyoruz. Kasnak mı çeviriyorsunuz siz.” dedi…
“Siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz.”
“Elli bin kere "Allah" diyen adam, ne dediğini bildiği yok!” diyor…
“Biz on kere diyemiyoruz!”
Bütün mesele şuûrdur şuûr…
Dediği çok önemli yâni…
Adam sözünün ne dediğini bilmiyorsa…
“Eee git bunu öldür”…
Dedim “git öldür”…
Bu sözü, ne dediğini biliyor musun sen?..
Yâni “Allah yok dediydim”…
“Allah yok!” dediysen kafir oldun sen işte…
“Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Resûlullah” dediydim bir Hıristiyan için.
Ee güzel ya işte İslam oldun ya…
Efendim İslam için bir millet ölüyor, binlerce insan ölüyor, doğrudur…
Hepsi şehit oluyor…
Haçlı seferleri oluyor…
Beşincisi geliyor, altıncısı geliyor… geliyor…
“Efendim adam bir kelimeyle Müslüman oldu” evet efendim…
Bir kelimeyle olur, bir kelimeyle çıkar.
Yalnız, buradaki bütün mesele Muhammedi şuûrdur…

ZEVK 833

“ ilâhe illa Allah” tır, kast-ı Muhammed Mustafa
On sekiz bin âlem üzre post-u Muhammed Mustafa
Kıyam-rüku’-secdesi hoş, tâhiyyatta selam “O” na
Dünya – âhret âbâd olur, Dost-u Muhammed Mustafa…

26.04.1991 08:24 dr.


Haa bir şey yazmışlar…
“Lâ ilâhe illâllah’tır kasd-ı Muhammed Mustafa”
Bütün bu sistem “Lâ ilâhe illâllah” için yaratılmıştır…
Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü vesselâm’ında bir tek kasdı vardır, tek görevi vardır…
O da nedir?..
“Lâ ilâhe illâllah”ı Allah’ın Rasûlullah’ı olarak söylemek İmamlığıdır…
Tebliğidir…
Tenziridir…
Tebşiridir…
Ve bir yerde de teşhididir…
Tebliğ şeriat…
Tenzir tarikattır…
Tebşir mârifettir…
Teşhid hakikattir…
Allah’ın bu kanunlarını Allah(c.c.) adına, yâni Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın mübarek ağzıyla şahidi olma şerefidir.
Onun için kasd-ı Muhammed Mustafa “Lâ ilâhe illâllah” tır…
Başka türlü olamaz…
Söyleyeceği son söz budur…
O’nun ve O’nu duyup ve uyanların söyleyeceği tek kelime budur…
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah”
Ne diyosun?.. ne diyorsun?...
“Eşhedü enne Muhammeder Rasûlullah”
Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın söylediğine şahidim yâni…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a şahidim…
Neyine?..
Ben O’nun dediğini duydum ve uydum, O’na şahidim…
Bu!..
“Onsekizbin âlem üzere postu Muhammed Mustafa”
Onsekizbin âlem Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü vesselâm’ın nurundan halk edilmiştir…
Yâni içindedir, özündedir demek istiyor…
“Kıyâm, rüku’, secdesi hoş, tahiyatta selâm O’na”
“Dünya âhiret âbâd olur, Dost-u Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vessellem”

Bu 91 deki bir şiir, dairede yazılmış bir şiir, bir dörtlük zevk daha doğrusu…

“Kıyâm, rüku’, secdesi hoş”…
Ne kadar ilginç…
Kıyamda okunur sadece Kur’ân…
Başka yerde okunamaz…
Çünkü şeriat âlemidir kıyâm…
Allah(c.c.) karşısında duruştur…
Tek duruştur…
Alnı alnına hesaptır…
“BEN”in hesabını gerçek gerçek “BEN”e veriştir yâni…
“BEN”i Allah’a veriştir…
Ben falanın, Allah olan “gerçek BEN”e verdiği hesaptır kıyâm…
Onun için orda âyet okunur…
Allah’ın kelâmı okunur…
Rüku’ tarikat makamıdır…
Secde mârifet makamıdır…
Neden iki secde?..
Neden olacak; birinci secde Rahmâniyet secdesidir… Beden ve nefisten geçiş kapısıdır…
İkinci secde ruh, sır vs ye geçiş kapısıdır… Rahîmiyet kapısıdır…
Mârifette böyledir…
Çünkü mârifet ara kesittir…
Ondan sonra artık öbür tarafa geçti mi başka âlem başlaaaaar…
Onun için tahiyatta ne yapılır tahiyatta?...
Tahiyatta; “Essalâtu vesselâmu aleyke ya Rasûlullah” denir…
Başka bir şey denmez…
“Ettehiyatü lillahi”
“Ettehiyatü : vallahi ben diriliyorum”
“Tahiyye : diriliyorum”
“Ettehiyatü lillahi”
Vallahi Allah’da diriliyorum… Hayy oluyorum…
“Vesselevat : ve ben sılamı buldum” yâni…
Gerçek ulaşım yolumu buldum…
Tıpkı kardeşlerin göbek bağı gibi… yâni…
Beş çocuk doğurmuş bir kadının, beşinin de göbek bağları kesilmemiş gibi çekerek gelen bir bağ…
Nereye gelir bu bağ?..
Bu bağ bu ananın canının canına gelir…
İçinin içine, özünün özüne gelir…
Ettahiyat böyledir yaa… Sıla…
Ettahiyatta selâm olsun O’na…
Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammed…
“Dünya âhiret âbâd olur”
Böyle oldumu, bu sıla bağlandımı, sıla-yı rahim Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğinde gerçekleşti mi…
Diri olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dan bahsediyoruz biz, Medine’de yatan Abdullah Aleyhi’s-selâm’dan değil…
Allah’ın Kendisinden sonra ilk halkettiği Nur-u Mim’in Resûlünden bahsediyoruz…
Kıyamet günüde “Buraya gelin! Buraya gelin!” diyenden bahsediyoruz…
“Kevserin başında olurum. Ravzanın başında olurum. Beni şurda bulun, burda bulun.” diyen, cennet kendisinin nurundan yaratılan Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’den, O’na ulaşmaktan bahsediyoruz…
Hayali, uydurma, kaydırma, tahmini vs değil…
Açık, seçik, net…
Allah Hayy, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Hayy…
Açık… Net… Bilinen bir şey…
Söylemiyorlarsa söylemesinler…
Saklasınlar ya da bilmiyorlarsa bilmesinler…
Devam etsinler…
Gümrük kapısına kadar…
Orda görüşülür demek istiyorum…
İşte “dünyası, âhireti âbâd olur, Dost-u Muhammed Mustafa” …
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vessellem kimi dost edinmişse mesele bitmiştir…

Artık Allah’ın izni ve inayetiyle bütün bu güzellikler, özellikler yaşanır, fiilen yaşayışa geçer…
Artık hiç kimse, kendi nefis atını ruhun kalb sarayına çıkarıp et ikram ederken, ruhunu atın ahırı olan bedene indirip ot yiyeceksin diyemez…
Bu dönem kapanmıştır…
At olan ahırda ot yiyecek, süvari sarayda et yiyecek kardeşim, Allah böyle istemiştir diyecek yâni…
Aksi takdirde kimin nerede ne yediğini, sanki elektrikler kesilince bilmediği bir evde mutfağı-tuvaleti karıştırmış bir kişinin nerede ne yediğini fark etmiyorcasına başı boooş…
Sen ne söylersen söyle…
Canının istediğini söyle…
Kokudan anlaşılıyor ki sen mutfakta değilsin…
Bu kadar açık, net…

Konuşmalar, söylemeler, kapıda ne yazmalar vs ler önemli değildir…
Önemli olan ne yeniliyor, ne içiliyor, ne deniliyor ona bak sen…
İşte bu…
Baştaki beş delik ve başın altındaki bedende iki delik…
Beş delik bu iki deliğin emrindedir hep…
İmtihanda buradadır ve ilginçtir…
Onun için baş kudsaldır…
Allahü zü’l-Celâl’in en yüce sıfatlarının tecelli yeridir…
İki göz görüş, iki kulak deliği dediğimiz iki duyuş ve tek delik ağız, dil, koku, söz, şu, bu…
Sakın sakın haram girmesin, yalan çıkmasın deliği…
Ve hiç sesleri çıkmıyor gibi duran bedendeki üreme ve boşaltım delikleri…
Alttaki iki delik…
İşte bunlar “BEN” dediğimiz kişiliklerin, bu bedenlerin, bu cisimlerin, resimlerin şuanda nazına oynadıkları, gece gündüz hizmetinde bulunduğumuz bu yedi delik ve yedi nefis…
Bunlar yedi nefistir aslında…
Ve bütün bunlar tek tek bilinmeden, bulunmadan, olunmadan hiç birşey olmaz…
Geçen gün bir arkadaşımızın yakını için Andızlı mezarlığına gittik, orda çok yakînen tanıdığımız, yirmi sene birlikte yaşadığımız insanların öldüğünü gördük, kendi kendime dedim ki:
“Bu insanda çok güzel işler yapmıştı, çok kötü de yapmıştı. Vay anasına demek ki hepsi boşmuş ve hesaba çekilecekmiş”… Gerçekten…
Bir hayal yâni… Rüya yâni… Belki rüya bile değil…
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem:
“Herkes uykudadır. Öldüğü zaman uyandığını anlayacaktır.”
Kim bunlar?..
Ölmeden önce ölemeyenler, tatlı canlılar, yalandan ölenler…
Yâni uydur kaydır tasavvufçular…
Şunu öğrenmiş de, bunu öğrenmiş de, ne bileyim ben fenafinnefs nedir, fenafillah nedir?…
Yâni iki yaşındaki çocuk soruyor ki, işte diyor ki :
“Ben yarın evlenirim, bir günde dokuz tane çocuğum olur!” gibi böyle saçma sapan şeyler…
Mantıksız, şuursuz… Olası şeyler değil yâni…
Bunların bir mantığı yoktur…
Onun için biz bir şey aramıyoruz ki bulalım…
Bir şey istemiyoruz ki verilsin…
Bir şey sormuyoruz ki söylensin…
Biz bir tek bir şey biliyoruz…
Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i duymak ve uymak istiyoruz…
Hepsi bu kadar…
Başka hiçbir derdimizde yok…
Ham dolsun yok yâni…
Eğer duyar ve uyarsak mesele bitmiştir…
O kadar basit ve rahattır…
Yeri yoktur… Herkes bulunduğu yer kendi kaderidir ve en güzel yeridir…
Kadındır, erkektir, dünyanın o köşesindedir, kolay iştedir, zor iştedir, Musa’dır bir Firavun çıkmıştır olabilir, ne bileyim ben Nemruttur bir İbrahim denk gelmiştir olabilir, kaderdir yâni bunlar hep olacaktır…
Fakat nefsin ne yapacağı çok önemlidir…
İmtihan olmaktadır onu demek istiyorum.
Zaman da önemli değildir…
Hâl de önemli değildir…
Çünkü hepsi geçicidir…
O da geçeeeeer, o da geçeer…
Geçmeyen ne kalır bu âlemde…
Kim geçmiyor ki onlar geçmesin…
Her şey geçer…
Geçmemesi gereken bir tek şey var…
Her nefesin şehadeti var…
Demin demiştim, o demin gitti yeni bir demin geldi…
Şimdi dedim, şimdi gitti yeni şimdi geldi…
Yine “Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Resûlullah”
Bizi bu noktaya getirmeyen imân, imân değil...
İbadet, ibadet değil…
Hiç bir şey, bir şey değil…
Çünkü işin anası, astarı, temeli budur…
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeder Rasûlullah” dır.
Onun için bizim gençlerimiz özellikle, kardeşlerimiz, yavrularımız Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimize karşı, gerçekten çok iyi bilmeleri lâzım, bulmaları lâzım, gerçekten yürekleri Muhammedi olması lâzım ve yaşamaları lâzım ki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizi sevebilsinler.
Bu çok önemli…

Ömer (r.a.) çok bıçkın bir insan, çok hızlı Müslüman olmuştur, sadık Müslüman olmuştur…
“Ya Rasûlullah sana anam babam feda olsun” buyurduğunda Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem:
“Hayır” demiştir. “Sen imân etmiş olamazsın.”
“Neden ya Rasûlullah”
“Nefsimden de çok seviyorum Seni demediğin sürece imân etmiş değilsin.”
Demiştir: “Nefsimde feda olsun ya Rasûlullah”
“İşte şimdi imân ettin.”
Onun için tanımadığı bir insana, bilmediği bir insana değil canını, saçının telini bile vermez kimse… vermiyor zâten… lafa gelince söylüyor…
İşte bütün bu… önümüzde ki, buradan baktığımızda Kâbeyi görmek kıbledir.
Ama buradan baktığımızda buradan Kâbeye kadar önümüzdeki putları temizlemekte tasavvuftur…
Allah’dan başkası olmaması gerekir…
Bir tek kişi olur, o da Allah’ın İmamıdır, O da aramızda değildir, bizi oraya yönlendirmeye, götürmeye görevli olandır, döndürmeye…
İmamdır yâni…
Ara değildir, onu demek istiyorum…
İşte bütün bu anlatmaya çalıştığım, bu özellik ve güzelliklerin tümünde Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı biz zaman zaman Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerin ışığında ve nurunda inşaallah inceleyeceğiz…

Burda demin bir ara bahsettim:
Besmelenin, hamd etmenin mahiyeti özellikleri, bunlardan bahsedeceğiz bir zaman…
Akılı doğru dürüst bir ele alacağız, çünkü akıl Allahü zü’l-Celâl’in aynasıdır…
Akıl her şeydir daha doğrusu…
Nefis ve diğer letâifler akıl sahnesinde var olurlar…
Aklı çektiğiniz anda ne Yaratan kalır, ne yaratılan kalır, ne de imtihan kalır…
Fakat aklın mertebeleri, nakille buluşması ve aklın takvası, Allah’tan korkması, Allah’a inanması, Muhammedi edebi doğru dürüst yaşamaya başlaması ve akılla beraber nefsin çeldiricileri nelerdir, şeytanlar, şeytanlaşmışlar, bunlar neler bunlara bakacağız…
Nakil dediğimiz şey nedir…
Kitab nedir, Sünnet nedir, Kur’ân-ı Kerîm’e sarılmak, sünnete sarılmak, hadislere sarılmak nedir…
Ve burada çoook çook önemli bir şey var: Bid’atlar…
İblis; elbise kökünden gelir… telbis kökünden gelir…
İblis; batıla ve şerre, daha doğrusu kötülüğe iyilik elbisesini giydirip iyi kabul ettiren demektir…
Elbise giydiren demektir, iblis…
Öyle süsler, öyle değiştirir, öyle bir yapar ki : “işte hakikat bu” der kandırır, cehennemi cennet gibi yapar, neticede çökertir…
İşi bu çünkü… işte bunun için iblis denmiştir…
Elbisede o kökten gelir…
Bunu bid’atla yapar genellikle…
Yavaş yavaş… yavaş yavaş… yavaş yavaş… yavaş yavaş…
Efendim ne diyor işte, söylüyor adamlar, yapıyor açıkça yapıyorlar artık …
Bir gün gelir “Faiz haramdır, yiyenler Allah’a ve Peygambere savaş açmıştır” âyetlerini alır, işler, arkasından bir holding kurar, arkasından bir banka kurar, bankasının da derki: “bak bura İslam bankası bak, kâr-zarar ortaklığı” , binlerce insanın parasını toplar adına islamın en değerli kelimelerini diyor, öte diyor, böte diyor, sonra hepsine el koyar, amerikan yahudilerine peşkeş çeker ortaklık kurar, sonra döner “faiz değil bu” der, arkasından olmadı banka yapar, finansı minansı bırakır düpedüz banka yapar, kredi alır-kredi verir, faiz alır-faiz verir…
Bir insan faiz yeseydi günahkâr olurdu, ömür boyu yeseydi hatta…
Allah bilirdi hesabını…
Ama “faiz helal” dediği için kâfir oldu, İslam dışına çıkarır…
Kendinin çıktığı bir tarafa insanları da çıkarır…
Bunlar nedir?..
Bunlar bid’attır…
Ne biçim bid’at?..
Küfre götürücü bid’attır…
Herhangi birisi desin ki: “faiz değildir” dese bana göre küfre girer…
Çünkü faizdir…
Açık seçik faizdir…

Biz bunun derdinde değiliz…
Faiz yiyebilir bir insan işinin gereğidir, gider bankadan yemek istemese de para gönderiyor, para alıyordur, ticaret yapıyordur, bu bir günahtır yâni yapmak zorunda olduğu için yapıyordur, istediğinde de değil…
Yapsın demiyorum ama yapıyorsa da “helal” dediği anda başka yere gider…
Onu demek istiyorum…
İşte bu…
Başka şeylerde vardır…
Bid’atlar nelerdir..
İnançta bid’at, amelde bid’at, efendim ahlâkta bid’at var…
Bunlara karşı Kur’ân-ı Kerîm Peygamber Aleyhi’s-selâm’ı ve Allah Dostlarının koydukları şeyler nedir…
Ehl-i sünnet kimdir…
Sapıklar nerde sapmıştır…
Ana şeyleri ile girmek suretiyle demek istiyorum…
Allahü zü’l-Celâl’le ilgili, belli Peygamber Aleyhi’s-selâm’ın müsaade ettiği şekilde Zâtıyla ilgili, sıfatıyla, fiilleriyle, Şe’enullahla ilgili şeylerden bahsedeceğiz inşaallah…
Yâni böyle kısım göreceğiz…
Bunun devamında; dünya hayatı, kıyamet alâmetleri, bunları işleyeceğiz…
İmân, taklidî imân-tahkikî imân geçişleri ve yaşayışları…
İnsan sınıfları…
Vahyi olanlar, Allahü zü’l-Celâl’in seçtikleri peygamberler…
Peygamberlerin seçtiği veysîler… Veysel Karâni gibi…
Veysîlerin seçtiği vehbîler, şemsîler ve onların seçtiği bizim gibi kesbîler yâni çalışarak kazananlar…
Çalışırsa bir yerlere gelir, yapar bir şeyler… Emeğine bağlı…
Bu insan gurupları nelerdir…
Bunun altındaki hayvanlar, üstündeki melekler nelerdir…
İnsanın altındaki hayvanlar ve üstündeki melekler nelerdir…
Bu şeylere bir bakacağız…
Yâni öncelikleri tabi istendiği takdirde şey yapabiliriz…
İlim nedir, edeb nedir, hikmet nedir ve takva nedir…
Bunların yerleri mesela…
Ahlâk kalbîdir…
Amel nefsîdir…
İnanç direk bedenîdir…
Hayâlen namaz kılamaz kimse…
Bu bölümleri göreceğiz…
Kötü ahlâk-iyi ahlâk nedir ve hangi nedenlerle bunlar insanı çok kısa bir sürede şirke çeker, küfre çeker buna bakacağız…

Şimdi burada da şunu arz etmek istiyorum:
Bedenin terbiyesi gerekiyor Muhammedi sistemde…
Nefsin tezkiyesi gerekiyor, temizlenmesi gerekiyor…
Kalbin tasfiyesi gerekiyor, arıtılması gerekiyor…
Ruhun tecliyesi, cilalanması gerekiyor…
Çünkü ruh Allah âlemindendir, içine hiç bir şey alamaz, cam gibidir yâni, dışından kirletebilirsiniz, içeriye giremez zâten birşey…
Ancak bir ampule sinek pisliyor gibi durmadan yaparsa veya siyah boyayla boyarsanız içindeki nuru göstermiyor sanırsınız ama siz kirlettiğiniz için göstermiyor, yoksa onu silseniz yine içindedir o, içine giremezsiniz, emir âleminde olduğu için…
Amaaaa kalb falan öyle değildir, onlar sizin elinizdedir, oraları duman edebilir yâni, her şey yapabilir…
Onun için de zâten bu kirlenmelerde ne gibi şeyler var…
Mesela riyâ nedir, gizli riyâ nedir…
Bu çok önemli bir husustur…
Uzun emel, çok hırslı olmak, hain olmak, hased olmak, fesat olmak ve bunların doğurduğu yalan vs gibi öne çıkmak, insanlara tahakküm etmek, kibir duymak, kin sahibi olmak ve bütün bu siyanür gazı gibi çok aşırı şekilde, kısa sürede zehirleyici ve öldürücü iblis nefesleri, ahlâkları, hâllerine karşılık İslamın kendisinin getirdiği, ne bileyim ben, riyâya karşı tevekkül sahibi olabilmek, tamaha, aç gözlülüğe karşı ihlas benzeri şeyler ne olacak…
İşte şeytanın cüz-i irademizi aklımıza karşı saldırıları ne olur…
Bunlara karşı İslam ne gibi sistemle ona karşı gelmiştir, karşı koymuştur…
İnsandaki hased, şeytanın bir numaralı ahlâkıdır…
Yalan hasedden doğar zâten…
Her şey hasedden doğar…
Ve hased olduğunu kişi çok az anlar yâni…
Daha doğrusu çok az anlaşılır…
Hased olduğunu bilemez kişi…

Ve bu hased, hiç bir şey yokken iblisin başını belaya sokmuştur…
Yalan söyletmiş her şey yaptırmıştır…
Bu hased; “topraktan yaratıldı, bir balçıktan, kokmuş bir balçıktan yarattın, sonra da kokmuş bir leşken Adem’i benden üstün kıldın ha!” diye kaldırıvermiştir,
Hasedden dolayı duman etmiştir ortalığı, kendisi de kötülerin lideri olmuştu İblis…
İşte burada ki; hasedin doğurduğu yalan, kin, gazap, aşırı kızgınlık, yıkıcılık, kibir, kendini beğenmişlik, sözünde durmamak, hilim sahibi olmamak, şüphe, suizan, şom ağızlılık, uğursuzluk, elektriksizlik deniyor ya şimdi böyle negatiflik yâni, bunlarda zamanla yerleşe yerleşe mikrop gibi bir adamı nasıl çökertiyorsa, bu gizli mikroplar onu da çökertebilir…
Bunu dışında aşırı mal sevgisi, cimrilik, hep cimri olmak, hırs, hiç doymamak…
Karşı olarak; zühd sahibi olmak, kanaat sahibi olmak, Allah’ın zengin-kendisinin fakir ve biçare (miskin) olduğunu, her şeyin Allah’ın olduğunu bilebilmek…
İsraf, her şeyde israf ne, neler olabilir…
Bunlar bizim tasavvuftaki nefis temizlenmesinde, kalb tasfiyesinde dediğimiz bölümler bunlardır…
Acelecilik, kaba olmak, katı olmak, hayâsızlık, sürekli şikayet etmek, hiç memnun olmamak, hiç kendinden memnun olmamak, kendi özünde denge kuramamış, evinde denge kuramamış, toplumda denge kuramamış, Allah dengesi aramak, bir hayal içinde olmak…
Bütün bunlar tasavvufta olmaz, bunlar zikkedir çünkü…
Bir hayvanı bile bir yere, bir tek yere zikkeleseniz bile sizin arkanızdan koşamaz artık…
Kırk yerden zikkelenmiş bir insan kıpırdayamaz bile, ancak kafasının içinde kıpırdar…
Bunların zikkeleri, zincirleri kesilmesi lâzım…
Rasûlullah efendimize de uyamaz, kimseye de uyamaz zâten…
Bu belli şeyleri vardır, oralara zikkelenmiştir…
Ömür boyu bunların keyfine oynar artık çünkü, bu nedir?..
Bir at bir noktaya kazıklanmıştır, zikkelenmiştir, yirmi metre bir ipi vardır, yirmi metrede koşar, coşar, her ne edecekse bu yirmi metrelik dairenin içinde eder, dışına çıkamaz…
Ama Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmda böyle değildir…
Muhammedi bir insan mi’râc eder…
İki rekat namazda Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğinde çıkacağı yere çıkar, indiği zaman iner…
Oyun değildir bu…
Laf, söz de değildir…
Haktır, hakikattır, doğrudur, yapmakta boynumuzun borcudur, bir üstünlükte değildir, yapmamak alçaklıktır, bence yâni, ihanettir, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e nankörlüktür…
İşte burda öfke, zıttı; Allah için öfke nedir, buğuz nedir, Allah için sevmek yada sevmemek nedir, fâsık kimdir, fâcir kimdir, âlim kimdir, ârif kimdir, aşık kimdir, bunları inşaallah bir zaman içinde göreceğiz…
Allahü zü’l-Celâl azabından rahmetine geçiş işleri…
Mutlaka yaşamamız gereken, çoluğumuz var, çocuğumuz var, kendimizin boğazımız var yâni, yemek zorundayız bir lokma, hayat var, bütün bunlara rağmen bu dengeleri nasıl kurmalıyız, nasıl kurmuş Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm…

İşte… ve kainatın yürümesinin merkez mili olan şehvet…
Allah celle celâlihu Hayy ismini, ana karnındaki göbek bağına bağlamıştır ve bu dirilik zinciri göbekten göbeğe bağlanarak devam etmektedir…
Kıyamete kadar gelecek torunlarımızın biz Adem babasıyız ve hep diriyiz Allah’ın izniyle…
İşte bu zincir müthiş bir zincirdir…
Onun için…
Haaaa…
Bunu şeytanın eline verirsek elbette zina olur…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın elinde nikah olur,
ALLAHÜ zü’l-Celâl’in saygı duyduğu, hürmeti emrettiği bir noktaya gelir ama öbür tarafa geçtiğiniz de ise tam tersi olur…
Korkunç olur yâni… Rezalet olur… İğrenç olur…
İşte bütün bunlar çooook çook daha burda binlerce şey sayabiliriz…
Dalkavukluk, yağcılık, efendim hakkı söylememek, hafiflik, hoppalık, öte, böyle bir sürüüüü problemler…
Ama bunların çokluğundan ziyade nerelerden gelip, nerelerden gaçtiğidir…
Mesela gıybet, mesela iftira, mesela yetim hakları…
Uçmalar-kaçmalar vs ler ammaaa komşu aç haber yok, alt kattaki yetimi bilinmiyor, bu uçmak Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın uçması kaçması değil, başka iş bu iş…
Demek istiyorum ki, bir kişi lafla Muhammedi şuura ermiş olamaz…
Muhammedi şuur bir bütünlük ister…
Her şeyi yapmayın demiyorum, elde olan yapılır…
İşte burda pek çok olan bu konuları inşaallah Allah’ın izni ve inayetiyle hep birlikte bir program dahilinde sunacağız…
Bunlar bende programlı halde var ama öncelik isteyenler olabilir tabi, bu benim düşündüğüm şey ve muhakkak en doğrusu bu diye bir şey söyleyemem ama mesela gerekir ki şu konuları anlasak da öyle gitsek yada o konulara geçsek…
Mesela ben şuanda önümdeki nota bakıyorum…
İnsan duyduğuna…
Kulak daima görmekten önce gelir Kur’ân-ı Kerîmde…
Bütün şeylerde öyledir âyetlerde…
Bütün şeylerde aşağı yukarı duymak görmekten önce gelir…
Önce duymayı “Semi” sonra “Basîr” gelmiştir arkasında…
Dolayısıyla, halbuki şimdi tam terse dönmüştür, herkes gördüğüne inanmaktadır…

Biz kimden duyacaktık bunu?..
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dan duyacaktık…
Ama görmek duymayı kapatmışsa, davulun sesi Dostun sesini bastırmışsa haaaa o zaman seyret gümbürtüyü yâni…
İşte kulak ve gözün afetleri nelerdir…
Yoksa..
Birisi Siirtli hocaya gelmiş, Sivastan gelmiş dergâh ta boşmuş, dergâhta “buyurun” yazıyor kapısında zâten, demiş “burada dergâh var” gelmiş oturmuş, of pof çekmiş..
“Hayrola noldu?” demiş yaşlı zat:
“Efendim” demiş “ben bu şehirde bir saat bile yaşayamam”
“Ya” demiş “biz 60-70 senedir yaşıyoruz, neden, noldu?”
“Efendim” demiş “her taraf çıplak yav bu ne biçim şehir böyle”
O zaman Siirtli demiş ki:
“Allah! Allah! Vallahi ben hiç görmedim!” demiş…
“Görmüyorum!” demiş yâni…
“Ben hiç görmüyorum!” demiş yaa..
Yâni hakikaten yaa…
“Allah! Allah!” demiş
“Yaa demek, nerelerini açmışlar ben hiç görmüyorum”
“Efendim şurasını açmış, burasını açmış, şu, bu” filan deyince:
“Hocaaaa! Hoca! Senin gözün terbiyesiz!” demiş
“Onlara bakma, onlar uyuyorlar, uyurgezer, sarhoş onlar, onlar senden görev bekleyen insanlar, senden taş bekleyen değil onlar!”

İşte bu bir anlayış meselesidir, görüş meselesidir…
Şurda birkaç sene kalmışsa,
“Bu birkaç seneyi hangi pislikle doldurayım!” vardır,
“Hangi pislikleri temizleyeyim!” vardır…
Bu bir tercih meselesidir…
İmtihan da budur zâten, yapıp yapmamayı Allah bilir yâni…
“Ben hacca gitmek istiyorum” diyorsun, diyorsun ama belki de hava alanına gidemeyeceksin…
Senin elinde değil, sen niyetten mes’ulsun, sen samimi olarak diyorsun ki “ben bu işi yapacağım”…
İşte bu…
Yaptıracak Allah’dır yâni…
Sen zâten yapmaya hazırsın…
İnşaallahuRahman…

Böyle bir program Allah’ın izni ve inayetiyle düşünüyoruz önümüzdeki zaman içerisinde…

(1. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...

Geçen söylediğiniz şeyler beni çok duygulandırdı…
Gerçekten o insanların, Almanya’da da gördüm çünkü aynı şeyi, orda da diyanetin ayrı, tarikatların ayrı câmileri vardı…
Giresunlu bir Mustafa abi vardı çok değerli bir insan…
Bir câmiden bir câmiye nasıl kaçtığını, o câmide ise daha beterine yakalandığını, nasıl parçalandığımızı …
Nasıl Muhammedi Şuurdan uzaklaştıkça bölündüğümüzü…

Gerçekten, işte bütün dünyadaki Müslümanların, İslam âleminin çöküşünün tek sebebi…
Ben Allahü zü’l-Celâl’i ve Kur’ân-ı Kerîm’i, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizden duyduğumuz için Muhammedi diye başlıyorum…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın kapısından girmeden Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak veya Allahü zü’l-Celâl’e geçmek gerçekten mümkün değil…
Onun için Muhammedi Şuur, Muhammedi Nur, Muhammedi Sürur ve Muhammedi Onur taşınmadığı sürece…
Ne diyor insanlar?..
Çeşitli mesela örgütler kuruyor, çeşitli şeyler kuruyor, her türlü şeyin içerisinde ama İslam adına yapıyoruz diyor…
İslamın kendi prensiplerinin dışında bunu yaptığını söylüyor demek istiyorum…
Mesela şunu hiç kimse söyleyemez…
Hıristiyanlarla, Yahudilerle can ciğer dost olanlar kafirlerin ta kendileridir ayetini kimse kaldıramaz…
Diyalog kuruyorduk, öte kuruyorduk, böte kuruyorduk filan bunlar kendilerinin bildiği şeyler ama Allahü zü’l-Celâl’in buyurduğu emir açıktır…
Zaten kabul etmezler sizi, dinlerine girseniz de kabul etmezler anlamında âyet var…
Bundan şunu demek istiyorum…
Onlara düşman olun değil…
Düşman değiliz de…
Yani onların merhametinde bir İslam da olmaz, onu demek istiyorum…
Adam altıncı haçlı seferini, beşinci haçlı seferini başlatıyorum derken…
Şu anda bizim televizyonda izledim de hayret ettim…
İngiltere veliahdı Afganistanda Taliban avına çıkmışta, bu neymiş asker olmak istiyormuş… adam cihad ediyorum diyor… resmen cihad ediyorum diyor… fiilen cihad ediyorum diyor…
Orda resimler çekmişler… gördüm…
Makinalı tüfeğin başında ve adamlar açık seçik haçlı seferi yürütüyor… resmen yürütüyor… açıkça söyleyerek yürütüyor...
Dahası bunun, öyle anlamayalım böyle anlayalım felanı yok…
Siz daha iyi biliyorsunuz, İngilizce konuşmuşlardı zaten…
Bush olsun ya da onun gibi olanlar olsun, diğerleri olsun bütün bunlar en kısa sürede meşhur Kudüs’ü ele geçirelim, yani o civarı ele geçirelim ki İsa Aleyhi’s-selâm gelsin, gelince de Hıristiyanlık gerçekleşsin…
Onları Yahudiler böyle bir oyunun arkasına takmıştır…
İşte Bush ve diğerleri böyle bir hayal peşindedirler…
Bir an önce büyük Yahudi Devleti kurulsunda İsa Aleyhi’s-selâm gelsin, gelince de Hıristiyanlık yeniden doğsun gibi bir saçmalık içindeler…
Ama Bizim için bütün bunların temelinde yatanda Muhammedi Şuurdan uzaklaşmamızdır…
Bu gerek kendi nefsimizde, ailemizde, toplumda ve İslam aleminde böyledir yani…

“Evet başka bir şey söylemek isteyen varmı?..”

“İlim ve edeble kendimizi biliriz, irfan ve erkanla RABB’ımızı biliriz”
“Rabbımızı… çünkü Allah, Zâtullah İsmi ayrıdır… bakın bu çok önemlidir… o Zâttır… Rabb başkadır, Hakk başkadır, Allah başkadır… Onlar birbirine hiç karışmaması lazım… oradaki tabir Rabbinizi yani bizi terbiye edeni biliriz…”

İlim ve Edeble kişi kendini bilir.
Ama İrfan ve Erkanı, Muhammed Aleyhi’s-selâm’ı bulduktan sonra bulabilir.
Yani piyasadan temin edemez…
Kendisine elektrik bağlanırsa, kendi makineleri çalışmaya başlarsa…
Bu nedir?..
Nakli Direk BULursa ve CAN CERYANI alırsa yani, Keban’dan elektrik almaya başlarsa, doğru dürüst sistem çalışmaya başlarsa irfan sahibi olur…
İrfanı kimden alır?..
Muhammed Aleyhi’s-selâm’dan alır…
Doğrudan doğruya alır…
Doğrudan kasdım; elektriği nasıl alıyorsa onu da öyle alır…
O zaman erkana girer…
Yani erkan; rükunları doğru işler…
Artık beden adam bedeni gibi büyük harfle İNSAN Bedeni, nefis büyük harfle İNSAN Nefsi…
Münir Derman Hazretlerinin dediği gibi: “İnsanı İNSAN insan eder”…
Temel daima Muhammed Aleyhi’s-selâm’dır…

Mesela şuanda biz Irakta olsaydık… kaç senedir?.. aşağı yukarı 15 sene İran savaşını da sayarsak, Irakta bir Ayşe olsaydınız şartlar çok değişikti…
Her gün kimin öleceği belirsiz, kimin kalacağı belirsiz…
Bütün bunlara rağmen namaz yine kılınır…
İbadetler yine yapılır… yapılması emredilir…
Yani şartlar çok önemli, doğru tesbitleri yapmamız açısından bunları konuşuyoruz…
Yoksa Allahü zü’l-Celâl işinin başında…
Ne isterse o yapılmaktadır…
Sadece imtihan sahnelerini biz böyle görmekteyiz…
Yani bir toplum, nere ihanet etmişse ora yanmakta mesela…
Şimdi Türkiyede mesela bir savaşa girsin altı ay sonra yerle bir olur bütün bu sistemler…
Her şey mahvolur…
Şunu demek istiyorum kişilerde böyledir…
Mesela; ben kendimdeki gerçekten maddi mikrop gibi manevi mikropları tam tespit etmezsem bu benim için bir hayal olur…
Bir gün başa çıkamayacağım hale geldiğinde, tıpkı bir verem hastası adamı veremi indirdiği gibi yere ya da bir başka şeyi yok ettiği gibi, insanı yok ettiği zaman, mahvettiği zaman görmesi hiç doğru değil…
Bundan önce tedbir olarak bunları bilmemiz, görmemiz, toplumun neresinde problem geliyor, Muhammedi Birliği kaybettiği için Filistin kimin türküsünü çağırdığını bilemiyor…
Yani Suudi Arabistan’dan para yardımı alıyor, Suudi Arabistan kıralı Bush’la beraber elinde kılıçla dans ediyor, Suud Sarayında kendim izledim… poz veriyor… izliyorsunuz beş dakika…
Bir soytarı, bir sahtekar, bir kalleş adam, bir hain adam…
Yani diğer taraftan İran la aynı şekilde… bir başka şeyi söylüyor…
Diğer taraftan Lazkiye; hâşâ “Ali Allahtır!” diyen bir gurupla irtibat kuruyorlar…
Ve böyle böyle… parça parça… parça parça gidiyorlar…

Hakikat neydi?..
Hakikat; Kur’ân-ı Kerîm, herkesin bileceği, hele onların okuyup Türkçeden daha iyi anladıkları şekilde ellerindeyken, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm Rasûlullah olarak Hayy iken, fiilen her bakımdan ortada iken bütün bunları bir tarafa itip parça parça olunca, işte bir milyara yakın Arap ikibuçuk-üç milyon yahudinin elinde, emrinde ve bütün bu sonsuz denecek kadar büyük paralar da tümü Yahudi bankalarındadır hatta Amerikadan falan çekememişlerdir çünkü el koyarlar diye…
Bir parça para bile çekememekteler, çekerlerse herhangi bir örgütle alakası var deyip el koymaktadırlar…
Yok ama öyle el koymaktadırlar…
Demek istiyorum ki bu İslam âlemi bu noktaya nerden geldi?..
Biz, ben iki kere kara yolunda bir de normal şekilde hacca gittik…
Iraktan geçtik…
Beş gün o yolları, o insanları 89 da, 90 da kendilerini gördük konuştuk yani günlerce kaldık oralarda…
Sadece bir rezaletti… gerçekten bir rezaletti… her bakımdan bir rezaletti…
Bir sömürge bile değildi…
Bir devlet değildi…
Ya hiçbir şey değildi daha doğrusu…
Bir kilo muz için arkamızdan bir sürü insanlar koşuyordu yani…
Çünkü yokluğa mahkum edilmiş, çeşitli şeylere…
Bütün bunlara sebep neydi bunu söylemek istiyorum…
Bir gün Kabe’nin üst katı vardır oraya çıkın gerçekten deli gibi ağlamaya başladım yani…
Benim arkadaşlarım vardı, Orhan, hasan Beyler diye beni bulamamışlar, sonra yukarı çıkıp arkadan gelmişler onlar… bi geldiler dediler ki: “Hocam aşk olsun” dediler.
Konuşamayacak kadar ağlıyordum çünkü.
“Ne güzel ağlıyorsun biz hiç ağlayamıyoruz”… dediler.
Dedim ki: “Şaşkınlık yapmayın… beni ağlatan şey aşk meşk değil…
Beni ağlatan şey şu ki; buradaki bir milyon insandan on bin ordu çıkmaz be… onbin kişilik bir ordu çıkaramazsınız… onbin kişi çıkaramazsınız bir milyon insandan”...

Bu bir milyon insan Hacer-ül Esvet taşına gitmek için yüzlerce insanı ayakları altında böyle bir gazete kağıdı gibi ezebiliyor…
Merhametten, muhabbetten, şundan bundan eser kalmıyor…
Şeytan taşlayacağım diye akıl fikir almaz işler çevriliyor…
Şemsiyeler atılıyor kafanız gözünüz parçalanıyor… ayakkabısını atıyor…
Oysa orada duran ne şeytan var ne şu var ne bu var…
Kimin ne yaptığını bilemiyorsunuz…
Böyle şuursuz…
Bunları görmek eksiklik değildir…
Bunları görmek şudur: Sana Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in bir kızı olarak ne görev düşüyor bunu iyi anlaman içindir…
Ne bileyim bir oğlumuz bir kızımız işini öyle düzene sokmalıdır ki, bu kısacık geçecek hayatını, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Şeriat-ı Garrasına hizmetçi olarak nasıl yönlendireceğini ve ömrü boyunca bu yolda nasıl yürüyeceğini, ama dosdoğru yolda, Kur’ân-ı Kerîm ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin sünneti içerisinde kalmak kayıt ve şartıyla…
İşte bunlar bir Muhammedi Şuurun doğuşudur, bunu kaybettiğimiz kıyametler kopar…
Bakın kendi içinizde, kendi içlerimizde kopar…
Evlerde kopar… cehenneme çevrilir…
Yataklar kabre dönüşür kabir azabını burada çektirir…
Ve binlerce uykusuz geceler geçirtir…
Bütün bunlar nereye gelir; Muhammedi Şuurdan yoksun oluşa gelir…
O zaman bu zilleti, bu karanlığı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizin buyurduğu gibi güneşsizlik çilesini yok etmenin çaresi Nur-u Muhammedi yüreklerimizde doğurmaktır…
Buna ise hakkımız vardır, Allah’ın emridir…
Kendi evimizde, vicdanımızda, evimizde yüzümüzü gören her insanda İslam âleminde bu olduğu zaman gündüzdür artık…
Olmadığı zamanda ise karanlıktır…
Yani cehennemdir…
Bu bakımdan diyorum… dediğiniz çok doğru …
Karamsarlık değil bu…
Şimdi hiçbir problemi olmayan bir insan “ne işin var senin bu işlerle kardeşim, işte git orda en lüks yerler var, ye, iç, gez, vur, kır.. ne işin var senin ne yaparlarsa yapsınlar, sen en üstte en güzel şekilde yaşa..” bu nedir?..
Muhammedi Şuurdan uzaklaşmışlıktır…
Yani olmaması gerekendir…

İşte bu…
O dile getirdiği şey…
Önüne gelen kıble tayin etmiştir…
Önüne gelen, önüne gelen…
Akıl fikir ermeyecek şekilde…
Tarifler, sözler, en kudsal değerlerimiz, en kudsal şeylerimiz kılıflara konmakta…
Demin başta söylediğim şey oydu…
Eğer adamın elinden gelse Kur’ân-ı Kerîm bankası kuracak…
Bu kadar hayasız, edepsiz, ahlaksız yani…
Çünkü artık her şey yok olmuş…
Din adına yok bir de işin garip tarafı, acı tarafı…
Bunları söylemek, onları teşhir etmek, zaten bunları herkes biliyor…
Maksat o değil, maksat şu; Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem var ise vardır yok ise yoktur, güneş gibidir kardeşim…
İkisinin ortası yoktur…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem var ise O’nun İmanıyla, Ameliyle, Ahlâkıyla, Halleriyle yaşarsın.
Yoksa, rüya görürsün gece ooooohh bin cennete girer çıkarsın! Rüyada ne ederse eder kişi…
İstediğini eder yani…
İster Kur’ân okur, ister dellenir, ister yellenir istediğini yapabilir serbest çünkü…
Ölü gibidir…
Ordinaryüs olsa da ölü gibidir, bebek olsa da ölü gibidir…
Onlar tüm uyuyanlar ölüdür…
Ayrı âlemin adamlarıdır…

Ammaaaaaaa her şey güllük gülistanlık iken ev yanıyor üç yaşındaki bir kız çocuğu bir çocuk diyelim, annesinin saçlarını yolarak uyandırıyor ev yanıyor diye…
Ağır uykuda annesi uyanamıyor, saçlarını iki eliyle bütün gücüyle havaya kaldırıyor başını ki “ev yanıyor ev!..” diyor…
Uyanmayı görüyor musunuz?..
Ve uyuyanı görüyor musunuz?..
Onun için diyorum Muhammedi Şuur, Muhammedi can ceryanı Nur-u Muhammed bir yere gelmişse oraya Allah gelmiştir…
Yani şuuru gelmiştir onu demek istiyorum…
Yoksa, boş laftır…
İstediği kadar desin ki, dağın başına müthiş bir şehir kurmuş elektrik yok, o yazmış “elektrik var” diyor, aletleri gösteriyor, saç, sakal, öte, böte, görüntü, cak, cuk, giyinti vs. her şey, laf, söz ooohh sana elli tane aşk tarifi yapıyor…
Tek soru soruyorsunuz…
İki elini uzat, ne var elinde diyorsun…
Söyle…
Cevap tek…
Sadakati olmayanın;
Sözü yoktur,
Sohbeti yoktur,
Zevki yoktur,
Hazzı yoktur…
Hiçbir şeyi yoktur… hiç…
Hiçbir şeyi yoktur, hayvan bile değildir…
Hayvanın bir şeyi vardır mesela kedi kedidir, daima kedilik yapar, öl deseniz öldürürsünüz…
Koyun koyunluk yapar, ama iyi yapar yalınız…
Köpek köpekliğini en güzel şekilde yapar, ama başka bir şey yaptıramazsınız…
Onun için bu Muhammedi Şuur insana İNSANlık yaptıran bir özellik ve güzelliktir…
Allâme-yi Cihan dahi olsa elektriksiz bir şehir gibidir… laftan ibarettir… sözden ibarettir…
Bir Japon profesör Antalya’ya gelmişti, deniz kenarındaki bizim lokale geldik, orda yine Japonya’dan bir baraj için gelenler vardı onlarda bir gurup, buluşuldu orda, o profesörü de tanıyorlarmış o da geldi de, deniz kenarında sohbet ederken işte tasavvuftan falan dem vuruldu konuşuldu…
Bir profesör vardır, Muhyiddin Arabi ile ilgili eserler filan yazan ismi şuanda aklımda değil harika bir insandır fakat Müslüman olmamıştır…
Onu da biliyor o, tanıyor.
Bu adamla biz çok iyi anlaşmıştık, işte tercüme ediyorlar şöyledir böyledir ooooo her şey yerli yerinde…
Ben dedim ki : “Her şey güzel de ben bir şeyi anlamadım!” dedim…
“Bu güneşe tapma hikayesini, güneşi anlayamadım!” güneşi göstererek sordum: “Bu nedir, bu?..”
Dedi ki “dostum, bu bir simgedir, esas güneş benim içimdedir” dedi böyle ayağa kalkıp göksüne vurarak…
Dedim ki: “Sende o zaman bir tek lâ ilâhe illallah Muhammeder Rasûlullah kalmış gel şunu söyle mesele bitsin!” dedim…
“Sen katı bir Hıristiyan da değilsin… yani sen ki İsa Allah’ın oğludur gibi hâşâ öyle bir derdin de yok!”…
İşte… Muhammedi Şuur… ve ona cevap vermedi adam…
Dedim ki: “İşte hiçbir farkın yok, senin bilginin hiçbir değeri yok, sen kendi başına bilmektesin bunu, Sistemin Sahibini DUYmak ve UYmak gibi bir endişen yok, sen biliyorsun!”…
Şuanda da böyledir…
Bakınız etrafınıza herkes sizden daha bilgilidir…
Niye namaz kılmadığını sorduğunuzda; kalbi temizdir, şöyledir, böyledir, bin bir şey söyleyecektir…
O bilmediğinden değildir, bilerek kılmadığındandır…
İçinden gelmemektedir…
Çünkü içi emretmemektedir…
Siz zorlarsanız ona zulmedersiniz zaten…
“İlla kıl!” derseniz zulmedersiniz…
Siz içine hizmet edip aydınlatırsanız, içindekine ulaşır da ceryanı, Nur-u Mim’i bağlar da içeriyi aydınlatırsanız, o “eyvaaaah mutfak diye girdiğim yer meğer tuvaletmiş!” diye anlarsa o zaman muhakkak ki temizleyecektir, parlatacaktır yani en güzel hale getirecektir…
Kendi içine çünkü bir Allah bir kendi girer…
Hiç kimse kimsenin içine giremez, Allah bunu engellemiştir…
Özeldir…
Dışardan söylersiniz…
Yardımcı olursunuz, hizmet edersiniz…
Haliyle oda kendi sistemini çalıştırır inşâallah…
Ama birazda tabi merhametli ve genç olduğunuz için doğru, etkilenmemek mümkün değildir…

Ama neler görüyoruz… neler görüyoruz neler…
Yani paramparça olmuş aileler…
Şuanda bizim yakınımızda çok yakınımızda komşuda görüyoruz…
On beş yaşında tek yapabildiği bir tek çığlık atmak olan bir kız çocuğu… yatalak… yüzde doksan beş sakat raporu alınmış.
Babası nerde diye soruyoruz?
Bırakıp kaçmış iki kız bir anayı!.
Sandalyeyle hayatını yaşıyor?
Bu nerde?
Burada, önümüzde…
Kim imtihan oluyor?..
Hepimiz…
Hepimiz imtihan oluyoruz…
Sadece onlar imtihan olmuyor…

Yani kapı komşumuz!
Eğer bir gün kapıda karşılaştığınızda “Es Selamualeyküm.. nasılsınız efendim?..” demiyorsanız imtihan oluyorsunuz…
Neşesine iştirak etmediyseniz, üzüntüsüne iştirak etmediyseniz imtihan oluyorsunuz…
Ben bana yeterim diyorsanız imtihan oluyorsunuz…
Bütün bunların tümü Muhammedi Şuuru bilmeyi, bulmayı, olmayı ve yaşamayı gerektiren bir hususturYani kendini bilmek, Rabbini bilmek dediğimiz şey nedir?..
Yani herkes dizilecekmiş cennete de… anladım anladım da… “Fedhuliy fiy 'ibadiy” ne olacak?..
Cennetten önce cennetlik kullarının içinde oluş ne olacak?..
Bu neresi acaba bu?..
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a baktığımızda net görürüz bunu…
Çok net!..
Açık!..
Çünkü Rasûlullah efendimiz daima bir halk adamıdır…
Hiçbir zaman, hiçbir zaman, hayatının hiçbir noktasında doyarak yemek bile yememiştir…
Yokluğundan, olmadığından değil olanı paylaştığı için…
Allahü zü’l-Celâl’de böyle emrettiği için…
Yani demek istiyorum ki bu bir yaşayış tarzıdır… ve i’tidaldir…
Mesela “elinizdekini saçıp savurup mahvolmayın, i’tidalli davranın” şudur, hepsi yerli yerincedir, ama güzeldir, ama özeldir, ama hoştur…
İşte bütün bunlar tümü ile demin saydığım mesela bir şeyler okudum, bunlar, bunlar, bunlar böyle ama zaman içinde işledikçe, zaman içinde işledikçe, yani bir gün bir haset konusunu işleyeceğiz, diyeceğiz, bakacağız âyetlerde hadislerde birkaç tanesini, birkaç tanesini göreceğiz…
Meğer haset, şeytanı doğuran şeymiş ya…
Merhametsizlikmiş, muhabbetsizlikmiş ya…
Meğer şeytan yokmuş, meğer HASET varmış…
Yalan da yokmuş, ondan doğmuş çünkü ilk doğurduğu çocuğun adı yalan…
Sonra kibir, kin, nefret, şu, bu tüm bunların temelinde bu yatar…
Ama dediğim gibi toplumda bakarsanız haset olmayan insan zor bulursunuz yani…

Çünkü neden?..
Bu bir hastalıktır…
Virüs gibi yani…
İnsanlar tahrik eder, tahriş eder, durmadan birbirlerine, birbirlerine, birbirlerine, etrafına bakar kahreder, derken, derken, derken bi yangının içine düşer…
Haa terside doğrudur…
Allahü zü’l-Celâl’e güvenen ve Allah’ın güvendiği insanlarda derler ki; “Allahü zü’l-Celâl lâzım olan yere verir, lâyık olan yere verir, öbürüne de alır, biz elimizden geleni yapalım bakalım Allah ne idecek, eee hayr eder” der yürür…
Verdiyle de mutlu yaşar…
Ama öbür tarafa bin tanede verseniz, yüz bin tanede verseniz doymaaaaaz, bitmez yani o zalımın tekiyse neyedecek…
İstanbul’u verseniz Ankara’yı da ister…
Bitmez…
Dolayısıyla bütün bunlar Muhammedi Şuursuzluktan geliyor derim…

***

Doğrudur… ki bu en zayıf, imanın en zayıf halidir bu biliyorsunuz hadis böyle…
“Eliyle yapmayan, diliyle yapmayan kalben buğz edenler ki imanın en zayıf halidir” diye biter o hadis…
Ben orda hacda bütün Afrikalıları gördüm, Afrikalı Müslümanları…
Biz beslemede kalıyorduk kilometre yol boyunca hiç yan yana yürümüyorlardı adamların…
Hiç yan yana yürüyen yok, hep arka arkaya tek sıra…
Kendilerine sorduk yani neden böyle yürüyorsunuz?..
Arapça dediler ki: “Ee biz böyleyiz, kavmimiz böyle”... Yüzlerinde bıçakla açılmış Ha harfleri, Fe harfleri filan vardı… “Ee bu nedir?..”
“Ee kabile birbirini bilmesi için bu böyledir, çocukken yapılır bunlar”…
Yani biz toplum olarak…
Bizim kafilemizde doksan altıda gittiğimizde Antalya huzur evinden iki tane seksen yaşında dede vardı…
Birisi diyor ki birisine: “ben sana bir vurursam yer dört tane vurur”…
O diyor ki öbürü: “ben de kalkar vurursam sana sekiz vurur”…
Kur’ân-ı Kerîm de buyuruyor ki: “Aman cidal etmeyin”…
Farzı ayın cidal etmemek, fakat…
Ben de ikisine de bakıyorum işin garip tarafı, çünkü ikisi de iteleseniz düşecek haldeler…
Bu ne iştir bu iş?..
Seksen yaşımızda böyle, ötede böyle, beride böyle, bizim bir yerde bir sorunumuz var, ana sorun…
Şimdi bir yerde ben diyorum ki “ceryan kesildi” adam diyor ki “arıza marıza!
Ne arızası kardeşim”
…
Arızasız arızalı belli olabilir mi?..
Bütün aletler arızalı demektir…
Arızanın arızası elektrik geldikten sonra ortaya çıkar…
Nur-u Muhammed sallallahu aleyhi vessellem’in olmayışının getirdiği korkunç bir acının içine düştü İslam Âlemi, onu demek istiyorum…
Onun için kimin kim olduğu belli değil yani…
Taliban’ın arkasında kim var?..
Bu dağlarda gezenin adamın arkasında kim var?..
Böyle bir adam var mı yok mu bile belirsiz…
Amerikanın kendimi var?..
Ne yapmak istiyor?..
Ya bir yere girip mesela yıllarca çıkmıyor hatta bütün dünyayı oraya götürüyor şimdide Türkiye’yi tekrar Afganistan’a gidip onları savaşmaya zorluyor…
Sebep?..
Sebep ne?..
Yani sebep yok… hiç sebep yok…
Aynı şeyi Türkiye’ye yapsa, rahatlıkla yapar menfaati gerekirse…
Demek istiyorum ki; İslam adına, Kur’ân-ı Kerîm adına, Allahü zü’l-Celâl adına, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm adına olan bu BİRlik ve dirlik doğru olması gerekirdi, Hakk olması gerekirdi fakat şimdi başkaaaa başka hâle döndü…
Hele oralara gittiğinizde inşâallah gideceksiniz göreceksiniz çoğu yerlerde mecburen ağlıyorsunuz, merhametten eser yok yani…
İnsanlar birbirini tepeleyip geçiyor, vuruyor, kırıyor…
Ya bu nedir kardeşim ya?..
Biz buraya niye geldik?..
Ne yapıyoruz?..
Yani anlaşılır gibi değil demek istiyorum…
Bugün toplumda da böyle…
Yani… bakın bir hadis ama kaynağını bulamadım ben…
“Millette merhamet, devlette adalet yoksa kıyamet kopmuştur.” hadis olarak biliyorum fakat kaynak bulamadım…
Bu millette merhamet var mı?..
Devlette adalet var mı?..
Cevap; hayır…
Hayırsa kıyamet kopmuştur, daha bunun geldisi gittisi yok…
Kıyamet nedir?..
Ayağa kalkıştır…
Ayağa kalkacak olan ilk şey Muhammedi Şuurdur…
Haa işte insanların akılları olduğu için tabi ihtiyaçları var…
Nedir ihtiyaçları?..
Elinden geldiği kadar Allah’a yaklaşmak, Rasâlullah efendimize yaklaşmak…
Bunları samimi olarak ister…
O zaman ahmak avcıları piyasaya çıkıyor, ben onu demek istiyorum…
Avcıya gerek yok…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın daveti açıktır…
Kendiside Hayydır…
Rasâlullah olarak ortadadır…
Allahü zü’l-Celâl nasıl ortadaysa Rasâlullah sallallahu aleyhi vessellem de öyle ortadadır…
İşinin başındadır…
O zaman bilgilerin, en azından bizim gibi düşünen insanların, düşünenden kastım inanan insanların doğrudan doğruya direkt olarak Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hizmetçiliğine talip olması lazım…
Müritliğine, mürşitliğine, öteliğine, böteliğine, beyliğine, paşalığına değil ayakkabılığına kendi tercihini kullanması lazım…
Ve bunu yaşayarak ispat etmesi lazım…
Dürüst olması lazım…
Yani sadakat ehli olması lazım…
Onun için bize sık sık soruluyor, işte özellikle İstanbul’a gittiğimizde o meşhur fabrikatörler, beyler, paşalar, parayla dünyayı hallettiği gibi ahireti de ayarlayacağını zanneden ahmaklar ne diyor?..
“Biz Muhammedi değimliyiz, Muhammedi siz misiniz?”
Cevap şuydu: “Eğer inancınız, ameliniz, ahlakınız ve halleriniz Muhammedi değilse siz Muhammedi değilsiniz… Bizim değilse biz değiliz…”
Bu çok açık bir ölçüdür…
Kim öyleyse Muhammedidir, değilse değildir…

Birkaç tane fabrikası olan bir vatandaşa, para putunun arkasında canının istediği gibi konuşan birisine demiştim…
Yani Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın adamları, Gariban, ben, sen, BİZler en az Sümeyye Anamız kadar yiğit olmamız lazım…
Onun kadar onurlu, onun kadar şuurlu, onun kadar nurlu, onun kadar sürurlu olmamız lazım…
Kız-erkek çocuklarımız, kendilerimiz, hepimiz…
Bakın bu ölçünün içerisinde ben bunun ısrarla üzerinde duruşum; ben İslam dinine elli tane Kur’ân kursu açtım, beş tane câmi yaptırdım, yok yok, hiçbir şey yok iken bir SADAKAT var…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a direkt olarak inanç var…
Direkt bağlanma var…
Onun için ölebilmek var…
O’nun şehadetine ölebilmek var…
Bütün bu sizin de buyurduğunuz gibi gerçekten Muhammedi Şuurun doğması için çaba gösteriyoruz…
Bunun içinde inşâallah son nefese kadar, son ana kadar elimizin gelen bütün gücümüzle, yani yirmi dört saatin gerekirse uyuyabildiğimiz kadar az uyuyup geriye kalan zamanını, oturmaktan öyle zamanlar olur ki kalkıyoruz da vücudumuz yürümeye alışamıyor yani…
Sebep?..
Sürekli saatler geçiyor ama bundan memnun musunuz?...
Vallahi çok memnunum…
Çünkü…
Bütün bunlara sebep nedir?..
O sebep…
Bakın şimdi Muhyiddin Bawa hazretleri bana göre son devrin en büyük Ehlullahındandır, o kadar harika bir anlatım tarzı ve anlayışı vardır ki mükemmeldir yani…
Kaldı ki onun sözleri Tamilceden İngilizceye, Arabçadan Tamilceye, Tamilceden İngilizceye, İngilizceden Türkçeye geçerken zararlar görmüştür…
Buna rağmen bugün yüklemesini tamamladım, Hayatın Sufi Yönü denilen ölmeden ölmeyi mutlaka okusun arkadaşlarımız…
Yani ölmeden ölmek öyle basit bir şey değildir…
Ölmeden ölmek kendini bilmek, Rabbini bilmekte dirilmektir…
Gerçeğini istiyorsa…
Hayalini istiyorsa herhangi bir kitap alsın orda çok fenafillah, fenafişşeyh, indirir bindirir, uçurur kaçırır, göçürür…
Ama Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm da ise öyle değildir…
Sümeyye validemiz gibidir…
Hemen halat gibi gererler, gerilir çarmıha şehadeti var mı yok mu bakılır…
Dolayısıyla bizim arzumuz yok, isteğimizde yok Allah biliyor ya çok şükür…
Hiçbir şey hiiiç…
Allahü zü’l-Celâl ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in emrettiği gibi, yaşadığı gibi bir hayat yaşamak ve inancımız doğrultusunda şehadetle geçip gitmektir…
Bu bence doğru olandır…
Buna mecburuz, hepimiz mecburuz…
Aksi takdirde bu kargaşanın içinde yok olur gideriz…
Bir gün ölürüz yani…
Bütün bu arz etmeye çalıştığımız şeyler temelinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem olan bilgimizi, bulgumuzu, olgumuzu ve yaşayışımızı inşâallah düzgün bir şekle getirmektir…


(1. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


Fırını, fırıncı ve çocuklarına taşlatan haçlı zihniyetini düşündüm… evet… sanırım o bölümden aşmışsınız onu…
Doğru…
Fırını, fırıncıya ve çocuklarına, fırıncının çocuklarına taşlatan haçlı zihniyeti…
İslamı, Müslümana ve Müslümanın çocuklarına dövdüren zalımlar ve bu fırın çökerse aç kalırız dedirmeyen sebastiyan, siyonist…
Kim kime ne yapıyor, her şey karman çorman içerisinde ama bir şey var ki toptan hepsi beraber “vurun İslama!” diyor…
Bugün Antalya da açılan kiliseleri sayamıyorsunuz…
Kaleiçi diye bir semte girdiğinizde bir hıristiyan ülkesine girdiğinizi sanıyorsunuz…
Tüm üniversiteli çocuklar, hepsine burs veriliyor…
Her akşam kebap ziyafetleri, şarap ziyafetleri çekiliyor…
Kapıda kontrol yapılıyor rasgele berduşları almamak için… Grantuvalet, kravatla giriliyor…
Bir millet işgal ediliyor…
Dumura uğratılıyor…
Yok ediliyor…
Nerden icap ediyorsa ordan giriliyor…
Bu, böyle bir millet yok edilirken, ahlâken çökertilirken, hayâsızlaştırılırken, iffetsizleştirilip geçimsizleştirilirken, her şeyler elinden alınırken;
Allah’ını bilen, Allah’tan korkan, Rasûlullah Efendimizden utanan insanlar, şeref haysiyet sahibi insanlar, elinden geldiği kadar muhakkak ki muhakkak, muhakkak Şeriat-ı Garra’nın hizmetçisi olması gerekir…

***

Evet… “Esma” biliyorsunuz…
“Eşya” “Esma”nın yoğunlaşmış hali gibidir yani…
İntegral-türev gibi…
Ya da buharın yoğunlaştığı zaman çiğ damlası oluşu gibi “Esma”nın sonucu “Eşya”dır…
Bütün “Eşya” “Esma” zuhurudur…
“Esma” Türkçedeki gibi bir şeyin iki anlamında değildir tasavvufta… bir açıklama adıdır yani…
Zat – Sıfat – Esma – Eşya diye gelir…
Bu tarafa da; iki “EŞYA” oldu mu “OLAY” iki olay oldu mu “ZAMAN” iki zaman oldu mu insan aklı “ZANN” da kalır artık… öbür tarafa geçemez…
Zamandan öteye insan zanda kalır…
Kendi bir şeyi hayal eder, gerçeği bilir bilemez belli olmaz…
“Zanların çoğu çürüktür” âyeti var…
Burda şu…
“Eşya” içindeyiz şuanda biz zaten…
Bir “Şey”iz yani…
Amaaa…
Bütün bir tezahürdür bunlar hep…
Yani sizin buyurduğunuz gibi orda “1001 Esma” Aziz kardeş Elifdostu bunun üzerinde çalışmıştı…
“1001 Esma” üzerinde çok güzel bir çalışma yapmıştı…
Şuanda elimizde o bizim “1001 Esma”…
Fakat bir türlü kitap haline getiremedik…
Ha şundan getiremedik yani Arapçalarını yazsak yanına Türkçeleri Latincesini yazsak, altına mânâlarını yazsak diye düşündük fakat onu, bende Arapça klavye var kullanabiliyorum ama zaman bakımından yetişmedi…
Yapmayı çok istedim…
Ama üzerinde konuşmak için elimizde var…
Word da yazılı olarak da var…
“99 Esma” değil yani “1001 Esma”…
İnşâallah dediğim gibi öyle bir şey yaparız…
Evet “Esma”nın yoğunlaşmış hali “Eşya”dır…
“Eşya”nın buharlaşmış hali “Esma”dır…
Daha ötesi “Sıfat”tır…
Ve her şey Nurullahtan halkedilmiştir yani…
Bu da bir gerçektir…
Evet…
“Allah her yerde hazır, göz gerektir görene”…
Yunus Emre kaddesallahu sırrahu haktır…
Elifdostu… görmek… bakmak başkaaa görmek başka… evet…

DUÂmızı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in buyurduğu gibi yapalım:

BismillahirRahmânirRahîm…

Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi ve âlâ alihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...

Allahümme neselükel affe ve’l-afiye fi’d dini ved dünyayi ve’l-âhire!
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...


Allah’ım!
Kulun, Nebîn, Resûlün, Nebiyyü’l-Ümmîn Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi vessellem’ine Salât, Selâm ve Bereket SALLimizi sağla! Selâmet SILAmıza kavuştur! Yüce Âilesine, Sahabelerine ve Ehl-i Beyt’ine de!..

Allah’ım!
Biz, SENden Dinimiz, Dünyamız ve Âhiretimiz için aff ve âfiyet dilemekteyiz!
El Cemîl ismin yüzü suyu hürmetine Es Settar isminle bizim geçmişteki hatalarımızı, yanlışlarımızı sil, ört!..
Üzerimizde olan kul haklarını hatırlat, karşılaştır, ölmeden halletmeyi bize nasib et!..

Ya Rabbi!
Bizim GEÇMİŞ zaman için olan TÖVBE İSTİĞFARımızı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın tövbe istiğfarına kat!..
Kur’an da bir tek âyet vardır: “Ya Muhammed! Tövbe istiğfar et! Allah Senin ve müminlerin tövbe istiğfarını kabul edecektir” diye bir tek âyet vardır…
Bu âyeti bizi de mazhar kıl!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’den bizi ayırma!
BİZ eyle!..
Tevbe ve istiğfar BİRliğimizi sağla ya Rabbi!..

Ya Allah celle celâluhu!
ŞU AN senin elindedir…
Biz yaşarken hakkı ve hayrı, bâtılı ve şerri birbirinden ayıramayız…
Bir âyet vardır: “Siz hayır sanarsınız şer, şer sanarsınız hayırdır. Allah bilir” diye…
Sen bilirsin, o zaman bizim razı olacağımız işleri Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın rızasında kıl!..
Bizi Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın RIZA BİRliğinde BİZ eyle!..

Ya Allah celle celâluhu!
İkinci zamanda geçti…
Geçmiş ve şuan…
GELECEK Senin elinde…
Bunun için DUA gerekir…
Duaların en güzel ve özelini de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm yapmıştır ve yapmaktadır…
Bizi de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Muhammedi Dua BİRliğinde BİZ eyle!..

Ya Allah celle celâluhu!
Şöyle ya da böyle gün gelir geçer…
Nefesler biter… son nefese gelir iş…
Burdan oraya geçiş başlar…
İşte o zaman ömrümüzün en son noktasında ŞEHÂDET kapısından çıkmadan:
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah” şehâdetimizi Rasûlullah olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın inşâallah izinden, sözünden, özünden olduğumuz için, sâdık olduğumuz için inşâallah, şehâdetimizi de Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin o yüce şehâdeti içerisinde şahitlerinden kıl! İnşâallahurRahmân!

Allah’ım!
Bu dört BİRlik ve BİZlik;
Muhammedi oluş ŞUÛRU,
Muhammedi oluş NÛRU,
Muhammedi oluş SÜRÛRU,
Muhammedi oluş ONURU,
ŞEREFİ İçinde içnde Haşr ü Neşr et BİZi İnşâallah!..

Âmin! Âmin!
Yâ Muîn! (celle celâluhu)
Yâ Lâtif! (celle celâluhu)
Yâ Kerîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahmân! (celle celâluhu)
Yâ Hannân! (celle celâluhu)
Yâ Mennân! (celle celâluhu)
Yâ Deyyân! (celle celâluhu)
Yâ Furkân! (celle celâluhu)
Yâ Sultân! (celle celâluhu)
Yâ ALLAH! (celle celâluhu)…

Âmin! Âmin!..

Onun için biz her işimizi inşâallah Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Adına, Hesabına ve Şerefine yaparız…
Kötülükler, eksikler ve yanlışlarımız için de “ah!” çekeriz, özür dileriz…
Bu hususta da birbirimizin Tövbe ve İstiğfarcısıyız…
Birbirimizin Rızacısıyız…
Birbirimizin Duacısıyız inşâallah…
Ve birbirimizin Şefaatçısıyız, Şâhidiyiz inşâallah…

Allah’ın izni ve inâyetiyle bu dünyada olduğu gibi ahiret âleminde de, Allahü zü’l-Celâl’in huzurunda da birbirimizi böyle tanıdığımızı, böyle bildiğimizi söyleyeceğiz ve birbirimizin burda olan el eleliklerimiz, gönül gönüleliklerimiz Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’la ebediyen devam edecek…
Hayatın kendi içinde olan bu çeşitli hâller, acılar-tatlılar, inişler-çıkışlar, şunlar-bunlar, bunlar bu tiyatro oyunundaki rol elbiseleridir…
Bunları soyunduğumuz an kahkaha ile güleceğiz…
Kadınlıklar, erkeklikler, isimlikler, cisimlikler bunlar tüm tiyatrodaki figürlerdir…
Dışarı çıktığımızda gerçekten ne kral ne köle olmadığımızı anlayacaz…
Kadın ve erkek olmadığımızı göreceğiz…
Her şeyi görecez görecez de ne çare ki bu sahnede bu rol oynanmak zorunda başka da yol yok…
Onun için Allahü zü’l-Celâl: “lehvun ve laibun” diyor…
“Oyun ve eğlence bahçesine soktuk”…
“Liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ”
“Hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için, sizi şöyle bir evire çevire imtihan edelim bakalım, hanginiz sözünün eriymiş bi görüverelim”
İşte görülmekteyiz…
Allah celle celâlihu, bizi Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a bağışlasın!
Şeytan ve şeytanlaşmışların şerrilerinden, tuzaklarında korusun!
Allah celle celâlihu Muhammedi gençlerimize, kardeşlerimize, çocuklarımıza, bütün İslam âlemini inşâallah…
Özellikle gençler için hep ben dua ediyorum, bu devirde çok önemli çünkü…
Hayırlı bir İŞ nasib etsin…
Helal bir AŞ nasib etsin…
Salih-Saliha bir EŞ nasib etsin…
Ve Muhammedi bir BAŞ nasib etsin ki;
Muhammedi Gayret,
Muhammedi Muhabbet,
Muhammedi Merhamet,
Muhammedi Hasbi Hizmet ve,
Muhammedi Hakikat içerisinde bir ömür sürsünler…
Pişman olmasın ne geçmişe, ne geleceğe…
Muhammedi gençlerimizle, Allah celle celâluhu bütün insanları şereflendirsin, nurlandırsın, böyle bereketli, böyle güzel bir insan olsunlar inşâallahurRahmân…
Allah’ın izni ve inâyetiyle…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimiz kendisi buyuruyor:
“Allahümme islâh ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem : Allah’ım! Ümmeti Muhammedi islâh et!

Allahümme iflâh ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem : Allah’ım! İslâh olanları, bunları iflâh et!

Allahümme Ferec an ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem : Allah’ım! Milyarlarca insanların milyarlarca sırrı vardır, problemi vardır, derdi vardır, der-diyemez, şöyle olur-böyle olur, çözer-çözemez bunlara bir ferec ver…
Nedir ferec?...
Çıkış kapısı ver, çözüm yolu ver, bir hallet, çöz ya Rabbi!
Yani bu acılarını dindir ya Rabbi!
Bilinmez anlaşılmaz problemler içerisinde böyle birbirimizin Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın mübarek ağzıyla, sözüyle duacısıyız…

Ve nasıl bitiriyor:
Allahümme irham ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem rahmeten amme!..: Allah’ım! Rahmeten amme… umûmen…
Kim ki Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah diyorsa merhamet et ya Rabbi!..
” demek BİZe farzdır…
BİZe farzdır…
Neden?..
Çünkü BİZ Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizden DUYduğumuza UYarız…
HAKK olduğuna İNANdık mı UYarız…
Sahte, uydurma vs. değilse, tahkikse hakte uyarız yani…
“Ya Rabbi kim Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah diyorsa merhamet et Ya Rabbi!..” deriz…

İşte bütün bunlar inşâallah bize, geçmişlerimize rahmet getirir…
Allah celle celâluhu onlara merhamet eder, hatalarını örter, ehl-i cennet eder ve bizi karşıladıklarında sevinç içinde olurlar…
Bizim bu hayattaki hizmetlerimiz onlara Allahü zü’l-Celâl’in nuru olarak, rahmeti olarak yansır…
Bizimle şeref duyarlar, iftihar ederler inşâallahurRahmân…
Gelecek nesillerimizi Allahü zü’l-Celâl;
Ehli beytî,
Muhammedî,
Kur’anî ve,
Rabbanî kılar…
Salih kılar inşâallah…
Kıyamate kadar rahmet gibi,
Allahü zü’l-Celâl’in yağmurları gibi bize durmadan güzellikler, muhabbetler, merhametler yağdırırlar arkamızdan inşâallah…

İşte bütün bunlar bizim tercihlerimiz, hayat tarzlarımızı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı BİLmeye, BULmaya, O’nun buyurduğu gibi OLmaya ve bizzat YAŞAmaya bağlamıştır…
İnşâallahurrahman Allah celle celâluhu bizi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in;
İnancında,
Amelinde,
Ahlâkında ve,
Hâllerinde kılar!..
Tercihlerimizi öyle yaptırır…
İçimize SADAKAT verir…
SAMİMİYETimizi dosdoğru kılar…
SABIRlarımızı sağlamlaştırır…
Ve SELÂMETimizi inşâallah Dârü’s-Selâmda Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğinde Can Cennetlerinde buluşmayı Allahü zü’l-Celâl cümlemize inşâallah;
Lûtfen,
Keremen,
İhsânen,
Kendi Kur’ân-ı Kerîm de vaat ettiği üzere nasib eder, müyesser eder inşâallah!.

Allah celle celâluhu hepimize rahmet etsin, güzellikler versin…
Es Selâm;
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e,
Bütün Allah Dosdlarına ve,
BİZ ümmet-i Muhammede olsun inşâallah…
Hepimize hayırlı geceler olsun…
Allah razı olsun kardeşlerim…

1. SOHBETİN SONU…
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

ankakusu yazdı:…

DUÂmızı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in buyurduğu gibi yapalım:

BismillahirRahmânirRahîm…

Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi ve âlâ alihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...

Allahümme neselükel affe ve’l-afiye fi’d dini ved dünyayi ve’l-âhire!
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...


Allah’ım!
Kulun, Nebîn, Resûlün, Nebiyyü’l-Ümmîn Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi vessellem’ine Salât, Selâm ve Bereket SALLimizi sağla! Selâmet SILAmıza kavuştur! Yüce Âilesine, Sahabelerine ve Ehl-i Beyt’ine de!..

Allah’ım!
Biz, SENden Dinimiz, Dünyamız ve Âhiretimiz için aff ve âfiyet dilemekteyiz!
El Cemîl ismin yüzü suyu hürmetine Es Settar isminle bizim geçmişteki hatalarımızı, yanlışlarımızı sil, ört!..
Üzerimizde olan kul haklarını hatırlat, karşılaştır, ölmeden halletmeyi bize nasib et!..

Ya Rabbi!
Bizim GEÇMİŞ zaman için olan TÖVBE İSTİĞFARımızı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın tövbe istiğfarına kat!..
Kur’an da bir tek âyet vardır: “Ya Muhammed! Tövbe istiğfar et! Allah Senin ve müminlerin tövbe istiğfarını kabul edecektir” diye bir tek âyet vardır…
Bu âyeti bizi de mazhar kıl!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’den bizi ayırma!
BİZ eyle!..
Tevbe ve istiğfar BİRliğimizi sağla ya Rabbi!..

Ya Allah celle celâluhu!
ŞU AN senin elindedir…
Biz yaşarken hakkı ve hayrı, bâtılı ve şerri birbirinden ayıramayız…
Bir âyet vardır: “Siz hayır sanarsınız şer, şer sanarsınız hayırdır. Allah bilir” diye…
Sen bilirsin, o zaman bizim razı olacağımız işleri Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın rızasında kıl!..
Bizi Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın RIZA BİRliğinde BİZ eyle!..

Ya Allah celle celâluhu!
İkinci zamanda geçti…
Geçmiş ve şuan…
GELECEK Senin elinde…
Bunun için DUA gerekir…
Duaların en güzel ve özelini de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm yapmıştır ve yapmaktadır…
Bizi de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Muhammedi Dua BİRliğinde BİZ eyle!..

Ya Allah celle celâluhu!
Şöyle ya da böyle gün gelir geçer…
Nefesler biter… son nefese gelir iş…
Burdan oraya geçiş başlar…
İşte o zaman ömrümüzün en son noktasında ŞEHÂDET kapısından çıkmadan:
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah” şehâdetimizi Rasûlullah olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın inşâallah izinden, sözünden, özünden olduğumuz için, sâdık olduğumuz için inşâallah, şehâdetimizi de Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin o yüce şehâdeti içerisinde şahitlerinden kıl! İnşâallahurRahmân!

Allah’ım!
Bu dört BİRlik ve BİZlik;
Muhammedi oluş ŞUÛRU,
Muhammedi oluş NÛRU,
Muhammedi oluş SÜRÛRU,
Muhammedi oluş ONURU,
ŞEREFİ İçinde içnde Haşr ü Neşr et BİZi İnşâallah!..

Âmin! Âmin!
Yâ Muîn! (celle celâluhu)
Yâ Lâtif! (celle celâluhu)
Yâ Kerîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahmân! (celle celâluhu)
Yâ Hannân! (celle celâluhu)
Yâ Mennân! (celle celâluhu)
Yâ Deyyân! (celle celâluhu)
Yâ Furkân! (celle celâluhu)
Yâ Sultân! (celle celâluhu)
Yâ ALLAH! (celle celâluhu)…

Âmin! Âmin!..

Onun için biz her işimizi inşâallah Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Adına, Hesabına ve Şerefine yaparız…
Kötülükler, eksikler ve yanlışlarımız için de “ah!” çekeriz, özür dileriz…
Bu hususta da birbirimizin Tövbe ve İstiğfarcısıyız…
Birbirimizin Rızacısıyız…
Birbirimizin Duacısıyız inşâallah…
Ve birbirimizin Şefaatçısıyız, Şâhidiyiz inşâallah…

Allah’ın izni ve inâyetiyle bu dünyada olduğu gibi ahiret âleminde de, Allahü zü’l-Celâl’in huzurunda da birbirimizi böyle tanıdığımızı, böyle bildiğimizi söyleyeceğiz ve birbirimizin burda olan el eleliklerimiz, gönül gönüleliklerimiz Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’la ebediyen devam edecek…
Hayatın kendi içinde olan bu çeşitli hâller, acılar-tatlılar, inişler-çıkışlar, şunlar-bunlar, bunlar bu tiyatro oyunundaki rol elbiseleridir…
Bunları soyunduğumuz an kahkaha ile güleceğiz…
Kadınlıklar, erkeklikler, isimlikler, cisimlikler bunlar tüm tiyatrodaki figürlerdir…
Dışarı çıktığımızda gerçekten ne kral ne köle olmadığımızı anlayacaz…
Kadın ve erkek olmadığımızı göreceğiz…
Her şeyi görecez görecez de ne çare ki bu sahnede bu rol oynanmak zorunda başka da yol yok…
Onun için Allahü zü’l-Celâl: “lehvun ve laibun” diyor…
“Oyun ve eğlence bahçesine soktuk”…
“Liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ”
“Hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için, sizi şöyle bir evire çevire imtihan edelim bakalım, hanginiz sözünün eriymiş bi görüverelim”
İşte görülmekteyiz…
Allah celle celâlihu, bizi Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a bağışlasın!
Şeytan ve şeytanlaşmışların şerrilerinden, tuzaklarında korusun!
Allah celle celâlihu Muhammedi gençlerimize, kardeşlerimize, çocuklarımıza, bütün İslam âlemini inşâallah…
Özellikle gençler için hep ben dua ediyorum, bu devirde çok önemli çünkü…
Hayırlı bir İŞ nasib etsin…
Helal bir AŞ nasib etsin…
Salih-Saliha bir EŞ nasib etsin…
Ve Muhammedi bir BAŞ nasib etsin ki;
Muhammedi Gayret,
Muhammedi Muhabbet,
Muhammedi Merhamet,
Muhammedi Hasbi Hizmet ve,
Muhammedi Hakikat içerisinde bir ömür sürsünler…
Pişman olmasın ne geçmişe, ne geleceğe…
Muhammedi gençlerimizle, Allah celle celâluhu bütün insanları şereflendirsin, nurlandırsın, böyle bereketli, böyle güzel bir insan olsunlar inşâallahurRahmân…
Allah’ın izni ve inâyetiyle…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimiz kendisi buyuruyor:
“Allahümme islâh ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem : Allah’ım! Ümmeti Muhammedi islâh et!

Allahümme iflâh ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem : Allah’ım! İslâh olanları, bunları iflâh et!

Allahümme Ferec an ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem : Allah’ım! Milyarlarca insanların milyarlarca sırrı vardır, problemi vardır, derdi vardır, der-diyemez, şöyle olur-böyle olur, çözer-çözemez bunlara bir ferec ver…
Nedir ferec?...
Çıkış kapısı ver, çözüm yolu ver, bir hallet, çöz ya Rabbi!
Yani bu acılarını dindir ya Rabbi!
Bilinmez anlaşılmaz problemler içerisinde böyle birbirimizin Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın mübarek ağzıyla, sözüyle duacısıyız…

Ve nasıl bitiriyor:
Allahümme irham ümmet-i Muhammedin sallallahu aleyhi vessellem rahmeten amme!..: Allah’ım! Rahmeten amme… umûmen…
Kim ki Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah diyorsa merhamet et ya Rabbi!..
” demek BİZe farzdır…
BİZe farzdır…
Neden?..
Çünkü BİZ Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizden DUYduğumuza UYarız…
HAKK olduğuna İNANdık mı UYarız…
Sahte, uydurma vs. değilse, tahkikse hakte uyarız yani…
“Ya Rabbi kim Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah diyorsa merhamet et Ya Rabbi!..” deriz…

İşte bütün bunlar inşâallah bize, geçmişlerimize rahmet getirir…
Allah celle celâluhu onlara merhamet eder, hatalarını örter, ehl-i cennet eder ve bizi karşıladıklarında sevinç içinde olurlar…
Bizim bu hayattaki hizmetlerimiz onlara Allahü zü’l-Celâl’in nuru olarak, rahmeti olarak yansır…
Bizimle şeref duyarlar, iftihar ederler inşâallahurRahmân…
Gelecek nesillerimizi Allahü zü’l-Celâl;
Ehli beytî,
Muhammedî,
Kur’anî ve,
Rabbanî kılar…
Salih kılar inşâallah…
Kıyamate kadar rahmet gibi,
Allahü zü’l-Celâl’in yağmurları gibi bize durmadan güzellikler, muhabbetler, merhametler yağdırırlar arkamızdan inşâallah…

İşte bütün bunlar bizim tercihlerimiz, hayat tarzlarımızı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı BİLmeye, BULmaya, O’nun buyurduğu gibi OLmaya ve bizzat YAŞAmaya bağlamıştır…
İnşâallahurrahman Allah celle celâluhu bizi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in;
İnancında,
Amelinde,
Ahlâkında ve,
Hâllerinde kılar!..
Tercihlerimizi öyle yaptırır…
İçimize SADAKAT verir…
SAMİMİYETimizi dosdoğru kılar…
SABIRlarımızı sağlamlaştırır…
Ve SELÂMETimizi inşâallah Dârü’s-Selâmda Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğinde Can Cennetlerinde buluşmayı Allahü zü’l-Celâl cümlemize inşâallah;
Lûtfen,
Keremen,
İhsânen,
Kendi Kur’ân-ı Kerîm de vaat ettiği üzere nasib eder, müyesser eder inşâallah!.

Allah celle celâluhu hepimize rahmet etsin, güzellikler versin…
Es Selâm;
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e,
Bütün Allah Dosdlarına ve,
BİZ ümmet-i Muhammede olsun inşâallah…
Hepimize hayırlı geceler olsun…
Allah razı olsun kardeşlerim…

1. SOHBETİN SONU…
Âmin! Âmin!
Yâ Muîn! (celle celâluhu)
Yâ Lâtif! (celle celâluhu)
Yâ Kerîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahmân! (celle celâluhu)
Yâ Hannân! (celle celâluhu)
Yâ Mennân! (celle celâluhu)
Yâ Deyyân! (celle celâluhu)
Yâ Furkân! (celle celâluhu)
Yâ Sultân! (celle celâluhu)
Yâ ALLAH! (celle celâluhu)…

Âmin! Âmin!..
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

ankakusu yazdı:01 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...

....

Şimdi değerli kardeşlerim…
Bu anlattığım çerçevenin bütün özü ve özeti…
Anlattığımız, bu tasavvuf dediğimiz, İslamı bilmek…
Daha doğrusu Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı bilmek, bulmak, emrettiği gibi olmak ve yaşamak için izlenmesi gereken ilim ve edeb, sonra da irfan ve erkan yolunun adı tasavvuftur…
İlim ve edeble kişinin kendini bilmesi…
Sonra Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dan alacağı, kalb ve ruhla alacağı irfan ve erkanla Rabb’ini bileceği taahhüd altına alınmıştır…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm tarafından…
Garantiye alınmıştır…
Vaad edilmiştir Allahü zü’l-Celâl tarafından…
Âyetlerle açık seçiktir…
“semigna ve ategna”
Biz şimdi duyduk daha…
“ve ategna”
Derhal itaat ediyoruz…
Buradaki, bu ikililer yedi âyettir bunlar Kurân’da…
“İyyake nabudu ve iyyake nestain.”
Efendim bir tanesi bu “semigna ve ategna”…
Bir tanesi yasin suresindeki…
Yâni bir gün bu yedi âyeti bir gün göreceğiz İnşaallah…
Yâni bu yedi nefsin yedi âyetidir bunlar…
İşte burada “ve kâlu semigna ve ategna”
İyi kardeşim ben altmış yaşındayım ama “semigna” biz yeni duyduk biz yâni ben değil…
Benim adıma Muhammed Aleyhi’s-selâm buyuruyor…
Biz yeni duyduk yâni…
Peygamber Aleyhi’s-selâm’ı yeni duyduk daha biz…
“ve ategna”
Derhal itaat ettik…
Kime itaat ettik?..
Allah ve Rasûlüne yâni…
Allah’ın adına Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a itaat ettik…
O ne yaptıysa bizde onu yapmaya çalışıyoruz…
Ne dediyse biz etmeye çalışıyoruz…
Yâni işte bu BİZlik ve BİRlik…
Bir kişi İlahi ilim ve Muhammedi edeb sahibi ise BİZdir…
İlahi irfana ve Muhammedi erkana da kavuşmuşsa BİRdir artık…
BİZlik – BİRlik hikayesi budur…
İkilik olamaz…
Şehadet şehadettir…
Tevhid tevhiddir…
“Lâ ilâhe illâllah” iki tane değildir... Bir tanedir artık…
Çünkü;
“Lâ ilâhe” ayrıdır… inkardır..reddir..
“İllâllah” ayrıdır… ikrardır.. tasdiktir..
Ama birlikte “Lâ ilâhe illâllah” tektir…
İnkârım ikrâr oldu demektir… kalktı demektir…
Benim gecem vardı gündüz oldu demektir…

Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın buyurduğu gibi:
“Benimde şeytanım vardı Müslüman oldu” demektir…
İşte bütün bu özellikler ve güzellikler…
İnşallah Allah’ın izni ve inâyetiyle…
Önümüzdeki zamanlarda bu konuları işleyeceğiz…
Bizim kendimizin işleyeceği ara konuların yanında, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem efendimizle ilgili hususları eklemenin yanında, sanıyorum sufi söylemişti diğer konulara da gireceğiz…
Şimdi biraz sonra ben onların neler olacağını söyleyeceğim…
Ama demin beri söylediğim iki şeye dikkatinizi çekmek istiyorum…
Bir insanın letaif katmanları; beden, nefis, kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ her insanda vardır…
Kullanır kullanmaz ayrı şeydir…
Ama mutlaka vardır…
Allahü zü’l-Celâl kendi kaderince ona vermiştir…
Verilmezse zâten sorumlu değildir…
Bu kıyamete kadar gelecek her insanda vardır; akıl verilmişse…
Bu insanlar kendi prizlerini Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hattında bulmak zorundadırlar…
Kullanmaktan sorumludurlar…
Bunun için her insanın kendi kısır düşüncelerini aşması, tekemmül edip gelişmesi gerekir…
Yâni “Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem geldi, tebliğini yaptı, Kur’ân-ı Kerim’i bıraktı, öldü gitti” diyenler ahmak bile değildir…
Ölen Abdullah Aleyhi’s-selâm’dır…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in nuru, Allah celle celalihu’nun var ettiği İLKtir…
Ve hiçbir zaman ölmesi mümkün değildir… ebedidir yâni…
Biz kime inanacağız, Rasûlullah öldü de?..
“Allah’a ve Resûlüne teslim olunuz.”
“Allah’a ve Resûlüne imân ediniz.”
“Allah ve Resûlüne tabi olunuz.”
“Allah ve Resûlüne itaat ediniz.”

Âyetler bunlar..
Kime edecek?..
Kim diyor bunu?..
Eğer böyle derse bunlar, kafalarındaki çeşitli şekilde oluşmuş, doldurulmuş, kokuşmuş, alışkanlık hâline gelmiş, kalbsiz, ruhsuz, hevâ ve hevesine kul bir kişi durumuna çeker…

Bizim derdimiz hiç kimseyle değil…
Kavga, cedel vs hâşa olamaz…
Bizim derdimiz o değildir…
Onun için de biz Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e
Neden teslim olacağız, itaat edeceğiz, imân edeceğiz?..
Bakın…

Hucurât suresi 15. âyet:
“Mü'minler ancak o kimselerdir ki Allaha ve Resulüne iman ettikten sonra şübheye düşmeyip Allah yolunda mallariyle, canlariyle mücahede etmektedirler işte onlardır ki sâdıklardır” (Hucurât 49/15)
“İşte doğrular” yâni kelimeyi söylüyorum “sâdıklar ancak onlardır.”

Hadid suresi 7. âyet:
“Allah'a ve Resûlü'ne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.” (Hadid 57/7)

19. âyet Hadid…
“Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nûrları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.” (Hadid 57/19)

Yine Hadid 21:
“Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid 57/21)

Yine Saff 11:
“Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff 61/11)

Bir başkası Nur 62:
“Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlüne iman etmişlerdir.”

Devam edelim… İman daha çok var… Başka âyetlerde…
Ama itaate geçelim…
Bakın Âl-i İmrân 132:
“Allah’a ve Resûlüne itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (Âl-i İmrân 3/132)

Hani söyleniyor ya…
“Efendim şeyhine ölü gibi falana teslim olacaksın!”
Ölü gibi ölü…
Yâni bir ölü nasıl teslim olursa…
Malınla, canınla, ırzınla teslim olacaksın gibi söyleyenler Kur’ân-ı Kerimde bir tek harf bile bulamazlar kendilerine insanların teslim olması hakkında…

Bulunan tek şey:
“Allah’a ve Resûlüne itaat edin.”
“Allah ve Resûlüne teslim olun.”
“Allah ve Resûlüne imân edin.”
“Allah ve Resûlüne itaat ediniz ki rahmete erdirilesiniz.”

Âl-i İmrân 132. âyet…

Nisa 59 âyet:

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)

Buradaki ulül emr; emir sahibi olan kişi Ehlullahtır…
Haktır…
Hamdolsun etmekteyiz ve ederiz de zâten…

Yine Nisa 69:
“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

Yâni söylediğimiz şeyi eğer kendimiz söylersek gerçektem çok hata etmiş oluruz…
Ben bunlarla uzatmak istemiyorum…
O kadar çok âyet var ki…
Nisâ 80, Maide 92, Enfal 1, Enfaz 20, Enfaz 24, Enfal 46…
Ve çook…
İşte bütün bunlar Allahü zü’l-Celâl’e ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e de;
Teslim olmayı,
İman etmeyi,
Tâbi olup
İtaat etmeyi farz kılmaktadır…
Farz-ı ayn kılmaktadır…

“De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız Bana tabi olun. Uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınız bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir” (Âl-i İmrân 3/31)

Biz İnşaallah uzun şekilde bu konuyu işleyeceğiz…
İşlerken de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın hakkındaki bütün bilgileri bileceğiz…

....

HAYY ALLAH CELLE CELÂLİHU razı olsun Dost Kul İhvanimİZ ağzına sağlık, ömrüne bereket inşaallah..
Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön