YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Ger TaŞ İsen ERİyesin!.Resim

Sana ibret gerek ise,
Gel göresin bu sinleri
Ger taş isen eriyesin,
Bakıp görücek bunları..


İğreti ve izafî bir cAN taşıyan KUL olarak eğer sana görüp de ibret alacağın bir şey lâzımsa var git meZÂRlıklara bir bak!
Ve senin gibi nicelerinin son HÂLLerini görünce eğer ki taş kalbli olsan da erirsin!


Resim

Firavunlar ki çoktur malları,
Gör nice oldu halları,
Son ucu bir gömlek imiş,
Anın da yoktur yenleri..


Bu ÂLEMe nice mal mülküyle Firavunlar gelip geçti ve çoktu ki, son HÂLLerini gör!
Meğer bu önem verip tapındığı ÖMRünün SON-UÇu buradan bir şeyler götürecek cepleri bile olmayan bir gömlek kefeniymiş..


Resim

Kani mülke benim deyen,
Köşk ü saray beğenmeyen,
Şimdi bir evde yaturlar,
Taşlar olmuş üstünleri..


Hani nerede onlar ki bu MÜLKLer benim diyeneler ve de Köşkleri ve sarayları beğenmeyenler,
Bakar mısın en sonunda gelmişler üstü kaba taşlarla kapatılmış basit bir meZÂR EVİnde yatmaktalar!.


Resim

Bunlar geri gelmeyeler,
Zühd-ü- tâat kılmayalar,
Bu beyliği bulmayalar,
Zira geçti devranları..


İşte bunlar, bu BEDEN Âleminden çıkıp da asla geri gelemeyenler,
geri gelip de zühd/nefislerini nefsânî zevk ve arzudan geri çekerek Hakk TeâLâ’ya ibâdete veremeyenler!
Neticede birkaç nefeslik gel-geç BEYTLiğine aldanan ve bir daha ele geçiremenler ve daha önce ele geçen devrÂNLarı nefsânî
zevk ve eğlencede mahvedenlerdir!.

Resim

Kani ol şirin sözlüler,
Kani ol güneş yüzlüler,
Şöyle kaybolmuş bunlar,
Hiç belirmez nişanları..


Onlar ki şirin sözlü türlü dilliydiler şimdi nerdeler o güneş yüzlüler?
Öyleki kaybolup gitmişler kendilerine ait geride bir iz işaret ve de niŞÂN bulmak imkansız olmuşlar!.


Resim

Bunlar bir vakit beyler idi,
Kapıcılar korlar idi,
Gel imdi gör, bilmeyesin,
Bey hangisidir ya kulları..


Bunlar ki bir zamanların beyi-paşasıydılar ve kendilerini koruyan kulları kapıcılar koyarlardı kapılarına!
Gel şimdi gör ki kara toprak altında hangisi Bey hangisi “kulum” dediği kimse bilemeyeceksin çünkü o izafî elbiseleri çıkardılar kefen giydiler!.


Resim

Ne kapı vardır giresi,
Ne yemek vardır yiyesi,
Ne ışık vardır göresi,
Dün olmuştur gündüzleri..


Öyle bir yere girdiler ki, ne girecek çıkacak kapıları ne yiyecekleri var!
Ne de görebilecekleri ışıkları var ki, onların şu ÂNı-ŞeÂNı- günleri bitmiş ve tümü de DÜNLeri olmuştur. Fırsatları elden kaçmıştır!.


Resim

Bir gün senin dahi
Yûnus, benim dediklerin kala,
Seni dahi böyle ide,
Nitekim etti bunları..


Ey Yûnus Emrem BaBam kaddesallahu sırrahu, bir gün her cÂN taşıyan kul gibi seninde sonun bu olur!
“Benim amalım!” dediklerin arkanda kalakalırlar!
Asla unutma ki bu İmkÂNLa İmtihÂN Yalan DÜNyası seni de bunalr gibi yapar! Nitekim onlar da sen gibiydiler bu HÂLe geldiler unutma ve Hakk TeâLâ’ya “EMR Olunduğun gibi!” dosdoğru KULLuk et inşae ALLAHu TeâLâ!.



Resim

Ger: eğer.
Sin: mezar.
Zühd: Dünyaya rağbet etmemek. Nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete vermek.
Tâat: İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Kani: Nerede?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Kabre Vardığım Gece!.Resim

Yâ Râb nola halim
Kabre vardığım gece
Eyi olmazsa amelim
Kabre vardığım gece!.


Yâ RABBî! Bu ömür bitip de kabre girdiğim gece benim HÂLim nice olacak!
İyi çıkmazsa amelim kapkaranlık kabirde benim HÂLim nice olacak!.


Resim

Yâ Râbbena yandırma
Günahlara bandırma
Çırağım söğündürme
Kabre vardığım gece!.


Bu âlemde gafletle-günahlarımla kazandığım ceheNNemimden beni affet de yandırma NÂRına bandırma!
Kimsesiz ve kapkaranlık daracık kabrimde gönül NÛRumu ÇiLe Çıramı söndürme Kabre vardığım gece!.


Resim

Yâ Râbbena hayr eyle
MuhaMMed'e yâr eyle
MuhaMMed'e eş eyle
Kabre vardığım gece!.


Eyy RABBımız! HÂLimiz hayr eyleyip bizi Sahibmiz MuhaMMed aleyhi's-selâma yâr eyle!
İçimzideki Hakikat-ı MuhaMMed'e eş eyle Kabre vardığım gece!.


Resim

Yâ Râbbena şaşırtma
Yüzüm üzre düşürme
Zebâniler üşürme
Kabre vardığım gece!.


Eyy RABBımız! Hakka hayr yolumuzu şaşırtıp yüzümüz üzere düşürme!
cehNNem Zebânilerini başımıza üşüştürme Kabre vardığım gece!.


Resim

Yâ Râbbena eşimden,
Eşimden yoldaşımdan
Aklı alma başımdan,
Kabre vardığım gece!.


Eyy RABBımız! Yıllarımız BİLe geçen Eşimden ve de Eşimden yoldaşımdan ayırma!
Aklı alma başımdan alma Kabre vardığım gece!.


Resim

Derviş Yûnus'un sözü,
Kan ağlar iki gözü
Mahrum eyleme bizi,
Kabre vardığım gece!.


Derviş Yûnus’un kaddesallahu sırrahu sözü ki derken kan ağlamakta iki gözü,
ceNNetlerinden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemden Mahrum eyleme bizi Kabre vardığım gece!.


Resim
Amel: İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme. * Kâr, iş işleme. * Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet.
Kabr: (Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer.
Çırağ: Çıra, lamba, ışık, nur.
Zebâni: Cehennem'de vazife gören melek.
Mahrum: Maddi veya manevi nimetlerden uzak kalmak. * Malı bereket bulmaz olan bedbaht. Felâhtan nasibsiz olan. * İffetinden dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Yüz Bin Peygamber!.Resim

Hor bakma sen toprağa
Toprakta neler yatur
Kani bunca evliyâ
yüz bin Peygamber yatur!.


Toprağı değersiz-kıymetsiz görme sen, toprakta neler yatmakta haberin var mı?
Nerde, nere gitti bunca veliyullah, yüz bin Peygamber yatmaktadır..


Peygamberlerin sayısını ancak ALLAH celle celâluhu bilir:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ فَإِذَا جَاء أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ
Resim---Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum men lem naksus aleyk(aleyke), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasire hunâlikel mubtılûn: Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.'' (Mü’min, 40/78)

Bir hadiste ise, Peygamberlerin sayısının 124. 000 olduğu bildirilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 266).
Yine bir hadiste bunlardan 315’ini resullerin teşkil ettiği haber verilmektedir. (İbn Hibbân, es-Sahîh, 2/77)


Cennette buğday yiyen
Gaşyet gömleğin giyen
Hem dünyaya meyleden
Âdem Peygamber yatur!.


Cennette, şeytanın önerdiği buğdaydan yemekle ateşten hayret gömleği giyip dehşette kalan ve böylece dünyâya, eşe, evlâda meyleden Âdem aleyhi's-selâm Peygamber yatmaktadır..

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ فَإِذَا جَاء أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ
Resim---Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum men lem naksus aleyk(aleyke), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasire hunâlikel mubtılûn: Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.((Bakara 2/35)

وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلاَ مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---''Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn: (Allah buyurdu ki): Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.” (A’râf 7/19)

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِن سَوْءَاتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَن تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ
Resim---Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev'âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn: Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.” (A’râf 7/20)

وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ
Resim---Ve kâsemehumâ innî lekumâ le minen nâsıhîn: Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.” (A’râf 7/21)

فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---Fe dellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn: Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.” (A’râf 7/22)

قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
Resim---Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn: (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf 7/23)

قَالَ اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ
Resim---Kâlehbitû ba'dukum li ba'dın aduvv(aduvvun), ve lekum fîl'ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn: Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.” (A’râf 7/24)

قَالَ فِيهَا تَحْيَوْنَ وَفِيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ
Resim---Kâle fîhâ tahyevne ve fîhâ temûtûne ve minhâ tuhracûn: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız dedi.” (A’râf 7/25)


Arkasiyle kum çeken
Göz yaşiyle yuğuran
Kâbeye temel kuran
Halil Peygamber yatur!.


Sırtında kum-çakıl çekrek göz yaşı çilesiyle harç karan ve böylece KâbetULLAHın temelini atan İbrahim Halil aleyhi's-selâm Peygamber yatmaktadır..

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ
Resim---İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemîn: Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir.(Âl -i İmrân 3/96)

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm: Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.” (Bakara 2/127)

Vücudunu kurt yiyen
Kurt yedikçe şükreden
Belâlara sabreden
Eyyûb Peygamber yatur!.


Tüm vucûdunu kurtların durmadan yediği, hiçbirini alıp atmadan seyreden ve şükreden.. ve her hâline sabreden Eyyûb aleyhi's-selâm aleyhi's-selâm Peygamber yatmaktadır..

وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Resim---Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn: Eyyub'u da (an). Hani Rabbine: "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti.” (Enbiyâ 21/83 )

وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
Resim---Vezkur abdenâ eyyûb(eyyûbe), iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş şeytânu bi nusbin ve azâb: (Resûlüm!) Kulumuz Eyyub'u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.(Sâd 38/41)

ارْكُضْ بِرِجْلِكَ هَذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
Resim---Urkud biriclik(biriclike), hâzâ mugteselun bâridun ve şerâb: Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik).” (Sâd 38/41)

وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ
Resim---Ve vehebnâ lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minnâ ve zikrâ li ûlîl elbâb: Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.” (Sâd 38/42)


Balık karnında yatan
Deryâları seyreden
Kabak kökün yastanan
Yûnus Peygamber yatur!.


İlahî çağrısına uymayan insanlara kızarak denizlere açılan, “fırtınada fazlıklısın!” denilip denize atılan, Yunus Balığınca yutulan, bir sahile çırılçıplak bırakılınca insanlardan utanıp bir kabak yaprağını ud yerine tutarak ona sığınan Yûnus aleyhi's-selâm Peygamber yatmaktadır..

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn: Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti.” (Enbiyâ 21/87)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Festecebnâ lehu ve necceynâhu minel gamm(gammi), ve kezâlike nuncil mu’minîn: Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ 21/88)

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
Resim---Ve inne yûnuse le minel murselîn: Doğrusu Yunus da gönderilen peygamberlerdendi.” (Sâffât 37:139)

إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Resim---İz ebeka ilel fulkil meşhûn: Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı.(Sâffât 37:140)

فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنْ الْمُدْحَضِينَ
Resim---Fe sâheme fe kâne minel mudhadîn: Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden oldu.” (Sâffât 37:141)

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ
Resim---Feltekamehul hûtu ve huve mulîm: Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu.” (Sâffât 37:142)

فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنْ الْمُسَبِّحِينَ
Resim---Fe lev lâ ennehu kâne minel musebbihîn: Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı,” (Sâffât 37:143)

لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Resim---Le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn: Tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.(Sâffât 37:144)

فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاء وَهُوَ سَقِيمٌ
Resim---Fe nebeznâhu bil arâi ve huve sakîm: Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.(Sâffât 37:145)

وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ
Resim---Ve enbetnâ aleyhi şecereten min yaktîn: Ve üzerine, sık geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.” (Sâffât 37:146)

وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ
Resim---Ve erselnâhu ilâ mieti elfin ev yezîdûn: Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.” (Sâffât 37:147)

فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ
Resim---Fe âmenû fe metta’nâhum ilâ hîn: Sonunda ona iman ettiler, biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.” (Sâffât 37:148)

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ
Resim---Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm: Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.” (Kalem 68/48)

لَوْلَا أَن تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِّن رَّبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاء وَهُوَ مَذْمُومٌ
Resim---Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm: Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda (karaya) atılmış olacaktı.” (Kalem 68/49)

فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---Fectebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn: Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı.” (Kalem 68/50)


Kuyuda nihan olan
Kul deyüben satılan
Mısıra sultan olan
Yusuf Peygamber yatur!.


Öz kardeşlerince kuyuya atılıp yapayalnız sırlanan, bir kervanca bulunup köle edilip bazarlarda satılan ve sonunda Hakkın Hükmü ğereğince Mısıra sultan olan Yusuf aleyhi's-selâm Peygamber yatmaktadır..

قَالَ قَآئِلٌ مَّنْهُمْ لاَ تَقْتُلُواْ يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
Resim---Kâle kâilun minhum lâ taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayâbetil cubbi yel-tekithu ba’dus seyyâreti in kuntum fâilîn: Onlardan biri: Yusufu öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi.(Yûsuf 12/10)

وَجَاءتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُواْ وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَا بُشْرَى هَذَا غُلاَمٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Resim---Ve câet seyyâretun fe erselû vâridehum fe adlâ delveh(delvehu), kâle yâ buşrâ hâzâ gulâm(gulâmun), ve eserrûhu bidâah(bidâ’aten), vallâhu alîmun bi mâ ya’melûn: Bir yolcu kafilesi geldi, sucularını (kuyuya su almak için) gönderdiler. O da kovasını sarkıttı. "Hey müjde... Bu bir çocuk." dedi. Ve onu (kuyudan çıkarıp) 'ticaret konusu bir mal' olarak sakladılar. Oysa Allah, yapmakta olduklarını bilendi.” (Yûsuf 12/19)

وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُواْ فِيهِ مِنَ الزَّاهِدِينَ
Resim---Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn: Onu ucuz bir fiyata, sayısı belli (birkaç) dirheme sattılar. Onu pek önemsemediler.” (Yûsuf 12/20)

وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِن مِّصْرَ لاِمْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنِّا لِيُوسُفَ فِي الأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---Ve kâlellezîşterâhu min mısra limre’etihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ(veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu min te’vîlil ehâdîs(ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun: Onu satın alan bir Mısır'lı (aziz,) karısına: "Onun yerini üstün tut (ona güzel bak), umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz" dedi. Böylelikle biz, Yusuf'u yeryüzünde (Mısır'da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yûsuf 12/21)

وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Resim---Ve lemmâ belega eşuddehû âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn: Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz.(Yûsuf 12/22)


Yusuf'un yavu kılan,
Kurt ile dâvi kılan
Ağlayıp gözsüz kalan
Yakup Peygamber yatur!.


En sevgili oğlu Yusuf'unu garib bir şekilde kaybedip, kurt ile davalaşan ve gece gündüz ağlayarak gözlerinin feri sönüp kör kalan Yakub aleyhi's-selâm Peygamber yatmaktadır..

وَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ
Resim---Ve tevellâ anhum ve kâle yâ esefâ alâ yûsufe vebyaddat aynâhu minel huzni fe huve kezîm: Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf'um ah!" diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.(Yûsuf 12/84)

فَلَمَّا أَن جَاء الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Fe lemmâ en câel beşîru elkâhu alâ vechihî fertedde basîrâ(basiran), kâle e lem ekul lekum innî a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn: Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi? dedi.(Yûsuf 12/96)

قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَن تَذْهَبُواْ بِهِ وَأَخَافُ أَن يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ
Resim---Kâle innî le yahzununî en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehuz zi’bu ve entum anhu gâfilûn: Dedi ki: "Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun yemesinden korkuyorum." (Yûsuf 12/13)


Asâsın ejder eden
Bahre urup yol eden
Fir'avnı helâk eden
Musâ Peygamber yatur!.


Firavun’un Rabblık davasına karşı çıkıp sihirbazlarıyla karşılatığında Hakk’ın Hükmünce asâsın ejderha eden.. yine aynı asâsını Kızıl Denize vurup yarark yol yapan ve sonucunda Firavun’u helâk eden
Musâ aleyhi's-selâm Peygamber yatmaktadır..


فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
Resim---Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn: Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.” (A’râf 7/107)

فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ
Resim---Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahr(bahra), fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm: Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.(Şuarâ 26/63)

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَذَّبُواْ بآيَاتِ رَبِّهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَونَ وَكُلٌّ كَانُواْ ظَالِمِينَ
Resim---Ke de'bi âli fir'avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr'avn(fîr'avne), ve kullun kânû zâlimîn: Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.(Enfâl 8/54)



Resim

Hor: f. Kıymetsiz, ehemmiyetsiz. Adi.
Kani: Nerde, hani.
Gaşyet: Kendinden geçme, bayılma. * Örtmek. * Hayret.
Yastanan: Sığınan, örtünen.
Nihan: f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. * Sır.
Yavu kılan: Kaybeden.
Dâvi kılan: Davalaşan.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

KİMLer Yatur!. Resim

Ol Allahın Habîbi,
Dertlilerin tabîbi
Enbiyâlar serveri,
Resûl MuhaMMed yatur!.


Bu toprağın altında, peygamberlerin serveri-başı, dertlilerin hekimi ve ALLAHu zü’l- CeLÂL’in sevgilisi Rasûlullah MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem yatmaktadır!.

Resim

Hayber Kal'asın yıkan,
Kâfiri oda yakan
Şahinler gibi bakan,
Ali gibi er yatur!.


Hayber Kalesinin koparılmaz sanılan kapısını söken ve kalesini yıkan yerlebir eden, kâfirlerin içine ateş düşüren, şahin bakışlı İmam Ali kerremullahi veche yatmaktadır!.

Resim

Ata ana gülleri,
Kur’ân okur dilleri
Fatmana oğulları;
Hasan, Hüseyin yatur!.


Babadan ve Anadan şerefli ve Kur'ân-ı Kerim hafızları olan Fatımatü’z- Zehrâ aleyhasselâmın iki oğlu Hasan ve Hüseyin aleyhumu's-selâm yatmaktadır!.

Resim

İğnesin suya atan,
Balıklara getirten
Tacın, tahtın terkeden,
İbrahim Ethem yatur!.


Elindeki iğnesini denize atarak balıklara: “İğnemi getirin!” dediğinde getirdikleri.. İlahî AŞK YOLUNda Horasan hükümdârlığını bırakan İbrahim Ethem kaddesallahu sırrahu yatmaktadır!.

Resim

Gündüzler sâim olan,
Geceler kâim olan
Ârifler sultânı,
Bayezıd Bestam yatur!.


Gündüzleri sürekli oruçlu olan, geceleriyse ibâdetle geçiren,
Ârifler Sultânı olan Bayezıdî Bestamî kaddesallahu sırrahu yatmaktadır!.


Resim

Hakikat erleri,
Geçti dünyadan, her biri
Konyada; ol Mevlânâ
Hüdavendigâr yatur!.


Nice nice Dünyâdan gelip geçen Hakikat ERENLeri ki, onlardan birisi ve
Konyada yaşamış olan Hüdavendigâr Mevlânâ Celâleddin Rumî kaddesallahu sırrahu yatmaktadır!.


Resim

Çoktur Hakkın has kulları,
Fikr eyle bunları
Saysam erenleri,
Görsen ne sultânlar yatur!.


ALLAHu zü’l- CeLÂL’in sevgili hass kulları ERENLerini saysam sayamam, sayısız, çoktur ve bunları Fikret sen ki bu toprağın altında nice HaKk Sultânları yatmaktadır!.

Resim

Yûnus sen de ölürsün,
Kara yere girersin
Kara yer altında,
Çok günahkâr kullar yatur!.


Ey Yûnus Emrem BaBam bir gün sen de ölürsün, Kara toprağa girersin ve bu kara toprak altında çokça günahkâr kullar yatmaktadır!.



Resim

Habîb: (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost
Tabîb: (c.: Tabibân-Etibbâ) Doktor, hekim.
Server: f. Reis. Baş. Seyyid.
Hayber: Arap Yarımadasında Hicaz bölgesinin doğu sınırında ve Medine-i Münevvere'nin 170 km. kuzeyinde bir kasabadır. Evleri, yüksek bir kayanın üzerinde kurulmuş olan bir kalenin etrafında bulunur. Hicretin yedinci senesinde vuku bulan Hayber Gazası ile meşhur olmuştur. Aynı sene içinde Hz. Resulullah Efendimiz, Hudeybiyeden döndükten sonra binikiyüz piyâde ve ikiyüz süvari ile Hayberin fethine gitmiştir.Hayberin eski ahalisi yahudi olup, fetihten sonra haraca bağlanarak vatanlarında bırakılmışlar ise de, Hz. Ömer (R.A.) Peygamberimizin son hastalıklarında "Arap Yarımadasında iki din birleşemez." dediğini işittiğinden, daha sonra halifeliği zamanında bu hadise istinaden bütün yahudileri çıkarıp Şam'a naklettirmiştir.
Sâim: (Savm. dan) Oruçlu, oruç tutan.
Kâim: Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren.



ResimBâyezid-î Bistâmî ya da Tayfur Ebû Yezîd el-Bûstâmî
kaddesallahu sırrahu


(d.804, Bistam - ö. 874 - 877/878), Fars İslam âlimi ve Allah dostudur.
Günümüzde İran'ın Semnan Eyaleti'nde bulunan Bistam şehrinde 804 yılında doğmuştur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. Kabri yine Bistam'da bulunmaktadır. Dedesi İslâmiyeti sonradan kabul etmiş olan bir Zerdüşt idi. Dedesinin Adam, Tayfur ve Ali isminde üç oğlu vardı. Hepsi de zühd (zâhid) hayâtı yaşamayı seçmiş kişiler olarak tanınıyorlardı. Bayezid, Tayfur'un oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun çoğunu evde ve camiide tek başına geçirmekteydi. Yalnız bir yaşantısı olmasına rağmen evine sık sık Sufilik üzerinde tartışmak maksadıyle ziyaretçileri kabul etmekteydi. Allah ile başbaşa kalmak amacıyle tüm Dünyevî arzularını terk etmiş (Melamilik-Kalenderîlik) bir şekilde zühd hayâtı sürdürmekteydi.


Yaşam Öyküsü:

Günümüzde İran'ın Semnan Eyaleti'nde bulunan Bistam şehrinde 804 yılında doğmuştur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. Kabri yine Bistam'da bulunmaktadır. Dedesi İslâmiyeti sonradan kabul etmiş olan bir Zerdüşt[1] idi. Dedesinin Adam, Tayfur ve Ali isminde üç oğlu vardı. Hepsi de zühd (zâhid) hayâtı yaşamayı seçmiş kişiler olarak tanınıyorlardı. Bayezid, Tayfur'un oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun çoğunu evde ve camiide tek başına geçirmekteydi. Yalnız bir yaşantısı olmasına rağmen evine sık sık Sufilik üzerinde tartışmak maksadıyle ziyaretçileri kabul etmekteydi. Allah ile başbaşa kalmak amacıyle tüm Dünyevî arzularını terk etmiş (Melamilik-Kalenderîlik) bir şekilde zühd hayâtı sürdürmekteydi.

Sufilik'teki "Fenâ Fî’Allah" ve "Bekâ Bî’Allah" mertebeleri:

Neticede bu yaşam tarzı Bayezid'in "Kendinde Yok Olma" hâli olarak ifâde edilebilecek olan bir ruh haline bürünmesiyle sonuçlandı. Bu durum sufilikte "Kişinin Allah'a en yakın olduğu ruh hâli" olan "Fenâ Fî’Allah" yâni (Allah’ta yok olma) mertebesi olarak tanımlanmaktadır. Allah'a karşı olan hislerini çok sâmîmi ve açık yüreklilikle dile getirmesinden dolayı "Beyâzıd" tarihte ilk kez "Sarhôş Sûfî" lâkabı ile anılan kişi oldu. Kendisi tarihteki en etkin mistiklerden biri olarak tanınmaktadır. Allah'a olan aşırı sevgisinden dolayı da Allah aşkından başka tüm Dünya nimetlerini terk etmek suretiyle de "Bekâ Bî’Allah" yâni (Allah’la var olma/Allah’la bir olma) kavramlarını ortaya atan sufi olarak hatırlanmaktadır.

Tasavvufta Etkinliği:

Kendisinden önce sufilik sadece "sofuluk" ve "itaat" üzerine dayanmaktaydı. İlâhî Aşk’ın sufiliğe kazandırılması onun sâyesinde gerçekleşti.
On iki imamlardan olan Musa el-Kâzım ile Ali er-Rıza'ya karşı sâmimîyyet ve muhabbet beslemekteydi. Ali er-Rıza tarafından talebeliğe kabul edildi. 874/878 tarihinde vefât ettiğinden, aynı devirde yaşamış olduğu İmam Muhammad at-Taki (ö.835 CE), İmam Ali Naki (ö.868 CE), ve İmam Hasan el-Askerî (ö.874 CE) ile de muhtemelen tanışmıştı. On iki imamlara karşı beslenen saygı ve sevginin kendisinden sonra gelen Ebû’l Hassan Harakânî, Hace Abdullah el-Ensari, ve Ebû’l Kâsım Gûrganî gibi halefleri sayesinde muhafaza edilmesinde de etkin payının olduğunu bu şâhsiyetlerin yaptırmış oldukları ibâdethanelerde on iki imamların isimlerinin de yazılmış olmasından anlaşılmaktadır.


Neslinden Anadolu'ya göç edenler ve Horasan erenleri:

Torunlarından İsa ve Musa İran Horasan'ından Anadolu'ya göç etmişlerdir. İlk önceleri Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde ikamet etmişler, sonraları kendilerine verilen vazife gereği Anadolu'nun iç taraflarına göç etmek istemişler ve Kırıkhan'dan iki kardeş ayrılmışlardır. Kırıkhan halkı kardeşlerin gitmelerini istemedikleri için kardeşlerden İsa'yı orada şehid etmişlerdir. Şeyh İsa Türbesi Kırıkhan'ın Alabeyli Köyünün kuzeyindedir. İlçe merkezine 4 kilometre uzaklıkta bir tepe üzerindedir. Diğer kardeş (Şeyh Musa) Tokatın, Zile ilçesine gelerek burada irşadına devam etmiştir. Halen Burada yatmaktadır ve torunlarının Zile'de yaşamakta olduğu kanısı yaygındır.
Halk arasında Beyazıbesten (Şeyh Ethem Çelebi camii) adı ile bilinen ziyaret yeri Zile merkezinde Ali Kadı Mahallesi'nde olup çevre halkı tarafından baş ve göz ağrıları ile çeşitli dilekler için ziyaret edilen yerlerdendir. Zile de Şeyh Ethem Çelebi (Beyazıbesten) camiinde bulunan Muhammedin mübarek hırka-ı şerifleri Cumhuriyetin ilk yıllarında muhafaza edilemeyeceği bahanesi ve Zilelilerin de yeterince sahip çıkmaması yüzünden önce Tokat a 17.09.1944' tarihinde ise Ankara ya götürülmüştür. Halen Ankara Etnoğrafya Müzesindedir. Veysel Karani, Bâyezid-î Bistâmî ye intikal etmiş ve silsile yoluyla bu zamana kadar gelmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Evliyâlar Alan Dünyasın!.Resim

Bilirim seni yalan dünyasın
Evliyâları alan dünyasın!.


Ben biliri ki ey dünya sen sanalsın yalansın,
Veliyullahları bile alıp toprağa sokan dünya!.


Resim

Kaçan kurtulsa kuş kurtulaydı
şahin kanadın kıran dünyasın!.


Eğer kaçan kurtulabilseydi uçan kuşlar kurtulurdu.
Sen ki nice alıcı kuş şahinlerin kanadını kıran toprak eden dünyasın!.


Resim

Sevdiğim aldın beni ağlattın
Dönüp yüzüme gülen dünyasın!.


Benim de sevgilimi elimden alıp ağlattın,
Sonra da dönüp yüzüme gülen dünyasın!.


Resim

Süleyman tahtın sen viran kıldın
Ma’sumlar boynun buran dünyasın!.


Her türlü zenginliği olan Peygamber Süleyman aleyhi's-selâmın tahtını sen viran kıldın yerle bir ettin!.
Ve nice mâsumların boynunu büken ve buran dünyasın!.


Resim

Dünya, bununla yedi gez doldu
Âhır bizden de kalan dünyasın!.


Dünya daha önceleri de bununla birlikte yedi defa doldu boşaldı,
Neticede bizden de geriye kalıp devam edip giden dünyasın!.

Resim

Aşık Yûnus, sema'la çarh urur
Bu çarhımızı bozan dünyasın!.


Aşık Yûnus sistem içinde bu İlahî Semâ’ sesine uyup teker gibi dönmeye başladı bu âlemde ki,
Sen her can gibi bizimde bu döngümüzün denge-düzenini bozan dünyasın!.


Resim

Ma’sum: Günahsız, suçsuz.
Gez: Kez, defa.
Semâ': İşitmek, kulakla dinlemek. * Mevlevilerin zikir esnasındaki dönüşleri.
Çarh: Çark, tekerlek. * Felek, gök, sema. * Ok yayı. * Elbisede yaka. * Tef.* Devreden, dönen.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Geçer Bu Eyyamlar!.Resim


Zikrullah eyleyip tevhid etmeğe
Geçer bu eyyamlar, ellere girmez!.
Hakkın doğru yollarına gitmeğe
Geçer bu eyyamlar, ellere girmez!.


İnsanoğlunun yaratılış sebebi olan “Lâ İlâhe İllâ ALLAH” Tevhidini BİLip, BULup, OLup, Yaşayarak zikretmek için belli bir ömür süresi vardır ki tezce geçer ve bu devirler bir daha ele geçmez.
ALLAH celle celâluhu insana Sırat-ı Müstakim üzere dosdoğru yaşamayı emretmiştir ki, süresi sınırlıdır ve geçip giderse bir daha ele geçesi değil!.


Resim

Sen âsân et, doğru yolca gitmeğe
Varıp anda, kara yere yatmağa
Geceler subha dek, tevhid etmeğe
Geçer bu eyyamlar, ellere girmez!.


Sen aklını, SİLMe ulaştır kâmil-ârif kıl ki AKLın, doğru yolu ve yolculuğu anlasın da en sonunda kara toprağa Müslim-Mü’min olarak girsin!
Bunun için ise geceler boyu seher sabahlarına kadar Zikrullahla meşgul ol ki, ömür süresi sınırlıdır ve geçip giderse bir daha ele geçesi değil!.


Resim

Aldatmasın seni dünya sefâsı
Giyesin kefen, koyasın libâsı
Vücudun şehrinde, ruhun hümâsı
Geçer bu eyyamlar, ellere girmez!.


Tamamen sanal ve gelgeç-gölge olan bu hayatın nefsin hevâ-hevesine çekici gelen ve sonsuzmuş hissi veren sefâ ve eğlenceleri seni sakın aldatmasın!
Bu Kanlı kâfesteki RUHun ki, Hümâ kuşunun vatanı geldiği İLAHî KATtır mutlaka oraya dönecektir. Geliş, yaşayış ve DÖNüş mecburiyetini anlarsan görürsün ki, ömür süresi sınırlıdır ve geçip giderse bir daha ele geçesi değil!.


Resim

Türlü donlar ile, kendin bezersin
Kitaplar okuyup, sözler yazarsın
Bildim dersin, niçin gâfil gezersin
Geçer bu eyyamlar, ellere girmez!.


Nice yıllardır yaşadın ve nice renkte ve sayıda donlar elbiseler ile süslenip bezendin ve sonUÇta da eskittin ve etmektesin.
Nice kitablar okuyup sözler düzmektesin kul İhvÂNim şiirler zevkler SALLamaktasın.
Her hususu bildim demektesin oysa, Nereden nereye gitmektesin gibi hususlarda tam bir gâfilsin zamanın az kaldı, ömür süresi sınırlıdır ve geçip giderse bir daha ele geçesi değil!.


Resim

Yûnus eydür, gelin imdi kardaşlar
Dökelim gözümüzden kanlı yaşlar
Nasihatim budur size dervişler
Geçer bu eyyamlar, ellere girmez!.


Yûnus EMRem BaBam kaddesallahu sırrahu der ki: “Gelin ey kardeşlerim HÂLimizi anlayıp HÂLimize ağlayalım da kanlı göz yaşlarımızı dökelim..
Hak YOLUnun YOLCUsu kardeşlerime nasihatım budur ki, ömür süresi sınırlıdır ve geçip giderse bir daha ele geçesi değil!.


Resim

Eyyam: (Yevm. C.) Devirler. Günler. * Güç, iktidar, nüfuz.
Âsân: f. Kolay. Suhuletli. Yesir. * Bükülmüş ipin her katı.
Subh: Sabah vakti. Sabah. Tan vakti. Şafak zamanı.
Libâs: Giyilecek şey. Elbise.
Hümâ: f. Devlet kuşu. * Saadet. Mutluluk
.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Beni İrşâd Eden!.Resim


Ağla gözüm ağla, gülmezem ayruk
Gönül dosta gider, gelmezem ayruk..


Şuyalan dünyayı seyredip durduğum ve iyi tanıyan gözlerim istersen ağlayabilirsin ki ben bu ÂLEMde gülenlerden değilim. Artık ben Gönül Güzeli Dosta gider de, bir daha artık geri gelmem/gelemem..

Resim

Ne gam bunda bana, bin gez ölürsem
Anda ölüm olmaz, ölmezem ayruk..


Bana neden gam olsun ki, bu yalan dünyada her nefeste ve KÛN feyeKÛN->SeBBeha ŞeÂNında her nefes yeniden ölüp yeniden dirilmekteysem de artık, bu İŞi iŞLeyene kavuştum ve İŞ bitti bir daha ÖLmem artık!.

Resim

Yansın canım, yansın aşkın oduna
Aksın kanlı yaşım aksın, silmezem ayruk..


Bu RABB’a Rücû’, ASLa Vuslat yolculuğunda nice cefâlar nice cehennemler geçilmekte ve yoluna gidilen NAZLı YÂR bunlara değer.. bu AŞKuLLah uğruna yangın sebeblerine katlanıp yanmaya razıyım.. ve gözlerim ise görüp beğendiği DÜN-yâ-sı için döksün gözyaşalarını, yoluma gitmekten pişman olup da acıyıp el edip sileceğimi hiç de beklemesin benden bundan sora..

Resim

Göyündüm aşk ile, tâ kül olunca
Boyandım rengine, solmazam ayruk..


Aşk ateşi içinde çıra gibi göynüdüm, varlığım yok olmakta ki tâa kül oluncaya tükenip bitinceye kadar dayanacağım.. çünkü ben “Eşhedü- Şâhidiyim!” derken SıbgatuLLAH- ALLAH Boyasıyla AŞKuLLahın Ateş rengine boyanmıştım.. bundan güzel renk mi var ki ben solu solup renk değştirip durayım?.

صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
Resim---Sibğatellah, ve men ahsenü minellahi sibğatev ve nahnü lehu abidun: Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).” (Bakara 2/138)

Resim

Beni irşâd eden mürşid-i kâmil
Yeter, bir el almazam ayruk..


Bu âlemde bana MuhaMMedî Tâlim-öğretim ve MuhaMMedî Terbiye-eğitim vererek KuLLuk Hatmimi TAMMLatan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme İLEten, ve Rabbımıza RücÛ’mu sağalayan MuhaMMedî Mürşid-i Kâmilim bana yeterlidir ki, ben onun elinden başkasısa dokunmam bile artık!.

Resim

Varlığım yokluğa denişmışem ben,
Bugün, cana, başa kalmazam ayruk..


Ham AKLıma MevCÛD-varmış gibi gözüken izâfi-İğreti-gelgeç-gölge mâsivâ vVarlığımı, gaib/OLduğu hâlde gözükmeyen MevcÛDatı her ÂN yeniden yaratıp durmakta ve şahdamarımdan da AKRABAm olanın HÂLine değişmişim.. bu İşin ASLını-fASLını ANLAmışım..
Ve ben artık bu gün bundan sonra can ve baş derdine düşüp de Rabbım TeâLâmdan ayrı kalamam artık ki bu hususta nefsim Mutmâin oldu elhamdulillah!.


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

Resim

Fenâdan bâkiye göç eyler olduk
Güneldim şol yola, dönmezem ayruk.
.


Bezm-i Elest Bâzarında KulLLuk İmtihÂNım için girdiğim Esfelin Fenâsı fASLından, Yalan Dünyasından her NEFes AL-VERinde ->İlk geldiğim İLLiyyin Bekâsı ASLıma, D3arü’s- SeLÂMına GÖÇmekte olduğumu İlim-İrade-İdrak edip YAŞAmakatayım Ölüm GÖÇünü.. Zâten dönülmesi de imkÂNsız olan SüNNetuLLAH ahret Yolundan dönecü de değilm..

İlliyyin-ESFelin maSALLımız:

İlliyinden Esfeline dereke dereke inmiştik ya, tabana vurmuştuk, dibe vurmuştuk ya, şimdi o Yusuf Kuyusundan tekrar tırmânâ tırmânâ, derece derece “yukarı->derece, aşağı->dereke” aynı yol işte onda bizi refet yücelt!.
İLLiYYin: ASLın en üst RUH iklimi yüceliği NûR İklimi..
ESfelin: AYNın-fASLın, en alt BEDEN diyarı alçaklığı NÂR ülkesi..


İLLiYYinimiz:

كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ
Resim---Kellâ inne kitâbe'l-ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne): Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (ALLAH'a ulaşmayı dileyenlerin, hidâyette olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin'dedir.”
(Mutaffifin 83/18)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ
Resim---Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn(ılliyyûne): Ve illiyyin'in ne olduğunu sana bildiren nedir?”
(Mutaffifin 83/19)

كِتَابٌ مَّرْقُومٌ
Resim---Kitâbun merkûm(merkûmun): (O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır
(Mutaffifin 83/20)

يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ
Resim---Yeşheduhu'l-mukarrebûn(mukarrebûne): Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar.”
(Mutaffifin 83/21)

إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
Resim---İnne'l-ebrâre le fî naîm(naîmi): Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni'metler içindedir.”
(Mutaffifin 83/22)

ESfelinimİZ:


لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm: Gerçekten biz insanı en güzel biçimde-KIVAMda yaratmışızdır.” (Tîn 95/4)

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
Resim---Summe redednâhu esfele sâfilîn: Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına kaktık.” (Tîn 95/4)

Resim

Muhabbet bahrının gavvası oldum,
Gerekmez, Ceyhuna dalmazam ayruk..


Ben ki MuhaMMed aleyhi's-selâmın MuhaBBet KEVSER Havuzunda Dalgıç olmuşum/DAMLayım de ki, okyonuslar ne ki?.
Bundan sonra durmadan akan-değişen ırmaklara niçin dalıp çıkayım artık ben?!.


Resim

Dilerim fazlından ayırmayasın
Hocam, senden özge sevmezem ayruk..


Rabbımız TeâLâmızdan dua eder/DİLErim ki lütfundan-Fazklından beni senden ayırmaz ey HaBîBî Hocam, MuhaMMedî Mürşidim..
Aradığımı Rabbım BULdurmuşken senden başkasına döner bakar mıyım ben artık!.


Resim

Söyler âşık dilinden bunu Yûnus
Eğer âşık isem, ölmezem ayruk..


Bu Hikmetleri MuhaMMedî HaKk Âşık Yunus Emre BaBam kaddesallahu sırrahu, ÂŞIKLar DİLiyle buyurmakta ve;
“ben ki gERçekten Yaratanımı BİLmiş-BULmuş-OLmuş ve AŞKını YAŞAyarak Şâhidimin Şâhidi olmuşsam her nefes yENiden Yaratır beni ve ben asla ÖLmem/Ölemem artık!.


Resim

Ayrık-Ayruk (t): Artık. Başka.
Göynümek (t): Kendi kendine içten yanmak.
Göyündürmek (t): İçten içe yakmak.
Göyünmek-göynümek: Yanacak derecede ısınmak, hafif sararmak. Dertlenmek, üzülmek, içlenmek. Ham meyve olgunlaşmak. Toplandığı zaman sert olan meyveler kendi kendine fazla olgunlaşmak, yumuşamak.
Deniş: f. Bilgi, ilim. Biliş.
Günilmek (t): Yönelmek. : .
Gavvas: Çok gayretli. Çalışkan. * Suya dalan. * İnci arayan dalgıç.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Dağlar ile Taşlar ile!.Resim

Dağlar ile, taşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni!.


Dağlar ile, taşlar iLe,
Seherlerde kuşlar ile-biLe
Ezelî-Ebedî ZiKRuLLAH’a ki, küllî Şey’in Özündeki Rububiyyet KÛN feyeKÛN Kevniyyetine Sahib çıkış, İLİMle BİLiş, İradeyle BULuş, İdrakle OLuş ve fiilen İştirak ile YAŞAyış Hatırlanışı ve unutursa yeniden ZİKRi..


تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
Resim---Tusebbihu lehu’s- semâvâtu’s- seb’u ve’l- ardu ve men fîhinn (fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûren).: 7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O'nu (Allah'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakîm'dir, Gafûr'dur (mağfiret edendir).” (İsrâ 17/44)


Küllî Şey’in her ÂN Şe’ÂNuLLAHta ki YENiden Yaratış SeBBahası Nefesinle ve de SESleriyle çağırayım Mevlâm seni!.

Resim

Sular dibinde mâhi ile,
Sahralarda ahû ile
Abdâl olup “yâ hu!” ile,
Çağırayım Mevlâm seni!.


Denizlerdeki balıklarla, çöllerdeki ceylanlarla ve de Akl-ı Silm Sahibi ve HalifetuLLAH olan has Mü’min MuhaMMedî Abdâllar ki onlar, Kendilerini ALLAH'a adamış, O’na teslim olmuş ve O’nun KULLuk YOLUnda nice çile çekmiş/yor/cak olanlarla küllî Şey’in ÖZünden de AKREb Olan SENi SENden SANA Çağırayım-Zikredeyim Mevlâm seni!.

Resim

Gök yüzünde İsâ ile,
Tûr dağında Musâ ile
Elimdeki a’sâ ile,
Çağırayım Mevlâm seni!.


el ÂN gökyüzündeki İsâ aleyhi's-selâmla,
Elinde a’sâsı Tûr dağındaki Musâ aleyhi's-selâm ile Çağırayım-Zikredeyim Mevlâm seni!.


Kur'ân-ı Kerimde İsâ aleyhi's-selâmla ;

وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِن شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلاَّ اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا
Resim---Ve kavlihim innâ katelnâ’l- mesîha îsâbne meryeme resûlallâh (resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum. Ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minhu. Mâ lehum bihî min ilmin illâttibâaz zann (zanni), ve mâ katelûhu yakînâ (yakînen).: Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiç bir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.” (Nisâ 4/157)

بَل رَّفَعَهُ اللّهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
Resim---Bel rafaahullâhu ileyh (ileyhi). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ (hakîmen).: Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ 4/158)

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Resim---İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmi’l- kıyâmeh (kıyâmeti), summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Âl-i İmrân 3/55)

Kur'ân-ı Kerimde A’sâ, Tûr-Sin dağı ve Musâ aleyhi's-selâmla;

Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah benim;" diye seslenildi.

فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtıı’l- vâdil eymeni fî’l- buk’ati’l- mubâreketi mine’ş- şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbu’l- âlemîn (âlemîne).: Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah benim;" diye seslenildi.'' (Kasas 28/30)

فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي يَا مُوسَى
Resim---Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.: Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: "Ey Musa." (TâHâ 20/11)

إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
Resim---İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyk (na’leyke), inneke bi’l- vâdi’l- mukaddesi tuvâ (tuven).: "Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın." (TâHâ 20/12)

وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى
Resim---Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.: "Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle." (TâHâ 20/13)

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımi’s- salâte li zikrî.: "Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl." (TâHâ 20/14)

إِنَّ السَّاعَةَ ءاَتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى
Resim---İnnes sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.: "Şüphesiz, kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir. Herkesin harcadığı çabanın karşılığını alması için, onun (koşup haberini) neredeyse gizleyeceğim." (TâHâ 20/15)

فَلاَ يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لاَ يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى
Resim---Fe lâ yesuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.: "Öyleyse, ona inanmayıp kendi hevasına uyan, sakın seni ondan alıkoymasın; sonra yıkıma uğrarsın." (TâHâ 20/16)

وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَى
Resim---Ve mâ tilke bi yemînike yâ mûsâ.: "Sağ elindeki nedir ey Musa?" (TâHâ 20/17)

قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى
Resim---Kâle hiye asây (asâye), etevekkeu aleyhâ ve ehuşşu bihâ alâ ganemî ve liye fîhâ meâribu uhrâ.: Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var." (TâHâ 20/18)


Resim

Derdi öküş Eyyub ile,
Gözü yaşlı Yakub ile
Ol MuhaMMed-i mahbub ile
Çağırayım Mevlâm seni!.


Kul için onulmaz ve pek çokça dertlerde kalan ve yaralarına kurtlar düşen Eyyub aleyhi's-selâm ile,
Yûsufun hasretinden gözlerine boz inen Yakub Yakub ile,
Ve o MuhaMMed aleyhi's-selâm ki, seni sevev sevgilin HabiBuLLAH aleyhi's-selâm ile Çağırayım-Zikredeyim Mevlâm seni!.


Kur'ân-ı Kerimde Eyyub aleyhi's-selâm;

وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Resim---Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamu’r- râhimîn (râhimîne).: Ve Hz. Eyüp, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Muhakkak ki, bana bir zarar isabet etti (hastalık geldi). Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.” (Enbiyâ 21/83)

وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
Resim---Vezkur abdenâ eyyûb (eyyûbe), iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş şeytânu bi nusbin ve azâb (azâbin).: Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti.” (Sâd 38:41)

Kur'ân-ı Kerimde Yakub aleyhi's-selâm;

وَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ
Resim---Ve tevellâ anhum ve kâle yâ esefâ alâ yûsufe vebyaddat aynâhu minel huzni fe huve kezîm(kezîmun).: Ve onlardan yüz(ünü) çevirdi ve: "Ey Yusuf'a karşı (artan dayanılmaz) kahrım" dedi ve gözleri üzüntüsünden (boz indi ağardıkça) ağardı. Ki yutkundukça yutkunuyordu." (Yûsuf 12/84)


Resim]

Hamd ü şükrullah ile,
Vasf-ı Kulhüvallah ile
Dâima zikrullah ile,
Çağırayım Mevlâm seni!.


Fıtraten yaratılışları gereği sürekli olarak RABBısına şükreden küllî Şey’in Şührüllahı ile ve de buna ilâveten kendisine Esmaullahın tümü yüklenip akıl sahibi kılınıp Hamd etmekle sorumlu olan Akıl sahiblerini elhamdulillahileriyle,
İhlas Sûresinde kendisini sıfatlandırdığı “Kul huvallâhu” De ki o ALLAH celle celâluhu ehaddir, sameddir.. ile,
MuhaMMedî bir HAKk âşığı olarak Zikr-i Dâimi ile hiç durmadan Çağırayım-Zikredeyim Mevlâm seni!.


قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Kul huvallâhu ehad: De ki: “O Allah, Bir'dir (Tek'tir).”


Resim

Bilmişim dünya hâlini,
Terk ettim kıyl ü kâlini
Baş açık, ayak yalını,
Çağırayım Mevlâm seni!.


Geldim gördüm bildim ve enledım şu yalan dünyanın ne hALlerde olup ne hâllere soktuğunu insanları,
Ben de aklımı başıma alıp halkın çeldiricisi dedi-kodularını terl ettim.
Baş açık yalın ayak dağlara vurdum kendimi ve rüzgarlarla birlikte Çağırayım-Zikredeyim Mevlâm seni!.


Resim

Yûnus okur diller ile,
Ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile,
Çağırayım Mevlâm seni!.


Âşık Yûnus kaddesallahu sırrahu Babam, Hakk âşığı Özündekini SÖZe döker de Halka okur diller ile,
Uçan kuşlar zikreden kumrularla seherde bülbüller ile ve de,
HÂL-i Hazır Hakkı seven MuhaMmedî Mü’min Kullar ile Çağırayım-Zikredeyim Mevlâm seni!.


El Veliyyü:
Resim
El Vâlî:
Resim

El Mevlâ:

Resim

Resim

Mâhi: f. Balık. Semek.
Ahû: ceylan.
Hâl: Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.
Kıyl ü kâl: Dedikodu.
Mahbub: Muhabbet edilen. Sevilen.
Öküş: Çokça.. pek çokk..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


SoN UÇu!.

Sen bu cihân mülkünü Kaftan Kafa tuttun tut
Ya bu âlem malını oynayuben yuttun tut!.


Sen giyindiğin bu geçicei-iğreti-izâfi ve ölünlü “BEN”lik yanılgınla ALLAH celle celâluhunun şu KuLLuk İmtihÂNı Âlemi cihÂN MüLKünü AKLıyın ermediği Kaf Dağından Kaf Dağın ki, Uçtan Uça elde ettin ZANNet ve öyle say!
Ya da bu OYUNcaklardan ibâret olan yalan DÜnyâ MALını, KULLuk Kumarı OYUNUnda kazandın ve de tÜMmünü “cukk!” diye yuttuğunu ZANNet ve öyle bil ve öyle say!


Lehvün-LÂibun” sAHhası..:

إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
Resim---İnneme'l-hayâtu'd-dunyâ lâibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum: Gerçekten dünyâ hayâtı, ancak bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Eğer îman ederseniz ve sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir ve mallarınızı da istemez.
(MuhaMMed 47/36)

Resim

Süleymân'ın tahtına şâh olup oturdun bil
Dive, periye düpdüz hükümleri ettin tut!.


Ya da Süleymân aleyhi's-selâm tAHTına oturdan da cÜMMLe cihân, rüzgâr, ins cin Emrine verildi sen de BENLik ŞÂHı oldun oturdun bil!.
Devler, Periler küllî şey hükmün altında ZANNet ve öyle bil ve öyle say kOLAYsa BAKalımm!


BUYur Suleymân aleyhi's-selâm olduğunu zANnet kolaysa kıtMÎR NeFsimm;

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
Resim---Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke ente’l- vehhâb (vehhâbu).: Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.” (Sâd 38/35)

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ
Resim---Fe fehhemnâhâ suleymân (suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvude’l- cibâle yusebbihne ve’t- tayr (tayre), ve kunnâ fâılîn (fâılîne).: Biz bunu (hükmü) Süleyman'a kavrattık, her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları) Yapanlar biz idik.” (Enbiyâ 21/ 79)

وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَن يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَلِكَ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ
Resim---Ve mine’ş- şeyâtîni men yegûsûne lehu ve ya’melûne amelen dûne zâlik (zâlike), ve kunnâ lehum hâfızîn (hâfızîne).: Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik). Biz onların koruyucuları idik.(Enbiyâ 21/ 82)

وَوَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُودَ وَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَيْءٍ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ
Resim---Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhen nâsu ullimnâ mentıkat tayrı, ve ûtînâ min kulli şey’ (şey’in), inne hâzâ le huve’-l fadlu’l- mubîn (mubînu).: Süleyman Davud'a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.” (Neml 27/16)

وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ
Resim---Ve li suleymâne’r- rîha guduvvuhâ şehrun ve revâhuhâ şehr (şehrun), ve eselnâ lehu ayne’l- kıtr (kıtri), ve mine’l- cinni men ya’melu beyne yedeyhi bi izni rabbih (rabbihî), ve men yezıg minhum an emrinâ nuzıkhu min azâbi’s- saîr (saîri).: Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık.(Sebe 34/12)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Davud oğlu Süleymân, Beyt-i Makdis'in yapımını bitirdikten sonra Allah'tan üç dilekte bulunmuştur.
1- Allah'ın hükmüne uygun düşecek şekilde hüküm vermek.
2- Kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat.
3- Mescid-i Aksâ'ya sırf namaz kılmak niyetiyle gelenlerin analarından doğdukları gündeki gibi günahsız hâle gelmeleri.
Allah Süleymân'a bunlardan ilk ikisini vermiştir, üçüncü niyâzının da kabul edilmiş olmasını ümit ediyorum!."

(İ. Ahmed bin Hanbel, Müsned)

Resim---"Yâ Resulellah! Yeryüzünde ilk kurulan mescid hangisidir?" sualine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Mescid-i Haram'dır." buyurdular. "Sonra hangisidir?" diye sorulduğunda ise: "Mescid-i Aksâ'dır." cevâbını vermişlerdir.
(Müslim)

Resim---Mescid-i Aksâ geçmiş ümmetlerin kıblesi idi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mi’rac gecesinde ilk durağı olan Kudüs'e uğradığında Mescid-i Aksâ'da iki rekat namaz kıldığını beyan buyurmuşlardır
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Oraya gidin ve içinde namaz kılın, çünkü orada kılınacak tek namaz, mescidin dışında kılacağınız bin namaz gibidir."
(Ebâ Davud)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Üç mescidden başkası için yola düşülmez: Kâbe, benim Mescidim ve Mescid-i Aksâ."
(Buharî)


Resim

Fir'avn'ın hazinesin, Nuşirevan'ın genciyle
Karûn malına katıp, sen malına kattın tut!.


Hani Kur'ân-ı Kerimimizde maSALL gibi ANLAtılan “öLümLü bEN”liğini RABB ilân eden Mısırın Fir'avun’un hazinesini ve onun HazneDÂRı Karûnun malını üstüne de Sâsâni padişâhı Nuşirevânın Definelerini elde ettin tÜMMünü de HIRS MALIna Kattın ZANNet ve öyle bil ve öyle say BAKalımm!

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumu’l- a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” (Nâziât 79/24)

إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ
Resim---İnne kârûne kâne min kavmi mûsâ, fe begâ aleyhim, ve âteynâhu mine’l- kunûzi mâ inne mefâtihahu le tenûu bi’l- usbeti uli’l- kuvveh (kuvveti), iz kâle lehu kavmuhu lâ tefrah innallâhe lâ yuhıbbu’l- ferihîn (ferihîne).: Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez." (Kasas 28/76)


Resim

Bu dünya bir lokmadır, ağzında çiğnenmış bil
Çiğnenmışe ne yutmak, ha sen anı yuttun tut!.


Hatta daha da tamah ve hırsla bu DÜNyâyı bir lokma say at AĞzına iyice ÇİĞnediğini farz et,
Gerisi kOLAY artık çiğnendi ve hazır ya, hadi deki, ZANNet ki, öyle bilip öyle say kOLAYsa BAKalımm!.


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem : “Ed-dünyâ ci'fetun, tâlibuhâ killâbun: Dünyâ bir leştir ve onun tâliplileri köpeklerdir. ” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1985)(Tirmizî, Emsal, 7)

Dünya leştir onun tâlibi küllâbtır, kelplerdir, köpekler, doğrudur ancak put edinip saldırırsan böyledir. Yoksa, DÜNyâmız TEVHİD TARLAmızdır ve Ni’metuLLahtır!

Resim

Ömrün senin ok biği, yay içinde dopdolu
Dolmuş oka ne durmak, ha sen anı attın tut!.


Halbuki EMELLeriyin yuttuğu ÖMRün İÇinde ECEL OKu KUruLmuş hazır HÂLde BEKleyen bir HaYyat YAYIdır!.
Var GÜCünle gerdiğin bu ECEL Okunu bu HÂLde ne kadar TUTaBİLeceksin?.
Elbet nefesinle BİRLikte GÜCünde bitecek sen ECEL OKUnla kendi cÂNına KIYdın öyle bil ve öyle say!.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün eline iki çakıl taşı aldı ve bunlardan birisini yakına, diğerini uzağa attı ve: “Bu neyi temsil ediyor, biliyor musunuz?” dedi. Sahabe-yi Güzin: “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler.Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şu uzağa düşen EMEL, şu yakına düşen de ECELdir” buyurdu.
(Tirmizî, Emsal, 7)


Resim

Her bir nefes kim gelir, keseden ömür eksilir
Çün kese ortalandı, sen anı tükettin tut!.


SınırLı-SORumLu KuLLuk İmtihÂNın için her ÂN YENİden Yaratılmakta oLÂN bu Âlemde Levh-i MahfuzULLAHta NefesLerin Sayılı ve sen onu ANA RAHminde ALıp Eksiltmye, ÖMÜR KESenden tüketmeye BAŞladın ve peyce de yol aldın, de ki “Kesem Yarılandı!”.. yok yok ham AKLın seni kandırmasın, gerçekten kesem boşaldı de!. öyle bil ve öyle say!.

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلَا يَعْقِلُونَ
Resim---Ve men nuammirhu nunekkishu fîl halk(halkı), e fe lâ ya’kılûn(ya’kılûne).: Kime uzun ömür verirsek, yaratılışta onu tersine çeviririz. Yine de akıllarını kullanmayacaklar mı?(YâSîn 36/68)


nunekkis-hu: onu tersine çeviririz, onun kuvvetini gideririz. noksanlaştırırız..

قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ
Resim---''Kâle kem lebistum fil ardı adede sinîn(sinîne).: Allah inkârcılara, yeryüzünde kaç yıl kaldınız? diye sorar.” (Mu’minûn 23/112)

قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَاسْأَلْ الْعَادِّينَ
Resim---''Kâlû lebisnâ yevmen ev ba’da yevmin fes’elil âddîn(âddîne)
.: “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. O zaman (onu), sayanlara sor.” dediler.” (Mu’minûn 23/113)

قَالَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا لَّوْ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---''Kâle in lebistum illâ kalîlen lev ennekum kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).: (Allah onlara şöyle) buyuracak “- Bilmiş olsanız, hakikaten pek az kaldınız (çünkü ahiretteki bekleyişiniz sonsuzdur).” (Mu’minûn 23/114)

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
Resim---''E fe hasibtum ennemâ halaknâkum abesen ve ennekum ileynâ lâ turceûn(turceûne).: Öyleyse Bizim, sizi abes olarak (boş yere) yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?” (Mu’minûn 23/115)

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ
Resim---''Fe teâlallâhul melikul hakk(hakku), lâ ilâhe illâ hû(huve), rabbul arşil kerîm(kerîmi).: İşte Hakk Melik olan Allah, çok yüce'dir. O'ndan başka İlâh yoktur. (O), kerim arş'ın Rabbidir.(Mu’minûn 23/116)


Resim

Çün denize gark oldun, boğazına geldi su
Deli gibi talpınma, ey biçare battın tut!.


Ne acı ve gerçek ki, yaratıldığın bir dAMMLa HaYYat Suyunu, Hakka BİLmeyerek_BULmayarak ve Hayrda Olmayarak-YAŞAmayarak,
Kendini ebediyen YUTacak “gaflet-cehâlet-dalalet-ihânet” DERyâsı yaptın yükseldikçe artırdın ve nihâyet Ümüğünü sıkmaya Gırtlağına çıkmaya Hançerini yıkmaya başladı bakk!
Şimdi artık BOŞuBOŞuna debelenip-çırpınıp durma, iş işten geçti, fırsat kaçtı ÇÂREsiz Kaldın gerçeği gör ki Nefsiyin Hevâ-Heves Kuyusu seni yuttu artık öyle bil ve öyle say!.


Resim

Ölüm vardır bilirsin, niçin gâfil olursun
Kamulardan ayrılıp, varıp sinde yattın tut!.


İzâfi-gelgeç-gölge DÜNyâ Hayatının son-Uçunda “ÖLüm” vardır ki açıkça her cANLı için gerçektir. Bunu BİLdiğin, GÖRdüğün ve yAŞAdığın HÂLde, yok farzedişin ve ebediyen yaşayacakmışsın gibi duruşun neden?.
Her şey ve herkesle YAŞAyıp dururken bilemediğin ve her ÂN OLaBİLecek bir nedenle şimdi ÖLüp GİDip meZÂRa yattın öyle bil ve öyle say!.


كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Resim---Küllü men aleyhâ fân (fânin).: (Yer) üzerinde bulunan her canlı fânidir.” (RahmÂN 55/26)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Küllü nefsin ZÂİKAtül mevti sümme ileyna türceun: Her nefis, ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz(Ankebût 29/57)


Resim

Yüz yıllar hoşluk ile, ömrün olursa Yûnus
Son ucu bir nefestir, geç andan unuttun tut!.


eYy Yûnus Emre Babam kaddesallahu sırrahu, diyelim ki uzun yıllar HOŞLuk içinde yaşadın bin yıl ÖMRün oldu farzet,
en SON-UÇu son Nefese gelir dayanır ki, sen bu gerçeği unuttun da daha ne konuşacaksın geleceğin Hakkında.. öyle bil ve öyle say!.


Resim

Kaf: Ufuk. * karfinin ismi. * Bir dağ adı.
Taht-ı BELkis: Belkıs'ın tahtı. (Çok eski mecusi Yemen padişahlarından Şerahil'in kızı Belkıs, başka kardeşi olmadığından babasının yerine Yemen'e hükümdar olmuş idi. Sonra Süleymân Aleyhisselâm ile evlendi. Onun mu'cizeleriyle imana geldi.
Div: Dev.
Nuşirevan: İran'da Milâdi (531 - 579) tarihleri arasında hükümdarlık etmiş Sâsâni padişahı olup adâlet ve doğruluğu ile meşhur olmuştur.
Fir'avn: Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar. * İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan
Genc: f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz.
Karûn: (A, uzun okunur) Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden dolayı bu fena sıfatı ile meşhur olmuştur.
Bigi (t): Gibi.
Talbınmak (t): Çırpınmak.
Gâfil: Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî)
Kamu: (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.herkes..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim

Bir Sâkiden İçtim Şarab!

Bir sâkiden içtim şarab, Arştan yüce meyhânesi
Ol sâkinin mestleriyiz, canlar anın peymânesi..


Ben öyle bir SuLtÂN ELİnden her ÂN Şehâdet Şarabi içmekteyim ki, onun meyhânesi ARŞ’tan da yücelerdedir.
İşte Biz MuhaMMedî ÂşıkLar, o SÂKİ’nin Şe’ÂNında her ÂN, zilzurna serHOŞLarıyız.. ve O es SuLtÂN ALLAH celle celâluhu, bize bizden Akraba/yakın olarak, cÂN Kadehlerimizle sunmakta AŞKuLLah Şarabımızı..


Resim

Bir meclistir meclisimiz, anda ciğer kebâb olur
Bir şem'dir bunda yanar, güneş anın pervânesi..


Bir Yüzü Bezm-i Elest, bir Yüzü Bezm-i Mahşer OL-ÂN MuHABBet Meclisimiz ki, İçine düşen İBRAHİMî KeBâB OLur!.
O öylesine bir yandıkça IşItan ve MuM gibi kendi Eriyen bir ÂŞIK KalB IşIğıdır ki onun etrafında, şu gök yüzündeki Güneş bile çiLe ÇARKı gibi dönmeye başlar!.


Resim

Aşk oduna yananların küllî vücudu nur olur
Ol od bu oda benzemez, hiç belirmez zebânesi..


AŞKuLLAH ATEŞinde yananların tÜMM vüCûDu-mevCÛDu-varlığı-her ŞEYyi NÂRdan NÛRa dönüşür! NÂRı, NÛR DOĞurur, Gübresi, GÜL AÇar!
O ATEŞ, bu dünya ateşlerine benzemez!. Hiçbir KİMse-Nefs, onun ALEVini görüp de kaçamaz ve ASLa belirti işâreti vermez, kapıverir içine İbrahim aleyhi's-selâm gibi..


Resim

Andaki mest olanların, olur Enelhak sözleri
Hallâc-ı Mansur gibidir en kemine divânesi..


AŞK Şarabın İçerek mest Olup da, AŞK ATEŞine ATLayanlar Mâsivâdan ki Halktan el çekip, Özlerine DÖNer ve SÖZLeri Hallâc-ı Mansur gibi: “Ene’l- HAKk!.: bEN HAkk’ım!.” Olur ki, bu HaKk ÂŞIKların en ayarı bozuk divâne gözükenlerinin bile gerçek HÂLLeri budur!.

Resim

Ol meclisin bekrîleri, ol şah Ethem gibidir
Yüzbin olur her köşede, Belh şehrinin virânesi..


İşte bu AŞK MecLislerinin her NEFes SerhoşLarı, Şah İbrahim bin EDHEM gibidir.. Onları yüzbin Şehre Hükümdâr-SuLtÂN etseniz, AŞKLarı yüzünden terk ederler ve her bir köşede bir Belh Şehrinin virânesi kalır bomboş..

Resim

Ey sad hezaran Bayezid, anda mugannîler çalar
Ütrük nefsek teal olur, ol çalgının terânesi..


O AŞKuLLAH Meclisleri ki, onun her yerinde yüzbinlerce Bayezidi Bistamîlerin AŞK Şarkıları söyleyip çalıp oynadığını görülür,
Bezm-i ELEST Bestesini ki: “Ütrüke nefseke teâL!.: NeFsini Terket gell!” şarkısını ah u figan AHenginde ve makamında söylerler!.


Resim

Yûnus bu cezbe sözlerin câhillere söylemegil
Bilmezmisin câhillerin niçe geçer zemânesi..


Ey Yûnus Babam kaddesallahu sırrahu,
Sen bu: “AŞK-u-CEZBe ki, dokunanı İÇİne ÇEKen” sözlerini DÜNyâ gâfillerine ve câhillerine söyleme!.
Çok iyi bilirsin ki o zır câhillerin zamÂNları, kuru laf ve şak-şukayla boşuna geçer gider!.



Resim

Sâki: (Saky. dan) Sulayan, içecek su veren, sucu. * Kadeh sunan. İçki sunan.
Meyhâne: f. İçki satılan ve içilen yer.
Mest: Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında "mest olmak" şeklinde kullanılır.
Peymâne: f. Büyük kadeh. * Ölçek, kile. * Şarap bardağı.
Şem': Mum, ışık.
Pervâne: Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek.
Zebâne: f. Terazi gibi bazı âletlerin dili andıran parçaları. * Alev.
Kem:Gr: Ne kadar? Kaç? (Mikdar için soru ifâdesinde kullanılır.) (Farsçada: Çend)
Kem: f. Az, noksan, eksik. * Kötü. Fenâ. Ayarı bozuk. * Fakir, hakir.
Bekrî: Erken. Sabah. * İçkiye çok düşkün. Sarhoş.
Sad: f. Yüz sayısı.
Hezaran: f. Binler. Binlerce. Pek çok. * Bülbüller.
Ütrük: Bırak.
Nefseke: senin nesini
Teal: Gel
Mugannî: Nağmeli ve çeşitli sesle okuyan, ahenkle okuyucu. * Hoş sesle öten.
Terâne: Edb: Rübâinin başka bir ismi. * Terennüm. Nağme, âhenk, makam. * Bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme.



ResimŞah İbrahim ibni Edhem kaddesallahu sırrahu:

Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.

Tabiinin meşhur âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, İbrahim bin Ethem bin Mansur olup, künyesi Ebu İshak’tır. Nesebi Hazreti Ömer’e dayanır. Babası Ethem, Belh şehrinin hükümdarıydı.

714 (H.96)te Belh şehrinde doğdu. Burada büyük türbesi, camii ve pek çok vakfı vardır.

Fudayl bin İyad’dan feyz aldı. İmran bin Musa bin Zeyd Rai ve Şeyh Mansur Selamî’nin sohbetinde bulunmuş, Veysel Karanî Hazretlerinin ruhaniyetinden istifade etmiştir. Bağdat, Şam ve Hicaz’da meşhur oldu. Üç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. İmamı Azam’ın sohbetleriyle olgunlaştı. İmamı Azam hazretleri onu medh edip: “İbrahim bin Ethem seyyidimiz ve sevdiğimizdir.” buyurmuştur. Arap lisanını çok fasih konuşurdu. Dinde fakih ve müctehiddi. Çeştiyye yolunun büyükleri arasında yer aldı. Rumlara karşı yapılan cihadlara katıldı.

Yahya bin Sa’id el-Ensari, Sa’id bin Mezban, Mukatil bin Süleyman ve Süfyan-ı Sevrî’den, Sevrî de, İbrahim bin Ethem’den hadis-i şerif rivayetinde bulunmuştur. Evzai, Şakik-i Belhi, İbrahim bin Beşşar, kendisinden hadis-i şerif rivayetinde bulunmuşlardır. Nesaî, Dare Kutnî, İmamı Buharî onun sika (güvenilir) bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. Buharî, Sahih’inde “Edeb”; Tirmizi “Taharet” kısmında kendisinden rivâyette bulunmuşlardır.


Tasavvuf yoluna girmesi şöyle olmuştur:

Babası Ethem, Belh şehri padişahıydı. İbrahim bin Ethem ise, şehzâde olup, köşklerde oturur, avlanmayı severdi. Her türlü imkana sahip, her istediğini yer, her istediğini giyer, bütün emirleri hemen yapılırdı. Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. Bir gece tahtı üzerinde uyumuştu. Bir ses duyup uyandı. Tavan sallanıyordu. Damda biri vardı: “Damdaki kimdir?” diye seslendi. “Tanıdık biriyim, devemi kaybettim de onu arıyorum.” dedi. “Hey şaşkın damda deve olur mu?” deyince, damdaki zât; “Ey gafil! Sen Allahu Teâlâ’yı altın taht ve süslü elbiseler içinde olduğun halde arıyorsun! Damda deve aramak bundan daha mı acayib?” dedi. İbrahim Ethem Hazretleri bu sözlerden çok etkilendi. Kalbi, Allahu Teâlâ’nın aşkıyla yanmaya başladı. O zamana kadar bilip bilmediği bütün günahlarına, hata ve kusurlarına tövbe etti. Bu hususta başka rivâyetler de vardır.

Her şeyi bırakıp, Allahu Teâlâ’nın razı olduğu yola girdi. Her an Allahu Teâlâ’ya ibâdette bulunmak için kendisine dünya meşgalelerinden uzak, sakin bir yer aradı. Nişabur civarında dokuz sene kaldı. Sonra Mekke’ye doğru yola çıktı. Sahrada giderken bir zât ile karşılaştı. O zât kendisine İsm-i Azamı öğretti. Bununla Allahu Teâlâ’ya dua etti.
Hızır Aleyhisselam ile görüştü. O, kendisine: “Sana, İsm-i Azam’ı öğreten kimse İlyas Aleyhisselam’dı.” dedi ve çok sohbet ettiler. Büyük bir zâtın geldiğini haber alan Mekke âlimleri onu karşılayıp, iltifatlarda bulundular. Mekke’de kalıp ilim ve ibâdetle meşgul oldu. Orada da tanındı. O zamanın büyük âlimlerinden Süfyan-ı Sevrî ve Fudayl bin İyad ile karşılaşıp onların sohbetlerinde ve ilim meclislerinde bulundu. Daha sonra Şam’a gitti. 779 (H. 162) da Şam’da vefât etti.


ResimHallâc-ı Mansûr kaddesallahu sırrahu:

veya Mansûr el-Hallâc kaddesallahu sırrahu
Tam ismi Abū al-Muġīṭ Husayn Manṣūr al-Ḥallāğ) (d. Ağustos 858, Tûr – ö. 26 Mart 922, Bağdat) (Hicri d. 244 AH – ö. 309 AH)
Zındıklıkla suçlanması ve uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh'ın emriyle idâm edilmesiyle meşhûr olan spiritüalist yazar ve mistik şâir.


Hayatı:
Asıl adı "Ebû’l Moğıt Huseyn bin Mansûr bin Mehemmed Beyzâvvî" idi. Hallâc lakâbı daha sonradan mesleği hallaç olduğundan verilmiştir.
Tahirîler devrî İran'ının günümüz Güney Horasan Eyaleti'ne bağlı Nehbendan şehristanı'nın Meyghan Kırsalı'ndaki "Tûr" köyünde dünyaya geldi. Hallâc-ı Mansûr’un dedesi de Beyazid Bistâmî'nin ki gibi bir Zerdüşt idi. Babası ailesiyle Dicle yakınlarına, Araplar tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi olan Vasıt'a taşındı. Mansûr on iki yaşında burada hafız oldu.


Eğitimi:
Önceleri kısa bir süreliğine sûfî azîzlerinden Beyazid Bistâmî’nin de mürşidî olan Zû’l-Nûn el-Mısrî’nin öğrencisi Sahl al-Tustarî’nin müridi olur. Daha sonra ise Emr el-Mekkî ile Cûneyd-î Bağdâdî’nin talebesi olur. Fakat, hocalarıyla fikir ayrılığına düştüğü için onlardan ayrılır.

Öğretisi ve fikirleri:
Hallâc'ın Allah'ta eriyip yok olmak anlamında söylediği "En-el Hak", yani "Ben Hakk'ım" (‏انا الحقّ‎ ‎, En el-Hakk) sözü bahâne edilerek 912 yılında tutuklandı.

"Fî" ve "An": (O’nda ve O’ndan):
Hallâc’ın savunduğu Tâsîn tevhîd akîdesinin özü olan "Fî" ve "An" kavramı Vahdet-i Vücud’daki "Her şey Allah’tır" akîdesinden farklı olup, "Her şey Allah’tadır ve her şey Allah’tandır" anlamına gelmektedir.

Katli:
Kendisine yöneltilen itham, sarfettiği cümlenin içerisinde geçen ve Allah’ın 99 sıfatından bir tanesi olan "Hak" sözcüğü idi. Tasavvufî anlamda mecazen kullandığı bu kelime ile neyi ifâde ettiği devrin ulemâsı tarafından aşikâr olarak bilinmesine rağmen, katı görüşlü Müslümanları şoka uğratan diğer radikal görüşleriyle de göze batan Hâllâc, siyâseten tehlikeli görüldüğünden ortadan kaldırılması için sarfettiği bu sözcük bahane edildi. Hakk Teâlâ'nın kendisinde tecelli ettiğini iddia etmekle suçlanarak uzun yıllar hapiste kaldı ve sonunda i'dama mahkum edildi. İ'dam cezası o devrin kurallarına göre el ve ayakların çaprazlama kesilmesi şeklinde tatbik edilmekteydi. Alenen işkence edilerek ve vücudundaki tüm derilerin kesilmesiyle (bir kuzunun kesiminden sonra postunun çıkarılması gibi), yarı canlı haça gerilip halka teşhir edildiğinin ertesi günü ölür.

Eserleri:
• Ta’Sînû’l- Ezel ve’l- Cevherû’l- Ekber ve’ş- Şeceretû’n- Nûr’iyye (Kitâb-ût Tavâsîn)
• 49 adet kayıp Risâleleri..


ResimBâyezid-î Bistâmî kaddesallahu sırrahu:

ya da Tayfur Ebû Yezîd el-Bûstâmî kaddesallahu sırrahu.. Fars İslam âlimi ve Allah dostudur.

Yaşam öyküsü:
Günümüzde İran'ın Semnan Eyaleti'nde bulunan Bistam şehrinde 804 yılında doğmuştur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. Kabri yine Bistam'da bulunmaktadır. Dedesi İslâmiyeti sonradan kabul etmiş olan bir Zerdüşt idi. Dedesinin Adam, Tayfur ve Ali isminde üç oğlu vardı. Hepsi de zühd (zâhid) hayâtı yaşamayı seçmiş kişiler olarak tanınıyorlardı. Bayezid, Tayfur'un oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun çoğunu evde ve camiide tek başına geçirmekteydi. Yalnız bir yaşantısı olmasına rağmen evine sık sık Sufilik üzerinde tartışmak maksadıyle ziyaretçileri kabul etmekteydi. Allah ile başbaşa kalmak amacıyle tüm Dünyevî arzularını terk etmiş (Melamilik-Kalenderîlik) bir şekilde zühd hayâtı sürdürmekteydi.

Sufîlik'teki "Fenâ Fî’Allah" ve "Bekâ Bî’Allah" mertebeleri:
Neticede bu yaşam tarzı Bayezid'in "Kendinde Yok Olma" hâli olarak ifâde edilebilecek olan bir ruh haline bürünmesiyle sonuçlandı. Bu durum sufilikte "Kişinin Allah'a en yakın olduğu ruh hâli" olan "Fenâ Fî’Allah" yâni (Allah’ta yok olma) mertebesi olarak tanımlanmaktadır. Allah'a karşı olan hislerini çok sâmîmi ve açık yüreklilikle dile getirmesinden dolayı "Beyâzıd" tarihte ilk kez "Sarhôş Sûfî" lâkabı ile anılan kişi oldu. Kendisi tarihteki en etkin mistiklerden biri olarak tanınmaktadır. Allah'a olan aşırı sevgisinden dolayı da Allah aşkından başka tüm Dünya nimetlerini terk etmek suretiyle de "Bekâ Bî’Allah" yâni (Allah’la var olma/Allah’la bir olma) kavramlarını ortaya atan sufî olarak hatırlanmaktadır.

Etkinliği:
Kendisinden önce sufilik sadece "sofuluk" ve "itaat" üzerine dayanmaktaydı. İlâhî Aşk’ın sufiliğe kazandırılması onun sâyesinde gerçekleşti.
On iki imamlardan olan Musa el-Kâzım ile Ali er-Rıza'ya karşı sâmimîyyet ve muhabbet beslemekteydi. Ali er-Rıza tarafından talebeliğe kabul edildi. 874/878 tarihinde vefât ettiğinden, aynı devirde yaşamış olduğu İmam Muhammad at-Taki (ö.835 CE), İmam Ali Naki (ö.868 CE), ve İmam Hasan el-Askerî (ö.874 CE) ile de muhtemelen tanışmıştı. On iki imamlara karşı beslenen saygı ve sevginin kendisinden sonra gelen Ebû’l- Hassan Harakânî, îHace Abdullah el-Ensari, ve Ebû’l Kâsım Gûrganî gibi halefleri sayesinde muhafaza edilmesinde de etkin payının olduğunu bu şâhsiyetlerin yaptırmış oldukları ibâdethânelerde on iki imamların isimlerinin de yazılmış olmasından anlaşılmaktadır.


Neslinden Anadolu'ya göç edenler ve Horasan erenleri:
Torunlarından İsa ve Musa İran Horasan'ından Anadolu'ya göç etmişlerdir. İlk önceleri Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde ikamet etmişler, sonraları kendilerine verilen vazife gereği Anadolu'nun iç taraflarına göç etmek istemişler ve Kırıkhan'dan iki kardeş ayrılmışlardır. Kırıkhan halkı kardeşlerin gitmelerini istemedikleri için kardeşlerden İsa'yı orada şehid etmişlerdir. Şeyh İsa Türbesi Kırıkhan'ın Alabeyli Köyünün kuzeyindedir. İlçe merkezine 4 kilometre uzaklıkta bir tepe üzerindedir. Diğer kardeş (Şeyh Musa) Tokatın, Zile ilçesine gelerek burada irşadına devam etmiştir. Halen Burada yatmaktadır ve torunlarının Zile'de yaşamakta olduğu kanısı yaygındır.
Halk arasında Beyazıbesten (Şeyh Ethem Çelebi camii) adı ile bilinen ziyaret yeri Zile merkezinde Ali Kadı Mahallesi'nde olup çevre halkı tarafından baş ve göz ağrıları ile çeşitli dilekler için ziyâret edilen yerlerdendir. Zile de Şeyh Ethem Çelebi (Beyazıbesten) camiinde bulunan MuhaMMed aleyhi's-selâmın mübarek hırka-ı şerifleri Cumhuriyetin ilk yıllarında muhafaza edilemeyeceği bahanesi ve Zilelilerin de yeterince sahip çıkmaması yüzünden önce Tokat a 17.09.1944' tarihinde ise Ankara ya götürülmüştür. Halen Ankara Etnoğrafya Müzesindedir. Veysel Karanî’den, Bâyezid-î Bistâmî’ye intikal etmiş ve silsile yoluyla bu zamana kadar gelmiştir.


Nakşîbendîliğin silsilelerindeki yeri ve ehemmiyeti:

Tüm Nakşibendî silsilelerinde altıncı sırada yer almaktadır.
Tâhirî(T) / Gafori-Mûceddidî(G) / Mûceddidî-Sirajia(M) / Süleymanî(S) / Hâlidî(K) / Hakkânî(H) / Dağıstan Mûceddîdî-Hâlidîye-Mahmûdîye(D)
Nakşibendî Silsile-Altın Zincirlerindeki konumu..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim ÇİLE ÇIRAğım!.

Resim

Aşkın odu düştü cana, eritti yürek yağını
Kesti hevesatin kökün, oda yandırdı bağını..


AŞKuLLAH Ateşi cÂN Evime düşünce yüreğimi yaktı eritti de,
başımın belâsı Nefsimin hevâ ve hevesi bağlarını Kalbimde yaktı, yandırdı ve kökünü kazıdı yok etti..


Resim

Kazdı kahır kazmasiyle, canda cefâ ocağını
Çaldı nefsin boynuna himmet eri bıçağını..


Özümdeki MuhaMMediyyetin Zâhir ve Bâtın ortaya çıkarılmasında MuhaMMedî Hasbî Hizmetçi, Himmet Eri, HaKk Dostu;
Nefsimdeki hevâ ve heveslerimi kahredip mahvet mek için Cânım da Çark-ı ÇİLe Cver-ü Cefâ Ocağını KahruLLah Kazmasıyla kazdı ve Nefsimin Bâtıl ve ŞeRr Damarlarinâ çaldı ÇİLE Bıçağını çok şükür..


..Vahdet-i UHuD->Vahdet-i ŞüHÛD->Vahdet-i SüCÛD->Vahdet-i MevCÛD=> Vahdet-i VüCÛD<=kaHHÂRRiyyet=> Vahdet-i VüCÛD =>Vahdet-i MevCÛD->Vahdet-i ŞüHÛD->->Vahdet-i SüCÛD->Vahdet-i UHuD..

(LÂ diyen HerŞey/kes)..-> İLÂhe -> İLLâ => ALLAH <= TEVHÎD => ALLAH -> İLLÂ -> İLÂhe-> ..(LÂ diyen yok.. VAR OLan Vâhidu'l- Kahhâr ALLAH)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---''Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." (Mü’min 40/16)

Resim

Himmet suyu ile yudu, gönlün evin ap-arıca
Hizmet kapısından ana sundu şükür ayağını..


Şahdamarımdan da AKRABa-Yakınım OLÂN ve her ÂN beni ve küLLî Şeyi yeniden yaratıp durmakta Olan RaBbu’L- ÂLEMîn ile aramda YALItkanlık yapan NEFSimin KULLuk Pasını-Pisini MuhaMMedî Kevser ile yudu yıkadı da ap-arı, tertemiz ve İLETken eyledi Hakk’ın P’ây-i TAHtı GönüL Evimi.. İşte böylece MuhaMMedî Hasbî Habibî Hizmetle Nefsimin KULLUK Ayağını HaKk’a ŞÜKÜR KAPIsına Bastırdı çok şükür olsun!.

Resim

Her kim bize yanı yanar, Hak dileğin versin ana
Urmaklığa kastedenin düşem öpem ayağını..


Her kim ki BİZim bu YAŞAnmadan ANLAşılamayan ÂŞIK HÂLimizden yana düşünür HÂLimizi anlar da bize içi yanarsa, Cenâb-ı HAKk ALLAH celle celâluhu da onu her muradıan erdirsin her dileğini versin iki ÂLEMde..
BİZ Anlayamayıp da taşa tutup sopa VURmaya kasdedenlere iise vurdukça yere düşeyim ayaklarını öpeyim.. çünkü o gâfildir-câhildir-Dalalette-hiyanette ki, kısaca ZOM UYKUdadır ya da zilzurna SERHOştur.. UYANdırılması ve de AYIKtyırılması BİZ Düşmektedir ve müşterimizdir çok şükür.. BİZ, MuhaMMedî BİZ-BİR-İZ.. inşâe ALLHu TeÂLÂ..


Resim

Kim bize taş atar ise, güller nisâr olsun ana
Çırağıma kastedenin Hak yandırsın çırağını..


Kim ki bize UYUR-GEZERLik edip de taş atarsa, onun ayaklarına GÜLLer SAÇılsın,
cÂNımın Enfüs Fanusunu, cÂNımın CAMını kırıp da AŞK Çırasını, AŞK Ocağını Söndürmeye çabalayanın AŞK Çırasını Cenâb-ı HAKk ALLAH celle celâluhu ebediyen YANdırsın inşâe ALLHu TeÂLÂ..


Resim

Miskin gönlün, aşk elinden iki büküldü vücudu
Tövbe kapısından, sundun ana iman dayanağını..


Ne zaman ki, şu Yalancı DÜNyânın ŞakŞukasından iyice sıkılıp cÂN Evimde iki büklüm işe yaramaz ve sâkin oldu zavallı gönlüm, işte o zaman hiç kapanmayan TÖVBE KAPInı Açtın ve ebden tutanacağı MuhaMM3di MESNEDi DERÛN DAYANağı “ALLAH ve ResüLüne İMÂN” etme MuhaMmedî Şefaât ve Şerefini sundun elhamdulillahi RABBi’L- ÂLEMîn..

Kur'ân-ı Kerimimizde Nasihat TEVbesi;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ (nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr (kadîrun).: Ey iman edenler! Allah'a Nasuh kesin, gayet ciddî, müessir, öğütcü) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla! Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin." (Tahrîm 66/8)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem DİLİnde Tevbe;

Resim---Haris İbnu Süveyd radiyallahu anhu’dan: “Abdullah İbnu Mes'ud (radiyallahu anhu) bize iki hadis rivâyet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den di, diğeri de kendisinden. Dedi ki: "Mü'min günahını şöyle görür: "O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. “Dağ düşer mi?” diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür." İbnu Mes'ud bunu söyledikten sonra eliyle, şöyle diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.
Sonra dedi ki: "Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle söylediğini duydum: "Allah, mü'min kulunun TEVBEsinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: "Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bî-tab düşüp: "Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım!" der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah'ın, mü'min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır."
Müslim'in bir rivâyetinde şu ziyade var: "Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: "Ey Allah'ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!"
(Buharî, Da'avat 4; Müslim, 3, (2744); Tirmizî, Kıyamet 50, (2499, 2500)

Resim---Zirrü'bnü Hubeyş radiyallahu anhu: Saffan İbnu Assal el-Muradi (radiyallahu anhu) bize, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle söylediğini rivâyet etti: "Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği veya bunun genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı, işte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açıktır."
(Tirmizî, Da'avat 102, (3529)

Resim---Ebu Hüreyre radiyallahu anhu: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kim güneş batıdan doğmazdan evvel tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder."
(Müslim, Zikr 43, (2703)

Resim---İbnu Ömer radiyallahu anhu: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder."
(Tirmizî, Da'avat 103, (3531); İbnu Mace, Zühd 30, (4253)

Resim

Gel imdi miskin Yûnus, hevesati elden bırak
Çalabım, sen ruzî eyle bize, kanaat bucağını..


Eyy HaKk Âşığı MuhaMMedi KÛN feyeKÛN SENliğine ERmiş ki MiSKiN olmuş olan Yûnus Emrem BaBam NeFsin bu dünyaya Tapıcılık Bağları olan hevâ heveslerini elinden at bırakartık!.
Eyy Çalabım, Rabbım, ALLAHım celle celâluhu, bu MİSKin KUL İhvÂNini de Kanaat Bucağı-Kalb kuytusu-SIĞınağına sok çıkarma da iki cihÂN Rızkını sen ver artık inşâe ALLHu TeÂLÂ..


فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyya’l- mihrâbe, vecede indehâ RIZKÂ (rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh (indillâhi), innallâhe YERZUKu men yeşâu bi gayri hısâb (hısâbın).: Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.” (Âl-i İmrân 3/37)



Resim

Hevesat: f. Arzu ve nefsâni emeller. Boş, bâtıl ve günahlı şeylere dâir olan istekler. Hevesler.
Himmet: Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Nisar: Saçmak, dağıtmak. * İ'ta etmek. Vermek.
Nisar: "Saçan, saçıcı" mânasinâ gelir ve kelimeleri sıfatlandırır. Meselâ: Pertev-nisar $: Işık saçan.
Miskin: Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı. * Cüzzam hastası. * Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse.
Ruzî: f. Azık, rızık. Nasib, kısmet.
Kahr: Zorlama. Cebir. * Ezme. Mahvetme. * Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme. * Cenâb-ı Hakkın şiddetli ve azab verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim DÜNyâya Çok GELip GİTtim!.

Resim

Beni bunda veribiyen
Bilir ne işe geldim
Kararım yok dünyada
Giderim yumuşa geldim!.


Beni bu âleme gönderen bilir ancak ne İŞ için geldiğimi.
Ben bu yalan Dünyaya karar kılıp eğleşip kalmaya gelmedim..
Ben sadece ALLAHu zü’l- CeLÂL’in Muradı ve EMRi olan KULLuk Yumuşuna/Hizmetine geldim..


Resim

Dünyaya çok gelip gittim
Erenler eteğin tuttum
Kudret ününü işittim
Kaynayuben cuşa geldim!.


Her ÂN, Şe’ÂNuLLAHta SüNNetuLLAH üzere YENiden YARATış SeBBehâsında ben, sayısızca, her nefeste yeniden KÛN feyeKÛN oldum gittim geldim gibi.. tıpkı altenatif elektirik akımı gibi KÜLLî ŞEYy ile yaratıldım durdum.. ve ben her VAKtımın kadrini BİLdim de HAK ve HAYr Zinciri/SiLSiLesin Elini-Eteğine yapışıp tuttum..
AzametuLLAH içinde YAŞArken KUDRETULLah ki, ALLAH celle celâluhu’nun Potansiyel gücünü RABB SÖZün SESi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem den Duyup Ününü işittim ki Kalbim/cÂNım depreşti,kaynadı coştu taştı da DİLim çözüldü..


-> SeBBeHÂ-->Es SeLÂM İle:

ZeRRe KüRRe SeBBaha!” da..:

SeBBaha”:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cuma 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı, hep sürecek her AN yeniden Yaratılanlarla ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..

Resim

Sert söz ile gönül yıktım
Od oldum canları yaktım
Sırrımı âleme çaktım
Bu halka temâşâ geldim!.


AKıL olarak YÜKLenen tüm EsMÂuLLah gereği AKLımın gaflet, cehâlet, dalalet ve de hıyanet ÖZeLLiklerini GüZeLLiklere çevirme çabama rağmen İNSÂNlık Aşamalarımda sert ateşli sözlerimle nice CANları yaktım ve gönülleri yıktım..
sonUÇta hamdolsun İmkÂNla KuLLuk İmtihÂNımın TEVHİD Bayrağını bu İmtihÂN Âlemine dikeBİldim.. ve bu sonuça ulaşmakta, DevrÂnda SeyrÂNa, İbretle Hikmeti elde edişe geldim!.


Resim

Âşık oldum şol ay yüze
Nisâr oldum bal ağıza
Nazar kıldım kara göze
Siyah olup kaşa geldim!.


Benim ham AKLım, NAKLuLLaha Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sâyesinde kavuşunca CeMÂLuLLah VeCHuLLaHını RÛHum görünce, Bal peteği YÂR AĞZına bal olup AKtım SAÇıldımm..
Şol NAZLı Yârimin ÖZ GÖZüne BAKınca takıldım kaldım da o Yüce GÖZün kara KAŞı oldum ERENLer!.


Resim

Ben oldum İdris terzi
Şit oldum dokudum bezi
Davûd'un görklü âvazı
Âh edip nalişe geldim!.


ÖMÜR denilen HaYyat SERüVENimde, Nefsimin 7 Letâif aşamalarımda Kur'ân-ı Kerimdeki 4x7=28 peygamberin tâli-Terbiye Mekteblerinde okudum.. ki, İdris aleyhi's-selâm gibi terzi olup hayat kefenimi diktim..
Şit aleyhi's-selâm terbiyesinde Şİtî oldum onun gibi BİZ BİR-İZ BEZLeri dokudum..
Davûd aleyhi's-selâm makamında Davûdî oldum güzel-muhteşem sesiyle Kur'ân-ı Kerim okuyup, nice “AHh!.” Lar çekip zârizâri İnlemelere geldim!.


Resim

Musî oldum, Tûr'a vardım
Koç oldum kurbana geldim
Ali olup kılıç saldım
Meydana güleşe geldim!.


Musâ aleyhi's-selâm makamında Musevî oldum SÎNemdeki Tûr-u SÎNin’ime çıktım SADRı Bildim-BULdum..
İsmâil aleyhi's-selâm da İsmâilî olup bıçak altına yatırdım cÂNımı koç gibi ki,CÂNÂN’ıma KurbÂNındır diye..
İmam ÂLİ kerremullahi veche tâlim Terbiyesinde Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm İzinde-SÖZünde-ÖZünde Sırat-ı Mustakîm YOLunu, DİLimle, Elimle, kılıcımla tertemiz KILmaya ve de, İmkÂNla İmtihÂN MeydÂNına İKİLik ŞeytÂNımla ve Şeytanlarıyla güreşip savaşmaya geldim!.

Resim

Ay oldum âleme doğdum
Bulut oldum göğe ağdım
Yağmur olup yere yağdım
Nur olup güneşe geldim!.


İLLiYyin’den KULluk İmtihÂnı MeydÂNım olan bu ÂLEMe MuhaMMedî AY gibi doğdum,
Çağımın RahmetenlilÂLEMîn BULutu oldum gönül GÖKLerine saktım ağdım girdim,
Ve göz yaşı gibi damla damla, âyet âyet, hadis hadis olup gönüllere yadım..
BUZ-Suluğumu tamamladım Buharlaştım.. Güneşten gelen IŞIKtım yine GÜNeşime Rücû’ ettim-DÖNdümm..


Resim

Kal-ü kıylden geçenlere
Yolda gözü açanlara
Anlayuben seçenlere
Vâkıa olup düşe geldim!.


Bu ZITların ZEVKine Varış sahasındaki HALKın dedi-kodu gel-geç ki anlamsız kargaşalarından çıkıp AKL-ı SİLMLe düşünüp, KULLuk yolunda gönül GÖZünü açanlara,
fASLının ASLını BİLip BULup, Kendini/Nefsini ANLAyıp da RABBını ANLAyıp Sırat-ı Mustakîm YOLunu SEÇenlere, Hakkı ve Hayrı Tercih edenlere, EşyâLar Bâzârında her Olayda Işık gibi ortaya çıkaGELdim!.


Resim

Benim ol dertler dermânı
Benim ol marifet kânı
Benim Mûsi-i İmrâni
Tur dağından aşa geldim!.


DERTLerini dert edinip Ölmeden Ölenlerin DERTlerini ZEVK etmelerinde DerMÂN benim. İşte bu MuhaMMedî MuHABBet Kaynağıbenim!
Benim, Musâ aleyhi's-selâmın ÂL-i İmrÂN soyu ki, TÛR-i SÎNEmi aşarak burya geldim!.


Resim

Yolum sana oldu durak
Sabakın söyleyendir Hak
Yûnus Emre'm dilinde
Hak olup dile düşe geldim!.


KULLuk YOLumun sonUÇu SANA DÖNüştür ve SENsin.. bu dersimi veren Kur'ân-ı Kerimince Cenâb-ı HaKK TeÂLÂdır bizzât.
Yûnus Emre'm kaddesallahu sırrahu dilinde;
HAKk’ta HAKk’tan HAKk’a HAKk’la Halk Diline ilahîler olarak döküldüm geldim!..



Resim

Cûş: f. Coşmak, kaynamak. Taşmak. Deprenmek.
Temâşâ: f. Hoşlanarak bakmak. Seyretmek. Seyre çıkmak. Gezmek. İbretle bakmak.
Nisar olmak (a, t): Saçılıp dkülmek.
İdris aleyhi's-selâm: Hz. Adem'in (aleyhi's-selâm) evlâdlarından ve Kur’ÂNda ismi zikredilen, ilk yazı yazan, terzilik yapan peygamber.
Şit aleyhi's-selâm: Hz. Âdem'in (aleyhi’s-selâm) oğullarından ve ondan sonra peygamber olan zât olup kendisine 50 sayfalık kitab nâzil olmuştur. Kâbe-i Mükerreme'yi ilk önce taştan bina eden zât olduğu Kısas-ı Enbiya'da mezkûrdur.
Davûd aleyhi's-selâm: Kur’ÂN-ı Kerim'de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir. Hz. Süleyman'ın (aleyhi’s-selâm) babasıdır. Hem Peygamber, hem Sultandı. İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur. Sesi çok güzeldi. M.Ö. 1010 da vefat ettiği nakledilir.
Görklü (t): Güzel.
Nâliş: f. İnleme, inilti, inleyiş.
Musî-Musâ aleyhi's-selâm: Beni İsrâil peygamberlerinden Hz. Musa'nın (aleyhi’s-selâm) ismi. Dört büyük kitaptan birisi olan Tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. Yahudilerin en büyük peygamberidir. Şeriatı, İsa'ya (aleyhi’s-selâm) kadar devam etti. Yusuf'un (aleyhi’s-selâm) soyundan Yuşa nâmındaki peygamberi yerine tâyin ederek vefat etmiştir. Mısır firavununa karşı mücadele etti. Harun (aleyhi’s-selâm) kardeşi ve kendi veziri hükmünde idi.(Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebir'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı, kudsiye; ve vasıta-ı ziraat olan "Bakar"ı ve "Sevr"i mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti, sevr'e, bakar'a ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi, o kıt'ada neş'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, "İcl" mes'elesinden anlaşılıyor.İşte Kur’ÂN-ı Hakîm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'ın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakar'ın zebhi ile ifham ediyor. S.)
TÛR-i SiNÂ: Musâ Peygamberin (aleyhi’s-selâm) ALLAH celle celâluhu kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir. * İbn-i Sinâ'nın ceddinin ismi.
Ali kerremullahi veche: Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır. Hz. Resul-i Ekrem'in (aleyhi’s-selâm) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, “Kerremallâhü Veche” diye tâzim edilir. Bütün gazâlarda, din muharebelerinde çok kahramanlık ve fedâkârlığından dolayı " Esedullâh: Allah'ın Aslanı" nâmını da almıştır. Aşere-i Mübeşşeredendir. Âyetle medhedilmiştir. Kendinden evvelki üç Halife-i kirâma (radiyallahu anhu) seve seve biat etmiş, onlara Şeyh-ül İslâm gibi hizmetlerine iştirak etmiştir. Evliyânın reisidir. Hicretin kırkıncı yılında şehid edilmiştir. (radiyallahu anhu) Bu vesile ile onunla alâkalı bir dersten kısa ve mühim bir kısmı yazıyoruz:(... Hem nakl-i sahih-i kat'î ile İmam-ı Ali'ye demiş: "Sende Hazret-i İsa (aleyhi’s-selâm) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsâ'ya Nasrâni, muhabbetinden hadd-i meşrudan tecavüz ile hâşâ ibnullâh dediler. Yahudi, adâvetinden tecâvüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru'dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir." demiş, bir kısmı senin adâvetinden çok ileri gidecekler; onlar da Havâricdir ve Emevîlerin bir kısım müfrit taraftarlarıdır ki, onlara Nâsibe denilir. Eğer denilse: Al-i Beyte muhabbeti Kur’ÂN emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş, o muhabbet Şialar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü, ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Ne için Şialar, hususan Rafiziler, o muhabbetten istifâde etmiyorlar? Belki işâret-i nebeviye ile o fart-ı muhabbetten mahkûmdurlar?" Elcevab: Muhabbet iki kısımdır: Biri; mânâ-yı harfiyle, yani Resul-ü Ekrem Aleyhhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Al-i Beyti (radiyallahu anhu) sevmektir. Şu muhabbet Resul-ü Ekrem'in (aleyhi’s-selâmM.) muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşru'dur, ifratı zarar vermez, tecâvüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktizâ etmez. İkincisi: Manâ-yı ismiyle muhabbettir. Yâni: Bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı düşünmeden Hazret-i Ali'nin kahramanlıklarını ve kemâlini; ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in yüksek faziletlerini düşünür; sever. Hatta Allah'ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbetine ve Cenab-ı Hakkın muhabbetine sebebiyyet vermez; hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder. İşte işâret-i Nebeviyye ile Hazret-i Ali hakkında ziyâde muhabbetlerinden Hazret-i Ebu Bekir-i Sıddık ile Hazret-i Ömer'den teberri ettiklerinden hasârete düşmüşler ve o menfi muhabbet sebeb-i hasarettir. M.)
Güleş: Güreş.
Kal-ü kıyl: Dedikodu.
Vâkıa: Vak'a. Olay, hadise..
Kân: f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.
Âl-i İmrân: İmran soyundan gelenler. (İmran ikidir. Birisi: Hz. Musa ve Harun'un (aleyhi’s-selâm) babaları olan İmran ibn-i Yashür ibn-i Lâvi ibn-i Yakub ibn-i İshak ibn-i İbrahim'dir (aleyhi’s-selâm) İkincisi: Hz. Meryemin babası olan İmran ibn-i Metan ki, bu da Süleyman ibn-i Dâvud ibn-i İşa neslinden, bunlar da Yahuda ibn-i Yakub neslindendirler. İki İmran arasında 1800 sene geçtiği söylenir.)
Sabak (a): Ders meşk, ödül.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim Kapıda KaLdı Şeriat!.

Resim

Aşk imamdır bize, gönül cemaat
Kıblemiz dost yüzü, dâimdir salât..


Bizim Dinde İmamımız, ALLAHu zü’l- CeLÂL’in SÖZünün-EMRinin,Tebliğci ve Uygulayıp-Uygulatıcı Rehberi-Sesi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.. Biz ALLAH ve Resûlüne candan gönülden Teslim olup, İman edip, Tâbi olup ve de İtâat eden gönlümüz cemaatıdır.. EL Ele EL YEDuLLaha, ALLAHu zü’l- CeLÂL’in CeMÂLi SONuç KIBLemizdir ki her ÂN Şe’ÂNuLLAHta BİZ BİR-İZULAŞım BAĞLantısındayız..

Resim
Dost yüzün görücek, şirk yağmalandı
Anınçün, kapıda kaldı şeriat..


Hakikatı MuhaMMedîyemizde Hakikatu’L- HAKk’ı görünce ve Kalbimiz Mutmain olunca, açık-gizli İLÂHlar aramamıza gerek kalmadı ve İçimizdeki gizli ŞİRK çeldircisi İKİLik Şeytanımzı Müslüman olunca, saptıcılıkları talan edilince..OLsun-OLmasınlarımız -> “OL-ÂN >HÜKM-ü HAKk”ı ANLadı-ÂRİF Oldu..
Şeriat-ı MuhaMMedîye ->Tariat-ı MuhaMMedîye ->Mârifet-i MuhaMMedîye ->Hakikat-ı MuhaMMedîye Kapıları ki, MuhaMMedî TekeMMüL-ü TEVHİD Sırat-ı Mustakîm YOLUmuz Açıldı..


Resim
Gönül secde kılar, dost mihrabında
Yüzün yere vurup, kılar münâcat..


Kalbin-GÖNLün Rahimiyyet Kapısından giren Kalbî Nefs, RahmÂNiyyet FuÂD MihrÂBında-MuhaMMedî Harabiyyet Habli’l- VERîDinde Zâhirin Yeryüzünde bırakır, Bâtına ULAŞır..Raziyyeten-Merziyyeten MuhaMMedî Münâcâat BAŞLar İnşae ALLAHu TeÂLÂ..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh: Ey iyiden iyiye inanmış, şüpheden kurtulmuş can.(Fecer 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh: Dön Rabbine, ondan râzı olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak.” (Fecer 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî ibâdî: Artık katıl kullarımın arasına.” (Fecer 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî: Ve gir cennetime.” (Fecer 89/30)


Resim
Münâcat için, vakit olmaz arada
Kim ola dost ile, bu demde halvet..

Eşyâ.. Eşyâların münasebetinden doğan OLay.. Olayların münasebetinden doğan ZamÂN..
Dehr ->ZamÂN ->Vakt ->ÂN ki YARım Nefes..
Vakt, AKLın Kullanabildiğini zannettiği İKİLİK ALgısı..
Kim ki, İbnu’l- VAKT ELiden cÂN CeRryÂNı Alırsa, Münâcat/ MuhaMMedî Cemiyyet NÛRunu Şe’ÂNuLLahta her ÂN YAŞar ki daha geniş VAKt dilimi Olmadan, SIRR-ı SıFıR BİZ BİR-İzliğinde EL VELî celle celâlihu ile TEKeTEKLik TEVHiDULLahı içinde ASLına RüCÛ’ edip DÖNmüştür..HÂL İÇİndeHÂLLi HAZMetmiştir İnşae ALLAHu TeÂLÂ..


Resim
şeriat der, sakın şartı bırakma
şart ol kişiye kim, ede hiyânet..


ŞeriatuLLAH’ın kesin yüzeysel ve hakk emirlerinde ŞARTLarında çakılıp kalırsa ve;
Gaflet, Cehâlet, Dalalet ve İhânet bataklarından GEÇişte MuhaMMedîye TevHİD TekeMMüLü göstermezse vah ki vahh.. zirâ;

İnsan AKLı, ELest BEZMinde yüklenene Tümm EsmâULLahı, Sınırlı-Sorumlu Şartlarda kullanırken, İmkÂNlar İÇinde KULLuk İmtihanı Olur..
Şeriatta yapayalnız Akıl herşey ve olayı BİLip bedel biçerken-ararken MuhaMMedî PÎRini BULur ..
Tariatta MuhaMMedî PÎRinin Hasbî Hizmetleriyle, Kıyaslarında doğruya erer ve Mârifet-i MuhaMMedîyyesinde OLur.. ki SEBEBLerin SON-UÇu Haikat-ı MuhaMMedîyemizdedir..


Resim
Erenler nefesidir devletimiz
Anınla fitneden olduk selâmet..


EL >EL’e EL -> YEDuLLAH’a-ALLAH’ın Eline HAKk MuhaMMedî ERENlerin Mânâ NEFesidir Dâimiyyet BİZ BİR-İZ DEVLetimiz BİZim ki,
BİZ Bu, MuhaMMedî Sadakat, MuhaMMedî Samîmiyyet ve MuhaMMedî Sabırla BİLdik-BULduk-OLduk ve her ÂN YAŞAmaktayız MuhaMMedî es SeLÂM SeLÂMetini El HaMDu liLLÂHi RABBİl ÂLEMîn!.


->BİZz ->NAZLı YÂRin ELİyiZz!.:
YEDuLLAH: ALLAHu zü’L- CELÂL ELi.:


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), YEDULLÂHi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ: Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. ALLAH'ın ELİ, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.” (Fetih 48/10)


Resim
(Beli) kavlin dedik evvelki demde
Henüz bir demdir, ol vakt ü bu saat..


Beden Nefsü’l- Emmâre ve Kalbimizden habersiz RUHî AKLımıza Yüklenim Bazarı ELEST Meclisinde “RaBBınız DEğilmiyim?” olumsuz sorusunu soran Yaratıcımıza KüLLî ŞEYyLe BİZ BİRLikte: “BeLâ-BiLâkis evet RaBBımızsın!” dedik..Oysa GEÇmiş ve GELecek İnsanoğlunun hamm AKLInn İKİLiği idi ki, gerçek OL-ÂN, ALLAHu TeÂLÂ Katında YOKLuk-ÇOKLuktan öte “TEKLik” Dâmi idi ŞE’ÂNuLLahta Şu ÂN, o Ândı.. DEM bu DEMde el ÂN Olduğu gibi..

Resim
Derildi beşimiz, bir vakte geldi
Beşi bir eyleyip, kim kıla tâat..


“SıRR”ımızın sırrı “DeHR”imiz,
“RUH”umuzun ışınsalı “ZâmÂN”ımız,
“Kalb”imizin DUYgusu “VaKit”imiz..
“Nefs”imizi NEFesi “ÂN”Larımız
“Beden” BOHhçasında Kıyama Kalkış SAATine Koşmakta adım adım..
Kim ki İKİUÇLu-İki ŞEYyLi-ŞeytÂNLık Aklını MüsülümÂN edip ALLAHu TeÂLÂ’nın Resûlü, Tebliğcisi ve Uygulayıp-Uygulatıcısı, Rehberi-Sesi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi DUYup Uyarsa,Teslim olur, İmân eder, Tâbi olup İtâat ederek, İslamın BEŞ Şartını/ kelimey-i TEVHÎD, Namaz, Oruç,Hac ve Zekâtı UYGULAmaya başlar artık İnşae ALLAHu TeÂLÂ..


Resim
Biz kimse dinine hilâf demezüz
Din tamam olucak doğru muhabbet..


Biz MuhaMmedî MeLÂmette Kendi NEFsimizin MuhaMMedî Edeb,İlim, İrfÂN ve Erkânıyla Hakk ERENLer HiMMetiyle MuhaMMedî Tâlim-öğretim ve Terbiye-Eğitimiyle Uğraşır ÜMMet-i MuhaMMed’e Hasbî Hizmetçilik ederiz ve,
Biz hiçbirKUlun ve kimsenin dinine karışıp da hilâf/ bu din bize ters, karşı, zıd deyip de muhalefet etmeyizancak kendi NEFSimizi LEVM eder KINARız.
BİZi Kınayıp LEVM edneler de aldırmayız ve BİLiriz ki MuhaMmedî MeLÂMet zâhir-Bâtın LüTFULLAHa MuhaMmedî ERiştir ve MuhaMmedî Hakiatımızdan MuhaBBetimiz DOĞmuştur.. Gönül Güeşimiz ebeddir gecemiz bitmiştirİnşae ALLAHu TeÂLÂ..


Resim
Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilâhi devlet..


ALLAHu zü’l- CeLÂL’in İmkÂNla İmtihÂN ÂLEminin VELâyet Kapısında, “EMROLunduğun gibi dosdoğru Ol!” EMrini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden DUYar, şeksiz-şüphesiz inanıp Uyar ve Uygulayarak-YAŞAyarak İlahî Şehâdet TÂCını Taka r başına ve DEVLet Kuşu ebeden konmuştur İnşae ALLAHu TeÂLÂ..

Resim---Câbir İbni Abdillah radiyallahu anhu: Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında otururken parmağı ile kumlar üzerine bir çizgi çekti, sonra : “İşte bu Allah’ın dosdoğru yoludur” dedi. Daha sonra o çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi ve tekrar şöyle buyurdu:“Bu da şeytanın yoludur, bunların her birinin kavşağında bir şeytan oturuyor ve o yollara davet ediyor “Ve daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu âyet-i celîleyi okudu:

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---''Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne): Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.” (En’âm 6/153)
(Darimî, Sünen 1.c. 208.n – İ. Ahmed, Müsned 1 / 435 – 465 - Hakim : 2 / 318 - M. Zevaid : 7 / 22 - Es – Sünne :16 .17. n; Bezzâr : 2210 –2211)


Resim
Yûnus ol kapıda kemine kuldur
Ezelden ebede dektür bu izzet..


Yûnus Emrem Babam kaddesallahu anhu ALLAHu zü’l- CeLÂL’in o muhteşem KULLUK KAPIsında Nasıl-nicebir kuldur dersen bil ki,
Bizim bu BİZ BİR-İZ MuhaMmedî MeLÂMet KULLUğumuz ezel-ebed “BİZ BİR-İZ”Lik İZZETimizdir:


يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---“Yekûlûne le in reca’nâ ile’l- medîneti le yuhricenne’l- eazzu min hel ezell (ezelle), ve lillâhi’l- izzetu ve li resûlihî ve lil mû’minîne ve lâkinne’l- munâfikîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Derler ki, "Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.” (Munâfikûn 63/8)


Resim

Münâcat: Allah'a yalvarmak. Duâ. Allah'tan necat için dua. * Yalvarmak için yazılan duâ veya manzume.
Halvet: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
Şeriat: Doğru yol. Hak din yolu. * Büyük ve geniş cadde. * Nur, aydınlık, ışık. * Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. Allah (C.C.) tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri hâvi İlâhî kanunların hey'et-i mecmuası. Şeriat, aynı zamanda din mânâsına müsta'meldir ki, ahkâm-ı asliye denen itikadiyâtı ve ahkâm-ı fer'iye denen ibadet, ahlâk ve muâmelât yâni, İslâm Hukukunu ihtivâ etmektedir... (Bak: Hukuk)(Şeriat; insanlardan sudur eden ef'âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdid eden kaidelerin hulâsasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. İ.İ.)(Şeriat ikidir. Birincisi: Âlem-i asgar olan insanın ef'âl ve ahvâlini tanzim eden ve sıfât-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır. İkincisi: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-i kübra-yı fıtriyedir ki, bazan yanlış olarak tabiat tesmiye edilir. H.)("Şir'a, Şeria, Meşrea"; lügatta bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda, insanların hayat-ı ebediyeye ve saadet-i hakikiyeye ulaşması için Allah Teâlâ'nın vaz' u teklif ettiği ahkâm-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bil'istiâre ıtlak edilmiştir ki, din demektir.) (E.T.)(Şeriat, din lisânında; Cenâb-ı Hakkın, kulları için vazetmiş olduğu, dini, dünyevi ahkâmın heyet-i mecmuasıdır. Bu itibarla şeriat: Din ile müradif olup, hem ahkâm-ı asliye denilen itikadiyatı, hem ahkâm-ı fer'iye-i ameliye denilen ibadet, ahlâk ve muâmelâtı ihtiva eder.Şeriat, umumi mânasına nazaran bir Peygamber-i Zişân tarafından tebliğ edilmiş kanun-u İlâhi demektir. Ahkâm-ı Şer'iye denilince, bundan kanun-u İlâhi hükümleri mânasını anlamak lâzımdır. Ve bununla asıl Kur'ana, Hadise, İcmaa sarahaten müstenid olan hükümler kasdedilmiş olur. Ist. F.K.)(Devlet ve uyruk, siyasetin ve siyasi olan hükümlerin icabına göre idare olunur ise, bu da yerilmiş olur. Çünkü Allah'ın nurundan ibaret olan şeriat hükümleri ihmâl edilmiş oluyor. Beşerin bütün işi, gerek devlet işi ve gerek başka işler olsun iyiliği ve kötülüğü âhirette kendisine aittir. Yani iyi ise ecirli ve sevaplıdır, kötü ise cezaya çarptırılır. Allah Elçisi (A.S.M.): "Ancak dünyadaki iyi ve kötü bütün amelleriniz âhirette kendinize reddedilir. Yani hayır ise ecir ve sevap kazanır, kötü ise cezaya çarptırılırsınız!" der. Siyasi hükümlerde ise ancak dünyevi fayda ve maslahatlar gözönünde bulundurulur. Siyasi kanunları koyanlar, ancak dünya hayatının dış görünüşünü görür ve bilirler. Şari'in maksadı ise, insanların âhiret saâdetidir. İşte bundan dolayı, bütün insanların gerek dünyevi ve gerek âhiret işlerinde şeriatlara uygun olarak görmeye sevketmek vâcibdir. Bu vazife, kendilerine şeriat indirilmiş olan peygamberlere, onlardan sonra onların yerine geçenlere (devlet başkanlarına) yükletilmelidir... Siyasetçi demek, akli delil ve hükümlere dayanarak dünya maslahat ve faidelerini elde eden, zarar ve ziyanları defetmeye sevk eden insan demektir. Halifelik ise, umumiyetle âhiret fayda ve maslahatlarını gözönünde bulundurarak şeriat ile iş görmeğe sevkeder. Şari'a göre, dünya iş ve amellerinin hepsi de (sonucu bakımından) âhirete râcidir. Halifelik ise, dini korumak ve dünya siyasetini dine uygun olarak idare etmek hususunda şeriat sahibine nâiblik etmek demektir.) (Mukaddime, İbn-i Haldun, ci: 1, sh: 508-509-510, 1954, İstanbul Maarif Basımevi)
Hiyânet: Hâinlik. Vefasızlık. İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp oyun etmek.
Kavl: Anlaşma. Sözleşme. * Konuşulan söz. Söz cümlesi.
Hilâf: Ters, karşı, zıd. Karşı koymak. Muhalefet etmek.
Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.
Kem: Gr: Ne kadar? Kaç? (Mikdar için soru ifâdesinde kullanılır.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim Gayri Yüze Nice Bakar!.

Resim

Acep değil deli olsa
Aşk oduna yanan kişi
Aşka yakın yürümesin
İyi adın sanan kişi..


Acabasız gerçekten delidir o kimse ki, AŞKuLLaH ateşinde yanmaya razı olmuştur..AŞK Ateşiyle oyun oynayacağını sanıp da heves edip AŞK Ateşi etrafında İbrahimî Pervâneler gibi dönmeye kalkışmasın ve Hakk Âşıkların “AŞK ATEŞİ iyidir!” sözlerinin ÖZünü YAŞAyarak göreceğini unutmasınlar!.

Elbette ATEŞa ANcak ve ANcak Ezel-Ebed HÂNiF ATEŞ KUŞLarının KANATLarını YAKmaz:

İBRAHîM..:
“Berden seLÂM” et:

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim ---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme): Ey ateş! İbrâhim için serinlik ve esenlik ol! dedik.” (Enbiyâ 21/69)


Resim

Kim sakınır iyi adın,
Bıraksın elden aşk odun
Tezcek yoldurur kanadın,
Daldan dala konan kişi..


Bu ÂLEMde herkim ki, ham AKLınca iyi bir Hevâ-Heves Hayali yaşamak istiyorsa sakın sakın iki elini AŞK ATEŞİne sokmasın!.
Nefs-i Emmâresinin Hevâ-Heves dallarında serçeler gibi uçuşan kimseler AŞK ATEŞİnin ALEV Dallarına da basarsa hemence kolunu kanadını kül eder, yoldurur da bakakalır!.


Resim

Saldı beni uzak yola,
Şol gözlerim dola dola
Dertli halinden ne bile,
yüreği sağ olan kişi..


Ben ki, gönüllü dalmıştım, bu kızıl korlu İbrahimî AŞK ATEŞİne de bir zamanlar, beni de kendinden eyleyip insanların ikliminden aldı götürdü gönül iklimlerine iki gözlerim SÎNemin ACI Suyuyla dola dola hâlâ yürümekteyim AŞK ATEŞİ İÇİnde..
Elbette yüreğine her türlü hastalığı doldurup da sapasağlamım hayalini ebeden kuran zavallı ahmak kişi ne bilsin AŞK DERTLisinin HÂLinden bu kör ve sağırlık DÜNy’asında!.


Resim

Âşıklar geçer ârından,
Dönmez olur ikrarından
Şimdi ayrılmış yârından,
Yalan dâva kılan kişi..


AŞK ATEŞİ, Hakk ÂŞIKLarın SEVd BÂZÂRı ve Sırat Köprüsüdür ki, SEVen-SEViLen ÂŞIKta ne ÂR bırakır ne de korunacak namusu duygusu tÜMMünü yakaryok eder de, YÂRine verdiği AŞK AHDinden SEVgi SÖZünden ASLa dönemez olur AŞK YOLUnda..
Nevar ki, ÖZünden kaypak-gabirun-dönek kişi en küçük bir yokuşta yorulur dane YÂR kalır ne de kudsal AŞK YOLU.. Zâten Yaşamadığı AŞK DÂVÂsı YALANdı.. o Ahmak hiç BİZ BİR-İZ OLamamıştı NAZLı YÂR ile..


Resim

Yürek yanar, yaşım akar,
Şu gözlerim yola bakar
Gayri yüze nice bakar,
Hak cemâlin gören kişi..


BİZde-bENde ise, ESfelîn Gurbeti Yaşanır da, YÂR Hasreti TEKe TEK Yürekte ÇEKilir, Kalbimizi KülhÂN olur kzıl korda yanar da yanar ve yreğim mum gibi eridikçe gözlerimden akar da akar ve, hiç durmadan YÂRimi ALıp-GETİRecek YOLLara bakar da bakar!.
Bu ise işin HAKikatıdır ki, HaKk’ın Cemâlini, bizzât görüp, ÖZünden YÂR AŞKı ATEŞİne RAZı Olmuş ATEŞ DERvişler, YÂRden gAYRısına niçin bakıp da AŞK YOLUndan kalıp oyalanasın ki şu YÂRım NEFeslik Yalan DÜNyâda!..


Resim

Gözüm pinâr olmuş akar,
Şol zârım ki Arşa çıkar
Mahv eyleyip varın yakar,
Mâsivayı koyan kişi..


Ve gözlerim san ki, Burası BUrsam’ın ULU DAĞ Pınarları gibi akar da akar!.
Yapayalnızlık YURDunda AHh-ü-ZÂrım AŞK AVAZım Yerden göklere tâa ARŞ- ÂLÂ’ya kadar ÇIKar!.
Bu Haykırış ve sonsuz YANış AŞKuLLAHın ANA YASAsısıdır ki, MuhaMMedî HAKk ÂŞIK OLanlar Mutmâince İMÂN etmişlerdir ki, “Lâ Huve İLLâ Huve- O’ndan bAŞKa O YOKtur!” HAKK teÂLÂ’dan BAŞKa KÜLLî ŞEYy, SAN-AL-dır!.
Onun için MuhaMMedî HAKk ÂŞIKLar, MuraduLLah-EMRuLLAHı DUYup SÜNNetuLLAH Üzere Şe’ÂNuLLAHta çırılçıplak HAKk’ın ŞÂHİDi Olarak YAŞArlar!.


Resim

Yûnus kodu yola başı,
Urur müddeîler taşı
Hiçtir münafıkın işi,
Gelsin aşka doyan kişi..


Gönül BaBaM Yûnus Emrem kaddesallahu sırrahu, MuhaMMedî HAKk ÂŞIKLar YOLUna cÂNını KurbÂN Adadı bu YOLa BaŞını koydu!.
Kupkuru ve İçi boş sözler ve hareketlerle GERÇEKinden habersiz hayalî cehennemden kaçıp Hayalî ceNNetlere koşduğunu ZANNeden dindâr elbiseli zavallı AHhmakların ise işi-gücü, MuhaMMedî HAKk ÂŞIKLarı taşa tutup kınamaktır..çünkü İKİ-Lik ŞEY-t-ÂN-Lıkları, ALLAH ve RaSûLüne TESLİM OLup Müslüman Olmamıştır ki, en az İKİ Kapılı kör köstebek gibi münafıklık yapar ki “SON-UÇ”ta elde edeceği sadece HİÇliktir..
ZÂTen HEPliğin Mutlak SÂHibi ALLAHu zü’l- CeLÂL’in MuhaMMedî HAKk ÂŞKını, DUYup-UYup-DOYanlar;
AŞKuLLAH DERyâsında BİZ BİR-İZ İÇİndeki, AŞKuLLAH DAMMLalarıdır ki, VAR/YOK AKILLarını ERitip/ ER EDip, NAKLen NÂZ-NiYÂZa AKmaktadırlar!..



Resim

Mâsiva: Ondan gayrısı. (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tâbirdir) Dünya ile alâkalı şeyler.
Müddeî: İddia eden. İddiacı. Davacı. * Bir hükümde ayak direyen. Hak olduğunu veya herhangi hakkın zayi olduğunu dâvâ eden. * İnatçı, muannid.
Münafık: İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr. * Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden. * Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim Yetmış İki Millette!.

<= Resim =>

Gayrıdır her milleten bu bizim milletimiz
Hiç dinde bulunmadı, din ü diyânetimiz..


Bu bizim İslam Dinimiz/İbrahim Milletimiz diğer toplulukların sapık akıllarıyla bozup değiştirdikleri NAKLî-İlahî DîN Vasfını kaybettirdikleri dinlerden bambaşkadır ki, TEK bir noktası bile İnzal edildiği gün gibi YERindedir.
İslam Dinimizin inanç ve uygulamaları şu anda hiçbir dinde bulunmamaktadır.


وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
Resim---Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ: İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.” (Nisâ 4/125)

Resim

Bu din ü diyânette, yetmış iki millette
Dünya vü âhirette, ayrıdır âyatımız..


Bu İslam Dinimizin inanç ve uygulamaları dünya-âhiret ve dinde tamamen ayrıdır ve Fırka-yı NÂCiyyedir.

Resim---İbni Mes'ud (ra): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

ALLAH celle celâluhunun SALLat YOLU tektir:

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne) : Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup sakınırsınız.” (En’âm 6/153)


ALLAH celle celâluhunun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleminin YOLuda TEKtir ve O dur İ’tidaldir ZÂTen..

İ’tidal; YOKluğun Tefritinden, ÇOKLuğun İfratından kurtulup, TEKliğin TEVHİDine ULAŞımın Anası, Esası ve Temeli ve ALLAH’ın YOLUdur..

Bir başka rivâyette:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kumu düzleyip asası ile ortaya bir dikey çizgi çizdi ve: “Bu ALLah’ın yoludur” buyurdu. Sonra o çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da yollardır ve her yolun başında oraya çağrıda bulunan bir ŞEYTÂN vardır!” buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Bana uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîrâ o yollar sizi ALLah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti.” (En’âm 6/153) “buyurmuştur.
(İbni Kesir 2/190)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; ALLAH Teâlânın yolu olan orta yol, Fırka-i Nâciye, İ’tidal Yolu olan Sırat-ı Müstakîmin sağına çizgiler çizerek ifratçıları, aşırı dincileri ve bidadçıları; soluna çizgiler çizerek tefritçileri, dini ve Sünnet-i Seniyyeyi ibtale (hükümsüz bırakma, bozma) çalışan benlikçileri ve her ikisinin de başlarındaki şeytânları ne güzel târif buyurmuştur.

İfratsız, tefritsiz; i'tidal üzere, Fırka-i Nâciye ki sırât-ı müstakîm olan interkollekte (ortak) sisteme bağlamak esastır...

Resim---Rasûlullah sallallâhuu aleyhi ve sellem: “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.” O bir tâne kurtulan fırka kimlerdir yâ Resûlullah? sorusuna: “Onlar benim ve ashabımın üzerinde gittiğimiz yola gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, Îmân 18; Ibn. Mâce, Fiten 17; İ. Ahmed II/332)


Resim

Tahir suya banmadan, el ayak deprenmeden
Baş sücuda inmeden, kılınır tâatımız..


Abdest ve namaz gibi, Şeriât-ı MuhaMMedîyyenin tüm gereklerini fiziken-fiilen yerine mutlaka getirmekle beraber amelin çekirdeği ve ASLı Olan vicdÂNlarımızda-Gaybî;
ALLAH’a ve ResûLüne Teslim-İslam OLuş,
ALLAH’a ve ResûLüne İmÂN EDiş,
ALLAH’a ve ResûLüne Tâbi OLuş,
ALLAH’a ve ResûLüne İtâat Edişimiz İslam Dinimizin Şiârı ve Şerefi ve de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ŞEFÂAtıdır..


Resim

Ne rükû vardır, ne sücut, ne kıble vardır, ne mescit
Daima ol dostla becit olur münâcatımız..


Bu o kadar İÇİÇe “BİZ BİR-İZ”Lik İlkesi İnancıdır ki,
Şahdamarımızdan da Akraba OL-ÂN RaBBımızı KüLLî ŞEY’in ÖZÜnde BİLiş, BULuş, Oluş Ve YAŞAyış ŞeHÂDEtidir..
OKUduğunu ANLAyıp İNÂNmadan basit bir alışkanlık ve ahmakları taklid hâlinde aktarılıp yapılmaya çalışılan dinî uygulamalar, kıyam, rükû’, secde, kıble, mescidlerin mânâlarına Ermeden Meyveleri DERilememektedir.
Oysa Hâlis-Muhlis-Sıddık ve Âdil MuhaMMedî Hakk ÂŞIKLarın NÂZÂRLarı, iseHer Yerde, her HÂLde, Her ZamÂNda ve hER NEFeste VuSLât VECHinde HÂL-i HAZIRdır ve “BİZ BİR-İZ”dir.


فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---''Fâtırus semâvâti vel ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîul basîr(basîru) :O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. '' (Şûrâ 42/11)

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
Resim---"Ve lillahi’l- meşriku ve’l- mağribu fe eynema tuvellu fe semme vechullah, innallahe vasiun alîm: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphe yok Allah, kuşatandır, bilendir. " (Bakara 2/115)


Resim

Gerek Kâbeye varalım, gerek mescide girelim
Gerek su ile yunalım, çün bize illetimiz..


İmkÂNlarla KULLuk İmtihÂNımızın Temeli, İnsanın Abdullah hududunu çizmesi, fakriyet-acziyet-zillet ve illet çizgisini, çemberini çizmesi ve ben buyum demesi. Kendini bilmesi budur zâten. İnsan yaptığını taptığını-İşinin SONUÇunu bilen KUL’dan ibâret yaratıktır. MuhaMMedî KULLuk SON-UÇ’unun İLLETin-YARATıLış SeBeBini;
ALLAH celle celâlihu SÖZünü, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SESinden DUYup-UYan ve her ÂN Kur'ÂN-ı Kerîminden OKUyup duran MuhaMMedî Hakk ÂŞIKLarı için, Mescid-Kâbe ve her YERde abdetli-abdestsiz her HÂLde YARATıLış SeBeBini unutmamak vardır ki YaKÎN GELenedek KULLuk SultÂNlığı SÜRecektir İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---"Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya´budun : Ben cinleri ve insanlari ancak bana ibadet etsinler diye yarattim." (Zariyat 51/56)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّىٰ يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---"Ve´büd rabbeke hatta ye´tiyekel yekıyn : Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et. " (Hicr 15/99)


Resim

Su ne kadar arıda, yavuz huyun bile
Meğer bizi pâk ide, Haktan inâyetimiz..


MuhaMMedî Tâlim ve Terbiyeden geçmemiş ham-çiğ-yoz kaba sofuyu elini yüzünü Suya sokması nasıl temizleyebilsin ki, o nefsin İçine İŞLemiş granit gibi sert ve erimesi zor kötü ahlâk ve huyları içinde yatmaktadır..
Bunun tek çâresi ise, Şeriâtte-Târikatta-Marifette-Hakikatte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYup/UYup ALLAHu Zü’L- CeLÂLimizin İnâyetiyle Hidâyetine ve SeLÂMetine SALL-ü-SELL ULAŞımıdır.. Soyut-Somutt..


Resim

Kimin sırın kim bile, çün erilmez bu hale
Yarın anda belli ola, Müslüman mürtedimiz..


Amellerini, Şah damarından da AKRABA-YAKını umursamayıp Halka teşhirle uğraşanlar bilsinler ki, ALLAHu Zü’L- CeLÂL, her KULunun İÇini-Özünü sadece ZÂTına Açmış gAYRıya kitlemiş korumuştur.. Onun için Halk Piyasasında riyâ kokan konuşmalar fiiller boşunadır.. bu İmtihÂN Ortamında Kimin içinde ne var asla BİLinemez..
Ancak şu Beden Giysisi soyunulup Çırıl çıplak kalınınca Kim ne İŞLerettiğine kendi UZUVLarı Şâhidlik ettiğinde GÖRüleBİLecektir kimin gerçek MuhaMMedî Mü’min Olduğu kiminde Hakk Din İslâm Dininden döndüğü ALLAHu Zü’L- CeLÂLimiz korusun..


الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---"O gün ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları şâhidlik eder!..." (Yâsîn 36/65)


Resim

Yûnus canı yenile, kim dostluğun anıla
Ansızın bir ün gele, bilesin kudretimiz..


Eyy Yûnus Emrem kaddesallahu sırruhu BaBam şu ÂN Şe’ÂNuLLahta her ÂN Yeniden YARATıLış İçindesin Ölmeden Ölüp Dirilmek SEBbehâsındasın.. HAkk TeÂLÂ’nın HaKk Dostusun bu MuhaMMedî Muhteşemliğini BİLen ve SEVen ve de SENi “BİZ BİR-İZ” ÂNÂN, KuL Kıtmirler gelecektir.. SEN de her cÂN gibi Bırakıp gitmiş Olsan da şu AzametuLLAH İÇİndeki GAybî KUdretuLLahta “BİZ BİR-İZ-Bir CÂNız” Elhamdulillahirabilâlemîn!.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ Mûtû kable en temûtû: Ölmeden önce ölünüz! ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)


ResimZeRRe – KüRRe “SeBBaha!” da..:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cuma 62/1)


Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı, hep sürecek her AN yeniden Yaratılanlarla ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..



Resim

Tahir: Temiz. Pâk. Abdesti bozacak veya guslü icab ettirecek şeylerden birisiyle özürlü olmayan. * Zâhir ve bâtında bütün ayıp ve kirlerden temiz, pâk olduğu için Hz. Peygamberimize de (A.S.) bu isim verilmiştir.
Becit: f. Ciddi, gerçek, hakikat. * Cidden, gerçekten.
Münâcat: Allah'a yalvarmak. Duâ. Allah'tan necat için dua. * Yalvarmak için yazılan duâ veya manzume. * Sürurlaşmak, neşelenmek.
Yavuz: Pek sert.
Mürted: İrtidad eden. İslâm dininden dönen.(İrtidat, din-i celil-i İslâmı kabul ettikten sonra dönmektir.
İllet: Herhangi bir şeyin var olması için lâzım gelen sebeblerin tamamı. Bu sebebler var olunca neticesinin vücuda gelmesi bizzarure ve bilvücub iktiza eder.
İnâyet: Yardım, lütuf meded etmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim İnciL iLe Kur’ân’ı!.

<= Resim =>


Mâna denizine daldık, vücud seyrini kılduk
iki cihân serteser, cümle vücudda bulduk..


İçinde BULunduğumuz şu Madde âlemi MevCÛDLar Kesretinde, Mâna denizine daldık ki Vâcibu’L- VüCÛD Vahdetini seyrÂN EYyLedik.
Ve gördük ki, iki ÂLEM de baştanaşağı, somut-soyut, Teke TEKte, TEK VüCÛDun NÛRu MevCÛDLar.. Tümü de CEMÂN ASLen HAKkta TEK VüCÛDda..


Resim

Gece ile gündüzü, gökte yedi yıldızı
Levhte yazılan sözü, cümle vücudda bulduk..


KemâLâta-Rüşde Ermemiş ham AKILLarda farklı gözüken Gece ile gündüzün, gökte yedi yıldızın KüLLîŞEY’in TÜMünün İlm-i İlâhîde Levh-i Mahfuzda sAKLı KÛN Kazasının feyeKÛN Kaderini, somut-soyut CüMLe şeylerde ve herkeste BULduk-gördük ki yaşamaktalar..

Resim

Musa'ının çıktığı Tur'u, gökteki Beytülmamuru
İsrafil'deki Suru, cümle vücudda bulduk..


Musa alehisselâm’ın Vuslat yeri TÛRu,Yedinci kat Gökteki Melek KIbLesi Beytü’l- Mamur’u,
İsarfil alehisselâm’ın üfürüş sesi bu hayatı bitiren Surunu CüMle MevcÛdatı Tek VüCÛDda BULduk..


Resim

Tevrat ile İncil'i Furkân ile Zebur'u
Kur’ândaki Âyeti nuru, cümle vücudda bulduk..


Dört Kitabı; Tevrat’ı, İncil'i Kur'ÂN-ı Kerîmi ve Zebur'u,
Kur'ÂN-ı Kerîmdeki NÛR Sûresin NÛR âyetini, somut-soyut, CüMle MevcÛdatı Tek VüCÛDda BULduk..


Resim

Yüce görünen gökleri, göklerdeki melekleri
Yetmiş bin hicabları, cümle vücudda bulduk..


Yüceler yücesi gözüken yedi kat gökleri, gökler dolusu melekleri,
İnsÂN AKLının NAKLe ULAşım SALLındaki Yetmiş bin perdeleri, somut-soyut, CüMle MevcÛdatı Tek VüCÛDda BULduk..


Resim

Yedi göğü, yedi yeri, bu dağları denizleri
Uçmak ile Tamu'yu, cümle vücudda bulduk..


yedi kat gökleri, yedi kat yerleri, şu dağları denizleri,
cennetler ile cehennemleri, somut-soyut CüMle MevcÛdatı Tek VüCÛDda BULduk..


Resim

Yûnus'un sözleri hak, cümlemiz dedik sadak
Kanda istersen anda bak, cümle vücudda bulduk..


HaKk Âşık Yûnus kaddesallahu sırruhu'nun sözleri de haktır ve tüm HaKk Âşıklar cümleten “Sadıktır-Doğrudur!” dedik.
Sen denerede istersen orada bak ve gör ki, somut-soyut CüMle MevcÛdatı Tek VüCÛDda BULduk..


Resim

Serteser: (Serteser) f. Baştan başa, bütün, hep.
Levh: Görünen ibretli manzara. * Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. * Seyredilen yerin çizili sureti.
Levh-i Mahfuz: Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.
Sur: (Suret. C.) Kıyamet günü İsrafil Aleyhisselâm'ın çalacağı boru. Buna Sur-u İsrafil de denir. * Boynuzdan yapılan düdük.
Tur: Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir. * İbn-i Sinâ'nın ceddinin ismi.
Beytü’l- Mamur: İ'mar edilmiş ev. İslâm inancına göre yedinci kat semâda bulunan ve Kâbe'nin üzerinde gelen, meleklere kıble ve tavaf mekânı olan kutsal bir binâdır. Kur'an-ı Kerîm'de Beyt-ul Ma'mur'a işaret eden bir ayet vardır. (Tûr 52/4)
Furkân: Kur'ÂN-ı Kerîm.
Hicab: perde.
Uçmak: Cennet.
Tamu: Cehennem.
Sadak: Doğru.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


Kaçan Suna AzrâiL EL!.


Aceb değil, senin için, bin can fedâ kılur isem
Senin varlığın can yeter, hoştur cansız kalır isem..


Yâ RABBena!
Nefsini ve RaBBini BİLen MuhaMMedî Mü’min olarak; SENin için, ASLın fASLı izafî-iğreti-gelgeç canım bin tane olsa da vermem şaşılacak bir şey değildir..
Şahdamarımdan da ÖZde AKREB olan CÂNÂNLığın var iken kendi başıma şaşkın canı ben neylerim ki ebeden SENLe hoşum ben..


Resim

Senin derdin olmasa sözüm aceb kelecidir
Ne canım var, ne eydürem bir dem sensiz olur isem..


Eğer SENin Mutlak VARLığını ANLAmak derdim olmazsa tüm sözlerim KULLUK dışı şüpheli sözlerdir!.
Keban’sız ampül gibi cÂN CERYÂNsız, bu boş bedeni ben ne edeyim.. Şimdi, her ÂN ŞeÂNuLLAHta yeniden YARATıLıpDURan şu cihÂNda Yaratanından habersiz cÂNı ben neylerim!.


Resim
Nice ki ben seni sevem, ecel eli ermeyiser
Kaçan suna Azrâil el, ben seni canlanır isem..


Ben gerçekten RESÛLünden ALLAH’a SALLda-ULAşımda NÛRundan ayrı kalmazsam ebediyyen DİRİyim el HAYY ALLAH celle celâlihuda.. Bu muhteşem MuhaMMedî MuHABBetin hak ve gerçek sahibiysem, her ÂN YENİden DOĞuşta-Yaratılışta, ECEL-ÖLÜM ELİ bana nasıl erişip de ebeden yok edebilecek ki!.
Ben; SENde, SENden, SANA SENLe TEVHİD EhLi isem cÂNım SENsin ki, bedenleri alıp götüren Azrâil aleyhisselâm, RÛH Âlemimin denge ve düzenini nasıl bozacak ki?!.


Resim

Ger sûretim düşer ise, nice zevâl ere bile
Ol kadîmi kim sevenin, nice düşüp durur isem..


Şu cÂN KÂBım-KANLı KÂFesim yıkılırsa, cÂN Kuşum Hür kalacak ve asla yok olup gitmeyecektir ve sadece bu sanal-fÂNi Âlemden gerçek SILAma Uçacak ve YOKluk asla Olmayacaktır!
SEN gibi el Kadîm ile “BİZ BİR-İZ”e inanan BİLir ki, her NEFeste sonsuz kerre Yeniden Yaratılmakta KÛN feyeKÛNu BİLip, BULup, OLup da YAŞAmaktaysa Ölüm KORKusu da ne ki?..


El Kadîmü:
Resim

Resim

Dahi Elestü belirmeden, ben âşıktım sen Mâşuk
Gözüm yüzüne tutam, yüz bin kaba girer isem..


Mutlak Kahhâr Vâcibu’L- VüCÛD AHADiyyet VAHDetindeyken ZÂTuLLAHta iken BEZM-i ELest feyeKÛN Olmadan Âşık- Mâşuk, SEVen-SEViLen BİZ BİR-İZ iken İNÂNcımı el ÂN YAŞAmakta olan Halis Muhlis ve Sâdık bir MuhaMMedî Olarak ÖZ GÖZümü VeCHuLLAHtan asla AYIRamam velev ki binbir KÂBa girip ÇIKsam da “KüLLî ŞEYin ASLı ALLAH celle celâlihu” İnancım tÜMM ve tAMMdır elhamdulillahirabbilâlemînn..

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
Resim---"Ve lillahi’l- meşriku ve’l- mağribu fe eynema tuvellu fe semme vechullah, innallahe vasiun alîm: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphe yok Allah, kuşatandır, bilendir. " (Bakara 2/115)


Resim

Dahi cihâna gelmeden canım seni sever idi
Minnet değil Yûnus, sana nice tapu kılur isem..


Ben bu sanal-fÂNi Âleme KULun olarak gelmeden Tohumum-HABBem HAKk idi ZÂtınla BİZ BİR-İzdi ve MuhaBbetULLAH ASLımdı..
Bu âleme gelişten değildir Yûnus Emrem Babamın kaddesallahu sırrahu sana her nefeste edip durduğu dünya KULLuğu elhamdulillahirabbilâlemînn..


Resim

Kaçan (t): Vakta ki, o zaman.
Keleci (t): Söz, kelime.
Zevâl: Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek.
Minnet: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
Tapı (t): Huzur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


DEğiLim KaL ü KıyLde!.


<=
Resim
=>


Cânem ben andan
Ezelî eşip geldim
Aşkı kılavuz tutup,
Ol yola düşüp geldim..


Benim ASLım NûRuLLAH ->NÛR-u MuhaMMed ki bEN, EZELden bu yana HÂLden HÂLLerle zamanı yara yara GELdim!.
EsfeLin’e İNiş ve İLLiYyin’e DÖNüş YOLumda dâima MuhaMMedî ve Kur'ÂN-ı Kerîmî AŞKuLLAHı esas-temelKılavuz edinip KULLuk YOLUna DÜŞüp GELdim!.


Resim

Değilim kal ü kıylde,
Ya yetmış iki dilde
Yâd yok bana bu elde,
Anda bilişip geldim..


Ben bu ÂLEMde KüLLî Şeyi ASLının NÛRuLLAh Olduğuna eminim ve İNANCımın dedi-kodusunda da değilim şükür.
Yetmiş iki miLLeti de “BİR BİL!.”ip, kimseleri yabancı bilmeden Tanışıp-BİLişip Hayattan geçip gidiyorum Hamd olsun!.


Resim

Geçtim hotbin elinden,
El çektim düğelinden
Ol ikilik belinden,
Birliğe bitip geldim..


Bencil, egoistlerin tümünün elinden kurtuldum ve hepsinden de elçektim, uzaklaştım..
Ve ben İKİ ŞEYLik ŞeytÂNlığının kısakacından Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sâyesinde ŞeytÂNımı Müslüman ederek TEK-BİRLiğe-VAHdete ULAŞtım çok şükür!.

NAKLe Ulaşmamaış MuhaMMedî RüŞDüne ermemiş ham AKILın İki UÇ ŞeytÂNLığı er-geç “Hizbuşşeytan” eder!., ŞeytÂNını Müslüman ederse “Hizbullah” olur tabi ki, “şeytanını Müslüman ederse iyiliği emreder” den kasıt daireyi tamamlar da her noktası “ALLAH” keser..


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan, Müslim)


Resim

Dört kişidir yoldaşım,
Vefâdâr râzdaşım
Üçle hoştur başım,
Birine buşup geldim..


Dört kişidir bu AŞK YOLUnda YoLdaşım ve onlar vefalı ve Sırr ortaklarımdır ve ben Üçüyle çok hoşluk yaşarım ve BİRLikte DÖRDüncüsüne BİL-BUL-OLuşup GELdim!.

Resim

Ol dördün birisi can,
Biri din, biri iman
Biri nefsimdürür düşman,
Yolda savaşıp geldim..


O DÖRDLerden birisi cÂNımdır, birisi DÎNim birisi de İmÂNımdır.. diğer NEFSimdir düşmÂNımdır ve ben onunla bu AŞK YOLUnda Müslüman etmek için savaşa savaşa GELdim!.

Resim

Bir kılı kırk yardılar,
Birin yol gösterdiler
Bu mülke gönderdilen,
Ol yola düşüp geldim..


Bu ERENLER-KıRKLarMeclisinde bir KILı Kırka Yardılar da, BİRİsini Sırat-ı Mustakîm YOLU OLarak bu ESFELîn DiYÂRına iğreti geçici KuLLuk Mülkü Ülkesine çıkan YOLa düşüp geldim ki ANA RAHmindenÇIKınca Şaşa GELdim!.

Resim

Aşk şarabından içtim,
On sekiz ırmak geçtim
Denizler bendin deştim,
Ummandan taşıp geldim..


Ben bU Yolda AŞKuLLAH şarabından içtim, ON Sekiz Bin ÂLeMi Iramaklarından/İLİMlerinden İÇerek GEÇtim..
DenİZleri yerinde tutan bendlerini deştim-yıktım ve Nice UMMANLardan Taşarak GELdim!.


Resim

Ben andan geldim bunda,
Yine varurem anda
Ben ana varasımı
Anda danışıp geldim..


Ben O İLLiYyîn DiYÂRımdan bu ESfeLîn Çukuruna İndim ve yine Bu KULLUK Tuzağından kurtulup yine ASIL SILAma döneceğim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Nasıl olsa taven de olsa kerhen de olsa,istesem de istemesem de oraya dönmem gerektiğini danıştım, düşündüm ki EMRuLLAH bu idi ben deDUYdum ve UYdum GELdim!.


Resim

AzrâiL ne kişidir,
Kasd idesi cânıma
Ben emânet ıssi ile,
Anda bitirişüp geldim..


AzrâiL aleyhisselâm ki cÂN ALıcı melek ki ne kişidir ki cânıma kasd edip almak istemekte..
Oysa ben Emânet Sahibi ile EZEL BEZMinde cÂN ALıp-VERmek İşini Bitip-HÂLLedip geldim ki, her Nefes ALıp-VERmekte Yeniden YARATILıp, ÖLüp-DİRİLip DURmaktayım SüNNetuLLAH üzere GELdim!.


Resim

İmdi Yûnus'a ne gam,
Âşık melâmet bednam
Küfrüm imana şol dem,
Anda denişip geldim..


Artık bundan sonra MuhaMMedî HaKk ÂŞIK Yûnus Emrem kaddesallahu sırrahu BaBama ne gamı ne tasası ki,
Zâten MeLÂMi demek kendileri gibi üç kağıtçı olmakdıkları için kınanan saff MuhaMMedî Âşık halk katında kötü nam sahibidir..
Halbu ki ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yüreğinde, şeytÂNımı Müslüman edip Küfrümü İMÂNa dönüştürdümm ve O ÂLEMden Bu Âleme geldim ve de İnşâe ALLAHu TeÂLÂ İMÂNla Giderim..



Resim

Hotbin: Bencil. egoist.
Dügeli (t): Bütün. Hepsi. Dün (t): Gece.
Râzdaş: Sırdaş.. Sır ortağı.
Vefâdâr: Vefâkâr. Vefalı, sözünde ve dostluğunda devamlı olan.
Bend: f. Bağlanan. Bağlanmış. * Bağ. Boğum. Mafsal. * Su bendi. Baraj.
Bednam: f. Kötü tanınmış, adı kötüye çıkmış olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


OL Sâhib-i Kur’ân Benem!.


<=
Resim
=>



Ol kadîr-i kün feyekün, lûtf edici Sübhan benem
Kesmeden rızkını veren, cümlelere Sultân benem!.


Şu ÂN Şe’ÂNuLLAHta SüNNetuLLAH üzere KÛN feyeKÛN SeBBEHAsı ki YENİden Yaratış Kudretiyle Lütuf ve İkram-İhsan sahibi SubhÂN ALLAH celle celâlihu BENimm..
Bu ÂLEMde KüLLî Şey’i; yaratan, hükmü geçen, besleyip büyüten cihÂNda CüMMLeye es SuLtÂN SubhÂN ALLAH celle celâlihu BENimm..


El Kadîru:
Resim

Resim

Nutfedân âdem yaratan, yumurtadan kuş türeden
Kudret dilini söyleten, zikr eyleten Sübhan benem!.


Bir damla MENi’den-spermden ÂDEM’i yaratıp, yumurtadan kuşları türeten ve hercanlıyı bir ÜMMET BİLdirip her birisine Kudret DİLİni fıtraten BİLdirip konulturan, anlaştıran, zikirlerini DÂİM-Kâim SeBBehada kılan SubhÂN ALLAH celle celâlihu BENimm..
Resim

Kimisini zâhid kılan, kimisine füsk işleten
Ayıplarını örtücü, ol delil ü bürhân benem!.


Kullarının bu Âleme gelip beden ve aklen RÜŞDe erip KULLuk tercihlerini özgürce seçip tercih ettikleri zaman istedikleri neyse onu yaratan ALLAH celle celâlihu..
Sonuçta.. kimisini zühd-ü-Takvâ EHLi kılıp dünyadan kaçan ALLahtan çok korkan eylerken.. Kimisini de fısk-u-fücur yaramaz işşsleri işleten.. yine de ayıplarını örtücü es SeTTÂR.. ve yol gösterici DELİLLeri, bürhÂNları BENimm..


El Bürhân:
Resim

Resim
Benem ebed, benem bekâ, ol kadîr-i hak mutlaka
Yarın Hızır ola saka, anı kılan gufrân benem!.


İnsanların AKIL Âlemlerindeki son-Uçta Ebedî be bâki olan Mutlaklığı hak olan el Kadîr BENim…
Yarın SU-SU-zluğun mAHşerinde Hızır aleyhisselâm Kevser SÂKisi olacaktır ama, onu rahmet dağıtıcısı kılan gufrân BENimm..


El Ebedu:
Resim
El Bâkî:
Resim

Resim

Ete; deri sügük çatan, ten perdelerini tutan
Kudret işim çoktur benim, hem zâhir ü ayan benem!.


Kemiğe et giydirip deriyle kapatan ve her VARlığı kendi TEN PERDEsinde Kim-KİŞieyleyen.. Açık-seçik-zâir-Ayan-beyân ortada ve kudret ileri çok olan BENimm..

Resim

Hem bâtınem, hem zâhirem, hem evvelem, hem âhırem
Bu cümlesini yaratıp, tertip eden Yezdân benem!.


Manevî-bâtınım, maddî-zâhirim, evvel-ilkim ve âhir-sonum BENn..
MevCÛDat gözken KüLLîŞEY’i yaratıp, tedbir ve tertib eden tek Yezdân BENimm..


هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---''Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).: O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadîd 57/3)

El Evvelü:
Resim

EL Âhiru:
Resim

Ez Zâhiru:
Resim

El Bâtinu:
Resim

Resim

Yoktur anda tercüman andaki iş bana ayân
Bin bir adı vardır Yûnus, ol sahib-i Kur’ân benem!.


Kesretten Vahdete geçişte, Mutlak BİZ-likte,BİZ BİR-İZ-Likte araya tercümana vs. gerek yoktur ki ÂLemde olan her iş bir bedende olanlar gibi açık-seçik-belli ve haberdarımdır..
O’nun sayısız İSMİ vardır ey YUNUS kaddesallahu sırrahu biriis de BİZ BİR-İZ de YÛNUs olur ki bu Kur'ÂN-ı Kerîm HÜKMüdür ve ben Şe’ÂNda her ÂN Kur'ÂN-ı Kerîm SAHibiyim!..


Resim

Nutfe: Duru ve sâfi su. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi.
Kudret: Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah
Zâhid:(Zühd.den)Tas:Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse.Sofi.Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.
Füsk:fısk:Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak.*Fık:Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.
Bürhân:Delil, hüccet, isbat vasıtası.*Man:Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas.*Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
Ebed: Ebedîlik. Zevalsizlik. Sonu olmamak.
Bekâ:Devamlılık. Evvelki hâl üzere kalma. Dâim ve sâbit olma.*İlm-i
Kelâm'da : Varlığının asla sonu olmayan Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatıdır.* Bâki olmak. Ebedîlik.
Saki-Saka: (Saky. dan) Sulayan, içecek su veren, sucu.
Gufrân: Cenab-ı Hakk'ın günahları affedip örtmesi, rahmeti.
Sünğek - Sünğük (ı): Kemik.
Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


Yusuf Bulunur da
Ken’an Bulunmaz!.


<=
Resim
=>



Bu ne derttir ana dermân bulunmaz
Ya bu ne yâredir zahmı belirmez..


Bu KULLuk OYUnu, nasıl bir derttir bu ÂLEMde ki, şu SANaL İmkÂNLa İmtihÂN SAHnesinde peşince bir dermânı bulunamaz.
Bu Kanı dinmeyen KULLuk YÂResinin, gözle gözüken bir yarası, akarı-kokarı gözükmez de onu sadece farkedenler BİLeBİLirLer!..


Resim

Yitürdüm Yusuf'um Ken'an elinde
Yusuf'um bulundu, Ken'an bulunmaz..


Her ÂN Şe’ÂNuLLahta, EMR ÂLEMinden OL-ÂN RÛH YUsufumuz, Beden Kuyusu’nda esir.. Bu ÂLEMde, AKıL KULu Nefsimizin insafına kalmış.. Yusuf ise baba ocağından ki, Ken'an elinden uzakta gurbet diYÂRındadır..
Nefsim sonunda, RÛHumu tanıdı ancak, Ana Vatan uzaklarda kalmışş..


Resim

Beyim ârif isen, var sen yolunca
Bunda başlar yiter, kanlar sorulmaz..


Ey AŞKa Talib beyim eğer Nefsini ve RABBını TANIyan bir Mürid isen, sen de HAKk’a Hak YOLunca YoL aL!.
BuKULLuk YOLu BeLÂ’sından MAHşer’ine kadar dertler ile doludur.. Bu YOLda, nice BAŞLar kesilir kaybolur da, kan davası güdülemez.. Mansurca…


Resim

Mânisiz kişiden hiç nesne gelmez
Kovası yok, kuyudan su çekilmez..


buÂEMde Maddeperest ve MÂNÂdan habersiz, sığır gibi gelip geçen kişiden hiçbir hayrlı sonuç bekleme!.
Bu ÂLEM Kuyusundan ÂB-ı HAYAT SUyu çekmek isteyen dervişin NEFsine ZiKrULLah Kovası gerektir mutlaka..


Resim

Kuyu cismindürür mâni kovası
Çekerler kovayı suyu belirmez..


Bu ÂLemde, Maddî-Manevî KUYU-Zarf-Kılıf-NÛR uMuhaMMed-NÛRuLLah KUYUsu, her cÂNın Bedenidir-Cismidir-Zâhiridir.. bu Kuyunun Kovası NAKiL İpi ise AKILdır.. AKLen-NAKLen MâNâ Kovasını çeken gönüller SUYUndan da içerler ve kendilerinden de geçerler.. ne var ki, hiç bir nefs-akıl madde gibi mânâyı da gerçek gözle göremez.. GönüL GÖZünün RÜŞDe Erip, AYNAnın ARDındaki Sırrı siLip, CÂNını CAM EYyLeyip de İKİliğini TEKLeyip de, ÖZ TEVHİDe SALLetmeli ki, ULAŞmalıdır.. yoksa hayalen sanal su içtim sanacaktır..

Resim

Erenler kapısı mürüvvet kapısı
Sıdk ile gelenler, mahrum günülmez..


EL Ele, ELLer YEDuLLAHa ki tıpkı Elektirik TELLeri gibi ASLına Bağlı ALLAH Dostlarının-HAkk ERENLerin Dost DERgâhları-MuhaMMedî GönüL KAPıLarı; tümŞerrleri Hayra değiştiren HÜSN HÂLin Hasbî-Habibî Hizmetçileri MuhaMMedî Mürüvvet kapılarıdır.. Livechillah..
Bu Mürşid Kapısına; MuhaMMedî Sadakat, Samimiyyet ve Sabırla gelenler, ALAHu Zü’L- CeLÂL’in Va’di gereği İlahî SeLÂMete Kavuşurlar ve asla mahrum kalmazlar!.


->BİZz ->NAZLı YÂRin ELİyiZz!.:
YEDuLLAH: ALLAHu zü’L- CELÂL ELi.:


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), YEDULLÂHi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ: Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. ALLAH'ın ELİ, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.(Fetih 48/10)


Resim

Yûnus bu mânide gark oldu gitti
Geri gelmekliğe aklı belirmez..


İşte Hakk Âşık Yûnus Emre Babam kaddesallahu sırrahu, bu MuhaMMedî MÂNÂya SeLL-ü-SALLe ÂRİF OLdu, yaratılış Sebebini ve EMRedilen SON-UÇ-unu İyice ANLAyıp MîM DerYâsında Gark OLdu GİTti..
RaSuLuLLAH’a ki NAKLuLLah’a ULAŞan AKLı, artık Gabirun olarak geri DÖNüp de, şu İzafî-İğreti-Gelgeç-SanaL DÜNyâya tapıcılığına geri DÖNmeyi emreden Ham aKıL ve NEFs-i EMmâreleri, artık HAKk TeÂLÂ’ya Kavuşmuş Nefs-i AKDES OLmuştur.. El hamdu liLLâHi RaBBi’l- âlemin..


Resim

Ken’an İli: Filistin. Hz. Yâkub'un (A.S.) memleketi.
Zahm: Yara, ceriha.
Nesne: şey, herhangi bir şey.
Mâni:Mânâ.
Mürüvvet: İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak. * Ana baba saadeti. * Mertlik, yiğitlik. * Reculiyet.
Sıdk: Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. * Ahdinde sâbit olmak. * Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. * Kalb temizliği.
Mahrum: Maddi veya manevi nimetlerden uzak kalmak. * Malı bereket bulmaz olan bedbaht. Felâhtan nasibsiz olan. * İffetinden dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim



SENsin Bize
Bizden Yakın!.


<=
Resim
=>


Sensin bize bizden yakın
Görünmezsin hicâb nedir
Çün aybı yok görklü yüzün
Üzerinde nikâb nedir?.


Yâ RaBBenâ!
SEN ki bize bizden de yakın akrebsin-akrabasın, ancak insanoğlunun ham AKLına görünmezsin ki, KuLLuk perdesinin sırrı nedir?.
Oysa tümm ayblardan beri olan güzel yüzün CemÂLuLLAH üzerindeki CeLÂL örtün-çile peçen niçindir?.


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.(Kaf 50/16)


Resim

Sen eyittin ey Padişa
Yehdillâhü limen yeşâ
Şerikin yok senin hâşâ
Suçlu kimdir ikâb nedir?.


Ey Padişâh!
SENin KeLâmULLAHında buyruğundur ki: “Yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu: Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir.”
Senin Uluhiyette ortağın hâşâ-aslâ-kat'iyyen olamaz ken, bu âLemdeki bunca suçlu olanlar kimdir ve ZÂTıyın onca ikâb-şiddetli azab-eziyet-cezâ tehdidin nedendir?.


ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

اعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---İ’lemû ennellâhe şedîdu’l- ikâbi ve ennellâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Allah’ın cezasının şiddetli olduğunu ve Allah’ın Gafur (mağfiret eden), Rahîm (rahmet nurunu gönderen ve merhametli) olduğunu biliniz!(Mâide 5/98)


Resim

Levh üzre kimdir yazan
Azdıran kim, kimdir azan
Bu işleri kimdür düzen
Bu suâle cevâb nedir?.


İnd-i İlâhîde Levh-i Mahfuz üzerine Küllî Şey’in kaderlerini yazan kimdir ve,
Bu İmkÂNla İmtihÂN Sahnesinde KuLLarı-insanları azdıran kim, azan kimdir?.
Bu İşleri kim düzenlemekte, yaratıp yaşatmakta Şe’ÂNuLLAHta her ÂN sorusunun cevâbı nedir?.


Resim

Rahîmdürür senin adın
Rahîmliğin bize dedin
Mürşidlerin mücdeledi
Lâtaknetu hitâb nedir?.


Yâ Rabbenâ!
İşin Başında besmelemizde senin yüce İsmin Rahîmdir ve bize bunu bidirdin Kur'ÂN-ı Kerîminde,
Ve de MuhaMmedî RüŞDe ERdirici Mürşidlerin Rahîm celle celâlihu İsm-i Şerifiyin kurtuluş kapımız olduğunu müjdelerdiler ki,
Kur'ÂN-ı Kerîmimizde: “ZÂtından- ALLAH’ın RaHMetinden ümit kesmeyin!” buyuruşun nedendir?.


قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)


er RahîM:
Resim

El Gâlibü :
Resim

Resim

Bu işleri sen bilirsin
Sen verirsin sen alırsın
Ne kim kıldım çün bilirsin
Ya bu soru hisâb nedir?.


İnsanoğluna Tümm esmâları AKLen yükleyen SENsin ve küllî şeyi yaratıp BİLensin!.
Bu Âlemde herkese her şeyi SEN VERir SEN Alırsın!
Her neki ne iş işlesem AYNen-ZÂten Bilirsin de ya bu soru hisâb nedir?.


قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Kul etualli mûnallâhe bi dînikum vallâhu ya’lemu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her şeyi bilendir." (Hucurât 49/16)


El Âlim:
Resim

El Alîm:
Resim

Resim

Kani bu mülkün sultânı
Bu ten ise kani canı
Bu göz görmek diler anı,
Bu mebde ü meâd nedir?.


Bu mülkün ebedî-gerçek sultânı nerede ve bu madde-somut âleminde bu benim Bedenim-TENim ki, bunun Mânâ-Gaib-soyut OLan cÂNı-cÂNÂNı hani nerede?.
Şu gözlerim Şehâdet Âleminde O’nu görmek dilemekte ki,
Bu KuLLuk ÇÖLündeki; mebde-dünyâ-HaYyata başlama ile meâd-âhiret- meâd âlemeleri de nedir?.


Resim

Yûnus bu göz anı görmez
Görenler hot haber vermez
Bu menzile akıl ermez
Bu kovduğun serâb nedir?.


Eyy MuhaMmedî Hakk Âşık Yunus Babam kaddesallahu sırrahu, Bilirsin ki bu madde âlemi gözleri onu EşYÂ BÂZÂRında bir ŞEYy OLarak göremez!.
Ancak AKLı NakiLLeşen Hakk ERENler Gönlünce görsede;
“Dİyen BİLMez!. BİLen DEMez!.” Yasası İŞLer ki,
Bu AŞK Aşamalarına, dost DURaklarına ham akıllar Eremez ancak,
Yunus Babam kaddesallahu sırrahu iyi de, şu bizim bir ömür peşinde koşup durduğumuz, kovdukça kaçan serâb nedir?.


وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyke, kâle len terânî ve lakininzur ilâ’l- cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu li’l- cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Musa tâyin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.” (A’râf 7/143)


Resim

Görk:güzellik, gösteriş.
Görklü: Güzel, gösterişli.. Hâlihazırda "görkemli" diye kullandığımız bir sözcüktür,
Nikâb: Yüz örtüsü, peçe, perde.
Eyitmek: İşittirmek, duyurmak, söylemek.
İkâb: Şiddetli azab, eziyet, ceza.
Şerik: Ortak. * Arkadaş.
Levh: Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. * Seyredilen yerin çizili sureti. * Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey..
Levh-i Mahfuz: Her şeyin hayatının İnd-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.
Kani: Hani, nerde?.
Mebde: Baş taraf. Başlangıç. Başlama. * Kaynak. Kök. Temel. Esas.
Maâd: (Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer. * Dönüş. * Ahiret işleri. Uhrevi işler.
Serâb: Şaşkın hâle gelme. Çorak yerlerde, çölde sıcak ve ışığın te'siriyle ileride, yakında yahut ufukta su veya yeşillik var gibi görünme hâdisesi..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


CÂNa Kıyan GeLsin!.


<= Resim =>


Bugün sohbet bizim oldu, bize bizim diyen gelsin
Bu aşk zehrin seve seve içübeni kanan gelsin!.


Bu GÜNümüzde MuhaMMedî SOHbet BİZim oLdu..
“MuhaMMedî BİZ”i BİLip ve BULup da “BİZe ->BİZ” diyen BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.
Bu AŞKuLLAH ZeHRin ZEMZEM ZEVKi EYyLeyüp cÂN bâhâsına doya doya içip de Kanan BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.


Resim

Bugün meydan-ı aşk içre, çağırıp bir ün eyledim
Müezzinlik bizim oldu, imam olduk uyan gelsin!.


Bu GÜNümüzde AŞKın Şehâdet MeydÂNı İÇİnde, tÜMM gelgeç-izâfî cÂNLarı-NEFSLeri HAKk’a Şâhid Olmaya ÜNnLedim!.
MuhaMMedî MüeZzinLik Şe’ÂN’da ŞuÂNda BİZim OLdu ki MuhaMMedî İMÂM OLduk ÂLEMe DUYan-UYan BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.


Resim

Kanaat hırkasın geydim, selâmet başını çektim
Melâmet gömleğin biçtim, ârif olup giyen gelsin!.


Muhtaç-Mecbûr-Me’Mûr-Mahkum olarak çırılçıplak girdiğim şu Muhanet DÜNyâsında, BAŞıma MuhaMMedî Kanaat Hırkasını geçirdim.. VeyseL Karanîmce.. MeLÂMette SeLÂMet Başını ÇEKtim!.
KÛN feyeKÛN KeFenimİZz MeLÂMet GÖMLeğin bİÇtim Yedi ARŞın ki SÖZüme ANLAyan MuhaMMedî ÂRİF Olupda ÖLMeden Önce Ölüp DİRİLip GİYeBİLen BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.


Resim

Bu ummanda delim gevher; eğerçi var, ele girmez
Bahası candır alınmaz, bugün cana kıyan gelsin!.


Bu İmkÂNLa KULLuk İmTihÂNı DERyâsında, sonsuz sayısız çoklukta MuhaMMedî GönüL Gevheri, Hakikat künhü ve esası inci mercÂNları vardır.. Nevar ki TEVHİD TERCihinde ELE geçirmek hiç de kOLAY değildir..
cÂNÂNın Bedeli tatlı cÂNdır gayrısıyla ALınmaz!. Onun için Şimdi şuÂNda Şe’ÂNuLLahta cÂNını Şahdamarından da AKRABA cÂNÂNına fEDÂ edip KıyaBİLen MuhaMMedî FütüVvet EHLi OLan yiğitLer BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.


Resim

İşit derviş bu sözümü, ne etmışem kendüzümü
Hiçe satmışam özümü, bu cefâya doyan gelsin!.


Hakka ve Hayra Heveslenne DERvişim sözümü İyi duy ve ANLA ki;
Halk bu Dünyayı ebedî sanıp çalıp oynarken ben, kendi ÖZÜMe neler etmişim..Herkes “HEP BANA!” derken bEN Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem İzinde “RABBEN” deyip İÇİMdeki Hevâ ve Heveslerimi Hiç uğruna BELeşe satmışım.. ve Bunun Nefsime verdiği dayanılmaz CEFÂ-Acısını Yaşayıp da DOYan BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.


Resim

Sûret nakşın yumak ile, gönül milki temiz olmaz
Akıp rahmet suyu çağlar, gönül çirkin yuyan gelsin!.


Madde âlemin olan görüntü YÜZünü Suya Sokup sakın ÂB-Dest-> SU Aldım sanmayasın!. Sîret İKLimi-Gönül Mülki Dıştan İçe temizlenmez ve TÂHir oLmaz İLLÂ MuhaMMedî AŞKuLLAH ATAŞı ister!.
Ne zaman ki, RahmetenL’iL-ÂLEMîn BULutları GÖZLerinden RAHMetler yağdırır da İÇ ÇİRKİni-KİRini-GöNüL PİSi-PASını YIKarsa BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.


Resim

Yûnus Emre anı görmüş, eline bir divan almış
Âlimler okuyamamış, bu mânadan duyan gelsin!.


İşte MuhaMMedî HaKk ÂŞıK-u-ÂRiF Yûnus Emre BaBam kaddesallahu sırrahu bu Hakikat-ı MuhaMMedîYye gERçeğini görmüş ve DERuNî DiVÂNını BUYurmuş,
Bu DesTÛR DiVÂNımızı Hamm AKıLın Zâhirî ÂLimLeri OKUyup ANLAyamamıştır ki, bu MuhaMMedî Mârfiet MÂNÂsını DUYUp-UYan AKL-ı SİLM SahibLeri BUYURsun MuhaMMedî MeLÂMet MeydÂNına!.


Resim

Müezzin: (C.: Müezzinîn) Ezan okuyan.
Kanaat:Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek.Kısmetinden fazlasına göz dikmemek.Helâl ile yetinip haramı istememek.Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
Delim - Delüm (t): Pek çok, hayli.
Gevher: f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat.
Sûret: (C.: Sur - Suver) Biçim, görünüş. * Kılık. Tarz. * Yol. Gidiş. Hal. * Tasvir. Dıştan görünen şekil.
Nakş: Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak. * Resim. * Tezyin etmek.
Milk: Mülk.. Memelket..
Çirk (f): Kir, pis.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


CÂNı YAĞmaya VERdik!.


<= Resim =>



Niderüz biz hayat suyun, canı yağmaya verdik
Cevherleri sarraflara, madeni yağmaya verdik!.


İçenlere ölümsüzlük kazandıran efsanevî ÂB-ı HAYYat Suyunu neyleyelim BİZ ki, cÂNımızı Şahdamarımıızdan da AKREBA RABBımız TeÂLÂ’ya ADamışız!.
Herkeslerin, uğruna cÂN verdiği Dünya Hayatının gelgeç oyunun malzemeleri olan altını-gümüşü, satıcaları Sarraflara ve de, madenlerinin tümünü Dünyaperestlere verdik, onların olsun yağmaya verdik!.


Resim

Benim ol bezirgân kim, hiçbir assı gözetmedim
Çünki assıdan da geçtik, ziyanı yağmaya verdik!.


bEN öyle bir BİZ BİR-İZ bezirgânı MuhaMMedî Tevhid TüCCÂRıyım ki, şu izâfî-İğreti-sanal-yalan DÜNyâda hiçbir KÂR, beklemedim-aramadım!
Çünki BİZ MuhaMMedî HaKk ERENLer, SERmÂyeden de, KÂRından da vazgeçtik, ziyanını BİLe yağmaya verdik!.


Resim

Bu yolun ârifleri geçirmezler her meta’ı
Biz şöyle uryan gideriz, cihanı yağmaya verdik!.


Bu AŞKuLLAH YOLunun MuhaMMedî ÂRİF-i BİLLAH ERENLeri, AŞK Köprüsünden rastgele mal yüklü yürekleri, asla geçirmezler AŞK İKLİMine!.
Onun için biz ÇİLe ÇÖLümüzü çırılçıplak geçer gideriz ki, cihÂNı çok isteyenlere geridekilere- GÂBİRÛN DÖNeklere yağmaya verdik!.


Resim

Küfür ile iman dahi, hicâb imiş bu yolda
Safalaştık küfürle, imanı yağmaya verdik!.


Bu AŞKuLLAH YOLunun MuhaMMedî ÂRİFLeri ANLAmışlar ve BİLdirmişlerdir ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi BİLip-BULup-OLup- ANLAyıp-YAŞAmadan, kupkuru laflar ile göstermelik-içeriksiz olan küfür de, imân da Hakikat-ı MuhaMMedî YOLU perdeleyen hayallermiş..
Onun için BİZ ŞeytÂNımızı MüsLümÂN ettik çok şükür, küfürle el şıkıştık ayrıldık, gafillerin HaYyÂLî İmÂNlarını da yağmaya verdik!.


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsine ârif olan-tanıyan RABBine ârif olup-tanır!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)


Resim

Senlik benlik olucağız, iş ikilikte kalır
Çıktık ikilik evinden, sen beni yağmaya verdik!.


El VÂhidu’L- KaHHÂR ALLAHu Zü’L- CeLÂL’imizin MutLak TEKLik TEVHidinde-> “SEN, SENsin!. bEN de bENim!.” ->İKİŞEYLik->ŞeYy-t-ÂN-Lığını ANLadık ve derhâl NEFsimizin İKİ UCUnu HATMedip MuhaMMedî Hakikatta hER NOKTası “ALLAH!.” Diyen Çile ÇENBERi EYyLeyip, seni-beni-onu yağmaya verdik!.

..Vahdet-i UHuD->Vahdet-i ŞüHÛD->Vahdet-i SüCÛD->Vahdet-i MevCÛD=> Vahdet-i VüCÛD<=kaHHÂRRiyyet=> Vahdet-i VüCÛD =>Vahdet-i MevCÛD->Vahdet-i ŞüHÛD->->Vahdet-i SüCÛD->Vahdet-i UHuD..

(LÂ diyen HerŞey/kes)..-> İLÂhe -> İLLâ => ALLAH <= TEVHÎD => ALLAH -> İLLÂ -> İLÂhe-> ..(LÂ diyen yok.. VAR OLan Vâhidu'l- Kahhâr ALLAH)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---''Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." (Mü’min 40/16)


Resim

Bu bizim pazarımızda, yokluk olur müşteri
Geçtik bitmez sağınçtan, zamanı yağmaya verdik!.


Bu BİZim “MuhaMMedî BİZ BİR-İZ BÂZÂRı”mızda, MUTLAK-TEK VAR Olan ->LÂ HUve İLLâ HUve.. O’ndan Başka O OLmayan, KüLLî ŞEY’i her ÂN yENiden Yaratıpduran ALLAHu Zü’L- CeLÂL’imizdir..
KULLuk BÂZÂRımızda her şey SON-Uçta YOK OLur ve değişmeyen müşterisi de YOKLUKtur!.
Bu Hakikat-ı MuhaMMedî Gerçeği BİLip-BULup-OLup-YAŞAyarak fiilen ANLAyan MuhaMMedî ÂRİFLer OLarak BİZ, bu Yalan Dünyânın bitmez tükenmez ve asla fırsat ve aman vermez MÂL-i HÜLYÂ/ Vesvesesinden, kara sevdâlısı olmaktan, kuruntusundan, boş hayallerinden vazgeçtik-bıraktık.. İçinde yaşadığımız MekÂN DÖNgüsü zamÂN Kavramından da vazgeçtik yağmaya verdik!.


nOT: Yeryüzünden 12.000 metre göklere ÇIKarsanız Dünyanın yarısı diğer YARısının gölgesinden kurtulur ve Dünyâ gece-gündüz ZAMANı ortadan KALKar siz de, Benim gibi BAKa-Kalırsınız!. DEmedin DEmeyinn haa!. kuLihvÂNimm..

Resim

Payanlı devr ü zaman, nice anlasın Yunus’u
Payansız devre erdik, devranı yağmaya verdik!.


Bu ÂLEMde İnsanoğlunu bedeni, işleri ve dışındaki, her şeyde ve her hususta, mutlaka bir Payan/Kenar, son nihayet, uç vardır.. Eşyâ-Olay-ZamÂN- ve ZANn.. AKLın Kendine kitli kısır DÖNgü Çıkmazında Olanlar;
Nasıl ANLAya BiLsin MuhaMMedî HAKk ÂŞıK YÛNUS EMRem BABAm kaddesallahu sırrahumu?!.
Oysa BİZ Sınırsız-Sonsuz-Her ŞEYsizLik dEVRine ERDik!.
DEvrÂN-> SEyrÂN-CEvLÂN-HAyrÂNda HaYYrette ve Dehşette KALınca ARkamzıda KALan DEvrÂNı da yağmaya verdik!.

El hamdu lillâhi rabbil’ -âlemin!.


Resim

Sarraf: Sarfeden. Para işleri ile uğraşan. * Cevherci, kuyumcu. Cevherin kıymetini san'atı ile azaltan veya çoğaltan.
Bezirgân: (Bâzâr-gân) f. Tacir, tüccar, alışveriş eden esnaf. Efendi ve ağa yerine Yahudiler için söylenen ünvandır.
Assı (t): Kar, fayda.
Meta’: Fayda. Menfaat. * Kıymetli eşya. Tüccar malı.
Uryan: Çıplak.
Sağınç (t): İstek, hülya, düşün¬ ce. Kazanç. Keder.
Payan: f. Kenar, son nihayet, uç. * Tas: Ehl-i tarikatın ulaşacağı birlik âlemi. * Âkıbet.
Devran: Devir, felek, zaman, deveran, dünya.

ÂB-ı HAYyat: Bengi su, , hayat suyu ya da dirilik suyu, birçok masalda adı geçen, içen kişiye ölümsüzlük kazandırdığına inanılan efsanevî su. Farklı Türk dillerinde Mengüsuv, Bengüsub olarak da söylenir. Bengü/Bengi/Mengü/Mengi sözcüklerinin tamamı Türkçede sonsuz (veya sonsuzluk) demektir..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


Hakikatin Kâfiri!.


<= Resim =>



Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır
Söylemeğin harcısı gönüllerin pasıdır..


Atalarımızın sözüdür ki, söz gümüşse sükut altındır. Bir hususta söz söylemenin enhası kıymetlisi az sözle anlatmak ya da söz etmemektir.. uzun uzun laf etmek ise gönüllere pas bağlayacaktır er-geç..

Resim

Gönüllerin pasını gel sileyim der isen
Şol sözü söylegil kim sözün hülasasıdır..


Sen de hasbî Hizmeyle gönüllerin pasını gel sileyim demekte isen,
O zaman öylesine “AZ ve ÖZ”bir SÖZ söyle ki, bir çuval boş konuşmanın özü-Özeti olsun gerçeği bildirsin..


Resim

“Kul'il- hak” dedi Çalap sözü doğru diyene
Bu gün yalan söyleyen erte utanasıdır ..


ALLAHu Zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmde, ÖZü ve SÖZü dosdoğru olanlara: “Hakk RaBBinizdendir!.” De!.” Buyurdu.
Âmennâ haktır.. bu hayatta da hep olmaktadır ki, bu gün yalan konuşan yarın olunca yalanından utanacaktır..


وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا
Resim---Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe felyu'min ve men şâe felyekfur innâ a'tednâ li’z- zâlimîne nâran ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvî’l- vucûhe, bi'se’ş- şerâb (şerâbu) ve sâet murtefekâ (murtefekan).: De ki: “Hak Rabbinizdendir.” Bundan sonra artık dileyen inansın ve dileyen inkâr etsin. Muhakkak ki Biz, zâlimler için kenarları, onları (kâfirleri) ihata eden (saran, kaplayan) bir ateş hazırladık. Ve eğer onlar yağmur isterlerse (ateşe karşı), erimiş maden gibi koyu ve kaynar, yüzleri kavuran bir su yağdırılır. Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dost (yardımcı).” (Kehf 18/29)


Resim

Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan
Şer'in evliyâsıysa hakıykatte asidir..


Bu kâinâtta her ne var ise CMMLesi de, NÛRULLAHtan ->NÛR-u MuhaMMed aleyhisselâmdan yaratılmıştır..tümİnsanları Havva aleyhasselâm RAHMine ve Âdem aleyhisselâm ZAHRına geri sardırıp CEMM’ edeBİLiriz-toplarız.. Hakk TeÂLÂ’nın yarattığıtüm mahlukatını AYNen NURdan BİR-eşit görmeyen,
Ham Halkın çokça içinde olduğu Şeriat âleminin Evliyâsı bile olsa o kimse MuhaMMedî HAKikat Âlemi süzgecinden geçemez ve Âsiler içinde kalakalır..


Resim

Şeriat haberini şerh ile aydam işit
Şeriat bir gemidir hakıykat deryasıdır..


Ben sana Şeriat âleminin haberini şerhe edip anlayacağın şekilde açıklayayım, söyleyeyim de kulak ver ve işit-Duy-Uy..
Şeriat Âlemini bir gemi gibi düşünürsen, bil ki HAKikat Âlemi, Şeriat Gemisinin içinde yüzdüğü derYÂ gibidir..


Resim

Ol geminin tahtası her nice muhkem ise
Deniz mevci kat olsa tahta uşanasıdır ..


Ol Şeriat Gemisinin yapıldığı tahtalar her nekadar sağlam ve tahkim edilmiş olsa bile,
Denizin dalgaları ard ardına vurdukça ve kesilmedikçe tahtaları er-geç kırıp-parçalayacaktır..


Resim

Bundan içeri haber işit aydayım ey yar
Hakiykatin kafiri şer'in evliyâsıdır..


bu anlattığımdan da içerden bir Hakikat heberini sana söyleyim-anlatayım ben duy-uy ey Yar can biL ki;
HAKikat Âleminin “kâfir” dediği kimseyi Şeriat âleminin insanları “evliyâ” diye alkışlarlar..


Resim

Biz talib-ilimleriz aşk kitabın okuruz
Çalap müderris bize aşk hod medresesidir..


Biz İLİM öğrenmek isteyenleriz ki MuhaMMedî İLİM-İRADE-İDRAK-İŞTİRAK iLe AŞKuLLAH KiTÂBInı Okuruz her YERdeher zamANher HÂLde Her NEFeste ki,
Bizim Hocamız, Profumuz Çalab-ü-Yezdan ALLAHu Zü’L- CeLÂLimiz,OKULumuz ise BiZZÂT AŞKuLLAH’ın kendisidir..


Resim

Evliyâ safa-nazar edeli günden beri
Hasıl oldu yunus'a her ne kim veyasıdır.


EvliyâuLLAH, GÖNLüme bir ter temiz bakış attı atalı o günden beridir ki kâinâtta her ŞEYy onun canciğer dostu ve sanki bir parçasıdır gibi ->BİZ BİR-İZ!. HaYy Dostt!.


Resim

Hulâsa: Bir şeyin, bir bahsin özü. Kısaca esası. Özeti.
Harc: Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
Harca yetmek: Kafi gelmek
Şerh: Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme.
Muhkem: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
Mevc: Dalga. Denizin dalgası. * Titreşim. * Mc: Devir, devre.
Uşanmak (t): Kırılmak. parçalanmak
Ayıtmak (t): Söylemek, demek. Hitab etmek.
Hod (f): Kendi.
Talib-i ilm: İIim taleb eden, öğrenci
Müderris (a): Hoca, Medresede ders okutan âlim görevli
Medrese (a): Yüksek tahsil müessesesi
Evliyâ (a): Veliler. Ermiş kişi -tekil olarak da kullanılır-
Safâ nazar: Temiz bakış
Kuli’l- Hakk : Hakikatı söylemek
Erte: Yarın
Kat’: Kesme
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim


Huri iLe GıLmanı!.


<= Resim =>



Ben dervişim deyene, bir ün edesim gelir
Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir!.


Ağzı olanın konuştuğu bu âlemde: “ben de DERvİŞim!.” diyene “Dur hele bir!.” Diye ünleyesim gelir..
Başıboş boşluktaki sesine canla başla koşarak varıp yetişesim gelir!.


Resim

Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir
Varıp anın üstüne, evler yapasım gelir!.


Şu, İÇİnde yaşamakta olduğumuz ANA RAHMimLe MEzÂR ÇUKurum ARAsına KURuLan ve İmkÂNla İmtihÂNım OL-Ân HAYyat SIRAT KÖPrüsü ki, KILdan İNce KILIÇtan KESkincedir!.
HAKk ÂŞIKLık bu ya, VARıp O’nun Üstüne SuLTÂNLık SARAYımı KURasım GELir!.


Resim

Altında Gayya vardır, içi nar ile pürdür
Varuben ol gölgede, biraz yatasım gelir!.


Oysa bu YÂRım NEFesLik KILdan İNce KILIÇtan KESkince izafî-İğreti-GELgeÇ ÖmürKÖPrümün TAHtında-ALTında GAYya-KULLuk KUYUm var!. İÇi ise NÛRun ANAsı NÂR iLe dopdolu HAYy Dostt!.
Ben ki, HâLis-MuhLis-Sıddık vede ÂdiL MUhaMMedî-İbrahîmîyim Hamd OLsun o, ÖLüm gÖLgesinde, şööYyLece bir YÂRım NEFesLik yanGELip YATasım GELir!.


Resim

Oda gölgedir deyu, ta'n eylemen hocalar
Hatırınız hoş olsun, biraz yanasım gelir!.


Benim o kıpkızıl NÂR gibi AT-EŞ’e -> “gÖLge” dedim deyü bENi TAŞa Tutup Ayıplamayın Eyy zâhirin zâLim Hocaları!.
Sizinde ÖLü Hatırlarınız hâdi HOŞşş OLsun!. SANın ki, bENim cÂNım biraz “BErden SeLÂMen YAN!.” mak İstedi ->MiLLet-i İBrahîmce HAYy Dostt!.


قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
Resim---Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne) :Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun." (Enbiya 21/68)

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrâhîm(ibrâhîme) :'Ey ateş, İbrâhim’e karşı serin, zararsız ve selâmet yeri ol' dedik.(Enbiya 21/69)

قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı." (Âl-i İmrân 3/95)

Resim

Ben günahımca yanam, rahmet suyundan yunam
iki kanat takinam, biraz uçasım gelir!.


EYy Kendi KİMLiğine cÂHiLLer!. Deyin ki.. ben sizce Cehennemlerinizde GünÂHımca YANayım ki, RAHmetULLÂH Suyunda, RAHmetenli’l- Âlemin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemce ki, İbrahîm aleyhisselâmca YIKanıp-YUNayım!. SON-UÇta İnKÂRdan ->İKRÂR ->TEVHİD Kanatlarımı TAKınıp ->UÇMakLara-ceNNetLere birazcık UÇasım gelir!.

Resim

Andan Cennete varam, Cennette Hurîler görem
Hurî ile Gılmanı, bir bir koçasım gelir!.


cÂNda CÂNÂN cENNeTLerime ->El ÂN >Şe’ÂNda >şU ÂNda VARıVERem!. O Cennette Hurîler görem ki DOYumsuz yüreklerinizde kadıncıklar..BİZce ise Sınırsız-SORumsuz HÜRRiYyete SALL edip SILAma kAVuşam!.
AKLen-NAKLen Hurî ile Gılmanı teke tek, bir bir TEK-BİR KUCAKLayasım gelir!.


Resim

Derviş Yûnus bu sözü, eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker, bir Molla Kasım gelir!.


EYy sENLik NÛRunu Fiilen YAŞAyan ve de,
EYy HAKK TeÂLÂ’nın HALKına HAYR DERVİŞi Yûnus EMRem BaBam kaddesallahu sırrahu!. Bu HAKk SÖZlerini eğri büğrü UYUrGEZerLere ÂŞiKÂRe SÖYLE!.me!.
EYy Yûnus Emrem Babam kaddesallahu sırrahu!. En küçük eğrinin TEĞET Noktasında en DOĞru OLduğu bu SANAL AKILLar ÂLEMinde bu HAKK SÖZÜnü bu eğri büğrülere, uyurgezer ÖLÜLere söYyLeme!.
DİLi MAKASLı Kısım Kısım KESen, Ham Sofu zırcÂHiL MOLLa KASımlar Çıkar GELecekte HAKk YOLda ve senin HAKK SÖZLerini SORguya ÇEKerler bakk!. DEMedin DEme!.. RÛHun ŞÂD OLsun RAHmet DOLsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ HAYy DOstt!.



Resim

Seğirmek
: acelece koşmak.
Gayya: Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamıyacağı korkunç yer.
Od: ateş.
Hurî: (Ahver ve Havrâ kelimelerinin C.) Ahu gözlüler. Gözlerinin akı karasından çok olan, pek güzel ve güzellikleri târif ve tavsif edilemiyecek derecede güzel olan Cennet kızları.
Koçmak (t): Kucaklamak, sarıl¬mak.
Gılman: (Gulâm. C.) Bıyığı yeni bitmiş gençler. * Cennet'te hizmet gören delikanlılar. * Köleler, esirler.
Uçmak (t): Cennet.


ResimMolla KasımLar:

Bir Molla Kasım Gelir/miŞş!.. mi?!.

"Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir"

Yunus EMREmİZz..

Menkıbeye göre "Yunus, üç bin şiir söylemiş. Bunları bir divan hâline getirmiş. Molla Kasım isimli şeriat bilgini bir su kenarına oturup bu şiirleri okumaya başlamış. Bunlardan binini okumuş ve şeriata aykırı bularak yakmış. Kalan bin tanesini de aynı sebeple suya atmış. Üçüncü bine başlayınca şu beyitle karşılaşmış:
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir
Bu beyti okur okumaz, Molla Kasım, Yunus'un kerâmetine inanmış. Divanı öpüp alnına koymuş. Fakat ne çâre ki elde bin şiir kalmış. Şimdi Yunus'un o yakılan bin şiirini gökte kuşlar ve melekler, denize atılan bin tanesini balıklar, kalan bin şiirini de insanlar okumaktalarmış."
Yunus'un en çok yorumlanan menkıbelerden biri de işte bu menkıbedir. Burada dıştan bir bakış, bize Molla Kasım'ın sadece zâhiri bilgileri edinmiş; fakat hakikat bilgisinden yoksun bir din bilgini olduğunu gösterir. İşte bu yaklaşım tarzıdır ki karşımıza her zaman "Molla Kasım-Yunus Emre" sembolleriyle bir "şeriat-tarikat" çatışmasını çıkarır. Hatta Yunus'un hayat seyri "Molla Yunus-Derviş Yunus" şeklinde iki dönemde ele alınır. Şiirine de böyle yaklaşılarak onun namazla, oruçla vb. ilgili söyleyişleri hayatının "mollalık" dönemine ait söyleyişler olarak gösterilir. Bu yoruma göre Yunus "derviş" olduktan sonra bunları geride bırakmıştır.
Bu görüşlere hak verilebilir mi?. Yunus'u değerlendirmek için şiirlerini parçalara ayırarak incelemek ne ölçüde doğru olur?. Doğrusu, bu mesele bu kadar basit yaklaşımlarla ele alınamaz. Çünkü mârifet yolunun dört kapısı olan "Şeriat-Tarikat-Mârifet-Hakikat" birinden girilince diğerinin terk edildiği kapılar değildir. Bunların her biri birer merhâledir. Dolayısıyla bir sufî'nin şiirleri tek tek ele alındığında mârifet yolunun ilk kapısı olan şeriatla bağdaşmaz gibi görünebilir. Fakat bunlar bir bütün olarak ele alındığında Sezai Karakoç'un tespitiyle "kerâmet denecek ölçüde İslam'a ve onun şeriatına uyacağı gerçeği"yle karşılaşırız. Dolayısıyla bu menkıbedeki olayı da yine mecazına inerek yorumlamak gerekmektedir.
Bu yorum ancak şöyle olabilir: Yunus, her büyük adam gibi önce anlaşılmamıştır. Sözleri tepkiyle karşılanmış, meseleye tekil olarak bakanlar nezdinde çeşitli ithamlara maruz kalmıştır. Fakat zaman geçtikçe anlaşılmaya başlanmış, sözleri yankısını bulmuştur.
Bir diğer açıdan ise, Molla Kasım, Yunus'un kendisidir. Onun "Bir BEN vardır benden içerü" mısraı bu anlamda da yorumlanabilir. İçteki ben, ruhundan insana üflemiş olan Allah olabileceği gibi, insanın doğru ve yanlış işleri konusunda uyarıcılık yapan akl-ı selim yahut mutmain bir gönül de insanı bu şekilde şu doğru bu yanlıştır şeklinde uyarmaz mı?. Olaya böyle baktığımızda Yunus'un bazı şiirlerini yırtıp atmasını mükemmel olanı yakalamaya çalışmak şeklinde anlamaya hiçbir engel yoktur.
Diğer yandan bu menkıbedeki melek, kuş ve balık motifleri de Yunus'un şiirinin yapısına farklı bir açıklık getirmektedir. O şiirini kurarken bütün bir hayatı ve varlıkları da şiirine katmıştır. Diğer taraftan aynı motifler, birer sembol olarak alındığında Yunus'un uzak-yakın her çevredeki yaygın ününe, her yerde benimsendiğine de işaret etmektedir. Yunus'un geleceğe kalan hiçbir zaman eskimeyen bir şiir yapısı kurması, her çağda herkes tarafından benimsenmesi de menkıbedeki bu durumun böyle yorumlanması gerektiğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Bu menkıbeyle ilgili olarak Ârif Nihat'ın da ilginç bir yorumu vardır. Bu yorum Molla Kasım'a daha farklı bir gözle bakmamızı gerektiriyor Buna göre:"Molla Kasım, bazı sathi hükümler hilafına, Yunus'u yırtıp parçalayan, çiğ, hoyrat bir adam timsali, açıkçası ham ervah numunesi değildir. Molla Kasım, Yunus'un mirasını şer'i şerif üzre ve hakkaniyetle, vârisler arasında taksim eden bir adalet timsâlidir ve bilerek veya bilmeyerek, gaybın emriyle hareket etmektedir. "kasım" kelimesi de "aksim eden" demek olduğuna göre, bu vazifeye son derece uygun düşmektedir. Bir nevi kassamlık yapmaktadır. Bu zaten Molla Ali, Molla Mehmet olmayıp da Molla Kasım olması, bu mânâdadır. Onun adaleti sâyesinde melekler de insanlar da, balıklar da payını almıştır."
Bu yorum, hakikatin dört kapısının nasıl birbirine sıkıca bağlı olduğunun da bir açıklaması sayılmalıdır. Çünkü "Tarikatla Şeriatı birbirine sımsıkı bağlayan bir menkıbe karşısındayız." Böyle bir bütünlük içerisinde bakıldığında ise Yunus gerçeğine ilişkin başka noktaları da görmek mümkün olur. O da şudur. Güllerin, bülbüllerin kendi lisanlarında zikir hâli üzre bulunduğunu idrak edebilecek bir gönüle sahip olan Yunus'un sözleri elbette onlar ve diğer varlıklar için de önemlidir ve onlara da bu şiirlerden düşen bir pay olsa gerektir. Dolayısıyla bu menkıbenin diliyle Yunus bizi havayı, suyu, toprağı, ateşi ve yeri, göğü okumaya davet ediyor. Çünkü var olan sadece O'dur. Kâinatta egemen güç, O'nun hükmü, konuşan dil ise O'nun dilidir. Kaddesallahu sırrahu..
Ne acı ki YÛNUS Emre kaddesallahu sırrahudan iki asır sonra gelen meşhur Kanunî Şeyhülislamı Ebüssuud Efendi, bir şiiri için fetvâ isteyenlere Yunus Emre Hazretlerinin ölümüne ve tekkesinin yıkılıp yakılmasına fetvâ vermiştir…

ResimşU İŞe BAK!.ın ki;

Ete kemiğe büründüm ….
Yûnus diye göründüm….


Sıyırın eti kemiği, işte onun sesi, işte onun kendisi…

Ol kadiri KÛN feye KÛN, lutfedici sübhÂN benem..
Kesmeden rızkı veren cümlelere sultÂN benem..

Nutfeden Âdem yaradan, yumurtadan kuş türeten.
Kudret dilini söyleten, zikreyleten sübhÂN benem.

Hem bâtinem hem zâhirem, hem evvelem hem âhirem.
Bu cümlesini yaratıp tertib eden YezdÂN benem..

Yoktur anda tercümÂN, andaki iş bana a’yÂN..
Bin bir adı vardır bir adı da Yûnus, ol sahibi Kur’ÂN benem..


(Yunus Emre; Kültür Bakanlığı, 1275 Kültür eserleri 161, sayfa 361)

Yukarıda geçen Yunus Emre’nin şiiri olmak üzere neredeyse Osmanlı’da Yunus’un bütün şiirleri yasaktı.
Ebu Suud Efendi, batınî inanç ve davranışların yanı sıra vahdet-i vucud (varlık birliği) inancına dayalı bir tasavvuf (gizemcilik) anlayışını bile zındıklık (dinsizlik) ve ilhad (dinden çıkma) saymış, bu inanç sahiplerinin şer’an öldürülmelerinin gerektiği yolunda fetvâlar vermiştir.

(Ebu's Suud Efendi, Oğlanşeyhi diye anılan Aksarylı PÎR ALi BABA kaddesallahu sırrahunun oğlu İsmail Mâşukî’nin katli için İbn Kemal’in verdiği fetvâyı desteklediği gibi, şeyhulislamken kendisi de Melâmî Bayramî tarikatından şeyh Husameddin Ankaravî’nin halifesi Bosnalı şeyh Hamza Balî’nin ve Halvetiye tarikatının Gülşenî kolundan Şeyh Karamanî’nin öldürülmeleri yolunda fetvâ vermiştir.)


Bunda o kadar ileri gitmiş ki Yûnus Emre’nin kimi şiirlerini açıkça dinden çıkma (kufr-i sarih) saymış, okuyanların öldürülmelerinin şer’an mubah olduğu yolunda fetvâ vermiştir.

İstanbul Millet Kütüphanesi şeriye no. 80’de kayıtlı Fetâvâ-yi Ebu's Suud adlı esrin 217a ve 217 b’de kayıtlı bulunan bu fetvânın metni şudur:

Mesele: “Bir zâviyenin mescidinde eşhâs-ı muhtelife ile oğlanlar muhtelit olup envâı teganniyat ile tevhid ederler iken kelime-i tehvidi tağyir edip gâh dil men, gâh canmen ve gâh

Sen bir ulu sultansın
Canlar içinde cansın
çün âyan gördüm seni
Pinhan kayusu değil..


Deyüp ve gâh:

Cennet cennet dedikleri
Bir ev ile birkaç hûri
İsteyene ver sen anı
Bana seni gerek seni..


Deyü göğüslerini döğüp evzâ-ı garibe ettiklerinde ahâli-i mahalleden bazı kimesneler zâviye-i mezbûrede şeyh olan Zeyd’e;
- Bu makule evzâa niçün râzı olursun? Dediklerinde, Zeyd:
- Ne lazım gelir?. “Ve mâ haleket-el cinne vel inse illa liyabudün” demekle cevap verse şer’an Zeyd’e ne lazım gelir?

El cevap: Evza ve akval-i mezbure kemal mertebe fuhuş olduğundan gayri, cennet hakkında söyledikleri kelime-i şenia küfr-i sarihtir. Katilleri mubahtır, şeyhleri olan bî-din hikâyet olan ef’al ve akvâl men’e mubâşeret olunmazsa dahi ne lâzım gelür demekle kâfir olduğundan gayrı o kabayihi ibâdet kabilinden addedüb âyet-i kerimeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur. Ve bu itikattan rücu’ etmezse katilleri vâcib olur.”

KAYNAK :
(İstanbul Millet Kütüphanesi şeriye no. 80’de kayıtlı Fetâvâ-yi Ebussuud adlı esrin 217a ve 217b’de kayıtlı bulunan bu fetvâ)

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---Ve mâ halaktu’l- cinne ve’l- inse illâ li ya'budûni.: Ve iyi bilin ki, ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56)
Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön