ÇIKTIM ERİK DALIna

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ÇIKTIM ERİK DALINA
ANDA YEDİM ÜZÜMÜ..


YuNuS EMRe kaddesallahu sırrahu

Şerheden: NiYâZi-i MıSRî Kaddesallahu sırrahu



Resim

Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu..


İlk beyitten murad olunan, her amelin ağacının belli bir meyvesi olduğudur. Zâhirde her meyvenin belli bir ağacı olduğu gibi, aynı şekilde, her amelin kendine özgü bir âleti vardır, onunla ortaya çıkar. Örneğin, zâhir ilminin ortaya çıkma âleti dilbilgisi, mantık, adab, kelâm, maâni, usul, hadis, tefsir, felsefe, matemâtik ve astronomidir. Ve bâtın ilminin ortaya çıkmasının âleti, öncelikle, sürekli ihlas içre olmaklık (hulus-i dâim) ve mürşid-i kâmilin nefesi ile sürekli zikir ve az yeme ve az konuşma ve az uyuma ve halktan uzak durmadır (uzlet-i âni’l enâm). Ve hakikat ilminin ortaya çıkmasının âleti, dünyayı terketme ve âhireti terketme ve terki terketmedir..

İmdi, Aziz (Yunus Emre Hazretleri) kuddise sırruhu, “erik,” “üzüm” ve “ceviz (koz)” ile şeriat ve tarikat ve hakikat’a işâret eder. Çünkü eriğin dışı yenir, içi yenmez. Erik gibi olan bütün meyveler amelin zâhirine misâldir. Ve üzüm, amelin bâtınına misâldir. Çünkü, üzüm yenir ve ondan aynı zamanda çeşit çeşit ni’metler zuhura gelir. Sucuk ve kefter ve reçel ve turşu ve sirke ve bunların benzeri birçok ni’metler ortaya çıkar. Ama içinde bir miktar riyâ ve kendini beğenmişlik (ucb), tezkiye vardır. Çekirdeği olmasından dolayı, bâtın ilmi denilir, hakikat denilmez. Ve hint cevizi katıksız hakikate misâldir. Çünkü, cevizin içinde asla yabana atılacak (yâni, değersiz olarak kabul edilebilecek) bir şey yoktur. Hem yenir, hem de nice hastalıklara şifâ olur. İmdi, bir kimse erik isterse, erik ağacından istesin. Ve üzüm isterse, bağdan istesin. İmdi, her kim üzümü erikte ararsa, o kimse ahmaktır ve boş yere zahmet çeker. Emeği boşunadır. Ondan ortaya çıkan zahmet ve meşakkattir. İmdi, bu bilindi ise, bunu da bil ki, bir kimse zâhir ilminin salâhını ve fesâdını bilmek isterse, onu elbette şeriat’tan ister ve fıkıh kitaplarına başvurur. Ondan bilip ve öğrenip amel eder..

Ve eğer bâtın ilminin ve hakikat’in salâhını ve fesâdını ve tenezzül ve terakkisini bilmek isterse, mürşidin telkini ile ve usul-i esmâ ile gönül kitabına ve tabir ilmine başvurur. Her gün rüyâda ne görürse mürşidine arz eder ve o da ona bulunduğu halleri beyân eder. Ondan o müşkil de kalkıp ihlas ile süluk eder. Ve bir kimsedeki hakikat ilmi, nefsin bilinmesidir ve bu da Rabb’in bilinmesinin ta kendisidir. Ve bu ilmin deneyimlenmesini (zevk) ve halini isterse, bunun gerçekleşmesi, mürşid-i kâmil terbiyesiyle zor-gelen riyâzet ateşiyle nefsin bütün vasıflarını ve beşeriyet ve enâniyet ahlâkını yakıp, gönlünden Allah’tan gayrı olanları (mâsivâ) bütünüyle çıkarmakla ve gölgeden ibâret olan varlığı (vücud-ı zıll) yok ettikten sonra hakiki varlığın (vücud-i hakiki) ta kendisi olup, fenâsı bekânın ta kendisi olmakla olur..

İmdi bu üç ilmin başka başka yolları vardır. Yoluyla istenirse, az zamanda istediğinin gerçekleşmesi ümit olunur. Nitekim, erik ve üzümün ve cevizin başka başka ağaçları olup herbiri kendi ağacından istendiği gibi, bu bâtın ilmi ve hakikat ilmi de erbâbından istenir. Örneğin bir kimse zâhir ilmi çalışırken, “ben bâtın ve hakikat ilmini, zâhir ilmi ile idrak ederim” dese ve bu şekilde çok zahmetler çekse, örneğin, kendince esmâ’ya devam etse ve oruçlar tutsa ve halvetler ve uzletler etse, bu kişinin misâli erik ağacından üzüm taleb etmeye benzer..

Bostan sahibi ile kastedilen mürşid-i kâmil’dir. “Niçin yersin cevizimi” diye azarlaması, tenbihtir. Ki: “Niçin olmaz yere riyâzet ve eziyet ve meşakkat çekersin; sen bu üç ilmi tek bir yoldan elde edeceğini mi sanırsın; onların herbirinin başka başka zevki ve ameli ve vakti ve öğretmeni ve mürşidi vardır” diyerek, mürşid-i kâmil bunlar gibi kendince süluk edenleri gördüğünde: “Niçin böyle yaparsın, öncelikle sana lâzım olan her meyvanın hangi ağaçtan bittiğini bilmendir. Ondan sonra amele sarıl,” diye azarlar. Senin sâlik olmaklığın, bir kimsenin bir başkasının bahçesine girmesine ve çıkıp ceviz taşlamasına ve bostan sahibinin onu görmesine ve taşlayıp: “Niçin yersin cevizimi” demesine benzer. Çünkü hakikat ilmi, mürşid-i kâmil’in ilmi ve mülküdür ve onun ilmini ve âletini mülk edinmek ve istidat hasıl etmek mürşid-i kâmil’in izin vermesiyle ve terbiyesiyle ve zor gelen riyâzet etmekle ve ona bütünüyle teslim olmakla olur. Ve, aynı zamanda, kendi renginden çıkıp mürşidin rengiyle aynı renk olmakla olur. İmdi, mürşid-i kâmil, bir kimsenin kendiliğinden esmâya devam ettiğini ve riyâzet yaptığını görse, ona: “Sahibinden izinsiz bahçeye niçin hırsızlığa girersin?” der..

İmdi, tarikat ve hakikat ilmi, mürşid-i kâmil’in bahçesi ve mülküdür. Onun izniyle esmâ’ya devam etmek ve riyâzet etmek o bahçenin kapısıdır. Her kim ki, kendiliğinden süluk ederse, bir başka kimsenin bağına hırsızlığa girmiş gibi olur. Bunun hariçte bir misâli de şuna benzer: Bir kimse bir sürü marangoz âletini pazardan satın alsa ve kendiliğinden marangozluk yapmak istese, o kimse o sanatı işlemeye giriştiğinde, her dilediği işte hangi âleti kullanacağını bilmez. Bir usta marangoz onu görse: “Bre sanat hırsızı, bizim sanatımızı çalmak mı istersin, bu bizim âletlerimizi sen niçin aldın?” der. Her ne kadar kişi o âletleri pazardan kendi parasıyla almışsa da hangi âletin nerede kullânilâcağını bilmediği için ona “sanat hırsızı” derler. Ve kendi başına süluk edene “tarikat hırsızı” derler..

İmdi, Aziz’in bu beyitten muradı, “şeriata ve tarikata ve hakikata kendi bildiğimle amel etmekle ulaşırım” diye çabalayanların ahvâlini misâl yoluyla beyân etmektir. Yâni meselâ böyle olan kimsenin hali, hangi meyvenin hangi ağaçtan yetiştiğini bilmeyip, gönlü üzüm istediğinde erikte yetişir sanıp, erik ağacını ceviz ağacı sanıp, ceviz ağacından erik taleb eden kimseye benzer ve mürşidsiz tarikat ve hakikat yoluna gidenler buna benzerler, demek olur. Örneğin, kör olan bütün renkleri siyah sandığı gibi, mürşidsiz süluk edenler de köre benzerler. Bütün taraflar birdir sanırlar. Bütün meyvelerin bir ağaçtan ortaya çıktığını kıyas edenler gibidir. İmdi Yunus Emre kuddise sırruhu Hazretlerinin, bu hali kendine nisbet etmesi şundandır ki, kendisi bir zaman böyle mürşidsiz çalışıp, bir şey elde edemeyip, sonra bir mürşide varıp kemâl mertebeye teslim olduktan sonra usul-i esmâya devam edip seyr-i süluk ettiğini beyân eder. Ve şu da olabilir ki, kendi yüzünden başkalarına dokundurma ve tenbih ola..

Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen Gariban »

garibAN:
Niyazi Babamız ne güzel şerhetmiş ALLAH c.c. razı olsun.
Kulihvani hocamızla sohbetlerimizde yer yer geçmişte bazı meyvelere de yazışmalarımızda ara ara değinirdik.
Bu yüzden bir başka açıdan Yunus Babamızın bu dörtlüğünü, Niyazi Babamızın şerhi ile tefekkür edip farklı pencereden GELmişken SALLAyalım istedim. Hocam erik için teklik der hep, çünkü erik tek çekirdeklidir, üzüm ise çok çekirdeklidir ve kesrete benzer, ceviz (koz) ise dıştan içe yeşil kabuğundan özüne doğru kat kat açılan 7 katı içinde barındıran, özüne doğru bizim sitemizde çizimlerimizde kullandığımız renkli katmanları olan ALLAH sembolü (küre biçimindeki) , bazen nefs dereceleri , bazen beden-nefs-kalp -ruh-sırr- diye giden sistemlerin sembolü gibidir.
Cevizdeki yeşil kabuk insanın elini boyar, dışındaki cetin kabuğun kırılıp ortasındaki yağa kadar ilerleyebilmek için bir çok katmandan geçilmesine ve çileye işaret eder. Olgun ceviz İNSAN'ın kendi gibidir. BİZ BİR İZ olmuş kişi gibidir.
Bostan sahibi Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimizdirki Mürşid-i Kamil'de esas o'dur.
Yunus Babamız burada diyor ki bir kişi erik (teklik) dalında olduğunu iddia ediyor tevhid ehli olduğunu zannediyor, merkezden-muhite bakıyorum sanıyor ama henüz bostan sahibinin terbiyesinden geçmeden , Muhammedi Süluku tamamlamadan bu yolda ilerlemeye çalışıyor ve USULsüz VUSUL bulacağını zannediyor . Fakat bu yanılgı , onun VAHDET sandığı aslında ÜZÜM yani KESRET. Fakat VAHDETten KESRET'e geçmemiş , o sadece saf KESRETin yanılgıları içindedir, tatlı talı kesret üzümü yeyip durur. O kendisine hoş ve tatlı görünür. Vehmi yanılgıların üzerinde hayali bir teklik eriğini yediğini sanıyordur.
Bu yanılsamaya karşın bizim sistemimizde marifet mertebesinde Resul'de OLmadan bunu yapmaya çalıştığı için Hakikati YAŞAyamıyordur. O zaman RESULullah sallallahu aleyhi ve sellem'de bu kişiye şöyle demez mi:
"Evladım , cevizimize sahip çıkıyorsun ama ceviz çile ister, BİZim YOLumuzda teslimiyet ister ve bu yolda ALLAH ve RESUL'e teslimiyet tabiyet , itaat ister, samimiyet sadakat sabır ister. Bununla o cevizin katmanları gelişir olgunlaşır . Sen bunu yapmadan olgun bir ceviz olamazsın. Kesrette Vahdeti, Vahdette Kesreti yaşayamazsın. Sen ne yediğini bile bilemezsin. Ceviz cetin ceviz , öyle kolay kolay yenmez bu ceviz. Elini boyar, dişini kırarsın. Gel bu cevizi bir hallet once sonra üzümü eriği ve ağaçlarını ANlarsın... "

Es Selam ve Sevgiyle


Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana bandım verdim özünü..


Yunus Emre Hazretlerinin, kuddise sırruhu’l- aziz, bu beyitten muradı kendiliğinden riyâzet edenlerin riyâzetinin sonucunu benzetme yoluyla beyân etmektir. Yâni, bu, poyraz ile çamuru kaynatıp yemeye ve yedirmeye benzer. Çünkü bir kimse kendi ne yerse, isteyene de ondan verip yedirir. İmdi, poyraz yemeği pişirmeyip dondurur. Çamur da, diyelim ki câiz olsa, yemeğe yaramaz. Bunun gibi riyâzetlerden ruhun gıdası ortaya çıkmadığı gibi, ruh gıdası olmayınca mârifetullah ve Rabbanî ilhamlar ve ilâhî varidatlar da ortaya çıkmaz. Gıda olmak bir yana, çamur yiyenlerde bedensel hastalık ortaya çıktığı gibi, mürşidsiz kendiliği ile riyâzet eden kimselerde de o riyâzetinden kalp hastalığı ortaya çıkar. Örneğin, kötü huy, şeytanî vesvese ve kötü fikirler ve benzerleri ortaya çıkar. Hatta bunlar kalbî ve ruhu öldürücü ve engel olabilirler. Poyraz ile kaynattım dediği Mâye-i Muhammedî’den gelen mürşidin telkininin onlarda olmadığına işârettir. Ve bunun misâli, kış günlerinde meyvenin ortaya çıkmamasıdır. İmdi, kendince mücâhede etmesiyle bir şey ortaya çıkmaz. İmdi, mürşidin nefesinin ateşinden, telkin çakmağı ile tâlibin kalbinin kulağına bir kıvılcım erişmezse veya kâmilin billur nazarına talip kendini tam teslimiyet ile mukabil kılmazsa, emeği boşadır. Ve her ne kadar çabalarsa çabalasın boşunadır. O ateşi bulup çiğlerini pişiremez. Nitekim ocağa yüzünü tutmayan, her ne kadar üflese ocağı yakamaz ve yemeği pişiremez. Çamur yemesi lâzım gelir. Ve bunların benzeri kimseler dâima çamur yerler ve sonunda sapkınlığa düşerler ve –Allah saklasın– kendilerine muhtaç olanlara da çamur yedirirler. Çoğunlukla sapkınlığa düşenler bunlardan zuhur eder. Bir ehl-i süluk bunlardan birine rastlarsa o kişiyi kar gibi savurur ve buz gibi dondurur. Süluk ehlinin bunun gibi olan her soğuk nefesliden sakınması lâzımdır. Aziz’in bu beyitten muradı, tâlib’i kendince mücâhededen korumak ve alıkoymaktır. Ve kolay aldatılabilen saf talipleri, bu gibi kimselere yaklaşmaktan alıkoymaktır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini..


Aziz’in bu beyitten muradı, nâkıs (yâni, eksikli) mürşidin ahvâlini beyândır. Tâlib kemâl bulmadan, ona hilâfet teklif eder. İmdi, kişi mürşidin Hakk’a vasıl olduğunu bildikten sonra, mürşide kendini teslim etmelidir. Yoksa, her mürşide gönül vermemelidir. Kâmil ve akıllı bir üstad ve kâmil bir mürşid bulmaya çalışmak gerekir. Ve tâlibin kalb-i perişân mürşide kendisini teslim etmemesi gerektiğini beyân buyururlar. Çünkü, tâlib, kalbinin selâmet bulması için bir kalb-i perişân mürşide kendini teslim ederse, o derdli tâlib henüz birine derman bulmadan ve dahi kalbine ilâç etmeden kendisine hilâfet teklif eder ve: “Sen hilâfet makamına erdin, işin tamam oldu, gel halife ol!” der. Bundan bilindi ki, kendisi nâkıstır. Çünkü iplik ilk ayrım’a (tefrika-yı ula) işâret eder, yumak cem’ haline işâret eder ve bez olmak da cem’den sonraki fark’a (fark-ı bade’l-cem’) işâret eder ki, kemâl bundadır.

Aziz’in kuddise sırruhu, bu beyitten muradı, tâlibin şeyhine teslim olmaktan maksadının ne olduğunu bildirmektir ki, tâlib uyanık (âgâh) olup maksadın ne olduğunu bilsin ve mürşide vardığı zaman o şeyhi ve mürşidi kim ise kâmil mi değil mi malum olsun. Çünkü kendisi derdi bilmeyince dermânı bulamaz. Öncelikle, tâlibin bilmesi gerekir ki, mürşide varma amacı kendi varlığında bilkuvve (düşünce halinde) konulmuş olan kemâlat-ı insâniyye her ne ise, bunun bilfiil (kendi çalışması ile) vücuda gelmesine çabalamaktır. Meselâ, bir çekirdek kendisini bağcıya teslim eder ve hal diliyle bağcıya şöyle der: “Ey bağcı, lûtfeyle bana, bir hoşça terbiye et. Öyle ki, içime konulan bilkuvve kemâlatım dışa çıksın, birim bin olsun ve sen de bana kemâl ile yâr olasın. Öyle ki, ben de kemâl bulayım ve benden meyve zâhir olsun!.”

İmdi, bahçenin iyisi terbiyesinden bellidir. Ama Aziz’in kuddise sırruhu, bu beytini:

“İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini..”

Diye temsil eylemesi gâyet lâtiftir. Çünkü kemâlat-ı insâniyye’de etvâr ve menâzil çoktur. Ama usulü üçtür. Biri fark ve biri cem’ ve biri de cemü’l-cem’dir ki, meşâyih ona fark-ı bade’l-cem’ (yâni, cem’den sonra fark) derler.

İmdi, iplik fark’a işârettir. Yumak cem’e işârettir. Bez, cemü’l cem’e işârettir. Asıl maksad ise ipliğin yumak olması değildir. İstenen, bez olmasıdır. O ise yumak etmemiş: “Gel al bezini” der. Nâkıs şeyhle nâkıs tâlibin hali bu minvâl üzeredir. Tâlib kemâl bulmadan, ona hilâfet teklif eder. El ıyâz u billâhi Teâlâ bu akıllıca iş gören nâkıs şeyhlerden sakınmak gerekir. İmdi, Hakk’ı anlamak kolaydır, çünkü şâhidleri ve delilleri çoktur. Hakk’a vasıl olduktan sonra dönüp halk’ı bulmak güçtür. Çünkü müstakil varlığı yoktur. Kemâl ise, yine dönüp halk’a gelip, halk’ı Hak ile bilip; Hakk’ı halk’a ve halk’ı Hakk’a ayna bulup iki olanın birliği ile ötekinden örtülü (mahcub) olmamaktır. İmdi, henüz benim kalbimin perişânı dururken ve işimden bir işim bitmeden: “Sen kâmil oldun” diyerek, beni boş sözlerle “halife ol!” diye kendi gibi şöhret esiri edeyim der ve çabuk çabuk ısmarlar.

Ve burada, Aziz, kuddise sırruhu, gâyet ince bir şekilde apaçık kılar ki, mürşid ile tâlibin muradı ve amacı birbirinden farklıdır ve mürşidin uzak olduğuna, tâlibin mürşidin halini bildiğine ve mürşidin tâlibin halini bilmediğine işârettir. Çünkü tâlib kendinin “yumak” haline gelmediğini ve kemâl bulmadığını bildi. Mürşid ise tâlibin bu halde olduğunu bilmedi. Ya da, olabilir ki, mürşid tâlibin ahvâlini bilir ama, “bir vasıta ile kendisine hilâfet teklif edeyim, göreyim kendisinin kemâl bulmadığını bilir mi ve kendisine halife ol dediğime aldanır mı” diye böyle yapar.

Bu bîçare fâkir, Yunus Emre Hazretlerinin bu dokuz beyitini bazı ihvanın isteğiyle şerh etmeye ve açıklamaya girişmiş ve sekiz ay kadar kağıtlar arasında şöyle perişân kalmıştı “Acaba Aziz’in muradı üzere oldu mu yoksa olmadı mı?.” diye. Bir gece Yunus Emre Hazretlerini gördüm. Bu fâkire büyük bir güleryüzlülük gösterip: “Benim bu sözlerime yazacağın şerhi ve dediğin lâtif mânâları fukaradan ve tâliblerden esirgeme, ver faydalansınlar” diye tenbih buyurdu. Ve bu fakire: “Benim ‘iplik verdim çulhaya..” beyitine yazdığın mânâyı yazma, işte şu mânâyı yaz!” diyerek yazacak sözü beyân buyurdular. Çünkü bu beyite bir başka mânâ yazmış idim, ondan vazgeçilip bu mânâ yazıldı..

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahı çekmedi şöyle kaldı kazını..


Bu beyit tarikat ilminin şerefini ve gereğini ve süluk ehlinin süluka istekli olmasını (tergib) beyân eder. Ve aynı zamanda da zâhirin düzeltilmesinden sonra bâtın tarafına ihtimamın fazla olması gerektiğini beyân eder. Çünkü ilmin zâhirinin kolay, bâtınının ziyâde olması gerektiğini beyân eder. Çünkü, ilmin zâhirinin kolay, bâtınının ziyâde güç olduğunu bildirir. İmdi kağnı ile yürümek zâhir ilmine misâldir. Kanat ile uçmak bâtın ilmine misâldir. İmdi, bâtın ehlinin ilmi, zâhirîn olan ehl-i riyâ’ya fazlasıyla ağır gelir. Çünkü riyâlı amel kolaydır ve her ne kadar çok olsa da değeri azdır. Ve ihlas ile olan amel güçtür ve ağırdır ve her ne kadar az olursa da değeri fazladır altın gibi. “Bir saatlik tefekkür bin saatlik ibâdetten hayırlıdır ve rahmanî bir cezbe insanların ve cinlerin bütün amellerine denktir.” Ve dahi bunlarda terk vardır. Ameli, kağnı ile ile gitmek gibi değildir. Çünkü tarikat ehlinin ilk ameli dünyayı terktir. Terk ise melekut âlemine doğru uçmaya kanattır. Murad, yakîn ile tayin olunan ibâdettir.

Beyit:
Lehüm ecnihatün yetatîrûn bihâ ve bigayrı
Rişin ilâ melekûti Rabbi’l-âleminâ..


Yâni, tarikat ehlinin kanatları vardır, tüyü yoktur. Çünkü nurdandır. Melekut Âlemine doğru uçarlar. O kanatlar bunlarda terkleri sebebiyledir. Ve şeyhlerin telkini ile ve Mâye-yi Muhammedî ile usul-i esmâ’ya devam ile ve şer’i riyâzet ile oluşurlar. Sonuçta, tarikat ehlinin en aşağısının ihlasını ve sıdkını ve nefsini ve hüsn-ü itikadını kırk âbid’in gönlü çekemez. Çünkü bunlarda (yâni, tarikat ehli olanlarda) terk vardır.
“Dünya sevgisi her kötülüğün başı ve dünyayı terk ise her ibâdetin başıdır.”
Bir kimse: “Nohut kadar cevheri kırk kağnıya yüklettim, çekemedi” dese, bundan kastettiği o cevherin kıymetidir. Yoksa yüz bin altınlık cevheri kırk-elli kağnıya yükletmek olasıdır. Bu benzetme hal ehlinin en aşağı mertebesinde olanlar içindir. Çünkü serçe kuşların en zayıfıdır, uzak seferlere varamaz. Yüce mertebede olanlar ise doğanlar ve şahinler gibidir. Onların birinin ilmi ve yakîni ve zevki yüz bin âbid’in yakînlerinden ve amellerinden fazladır. Ve onların kanadını değil kağnı, belki yer ve gök ve Arş ve Kürsî çekemez..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
Bir sinek bir kartalı salladı urdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu..


Bu beyit bazı riyâset ve makam sahipleri ve ilimde kâmil geçinen dünya leşi kuzgunlarının ve tarikat ehlini inkar edenlerin hallerini ve görünüşte hor ve hakir ve fâkir, miskîn gezen ârif ve zârif kişiler topluluğunun kemâllerini beyân eder. Yâni, bunların fakr u fenâsını ve alçalma (tezellül) ve meskenetini görüp istihza yoluyla onlara bazı sorular sorup, onlardan birisi bunların gözüne sinek kadar görünmeyip, ârifler ile söze ve irfana geldiği zaman, sinek misâli olan fâkir ve hakir dervişin, şahin misâli olan zâhir ulemâsını kartal gibi kaldırıp yere vurduğunu beyân eder. Yâni: “Görünüşte hor olan derviş azamet ve şöhret sahibi olan ve zâhir ilminde fâzıl ve kâmil olan falanca Efendiyi yenip susturdu!.” diye beyân eder. “Ben de gördüm tozunu” demekle, Aziz, kuddise sırruhu, kendinde olan ahvâli beyân eder. Çünkü kendileri de ümmi olup, zâhirde hal fâkiri olan nice zâhidler ve âbidler ve âlimler onu susturmak için bazı sorular sorduklarında, Aziz, kuddise sırruhu, sorularına cevap verdikten sonra kendileri de zâhir ulemâsına bazı sorular sorduklarında zâhir ulemâsının kendine cevap vermede âciz kaldıklarını beyân eder. Yâni bu: “O hal bana da vâki oldu; onlar gibi kartallara ben de rasgeldim” demektir. Çünkü, hadis-i şeriflerde buyurulmuştur ki, “bir kimse kırk gün halis ve muhlis olarak sabahlarsa, ilim pınarları onun kalbinden diline akar.” İmdi, bunların bazısı kırk hafta ve bazısı kırk gün ve bazısı kırk ay ve bazısı da kırk yıl ihlas ile sabahlamışlardır. Ya ömründe kırk gün ihlas üzre olmayan boş gönüllere galib olmaları şaşılacak bir şey midir? İmdi, kartalın ve kuzgunun bal arısı ile ne münasebeti vardır? Kartal her ne kadar büyük ise de yediği leştir ve kendinden çıkan da leştir. Ama bal arısı ne kadar görünüşte küçük ise de yediği güzel kokulu çiçektir ve kendisinden çıkan da güzel, lezzetli ballardır. İmdi, doğan ve şahin ve kuzgun gibi olanlarla hiçbir münasebeti olmadığı ortadadır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Anı da basamadım göğündürdü özümü..


Bu beyitten muradı, yukarıdaki beyitten bir miktar anlaşılır. Ama Azîz, kuddise sırruhu, yine tâliblere nefsin kırılması yolunu öğretip şöyle buyururlar: “Bir küt ile güreştim” sözüyle demek istenen nefs-i emmâredir ki, gözüne şehvet sevgisi süslü görünmüştür. Sürekli bir şeyleri arzu eder. Ve “elsiz” ile demek istenen şeytandır ki, ateşten yaratılmıştır. İnsandaki öfke (gazab) sıfatı o ateşin alevindendir. Nefs ise çocuk gibidir. Gıdasını vermezsen kesilir ama açlıktan bir hararet ve kuruluk ortaya çıkar. Ve bu hararetin galib olmasıyla, nefsin muradı olan soğukluk ve nemi çaresiz vermeye zorlanıp, bunun tersini murad ettim. Ömrün sonuna kadar nefsin istediği şey yeme, içme ve cima’dır. Yine nefsin istediğini verdim. Yâni, muradım üzre nefsime galib olup da nefsimi yenemedim.
Bu beyit, yukarıdaki beyitin zıddıdır, yâni şöyle der: “Görünüşte her ne kadar zayıfsam da düşmanımı Hakk’ın izniyle yendim, ama nefs-i emmâre ile şeytanı tümüyle yenip de ellerinden kurtulamadım, özümü göğündürdü.”

Ve bu beyitte, nefs-i şeytan’a galib olsa da olmasa da, sâlik-i ârif’in dava ehli olmaması, fenâ ehli ve züll ve iftikar ehli olması, kendini dâima âciz ve zelîl göstermesi ve kendini beğenmişlikten (ucb) çok sakınması tenbihi vardır. Çünkü, her kim nefsini beğenir ve onunla dost olursa, herkese düşman olur ve her düşmana mağlup olur. Azîz ise de zelîl olur. Ve her kim ki nefsiyle düşmanlık üzere olur ve nefsine muhalefetten geri durmaz, herkese dost olur ve her düşmana galib olur.
İmdi “küt,” yâni kötürüm ile kastedilen şehvet sıfatıdır ki câzibedir, yâni eli var ayağı yoktur. Zâhire âlet şehvet ola ki kastedilen nefsdir. Ve “elsiz” ile kastedilen öfke (gazab) sıfatıdır. Yâni eli ve ayağı yoktur. Öfkeye âlet olmak için zâhirde görünür. Bununla kastedilen şeytandır. Yâni, “Allah’ın muradına uygun amel murad ettiğimde, nefs ve şeytanın muradlarına muhalefet üzre oldum ve nefsi susturmayı başardığımda, şehvet ve öfke şeytana yardım edip ve nefsime yardımcı olup, ikisi elbirliği ederek beni yendiler. Ve aynı zamanda da, ibâdetlere ve taatlere yöneldikçe şeytan beni alıkoyar ve uzaklaştırırdı, ben vazgeçmezdim. Nefs, şeytana yardım edip ve üzerime gevşeklik verip ibâdetlerin terkini sevdirirdi ve tatlı gösterirdi. Dâima bu savaşla onlara kimileyin galib ve kimileyin mağlup olurdum. Bütünüyle ellerinden kurtulup kötülüklerinden emin olamazdım” diye süluk ehlini bu ikisi ile sürekli muhalefet üzre olmaya kandırır gider.

İmdi, dervişin ne acaib bir “sinek” olduğunu gör ki, devler ve periler ile Kahraman ve Süleyman gibi savaşır. Nefs ve şeytan ne yaramaz düşmanlardır ki, bu ikisinin elinden enbiya ve evliya –kendiliğinden tümüyle fâni olmadıkça– ağlayıp inlemekten kurtulamamışlardır..

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kaf Dağından bir taşı şöyle attilâr bana
Öğlelik yola düştü üzeyazdı yüzümü..


Kaf Dağıyla kastedilen şer’-i şerif’dir ki, bütün mahlukatı kuşatmıştır ve büyük âlimler (ulemâ-i izam) –Allah onların sayılarını çoğaltsın ve şanlarını yüceltsin– o dağ üzerinden her tarafın ahvâline bakarlar ki, her ne taraftan bir hal zâhir olursa, etraftan ona taş atıp katl mi gerekir veya hadd mi gerekir veya azarlama mı veya cezâlandırma mı gerekir, hemen gerekeni yerine getirip o tarafın yıkılan yerini tamir ederler. Çünkü âlemin düzeni onların varlıkları sâyesinde durur ve her ne taraftan İslam dinine ve şer’-i şerif’e muhalif bir kimse görseler ve işitseler, kendilerine din uğrunda çaba harcamak düşer ve onu alıkoymaya çalışırlar.
Büyük şeyhlerin sözleri ise çoğunlukla mutlak olmakla anlaşılması da muğlak olup, zâhir ulemâsı bunların mutlak kelâmlarını şer’-i şerif’e muhalif zannederek çoğu kez yergi (ta’n) taşını onların üzerine bırakırlar ama o sözlerden şeyhlerin kastettiği zâhir ulemâsının anlayışına doğan mânâlara uygun düşmediğinden, onların yergi taşları şeyhlere dokunmaz. Çünkü zâhir ulemâsı bâtın ulemâsının üzerine saldırırsa, bâtın ulemâsı söyledikleri sözlerin şeriata uygunluğunu beyân eder ve o yergiden kurtulur. O yergi taşı onlara erişmiş olmaz. Yunus Emre Hazretleri buyururlar ki: “Zâhir ulemâsı benim sözümü mutlak anlamamakla, hakikatına erişmemeleri sebebiyle bana yergi taşlarını atarlar. Benim muradım, onların anladıkları gibi olmadığı için taş yol ortasında kaldı.” Öğlelik yola düştü demekle Azîz’in muradı şudur ki: öğle günün ortasıdır, zâhir ilmi de yarım ilimdir (ilm-i nısf). Çünkü ilmin akaide ve amellere ilişkin olanı kelâm ilmi ve fıkıh ilmidir ki, bunlara zâhir ilmi derler. Ve ahlâka ve bâtın’ın tasfiyesine ilişkin olan ilim de yarım ilimdir. Ona bâtın ilmi derler ki, ahlak ilmi ve hakikat ilmidir. Bâtın ilmi ve hakikat ilmini zâhir ulemâsı anlayamaz ve en fazla anlayanın ilmi yol ortasındadır. Öğlelik yol dediği buna işâret eder. “Üzeyazdı yüzümü” sözü: “Neredeyse muradımı anlayacaklar ve üzerime örtülmesi (setr) farz olan ilmi onlara açıp beyân etmiş olmaktan korktum” demektir. Çünkü Rububiyet Sırrını açmak küfürdür. Tefsir-i Kâdı’da: “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et,” âyetinin tefsirinde: “İlâhî sırlardan bazı sırlar vardır ki, ifşâsı haramdır” der. İhya-yı Ulûm’da, Zeyne’l Abidin radıyallahu anh’den naklen Gazzalî şöyle buyurur: “Nice ilim cevherleri vardır ki eğer onlardaki ilâhî sırları açıklasaydım, benim için puta tapıyor denirdi.” Bunun anlamını açıklamak gerekmez, ki ehline mâlumdur.


يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Resim---"Yâ eyyuhâ’r- resûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbike ve in lem tef’al fe mâ bellagte risâletehu vallâhu ya’sımuke mine’n- nâs (nâsi) innallâhe lâ yehdî’l- kavme’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ey Resûl! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et (duyur). Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O’nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve Allah seni insanlardan korur. Muhakkak ki Allâh, kâfirler kavmini hidayete erdirmez.”
(Mâide 5/67)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü..


Bâtın âlimleri balık için, ilham yoluyla gönlüne vârid olan mârifetullah’dır, derler. Tevhid denizinde olur. O deniz de ârifin gönlünün fezâsındadır. Deniz dalgalandığında elbette balık dışarı gelip sahilde olan âriflere saçar ve lezzetinden can ve gönül ruhanî gıdalar elde eder.
Kavak meyvesiz, boylu, güzel bir ağaçtır. Bununla kastedilen, mârifet davası güden kaba zâhiddir, ki baş olma (riyâset) esiridir. Büyük ehlullahın ibâdetleri ve ıstilâhlarından bazı kelimeler ezberleyip, yanına gelen gözü bağlılara bu mârifeti kendi hali olmak üzere satar ve maksadı dünyayı yemektir. “Zift turşusu” dediği odur ki, ne kendisi hazzeder ne de dinleyenler hazzeder. Kendisi hazzetmez, bilir ki kendi hali değildir. Zira candan gelmeyen mârifet lezzetsizdir. Bunun benzerini kâmillerden birisi şöyle beyân etmiştir.


Arabî’nin beyti:
Çadırları onların çadırları gibidir
İçinde bulunanlar ise onlar değildir..


Yâni câhil, mârifet sözünü dünyayı yemek için ağzına alır, ârif onu görür bilmezmiş gibi yapar (tecâhül). Mârifet sözlerini öyle sözlerle dile getirir ki, örttüğünü kâmiller bilirler ve onun bu durumu “leyleğin sıpa doğurması” gibi olur. Ve “leylek” ile kastedilen Ehlullah’ın büyükleridir. Çünkü leylek, zâhirde yeme-içme ve teamül yüzünü gösterir. Ve zâhirde ahvâlini halka gösterir ve halk bilir. Ama bâtın ahvâlinin ne olduğunu ve ârifin gönlünün hangi düşüncede ve hangi halde olduğunu kimse bilmez. Yedi kat yerleri ve Arş ve Kürsî’yi ararlarsa da Ârif-i billah’ın nerede olduğunu bilmezler. “Leyleğin sıpa doğurması” büyük ehlullahın genellikle halin örtülmesi (tesettür-i hal) ile kayıtlı olmalarıdır. Özellikle, “balığın kavağa çıktığını” görünce daha fazla örtünür, gayb kubbelerinin altında gizlenirler. Hallerini örtmek için cahilâne sözler söylerler. Nitekim kavağa benzeyen cahiller ârifâne sözler söylerler, ki onlara bakıp seyrederler. Dâima yüksekte olan “leylek” cahilâne hareket edip kendini öyle gösterir “halk bana iltifât etmesin, yolculuğumdan geri kalmayayım” diye. Halk ise “kavağın” sözüne inanıp “leyleğin” sözünü kınarlar. “Şunun söylediğine bak!” diye ayıplarlar. Ama ehl olanlar ikisinin de sözüne itimad etmeyip “Şunun sözüne bak!” diye şaşkınlık içerisinde kalırlar..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ÇIKTIM ERİK DALIna

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
Yunus bir söz söyledi hiçbir söze benzemez
Erenler meclisinde bürür mânâ yüzünü..


Aslına bakılırsa, Yunus Emre kaddesallahu sırrahu’nun bu sözü gibi bir söz önceki şeyhler tarafından söylenmemiştir. Gerçi görünüşte eğlence, şaka ve çocuk oyununa benzer ama bâtınen Allah’ın süslediği İlâhî Sırların ve sanatlı bir şekilde söylenmiş Hakkanî mânâların yüzlerine na-mahremden örtmek için çekilmiş duvak ve yüz örtüsü (nikab) gibidir. Öyle ki, nâ-mahrem gözü görmesin ve eli ermesin.

Yunus Emre kaddesallahu sırrahu için şu beyit doğrudur:

Her bir âşık bu yolda bir türlü nişân demiş
Biri nişân demedi nişânımdan ileri..


Bu meselenin bir misâli şuna benzer ki, buzağının burnuna kirpi derisinden burunsalık bağlarlar, anası tepsin de emzirmesin diye. İmdi, nâ-mahrem olanlar her bir beytin mânâsının sütünü emmek istedikçe, bu beyitlerin hakikat mânâsı sütünü vermez, onları geri çevirir.
Melîk ve Vehhâb Olan’ın yardımıyla kitab tamamlandı...

Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön