BİLMEDEN Bölüm I Yaratılmışız etten kemikten, Bilmeden etin kemiğin ne olduğunu...
Denizler kadar engin bir beyne sâhibiz, Bilmeden aklın, fikrin ne olduğunu...
Bir sürü saçmalıklar yerleştirmişler kafamıza, Bilmeden saçmalığın ne olduğunu...
Kukla gibi oynatmışlar bizi, Bilmeden oyunun ne olduğunu...
İçimizde ızdırap çiçekleri açmış Bilmeden çiçeğin ne olduğunu...
Sevgi demişler AŞK demişler, YAŞAM demişler... Ve göndermişler bizi ölüme Bilmeden YAŞAMIN ne olduğunu...
Bu şiiri bir gazetede 17.8.1975 tarihinde görmüştüm. Bilmiyorum yazanı ama duygulu ince bir insan...
Mitoloji diye bir söz ve bunun hakkında yazılmış eski devirlerden gelme bir külliyat vardır... Hindde, Yunanda her eski milletin kendi bünyesinde vardır bu mitoloji denilen... Mitoloji efsâne, hikâye hâline bürünmüş:
Devler. Dev insanlar. Herküller. Semeunlar. Samsonlar. Ejderhalar
Bize müşâhedelerimizin dışında kaldığı için bu şekilde intikal etmiştir. Bunları yukardaki küçük şiirde yazılı hakîkatlerin altında, gizli hakîkatleri bulursak bunlar hakkında bir şey öğrenebiliriz. Bölüm II Bu yazıyı okumadan aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun! Bu öğütler sizi sarsıyor ve bunları yapmaktan sakınacaksanız sayfaları okumaya devam ediniz!..
Bilmeden saçmalığın ne olduğunu...
Samîmî olarak size tesir etmiyorsa okumamanızı rica ederek dileriz...
Yaprak çiçek koparmayınız! Yaş ağaç kesmeyiniz! Dal kırmayınız!.. Yaprak, çiçek çiğnemeyiniz! Meyva kabuklarını, yaş yaprak, çiçek, tâze dal, ateşe atmayınız! Bunlara dikkat ederseniz şu hadîsin müjdesine kavuşursunuz.
Nebâtata kadar merhâmet gösteriniz bunda şefâat gizlidir. Şefâatin ne olduğunu bilirseniz...
Kuşları kafese hapsetmeyiniz! Kuşlara hayvanlara taş atmayınız! Avcılıktan çok uzak durunuz! Hayvan öldürmeyiniz! Her ne türlü olursa olsun zararlı veya faydalı yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!.. Balıkçıların, avcıların, yaş ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır. Hüsrandır. Zengin veya hükümdar olsa bile...
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri mızır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz! Bütün tarlanı yemezler, içinde haram varsa, sen de haram peşinde koşmuyorsan, içine karışmış haramdan, otları temizler. Hiçbir nebata, hayvana küfür etmeyiniz!
Ne ALLAHın belâsı şey! katiyyen söylemeyiniz!
Dilinizi birgün yakacak bir hâdisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!.. Her şeyi tatlı bir sabır ile hiddet etmeden karşılayınız Dünyâ hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suallerle dolu imtihân-ı ilâhi olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız! Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz! Sıcak ve soğuktan katiyyen şikâyet etmeyin! Bunlar tabiî olaylardır. İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, eşyâlarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz! Her türlü şahsî veya umûmî hareketlerinizi gâyet sakin düşünerek doğru ve en iyi bir sûrette yapınız! Katiyen küfür ve yemin etmeyiniz! Yalan, dedikodu, arkadan söylemek; gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden daima uzak durunuz, insanlığınızı zedelemeyiniz! Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz! İnsanları, hayvanları, nebatları her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır. Veya bir hikmet, bir dersi ibret gizlidir. Onu görmeye gayret ediniz! Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz! Onlara daima güler yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muâmele edin!.. Kâinatta her şeyin bir başlangıcı vardır. Mekânsızlıktan mekâna gelir. Görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır. Sonra yavaş yavaş esir mekândan sıyrılır gider.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz. Bir Kısmı tekrar doğar, bir kısmı tekrar doğmaz kaybolur gider. İnsanlıkta sevgi gizlidir. Vücud hücreleri bile yek diğerini sevdikleri için bir nizam içinde tekâmül eder büyür. Nebatların, hayvanların, mikropların toplu olarak yaşamaları bu sevginin mihveridir.
Fakat insanlar sevgiyi bilmediklerinden birbirlerine girer ve harap olurlar. Bütün bunların hepsi birgün bir hududda dururlar. Bu âhenk bozulursa, insan hem ceseden, hem duyguları ile yavaş yavaş bambaşka olur. Farkına varmadan.
Bu nizamın iki ismi vardır.
Biri maddî: Sıhhat,
Diğeri mânevî: Sevgi ve ahlâktır.
Sevmekde ve ahlâkda dürüstlükde hiç fenâ ve çirkin bozuk bir şey yoktur. Bağdaşamaz. İnsanların felâketleri, fenâ yollara sapışları, Bu sevgiye hürmet etmediklerindendir.
Aksinde; her fenâlık, düzensizlik, ahlâksızlık, samîmiyetsizlik gizlenir... Her şeyi seven adam, doğrudur. Hakîki doğru adam bütünüyle sevgidir. Bunları anlamayanlar, baba ve analar, birçok fâcialara sebep olmuşlardır...
Bölüm III
Bilir misiniz; Resûlü Ekrem kendi şahs-ı muallâları için ne buyurmuşlardır:
Bana edeb ve irfanı RABBım öğretti ve ne güzel edeblendirdi
Bu ne demektir? Nübüvvet ve risâlet vazîfesinin gâyesi; Kendisinin hâiz bulunduğu ahlâki üstünlüğü ta'lim ve tamimden ibârettir. Bunları bütün insanlara öğretmek, numûne olmak ve bütün dünyâya yaymak, bildirmektir.
HAKKın ahlâkı, Resûlü Ekrem olarak tecellî ettiğinden risâlet ve nübüvvet ALLAHın ahlâkını izhar ve görünme vasıtalarıdır. Rahmetenlil- âlemîn budur. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş demektir.
Bölüm IV
Anasız, babasız, canlı, insan ve mahlûkat. Böyle şey olur mu diye düşünme. Bunun hakkında binlerce kitap yazılmış. Semâvi kitaplarda malûmat verilmiş. Bunların hepsi yalan mı? Aklın Ötesini düşünmeden kuru mantık ile bakarsak saçmadır der geçeriz. İster geç ister dur.
1- Hz.Âdem
2- Hz. Havva
3- Salih peygamberin devesi.
Taşdan yaratıldı hemen doğurdu, yavrusu meme emmeye başladı
4- İbrâhim peygamberin koçu: Cennetten getirilmiş. Cennet nedir? Nasıl yorarsan yor. Sana kalmış bir iş...
5- Mûsa peygamberin âsâsı:
Hani,yılan oldu da Firavunun sihirle yapılan yılanlarını yedi ya, işte o âsâ... Olur mu olmaz mı düşünme. Bugün birçok halkı seyirci olarak etrafına toplayan Adraka dabra gibi kabul et. Hepsi aynıdır. Bu âsâyı Âdem Peygamber cennetten bir ağaçtan almış ve dünyâya getirmiştir.
6- Îsa peygamberin yarasa kuşu: Çamurdan halkedildi. Yarasa: Âdet görür, doğurur, yavrularına meme verir.
Hz. Âdem dünya yüzüne 3 şey getirmiş:
l - Mûsanın asası. Cennet ağaçlarındandır. Uzun iri bir dal.
2- Süleymanın mührü: Kudret eliyle yapılmış ağaçtan bir mühür. Bugün İsrâillilerin sembolüdür, iki üçgen ters olarak yıldız şeklinde: Birinci üçgen; adâleti, iyiliği, Diğeri fenâlığı irâde eder.
3- Önlerine setr-i avret için iki yaprak.
Cennet ağaçlarından... Âsâ: hâlâ nerededir? Bilinmez.
Mühür: Nerededir? o da bilinmez. Yerlerini bilenler vardır. Onlar da katiyyen söylemezler. Söylenemezler sınıfındandır. Yapraklardan birisini 4 mahlûk yedi: 1- Bir cins geyiktir: Misk bugeyikten hasıl olur. 2- Kaşalot : Su aygırıdır. Amber ondan hasıl olur. Eskiden saraylarda zenginler arasında kullanılan Hindistandan getirilen güzel kokulu bir maddenin adıdır. O zamanlar doktorlar da bunun kalbe kuvvet verdiğini, hazım kolaylaştırdığını ve sinirleri teskin ettiğini söylüyorlardı. İbni Sina, İbnil- Berakât, Haydarâbadî kitablarında da böyle derler. Fakat bunun ne olduğunu esâsen kimse bilmiyordu. Yalnız Resûlü Ekreme sorduklarında Resûlü Ekrem bu madde yâni amber su aygırından çıkar demişlerdir. Bazıları onun için bir nevi deniz köpüğü veya denizlere dökülen yağlı bal mumu olduğunu söylüyorlardı. Bir kısım insanlar da onu deniz mantarına benzetiyorlrdı
Bu tartışmalar devam ederken işin ticâretini düşünen gemiciler onu deniz üstünden topluyor ve pahalı pahalı satıyorlardı
Nihayet 18. asırda Büyük Okyanus kenarındaki limanların birinde büyük kafalı bir balık karaya vurunca ve karnından 6-7 kg birden çıkınca, hem çıkaranların hem de ilim adamlarının gözleri açıldı. Anlaşıldı ki amber Kaşalot denilen büyük balığın karnından çıkarak denizlere bıraktığı güzel kokulu fakat pek temiz sayılmayacak bir maddedir. Amber daha çok MADAGASKAR adası ile Japon ve KURU-MANDEL sahillerinde bulunur. 1400 sene evvel Resûlü Ekremin, amber su aygırından çıkar demesini beşerîyet binlerce sene sonra öğrenmiştir. Yukarda mantıksız gibi gecen lâkırdıların da bu hakîkatler arasında bulunacağını ve bulunduğunu unutmamak gerek. Zîra bu risâledeki sözler Resûlü Ekremin haberlerinden istihraç edilmiştir.
3- Bu yapraklardan bir kısmından bir ot teşekkül etti.
Bu ottan ibrişim hâsıl oldu.
4- Arıdır: Bal ve mum ondan hâsıl oldu.
Diğer yaprağı yeryüzünün her tarafına dağıttılar. Her türlü ağaçlar, yemişler, kokulu çiçekler, faydalı otların cümlesi ondan hâsıl oldu. Yapraklar. Ağaçlar. Çiçekler. Yemişler. Otlar. Her zaman tâzelenir. Çiçek verir. Meyva verir. Sonra solarlar, kururlar. Hepsi yeşildir. Dünyâda her şeyin fâni olacağını işâret için solarlar. Biterler tekrar cennetin bâki olduğunu ifâde için yeşil olurlar.
Yukarıda sözü geçen hayvanlar hangi yaprağı yediler diye aklınıza gelir. Havvâdakini mi? Âdemdekini mi? Yaprakların ikisi de aynı ağaç yapraklarıdır. Yalnız birini Havva, diğerini Âdem setr-i avret için cennetten almışlardı. Hangi ağacın yaprakları ona benzerler. Hangisini yediler. Söyleyemem. Diğer yaprak ne oldu. Onu da söyleyemem...
Şu kısa anlattıklarımı düşünürseniz, çıldırmağa kadar aklımız sarsılır, mantık bunalır. Yapılan hatalardan secdeye kapanmamız îcâb eder. Diğerini söylersem ben yanarım...
Setr-i avreti unutan bir devrede bunlardan bahsedilmesinin vakti artık çoktan geçmiştir.
Bütün yer yüzünde bulunan ağaçlardan. Nebatlardan. Yemişlerden. Çiçeklerden. Yapraklardan. Otlardan : Birer tane vardır ki; ağaçların cins cins, nebatların binlerce çeşit, meyvaların çeşit çeşit, çiçeklerin renk renk, yaprakların binlerce şekil ve diziliş, otların binlerce cins olması bahsettiğimiz asıllarını gizlemektedir.
Yenen yemişler vardır. Yenmeyenler vardır.
Kokulu çiçekler vardır. Kokusuz çiçekler vardır. Kuruyanları vardır: Kurumayanları vardır...
Otlardan şifâlı olanlar vardır. Zehirli olanlar vardır.
Hayvanların yedikleri vardır, yemedikleri vardır.
Bu işleri öğrendikten sonra gözlerin açılır. Bunların tesbih ve zikirlerini duyar hatta görürsün. Bu her türlü çeşit cins, nevi, renk bir tesbihten ve zikirden başka bir şey değildir.
Ağaçlar, nebatat, çiçekler, meyvalar cennetten menşelerini aldıkları için zikir ve tesbihlerini unutmamışlardır. Daimi sûrette gece gündüz HAKK ı zikir ve tesbih etmektedirler.
Onun için: Dal, yaprak, çiçek koparmayınız
Ven- necmü veş- şecerü yescüdan:
Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar. Dünyâ üzerindeki insan ve diğer en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün mahlûkat arasında şu canlılardan başkası dünyâ yüzünde halk edilmişlerdir. Bunların unsurları dünyâdandır:
İnsan : Topraktan, Cennetten gelmedir.
Koç : Topraktan, fakat Cennetten gelmektedir.
At : Topraktan fakat Cennetten gelmektedir.
Yunus Balığı : Topraktan, fakat Cennetten gelmektedir.
Horoz : Topraktan, fakat Cennetten gelmektedir.
Yılan : Topraktan, fakat Cennetden gelmektedir Yılan Cennetin en güzel hayvanıdır.
Nebâtat : Cennetten Âdem ve Havvanın getirdiği setr-i avret için örttükleri yapraklardan..
Buğday : Cennetden gelmedir.
Çiçeklerden: Gül Cennetten, siyaha yakın kırmızı renktedir. Seyyidül- ezharı cenne
Hadîsi şerifdir.
Cennetin seyyidi Güldür.
Meyvalardan: Zeytün. İncir. Nar. Hurma.
Otlardan : Sîna otu. Çörek otu. Reyhan. Şebnemin düştüğü ot
Renklerden : Siyah. Yeşil. Beyaz.
Kokulardan : Amber. Misk. Gül. Bunların kokuları dünyada duyulur. Cennetde yoktur. Rüyâda koku olmadığı gibi. Bundan dolayı Resûlü Ekrem :
Dünyâda bana koku sevdirildi
diyor. Sevdim demiyor. Sâhibiyet etmemesi için.
Mâdenlerden: Yakut. İnci, Cennet suyundan. Mercan.
Su : Cennetden gelmedir. Neden halk edildiğini Cenâb-ı HAKK bilir. Yalnız insanlara bildirilmemiştir. Hiçbir mahlûk yoktur ki suya ihtiyacı olmasın.
Nergis :
En güzel kokan çiçektir
Hadîs.
Ot yiyen hayvanların hepsi aynı otu yemez. Bâzıları diğerinin yediğini yemezler. Yalnız husûsi bir ot vardır, onu bulur yerler. Bu hayvanların bir kısmı iki midelidir. Kansa ve kunsa ismini alır. İstirahate çekildikleri zaman; mideye topladıklarını tekrar ağzına getirirler çiğnerler. Onları hazmederler. Böyle hayvanlara geviş getiren hayvan derler. Niçin böyle geviş getirdikleri, midelerine topladıklarını tekrar ağzına alarak istirahatte çiğnemeleri büyük bir hikmeti haykırmaktadır. Gevişe bakma, niçin böyle olduklarını düşün! Bu hayvanların içinde bâzıları başka türlüdür. Bâzı hayvanlar vardır. Ot yemezler. Arar bulur bir ottan biraz yerler. Bunların sebepleri vardır. Bu bahis çok uzundur. Bu kadar yeter... İnsanlar kendi tıynetlerini limona karşı yaptıkları hareketten aşikâra vururlar. Limon alırken seçerler. Koklarlar. Onu güzel yıkarlar. Yemek masalarına koyarlar. O ALLAHın rızkının kabuk kısmını çöp tenekesine atarlar. Bu hâli bir düşün bakalım
Utanır insan bu hâlinden
İnsanlar da böyledir. Bir insandan fayda gördüğü müddetçe ona itibar ederler, yaşlandı mı unuturlar. Emekli ederler. Limona yaptıklarının aynıdır. Bir düşünürseniz.. Nebâtatı Cenâb-ı HAKK çok sever. Hiç bir nebat cehennemde yoktur. Yalnız zakkum denilen bir ağaç vardır. Koyu pembe veya beyaz çiçekleri vardır. Kurân-ı Kerimde bu ifâde edilmiştir. Bunu söylersem çıldırırsınız...
Daha milyonlarca bilmediklerimiz, bilmeyeceklerimiz vardır. Kul için herşey sınırlandırılmıştır. Geçmiş ve gelecekte birçok şeyler meçhuldür ve meçhul kalacaktır. Çünki insan-ı kâmil HAKKın emri ile, izniyle, muayyen noktalara kadar sırr-ı ilâhiye vukuf eyleyebilir.
Her rızka her meyveye, nebatlara, ağaçlara, çiçeklere karşı insanın ve hayvanın bir tarzı hareketi vardır. Hayvanlara dikkat ediniz. Meselâ ot yiyenlere: Bir kısmı muayyen otları yer. Diğerlerine dokunmaz. Diğer bir kısmı onların yediğini yemez. Et yiyen hayvanlara dikkat edin. Her eti yemezler. Kuşlara bakın onlar da her şeyi yemezler. Bâzı hastalıklara bâzı gıdalar dokunur. Buraya çok dikkat edin ve düşünün. Her şeyin kendisine mahsus bir de kokusu vardır. Bâzı insanlar herkesin yediği ve helâl olduğu şeyleri hiç yemezler, neden? Hastamıdırlar? Hayır. Onların bunları niçin yemediklerine hayret etmek veya onları kınamak hastalıktır. Bunu da unutma!.. Resûlü Ekrem buyurmuştur sahâbelerine:
Benim bildiklerimi size söylersem saçlarınızı yolar, ağlaya ağlaya dert ve kederden, korkudan bilmeyerek yaptığınız işlerden, aldığınız rızıklardan helâk olursunuz...
Hocam, Rahmetullahı aleyh, bana insanlara söylenmesinde mahzur olmayan bâzı her gün geçen ve içinde bulunduğumuz her işimizde yemek, içmek, uyumak, yürümek ve bütün fiilerimizdeki bâzı sırlardan birgün söyledi. Bir hafta mecnun gibi dağlarda dolaştım. Ne yedim ne içtim. Rahmetli anam, babam nazar aldı diye beni hocamdan gizli okutmuşlar, hekime göstermişler. Sonra, hayli günler sonra kendime gelmişim. Hâlâ aklıma geldikçe titrerim. Raşe geçiririm. Bazen bir iki dakika sapıtırım. HAKK muhafaza buyursun...
Yarın Cenâb-ı HAKK bizi cehennem azabından korusun. Ne yapacağız, ne edeceğiz bilmiyorum.. Bâzen ümîdim kırılır derin derin yese düşerim. Bu da doğru değildir. Korkarım, tövbe eder kendime gelmeye çalışırım... Akıl, mahlûkâta HAKK tarafından muhtelif derecelerde verilmiş ilâhi bir idrak vâsıtasıdır diyebiliriz.
Akıl insanlara yanlış ve doğru terâzisi olarak bahşedilmiştir. Hayvanlara anlama, his ve duygu olarak verilmiştir. İnsan aklı diğer mahlûkatın aklından yüksek olduğundan, mahlûkata akılsız nazarı ile bakarlarsa da onlarda da bu idrak kâbiliyeti vardır. Bu kâbiliyet bizim görmediklerimizi, bilmediklerimizi bildiklerinden hata işlememeleri için sınırlıdır. Bundan dolayı HAKK onlara sual sormayacaktır.
Yalnız hadîs-i kudsîde ve âyet-i kerimede:
Hayvanlara eziyet etmeyiniz, haklarını çiğnemeyiniz
diye insanlara bildirilmiştir. Bâzı hayvanlar insanlara yakın yaşarlar. Bâzıları insanlardan uzaktır. Âdeta insanları sevmezler. Vahşi kisvesi altına bürünerek insanları parçalamak derecesinde yanlarına yanaştırmazlar. Bâzı nebat, ağaç ve çiçekler vardır. İnsanların bulundukları yerlerde yetişmezler. Eğer insanlar onların bulunduğu mıntıkaya yerleşirlerse, kimsenin haberi olmadan zamanla o nebatlar kururlar, sönerler ve nesillerini kaybederler. Bu olay çok şayan-ı dikkatdir. Hatta bazıları da insanlara yakındır. Bir mıntıkada yoktur. Oraya insan yerleştiği zaman habersiz, o nebâtat, orada ortaya çıkarlar. Birçok hayvanlar, kuşlar, böcekler de aynıdır... Kimsenin farkında olmadığı bu olaya itaat ederler.
İnsan olmayan mıntıkalarda: Fare, Bit. Tahta kurusu. Hamam böceği. Kırlangıç. Leylek. Serçe. Karga. Tavuk. Horoz. Kedi. Köpek. Kara sinek. Deve. inek. öküz...yoktur
Bir kısım çiçekler. Bir cins otlar hemen hemen yoktur
Yabanî olanları müstesnâdır. Fakat bunlar da başkadırlar. Yabâni dedik geçtik. O bahis de uzundur. Yabânî deyip bırakalım bu işi. Ehlilerle uğraşamıyoruz... Onun için dünyâ yüzünde dâimi iskân edilecek yerlerin bu ince olaya bakarak olması lâzımdır. Bunların olmadığı mıntıkalarda iskân başladığı zaman bunlar da oralarda birden bire zuhur ederler. Nereden geldiği çok garipdir... Bugün asrımızda bütün dünyâ sakinleri başkalaşmıştır. Dünyâ değişti diyorlar. Dünyâ değişmemiştir, insanlar dünyâda aşikâr ve gizli kânunlardan ayrılmışlardır ve dünyâyı, zaman ve mekânı değişmiş zannediyorlar.
Ahlâk, Adâlet, Doğruluk, Hayvanseverlik, Nebat severlik, İnsan severlik hasletlerini zorâki insanlar kaybetmişlerdir. Basit bir misal olarak: Bunun ne basiti, ne de mürekkebi vardır. Amma biz söyleyelim : insan âdemiyet tarafına gidecek yerde, yakıştıramıyoruz amma hayvâniyet tarafına gitmiştir diyorlar... Buradaki hayvâniyet hayvana doğru demek değildir. Hayvanları tenzih ederiz.
1000 sene evvelki meselâ, bir kedi ne ise şimdi de aynıdır. Kediyi misal aldık ama burada büyük bir şey gizlidir. Çok düşünmek ve bunun içinde gizli büyük hakîkati ve sessiz haykırışı, ilânı anlamak lâzımdır. Kedi abdest edeceği zaman yeri koklar. Niçin?.. Sebebi çok büyük... Tek ayağı ile eşer, ikisini birden kullanmaz. Niçin? Abdest yapar. Ve tekrar koklar. Tek ayağı ile örter. Biraz durur, yürür. Biraz sonra tekrar durur. Geri döner bakar. Titrer ve çabucak oradan uzaklaşır...
Köpek yeri koklar daima... Bacağını kaldırır işer. Yürür gider. Diğer hayvanlar zaman ve mekân tanımadan dururlar, defi hâcet ederler. İnsanların fizyolojik bu hâli bir usûle tâbidir. Halbuki insanlar sokaklara yapıyorlar bugün...
Şehirlerde lâğımlar, rızık artıkları ile dolu... Doğum hastanelerindeki lâğımlar, meşime Plezanta ile doldu... Meşime Plezanta nedir bilir misiniz?.. Ne söyleyeyim... Böyle gecenin hayır umulur mu seherinde...
Bilir misiniz : Kuşlarda, kanatlı iki ayaklı kümes hayvanlarında koku hassası yok gibidir. Tad bilmezler. Buna rağmen görme, işitme, kuvvetlidir. Kartal, şahin, karga en çok görme ve işitme hassaları olanlardır. Kedide radar vardır. Kulakları ile görür. İşitme çok kuvvetlidir. Bu son senelerde fennen de isbât edilmiştir. Dünyâ yüzünde ağaçlar vardır. Büyükleri vardır, küçükleri vardır. Uzun seneler asırlar boyu yaşayanları vardır. Muayyen seneler yaşayanları vardır. Dâima yeşil olanları vardır. Mevsiminde yapraklarını kaybedenler vardır. Uyurlar. Tekrar canlanırlar. Bir senelik, bir aylık , hatta günlük ömürleri olanları vardır. Fundalıklar vardır. Her sene görünürler sonra kaybolurlar. Çemenler vardır. Binlerce cins, binlerce renk, milyonlarca çeşit çeşit çiçekler vardır. Kokuları muhteliftir. Kimisinin kokusu yoktur. Gece açanlar vardır. Her birinde bir devâ gizlidir.
Sebzeler vardır. Meyvalar vardır. Kimi dallarda, kimi toprakta, kimi toprak altında, kimi toprakla birdir. Meyvaların kokuları tatları, ayrı ayrıdır. Olgunluklarında kimisi kurudur, kimi yaştır. Sebzeler de öyledir. Bütün bunların hepsi dünyânın muhtelif yerlerine göre taksim edilmiştir. Bazı mıntıkalarda ot bile yoktur.
Su içinde büyüyen, su altında büyüyen ağaçlar, çiçekler vardır. Bütün bunlar köklerinden, topraktan rızıklarını alırlar. Bazı nebatlar da vardır ki, etle geçinirler. Et yiyen nebatlar vardır.
Nebâtâtı ekilil-luhum
Karnivor
Canlı hayvan, insan yanaştığı zaman hareket edip dalları ile saldıran nebatlar, ağaçlar vardır.
Köklerinden ayrılırken ses çıkaran, canlıyı öldüren bilinmeyen bir kudrete sahip nebatlar vardır. Mandıragora gibi Tibet dağlarında bulunan senede bir defa açar ve gece yarısı açar.
Çanpak isminde bir küçük nebat çiçek açarken bir anda açar ve ziyâ neşreder ve bir sırrı haykırır.
Tîbetde Bonzo râhipleri bu çiçekten birtakım sırlar öğrendiklerini söylerler.
Zehirli ağaçlar, nebatlar vardır. Birçok hastalıklara devâ olan çiçekler, kökler, yapraklar meyvalar vardır. Bütün bu nebatda müşterek bir şey vardır. Az çok hepsi yeşil renktedir. Renkde akrabadırlar. Nebâtatla geçinen hayvanat ile sırlarını ifşâ ederler. Nebatlarda HAKKın kudreti dâima mütecellîdir.
Asfalt döşenmiş bir yerde asvaltı altından kabartıp çatlatarak delip çıkan küçücek bir otda bu kudret tecellî eder. Belediyenin muhtelif defalar asvaltı yeniden yapması bile bu kudreti yenememiştir.
Bizzât tarafımdan müşâhede edilmiştir. Almanyada İdsteinda refîkamla bunu görmüştük. Muhtelif defâlar asvalt yapılır tekrar yerlerini kabartıp o ot çıkardı. Kimse bu küçük hadisenin farkında değildir. Ağaçlar, her cins ot, çiçekler ve meyvalar da insan nesilleri gibi asırlar sonra dünyâ yüzünden hârici bir sebep altına gizlenerek kaybolurlar. Ve bir daha görünmezler... Hayvanat, balıklar, tuyûr da bu kânuna tabidirler.
Dünyâ yüzünde nesilleri yavaş yavaş kaybolurlar. Fosilleri bulunarak hem hayvan ve hem de nebat ve bugün dünyâ yüzünde bulunmayan cinslerini müzelerde görmek mümkündür. Dünyâ ve kendi bünyesine ait her şey cansız ve canlı binlerce yıl ara ile gelip giderler. Bir daha görünmezler. Bu bir tekâmül müdür, yoksa bir tükenme midir? Bir sona doğru gelmenin bir alâmeti midir? Bugün bu mahlûkata tesâdüf çok ender oluyor. O zaman insanlar bunlara ejderha ve bir takım korkunç isimler vererek tevehhüş ederler. Bütün bu canlı cansızların yok oluşu başka bir cisim veya madde şeklinde asırlar geçtikten sonra bulunur. Dev ağaçlar, çamlar bugün mâden kömürüne inklâb etmişlerdir. Birçok deniz dibi kabukluları petrole çevrilmiştir. Birçok dağlar kaybolmuştur. Birçok yenileri belirmiştir.
Birçok göl ve nehirler ortadan kalkmış başkaları husul bulmuştur. Tarih evveli ve sonrası birçok milletler yok olmuşlar şehirleri, medeniyetleri toprakla bir olmuştur... Mitoloji, efsâne, hikâye hâline bürünmüş devler, dev insanlar, Herküller, Şemeunlar, Samsonlar, ejderhalar bize müşâhedelerimizin dışında kaldığı için bu şekilde intikal etmiştir.
İnsan aklı kendi kudretinin kıymetini bilmeyerek kendi kendinden uzaklaşmış, bugünkü hâle gelmiştir. Binlerce akıl yoran keşif ve icadlar ortaya çıkmış; insanlar bunların esâreti altına girmiştir. Ve hâlâ peşinden koşmakta ve koşacaktır da...
Gökleri keşfetmeye merak ederek binlerce km uzaklarda bir şey arıyor. Sorarsanız kâinatın esrarını çözüyoruz yaygarasını yapar... Hangi esrar? Neyi? Hangi sırrı arıyor?.. Bir türlü söyleyemiyor. ALLAHı arıyor
Halbuki bu sûretle HAKK dan uzaklaşıyor ve bir türlü dönüp duruyor. Bulamıyor. Bulamayacaktır da... Peşinde koştuğu madde ve îcadları bir gün kendisi üzerine alacak, aradığının huzûruna yüzü kıpkırmızı olmuş, HAKK ın verdiği utanma perdesi ortaya çıkacak ve bile bile istemeyerek kendilerini azaba kendileri atacaktır.
Bu ne zaman olacak, bunun cevâbını insan ancak iki şeyde bulabilir... 1- Peygamberlerin bağırdığı kelâmlarda ve son Resûlün haberlerinde... Bunlara inanmak büyük bir ruh başarısıdır.
2- Tabiat dedikleri, kâinatta bulunan her şeyde...
3- Topraklarda, taşlarda, dağlarda, mâdenlerde, bütün hayvanlarda, nebâtatta, nehirlerde, engin denizlerde, her şeyde...
Fakat bildiklerini zannettiklerini, bunları da bilmiyorlar. Kimyâsını, fiziğini, fizyolojisini, canlılığını mikroskobik olarak incelediler. Her gün başka bir şey buluyorlar. Ne anlıyorlar, engin kâinatın sırları karşısında hayran bir hâldedirler. Perdeyi bir kaldırabilseler, asıl hayret ve secde edilecek şeyi görüp saadete kavuşacaklar amma... Heyhat olmuyor. Olmayacak da.
Geçenlerde Kusto isminde bir Fransız profesörü Septe Boğazında Okyanus suyu ile Akdeniz suyunun karışmadığını, tuz miktarının her iki denizde ayrı ayrı olduğunu ve balıkların bile yek diğeri tarafına geçmediklerini görmüş. Hayret etmiş, bu işi hâlledememiş. Nihâyet söyledikleri doğru ise, Mısırlı bir âlim Rahmân süresindeki bir âyeti kerimede bunun irâde edildiğini ve bu da mı yalan kelâmındaki meâli îzah edince Prof. Kusto dize gelmiş:
Ben müslüman oldum!
demiş. Demekle olursa evet oldu
Şimdi sorarım Cenâb-ı ALLAH bu kâinat kânunlarına aykırı olarak bu iki suyun karışmamasını niçin halketti. Ve bu da yalan mıdır? demesi...
Eğer bu kâinat kanunlarına aykırı gibi görünen HAKKın bunu böyle yapışını Prof. Kustoya açıklarsak, muhakkak çıldırır...
Bir elektrik ampulünün içine görünmeyen elektrik enerjisi gizli ışık sûretinde görünür. Kıyâmetden sathî veya derin, ilmî veya mânevî ne anlıyorsanız bu mukadderdir. Bir gün son gelecektir. Ne zaman? Alâmetler çoktan ortadadır. Bugün bir mühendis hesapla şu maden damarı şu kadar sene sonra şu dağda bitecektir. Şuranın suyu şu kadar yıl sonra kuruyacaktır diye nasıl buluyorsa.. Canlı, cansız birçok şeylerin ortadan kalkması da bunu belli etmektedir. Bunun gibidir
1- Bilimlerdeki intizam sarsılmıştır.
2- Birçok gayrı tabiî hâdiseler olmuştur. Olmaktadır. Daha olacaktır.
3- Bunların tesiri ile insan karakteri değişmiştir.
Bir karışıklık içindedir. Milletler birbirine girmiştir. Bütün milletler kendi bünyesinde de birbirine girmişlerdir. İnsanların içtimâi nizamlarını koruyan ve devâm ettiren kâinatta ruhî nizam da vardır.
Adâlet Ahlâk. Doğruluk.. Bunlar da kaybolmuştur. Binlerce sene evvelden kalma bir ağaç cinsi vardır. Dünyada yalnız Lübnanda Beyrut şehrinin sâhilden 10 km. dağda Ulya dedikleri yerde bir eski manastır vardır. Orada 8 tane bu ağaçtan kalmıştır. 1947 senesinde görmüştüm. Boyu çok uzun değil, 5 m. kadar gövdesini on kişi kucaklayamaz. Yaprakları Lübnan bayrağının sembolüdür. Ağacın ismi ERZEA... Bu ağacın nesli tükenmektedir dünyâ yüzünde. Bu ağaç da bir şey haykırmaktadır sessiz sözsüz
1947de burayı ziyâret etmiştim. Orada manastırda 80 nin üstünde yaşlı bir tarîk-i dünyâ râhip vardır. Kendisi ile konuştum. Çok olgun ve âlim bir zâttı. Bana :
Bu ağaçların nesilleri bitmek üzeredir. Dünyâda işte şu gördüğün 6 ağaç kaldı demişti.
Bilmem neden eskilerden beri bu ağaca karşı bir hürmet ve sevgi vardır. Hatta belki bundan dolayı veya bilmediği bir sebepten Lübnan bayrağı bunun yaprağını sembol olarak almıştır.
Dini günlerde bunun yapraklan çok kıymet taşır. Gizli gelip koparırlar. Ve gizli olarak da yüksek fiyatla satarlar. Hükümet bile mâni olamıyor.
Bana bu tarîk-i dünyâ rahip, gözlerime bakarak söyle demişti:
Mekkede bir taş vardır" Hacer-Ül Esved Bu taş gittikçe tavafda el sürmekle aşınmaktadır. Bir gün muhakkak bitecektir. Bu ERZEA ağacının nesli de bitecektir. Daha tükenmekte olan birçok şeyler vardır dünyâ yüzünde. Canlı,cansız, maden her şey. Bunların bir şey haykırdığını, söylediğini, haber verdiğini duyacak kulak, anlayacak inançlı kafa taşıyanlar bugün dünyâda çok az, azdan da azdır. demişti
Bir kâğıt üzerine şöyle bir hesap yaptı ve bak dedi: Şimdi 1947 senesidir.1 + 9 + 4 + 7= 21 eder. Burada 8 tane Erzea ağacı vardır. 21 + 8=29 eder. Bundan 28 sene sonra yani, 1947 + 29 = 1976 senesi eder. Bu yaptığım hesap kabalistik bir istihraçdır. Biz inanırız eski bir ilimdir. Lübnan o zaman tamâmıyla harap olacaktır. Yukarıda size anlattım ya dünyâda nesilleri gittikçe tükenmekte olanlar bir şey haykırmaktadır. Ben çok yaşlıyım. Benden sonrakiler buna zannedersem şâhid olacaklardır!..
demişti
Bu hesaplar Tevratda da vardır. Arz-ı mevud Yahudilere vaad edilmiş yer... Arz-ı kenan da derler. Burası Bahri Lût Lût denizinin havalisidir. Lût denizinin nasıl teşekkül ettiği sizin mukaddes kitabınızda da bildirilmiştir. Yahudiler buraya toplandılar. Bir hükümet kurmak üzeredirler. Bunlar devlet kurarlarsa bu da dünyâya bir şey haykırmaktadır. Onların da sonu karanlıktır!.. demişti
Bugün hayret ediyorum râhibin 36 sene evvel söylediği çıkmıştır. 1978de râhibin bahsettiği istihraç çıkmıştır:
1- Yahudi devleti kuruldu.
2- Lübnan harab hâldedir... Ve devâm etmektedir.
Allah Dostu Der Ki III den Alıntıdır.
KELİMELER ve ÂYETLER: Meşime : (C.: Meşâim) Dölyatağı, ana rahmi. İstihraç : Bir şeyin içinden bir şey çıkarmak. Bir mânâyı istidlâl etmek. Meydana ve hârice çıkarmak. Bâzı emâreleri beliren şeylerden ileriye âit olacak şeyleri çıkarmak. İstidlâl etmek. Bak: Tahric) İbrişim : İpek ipliği, bükülmüş ipek. * İbrişimden yapılmış. وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ Ven necmu veş şeceru yescudân. : Bitkiler ve ağaçlar secde ederler. (Rahmân 55/6) Tıynet : Huy. Yaradılış. Haslet : Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat. Vukuf : Bir şeyi bilme. Öğrenmiş olma. * Bir hâlde kalma. * Durma, duruş. Raşe : Titreme, titreyiş. * Korkmak, havf ve dehşete giriftar olmak. Şâyan : f. Münâsib, lâyık, yaraşır. Şâyân-ı dikkat : dikkate değer. Mütecellî : Tecellî eden, meydana çıkan, görünen. Parlak. Tuyûr : Kuşlar. Tevehhüş : korkmak. Mürekkeb : (Rükub. dan) Terkib edilmiş, bir kaç maddeden yapılmış. * Yazı yazmaya mahsus boya terkibi. * Karışmış, muhtelit. * Bitecek yer, münbit. * Asıl, esas. Bizzât : Kendisi, aslında. Kendi zâtı ile. Binefsihi. Tarîk-i dünyâ : Dünyâyı terk etmiş.
_________________ ***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
|