ALLAH Dostu Der ki - II

Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II- RABB - HAKK celle celâluhu

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ResimALLAH - RABB - HAKK
celle celâluhu


RABB;
Rabbi’s-semâvat. Rabbi’l-ard.
Rabbi’l-maşrikeyn. Rabbi’l-mağrıbeyn.
Rabbi’l-felak. Rabbi’n-nas.
Rabbi’l-melâike. Rabbi’l-izzet.
Rabbi’l-arş...
Rabbi’l-âlemîn...
Subahenellezi.
Tebarekellezi.
Rabbi’l-azîm.
Rabbiye’l-alâ.

Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm...
Bir ben vardır bende, benden içerü.

“Rabbımı genç bir insan şeklinde gördüm”
Rabbi’l-izzeti gördüm..

Gâh çıkarım gök yüzüne seyreylerim âlemi.
Gâh inerim yeryüzüne âlem seyreyler beni.

Nesimî

“Görmediğim ALLAH'a secde etmem!”
Hazreti Ali

“Rabbiküma tükezziban.”

Lâ mekânem mekân bahşet
Ki men ez canı cananem..

Mevlâna

Sûret-i Rahmanı buldum
Sûret-i Rahman benem
Ben bir delü divâneyem
Gör kim ne ma’mur olmuşem

Nesimî

Bunları uzun uzun düşününüz, içinde ne gizlidir, neyi ifade ve açıklamak istemişlerdir...
“Rabb” ALLAH'ın kudret, kuvvet ve güçlerinin kâinattaki tecellîsinin ismidir.
Ben bir gizli hazine idim görünmek istedim. Kâinatı halk ettim.” Hadîs-i Kudsî.
Kâinata sığmam kalblere sığarım.
Herşey bende hazır ve nazırdır
Ben yoksam hiçbirşey yoktur.

ALLAH her yerde hazır ve nazır değildir.
Rabb heryerde hazır ve nazırdır.
Tersini söyleme aman, burası çok ince bir noktadır.
Kâinatda herşey O'ndandır.
Herşey ALLAH'da hazır ve nazırdır.
Fakat hiçbir şey, O değildir.
Tevhid sırrının en ince noktası işte anlaşılması güç bu hikmet bu lâftır... İlmin de en muhteşemi:“bilmiyorum noktası”na ulaşmaktır.
İnsanda tecellî eden esmâların kudretlerin ALLAH'ın bir tezahürü görünüşü olduğunu anladığı dakikada Mansur: “Ene’l-Hakk” dedi.
Herşeyde bir intizam vardır.
Bu da güzel isimlerinin tezahürüdür.
Bu kudretlerin görünüşlerinde, intizamlarında, işleyişlerindeki akıl yoran büyüklüğünün idraki de “HAKK” dır.
Bu Hakk, doğrudur şaşmaz demektir.

ALLAH; Aklın, var deyip idrakine sokamadığı için var olduğunu ispat için birçok sıfatlar koymuştur.
Sıfat-ı zâtiye, sıfat-ı subutiye... Bunlar boş lâflardır.
ALLAH vardır o kadar...O’na sıfat aranmaz.
O mahluk değildir. O yoksa hiçbirşey yoktur.

Rabb ile ALLAH arasını bağlayan; Hakk’ı idrak ederek dua, secde, tesbihat, zikirdir.
Esmâlar ile ALLAH'a hitab edilerek dua edilir.
Bunun âdâb ve usulü telâffuz tarzı ile söylenmesi lâzımdır.
Kuru ve basit birşey olmadığını da bilmek lâzımdır, Öğrenmek gerekir!
“Neleri?”

1- Cesedî temizlik
2- Daima abdestli bulunmak
3- Sabah ve akşam namazlarını tam vaktinde edâ etmek
4- Gece namazı kılmak
5- Muayyen selâvat-ı şerîfeyi getirmek
6- Helâl yemek
7- Bazı helâl şeyleri, gıdaları terketmek...
8- Her gök ayında 3 gün oruç tutmak.

Şuna devam etmek:
Lâ havle vela kuvvete...
Yâ Gani! Yâ ALLAH!
Yâ Hayy! Yâ ALLAH!
Yâ Kayyum! Yâ Cebbâr! Yâ ALLAH!
Yâ Gaffar!
Yâ Rahîm!

Sabah ve akşam, gece namazlarından sonra duadan evvel...
Devamlı göz yaşlı olmak bu ağlamak değildir.
Varılırsa, yaş kendiliğinden gelir.
Bunları öğrenmek için hazırlandıktan sonra nasıl yürüyeceğini sana usta bulursan o gösterir…

11.6.1982, Cuma

Resim

Gâh: Arasıra, zaman zaman.
Nazır: (C.: Nüzzâr) Nazar eden, bakan.
Sıfat-ı zâtiye: (Sıfât-ı lâzime - Sıfât-ı vâcibe) Allah'ın zatından ayrılması mümkün olmayan ve zatına lâzım ve vâcib olan sıfatlar. * Tecvidde: Harflerin zâtından ayrılması mümkün olmayan sıfatlarıdır. (Bak: Sıfât-ı ayniye)
sıfat-ı subutiye: Cenab-ı Hakk'ın sıfatları: Hayat, İlim, Sem', Basar, İrade, Kudret, Kelâm, Tekvin sıfatları. Bunlara "Sıfât-ı semaniye" de denir.
Âdâb: Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir
Telâffuz: Söyleyiş, söyleniş. * Ağızdan çıkan lâfız.

EsMÂ-yı HüSNÂ:

ALLAH:
Resim

RABB:
Resim

el HAKK:
Resim

er RahîM:
Resim

El Ganiyyü :
Resim

El Gaffâru :
Resim

El Cebbâru :
Resim

El Hayy :
Resim

El Kayyûmü :
Resim


Resim

Rabbımı genç bir insan şeklinde gördüm:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dün gece rüyâmda RABBİMİ GENÇ BİR DELİKANLI SÛRETİNDE gördüm. Altından yapılmış bir koltuk üzerinde oturuyordu. Başında altından bir tâc, iki ayağında altından nalinler vardı. İki elini sırtıma koydu. Göklerde ve yerde, ya da doğu ile batı arasında bulunanların ilmini bildim.” Buyurdu.
(Tirmîzî, Tefsîr, Sad -38; İbn Hanbel, Müsned, V, 367; Dârimî, Sünen, Rüyâ, 12.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH BENİMLE GÖRÜŞTÜ VE EL SIKIŞTI. Elini iki omuzum arasına koydu; öyle ki PARMAKLARININ SOĞUKLUĞUNU İKİ GÖĞSÜM ARASINDA HİSSETTİM.”
(İ. Ahmed İbn Hanbel, Sünen, 5/243)

Resim---Cabir bin Abdullah, Peygamber Efendimiz’in, Necm Suresi’nin “Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretü'l Münteha'nın yanında.” mealindeki 13 ve 14. âyet-i kerimeleri üzerine: “Elbette Rabbimi gördüm, Ben Sidretü’l-Münteha’da Rabbimi gördüm. Öyle ki, ilahi vechinin nuru, benim için zahir oldu.” buyurduğunu bildirmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme soruldu: "Ey Allah'ın Resulü! Rabbimiz'i görecek miyiz?"

"Bulutsuz berrak bir mehtap gecesinde Dolunay'ı görmek için itişip kakışır mısınız?"

"Hayır."

"Bulutsuz bir günde Güneş'i görmek için birbirinizi itip kakarak birbirinize zahmet verir misiniz?"

"Hayır."

"İşte Rabbinizi de öyle zahmetsiz ve sıkıntısız, apaçık göreceksiniz.”

(Buhari, Müslim, Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Adn Cenneti'nde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın vechindeki (yüzündeki) rıdâu'l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur. ''
(Buhari, Müslim, Tirmizi), Cennet 3, 2530)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Rabbimi en güzel surette gördüm.”(Tirmizî, tefsir, 39).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Rabbimi, Rabbimle anladım".
(Sırrül Esrar. S.75, Seyyid Abdülkadir Geylani)

Ben bir gizli hazine idim görünmek istedim. Kâinatı halk ettim:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeme muhabbet ettim de, kâinâtı yarattım!” buyurdu.
(Hadis-i Kudsî; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II:133)

Kâinata sığmam kalblere sığarım:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu: “Yere ve göğe sığmam, fakat mümin kulumun kalbine sığarım.” buyurdu.
(Hadis-i Kudsî; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 195, hadis no: 2256)

Lâ havle vela kuvvete...:

Resim---Ömer b. Hattâb (r.a), bu cümle ile ilgili olarak şöyle demiştir. "Rasûlullah (s.a.s): Müezzin “Allahu Ekber, Allahu Ekber" dediği vakit sizden biriniz Allahu Ekber, Allahu Ekber" der; sonra müezzin "Eşhedü en lâ ilâhe illallah"dediği vakit o da "Eşhedü en lâ ilahe illâllah" derse, sonra müezzin Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah" dediği vakit, o da Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah" der. Müezzin "Hayye alessalâh " dediği vakit o da Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh " der. Sonra müezzin Hayye alelfelâh " dediği vakit o da "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" derse, sonra, Allahu Ekber, Allahu Ekber" dediğinde o da Allahu Ekber, Allahu Ekber" derse, sonra müezzin Lâ ilâhe illallah"dediği vakit, o da bütün kalbiyle La ilâhe illallah" derse, Cennete girer "buyurdular"
(Müslim, Salât, 12).

Resim---Hadis-i şeriflerde: “Lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billâh”tır (Buharî, Ezan, 7; Müslim, Salât, 12)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir sıkıntıya düştüğünde: “Bismillâhirrahmânirrahîm velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” de. Allahü Teâlâ onun sebebiyle belâ nev’inden dilediğini senden kaldırır.” Buyurdu.
(Ramüzül Ehadis, C.I,S.66/5)

Resim

Rabbi’s-semâvat. Rabbi’l-ard:

رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرحْمَنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا
Resim---"Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumer rahmâni lâ yemlikûne minhu hitâbâ(hitâben): O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmândır. O gün insanlar O'na karşı konuşmaya yetkili değillerdir.” (Nebe’ 78/37)

Rabbi’l-maşrikeyn. Rabbi’l-mağrıbeyn:

رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ
Resim---"Rabbul meşrikayni ve rabbul magribeyn(magribeyni): (O,) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.” (Rahmân 55/17)

Rabbi’l-felak:

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ
Resim---"Kul eûzu bi rabbil felak: De ki: «Felâkın (yaratılıp vücuda getirilmiş olan şeylerin) Rabbine sığınırım.»” (Felak 113/1)

Rabbi’n-nas.:

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ
Resim---"Kul eûzu bi rabbin nâs: De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine.” (Nâs 114/1)

Rabbi’l-âlemîn..:

فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Fe lillâhil hamdu rabbis semâvâti ve rabbil ardı rabbil âlemîn(âlemîne): Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur(Câsiye 45/36)

Rabbi’l-arş..:

لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Resim---"Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbil arşi ammâ yasıfûn: Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.(Enbiyâ 21/22)

Rabbi’l-melâike.:

وَجَاء رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا
Resim---"Ve câe rabbuke vel meleku saffen saffâ: Ve Rabbin geldiği ve melekler saf saf olduğu zaman.(Fecr 89/22)

Rabbi’l-izzet.:

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
Resim---"Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yasifûn: Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir.” (sâffât 37/180)

Subahenellezi.:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---"Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru): r gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ 17/1)

Tebarekellezi:

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Tebârekellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr: Mülk elinde bulunan (Allah) ne yücedir. O, her şeye güç yetirendir.” (Mülk 67/1)

Rabbi’l-azîm:

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
Resim---"Fe sebbih bismi rabbikel azîm(azîmi) : O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt)..'' (Vâkıa 56/74)

Rabbiye’l-alâ.:

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى
Resim---"Sebbihısme rabbikel a’lâ: Yüce ismini tesbih et,” (A’lâ 87/1)

Rabbiküma tükezziban:

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Resim---"Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân: Şu halde (siz İKİniz) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?(Rahmân 55/21)

Ben yoksam hiçbirşey yoktur.:

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---"Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).” (nisâ 4/126)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II-ALLAH her yerde hazır ve nazırdı

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ResimALLAH HER YERDE HAZIR ve NAZIRDIR.

ALLAH her yerde hazır ve nazırdır...
Ne demektir.
Hazır: Bulunur demektir.
Nazır: Görünür demektir.
Bunların ikisinde de mekân mânâsı vardır.
Mekân oldu mu vücudun mekânda yer kaplaması gerekir ve cisim olması lâzım gelir.
“Ben size şah damarınızdan daha yakınım” ne demektir?
Böyle olduğuna göre, Resûl: “mi’racta rabbi’l- İzzeti gördüm!..” buyuruyor.
Hem genç bir insan sûretinde...
“ALLAH'ı gördüm” demiyor, “Rabbımı gördüm!..”
Semâvâtı dolaşıyor. Sidre'ye geliyor.
“Ben size şah damarınızdan daha yakınım” buyrulması ve her yerde hazır ve nazır olmasına göre: Mi’rac o hâlde nedir? Meleklere ne ihtiyaç vardır?..

Hava mı insana yakındır, yoksa insan mı havaya yakındır.
Su mu balığa yakındır, yoksa balık mı suya yakındır...
Böyle sual olmaz amma, cevab lâzımdır.
Bütün kâinatta ne varsa Hakk ile kâimdir.
Mekânda yer alan ne varsa ve bütün bu nizam, Hakk’ın kudret ve güçlerinin görünüşüdür.
O hâlde “ALLAH, her yerde hazır ve nazırdır” sözü doğru değildir.
“Her şey, ALLAH’da hazır ve nazırdır.”
İnsanlar da hava içinde hazır ve nazırdır basit misâli gibi...
Herşey ne varsa ALLAH'da hazır ve nazırdır.
ALLAH olmasa hiçbir şey yoktur.
“Ben gizli bir hazine idim, kendimi seyretmek için bütün kâinatı yarattım” buyuruyor bir Hadîs-i Kudsîde.
“Herşey ALLAH'a dönecektir” âyetini düşünmek yetişir...
Herşey fânidir. Yani onda kaybolur. ALLAH Azîz ve Hakîmdir.
“Mi’racta Rabbımı gördüm...”

Musa: “Yâ Rabbi bana kendini göster!” dedi...
Musa dağda ateş gördü.
Oradaki ağaçtan: “Ene Rabbike!” sesi geldi.

Mansur: “Ene’l- Hakk!” dedi

Mezarda: “Rabbın kim?” suali,
“ALLAH'ın kim?” denilmiyor.

Rabbi’l- âlemîn.
Rabbi’n- nas. Rabbi’l- felak.
Rabbi’s- semâvât. Rabbi’l- ard,
Rabbi’l- maşrikeyn. Rabbi’l-mağribeyn.
Bi izni rabbîhim.
Fesallili rabbike
Rabbi hazel beytillezi
Rabbike bi eshabi’l- fil
Ve ila rabbike fergab
Rabbiküma tükezziban
Rabbike fehaddis…

Bunları düşün.
Düşünürken şu cümleleri de düşün:
ALLAH'a iki türlü lâfızla hitab ve münacaat yapılır:
Yâ ALLAH! ALLAH’ım!
Yâ Rabb! Yâ Rabbi!
Yâ Rabbil âlemîn!..

Bunlardan başka lâfız kullanılmaz.
Bunlardan biri malum. Diğeri “Rabb” nedir?
Bunu öğrenmek için:
“Lâ İlâhe illâllah” lâfz-ı celilinin hakiki mânâsını bilmek lâzımdır.
Ondan sonra “Ene’l- Hakk!” kanalından geçerek “Rabb” ı öğrenmek gerek.
Bunlar hâlvet işidir vesselâm…

Perşembe, 23.6.1982

Resim

Lâfz-ı celil: Celâlet ve celâdet sâhibi, Azîm, mertebesi yüksek olan ALLAH’ın sözü.
Nazır: (C.: Nüzzâr) Nazar eden, bakan.
Sidre-i münteha: Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.
Kâim: Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren.
Lâfız: f. Konuşma, tekellüm. * Söz, lâkırdı.

Resim

“Ben gizli bir hazine idim”:

Resim---Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle buyurdu: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlukatı yarattım"
buyurmuştur.

Bu hadisin kaynağı:
1. Ed-Dürerü’l-Münte’sire, Celâlettin-i Suyuti,125
2. El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273
3. Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133
4. El-Fetevâ, El-Halîlî, 1:72
5. Mesnevi, Celâleddin-i Rumî, 5:104
6. Divan-ı Mevlânâ Câmî, 37
7. Divân-ı Niyaz-i Mısrî, 2
8. Divân-ı Şeyh Ahmed Cezerî, 1:190
9. İşârâtu’l-İ’câz, Bediüzzaman Said Nursi, 23


Resim

Ben size şah damarınızdan daha yakınım:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”'' (Kaf 50/16)

“Herşey ALLAH'a dönecektir”:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn: Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra "BİZ" e döndürüleceksiniz.” (ANkebÛt 29/57)

Rabbi’l- âlemîn:

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemîn: Hamd Alemlerin Rabbi'nedir.” (Fâtiha 1/2)

Rabbi’n- nas:

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ

Resim---Kul eûzu bi rabbi’n-nâs (nâsi): De ki: İnsanların RABBine sığınırım.”
(Nâs 114/1)

Rabbi’l- felak:

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ
Resim---Kul eûzu bi rabbil felak(felakı): De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.” (Felak 113/1)

Rabbi’l-mağribeyn:

رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ
Resim---Rabbu’l- meşrikayni ve rabbu’l- magribeyn: O, iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.” (Rahmân 55/17)

Rabbiküma tükezziban:

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Resim---Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân: Şu halde Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlayabilirsiniz?” (Rahmân 55/18)

Bi izni rabbîhim:

تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
Resim---Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin: O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrâil), her iş için iner dururlar.”'' (Kadr 97/4)

Rabbike fehaddis:

وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ
Resim---Ve emmâ bi ni’meti rabbike fe hadis: Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.” (Duhâ 93/11)

Fesallili rabbike:

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
Resim---Fe salli li rabbike venhar: Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (Kevser 108/2)

Rabbi hazel beytillezi:

فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ
Resim---Fel ya’budû rabbe hâzel beyt: Şu Ev (Ka'be'n)in Rabbine kulluk etsinler;” (Kureyş 106/3)


Rabbike bi eshabi’l- fil:

أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ
Resim---E lem tere keyfe feale rabbuke bi ashâbil fîl: Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?(Fîl 105/1)

Herşey fânidir:

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

Resim---Kullu men aleyhâ fân(fânin): (Yer) Üzerindeki her şey yok olucudur;”
(Rahmân 55/26)

Yâ Rabbi bana kendini göster:

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk(ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubdu ileyke ve ene evvelul mu’minîn: Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecellî edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.”” (A’raf 7/143)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II SECDE

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ResimSECDE

Kur’ân-ı Kerîmde sûrelerin bazılarında bazı âyetlerde “Secde” mevcuddur.
Kur’ân-ı Kerîmde 14 yerde secde âyeti vardır.
Bu âyetleri, okuyup telâffuz edildiği zaman hem okuyan ve bu âyetin okunuşunu duyan muhakkak secde etmek mecburiyetindedir.
Bu secde âyetleri okunduktan sonra secde yapılır.

Bir kısım secde âyetleri de telâffuz edilir edilmez hiçbir te’hir yapmadan secde etmek lâzımdır.
Namaz esnasında okunsa bile hemen secde yapıp namazı bozmadan tekrar kalkıp bıraktığı yerden kıraata devam etmek lâzımdır.
Te’hiri câiz olan ve te’hiri câiz olmayan bu secdeler niçindir?
Sebep nedir? Hikmet nedir?
Bu secdeleri yapmak her müslüman kadın erkek kim olursa olsun farzdır.

Bir secde âyeti daha vardır ki o her insana farzdır.
Hatta bu secde âyeti indiği zaman, Resûlü Ekrem müşriklerle oturuyor onları islama dâvet ile meşguldü.
Bu âyet iner inmez Resûlü Ekrem hemen yerinden kalkarak secdeye vardı.
Hatta Resûlü Ekrem vahyolunan âyeti cehren söyleyemedi bile.
Yanında bulunan müşrikler de birden secdeye vardılar.
Sonradan kendilerine sorulduğunda: “Bilmiyoruz gayri ihtiyari biz de secde ettik!” dediler.
Bu secde âyeti Resûl'ün kalb-i mübârekine indiği anda âyetin ilâhî ihtizazları etrafına intikal ettiğinden o ilâhî girdaba giren herkes secdeye varmıştır.
İşte bu âyeti için Kur’ân-ı Kerîm'in yazılı mushafı şerîfe abdestsiz el sürmek katiyyen yasaktır.
Çok büyük ilâhî bir edebin dışına çıkmış olur insan!..

Kur’ânı tamamıyle kuvvetli hıfzetmiş olanların; yalan, dedikodu, haram şeylerden katiyetle tevakki etmeleri, abdestsiz gezmemeleri, içmemeleri, yememeleri hususları çok kâfi bir edebdir.

Bu secdelerin niçin olduğunu hakiki mürşid yetiştirdiği müridine söylemesi lâzımdır.
Muhiddini Arabî Hazretleri Fütuhatı Mekkiye 'sinde: “Müridine bunun “niçinini” söylemeyen mürşid, mürşid değildir, mürşidine sormayan mürid de aptaldır!” der.

Her secde âyetinde söylenecek secdedeki kelimat başkadır, umumî olarak söylenenlerden başka...
Hele te’hiri câiz olmayan secdede hususi bir kelimat söylemesi lâzımdır, hele o bir tek secde vardır.
Telâffuz edildiği zaman melekler bile secdeye varır.
Hocam Rahmetullahı aleyh söylerdi, bu secdeyi hakiki yapan o anda herşeyi unutur.
Unutmayıp söylenebilirse, kazanın, âfetin tecellî edeceği zaman bile, Cenâb-ı Hakk o âyeti derhâl bertaraf eder.
Bedir harbinde Resûlullah: “nusret gelmeden başımı kaldırmam Yâ ilâhî!” demişlerdir, Cenâb-ı Hakk hemen nusreti göndermiştir.
Zira o secde âyetinde bütün melekler secdeye varmak mecburiyetindedirler.
Kâinattaki melek vazifeleri bir an için durur ve hemen nusret gelir.

Secdei-yi Tilâvet: Kur’ân-ı Kerîmde 14 yerde secde âyeti vardır dedik.
Bu secdeler:
1 - Telâffuz edilir edilmez işitenlere, okuyana hemen secde iktiza eder.
2 - Te’hiri câizdir.
3 - Bir kısmının te’hiri câiz değildir.
Tilâvet edilir edilmez dünya kelâmı yapmadan secde lâzımdır.
Tesadüfen secde âyetini işiten olursa abdestsiz de olsa hemen harekî olarak secde etmesi lâzımdır.
Te’hiri câiz olanlara abdestsiz secde yapılmaz.
Tilâvet secdesi kulağa ve ağıza farzdır.
Tilâvet secdesi sırdır, Es Semi’ ile ruha farzdır, en kıymetli secdedir, içinde Rıza-yı İlâhî gizlidir.
Tahiyyat secdesi : İnsanın kendi Âdemiyetine, ASLına ta’zimdir.
Şükür secdesi : Er Rahîm, El Ganiy esmâlarına ta’zimdir ve cesede farzdır, ruha değil.
Sehiv Secdesi : Nefsin tövbesi ve hatanın tamiri için fiilîdir, vâcibdir.
Bir de SIR secdesi “Hiçlik” secdesi vardır, hâlvette öğretilir ve yapılır.

Boş vakit geçirme kardaş, lâflara saplanma.
Ölüm Hakk’a yanaşmağa vesile olduğu gibi, bazı ölümler de Hakk'dan uzaklaşmaya tevlid eder. Hiçbir şeye bakma... Gâfil olma!..
O secde âyetini tam okuyabilecek cesedî, nefsî, ruhî temizliğe erersen o âyetle herşey mümkündür.
Hakiki tasarruf sahibi velî bunu bilir. Her velîde tasarruf yokdur.
Tasarruf nedir? Lügat mânâsı iradesi, iktidarı altına almak...
İnsanda bulunan ilâhî esmâları ilâhî tasarruf ile çoğaltmak ve bu kudretlerden istediği anda ve zamanda kullanmak ilâhî mazhariyetine sahip olmak.

1 - Eşyada tasarruf velînin kutbiyetine bağlıdır.
2 - Kalblerde tasarruf, gavsiyete bağlıdır.

Birincinin hadimleri 40 lardır, ki bugün 7 kişi kalmıştır.
İkincinin hadimleri 7 lerdir ki 2 kişi kalmıştır.
Her velîde tasarruf yoktur, ancak ledünnî âlemi ve ledünnî ilimlere vakıf olanlarda tasarruf mümkündür.

Resim

Telaffuz: Söyleyiş, söyleniş. Ağızdan çıkan lâfız.
Te’hir: Geciktirme. Sonraya bırakma.
Kıraat: Okuma. Düzgün ve çabuk okuma. Okuma kitabı. Fık: Namazda Kur'an-ı Kerim'den bir miktar okumak.
Tevakki: Çekinme, hazer etme, sakınma, korunma.
Bertaraf: f. Bir tarafa atılan, bir yana atılmış, ortadan çıkmış, zâil olmuş.
İktiza: Lâzım gelme, gerekme. Lâzım, ihtiyaç. Gerek. İşe yarama.
Harekî: hareket olarak.
Tevlid eder: doğurur.
Kutb-ul aktab: Kutubların başı. Hilafet-i mâneviye-i Muhammediye aleyhi’s-selâm.). Velâyet-i mâneviye makamlarının en yükseği, nübüvvet-i Muhammediyeye aleyhi’s-selâm.) veraset makamı olup, bu makama ancak Cenâb-ı Hakkın bir atiyyesi olarak nâil olunur. Bu makamda bulunan zât, Hakikat-ı Muhammediyenin aleyhi’s-selâm.) mazharı ve Esmâ-i İlâhiyenin câmi'idir. Her asırda bir tane bulunan bu zatların sonuncusu mezkur sıfatların en ekmeline mazhardır. Bu makam hakkında Gavs ve Kutbiyyet-i Kübrâ ta’birleri de kullanılır.
Gavsiyet: Evliyaullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak. (Bak: Aktab)

Resim

فَاسْجُدُوا لِلَّهِ وَاعْبُدُوا*
Resim---''Fescudû lillâhi va’budû. (Secde Âyeti):Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin!(Necm 53/62)

NECM SûRESİ:
Kur'an-ı Kerim'in 53. üncü sûresi. 62 ayet, 360 kelime ve 1405 harften ibarettir. Fâsılası "elif", "nun", "vav", "te" ve "ya" harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, İhlâs Sûresinden sonra nâzil olmuştur. 32.inci ayeti Medenîdir. Adını ilk ayetinde geçen "necm" kelimesinden almıştır. Ancak bu kelimenin sûrenin muhtevası ile doğrudan bir ilgisi yoktur.
İçinde secde ayeti bulunan ve Mekke'de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in açıkça her kese karşı okuduğu ilk sûredir.
Resim---Buhârî'nin İbn Abbas (r.a)'dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: "Peygamber aleyhi's-selâm, Necm Sûresini okudu ve sonra secde etti. Onunla birlikte müslümanlar, müşrikler ve cinler, hepsi birden secde ettiler. Sadece Umeyye bin Halef secde etmekten kaçındı ve yerden bir avuç toprak alıp alnına sürerek şöyle dedi: "Bana bu yeter"
(el-Kurtubî, el-Cami' Li Ahkâmil-Kur'an, Beyrut 1966, XVII, 81).

Habeşistan'a hicret eden müminler bu hadiseyi duydukları zaman, Mekke'deki müşriklerin topluca iman ettiklerini zannetmişler ve bazıları Mekke'ye geri dönmeye karar vermişti. Mekke'ye bir saatlik bir mesafeye geldiklerinde Kinâne kabilesinden birisi ile karşılaştılar ve Mekke'deki olayı sordular. Meselenin hiç de kendilerinin haber aldıkları gibi olmadığını ve müslümanlara işkencenin devam ettiğini öğrendiler. Bunun üzerine Habeşistan'a birincisinden daha kalabalık bir ikinci hicret yapıldı
(İbn Sa'd, et-Tabakâtül-Kübra, Beyrut ty, I, 205-207).
Bu rivayetlerden sûrenin risaletin beşinci yılında nazil olduğu anlaşılmaktadır.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


ResimMİHRAB-MİNBER-KüRSİ

MİHRAB:


Hakk’ın huzurana çıkış kapısı.. Kâbenin perdesidir.
Kâbede, mihrab yoktur.
Kâbe de, Hakk’ın huzurunun perdesidir.
Bütün mihrablar Kâbeye bakar.
Kâbe de, insanın tahammülü hududuna kadar Hakk’a bakar.
Netice olarak Kâbe de, mekâna bakan mekân kapısı...
Bu mekânın mekânda görünür kapısıdır.
Bu kapının anahtarı orada asılıdır. Eline geçirmeye çalış!..
Birisi sordu: “Hoca Efendi ne tükenmez anahtar bu!..”
“Anahtar fabrikası orasıdır!” dedim.
Alay ederek: “Nerede satılır sizde var mı?”
“Var!” dedim...
“Göreyim!” dedi.
Suratına bir tokat vurdum.
Dudağı sola kaydı, kaşı aşağı düştü, yüzü felç oldu.
Mahkemeye düştük, hikâyesi uzun.
Beraat ettirdiler... Tansiyon varmış, ondan rapor verdiler!.

“ALLAH'ı görür gibi ibâdet ediniz!” Hadîs.
Resûlü Ekrem Kâbede doğdu.
Vahyi Mekke'de aldı.
Mi’rac Mekke'de iken vâki’ oldu.
Mekke'den Kudüs'e doğru namaza dönerlerdi.
Mekke'den Kudüs'e kadar teşrif etti.
Mi’rac, Kudüs'den başladı.
Dönüşte doğruca Mekke'ye geldiler, Kudüs'e uğramadılar.
Mekke'de iken namazı niçin Kudüs'e doğru kıldı?
“Mekke'de putlar vardı” sözü perdedir perde...
Medine'ye teşriften sonra Kâbe'ye dönmek emrolundu.

Bunlar ne demektir?..
Bunları bilmeden Kâbe'nin hakikatini bilmek zordur, kurcalama!
Kâbe, Beytullahtır, oraya döneriz.
Bu sana yeter, artar bile bu zamanda...

Bayezidi Bastamî ne diyor bak:
“İlk hac ettiğimde Beytullah'ı gördüm, yani Kâbe'yi...
İkinci hac ettiğimde, Beytullah'ın Sahibini gördüm.
Üçüncü hac ettiğimde; ne Beytullah'ı ne de o’nun Sahibini gördüm!”

Aha bu sıralanmış lâflardan mihrab nedir, içinde pirinç ayıklar gibi
bul!..

*

MİNBER:

Resûlullah'ın mübârek dudaklarında sessiz sözsüz hâle gelen ALLAH kelâmının emirlerini, nehiylerini ümmetine ilân etme yeridir...
O hâlde bu basit minber, Resûlullah'ın yeridir...
Buradan konuşmak, vaaz etmek ince birçok kayıdlara bağlıdır.
Cemiyetleri ayakta tutan ilâhî usul ve kaideler, buradan cemaate bildirilir...


20.2.1982, Cumartesi

**

KÜRSİ;

Hakk'dan gelen emirleri tefsir yeridir.
Bu kadar!..


20.02.1982. Cumartesi

***

Resim

Mihrab: Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. Evin şerefli yüksek yeri, çardak. Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. Mc: Harb âleti. Orman. Melikin hususi makamı. Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. Ümit bağlanan yer.
Minber: Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü. (Rif'at mânasına olan nebr'den ism-i âlettir.) (Bak: Hutbe)(... Minber, Vahy-i İlâhinin tebliğ makamı olduğundan, o vesvese-i siyasiyenin hakkı yoktur ki o makâm-ı âliye çıkabilsin. S.)
Kürsi: Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer. Taht, serir. Erike. Koltuk. Kaide. Merkez. Vazife. Saltanat, kudret ve mülk. Başkent, hükümet merkezi. Mânevi makam. Arş'ın altına bir semâ tabakası. (Bak: Arş)


Resim

ALLAH'ı görür gibi ibâdet ediniz:

Resim

Abdullah b Ömer'in, babası Hz Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:"Bir gün Rasûlullah (sas)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu Doğru peygamber (sas)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı Ellerini de uylukları üzerine koydu Ve:
"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi Rasûlullah (sas): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu O zat: "Doğru söyledin" dedi Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu"
"Bana imandan haber ver" dedi Rasûlullah (sas): Âllah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu O zât yine:
"Doğru söyledin" dedi Bu sefer:
"Bana ihsandan haber ver" dedi Rasûlullah (sas):
" Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu O zat:
"Bana kıyametten haber ver" dedi Rasûlullah (sas) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir" buyurdular
"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi Peygamber (sas):
"Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu Babam dedi ki:
Bundan sonra o zat gitti Ben bir süre bekledim Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi "Allah ve Rasûlü bilir" dedim
"O Cibrîl'di Size dininizi öğretmeye gelmişti"
buyurdular.
(Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


iSRÂ NEDİR?
Mİ’RAC NEDiR?
MU’CİZE NEDİR?
BÜRHAN-DELİL NEDiR?



Bunlar lügat mânâları ile izah edilemez.
Kur’ân-ı Kerîm'de mu’cize ve mi’rac kelimeleri yoktur.
Bürhan kelimesi vardır, bir de isrâ kelimesi mevcuddur.
Mi’rac ve mu’cize kelimeleri, fevkalâde hadiselerin mevcud olduğunu ifade etmek için ulemâ tarafından söylenmiştir.

Mi’rac: İsrâ'dır.
Mu’cize, bürhan değildir.
Mu’cize, Hakk kudretinin ve Hakk’ın arzusu ile izin çıkarak Resûl'den fevkalâde hadisenin zuhurudur.

Resûlü Ekrem'in üzerinden bulut giderdi.
Gölgesi yoktu En güzel ahlâklı idi yalan bilmezdi
En yüksek ve hududsuz merhametli idi. İsrâ yani mi’rac ona verildi.
Bunlar mu’cize kelimesinin ifade ettiği şeyler değildir.
Peygamberliğinin delilleri bürhanlarıdır...
Şakku’l- kamer, Ellerinden su akması.
Yaşlı ve memeleri kurumuş keçi memesinden süt getirmesi, binlerce var…
Bunlar Hakk izni ile Resûlden kudretin tecellîsidir.
Bunlar mu’cizedir, çok dikkat etmek lâzımdır!..
Gelişi güzel akıl sarsıntısı geçirerek söyleyenler vardır... Hatadadırlar...

Mİ’RAC nedir? Niçin gece vâki’ olmuştur?
Mi’racta Hakk ile mülâkat vardır.
Âyete göre ruh maâl cesed vuku’a gelmiştir, “Abîd” olarak.
Abîd, ruh değildir. Abîd, Cesed de değildir.
“Ruh, maâl cesed” abiddir, o hâlde mi’rac rüya değildir.
Kudüs'e kadar teşrif ettirilmişlerdir. Niçin Kudüs'e?.. Oradan semâvâta huruc vardır.
Hakk ile mülâkat olduğuna göre semâvâtta mı Cenâb-ı Hakk?..
ALLAH mekândan münezzehdir… O hâlde mekânda değildir.
Mekânsızlık nedir? Mekân mütalaasına vurulursa müddet ortaya çıkar.
Mi’rac ne kadar müddet sürmüştür. Çünki mi’racdaki hadiseler, gördüğü şeyler, mülâkat uzundur.
Mi’rac, Mevlid'de uzun uzadıya bu hadise bizim anlayacağımız şekle bürünerek izah edilmiştir. Bunlar hilaf-ı hakikat değildir.

O hâlde Mi’rac nedir?
Şu muhakkakdır ki Resûlü Ekrem Mekke'den Kudüs'e kadar teşrif etmiştir. Ondan sonrası akla girmez.
Mekke'den Kudüs'e kadar olanı hâlledip anlamak lâzımdır ve bu mümkündür.
Diğer hususları akla, mantığa, mekân içinde vurduğumuzda akıl bizi küfre götürür.
O hâlde bunu nasıl insan kafasına sokacağı?... Sokulur buz gibi, amma insan isyana gider.
En basiti Hakk’a iman eden için “ALLAH'ın kudreti herşeye kadirdir” lâfzı celili herşeyi hâlleder.
Bu işleri akla vurulduğunda insan imandan çıkacağı gibi İlâhî Edeb hududu dışına çıkar ve münkir olur.

İnsanda zâhir olduğum gibi hiçbir şeyde zâhir olmadım.” Hadîs-i Kudsî. ALLAH, her yerde hazır ve nazırdır bunun doğrusu; her şey, ALLAH'da hazır ve nazırdır.

ALLAH herşeyi muhittir, kaplamıştır.
ALLAH herşeyde şiddetle zâhirdir. Bunların üçü de âyettir.

Bilmez misin ki göklerle yerin yegâne sahibi ALLAH'dır.
Ve sizin ALLAH'dan başka bir yarınız ve yardımcınız yoktur.
” Âyet.

Ben insanı kendi sûretimde yarattım.” Hadîs-i Kudsî.
Buradaki “sûret” nedir. Bunu kendi kendine öğrenmeye çalış!
Sormadan, bilen zâten söylemez. Söyleyemez!.. Belki başka şekilde fısıldar!..

Herşey bana dönecektir.” Âyet.
Bu ölmek değildir, ölmek diye birşey yoktur.
Şekilden sekile girmek vardır. Mekândan mekânsızlığa seyirdir.
ALLAH ölüm ve tekrar dirilme ile bunu perdelemiştir.
İnsan kâinatın küçük bir modeli gibi görünür amma kâinatın bir maddesi vardır.
Işınları ile, atomları ile, molekülleri ile, elektrikiyeti ile, proton ve nötronları ile.
Bunların bir de mânâsı, iç dünyası vardır. Sevgi, şuûr ve zekâ dahası ile...

Hülâsa, maddesi dışta, gözle görülür, el ile tutulur hâlinden gözle görülmez protonuna kadar...
İnsan akıl ve kavramından uzaklaşarak en küçük maddesine kadar...
Maddenin en hissedilmezinden protondan sonra madde ötesi başlar.
Bu da içinde ve güzelliklerinde sona erer...
O hâlde herşey aslında; biri görünmez öteye ait element, biri de mekândaki element...
Mekândaki element tükendi mi, ötenin elementi öteye döner.
Her şey bana dönecektir” âyeti... Öte dedik. Bu ne demektir?
Bilinmeyen durgun, tükenmez, sonu olmayan enerji kaynağı ismine “Lâ mekân” diyoruz. Maddenin ötesi...
En basit târif: Maddenin ötesini madde âlemine bağlayan nokta...
Her an var oluş yok oluş vardır.” Âyet.
Bu şu demektir: Lâ mekândan her an mekâna akış, bu akıştan madde teşekkül ediyor. Her an Lâ mekâna dönüş vardır.
Bu da şu neticeyi ifade eder, her şey fânidir aslına dönecektir. ALLAH bâkidir. İslâmda bu şu şekilde ifade edilir:

Kâinatta herşey bir “Nûr” dan halk edilmiştir.
Bu nûra “Nûr-u MiM” veya “HakikatMiM” ismi verilir.
Bu nûr kâinatta herşeyde mevcuddur. Bütün kâinat ilminin son noktası...
Bunu bildiren Resûlü Ekremdir, ondan dolayı Resûlü Ekrem'i İslâm şöyle târif eder;
Onun muhakkak bir insan olduğu ve ALLAH'ın yarattığı bütün mahlûkatın hayırlısı olduğu hakikatidir. Kadri tam bilinmez. Beşer kafasına sığmaz. Melek değildir. Cin değildir, ilâh değildir. İNSAN dır. Bütün mahlûkatın hayırlısıdır, şereflisidir. Diğer sözlerin hepsi bu noktaya varmak içindir.
Bundan dolayı Resûlü Ekrem bir hadîsinde: “Beni rüyada gören hakîki görmüştür. Aslımı görmüştür. Beni şeytan temessül edemez. Etmez.
Hakk öyle murad etmiştir. Yani idrakta akıl yorulmaz demektir.

Mi’racta akşam ve sabah namazları emrolundu.
Hicretten evvel kıble olarak bu iki vakit namaz Kudüs'e doğru kılındı. Niçin? Sebep? Hikmet ve muradı İlâhî nedir? Kudüs'e doğru kılmak ALLAH'ın emri mi idi?
Emir ise sonra niçin hicretten sonra Medine'de Kâbe'ye dönmek vahyolundu? Hem de namaz içinde iken emir geldi.

Resûlü Ekrem Mekke fethedildikten sonra Kâbeyi temizlettirdi ve Kâbe'nin içinde namaz kıldı. Bu namaz vakit namazı değildir.
Çünki sahabeleri yanında olduğundan onlara imam olması gerekirdi... Kendilerine soruldukta, niçin batıya doğru kıldıklarını söylemediler.
Yalnız:Kâbe'nin içinde 4. ncü tarafa hatta köşelere doğru dönebilirsiniz.” buyurdular.
Batıya doğru dönmeleri, vefatlarının Medine'de olacağına işarettir.
Medinede Ravzalarında başları batıya ve mübârek cesedleri Kâbe’ye dönük olarak defnedilmişlerdir.

İbrahim peygamberin Hakk emri ile inşa ettiği Kâbe'yi ziyâret ederler İbrahim dinine mensub olanlar tavaf ederlerdi, İslâmîyetten çok evvel Cumhur kabilesinden İSAF ve NAiLE ismindeki çift yek diğerine âşık idiler. Günün birinde kâbenin içine girerek şehvanî arzularını tatmin etmekte iken o anda taş kesildiler.
Bu taşlar çok sonradan buradan alınarak, ahlâksızlığın alâmeti olarak ders-i ibret için tepelere dikilmiştir.
Ve ahlâksızlığın son dereceye geldiği devirlerde bunlar da ilâh gibi olmuştur,
Mekke'nin fethinden sonra putların kırılması bundan ötürüdür.

İbrahim peygamber, yüzüstü yere kapanarak dua ederlerdi.
Vahyi muayyen bir yıldıza bakaraktan geceleri alırlardı. Salâtı bu idi...

Musa, Tûr’da bir alev şeklinde görünen ağaçtan ses hâlinde vahyi alırlardı.
Selâtı dua idi... Geceleri dua ederlerdi, diz çökerek.

İsa, dağda göğe bakarak ellerini kaldırarak ayakta ve gece dua ederdi.

Hiçbir peygambere Cebrâil görünmemiştir, yalnız Resûlü Ekrem'e görünmüştür.
Resûlü Ekrem'e gece ve gündüz, her yerde vahiy gelirdi.
Cebrâil'i bazen aslı ile, bazen de insan şeklinde, bazen de görmeden vahiy alırlardı.

Diğer peygamberlerin mu’cizeleri daima dünya yüzünde vâki’ olmuştur. Hepsi vahyi kuvvetli ilham şeklinde, alırlardı. Mu’cizeleri hep ilham ile kendilerine tebliğ edilirdi.
Asanın yılan oluşu, Bahr-ı Ahmer'in (Kızıl Deniz) asa vurarak açılması.
İsa'nın ölü diriltmesi, hastaları iyi etmesi, haberleri hep böyle vâki’ olmuştur.

Hızır Aleyhisselâm yalnız peygamber olarak Musa'ya mülâki olmuştur. Resûlü Ekrem mülâki olmamıştır.

Şeytan diğer peygamberlere insan şeklinde görünmüştür, konuşmuştur. Resûlü Ekrem'e yanaşamamıştır hatta kaçmıştır.

Mi’rac, imkân âleminden ayrılıp kudret âlemine seyirdir.
Ondan dolayı imkân âleminin kudret âlemindeki sözcüsü yalnız Resûlü Ekremdir.
İmkân âleminin yaratılışındaki ilk nüve, kudret âleminde “Nûr-u MuhaMMedî” dir.

Diğer peygamberler Kudret Âleminin, İmkân Âleminde sözcüsü olarak kalmışlardır.
Yani Kudret Âleminden alınan emirleri, İmkân Âlemine bildirmişlerdir.
İmkân Âleminde mevcud bütün herşey de Kudret Âleminin görünmeyen kudretlerinin mevcudiyeti ile bâkidirler.
Bu kudret çekildi mi o şey ne ise fâni olur, aslına döner.
İnsan cesedinde Hayy Ruh, bu kudretin İmkân Âleminde maddede câridir. Onu kullanmak imkânına insan vardı mı kudret âleminin kudreti ile mücehhez olur.

Nasıl elektrik 300.000 km/sn de gidiyorsa bu maddî şey de o sürate inkılab eder.
Tayy-ı ses, tayy-i sûret, tayy-i renk bugün bulunmuş ise, insanın uzağa sesini göndermesi, uzaktakini işitmesi, konuşması ve ceseden gitmesi mümkündür.
Subahânellezi isrâ bî abdihi” küll olarak yani canlı cesedle demektir, Mümkündür, vâcibtir demektir. Vâcib demek imkân dahilindedir.

Bu satırları yazana şöyle bir soru gelecek, bu tabiîdir:
Efendi sen Tayy-i mekân edebiliyor musun?...
İnanıyorsan: “Evet!..” İnanmıyorsan: “Hayır!..

Bir tohumda bir gizli ağaç olduğunu biliyorsun fakat onu hemen ağaç yapmak mümkün değil...
Toprak, Su, Hararet, Zaman lâzımdır, bunu unutma!..

Mi’rac, imkân âleminden kudret âlemine seyirdir. Cebrâil götürmüştür.
Sonradan Kudret Âleminden İmkân Âlemine dönüş ise arada Cebrâil yoktur, İzn-i İlâhî tayy-i mekân vardır.
Yani Resûlü Ekrem Kudret Âleminin kanunları ile Cebrâil refakat etmeden Emr-i ilâhî hemen kendisini Mekkede hareket ettikleri yerde buluyor.

Kendimizi toplayarak bu lâkırdıları hülâsa edelim...
Mekke'den... Mescidi Aksa (Kudüs'e).... Cebrâil refakatinde...
Oradan Kudret Âlemine Cebrâil ile... Sidre'de Cebrâil durur...
Bu hududdan sonra kudret âlemine Resûl dahil olur.
Orada zaman, mekân mefhumu yok... İmkân âlemindeki her türlü fizikî, kimyevî kanunlar câri değil...
Sessiz. Sözsüz. Cihetsiz:Yâ Muhammed! Yaklaş, gel!” emri çıkar...
Bunlar Kudret Âleminin kanunlarına göredir.
Kâbe Kavseyn” yanaşır... Orada akşam namazı üç rekât olarak emrolunur...
Hitabı izzet: “Yâ Muhammed!” dir. Nûr-u Resûlullahadır bu hitab...
Sonra Mustafa'ya söyledi çekinmeden. Yani Resûl'ün kul olarak kendilerine...

O zaman da Sidre'ye döndükleri zaman 2 rekât sabah namazı emroluyor... Mi’rac gecesi vâki’ olduğu için ilk akşam namazı emroluyor.
Gece sabaha doğru gideceğinden sabah, sonra akabinde emrolunmuştur.
Mi’rac hülâsa “Tayy-i mekân” değildir. Bize öyle görünürse de öyle değildir. Peki nedir?
Hele dur bakalım!..Sözümüz bitmedi.
Dinle, zaman ve mekân dışı bir hadisedir anlayamadığımız, Tayy-i mekân ise mümkündür.
Bu da, akıl hududunun bittiği yerden Lâ mekânın mevcudiyetini isbat eden bir hadisedir, anlayamadığımız bir hadisedir.
Tayy-i mekân yapabilen mekân içinde mekânsızlığı bir nev’î idrak ettiren hakiki bir olaydır ve mümkündür.
Evvelâ, Akıl ile tayy yapabilmek sonra Resûlü Ekrem'in ruhaniyetine girmek imkânını aramak lâzımdır ki bu da mümkündür.
Mekke'den Kudüs'e kadar seyir bunun en büyük mümkün olacağını ümmete izah için vuku’a gelmiştir.
Niçin Kudüs'e oldu da başka yere olmadı?
Bu gibi sual kimseye yakışmaz… Ya sizin eve mi olsun!..

Mi’rac hakkında münakaşa imansızlıktır.
İmansızlık demek ALLAH'ın inkâr kudretlerinin hududlu olduğunu kabul etmektir.
Ruh ve Cesed yani “Abîd” olarak vâki’ olmuştur.
Mümkün müdür?” diye düşünmek ALLAH'ın kudretini tahdid olur ki bu tam inkârdır.
Kur’ân ALLAH kelâmı mıdır?
Evet” diyorsan, o hâlde burada düşünme. Aklın ile dinsiz ve inkarcı olma!..
ALLAH'ın kudreti aklın ve düşüncenin varamadığı güçtedir. ALLAH'ın insanlarca mahiyeti gizlidir.

15.51982


Resim

Ulemâ: (Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları.
Bürhan: Delil, hüccet, isbat vasıtası. Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek sûrette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
Mu’cize: İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak ALLAH tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerâmetten yüksek, fevkalâde hâdise.
Maâl: Birlikte âilece.
Maâ-l-cemâ: Cemaatle beraber, cemaatle birlikte.
Ruh maâl cesed abiddir: ruh ve beden bilikte ise kulluk görevleri söz konusudur.
Mülakat: Kavuşma. Buluşma. Birleşme. Resmi görüşme. Yüz yüze olma.
Abd- Abîd: Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi.
Temessül: Benzeşmek. Cisimlenmek. Bir şeyin bir yerde sûret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve sûrete girmek. Bir kıssa veya atasözü söylemek
Tayy: Bükmek, sarmak, dürmek. Kaldırmak. Geçmek. Açmak. Çıkarmak. Bir haberi ketmetmek. Kasten açtırmak. Atlama, üzerinden geçme.
Sidre: Ağaca teşbih edilen, yedinci kat gökte bir makam ismi.
Tayy-i mekân: Mekânı ortadan kaldırmak. Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi.
Vâcib: (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her hâlde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Mülâki: Buluşan. Yüz yüze gelen. Görüşen. Kavuşan.


Resim

Ben insanı kendi sûretimde yarattım:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:“ALLAH Âdem’i kendi sûretinde yarattı.” buyurmuştur.
(Buhari, İstizan, 1; Müslim, Bir, 115)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH, insanı Rahman sûretinde yarattı.” buyurmuştur.
( Buharî, İsti'zân, 1; Müslim, Birr, 115, Cennet, 28)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH Âdem’i, Âdem’in kendi sûretinde yarattı.” buyurmuştur.
(İbn Hacer 5/182-83)

Resim

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---''Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin): Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.(Tîn 95/4)


ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
Resim---Summe denâ fe tedellâ: Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, (yere doğru) sarktı.(Necm 53/8)

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
Resim---Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ: O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.(Necm 53/9)

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---E lem ta’lem ennellâhe lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr: (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.(Bakara 2/107)

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Tebârekellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr: Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.” (Mülk 67/1)

وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---''Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn: Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz.” (YâSîn 36/22)

“Her an var oluş yok oluş vardır.” Âyet.:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin: Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.(Rahmân 55/29)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.(YâSîn 36/82)
Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II -BeytULLAH – KÂBE

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

Resim BeytULLAH KÂBE

Düğüm.. Çözüm..

SORU:

1-
Namaz Peygamberin hicretinden 18 ay evvel mi’racta Resûlullaha, 3 akşam namazı farz emredilmiştir.
Resûlullah efendimiz o zaman Kâbeye değil, Mekke'de olduğu hâlde Kudüs'e doğru namaz kılarlardı. Medine'ye teşrif ettikten sonra yine Kudüs'e doğru kılarlardı. 3 sene sonra namazı, bir öğle namazı esnasında Kâbeye emir ile dönmüşlerdir. Kudüs'e doğru namaz kıldıkları zaman İslâm tüccarları Kudüs'e giderlerdi. Kudüste Mescid-i Aksa'ya girdikleri zaman ne tarafa kılarlardı?


2- Mekke'nin fethinden sonra Kâbenin içini Resûlullah efendimiz, putlardan tamamen temizlendikten sonra yıkattı ve Kâbenin içine girerek orada namaz kıldı. Kâbenin dört tarafında da Kâbeye dönerek namaz kılındığı hâlde Resûlullah efendimiz Kâbenin içine girdiği zaman ne tarafa doğru namaz kılmıştır?

Resûlullaha sormuşlar: “Yâ Resûlallah biz Kâbenin içine girdiğimiz zaman ne tarafa kılalım?”
Cevaben: “Her tarafa kılınır, istediğiniz tarzda kılabilirsiniz. Hatta köşelere doğru bile!..”
“Siz niçin batıya doğru kıldınız?”
sorduklarında, sükût etmişlerdir, cevab vermemişlerdir.

1 –
Sebeb, Niçin, Hikmeti bu sükûtlarında aramak merak edenlere aittir.
2 - Bunu anlamak için ancak ruhanî; sebeb, niçin ve hikmette aramak lâzımdır.

Bunu bilenler; ancak ruhaniyet-i Resûl ile temas edebilen, mazhariyetine ve teyfikine kavuşanlardan öğrenmek gerek... Onlar da, ...ver rasihune fil ilmi âyetinde bildirilen rasih olan, mânen Makam-ı Mahmud’a çevrilebilen ve Makam-ı Mahmud’u bilenler bilebilirler.

ÇÖZÜM:

Mi’racda Resûlü Ekrem'i Cebrâil aleyhisselâm, Mescidi’l-Haram yani Mekke'den Mescidi’l-Aksa yani Kudüs, yani daha son mescide niçin gitmiştir. Başka tarafa gitmemiştir. Oradan da semâvâta çıkmıştır.
Dönüşte Kudüsü şerîfe uğramadan Mekke'ye gelmişlerdir.


Bu sözlerde;
3 niçin vardır.
3 sebeb vardır,
3 de sırr vardır….

Bunları insan anlayabilirse buzlu cam arkasından dışarıyı seyretmek gibi birtakım bulanık gölge hâlinde bazı şeyler öğrenebilir.
Bu işler herkesin anlayacağı, bileceği, öğreneceği şeylerin üstünde Sünnetullahtır.


Söylerler ya:
ALLAH; bilinir, görünmez.
Resûlü Ekrem; görünür, bilinmez.

Resûlün görünmeyen tarafını anlamak her insanın kârı değildir.
Bu işleri bu kadar bilmek hakikî ve tam hakiki islama edebden dolayı yaraşmaz.
Çünki beşer takatinin üstünde ruhanî çok ender olarak makama sahib kimselerin belki kârıdır.
Dünya yüzünde bunları bilenler ancak ve belki de şehâdet parmağı ile gösterilecek kadar azdır.
Kulaktan kulağa söylenen ve insanın gönül ve aklına döküldükten sonra âdetâ kaybolan bilgilerdendir.

Resûlü Ekrem yalnız bazı sırları Ebu Hüreyre'ye bir avuç, ısrarı üzerine sunmuştur.
Ebu Hüreyre'den sonra sorduklarında:
“söyleyemem beni kâfir oldu diye katledersiniz” buyurmuşlardır.

Resûlü Ekrem: “Benden sonra gelecek kardeşlerime dinin ahkâmını tam olarak öğretiniz!” buyurduklarında bütün sahabeyi kiram ki içlerinde hayatta iken cennetle tebşir edilenler bile hep birden:
“Yâ Resûlallah biz senin kardeşlerin değil miyiz?” diye sormuşlar.
“Hayır! Hayır! Hayır! Siz benim yüzümü görüp konuşan ashab ve ensarımsınız. Asıl benim kardeşlerim benden sonra gelip beni görmeden iman edenlerdir” buyurmuştur.
Büyük sahabeler bile Ebu Bekir, Ömer, Ali, Osman radyallahu anhlardan bile bu gizlenmiştir.

Sonradan gelen, Resûlullah'ı görmeyen büyük insanlar ruhaniyet-i Resûl ile temas ederek müstesna ve çok az insan bunu öğrenmiştir.
Resûlü Ekrem'i hayatlarında görüp konuşanlar bile müstesna olmayarak hiç biri Resûlü Ekrem'i rüyalarında görmemiştir.
Bu en büyük hikmettir, çözmeye uğraş!..
Adam ara! Ara, Çok ara! Eğer arzularsan!..


Hazreti Adevî ne demiş:
“Ben icâzeti Resûlallah'tan aldım. Kimseden birşey istemem!”
Lâfa ve lakırdıya, rivâyet ve tevatüre bakma!..

Bak Hacı Bektaş Velî'ye!
Bak Hacı Bayram Velî'ye!
Bak Hacı Şabanı Ve-li'ye!
Bak Yunus'a! Başkaya bakma!

Bulanık kafanı durult! Sûret ve Cesedde kalma!
Resûlü Ekrem, Kur’ân ve namaz sana yetişir, artar bile...
Artanlar, yıldızlarda insanlar bile olsa onlara da yetişir ve taşar...


Cuma, 26.3.1982


Resim

Mescid-i Aksa: Kudüs'te çok eskiden gelen peygamberlerin (A.S.) yaptırdıkları mâbed.
Rasih: (C.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
Makam-ı Mahmud: (Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam. Cenab-ı Hak va'dettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada deniliyor; bütün ümmet o va'di ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?Bu kadar tekrar ile kat'i verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur: İstenilen şey, meselâ Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatları ihtiva eden bir hakikat-ı âzamın bir dalıdır. Ve hilkat-ı kâinatın en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve dalı ve o meyveyi duâ ile istemek ise; dolayısiyle o hakikat-ı umumiye-i uzmanın tahakkukunu ve vücud bulmasını ve o şecere-i hilkatın en büyük dalı olan âlem-i bâkinin gelmesini ve tahakkukunu ve kâinatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu ve dâr-ı saadetin açılmasını istemektir. Ve o istemekle, dâr-ı saadetin ve Cennet'in en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i beşeriyeye ve daavât-ı insaniyyeye kendisi dahi iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azim bir maksad için, bu hadsiz duâlar dahi azdır. Hem Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salâvat ve rahmet duâlarını bütün ümmetten istemesi ayn-i hikmettir.)
Aksa: En uzak. En son. Kusvâ. Nihayet. Irak.
Rabia-i Adevîye: (Hi: 95 - 185) Basra'lı bir hatun. Bütün hayatını dine hizmet için vakfetmiş, zengin kimseler evlenmek teklifinde bulundukları halde; "Allah'ı anmaktan, dine hizmetten beni alıkor" fikri ile reddetmiş, fakirliği ve istiğnayı kabul edip dine hizmetten vaz geçmemiştir. Talebe okutmuş meşhur bir veliyedir. (R. Aleyha)

Resim

Resim---Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan iki kap ilim hıfzıma aldım. Bunlardan birini aranızda neşrettim. Ama diğerini söyleyecek olsam şu gırtlağımı kesersiniz."
(Buharî, İlm 42)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birgün sahabelerine: “Ah keşke bana doğru, havuza gelen kardeşlerimi bir görsem de, içlerinde şerbetler olan kaselerle onları karşılasam. Cennet’e girmeden önce, onlara (Kevser) havuzumdan içirsem.”buyurunca: “Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz?” diye soruldu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: “Sizler benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). Benim kardeşlerim de beni görmedikleri halde bana inananlardır. Mutlaka ben Rabbimden sizinle ve beni görmeden iman edenlerle gözlerimi aydınlatmasını istedim”

(Ramûzu’l-Ehadis s. 361, 4460 hadis (Ebu Nuaym, İbn-i Ömer’den) Ayrıca bk. Hak Dini IV, 2731 (Yuns suresi 62. ayeti ile ilgili olarak Evliyaullah’a havf, hüzün olmayacağı açıklanırken benzer bir hadis-i şerifin mealinden söz edilir): Hayatu’s-Sahabe. II, 567-568 (iki uzun hadisle buradaki hakikata temas ediliyor.)

Resim---Ebu Hüreyre radıyallahu anh der ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Yâ Resûlallah! Senden sonra gelecek ümmetini nasıl tanırsın?” diye soruldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Düşünün, bir adamın siyah atlar arasında alnı beyaz, ayaklarında seki olan bir atı olsa, o atını tanımaz mı?” buyurdu. Oradakiler: “Evet, tanır ” dediler. O zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İşte benden sonra gelecek kardeşlerim, abdest sebebiyle kıyamet günü alınları ve abdestte yıkadıkları uzuvları parlayarak gelecekler. Ben ise onları Kevser havuzu başında bekleyeceğim” buyurdu.
(Nesâî, Tahâret, 110)

Resim---Yine Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edildiğine göre, bir gün Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem, ashâbıyla birlikte kabristana gitti ve: Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler diyârının sâkinleri! İnşâallâh birgün biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim. Onları ne kadar da özledim! buyurdu. Ashâb-ı kirâm: “Biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz, yâ Rasûlallâh?” dediler.
Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem: “Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdular. Bunun üzerine ashâb: “Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, yâ Rasûlallâh?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir adamın alnı ve ayakları ak olan bir atı olduğunu düşünün. Adam bu atını hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde bulamaz mı?” diye sordu. Sahâbe: “Evet, bulur, ey Allâh’ın Rasûlü!” dediler. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler.Ben önceden gidip havuzumun başında ikram etmek için onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklar. Ben onlara «Gelin buraya» diye nidâ edeceğim. Bana: «Onlar senden sonra hâllerini değiştirdiler, (Sen’in Sünnet’ini tâkip etmeyip başka yollara saptılar, büyük günahlar işlediler.)» denilecek. Bunun üzerine ben de: «Uzak olsunlar, uzak olsunlar!» diyeceğim.”

(Müslim, Tahâret, 39)

*

Sahih Hadis-i Şerif Mesnedleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Kâbe'nin İçinde Namaz Kılma Konusu:

ResimResim---Abdullah ibn Ömer'den rivayet edilmiştir: "Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (Mekke'nin fethi günü beraberinde) Üsâme b. Zeyd, Bilal ile Osman b. Talha olduğu halde Beyt(ullah)'e girip üzerlerine kapıyı kapadılar. (Kapıyı) açtıkları zaman (oraya) ilk giren ben oldum. Bilal e rastlayıp ona: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Beyt(ullah'ın içind)e namaz kıldı mı?' diye sordum.
Bilal: “Evet, iki Yemânî direğin arasında namaz kıldı” diye cevap verdi.

(Buhârî Hac 51, 52, Salât 30, 81, 96, Teheccüd 25, Cihad 127, Meğâzî 77; Müslim, Hac 388-394 (1329); Ebu Dâvud, Menâsik 92 (2023); Tirmizî, Hac 47 (874); Nesaı, Kıble ö, Mesâcid 5, Menâsik 126, 127; İbn Mâce, Menâsik 79 (3063); Ahmed b. Hanbel, 2/3,4b,46,50,55,82,139,153)

Bir rivayette şu ilave yer almaktadır:

ResimResim---(Bilal'e,) “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (Kâbe'nin içinde) kaç rekat namaz kıldı?” diye sormak aklıma gelmedi.”

(Buhârî, Salât 81)

Başka bir rivayette ise konu ile ilgili şu ifade yer almaktadır:

ResimResim---Bilal'e: “Peygamber Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Kâbe'nin) neresinde namaz kıldı?” diye sordum. O da: “İki ön direk arasında (namaz kıldı)” diye cevap verdi.

(Buhârî, Salât 96; Müslim, Hac 391 (1329)

Konu ile ilgili diğer bir rivayette ise şu husus yer almaktadır:

ResimResim---(Kâbe'nin içinden dışarı) çıktığında Bilal'e: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, (Kâbe'nin içinde) ne yaptı?'” diye sordum. O da: “Bir direği sol tarafına, bir direği sağ tarafına, üç direği de arka tarafına alıp sonra namaz kıldı." dedi.

(Buhârî, Salât 96; Müslim, Hac 388 (1329)

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Kâbe'nin içinde o zaman altı direk vardı. Kâbe'nin, hadisin ravisi Mâlik döneminde Kâbe içindeki direklerden biri alınmış ve beş direk kalmıştı. Metindeki bu ifade, Kâbe içindeki direklerin sayısının sonradan değiştiğini göstermektedir. Bazı âlimler de, rivayetlerdeki bu farklılıklara bakarak olayın ayrı ayrı zamanlarda iki defa meydana geldiğini ileri sürmüşlerdir..

Yine konu ile ilgili başka bir rivayet şu şekildedir:

ResimResim---Bilal'e sorup: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, (Kâbe'nin içinde) namaz kıldı mı?' dedim.
“Evet, kapıdan giren kimsenin sol tarafına düşen iki direk arasında iki rekat namaz kıldı. Sonra dışarıya çıkıp Kâbe'nin [546] yüzü (kapısı) karşısında (Makam-ı İbrahim'de) iki rekat namaz kıldı." dedi.

(Buhârî, Salât 30)

Kâbe, mavi taşlardan yapılmış 15 metre yüksekliğinde, Mescid-i Haramın'ın ortasında, kuzey cephesi 10 metre, batı cephesi 12 metre, güney cephesi 16 metre, doğu cephesi 11 metre uzunluğunda küp şeklinde bir binadır.

Kur'an'ın ifadesine göre; yeryüzünde insanlar için yapılmış ilk bina Kâbe'dir. Kâbe'nin inşa tarihi ile ilgili pek çok rivayetler vardır. Kur'an-ı Kerim'de, Kâbe'yi İnşa edenlerin; Hz. İbrahim ile oğlu İsmail olduğu belirtilmektedir:


وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm(alîmu): İbrâhîm (a.s) ve İsmail (a.s), beyt'in (Kâbe'nin) temellerini yükseltiyorlardı (ve şöyle dua ediyorlardı): “Rabbimiz, bizden (bunu) kabul buyur. Muhakkak ki Sen, Sen, en iyi işiten ve en iyi bilensin.” (Bakara: 2/127).

Yine konu ile ilgili diğer bir rivayet şu şekildedir:

ResimResim---“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (Mekke'nin) fethi yılında Kasvâ (adlı devesinin) terkisinde Usame b. Zeyd'de olduğu halde (Kâbe'ye) geldi. Yanında Bilal, Osman b. Talha'da vardı. Devesini, Beyt(ullah)'ın yanına çöktürdü. Sonra Osman'a: “Bize (Kâbe'nin) anahtarını getir” buyurdu. Bunun üzerine Osman (hemen gidip annesinden Kâbe'nin anahtarını) getirip (Kâbe'nin) kapısını açtı. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Üsame b. Zeyd, Bilal ve Osman ile birlikte (Kâbe'nin içine) girdiler. Sonra (Kâbe'nin) kapısını üzerlerine kapattılar. İçeride uzunca bir zaman kaldılar. Sonra Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışarı çıktı. İnsanlar, (Kâbe'nin içine) girmek (için) koştular. Ben onları geride bırakıp Bilal'ı (Kâbe'nin) kapısının yanında ayakta (dikelmiş bir vaziyette) buldum. Ona: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Kâbe'nin içerisinde) nerede namaz kıldı” diye sordum. O da: “Şu ön iki direk arasında namaz kıldı” diye cevap verdi. O sırada Kâbe, iki sıra altı direk üzerinde kurulu idi.
(Bilal sözüne devamla): “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken Kâbe kapısını arkasına aldı. Yüzü ile de, (Kâbe'ye girdiğinde karşına gelen) duvara doğru durdu. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile karşısındaki duvar arasında üç arşınlık bir mikdara) yakın bir mesafe vardı.”
Abdullah ibn Ömer der ki -Bilal'e-: “Peygamber, Kâbe'nin içinde kaç rekat namaz kıldı” diye sormayı unuttum. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in namaz kıldığı yerde kırmızı bir mermer vardı.

(Buhârî, Meğâzî 77)

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kâbe'ye girerken yanına çok sevdiği Zeyd'in oğlu olduğu İçin Üsame'yi, müezzini olduğu için Bilal'i, Kâbe'nin hizmetçisi olduğu için Osman b. Talha'yı almıştır..
Kâbe'nin içine girdikten sonra kapıyı üzerlerine kapatmalarının hikmeti; izdihamı önlemek yada kalblerinin sükunet bulup tam bir huşuya ermesini sağlamaktır..


Yine konu ile ilgili başka bir rivayette şu ifade yer almaktadır:

ResimResim---Bana, Bilal ya da Osman b. Talha şöyle haber verdi: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kâbe'nin içinde iki Yemâni direğin arasında namaz kıldı.”

(Müslim, Hac 394 (1329)

İki direkle kast edilen; Rükn-ü Esved ile Rükn-ü Yemânîdir. Rükn-ü Esved'in iki fazileti vardır. Biri, Hz. İbrahim'in attığı temel üzerinde bulunmuş olması, diğeri de Hacerü'l-Esved'in bulunmasıdır.

Rükn-ü Yemâninin ise bir fazileti vardır. O da, Hz. İbrahim'in temeli vardır. O da, Hz. İbrahim'in temeli üzerinde bulunmasıdır. Hacerü'l-Esved, sözü edilen iki faziletinden dolayı istilam edilmek ve öpülmek suretiyle temayüz ermiştir. Rükn-ü Yemânî ise; istilam edilir, fakat öpülmez..

Bu hadis; Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Kâbe'deki namazı, Yemânî rükunlar arasında bulunan iki direk arasında kıldığı ifadesi; Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sağında ve solunda birer direk bulunduğu bildirilmişse de aslında burada direğin biri, ya diğer iki direkle aynı hizada bulunmadığından yada Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, namazı ona karşı kıldığından zikredilmemiştir..


ResimResim---Yine Müslim'in konu ile İlgili başka bir rivayeti şu şekildedir: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (Mekke'nin) fethi yılında Üsame b. Zeyd'e ait di bir deve üzerinde gelip onu Kâbe'nin Harîm'ine çöktürdü. Sonra Osman Talha'yı çağırıp ona: “Bana (Kâbe'nin) anahtarını getir' buyurdu. Osman hemen (Kâbe' nin anahtarını getirmek için) annesine gitti. Fakat annesi (Kâbe'nin) anahtarını ona vermek istemedi. Osman: “Vallahi, ya o anahtarı bana verirsin yada şu kılıç belimden çıkar!” dedi. Bunun üzerine annesi, anahtarı ona verdi. O da, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gelip anahtarı ona teslim etti. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (Kâbe'nin) kapısını açtı.
(Hadisin ravisi,) bundan sonra bu hadisin bir benzerini rivayet etti.

(Müslim, Hac 390 (1329)

Bu rivayetler, Buhârî ile Müslim'in (naklettiği) rivayetlerdir. Tirmizî'de, bu hadisi, bu üç rivayetten birine benzer olanı nakletmiştir.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in, beraberinde Üsame, Osman b. Ebi Talha, Fadl b. Abbas ve Bilal oldğu halde Ka'be'nin içerisinde namaz kıldığına dair bir çok hadis gelmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in, Kâbe'nin içerisine girip orada namaz kıldığını söyleyenlerin yanı sıra kılmadığını söyleyenler de vardır. Bu görüş ayrılığın sebebi, bu konuda Üsame b. Zeyd'den iki farklı rivayetin gelmiş olmasıdır.

Bütün bunlara rağmen, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ka'be'nin içerisinde namaz kıldığı umumiyet-' kabul' edlilmiş, hatta yeri ve şekli üzerinde bazı detaylara bile yer verilmiştir..


ResimResim---Yine Tirmizî'nin konu ile ilgili Abdullah ibn Ömer yoluyla Bilal'den naklen yaptığı başka bir rivayet şu şekildedir: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kâbe'nin içinde namaz kıldı.”
Abdullah ibn Abbâs ise: “Namaz kılmadı, fakat tekbir aldı.” diyor.

(Tirmizî, Hac 47 (874)

ResimResim---Ebu Davud'un da buna benzer bir rivayeti olup bu rivayetin içerisinde "direkleri" ifadesi yer almayıp (Peygamber, Kâbe'nin içinde) namaz kıldı. Kendisi ile kıble arasında üç arşın(lık bir mesafe) vardı" şu ifade yer almaktadır.
(Ebu Dâvud, Menâsik 92 (2024)

Abdullah ibn Ömer, Kâbe'ye girince, yüzü istikâmetinde ileri doğru yürüyüp kapıyı arkasında bırakarak karşısındaki duvara üç arşın kalıncaya kadar ilerler ve Bilal'ın haber verdiği yeri bulur, orada namazını kılarmış…

ResimResim---Yine bir rivayette şu ilave yer almaktadır: "Ben, (Bilal'e “Peygamber, Kâbe'nin içinde) kaç rekat namaz kıldı” diye sormayı unuttum.
(Ebu Dâvud, Menâsik 92 (2025)

ResimResim---Nesâî ise şu rivayeti nakletmiştir: "Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kâbe'ye girmişti. Yanında Üsâme b. Zeyd, Bilal ile Osman el-Hacebî vardı. İçeriye girince, üzerlerine kapıyı kapadı. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, dışarı çıktığında, Bilal'e: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (Kâbe'nin içerisinde) ne yaptı?” diye sordum. O da: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kâbe'nin bir direğini sol tarafına, iki direğini de sağ tarafına aldı. Üç direği de arkasında bıraktı. O sırada Kâbe'nin altı direği vardı. Sonra namaz kıldı. Kendisi ile duvar arasında üç arşınlık mesafe) vardı.
(Nesâî, Kıble 6)

Yine Nesâî'nin ilk baştaki rivayeti nakletmiştir.

ResimResim---Yine Nesâî, naklettiği bir rivayetin sonunda şu ifade yer almaktadır:“Kâbe'nin yüzü (kapısı) karşısında (Makam-ı İbrahim'de) iki rekat namaz kıldı.”

(Nesâî, Menâsik 127)

ResimResim---Yine Nesâî'nin konu ile ilgili başka bir rivayeti şu şekildedir: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Beyt(ullah)'a girmişti. Yanında Fadl ibn Abbâs, Üsâme b. Zeyd, Osman b. Talha ile Bilal vardı. Üzerlerine kapıyı kapayıp bir müddet içeride kaldılar. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (dışarı) çıktı. İlk karşılaştığım Bilal idi. Ona: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem (Kâbe'nin) neresinde namaz kıldı?' diye sordum. O da: “İki direğin arasına gelen yerde (namaz kıldı)” diye cevap verdi.
(Nesâî, Menâsik 126)

Resim

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Resim---“Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb: Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahibleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmran 3/7)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II - Mİ’RAC

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

Resim Mİ’RAC

Mi’rac hakkında münakaşa olur mu, olmaz mı?” gibi düşünce imansızlıktır...
Ruh ve Cesed yani “ abîd” olarak vâki’ olmuştur.
Mümkün müdür?”diye düşünmek ALLAH'ın kudretini tahdid yani sınırlandırmak olur ki bu tam inkârdır.
Kur’ân ALLAH kelâmı mıdır?”“Evet!..”
O hâlde burada düşünme!. Aklın ile dinsiz ve inkarcı olma!.
ALLAH'ın kudreti aklın ve düşüncenin varamadığı güçtedir.
ALLAH'ın insanlarca mahiyeti gizlidir.
Mi’rac hakkında rivâyet ve hikâyelere saplanmak da ALLAH'ı inkârdır unutma!..
ALLAH'ın kudretinden şüphe etmek küfürdür” Hadîs.
Bu böyledir azîzim! Secdeye kapan, İslâmın işi budur...

İnanmayana gelince;
İsbat kolaydan da kolaydır.
Gel isbat edeyim. Amma şunu evvelden kabul et.
Ya tımarhâneye veya mezara gidersin. Kabul ise, otur diz çök, bekliyorum!.

1 - İslâm dini ALLAH'ın dinidir
2 - Kur’ân ALLAH'ın kelâmıdır. Bunları müdafaya avukata lüzum yoktur. Kimi kime müdafa edeceksin...
3 - Resûlü Ekrem onun elçisidir, isbata lüzum yok.. Bunlarla uğraşmak şüphede olmak demektir...
Kuvvetin varsa bu lâflardan sonra bekliyorum yanına bir iki alarak gel otur, diz çök önüme! Korkma gel!
ALLAH'ı buldum!” diyen Kusto Beyi (Cousteau),
Ezan sesi duydum ALLAH'ı buldum” diyen misteri,
19 rakkamı ile Kur’ânın ALLAH kelâmı olduğunu söyleyen ve bunları büyük bir işmiş gibi dile alıp alkışlayan ve radyolarda konuşan âlimleri de beraber getir!..

Be serseriler ne arıyorsunuz!
ALLAH'ın dışında değilsiniz ki onu göresiniz... Bulasınız...
Siz kendi kendinizi dışarı attınız aklınızla, sonra o akıl ile ne arıyorsunuz.
Hangi hayvanla konuşmak istiyorsan gel seni konuşturacağım.
Su üzerinde mi yürümek istiyorsun, gel yürüyelim birlikte.
Tayy-i mekân mı istiyorsun. Nereye gel söyle gidelim birlikte...
Hakka kasem ederim ki doğru söylüyorum, gel durma bekliyorum!..

Ben insan sarrafıyım anlarım, içinde şüphen varsa konuşacağın hayvan pire de olsa seni parçalattırırım...
Su üzerinde yürürken sonra dibe yollarım...
Gideceğimiz yerde yapayalnız bırakırım...
İnancın tam ise gel!.. O zaman bunlar nasıl oluyor sen de öğrenirsin.
Yalnız yukarıda söylediğim ruh malzemesi ile gel... Bekliyorum!..
Yalnız merak ile gelirsen bu düşünce inanmama demektir tepelenirsin...
İnsan ahsen-i takvim yaratılmıştır, ilâhî esmâlarla, süslerle, kudretlerle donatılmıştır. Sen insanı ne zannediyorsun.
Hele bir defa sahibinin kulu ol da, gör ve bil kıymetini…

Muhiddini Arabî'nin “Es Semâ” ismindeki kitabında hadîs olarak bildirilmiştir:
“İlm-i nücum ile uğraşmayın baisi felâketiniz olur”.
“Yıldızları seyredin ALLAH'ın kudretini anlarsınız”.
“Gökyüzü ALLAH'ın varlığının en büyük delilidir”.


Mi’racda bu hududun çizildiği ve namazın kulun mi’racı olduğu tebşir edilmiştir.
Ceseden değil, ruhun feza ile uğraşması, düşünmesi kâfidir demektir.

İbrahim peygamber: Yüz üstü yere kapanarak dua ederlerdi, vahyi muayyen bir yıldıza bakaraktan geceleri alırlardı.
Musa Peygamber: Tur'da bir alev şeklinde görünen bir ağaçtan ses hâlinde vahyi alırdı, gece diz çökerek...
İsa Peygamber: Dağda gece ellerini göğe kaldırıp ayakta bakarak vahyi alırlardı. Hiçbir peygambere Cebrâil görünmemiştir.
Resûlü Ekrem: Gece gündüz, her yerde vahiy gelirdi. Cebrâil bazen
aslı ile, bazen de insan şeklinde, bazen de görmeden vahiy alırlardı.
Diğer peygamberlerin mu’cizeleri daima yer yüzünde vâki’ olmuştur.
Hepsi de vahyi kuvvetli ilham şeklinde alırlardı. Mu’cizeleri hep ilham ile tebliğ edilirdi...
Musa'nın asasının yılan oluşu. Kızıl Denizin asa ile vurarak açılması.
İsa'nın ölü diriltmesi hastaları iyi etmesi haberleri hep böyle vâki’ olmuştur.
Hızır A.S. peygamber olarak Musa ile mülâki olmuştur.
Resûlü Ekrem ile mülâki olmamıştır.

Şeytanın diğer peygamberlere insan şeklinde göründüğü, onlarla konuştuğunu rivâyet ederler.
Yine Resûlü Ekrem'e yanaşamamıştır.
Hatta ondan kaçmıştır diye rivâyetler vardır. Burası çok mühimdir. Düşün!..
Şeytan ismindeki risâlemizi de oku… Şeytanın ne olduğunu da anla!..

Mi’rac gece vâki’ olmuştur
Resûlü Ekrem vahyi ilk evvel gece almıştır.
Sonraları her yerde gece ve gündüz almıştır.
Sebebleri mânevî bir kanuna tabi’dir.
Diğer peygamberler yalnız geceleri muayyen yerlerde vahyi kuvvetli ilham şeklinde alırlardı...

Mi’rac, imkân âleminden ayrılıp kudret âlemine seyirdir, gidiştir.
Ondan dolayı imkân âleminin kudret âlemindeki sözcüsü yalnız Resûlü Ekremdir.
İmkân âleminin yaratılışındaki ilk nüvenin kudret âlemindeki ismi “Nûr-u Muhammedi “dir.
Diğer peygamberlerin hepsi kudret âleminden alınan emirlerin imkân âlemindeki sözcüsü kalmışlardır.
İmkân âleminde mevcud bütün herşey kudret âleminin görünmeyen kudret ve güçlerinin mevcudiyeti ile bâkidirler.
Bu kudret çekildi mi o şey ne ise fâni olur… Aslına döner...
İmkân âlemindeki hararet, elektrik dalgaları, ziyâ hep dipsiz fezadan geliyor. Atomlar, protonların hepsi dipsiz ulaşır...

İnsan cesedinde: Hayy
Ruh bu kudretin imkân âleminde madde tezahürüdür.
Hayy burada vücudun istemesindeki kudret demektir ve ruhun emrindedir. Onu kullanmak imkânına insan ulaştı mı, kudret âleminden olan ruh, kudret âleminin kudreti ile mücehhez olur, yani donatılır.
Nasıl elektrik saniyede 300.000 km. süratle gidiyorsa bu kudret seni de o sür'ate inklâb ettirir...
Tayy-i ses, Tayy-i sûret, Tayy-i renk bugün bulunmuş ise...
Ziyâ ve elektrik saniyede 300.000 km.
Ses saniyede 350 m. dir. Dikkat!.. Kilometre değil...
Ruhun sür'ati elektrik ve ziyâdan da çok fazladır.
Saniyede 350 m. olan sesi elektriğe yüklediğimiz zaman sür'at 300.000km ye çıkıyor. .
Cesedi, ruhun emrine aldığında; insanın, sesini uzağa göndermesi, oradakini işitmesi, konuşması, görmesi ve ceseden gitmesi mümkündür.

Subahânellezi isrâ bi abdihi
“Kul olarak” yani, “canlı cesedle” demektir.
“Mümkündür. Vâcibdir” demektir, imkân dahilindedir. Amma imkân âleminde... Kudret âleminde ise bu ruhladır.
Namaz mü'minin mi’racıdır” bu ne demektir?

Bu satırları yazana okuyandan bir soru gelecektir. Bu tabiîdir.
Bu soru aklın eremediği bir şüphe mahsulüdür.
Efendi sen Tayy-i mekân edebiliyor musun?..”
İnanıyorsan evet!.. inanmıyorsan hayır!..”
Dinle: “ALLAH'ın kudretinden şüphe etmek küfürdür.” Resûlü Ekrem söylemiş. Bunda şüphen var mı?

Bir tohumda bir ağaç gizli olduğunu biliyorsun. Fakat o tohumu hemen dikip ağaç yapmak mümkün değil...
Toprak, Su, Hararet, Hava, Müddet lâzım. Onu da biliyor musun?
Zaman lâzımdır unutma... Bu “unutma” kelimesini de unutma!..

Cesedini evvelâ ruhun emrine girecek duruma sok. Aklı işe karıştırma.
Böylelikle ruhla cesedin arasına giren akıl ile arkadaşlık hâlinde olan nefsi sahibine bırakmış olursun. Nefsinle uğraşma!..
Onu saptırmak için, Cenâb-ı Hakk şeytanı vazifelendirdi.
Hakk’ın emri olmasa şeytan bir iş yapamaz.
Nefsi, Cenâb-ı Hakk aynı zamanda serbes bırakmıştır.
Bu serbes bırakmak şeytan hikâyesinin esasıdır. Çözüm noktasıdır...

Ruh münkir olamaz. Kudret âlemindendir.
Cesed çok güç münkir olabilir.
Aklın, haddini nefse uyarak bilmesi sonu insan münkir olur. Kâfir olur.
Nefsini bilen ALLAH'ı bilir” sözü...
Nefsi sahibine bırakarak aklın çekilmesi lâzımdır aradan...
Ozaman kudret âleminden olan ruhun bildiği “ALLAH”ı bilirsin!..
“Ölmeden evvel ölün!” bunu idrak ederek yola girmek demektir.
ALLAH, nefse taşıyamayacağı şeyi yük etmemiştir” demek:
Onu yenmek mümkündür.
Bu yenmek demek: “Nefsi sahibine bırakın. O aşırı gidemez. Onu da hududlandırdık!” demektir.
Lafları iyi tahlil eyle, düşün, iyi anla… O zaman bizi anlarsın.
Bizi dedik yani sözleri demek istiyoruz.
ALLAH'ın kulusun. Sana imansızlık yaftası vurmaktan utanırım!..

Ruh, imkân âlemindeki cesede girdiği zaman cesedi, kendine bahşedilen akıl ile idare ve sevk eder. Anlar...
Kudret âlemini ruh bilir. Aklın hududu muayyendir.

Rüyada dikkat edersen: Ses vardır. Renk vardır. Konuşma vardır.
Rüya uzun gibi görünürse de 1 saniyede vâki’ olur.
Rüyada: Koku yoktur. Gölge yoktur. Küfretmek yoktur.
Rüyada bazen insan uçar. Uyanık iken mümkün olmayan işleri yapar...
Uykuda yürüyenler vardır.“Sairül fi’l- menam” somnambül.
Cambazların yapamadığı hareketlerle damlarda tehlikeli yerlerde gezerler, birşey olmazlar.
Onları uyandırdığınız dakikada akıl harekete geçer ve düşerler.
Onları uyandırmak tehlikelidir. Uykuda ruhla yürüyor.
Bu hâlledilememiştir, edilse bile neye yarar.
Onda gizli olanı anlamaya çalışmak daha iyidir.

Sizi süvariler kovalasa, yine sabah namazının iki rekat sünnetini bırakmayın!”

Bilmediğimiz bir âlemde, mi’racda Cenâb-ı ALLAH tarafından doğrudan doğruya arada vasıta olmadan sessiz sözsüz olarak Resûlü Ekrem'e üç rekât akşam namazı emrolundu. Arada yine vasıta yok...
Ondan sonra Cebrâil vasıta olmadan Resûlü Ekrem, an-ı vahidte Mekke'ye döndü...
Resûlü Ekrem ilk defa o gece yani mi’rac gecesi sabah olunca ta’yin edilen vakti beklerken iki rekât kendiliğinden namaz kıldı.
Şükrün son hududunda oldukları için bu iki rekât Resûl'ün şükür namazı oldu.
Sonra Cebrâil ile sabah namazının 2 rekât emrolunan namaz kılındı. Akşamı büyük bir sabırsızlıkla bekledi. Hemen üç rekât akşam namazı kıldı.
Ve hemen peşinden iki rekât daha kıldı, bu da akşam namazının sünneti oldu.
Bu ilk kılınan sabah ve akşam namazlarını başka kimse kılmadı.
Çünki henüz namazın emrolunduğunu söylemedi.
Vaktaki Cebrâil vasıtası ile vahyolarak bildirildiği zaman ilk olarak Hazreti Hatice'ye sonra da kendisine iman etmiş ashabına bildirdi.
Ve bu namazı sabah akşamı gizli olarak herkesin kendi evlerinde kılmasını tavsiye buyurdular.

Hadisi şerîfte “Sizi süvariler kovalasa yine sabah namazının 2 rekât sünnetini bırakmayın” söylemesi: Bir tavsiye değildir.
Gizli bir hikmetin ifadesi olduğu için kendilerine has bir nezaket içinde emirdir.
Çünki emirin yalnız ALLAH'a ait olduğunu bildiğindendir...

Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte kıldılar. Cebrâil'in bu namaza refakati de muhakkak ki emirledir. Bu emir de vahiydir.
Vaktinde kılınmayan sabah namazı öğleye kadar (bilirsiniz) kaza değil, sünnet ile birlikte kılınmasına ruhsat verilmesi bundan dolayıdır.
Hâlbuki sünnetlerin kazası yoktur.
Bazı kimselere vakit geçse, akşam ve sabah namazları kazaya kalsa bile sünnetleri de birlikte kılınır. Sebebini söylemek doğru olmaz.
Fetvayı Hindide; Farzın, vâcibih, sünnetin kazısı olur diye fetva-yı şerîf vardır. Bunun sebebini söylemek de doğru olmaz.

Akşam namazının sünneti için Resûlü Ekrem niçin kıldıklarını söylememişlerdir, söylemedikleri de bir hikmete tabi’dir.

Mekkede sabah ve akşam namazları kılınmıştır.
Medine'ye teşriflerinde “Hafizu” âyeti indiği zaman ara namazları da kılınız emri üzerine 5 vakit namaz olmuştur.
Sabah ve akşam namazlarında melâikelerin de kendi tesbihatı, bu namazı kılanlarla yaparlar.
Onların vakitlerini bilmediğimizden; “Sabah namazının sünnetini kaçırmayın!” bir rahmetin kaçırılmaması için Resûl'ün gizli bir tavsiyesidir. Ümmetine...

Unutmayın, Sabah vaktinde: Âlemde herşey başkadır.
Canlı cansız herşeyde bir sükûn vardır.
Tam bu vakitde âfet olmaz. Bu zaman az ve kısadır.
“Seher vaktidir.” O zaman bir rüzgâr eser. Hayvanlar susar.
Ven necmü veş şecerü yescüdan” ... O zamandır.
Şebnem o zaman olur.
Muayyen bir çiçek ve ottan bir koku vardır her şeyde...
Denizlerde medd ü cezir olur. Kuşlar zikrederler.
Rızık dağılır. Yıldızlar bile kıpırdamaz…

Bütün bunlar “Sünnetullah” kanunlarının fizikî, kimyevî, meteoroloji nizamı ile örtülmüştür.
Kâinattaki bütün tabiî kuvvetler maddenin görünmeyen cüz’ülerine yani atomlarına ait işleme hâlleridir.
Bütün kâinat, âlem hareketten ibarettir. Tesbihat budur.
Kemâle erme gelişme, hareket ve tekâmül...
Eskiyen madde yerine hissolunmaksızın yeni maddeler ortaya çıkar.

Herşeyin hakikatini bilmek mümkün değildir.
Yalnız maddelerinden ayrılmayan şeyleri bilmek mümkündür.
Hakikatler ya maddî veya mânevî olur.
Maddî ilimler, his ve akıl ile; mânevî ilimler, keşf ve ilham yolları ile hasıl olan ilâhî bilgilerdir.
Kelimesiz, sözsüz bir tebliğin (mesajın) sözcüsü, medyumu olmak herkesin kârı değildir.

Namazlarınızın bir kısmını evlerinizde kılın!” Hadîs-i şerîf
Kılınız!” değil dikkat.!.. Teker teker bir ihtardır bu…
Evlerinizi kabirlere çevirmeyin!” hadîsi şerîfinde Resûlü Ekrem ne demek istemiştir. Kabirlerde namaz kılınmaz.
Evinizi kabirlere çevirmeyin demekte evinizde de rahmeti çekin demektir. Eviniz ölü değildir.
Nûrlansın demektir en basit olarak...
Bunu açıklamak da doğru değildir…



Resim


Vâki’: Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan. * Geçmiş olan, geçen.
Tahdid: Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Tarif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek.
Rivâyet:
Tebşir: Müjdelemek. Hayır haber vermek. Müjdelenmek.
Tur: Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir.
Mu’cize: İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise. * Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir
Mülâki: Kavuşmak, buluşmak.
Sairül fil menam: Uyur gezerler.
İlm-i nücum: yıldız ilmi, falcılık.
Feza: Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü. Yer geniş olmak. Açık sahra. Saha. Yerde akan su.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Nüve: Çekirdek, asıl, menba.
Mücehhez: Noksanları tamamlanarak hazırlanmış, lüzumu olan silâh ve sair şeylerle donanmış. Cihazlanmış.
Hararet: Sıcaklık.
Münkir: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Refakat: Arkadaşlık, beraberlik.
Medd ü cezir: Coğ: Deniz sularının kabarması ve tekrar geriye çekilmesi.
Nizam: Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. * İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide. * Bir işin sebat ve kıyamına medar, sebep olan şey ve hâlet.
Cüz’: Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası. * Kitab forması. * Küllün mukabili. * Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası. * Kanaat. İktifâ eylemek.
Ruhsat: (C.: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade. * Genişlik. * Kolaylık. * Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisinin malını itlaf etmek de bu kabildendir ki, bu halde bu itlaf hakkında bir ruhsat-ı şer'iyye bulunmuş olur. Bir hâdisede, azîmet ile ruhsat içtima' edince, azîmet tarikını iltizam etmek, bir takva nişanesi sayılır.
Medyum: (Medyom) Lât. İspirtizmacılık için vasıtalık eden.
An-ı vahid: Bir anda, hemence.
Fetvayı Hindiyye: el-Fetâvâ't-Tatarhâniye, Alim b. Alâ başkanlığında bir heyet tarafından yazılmıştır. el yazması, İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi No 10. Halife Bahadır Alemgir Han'ın desteği ve teşviki ile hazırlanan "Fetava-i Hindiyye" kıymetli bir fıkıh kitabıdır. Şeyh Nizamüddin'in başkanlığında ulemadan bir heyet tarafından; (tasnifi "El Hidaye" örnek alınarak) hazırlanmıştır. Bu eserde; "Zahirü'r Rivaye"; " Nevadir" ve " Vakıat"; imkanlar ölçüsünde belirtilmiştir. el-Muhit, Muhammed Radiyüddin Serahsi'ye aittir. Bu kitabında; "Zahirü'r Rivaye" ve "Nevadir" olan görüşleri özellikle belirtilmiştir. Bu açıdan oldukça kıymetli bir eserdir.


Kaptan KUSTO:
Jacques-Yves Cousteau (d. 11 Haziran 1910 - ö. 25 Haziran 1997), Fransız okyanus uzmanı, deniz subayı ve sinema yönetmeni.
Time dergisinin 20. yüzyılın en önemli simaları arasında gösterdiği ünlü deniz ara ştırmacısı ve bilgini Kusto, sonunda, Kur’ an’ a hayran olmuştur.

Fransız sualtı araştıncısı, kşifl ve yazandır. Sualtı dünyasınıanlatan filmleri ve kendi buluşu olan iki kişilik derin daima hücresi ile billniı. Şöhreti Fransız Cumhurbaşkanını geçmiş olan Kusto 26 yaşmdan itibaren denize ve su altına merak sardı. Araştırdıkça da bir başka güzellikdünyasıyla karşılaşmaktan gelen büyük bir zevkle deryalara hayran kaldı. 195 l’den itibaren Katipso adlı gemiyi satın alarak ve su altında daha fazla durmasını

sağlayacak bir kısım aletleri geliştirrek, ihtisasını derinleştirdi. Dünyanın bütün denizlerinde ve büyük sularında filmler çekti, televizyon programları hazırladı aynı konuda kitaplar yaz. Büyük akvaryumlar ve müzeler kurdu.
Dünya televizyonlannda uzun müddet yayınlanan Yaşayan Deniz programı ile okyanusların sırlarım gözler önüne getirdi. Cebelitank Boğazı’ndaki araştırmalannda iki farklıdenizin su kütlelerinin birbirine karışmadığını tespit etti. Aralarında yoğunluk farkı olduğundan Atlas Okyanusu’na ait su kütlesi üstte, Akdeniz’e ait su kütlesi de altta olmak üzere iki su kütlesi birbirlerinin tarafına devamlı olarak aktıklan halde birbirlerine karışmamaktaydı. Yani, Atlas Okyanusu’nun suyu Cebelitank Boğazı’ndan Akdeniz’e, Akdeniz’in suyu da Atlas Okyanusu’na akmakta, fakat iki su kütlesi arasında su alışverişi olmamaktaydı. Bu çalışma ve incelemenin sonunda keşfettiği bütün bilgilerin 1400 yı1 önce Kur’an-t Kerim’de bildirildiğini görünce önce şaşırdı, sonra Kur’an’m hak kitap olduğunu kabul etti.

Kaptan Kusto Kur’an’a hayran olmasına sebep olan olayı şöyle anlatır:
“1962 senestnde Alman ilim adamları, Aden Körfezi ile Kızıl birleştiği Mendeb Boğazt’nda, Kıztldeniz’irı suyu ile Hint Okycmusu’rıun suyunun birbirine kanşrnadığtnı belirlemişlerdL Biz de Cebelıtank Boğazı’ndan karşılıklı akıntı olduğu bilinen AtLas Okyanusu ile Akdeniz’in sulanmn birbirine kanşıp, kanşmadığtnı araştırmaya başladık. Önce, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve yoğunluğu ile barındırdığı canlılarıtespit ettik. Aynı araştırmayı Atlas Okyanusu’nda tekrarladık. iki su kütlesi binlerce yıldır Cebetttank Boğ azı’nda birleşiyordu. Bu durumda. iki su kütlesinin kanşması ile tuzluluk, yoğunluk gibi unsurların birbirine denk, hiç olmazsa birbirine yakın
olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın lasımlannda bile deniz suyu kendi özelliğini koruyordu.
Yani, iki denizin birleşme sathında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine kanşmasını engelliyordu. Bu durumu açtığım Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İsldm’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in bunu açık bir şekilde yazdığını söyledL Hakikaten bu hakikat, Kur’an-ı Kenim ‘de dosdoğru açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur’an-ı Kerim ‘in Allah kelCımı olduğunu anladım. İslam dini, manevi gücü ile bana kaybettiğim oğlumun acısı- na dayanma sabrını verdi


Kitapları:
Le monde du silence (Sessizlik Dünyası),
La planète des baleines (Balinalar gezegeni),
L'Homme, la Pieuvre et l'Orchidée (İnsanoğlu, Ahtapot ve Orkide
.

Ezan sesi duydum ALLAH'ı buldum” diyen mister:

MALEZYALI astronot Dr. Sheikh Muszaphar Shukor, uzayda nasıl bir ibadet yapılacağını göstermek için 9’uncu Müslüman astronot olarak uzaya gittiğini belirterek, “Uzay İstasyonu’nun içerisinde bu ezan sesini duydum” dedi.
MALEZYALI astronot Dr. Sheikh Muszaphar Shukor, uzayda nasıl bir ibadet yapılacağını göstermek için 9’uncu Müslüman astronot olarak uzaya gittiğini belirterek, “Uzay İstasyonu’nun içerisinde bu ezan sesini duydum” dedi. Star gazetesinde yer alan habere göre, Türksat AŞ’nin davetiyle Türkiye’ye gelen Shukor, uzayda namaz kıldığını ve oruç tuttuğunu söyledi. Uzaya gitmek isteyen 11 bin 435 kişi arasından seçildiğini kaydeden Shukor şunları kaydetti: “İslâmiyet bir yaşam biçimidir. O yaşam biçimini nasıl uzayda da devam ettireceğimizi göstermek istedik. Malezya’da dinî otoriteler, uzayda dinî görevlerini nasıl yapılacağına ilişkin bir fetva hazırladı. Uzay seyahatim Ramazan ayına denk gelmişti. Oruç ve ibadet zamanı uzaya gidilen yere bağlıdır. Kazakistan saatine bağlı olarak 5 vakit namazımı kıldım. Abdest olarak da teyemmüm aldım. Kıble olarak dünyaya yönünüzü çevirmek gerekti. Namaz kılmak için ayakları bağlamanız gerekiyordu, yer çekimi olmadığından.” Uzayda herkesin bir mucizeyi hissedeceğini belirten Shukor, “Ben orada ezan sesini duydum. Uzay İstasyonu’nun içerisinde gerçek olarak bu ezan sesini duydum. Diğer astronotların ezan hakkında bilgileri yoktu, ama ben bizzat fiziksel olarak o sesi duydum“ dedi.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Muhakkak ki ebced hesabı yapan ve yıldızlara bakan kimselerin Allah katında hiçbir nasibi yoktur.”
(İbni Abbas r.a.’den; Beyhakî Sünen (7/240) İbn Receb Fethul Bari (3/142) İbn Hacer Fethul Bari (11/351) Suyuti İtkan (1/241) Taberani (9/254)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in amcasının oğlu ve hanımı Hz. Meymune validemizin de yeğeni olan Abdullah b. Abbas rivayet ettiği bu hadiste, bir gece yanlarında kaldığı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gecesini anlatıyor ki o sıralar yaşı onbeşe yakın bir gençti: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gecenin sonuna doğru kalktı. Dışarı çıktı, gökyüzüne baktı, sonra Âlu İmrân Sûresi'nin şu iki âyetini okudu: "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için şüphesiz deliller vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üzere yatarken, Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler ve Şöyle derler: Rabbimiz! sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tesbih ve tenzih ederiz. Bizi cehennem ateşinden koru" (Âlu İmrân, 3/190-191). Sonra eve döndü. Dişlerini misvakladı ve abdest aldı. Ayağa kalkarak namaz kıldı, sonra yanüstü yattı. Sonra yeniden kalkarak dışarı çıktı, gökyüzüne bakarak, aynı âyetleri tekrar okudu, sonra dönerek yine dişlerini misvakla temizledi, abdest aldı, sonra kalktı ve namaz kıldı"
(Müslim, Tahâre, 47, MüŞâfirin, 183,191; Ebû Dâvud, Tahâre, 30; Ahmed b. Hanbel, I, 275, 350, V, 312)

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb: Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.(Âl-i İmrân 3/190)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr: Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Âl-i İmrân 3/191)

“Nefsini bilen ALLAH'ı bilir”:

Resim---Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem : " Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir " buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

“Ölmeden evvel ölün!”:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!: “Mutü kable en temutü: ÖLmeden önce ÖLünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Sizi süvariler kovalasa, yine sabah namazının iki rekat sünnetini bırakmayın:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her kim bir gün ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekat namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir ev bina edecektir. Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından önce iki rekat, öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat." buyurmuştur.
(Tirmizi, Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; İbn Mâce, İkâme, 100)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Düşman süvarisi kovalasa bile sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyin" buyurmuştur.
(Ebu Davud, 2/301, no: 1258; Ahmed b. Hanbel, 2/405)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Sabah namazının iki rekatı sünneti dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır" buyurmuştur.
(Müslim, Misâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190)

Resim---Âişe radiyallahu anha: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sabah namazının iki rekatı gibi başka hiç bir nafile namaza devam etmemiştir" buyurmuştur.
(Buhâri, Teheccüd, 27; Müslim, Misâfirîn, 94)

Namazlarınızın bir kısmını evlerinizde kılın:

Resim---İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz." buyurdu.
(Buhârî, Salât 52, Teheccüd 37; Müslim, Müsâfirîn 208, 209. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 199, Vitir 11; Tirmizî, Salât 213; Nesâî, Kıyâmü'l-leyl 1)

Resim

ALLAH'ın kudretinden şüphe etmek küfürdür:

وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُم بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ lekum ve li tatmeinne kulûbukum bih(bihî), ve men nasru illâ min indillâhil azîzil hakîm: Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.
(Âl-i İmrân 126)

وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ وَطُورِ سِينِينَ وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ
Resim---Vettiyni vezzeytuni Ve turi siyniyne Ve hazelbeledil'emiyni Lekad halaknel'insane fiy ahseni takviymin Sümme redednahü esfele safiliyne İllelleziyne amenu ve amillus salihati felehum ecrun gayru memnunun Fema yükezzibuke ba'du biddin Eleysellahu biahkemil Hakîmin”: “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır. Artık bundan sonra, cezâ günü konusunda seni kim yalanlayabilir? ALLAH, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?(Tîn 95/1-8)

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
Resim---Ven necmü veş şecerü yescüdân”: “Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.” (Rahmân 55/6)

“ALLAH, nefse taşıyamayacağı şeyi yük etmemiştir”:

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 2/286)

“Hafizu” âyeti:

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Resim---''Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn: Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun.” (Bakara 2/238)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ResimİNSAN - BEŞER - ÂDEM…

İNSAN: Bu kelime ALLAH dilinde; cisim ve şekil itibarı ile aynı dişi ve erkek cinsleri olan canlı, düşünen “Natık”...

BEŞER: İnsan seklindeki canlı. Âdemden türeyen insan şeklindeki canlı.

ÂDEM: İlâhî bir hamuleyi taşıyan insanın görünmeyen ruh hamulesinin ismi...

ÂDEM: Ebu’l-beşerdir. Bir şahsın ismidir.
İnsan şeklindeki nesnede âdemiyeti ortaya çıkması için vesile olan ALLAH'ın ilk yarattığıdır.

Bu hamuleye yani âdemiyet hamulesine melekler secde etmiştir, maddeye, cesede değil...
İnsanlar da kendilerinde bulunan bu hamuleye secde ederler. Yani aslına.

Azîz Mahmud Hüdayî saraya dâvet edilmiş, iftardan sonra padişah, erkân-ı vüzera, şeyhül İslâm salona teşrif etmişler.
Salonda da fakirlere yemek yedirilmiş.
Herkes Hüdaî Hazretlerinin ve padişahın içeri girdiğini görünce kıyam etmişler...
Fakir ve zayıf bir adam da elindeki yemekle bir köşede yiyiyormuş.. Yerinden kıpırdamamış, Padişahın dikkatini çekmiş.
Padişah hiddetlenmiş ama, Hüdaî Hazretlerinin yanında belli etmemiş, oturmuşlar...
Bir müddet sonra o fakir yemeğini bitirmiş, yerinden kalkmış, Hüdai Hazretlerinin önüne giderek bir secde yapmış ve geri çekilerek gitmiş kapının yanında oturmuş.
Bir müddet sonra Hüdaî Hazretleri yerinden kalkmış o adamın yanına gelmiş, önünde secde yapmış...
Adam ağlayarak kapıdan çıkmış gitmiş.
Bunun sırrını kimse çözememiş.
Padişah: “Şeyh efendi Hazretleri o zât siz içeri girdiğiniz zaman vezirler ve bütün millet ayağa kalktığı hâlde o kalkmadı. Ben buna üzüldüm ve hatta hiddetlendim. Huzurunuzda bunu belli etmedim. Bunun hikmetini lütuf buyururlar mı?” demiş.
Azîz Mahmud Efendi Hazretleri: “Şevketlüm siz benim cesedime kıyam ettiniz. O fakir zât benim aslıma secde etti. Ben de onun aslına gittim secde ettim” buyurmuşlardır.
Bu hadiseyi merak eden Topkapı Sarayında Arşv-i Osmani'de 87.nci cildinde bulunabilir.

Kâbe dört köşedir (yüz).
Dört tarafından da Kâbeye doğru secde ederler.
Kâbenin içinde bulunan bir zât da istediği tarafa secde eder.
İçindeki bir zât ile dışındaki bir zâtın aynı tarafta olduğunu farz ederseniz Kâbe duvarını bir an için ortadan kaldırın şahıslar birbirlerine secde etmiş olurlar. Düşünmek gerekir…

Havva: Âdem değildir.
Ondaki cevher muayyen şekildeki canlılık ki buna şekli itibarı ile insan diyoruz ki o da beşerdir.
Onu Hakk’ın kudreti ile ortaya çıkaran kadın...
Çiftleşmekten husule gelen nesne insan beşerdir. Âdemiyyet başkadır.
Resûlü Ekrem'in aldığı bütün kadınlardan çocuğu yoktur kalan...
Dul aldıklarından da evvelce dünyada kalmış çocukları yoktur.
Yani üvey evlâtları yoktur. Düşünmek gerek!.
Bu işler herkesin kârı ve üzerinde söz ve mütalâa yürüteceği meseleler değildir.
Görünmede hüner yoktur. Görünmeyeni görmede hüner vardır.
İnsan-ı kâmil velî demek, bu dünyada iken “Âdemiyet” Hamulesiyle görünmek hünerine mazhar olandır.

Bir âyet-i kerîme vardır;
Hüve’l- Evveli hüve’l- Âhiri hüve’l- Zâhiri hüve’l- Bâtın.”
Hüvel evvel : Nûr-u Resûlullah, bütün bu nûrdan kâinat yaratılmıştır.
“Sen buna, aklın sarsılırsa ilk atom nüvesi de!”
Hüve’l- Âhir: Ümmeti...
Hüve’l- Zâhir: Nübüvvet
Hüve’l- Bâtın: Resûlü Ekrem'in ledünnî iz âlemi...
Bu âyet bu hakikati gizlemektedir...

Bozüyük. 9.11.1949 gecesi rüyamda Kâbeyi tavaf ediyordum.
Sarıya meyyal beyaz sakallı cüsseli ve gâyet küçük gözlü bir zât sağ omuzuma dokundu...
Oğlum, sana bir gün soracaklar: “Kâbe nedir?
Cevabın şu olsun: “Kâbe ->Kevni Hakikatlerle İlâhî Hakikatlar arasında bir geçit... Görünenlerle görünmeyenler arasındaki geçit.. Onun için namazda ilâhî hakikatlerin zuhuruna vatan olan Kâbeye dönmek lâzımdır. Böylelikle sûretler Kâbenin sûretinde secdeyi bulurken, bildiğimiz hakikatlar de onun bilinmeyen hakikatında secdeyi bulur...
Dikkat edersen, namazda, ötelerin şartından bu dünyada alınan bir rayiha vardır. Kendini Kâbenin içinde farzet, batıya doğru namaz kılıyorsun.
Kâbenin duvarının dışındaki adam da Kâbeye doğru kılıyor.
Kâbe duvarını kaldırırsan karşı karşıyasın. O hâlde içdeki ve dışardaki duvara mı dönüyorlar, duvarı kaldırırsan yüz yüzedirler
”.
Sonra bana avucunun içini öptürdü. Ve dedi: “Ben Muhiddini Arabîyim...”
Devam etti: “Gölge ile Vücud birbirinin aynı değildir. “Vahdet-i Vücud” düşüncesi yanlış gibidir...
Bu düşünce eşiği o kadar derin ve girift bir incelik merkezidir ki orada çoklarının ayağı kaymış ve çoklarının kalbindeki hissî selâmet bozulmuştur...
Bütün akılların idrak edemediği ALLAH sırrının çözüm noktası ölümdür... “Her şey bana dönecektir” âyet.
Bu ölmek değildir. Ölmek diye birşey yoktur. Şekilden sekile girmek vardır...
Ölümü herkes anlar. Fakat tekrar dirilmede akıl bulanır, vehim şüphe içinde kalır.
Ölmek diye bir şey yoktur”...
ALLAH, ölüm ve tekrar dirilme ile bunu perdelemiştir, gölgelemiştir... Neyi?
Gölge, bir cismin, mekânda bulunduğunu bildiren maddeden ayrı bir görüntüdür. Ölmek diye bir şey yoktur.
Gölge, bir cismin mekânda bulunduğunu bildiren maddeden ayrı bir görüntüdür.
O, varlığın mekânda bulunduğunun isbat ve şâhididir. Kim?..
Gölge... Gölgesi olmayan ne var düşün bakalım!
Mekânda birçok şeyler vardır. Gölgesi yoktur.
Bu yoktur demekle ne kastediyoruz onu anlayarak düşün. O zaman suale cevab bulursun...
Şunu da hatırlayarak düşünmek lâzımdır. Gölgenin de gölgesi vardır.

Gölge ziyâ ile teşekkül eder.
Ziyâ yani ışık olmayan yerde gölgeden bahsedilemez.
Gölgeyi tevlid eden müessir yani ziyânın kudret, kuvvet, hafiflik, sönüklük derecesine göre gölge berrak görünürlükten belirsiz hâle kadar değişir. Aynı zamanda geliş, derece, yükseklik, alçaktık durumuna göre de büyür, uzar kısalır, küçülür gözden uzaklaşır, âdetâ kaybolur...
Gölgesi olmayanları arayıp bulunuz, ondan sonra düşünerek gölge hakkında kanaat ve mütalaaya varınız...
Gözümün nûru namazdır” diyen Resûl'ün gölgesi yoktu...

Namaz vakitleri gölgenin değişmesi ile ta’yin edilir...
Gölgenin büyüyüp küçülmesi, yok oluşu, görülmeye başladığı vakitlerdir bunlar...
Bu vakit gelmeden namaz farz olmaz. Bunu çok düşün!..
Namaz vakitle farzdır. Vakit geçti mi o namaz kaza olarak edâ edilir.
Yalnız akşam ve sabah namazlarında gölge hikâyesi bahis mevzu’u değildir. Niçin?
Onu söylemeyeceğim… Size birşey söyleyeyim mi?
İtiraz etmeyin, münakaşaya girmeyin.
Rüyada gördüğümüz şeylerde gölge yoktur.
Dikkat etmediğimizden veya etmek imkânı olmadığından öyle şey olur mu demeyiniz...

Vakit yoksa namaz da yoktur.
Şimalde altı ay gece, altı ay gündüz oluyor. Buralarda ibâdet tamamıyle başkadır.
Öyle yerler vardır ki güneşin doğması ile batması bir olur. Biraz düşün!.
Mi’racta ilk akşam ve sonra sabah namazı bildirildi.
Beş vakit namaz, bu namazlardan 3 sene sonra “ara namazları da kılın” âyeti ile Resûlullah tarafından ta’yin edilmiştir...

Rüyada: Renk ses vardır. Koku yoktur. Bir de gölge yoktur...
Niçin bunlar yoktur merak etme!..
Efendim ben gölge gördüm!” diye zırıltı etme!
Yoktur... Hemen cevab verilecek şeyler de değildir bunlar...
Din âlimiyim!” diye de zırıltı etme! Onu bilenler de vardır.

ALLAH, kelâmında gölgeden bildirir.
Onlar gölgelik olan Arşın gölgesinde otururlar.” âyet.
Gölge kaybolur, gönül doyunca” diye kibar bir söz vardır.
Ruhla beden aynı şey değildir...
Ruhla doymuş olsa beden ne acıkır, ne de yorulur.
Bu hâl hâlvette öğretilir”... Ama su ister...
İnsan bir gölgedir. Dünya yüzünde.. Kimin gölgesi?
Onu da sen bul!. ALLAH'ın kulusun sana o kadar iz’ansızlık yaftası vurmaktan utanırım!.”

Nasib bitiyordu: Kâbenin cenub kapısından beni dışarı çıkardı...
Haydi oğlum yürü ARAFAT'a çık... Yolun NÛRlu olsun!..
Kulağıma yavaşça âdetâ koku gibi fısıldadı: “Âlem, sıfat-ı kemâllerin zuhur mahallidir. Başka söze kulak verme!..

Büyük bir ter içinde uyandım sabah ezanı okunuyordu...

9.11.1949


Resim

Natık: Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. * Altın ve gümüş gibi olan mal.
BEŞER: (Beşere) İnsan derisinin dış yüzleri. * İnsan. Âdem
Hamule: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
Ebu’l-beşer: Beşerin Babası.
Nesne: şey, herhangi bir şey.
Erkân: (Rükn. C.) Rükünler. Esaslar. Temeller. İleri gelen kimseler.
Vüzera: (Vezir. C.) Vezirler. (Bak: Vezir)
Şevket: Kudret ve kuvvetten doğma haşmet. Padişaha mahsus heybet ve saltanat
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Hüner: f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.
Nüve: Çekirdek, asıl, menba.
Ledünn: (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Ledünnî: Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait.
Tevlid: Çocuğu doğarken almak. Doğurmak. Doğurtmak. * Mc: Sebep olmak, vücuda getirmek. * Beslemek. Terbiye etmek.
Müessir: Te'sir eden. İz bırakan. Te'sirli. Dokunaklı. * Hükmünü yürüten. * Eserin sahibi.
Meyyal: Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün. O renğe çalan, yakın.
İz’an: Basîret. Anlayış. Teslim olup itaat etmek. Akıl. Zekâ. İnanç.
İdrak. Bilmek. (Bak: Dimağ)
Sıfat-ı kemâllerin: Kemâl sıfatlarının.
Hâlvet: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
Cenub: Güney. Şimalin zıddı olan taraf.
Zuhur: Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr.
Mahal: Yer. Mekân. Cây.


Resim

“Gözümün nûru namazdır”:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bana, (dünyânızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nûru ise namazda kılındı." buyurdu.
(Enes radıyallâhu anh’dan ; Nesâî, İşretu'n-Nisâ 1, (7, 61)

Resim

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Resim---Huve’l- evvelu ve’l- âhiru ve’z- Zahiru ve’l- Batinu ve huve bikulli şey'in 'aliymun.: O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir.(Hadîd 57/3)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II - VAKİT-NİYET

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ResimVAKİT-NİYET

Namaz, Oruç, Sadaka-i fıtır gibi ibâdetlerin müşterek iki şartı vardır:
1- Vakit
2- Niyet.
Bunların ikisi de âyet-i kerîme ile sabittir ve farzdır.
Vakit girmeden hiç biri farz olmaz.

Ramazan ayında hilâlin görünmesi ile oruç başlar.
Ruyet-i hilâl, bu da âyet-i kerîme ile sabittir, nassdır.
Resûlü Ekrem hilâli görmeden oruç tutmadı.
Kendileri Medine'ye teşriflerinden sonra oruç farz olduğundan 9 ramazan oruç tutmuşlardır.
Bir gün bir zât gelmiş: “Yâ Resûlullah ben hilâli gördüm” demiş.
Resûlü Ekrem: “sen müslümanmısın?”
Evet Yâ Resûlallah
Adam kelime-i şahâdet getirmiş ve Resûl buna “evet” demiş ağızlarını çalkalayarak niyet etmiş.

Oruç açmak ise güneşin batmasına göredir, o da âyet ile sabittir. Ramazanın birinci günü bir adam niyet etmeden yemese, içmese, yani fiilî oruçlu olsa Ramazan orucu tutmuş olmaz, o gün için kaza eder.
Yine bir kişi ramazandan başka bir ay hatta iki ay oruç tutsa, Ramazan orucunu edâ etmiş olmaz.
Ramazan orucunun başlangıcı ruyet-i hilâl iledir.

Vakit girmeden namaz farz değildir, girdiği dakikada farz olur.
Onun için vakitleri kaçırmayınız emr-i Resûlü vardır.
Mi’racta emrolunan akşam ve sabah namazlarını da vaktinde kılmak muhakkak lâzımdır.
Süvariler sizi kovalasa sabah namazının sünnetini kaçırmayınız” emr-i Resûlü çok mühimdir. Dikkat et, bu ne demektir.
Ben bile korkarım ve farzdan evvel kendimi hazırlarım” demektir.
Dünya yüzünde ruyet-i hilâli tesbit etmek mümkün değildir.
Hatta hakiki namaz vakitlerini de tesbit çok zordur.
Akşam ve sabah vakit namazları Hakk’ın emridir.
Diğer namazların vakti ise Resûlü Ekrem tarafından tesbit edilmiştir.
İslâmda her şey hüccete “kanaata” dayanır.
İslâmda bu hüccet, Resûlü Ekrem'den sonra kurulmuştur.
Resûlü Ekrem zamanında âyet-i kerîmeden başka hiçbir şeye bakılmazdı.

1 - Âyet
2 - Hakiki hadîs
3 – icma’-i ümmet (yani herkesin bunu kabul etmesi).
4 – Kıyas-ı fukaha

Bu deliller baştan sona doğru gittikçe zayıflar.
Yani hadîs âyet hükmünü değiştirmez.
Zâten öyle bir hadîs yoktur, olsa da hakiki hadîs değildir.
İcma-i ümmet, hadîs hükmüne ilişemez, ilişirse o da uydurmadır.
Kıyas-ı fukaha, icma-i ümmeti bozamaz.
Fakat esas âyet-i kerîmedir, diğerlerinde yine şüphe mevcuddur.
Dünyanın her yerinde ramazan şu gün başlar diye hesap etmek büyük bir hatadır.
Ruyet-i hilâl meselesinde ramazanın başlangıcı hakkında söylemek
bugün çok tehlikelidir.
İsrailiyet ile yani Yahudi uydurmaları ile bir hâle gelmiş bugünkü İslâmi hükümler âdetâ nass gibi kabul edildiği için susuyorum.

Gel bir an sana hâlvetten bir iki söz edeyim. Başka bir mevzu’da...
Yağmur duası küfürdür. Şaşırdın… Bana münkir nazarı ile baktın. Evet haklısın.
Amma beni biraz dinle ve dinledikten sonra da ses çıkarmadan çek yanımdan git!
Medinede ve etrafında kuraklık olmuş.
Resûlü Ekrem'e gelmişler: “Dua et Yâ Resûlallah!” demişler.
Dikkat et sözlerime!..
Mübârek gözlerinden yaşlar gelmeye başladı.
Gözlerini yummuş ve mübârek başını göğe doğru çevirerek: “Yâ Rabbi bunlar sabır nedir bilmiyorlar... Senin her şeyi bildiğine gördüğüne, hatta Er Rezzâk olduğuna dair imanlarında farkına varamadıkları, bilmediklleri şüphe gizli... Bunları küfürden kurtar. Sabrı öğrensinler!” diye dua etmişlerdir.
Şaşırma dikkat et!
Niye gözlerini yummuş ve başını göğe doğru kaldırmış?.
Bunu hâlletmeye savaş. Bu işler karışıktır. Dikkat et!.

Buraya bir şey daha ilâve edeyim de yine kafan karışsın!.
Resûlü Ekrem, hicrette Sevir Mağarasına Eba Bekirle girmişti...
Bir örümcek ağ gerdi, güvercin yuva yapıp yumurtladı.
Müşrikler bunu görünce mağaraya insan girmediğini anladılar.
Müşrikler gittikten sonra, ağ ve örümcek ne oldu? Güvercin ne oldu?..
Resûlü Ekrem mağaradan çıkarken örümcek ağı muhakkak bozulacak.
Güvercin kaçacak öyle mi?
Resûlü Ekrem Hakk tarafından kendisine ağ kurmasını söylenen örümceğin yuvasını bozar mı?
Bunların cevabını ara. Sor. Bul!..
Sana bir kapı açılır. Bu basit bir tesadüf, basit bir hadise değildir.
Resûlü Ekrem Mekke’den çıkarken kendisine Cebrâil görünmeden emir şu: “Bir avuç toprak al, şunu oku üzerlerine at!” emri ile çıktı Mekke'den. Mağarada ise başka hadiseler oldu.
Bunları ve sebeb ve hikmetlerini niçin öyle murad edildiklerini düşün!.
Hakikatler, bazen toplumlar tarafından yargılanır, hatta mahkûm edilirler.
Bu, dünya yüzünde yalnız insanlara aittir, hayvanlar âleminde bu yoktur.

Sevir mağarasında biraz duralım;
Söylerler, Resûlü Ekrem Eba Bekir'e Sevir mağarasında hafî zikri öğretti.
Kul olarak her ikisi de hayatî tehlike hâlinde idiler.
Müşrikler kapıda kılıçları ile bekledikleri bir zamanda, bu vaziyette dünya işleriyle meşgul oldukları bir anda herşeyi unutup zikir tâlimi garibdir.
Bunun hakkında garibdir kelimesi kâfi!.
Sebebini söylersem belki imanın sarsılır.
Resûlü Ekrem “Hicret et!” emrini aldığı zaman burada kendi zât-ı muallâlarına emirdir. Yalnız olarak demektir.
Yok, evvelce Ebu Bekir'e söylemiş: “hicret edeceğim, benimle gel, hazırlan!” emri âyet-i kerîme’ye mugayirdir.
Resûlü Ekrem 7 yaşında olan Hazreti Ali'yi yatağına yatırmış ve kendisi Mekke'den ayrılmıştır.
Muharrem ayı başlangıcı, ay yok gökte, zifiri karanlık.
Bir müddet sonra Ebu Bekir gelmiş Hazreti Ali'ye sormuş.
Resûlü Ekrem çıktı!” demiş.
Eba Bekir: “Ne tarafa gitti?” diye sorduğunda,
Hazreti Ali: “Şu tarafa gitti!” diye bir söz etmiş.
Eba Bekir o tarafa doğru gitmeye başlamış.
Gece yarısından sonra Resûlü Ekrem arkadan birinin geldiğinin farkına varmış, durmuş, gelen yaklaşmış.
Eba Bekir olduğunu görerek: “Niçin geldin?” diye mübârek kaşlarını çatarak söylemiş.
Eba Bekir: “Yâ Resûlullah bu gece size müşrikler su-i kasd yapacaklarmış kılıcımı aldım ve Ali'den öğrenerek size mülâki olmak için geldim.”
Resûlü Ekrem ses çıkarmayarak yürümeye başlamış.
Eba Bekir takip etmiş, Sevir mağarasına girmişler.
Resûlü Ekrem çok yorgun olduğu için Eba Bekir'in sağ dizine mübârek elini, sağ yanağına dayayarak koymuşlar.
Mübârek yüzü Eba Bekir'in göğsüne müteveccih, o arada örümcek kapıyı örmüş, güvercin yumurta yapmış.
Eba Bekir de ayağından sandalını çıkararak sol topuğunu oradaki bir deliğe, tıkayıvermiş.
Bir aralık o delikten bir yılan, Eba Bekir'in topuğunu ısırmış.
Eba Bekir acıdan ayağını çekmemiş, fakat gözünden sessiz yaş Resûlullah'ın sol yanağına damlamış.
Resûlullah birden uyanmış: “Yâ Ebu Bekir ne oldu?” demiş.
Ayağımı deliğe koydum, size bir tehlike gelmesin diye ... Yılan ayağımı sokmuş.”
Resûlullah parmağını diline sürerek sokulan yeri meshetmiş ve ağrı derhâl dinmiş.
Bu, Resûlullah'ın izni olmadan Eba Bekir'in peşinden gelmesine cezâ olarak yılanın sokması ve Resûlullah'ın merhametinin tecellîsi olarak Eba Bekir'i afvetmesi hikâyesini ifade eder.
O sırada müşrikler kapıda görünmüşler.
Gün açıyor, Eba Bekir titremeye başlamış.
Resûlü Ekrem: “Lâ tahzen Yâ Eba Bekir, innallahu mânâ: hüzün etme ALLAH bizimle beraberdir” demiş.
Murad-ı ilâhî olduktan sonra Cenâb-ı ALLAH'ın muradına kimse karşı gelemez. Bir örümcek ağı ile karşı gelir.
Güvercinin yumurtlamasının, niçinini söyleyemem.
Müşrikler çekilip gitmişler.

Şimdi mağarada çok kalmayacağız.
Kalırsak aklımız sarsılır, örümcek, güvercin Resûlullah'ın orada olduğunu biliyorlardı demektir.
Yılan bilmiyor muydu Resûlullah'ın orada olduğunu, biliyordu.
Eba Bekir'in izinsiz Resûlullah'ın peşine takılmasına cezâ olarak ayağını ısırmıştır.
Mağaradan çıkıyoruz.
Örümcek ağı kendiliğinden, güvercin kendiliğinden ortadan kalktı. Resûlullah'a ta’zim için: “Güle güle Yâ Resûlallah!” demek istediler.
Medine'ye varıncaya kadar hadiseleri söylemeyeceğim...
Aradan seneler geçiyor.
Resûlullah ceseden dâr-ı illiyin ettikten sonra Eba Bekir halife seçiliyor.
Eba Bekir'in vefatına yakın 1 hafta evvel sol topuğundaki yılanın ısırdığı yer yara olarak açılıyor.
Sebeb: Yılan ısırarak ölen insanın cesedi şehid gider.
Zira yılan cennet mahlûkudur.
Cennet mahlukunun bir kula verdiği eziyeti Cenâb-ı ALLAH cennet mükâfatı olarak cesede şehidlik nasib eder.
Hâlvet denilen şey de Sevir Mağarasını ifade eder. Bunu da unutma!.
Bu unutma kelimesini de unutma!..

08.06.1983


Resim

Sadaka-i fıtır: Ramazan bayramından evvel fıtra olarak verilen sadaka. Zengin (nisaba mâlik) her müslümanın (ihtiyar, genç, çocuk ve hattâ bunak da olsa) fakirlere vermeye mükellef olduğu sadakadır, vâcibdir. Nisaba mâlik olan bir müslüman, hem kendi nefsi için, hem de çocukları, hizmetçisi için sadaka-i fıtır verir. Fıtra: Fıtrat sadakası, yaratılış atiyyesi demektir. Sadaka-i fıtr: Buğday veya buğday unundan 1667 gram veyahut da arpa, kuru üzüm, hurmadan 3334 gram kadar yahut verildiği zamandaki rayice göre bedellerinin muhtaç olanlara verilmesidir.
Nass: Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil. Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.
İcma-i ümmet: Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.
Kıyas-ı fukaha: Hakkında açıkça âyet ve hadîs bulunmayan mes'elelere dâir; ilim ve irfanda allâme ve mütebahhir, ilmi ile amelde ve Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve imtisalde, ibâdet ve taatta, takva ve verada, züht, azimet ve riyazetle, terakki ve taâli eden müctehid fukaha tarafından kıyas ile verilen hüküm.
İcma’-i ümmet: Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.
Kıyas-ı fukaha: Hakkında açıkça âyet ve hadis bulunmayan mes'elelere dâir; ilim ve irfanda allâme ve mütebahhir, ilmi ile amelde ve Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve imtisalde, ibadet ve taatta, takva ve verada, züht, azimet ve riyazetle, terakki ve taâli eden müctehid fukaha tarafından kıyas ile verilen hüküm.
Ruyet-i hilâl: hilâlin görülmesi.
Hüccet: Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * Şâhid.
Münkir: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
su-i kasd: Bir kimsenin aleyhinde tertib alma. * Adam öldürmeğe tertib alma. * Kötü kasd.
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. * Pir-i fâni olmak.
Girift: f. Yakalama, tutma. Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık. Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir. Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift çalana "Giriftzen" denilir.
Hafî zikir: Gizli. Açıkta olmayan. Saklı.
Mugayir: Aykırı. Uymaz. Zıd. Başka türlü.
Dâr: Yer, mekân, konak.
İlliyin: (Ulliyye) En şerefli, yüksek.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “ Hilali görmedikçe (ramazan orucuna başlamak için) oruç tutmayın, hilali görmedikçe (bayrama girdik sanarak orucu terk ederek) iftar etmeyin. Eğer hilal üzerinize bulutlanırsa miktarını (Şaban’ı 30’a tamamlayarak) hesap edin.” buyurdu
(Abdullah İbn Ömer’den; İmam Müslim )

Resim---Abdullah İbn Ömer diyor ki: “(Sahabiler) hilali gözetliyorlardı Ben Hilali gördüm ve bunu Rasulullah’â haber verdim, (bunun üzerine) oruca başladı ve herkese de emretti.”
(Ebu Davud, Hakim, İbn Hibban, sahihtir )

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin İlk YAĞmur DUÂSI:

Hicretin altıncı yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı.
Ramazan ayında, bir Cuma günü, Resûl-i Ekrem Efendimiz hutbe irad buyururken, kendisinden: "Allah'a dua et de bize yağmur versin" diye rica edildi.

Resim---Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: "Allah'ım! Bize yağmur ver. Allah'ım Bize yağmur ver!" diyerek duâ etti.
(Buharî, 1:179; Müslim, 2:613.)

Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi. Ve yağmur yağmaya başladı.
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu sefer: "Allah'ım! Bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!" diye duâ etti.
(Buharî, 1:179.)

Resim---Enes bin Mâlik der ki: "Üzerimize öyle bir yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı bulamayacaktık. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki Cuma'ya kadar yağmur yağmaya devam etti."
(Buhârî, 1:179; Müsned, 3:261)

Resim---Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe irad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için duâ etmesini şöyle rica ettiler: "Yâ Resûlallah! Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı. Yollar kapandı. Allah'a dua etsen de yağmuru kesse!"
(İ. Ahmed, Müsned, 3:261)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak: "Allah'ım! Çevremize yağdır, üzerimize değil!" diyerek duâ etti.
(İ. Ahmed, Müsned, 3:261; Müslim, 2:613)

Resim---Yine Enes bin Mâlik der ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem duâ ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine çevresine yağmur yağarken, Medine'ye bir damla bile düşmüyordu.
Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler"

(Müslim, 2:614)

Bu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin yaptığı ilk yağmur duâsıdır. Bundan başka çeşitli zamanlarda 5 yağmur duâsı daha yapmışlardır..

Sizi süvariler kovalasa, yine sabah namazının iki rekat sünnetini bırakmayın:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her kim bir gün ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekat namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir ev bina edecektir. Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından önce iki rekat, öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat." buyurmuştur.
(Tirmizi, Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; İbn Mâce, İkâme, 100)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Düşman süvarisi kovalasa bile sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyin" buyurmuştur.
(Ebu Davud, 2/301, no: 1258; Ahmed b. Hanbel, 2/405)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Sabah namazının iki rekatı sünneti dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır" buyurmuştur.
(Müslim, Misâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190)

Resim---Âişe radiyallahu anha: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sabah namazının iki rekatı gibi başka hiç bir nafile namaza devam etmemiştir" dedi.
(Buhâri, Teheccüd, 27; Müslim, Misâfirîn, 94)

Resim

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---"Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne):
Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici (hidayete erme, Allah'a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur'ân, Hüda tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) Allah'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.” (Bakara 2/185)

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---"İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahracehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fîl gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferûs suflâ, ve kelimetullâhi hiyel ulyâ vallâhu azîzun hakîm:
O’na sizin yardım etmeniz dışında (etmediğinizde) o zaman Allah, O'na (Resûl'e) yardım etmişti. Kâfir olanlar, O'nu (Mekke'den) çıkardığı (çıkmaya mecbur ettikleri) zaman iki (kişi)nin ikincisi idi. İkisi mağarada iken arkadaşına şöyle demişti: “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah, bizimle beraber.” O zaman Allah, O'nun üzerine sekînetini indirdi.Ve O'nu göremediğiniz bir ordu ile destekledi. Kâfirlerin sözünü sufli kıldı. Ve Allah'ın sözü; O, çok yücedir. Ve Allah; Azîz'dir (üstündür), Hakîm'dir (hüküm sahibi ve hikmet sahibidir).” (Tevbe 9/40)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II-ZAMAN-VAKİT

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


ResimZAMAN - VAKİT

Zamanın içinde vakit vardır.
Vakit, Lâ-mekânın mekânda idraki için yani anlaşılması için takdir edilmiştir.
Zaman, Muradın devamını bilmek içindir, yani yaratılan kâinatın devamını anlamak.
Ruh için; Zaman, vakit, mekân mevzu’ bahis değildir.
Cesed, bir mekânda mekân olduğu için zamanla mukayyed olur, vakitle mukayyed değildir.
Cesed, mekânda mekân olduğundan mahluktur, sonu gelecek demektir.
Cesede, ibâdetle ta’dil-i erkân emrolunmuştur. Ta’dil-i erkân; namazdaki fiiller, eğilme, kalkma v.s..
Ruh, cesed mekânında oturduğu için vakitle mukayyed olur.
Hâlbuki ruh vakitle mukayyed değildir, cesede girince mukayyed olur.
İbâdetin vakti de farz kılınmıştır. Bundan dolayı ibâdet vakitle mukayyeddir.
Her hangi bir ibâdet kaza yapıldığında, kaza müddeti zamanla mukayyed olmakla beraber vakitle mukayyed değildir.
Namaz, vakit girmeden bundan dolayı farz olmaz.
Namaz vakti, Ruh için farzdır.
Ta’dil-i erkân, Cesed için farzdır.
Abdest, Cesed için farzdır.
İstikbal-i Kıble, Kıbleye dönmek Cesed için farzdır.
Niyet, Ruh ve Cesed için farzdır.
Vakit girmesi ile bunların hepsi birden farzolur.
“Dünyanın her yerinde vakit vardır. O hâlde abdestli olmak lâzımdır. O hâlde abdestli olmak da farzdır!.”Vaktin kazası o hâlde yoktur. Namazın ise kazası vardır.

14.7.1982,Çarşamba


Resim

Ta’dil-i erkân: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak.
Mukayyed: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış.
Lâ-mekân: Mekansız âlem.
Takdir: Öyle saymak.
Vakt: vakit. Muayyen, belli bir zaman.
Mahluk: haşkedilmiş, yaratılmış.
İstikbal-i Kıble: Kıbleye dönmek.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II-NAMAZIN ESRARI

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

NAMAZIN ESRARININ ESRARI

ResimFarz olan namazların yani 5 vaktin rekâtlarının miktarı:Sabah 2, Öğle 4, İkindi 4, Akşam 3, Yatsı 4.. Hepsi 17 rekâtdır.
Bunlara ilâveten farzlardan evvel ve sonra sünnetlerini Resûlü Ekrem vasfı etmiştir: Sabah 2 evvel, Öğle 4 evvel-2 sonra, İkindi 4 evvel, Akşam 2 sonra, Yatsı 4 evvel-2 sonra.. Hepsi 20 rekâtdır.
İkindi 4 evvel sünnet, Yatsı 4 evvel sünnet sünnet-i gayrı müekkede. Bunlar sünnet-i gayri müekkededir.
Yani Resûlü Ekrem bu sünnetleri bazen terk etmişlerdir.
Niçin diğerlerini terk etmemiştir? Onlar müekkede sünnetdir.
Müekkede olanlardaki sırlar biraz evvelceki yazılarda izah edildi.
Gayri müekkede sünnetleri bazen terk, Resûlü Ekrem tarafından terkedilmesi en büyük sırdır ki bu gayrı müekkede sünnet çok mühimdir. Resul’ün terk etmesi meselesi de çok mühimdir.
Ömür boyunca bu gayri müekkede sünnetleri terketmeyenler de vardır ki bu nokta çok mühimdir. “Hâlvette söylenen sırlardandır.”
İkindi vaktindeki gayri müekkede sünnetin kıymetini zedelemeye hiç gelmez. Yatsı da öyledir.

Hiçbir sünnet namaz cemaatle kılınmaz. Kaza namazları da cemaatle kılınmaz.
İmam da seferi olsa, cemaatin hepsi seferi olsa seferi olarak cemaatle kılınmaz.
Cemaatin hepsi seferi olsa, imam mukim olsa cemaat namazı imamla tam olarak kılmak mecburiyetindedir.
İmam seferi olsa, cemaat mukim olsa, imam seferidir. Cemaat değildir. Cemaat namazı bozmadan tamamlar.
İkindi ve yatsı namazlarının 4 er rekât ilk gayrı müekkede sünnetlerinde 2. inci ve 1. inci kaidede “Ettahiyyatü” de Allahümme salli'ler okunur. Üçüncü rekâtda tekrar subahâneke okunur.
Bunlar da gayrı müekkedenin sırrının anahtarıdır.

Resûlü Ekrem'e namaz esnasında hiç vahiy nâzil olmamıştır.
Yalnız Kıblenin Kudüsten Mekke'ye çevrilmesi bir öğle namazının farzının üçüncü rekâtında “çevril!” emri vahyolunmuştur.
Namazı bozmadan bütün sahabelerle birlikte Mekke'ye dönmüşlerdir.
Bir de ikindi ve yatsı namazlarının ilk gayri müekkede sünnetlerini kılarken vahiy gelmiştir. Namaz inkıta’a uğramıştır.
O sırada şu âyet inmiştir, “söylenemez” Kur'ân’ın içine dalan ancak onu öğrenebilir.
Bundan ötürü sünnet namazlar cemaatle kılınmaz.
Sabah namazı şükür namazı olduğundan sünnet evveldir.
Akşam namazı hamd namazı olduğundan farz evveldir.
Akşam namazı mi’racta “Kâbe kavseyn” de doğrudan doğruya Resûl'e emrolunmuştur.
Kâbe kavseyn: Bir yay miktarı Resûlü Ekrem yanaşmıştır.
Sabah ise mi’ractan ayrılacağı zaman emrolundu. Sonradan âyet ile bildirilmiştir.
Bu iki namazın emri sırasında vahiy meleği arada yoktur. Doğrudan doğruyadır.

Âdât-ı ilâhîyede değişiklik ve istisna olmadığı için âyetle de te'kiden Cebrâil ile mi’ractan sonra bildirilmiştir.
Hakiki namaz kılanın Resûlü Ekrem'e en yakın olduğu zaman sabah namazının sünnetini kılarkendir.
Hakk'la en yakın olduğu zaman, akşam namazının farzını kılarkendir.
Onun için sabah namazının sünneti ile farzı arasında kelâm etme...
Akşamın farzı ile de sünneti arasında kelâm etme.
Bunları yapabilirsen her hâlde Cenâb-ı ALLAH nasib eder namazın mi’rac olduğunu o zaman anlarsın, bize de dua edersin...
Sözümüzü dinle. Kanştırma!.. Hakk’a kasem ederim ki bu söz doğrudur.
Biz lâf ile senin arana girmek selâhiyetimiz olmadığı gibi bir hiçiz ne oluyoruz…
Bu esrar ledünnî hareket ve fiillere girer.
Ledünnî mânâya değil... Alıklaşma!..
Tehlikeli sırlardır burası...
Elhamdülillah...

Namaz 5 vakittir niçin?
Bu vakitlerde ne oluyor ki en kıymetli ibâdet olan namaz bu tesbit edilen vakitlerde kılınıyor.
Ve vakit de farzdır. Bunu da bilmek lâzımdır. Amma kime?. Onu bilen bilir…
Fetva-yı Hindide; farzın, sünnetin, iin kazası olur diye bir fetva vardır. Doğrudur.
Yalnız gayri müekkede sünnetin kazası olmaz diye de bir işaret vardır. Bu niçindir?
Bozulan namazın kazası yoktur, iadesi vardır. Bunu da unutma…

Yukarda belirttiğimiz bu hususları daha iyi anlamak için şunları düşün: Seher vakti neler oluyor?
Hayvanlarda. Nebatlarda. Yıldızlarda. Havada. Bunları evvelce izah etmiştik.
Akşam güneş battığında bulunduğun yerdeki olanları yukardaki düşünce ile yine düşün.
Sabah yıldızı parıldar. Birden hareketsiz kalır.
Hayvanlar melemez. Bir meltem eser ol dakika. Şebnem düşer. Sonra horoz Öter.
Namaz vakitlerinde sabah aksam (vakitlerinde) az çok bariz birşeyler oluyor.
Diğer öğle ikindi yatsı vakitlerinde de seçilmesi çok güç yine bir şeyler oluyor.Bu vakitler farzdır.
Birçok sahabelerin namaz vakti geldiği zaman yüzleri solardı.
Resûlü Ekrem'in mübârek yüzleri dolukurdu. Bu ne demektir?..

Cuma günü öğle vaktindeki vakte ikinci bir farz vakit yüklenir.
Cuma yalnız erkeklere gibi görünse de kadınlara bu vaktin farzıyeti habersiz bir emir olarak bildirilmiştir.
Cuma namazı emrolunan Cuma sûresini oku. Anlamaya çalış...
Orada da gizli bir âyet vardır. Ondaki mânâyı anlamaya savaş.
Çabalamadan olmaz bu. Bu işde “armut piş ağzıma düş” yok ağam…

Resûlü Ekrem'in şu kafi tavsiyesini de unutma:
“Cuma günü bana çok salât getirin. O gün bana melekler selâtı hemen getirirler.” Ne demektir bu?..
O da bunları nereye gönderiyor bilir misin?
Nereden bileceksin. “Makam-ı Mahmud”.
Bütün bu selâvatlarla birlikte kendi selâvatıyla gönderiyor.
Bundan dolayı şefaat Resûlullah'a verilmiştir.
Namazda cesede ait ta’dil-i erkân vardır. Bu farzdır. Bu hareketler ledünnî hareket ve fiillerdir.

Mi’racta Resûl Kudüs'e oradan semâvâta gitti.
Bu beşerî dünyevî hareket değildir. Amma cesedle gitmiştir.
Cesede ve ruha farz olanlar vardır.
istikbali kıble, Vakte niyet.. Ruha ait farzdır bunlar. Bu niyet daha ziyâde nefse.
Kıraat ise nefsin ruha bağlanmasıdır. Bu da ledünnîdir.

09.041982.Cuma

Resim

Esrar: (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
Müekkede: Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.
Gayri müekkede: müekked olmayan.
Esrar: (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
Rekât: (Rik'ât) Huzur-u İlâhîde beli eğip yüzü üzeri kapanmak. * Bir kıyam, bir rüku' ve iki secdeden ibaret olan namazın bir rüknü.
Mukim: ikamet eden, o yerde oturan.
İnkıta’: Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme.
Âdet: Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat.
Âdât: âdetler.
Te'kid: Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme.
Ledün: (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Ledünnî: Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait.

Makam-ı Mahmud: (Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam. Cenab-ı Hak va'dettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada $ deniliyor; bütün ümmet o va'di ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?Bu kadar tekrar ile kat'i verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur: İstenilen şey, meselâ Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatları ihtiva eden bir hakikat-ı âzamın bir dalıdır. Ve hilkat-ı kâinatın en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve dalı ve o meyveyi duâ ile istemek ise; dolayısiyle o hakikat-ı umumiye-i uzmanın tahakkukunu ve vücud bulmasını ve o şecere-i hilkatın en büyük dalı olan âlem-i bâkinin gelmesini ve tahakkukunu ve kâinatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu ve dâr-ı saadetin açılmasını istemektir. Ve o istemekle, dâr-ı saadetin ve Cennet'in en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i beşeriyeye ve daavât-ı insaniyyeye kendisi dahi iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azim bir maksad için, bu hadsiz duâlar dahi azdır. Hem Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salâvat ve rahmet duâlarını bütün ümmetten istemesi ayn-i hikmettir. ş.)

Ta’dil-i erkân: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak ve namazın bütün duâlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.

Feteva-i hindiye:
el-Fetâvâ't-Tatarhâniye, Alim b. Alâ başkanlığında bir heyet tarafından yazılmıştır. el yazması, İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi No 10. Halife Bahadır Alemgir Han'ın desteği ve teşviki ile hazırlanan "Fetava-i Hindiyye" kıymetli bir fıkıh kitabıdır. Şeyh Nizamüddin'in başkanlığında ulemadan bir heyet tarafından; (tasnifi "El Hidaye" örnek alınarak) hazırlanmıştır. Bu eserde; "Zahirü'r Rivaye"; " Nevadir" ve " Vakıat"; imkanlar ölçüsünde belirtilmiştir. el-Muhit, Muhammed Radiyüddin Serahsi'ye aittir. Bu kitabında; "Zahirü'r Rivaye" ve "Nevadir" olan görüşleri özellikle belirtilmiştir. Bu açıdan oldukça kıymetli bir eserdir. Gunye isimli bir çok eser olmakla beraber Fıkıh sahasında yazılan esrlerden biri de Hanefi Fıkıhçı Şurunbulali'ye aittir. Her eserde geçen isimler ve kitaplar hakkında girişte bilgi verilmektedir.

Resim

Subahâneke DUÂsı:

Resim

Subahâneke DUÂsı: Sübhaneke'llahümme vebihamdik. Vetebarekesmük. Veteâla Ceddük. (Ve celle senâük) Vela ilahe ğayrük..
Parantez içindeki "Ve celle senâük" cümlesi cenaze namazında okunur.

ANLAMI: Allahım! Sen bütün kusurlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle kusursuz kabul eder ve yüceliğini her zaman dile getiririm. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür. Senden başka tanrı yoktur..

Ettahiyyatü DUÂsı:

Resim

Ettahiyyatü DUÂsı: “Ettehiyyâtü-lillâhi ve's- selevâtü ve't-tayyibâtü esselâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetüllâhi ve berakâtüh, esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis-sâlihiyn. Eşhedü ella ilâhe illallâh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh.

ANLAMI: Bütün (manevi) hediyeler; bütün ibadetler, pak ve temiz olan bütün dualar ancak Allah içindir. Ey Peygamber! Selam; Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerine olsun. Üzerinizde ve Allah’ın Salih kulları üzerinde de selam olsun. Allah’tan başka ibadete değer bir varlığın bulunmadığına şehadet ederim. Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna (da) şehadet ederim..

*

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cuma günleri bana çok salevat okuyun! Bunlar, bana bildirilir” buyurdu. “Öldükten sonra da bildirilir mi?” denilince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.” buyurdu.
(İbni Mâce)

Resim---Enes İbni Malik (Radıyallahu anh)dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim Cuma günü ve gecesi, bana yüz kere salat okursa, Allahu Teala onun ahiret isteklerinden yetmiş, dünya hacetlerinden de, otuz olmak üzere yüz arzusunu yerine getirir ve size hediyeler geldiği gibi, o salatları da bana arz edecek bir meleği Allahu Teala bu hususta görevlendirir. Şüphesiz benim ölümümden sonraki bilmem, sağken bilmem gibidir.” buyurdu.
(Deylemi, ithaf: 3 /241)

Resim

“çevril!” emri:

سَيَقُولُ السُّفَهَاء مِنَ النَّاسِ مَا وَلاَّهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُواْ عَلَيْهَا قُل لِّلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ يَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---Seyekûlus sufehâu minen nâsi mâ vellâhum an kıbletihimulletî kânû aleyhâ kul lillâhil meşrıku vel magrıb(magrıbu), yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm: İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.(Bakara 2/142)

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe alen nâsi ve yekûner resûlu aleykum şehîdâ(şehîden), ve mâ cealnâl kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiur resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh(akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh(hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm: Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.(Bakara 2/143)

قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---Kad nerâ tekallube vechike fîs semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah(şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn: Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnud olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.(Bakara 2/144)

“Kâbe kavseyn”:

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
Resim---Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ: Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.(Necm 53/9)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ResimEZAN

EZAN, Sünnet-i müekkededir.
Tercümesi: en büyük olan ALLAH'dır. şehâdet ederim ki; Muhammed ALLAH'ın elçisidir. Namaza gelin, gelin. Kendinizi kurtarın. En büyük olan ALLAH'dır. ALLAH'dan başka yönelecek yoktur.

Burada Resûlullah'ın ALLAH elçisi olduğuna şehâdet ediyorsun.
Yani şâhidim diyorsun. “Kime karşı?”
Namaza gelin, gelin: Kendinizi kurtarın!.
Namazda ne var ki, insan kendini kurtaracak ve neden kurtaracak?
Yukarıda söylediğim sözleri kuru bilgi ile ve kuru kafa ile kendi kendine münakaşa etme. Bu iş sabırla anlaşılır.
Buradaki sabır da, senin lügat kitabından öğrendiğin sabır değildir.
Sabrın yüzü Hakk’a çevrili ise, “burada Hakk ne demektir bunu anla!”Bırak seni Cebrâil bile görmesin.
Unutulmaktan korkma, unutmaktan Hakk’a sığın!.
Bizim de nazımız geçeceği bir makam vardır, fakat biz bunu kullanmayız.
Kuyruğa girerek niyazda kalırız. Niyazı da dua ile hırpalamayız...

Sünnet-i müekkededir dedik.
Sünnet, Resûlullah'ın sevdiği ve daima yaptığı işlerdir.
1 - Hakk’ın emirlerinin yerine getirilmesindeki ibâdetlerdeki sünnetler.
2 - Resûlullah'ın bizzât kendilerine ait olan tavrı hareketlerdir.

1. inci ibâdetlerdeki sünnetlerde terkedilmeyenler vardır.
2. inci ara sıra terkedilenler vardır.
Müekkede sünnet, Resûlü Ekrem'in üzerinde daima durup devam ettiği sünnetlerdir.
Ara sıra terk ettiği sünnetler de gayr-ı müekkede sünnetlerdir.
Yani üzerinde ısrarla durmadığı sünnetlerdir.
Ezan, daima üzerinde durduğu ve vahy-i ilâhî ile aldığı Kur’ânda olmayan sünnetlerdir.
Meselâ; Sabah namazının 2 sünneti, Öğlenin 4 ve 2 sünneti, Akşamın 2 sünneti, Yatsının son 2 sünneti...
Sünnet-i gayr-i müekkedelerin sebebi de mevcuddur.
Namazdaki sünnetler Resûlü Ekrem tarafından vasf edilmiştir.
Hatta mi’racda emrolunan 3 rekât akşam, 2 rekât sabah namazıdır.

Medine'ye teşriflerinden sonra “ara namazları da edâ ediniz!” âyeti üzerine namaz beş vakite çıkarılmıştır.
Sünnetten de Resûlü Ekrem, sırrî ve ledünnî “Hakikat-i M” den ümmeti istifade etsin diye koymuştur.
Vaktin farz oluşu ve kısa oluşu meselesi dünyanın her yerinde her saat her dakika vakit olduğu için bunların da ümmeti tarafından kaybolmaması için sünnetler konmuştur.
İkindi namazının 4 rekât ilk sünneti, Yassının 4 rekât ilk sünneti gayr-i müekkededir.
Resûlü Ekrem bunları ara sıra terk ederlerdi. Ümmeti de bazı vaziyetlerde terk ederler.
Sebebi birçok münakaşa ve akıl doyurmayan izahlarla kitablarda mevcuddur.
Asıl sebeb; Medine'de hicretin 4.cü senesinde 5 vakit namazı bildirdiği ve sünnetleri de ilâve ettiği zamanlarda birgün ikindi namazının sünnetini kılarken, ikinci rekât arasında Resûlü Ekrem'e vahiy geldi.
Bu da bir sebebe matufdur. “söylenmez sınıfındandır”.
Ve namazı bozmak mecburiyetinde kalmışlardır.
Sünnet namazlar bozulduğu zaman vakit yanaştığı için tekrarı ve kazası yoktur.
Onun için ara sıra bu sünnet ikindi ve yatsı sünnetleri terk edilmektedir.
Resûlü Ekrem her türlü hata ve gafletten masum olduğu için böyle bir hata yapmasını düşünmek edeb dışı bir iştir.
Bir sebebe mebni bir hadise zuhur etmiştir.
Bunların sebeblerini anlamak her insanın kârı değildir.
Hatta Medine'de bir sabah namazında Resûlullah uyuya kalmış.
Hazreti Bilâl, Resûl'ün kapısında ezanı okumuş.
Hücrenin kapısı açılmadığından Bilâl kapıya yumrukla vurarak:
Esselâtü hayrün minen nevm!”
Resûlullah efendimiz uyanmış: “Yâ Bilâl bu çok güzel buna devam et!” buyurmuşlardır. Bu da Resûlullah'ın gafleti değildir hâşâ.
Ümmetine sabah namazının ind-i ilâhîdeki kıymetini anlatmak için kendi mübârek şahsiyetlerini vesile buyurmuşlardır.
“Namaz uykudan hayırlıdır” ne demek?
Namaz ALLAH'a yanaşmanın merdivenidir.
Beni anın ben de sizi anarım” âyeti kerimesine göre burada Cenâb-ı ALLAH'ın, beni anınız ki ben de sizi anayım şartı ve sırrı mânâsı gizlidir.
Sabah namazında uykuya dalmak gafletin en büyüğüdür.
İnsanı, ince mânâları karıştırırsak küfre kadar götürür.
Aman leş gibi uyumayın!” demektir bu…
ALLAH yolunda olmak kolay iş değildir ağam...
Horoz, kuzular, koyunlar, inekler, kuşlar, ağaçlar, nebatlar, çimenler bunu haykırıyorlar. Sen bunlardan efdalsın!..
Aman kardaşım sabah namazını kaçırma!..
Cenâb-ı Hakk insanların gaflette olduğunu ve bunun onlara lâzım olduğunu bildiği için sabah namazını vaktinde kılamazsan sünneti ile öğleye kadar kaza olmayarak kılma ruhsata verilmiştir.
Bu, vaktinde kıl emrinin kullara ALLAH'ın büyük bir rahmetidir.
Öğleye kadar kılarım diye bu hususi rahmeti esirgeme.
ALLAH bankasında senin hesabına biriksin. Yarın huzuru ilâhîde çekini alırsın.
Âyet mi istiyorsun benden serseri. Nah…: “Vücuhun yövme izin nazıratan ila rabbıha nazıra.”
Sabah namazını vaktinde erken edâ’ edenlerin alnında “halının yaptığı iz değil ağam” “Min eseris sücud.”
Onların alınlarında secdeden bir iz vardır. Onu ancak görebilenler görür.
İşte âyetteki onların alınlanndaki parlaklık aha bu izdir.
O da, sabah namazında elde edilir.

14.1.1982, Perşembe


Resim

Sünnet-i müekkede: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin devam edip pek az terk buyurmuş olduğu sünnettir.
Sünnet-i gayr-ı müekkede: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ibadet maksadıyla ara-sıra yapmış olduğu ameldir.
Mebni: Yapılmış. Kurulmuş. Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak. ... den dolayı... e binâen.
Vasf: Sıfat. Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl. Bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak tarif etmek.
İnd-i ilâhî: Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
Edâ’: Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)
Efdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Esselâtü hayrün minen nevm: Namaz uykudan hayırlıdır.

Resim

“Yâ Bilâl bu çok güzel buna devam et!”:

Resim---Bilal-i Habeşi radiyallahu anhu, bir sabah vakti yine namaz vaktinin geldiğini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bildirmek için evinin önüne gitmiş ve: "es-Salah..." diye seslenmişti. Biraz bekledikten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gelmediğini görünce Bilal, tekrar evin önüne giderek: "Esselatü Hayrün mine’n- nevm: Namaz uykudan hayırlıdır" diye iki defâ nidâ etmişti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Mescide gelip Bilal'i görünce şöyle buyurur: "Bilal, bu ne güzel söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle..."
(Ebu Davûd)

Resim

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
Resim---Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn: Öyle ise siz beni (ibâdetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!(Bakara 2/152)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
Resim---Vucûhun yevme izin nâdıreh: O gün yüzler ışıl ışıl parlar.” (Kıyâmet 75/22)

إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
Resim---İlâ rabbihâ nâzıreh: Rablerine bakacaklardır (O'nu göreceklerdir).(Kıyâmet 75/23)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ: Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.(Fetih 48/29)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II - RESÛLÜ EKREM'e ULAŞMAK

Mesaj gönderen Ahmed »

ResimRESÛLÜ EKREM'e ULAŞMAK

Bütün ibâdetlerin haricinde Resûlü Ekrem'in kendi şahs-ı muallâlarına ait sünnetleri vardır.
Yani; Düşüncesi, Konuşması, Hareketi, Yemesi, içmesi, Oturması, Âdetleri. Bunların hepsi Resûlü Ekrem'in kendi sünnetine ait sünnetlerdir.
Yedikleri, yemedikleri, yapmadıkları, yaptıkları herşey Sünnet-i Resûldür. Bir de kendilerine ALLAH tarafından yapılan yasaklar vardır...
Meselâ: Sarımsak, soğan Resûl'e yemek yasaktır.
Az yedikleri veyahut çok yedikleri gıdalar, meyvalar, yiyecekler... Ümmetine farz olmayan ve yasak edilmeyen emredilmeyen bütün hususlar vardır.
Bunlar da:
l- Teheccüd namazı (Makam-ı Mahmud'a girdikten sona kılınır. Nedir bu makam?)
2- Yerde yatmak
3- Yavaş konuşmak
4- Daima abdestli bulunmak
5- Misvak kullanmak.

Bunların hepsi Resûl'e farzdı. Emirdi. Bunların sebebleri vardır.
Onları bilmek bu işlemi yapmak isteyenlere söylenir.
Buna tevessül edenlerde artık o hususlar farz olur.
Onun için bunları bilmemek daha iyidir. Zor bir kuyudata girmek lâzımdır.
Âdemden Resûlü Ekrem'e kadar hiç kimsede kendi ismi yoktur.
O’na o ismi niçin verdiği bu en büyük mesele ve sırdır.
Bunları bilmek lâzımdır. Merak işi değildir bunlar...
Onun için merak ile bu işleri takip ve incelemek herkesin kârı değildir vesselâm...

27.2.1982, Cumartesi


Resim

Muallâ: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Tevessül: ALLAH'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. Sarılmak. Baş vurmak. İnanmak. Sebeb tutmak. Hırsızlık.
Kuyudat: Kayıtlar.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH Dostu Der ki - II

Mesaj gönderen Ahmed »

MİSVAK


Daha ziyâde sıcak ve kumlu toprakta yetişen zeytin yaprağı gibi yaprakları olan kırmızı, küçük çiçek açan ve fındık gibi meyvası olan bir ağaçtır. Ağacın ismi “Misvak ağacı, Şecerü’l-misvak, veya Erak” diye anılır.
Bütün ağaçların usaresi yani suyu asit olduğu hâlde bu ağacın usaresi alkalendir.
Ağız ağrılarını, yaralarını, bunun taze yapraklan çiğnenerek bu yaraları iyi ettikleri İbnül Berekât'ın El İstiab ismindeki kitabında ve Hayatü’l-Hayvan isminde Haydarabadî'nin kitabında yazar.
Misvak ağacı 3 - 4 m. boyunda dallı bir ağaçtır.
Düzgün dalları bir bıçak ile dairen madar derince çizilir.
Oraya hurma lifleri sarılır.
Zamanla dal sararmaya başlar ve keserler.
Bir müddet sıcak suda bekletirler.
Serin bir yerde kurutulur.
Kabuk içi lifidir. Yani tel teldir.
Kabuk kaldırılarak bu lifli kısım dövülür, lifler tel tel olur.
Yara olan ağız içi için ağızda bu kısım emilir.
Bu sûretle ağız kokusu ve asit ağız alkalen olur.
Turnosol ile bakılır.
Asit ağızlarda emildikten sonra hafif alkalen reaksiyonu alınır.
Alkalen yağları temizleyicidir.
Âdetâ karbonat gibi…
Bu ağaca yani erkaya karıncalar musallat olmaz.
Zira karıncalar asit oldukları için kuvvetten düşer ve uyuşurlar.
Diş ve ağız temizliği Resûl'e farz olmuştur.
Vahiy aldıkları zaman Resûl diş ve ağzını misvaklarlardı.
“Az daha misvak farz oluyordu” buyurmaları misvak ağacının her yerde bulunmaması ve farzın yerine getirilememesi ve temenni mümkün olamayacağındandır, diyebilirsek de belki bilmediğimiz veya söylenmesi ümmet arasında telaşı mucib olacağından böyledir.
Terkibi: Reaksiyonu alkalendir. İçinde pityalin derivesi vardır. Biraz da sakkarit mevcuddur. Bu hassa zamanla misvaktan kaybolur. Odun olur.

Misvak ateşte yanmaz kuvrulur.
Ceviz, Nar, Hurma, Zeytin, İncir (Bazı incir),Kına ve Misvak ağaçlarına köpeğin yanaşmadığı üzerlerine idrar yapmadığı müşahade edilmiş olduğu muhtelif eski kitablarda yazılmıştır.
Misvak ağacında, dalda yaprakları karşı karşıyadır.
Çiçekleri ve meyvası dalların uç kısmındadır.
Yaprakların son hududundan sonra dal üçe ayrılır.
Aynı noktadan çiçekler bu üç küçük dallarda mütenazırdırlar.
Bir tomurcuk kesesi 5 dillidir.
Çiçeğin tüveyçi 4 parçadır. Rengi kırmızıdır, 1 er adet dişi ve erkek uzuv vardır.
Meyvası kırmızıdır.
Misvakda diş macununda olan özellikler yoktur.
Misvak ise bambaşkadır.
Fakat misvak bu devirde garip sözlerle kıymetini kaybetmiştir.
Gariptir diyeceksiniz fakat hakikatdir.
Bugün bazı yerlerde satılan misvaklar misvak değillerdir.
Onlar hurma kökünden yapılan ve misvağı takliden para kazanmak modasında olan zavallılardır.
Onların da bir faydası olmadığı gibi bir şeye de yaramazlar.
Bir dişçi profesörü rica etti de bu yazıyı yazdık.
Yoksa piyasada olan uydurma misvakları propoganda değildir.
Bugün misvak kullananlar ondan fayda görürüm diye değil de Resûlü Ekrem efendimiz kullandılar diye taklit etmektedirler.
Resûlü Ekrem'in yaptığı her işde ve hareketde uzviyet için yararlı bir hikmet vardır.
Resûl'ün sünnetlerini Resûl yaptı diye değil de insanlara muhakkak faydandır diye yapmalıdır.
Sakal bıraktı diye sakal bırak...
Niçin bırakmış onu bilmek lâzımdır evvelâ...
Her sünnetini niçin yapmıştır diye bilmek lâzımdır.
Sünnet-i Resûlleri öğren, içindeki hikmetleri de öğrenmek gerek... Namazlardaki sünnet namazları da aynı cepheden düşün.
Meselâ: “Sizi süvariler kovalasa bile sabah namazının sünnetini kaçırmayınız”.
Sebep nedir?
Onu öğren arkadaş…
Kaynaklar
1 - Hayatül Hayvan; yazarı Haydarabadî Hicri 480
2 - El Istiab - Ibnüb Berekât
3 - El Hâlis - Ibni Hayyan
4 - Sayidi Lane - Prof. Esad Şerafettin.


Allah Dostu der ki 2 den alıntıdır.

Dairen madar : Dairevî olarak bastırarak.

Madarib : ( Madrab. C.) Darbedilecek, dövülecek yerler.

Mütenazır : (Nazar. dan) Tenazür eden, birbirinin karşısında bulunan. Simetrik olan.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kilitli

“► Münir Derman(k.s) Eserleri” sayfasına dön