"AN"LIK YAZILAR

Aşıklarımız ve Aşıklarımızdan ilhamlar ve ilahiler.
Kullanıcı avatarı
YA HAY
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 70
Kayıt: 18 Eyl 2011, 08:15

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen YA HAY »

Birgün aynanın karşısında, ansızın bir düşünce sarar zihnini, en amansız zamanda, yada sen en amansız zaman zannedersin...aynaya bakarsın kendini dgörürsün, sadece kendini, özünü görürsün orda, ayna hakikaten ayna olur sana, kaybolursun aynada, zaman durur, zihin durur, koskoca bir boşluk kaplar heryeri....kalp denen o şey, kocaman bir balon oluverir, oldurulduğunu anlamaz o aciz akıl....şiştikçe şişer o kalp, ha patladı ha patlayacak, içinde bir alev topu....balon bir patlasa aleme saçılacak içindeki alev, bir volkan gibi, patladı patlayacak...baktığında aynaya, kalbinin derinliklerini görürsün...içindeki o alev topunun aslında aşk olduğunu anlarsın, lakin neye idi bu aşk....ağlarsın kendi kendine, sebepsiz, sanarsınki en sevdiğini kaybetmiş, sanarsınki en sevdiğinden uzakta, sanarsınki hasret çöreklenmiş, sanarınki özlem yakıp kavurmakta o kalbi....ve neye idid bu hasret....neye....kime yada.....O ydu aşk....O na idi hasret....bu ateşin sahibide O, ateş de O....hiçbir gözyaşı çare değildi O ateşe, ağladıkça yanar, yandıkça ağlarsın; volkanlar patlar kalp denen o yerde, söküp atmak istersin o kalbi,parçalamak, savurmak en uzak diyarlara....ve anlarsın, aslında ne kadar uzakmışsın aynada gördüğüne, hasret kendineymiş meğer, özlem kendine...30 yıl geçmiş ömür denen şeyden, ve onca bakarken aynaya, meğer hiç görmemişsin kendini..o güne dek gördüklerin sadece bir hayalmiş, sadece bir kandırmaca...aslını bilmezmiş insan, aslı sandığı bugüne kadar ona öğretilen koca bir yalanmış...zaman denen şey, ne kayıp ne kazançmış...bir ayna insan denen şeyi, kendinden edermiş meğer,ben sandığını yok edermiş,ben diye birşey bıraakmazmış...bir gün aynaya bakarsın, kendinden olursun, bir gün aynaya bakarsın, kendine gelirsin,aslına dönersin....bir aynada kalbinde yanan ateşi görürsün, o ateş sana yol olur, o ateş seni gözyaşlarına boğar, ve o yaşlarsa boğulursun...boğuldukça can bulursun, boğuldukçaa hay-at bulursun, boğuldukça alemin pencerelerinden hava girer içeriye ve nefes aldığını görürsün...ölmek istersin, diri diri ölürsün, herşeyin katili olursun, bugüne kadar yaşadığın herşeyin katili olursun, sorgularsın kendini, terazini kurarsın, sesin aleme yayılır...mahşerini kurdurur bir ayna sana, sırat-ını gösterir, geç hadi nasıl geçeceksen der...işte o zaman sığınırsın Aşk-a....bilirsinki bu fakirlikle geçemezsin sen o köprüden, beş kuruşun yokki cebinde....yetiş ya hak, yetiş tut elimden, tutki yürüyebileyim dersin, senin cebindeki para yetmez o yolda yürümeye,muhtaçsın, acizsin,biçaresin, ahmaksın...ne çok güvenirdin oysa kendine, ne çok güçlüydün....o alev topu taht kurunca kalbine, ne güç kalır ne ihtişam, bir O kalır, bir Aşk kalır....alemi satarsın O na, alemden vazgeçersin O nun için....Allah dersin, satarsın cümle alemi...Allah der, yaan dersin, yannnnnnn,dahada yan....yanki kalmasın ben diye birşey, yanki aynalar kırılsın, yanki aynalardaki suretler bir bir yokolsun....yan biçare gönül, yanki nasıl bir rüyanın ortasındasın göresin, yanki uyanasın, yan ki gözyaşların O ateşe odun olsun....yanki güvenmeyesin hiçbir şeye, yanki Allah deyip bırakasn herşeyi....

muhabbet ve dua ile......YA HAY....
Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor.
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen der-ya »

Soru: Rüyada iken ruh cesetten ayrılır mı?


Rüya, âlem-i misale açılan menfez ve kapılardan, misal âlemine ait temessülâtı seyretmek demektir.

Rüya ile şehadet âleminden alâkası kesilen insan, kendisini tenteneli bir perde gibi çepeçevre saran bir çeperin aralıklarından, âlem-i misale doğru nazarını çevirmesi ve nazarına misal ve berzah âleminden bir kısım levhalar aksetmesinden ibarettir. Ancak her rüyada böyle olmayabilir.

Meselâ, şuur altı hâdiselerin rüyalara aksedişi böyle değildir. Siz, bir hâdisenin tesirinde kalırsanız, mütemadiyen rüyada onu görürsünüz. Susayan bir insanın kendisini, çağlayanların kenarında, aç bir insanın kendini ekmek fırınında görmesi bu kabîldendir. Bazen de bir kısım müheyyiç hâdiseler, o türden görüntülere sebebiyet verebilirler.

Öyle ki insanın yaşadığı bir kısım olaylar belli kalıplarla rüyalarda da devam ederler. İnsan bunları âdeta görme mecburiyetinde kalır gibi olur. Bunların da bir hakikati yoktur ve bu görüntüler hiçbir mânâya delâlet etmez.

Biz bu iki sınıfı, –Kur’ân-ı Kerim’deki ifadesiyle– أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ (karışık düşler)[2] içinde mütalaa ediyoruz. Bu kategoride mütalaa edilen bir tür daha vardır ki, onlar apaçık şeytan ilkaatıdır.

Bunlardan başka bir de istikbale ait bir kısım hâdiselere dair insanın gördüğü rüyalar vardır ki, zamanı geldiğinde bunlar birer birer zuhur eder. Ehl-i keşif ve şuhud bunları yakazaten, bizim gibi avam halk ise rüyalarında görürler. Efendimiz, hususiyle ahir zamanda çok sadık rüyalar görüleceğini ifade buyururlar. Nübüvvetten uzaklaşıldığı, mânâ âleminde tatmin edecek şeyler azaldığı böyle bir dönemde insanlar rüyalarda teselli olurlar.

Öyle de olsa ahir zamanda mü’minlerin gördüğü rüyaların çoğu sadıktır. Aslında, olmuş-olacak her şey belli sembollerle âlem-i misalde mevcuttur. Buna temessülât (misal âlemi) ve daha ötesine de âyân-ı sâbite denilmektedir.

Rüyada ruh bedenden ayrılır mı meselesine gelince ruh, madde gibi belli bir yeri ihraz etmez. Madde, boşlukta bir yer işgal eden veya hayyiz tarafından çekilen, Nevton’un görüşüne göre yerçekimine tâbi olan hacimli bir şeydir. Ruh ise bütün bunlardan müberradır.

Çünkü o, âlem-i halka değil âlem-i emre aittir. Avamca anlayışımızla ifade edecek olursak, ruh, Cenâb-ı Hakk’ın “Kün!”[3] demesiyle olan bir varlıktır; görüp kavrayacağınız, yakalayıp tutabileceğiniz bir şey değildir. O, şuurlu bir kanundur ve bir mânâda hayyizden müstağnidir.

Bir anda değişik yerlerde temessül edebilir. Tıpkı bin aynayı güneşe mukabil tuttuğunuz zaman bu aynalar içinde güneşin temessülünü gördüğünüz gibi, ruhu da, nuraniyeti ve ruhaniyeti itibarıyla bin insanın mir’ât-ı ruhunda görmek mümkündür. Ama bu her zaman böyle olur demek de değildir. O, dilediğinde olur. Onun için Efendimiz bir gecede belki bir milyon insanın rüyasına girer ve onlara temessül eder.

Bu açıdan, ruhun bedenden ayrılması meselesi bahismevzuu değildir. Kur’ân, uykuya سُبَاتًا (Nebe sûresi, 78/9) demektedir ki, o da, değişik faktörlerden ötürü bünyeye adem-i merkeziyet havasının hâkim olması ve dinlenmek üzere, otomatikman seni uyutmayan ve gözlerini açık tutan mekanizmanın devreden çıkmasından ibarettir. Ne var ki, bu durumda da ruh, bedenle alâkasını kesmemektedir. Çünkü beden hâlâ bütün fonksiyonlarını icra etmekte ve teneffüsünü sürdürmektedir.

Öyleyse rüya hâlindeyken ruhun çıkması bahismevzuu değildir. Uykuyla insanın gözleri âlem-i şehadete kapandığı için, bu defa ruh, âlem-i gayba açılan gözlerle âlem-i misali müşâhede etmektedir. Evet, ruhu iyi anlarsak rüya hâlindeyken onun bedenden ayrılmadığını da anlamış oluruz.



Soru: Bâki âlemde mücâzât veya mükâfatı ruh ve ceset beraber mi görecek?


Biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak cesedin ruhla beraber haşr ü neşrine inanıyoruz. Bazı mutasavvife, tamamen spritüalist (ruhçu) bir görüş sergileyerek, ceza ve mükâfatı sadece ruhun göreceği kanaatindedirler. Bazı diyanet mensupları da bu inanca sahiptirler. Bir kısım Grek filozofları da böyle düşünmektedir.

Daha sonra gelen Neoplatonist (Yeni Eflatunculuk) düşünürlerde bu kanaatin tesiri görülür. Maktul Sühreverdî, Hallac-ı Mansur, az dahi olsa Muhyiddin Arabî Hazretleri gibi bazı önemli zevatın sözleri, dîk-ı elfâz sebebiyle aynı şeylermiş gibi anlaşılmıştır. Hatta İmam Gazzâlî’nin de öyle düşündüğünü zannedenler çıkmıştır.

Ancak, bütün bunlara rağmen Ehl-i Sünnet, ruh ve cesedin beraber haşrolacağı hususunda ittifak içindedirler.

Rasyonalist felsefeciler, “İnsanların hayatları da tıpkı bir marula benzer. Marul, toprakta gelişip büyüdükten sonra çürür. Daha sonra toprağa karışarak gübre olur. Gübrelenmiş bu toprak üzerinde yeni marullar biter. Bu marullar, insanlar tarafından yendikten sonra onların vücutlarında yerlerini alırlar. Daha sonra da ölür ve toprağa karışarak başka marullara gübre olurlar.” diyerek alaylı bir şekilde haşr ü neşri tamamen inkâr etmişlerdir.

Kanaat-i âcizaneme göre karmakarışık gibi görünen bu meseleyi bugünkü atom anlayışıyla telif etmek mümkündür: Her şeyden önce ruhun mekânla mukayyet olmaması prensibiyle hareket edildiğinde bir cismin küçültülmesi veya büyütülmesi, onun kendine ait vücudun zerrâtıyla münasebet kurması gayet basittir.

Meselâ, vücudumuzun 1.75 m. boyunda ve 80 kg. ağırlığında olduğunu düşünelim. Bu vücudun bir hacmi vardır ve vücudun bütün hücreleriyle ruhun bir münasebeti söz konusudur. Bu vücudu küçültüp atom kanunlarına ait mesaili bertaraf etseler ve o vücut, bir yüksüğün içine girecek kadar küçülse –ki daha küçük de olur– ruh, yine o cesetle tam bir münasebet içindedir.

Şimdi çevirip tam tersini söyleyelim. Vücut çok büyüse, bir bulut gibi olsa ve 50 km. çapında bir yeri işgal etse de, ruh o cesetle yine münasebet içinde olacaktır. Ruh kendisine ait cesetle denizin dibinde, arşta, ferşte, sera ve süreyyada da olsa cesetle münasebetini devam ettirecektir. Binaenaleyh zerrâtın dağılıp değişik yerlere gitmesi meseleyi cerh etmez.

İkinci olarak, pek çok ehl-i tahkik, zerrât-ı asliye denilen insandaki asıl ve temel zerrelerden bahsederler. İnsanın ilk zerreleri, yani insan bedenine âdeta kaide ve temel olup, hadiste “acbü’z-zeneb” (kuyruk sokumu) kemiğiyle ifade edilen[4] bu zerrât-ı asliyenin tam nerede olduğunu tespit etmek mümkün değildir. Allah, insanı bu temel zerreler üzerine kurmuştur ve ahirette de onlara bağlı haşredecektir.

İnsana ait hususiyetleri câmî olan bu zerreler kim bilir belki de genlerdir. Eğer öyleyse, Hz. Âdem’den bu yana bütün insanlardaki genler bir araya getirilse, bir yüksüğü ya doldurur ya doldurmaz. Ama bu kadarcık az bir şey, ruhla kontak olduğu zaman cismaniyet adına acı duyuyorsa, elbette lezzet de duyacaktır.

İşte insanın vücudundaki bu zerrât-ı asliyedir ki, cesedin esasını teşkil ederler. Allah, insanı bu zerrât-ı asliyesi ile haşredecektir. Sair zait zerrât, bu zerrât-ı asliyenin etrafında toplanır, haşr ü neşr öyle olur ve problem kalmaz.

Evet, Allah, bir ruh, bir de asıl zerrelerle haşreder ve herkesin asıl zerresini her zaman üçüncü olarak, bizim de arz u semanın da maddî yapısı tamamen değişeceğinden insana ait parça-altı veya parça-üstü bizim öz ve usâremizle bizleri haşr ü neşr edecektir.

Mesele muhit olan ilm-i ilâhî açısından ele alınacak olursa; biz belki zerreleri karıştırırız ama ilm-i ilâhînin cüz’iyata dahi taallukunu düşününce hiçbir problem kalmaz.

Allah ilmiyle, meselâ uranyum atomunun içindeki elektron ve protonunun sayısını, dönüşünü bilir ve onları nizam içinde tutar. İşte bizim, “Her şeyin zerrelerini muhafaza eder.” dediğimiz Allah, böyle bir Allah’tır. Aksine bu iş, bize havale edilse, el ele verip bir adamın zerrâtının muhafazasına çalışsak yine de karıştırırız. Evet, bu iş, Allah’a ait bir iştir.
[1]

Bkz.: İsrâ sûresi, 17/85.
[2] Bkz.: Yûsuf sûresi, 12/44.
[3] Bkz.: Yâsîn sûresi, 36/83.
[4] Buhârî, tefsîru sûre (78) 1; Müslim, fiten 141-143.

Kaynak: M. Fethullah Gülen, Çizgimizi Hecelerken
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

MEVLANA HAZRETLERİNDEN ÖZDEYİŞLER..



Mevlana hazretlerinin, hikmetli sözleri eserlerindeki hikayelerle anlattığı gibi

özlü sözlerle de anlatmıştır. Onun meşhur sözleri arasında şu ifadeler yer alır.




''SÖZ SÖYLEMEK İÇİN ÖNCE DUYMAK, DİNLEMEK GEREK.


SEN DE SÖZE , DİNLEMEK YOLUNDAN GİR.
''


Mevlana Hazretleri bu hikmetli sözünde , '' dinlemenin '' anlamak ve anlatmaktan

önce geldiğini, insanlara söz söyliyebilecek konuma gelebilmek için önce dinlemek

gerektiğini ifade eder. Dinlemek, akılla olduğu kadar gönül gözü ile de anlama çabasını

gerektirir. Ancak akl-ı selim ile ve gönül gözüyle dinleyebilenler anlar ve daha sonra

insanlara anlatabilirler . Böylece hikmeti barındıran inci gibi sözler, yıllar boyu insanlara

ışık saçmaya devam eder.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

İNSAN BAZI YAZILANLARI OKURKEN,

Denize girmek maksadı ile sahile gelen birinin, kumsalda dört dönüp bir türlü ayağını denizin suyuna girdiremeyen,
veya biraz kıyıya dalsa bile kulaç atıp atıp bir türlü sığlıktan kurtulup, biraz derinlere gidemeyen birinin çektiği sıkıntı gibi bir darlığa düşüyorum,
bazı yazıları okurken...
Elime aldığım kabuklu bir meyveyi soydukca, yeniden kabuğu çıkıyormuşcasına, bir türlü yenmesi gereken yerine ulaşamamak gibi,
Yazının kabuğunu kırıp manasına ulaşamamak yok mu? Beni mahvediyor....
Benim anlayışım mı kıt? Yoksa yazı mı gerçekten içi boş bir kabuktan ibaret bilemiyorum....
Ya da manâya girmeden önce yapılan giriş serenâtı çok mu uzun oluyor?
Oldum olası (yaradılıştan gelen bir özellık olduğuna inandığım) açık ve net , karşımdakine hep soyulmuş, kabuğundan arınmış olarak takdim ederim manâyı....
Bir küçücük manâ için, onlarca kelimeyi ziyan etmek, müsriflik gibi geliyor insana..
Bu nedenle Yunus Emre Pîrimizin şiirlerine hayranım...
Bir cümle ile öyle çok manâ lar anlatır ki hayran olmamak elde değil...
Aynen H.Z Mevlâna da asla manâyı kelime katmanları arasına hapsetmez...
Daha yakına gelirsek, H.Z Peygamberimiz sav efendimizin sözleri ne kadar anlam ve anlatış yüklüdür...
Her bir hadis-i şerife yüklenmiş manâ üzerine neredeyse bir makâle yazılabilir özellikteler...
en yakın olarak da Allah ın Kelâm-ı Kadim'ini dikkatle incelersek, ne kadar derin manâlar ummanı olduğunu fark ederiz..
Burada her anlayış kabiliyetine sahip, her seviyede akıl sahibi insanların kendi nasibine düşen bir kavrayışla mutlaka kalb-i derinuna inen bir manâ
akışı mevcûd....
Öyle bir yazı okuyor olmalıyız ki, daha ilk satırlarında, manâ yağmurlarında ıslanmalıyız..
Yoksa ine, ine bir türlü suyuna ulaşamadığımız bir kuyu dibi gibi olmamalı yazılarımız...
Bazen fazla teferruat, fazla söz ve kelime, manâyı zedeleyip anlamsız kılabiliyor..
Bu eleştirim önce kendim için .. Ve söz meclisten dışarı....
Bu kadar uzattığım yazımın manâsı kısaca şu demeliyim ki:
Asla MÂNAyı kelimelere FEDÂ etmemeliyiz....
Her birisi değeri Allah indinde bilinebilecek sevgili dostlara Muhammedi sevgilerimle.....

GÜL-i zâr

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

HAYY-DOST yazdı:Resim


"YAZMIŞ YARADAN, KUDRETİN KALEMİYLE,
NOKTA, HARF, HECE, VE BİR ÇOK KELİMEYLE,
AÇILIR SAYFA SAYFA KALBİN GÖZÜNE,
BİR ANDA OKUNUR, CAN- CÂNÂN DEMİYLE."..
Gülizar


Haklısın Halim kardeşim. Bir AN-lık yazılar CAN-CANAN buluşmasının,
bir AN-lık hikayeleridir....Ne zamANki bedende CAN ile CANAN buluşur,
inAN cümle âlem tutuşur.. Bir AN-da....
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen nur-ye »

HAYY-DOST yazdı:

İNSAN BAZI YAZILANLARI OKURKEN,

Asla MÂNAyı kelimelere FEDÂ etmemeliyiz....
SEVgili ablacığım ASLA diyerek çok kesin konuşmuşsun.
Kelimelere dökülmeyen MÂNAyı; nasıl kelimelere dökülmeden BİLeceğiz,
nasıl kelimelere dökülmeden BULacağız,
nasıl kelimelere dökülmeden OLacağız ve nasıl kelimelere dökülmeden YAŞAyacağız.

Kul ihvÂNi Hocamızın ifadesiyle BİZ, iki ata binmeden Ata ot, ite et yediriyoruz. Ata et, ite ot yedirmiyoruz.
Her dökülen saçılan kelimeler kimi huy olarak üzerimize yapışmış silinmesi-sökülmesi zaman alan süreçler gerektiriyor.
Öyle köveke tutmuş alışkanlıklarımız varki ATEŞle dağlamak gerekmekte!
O kövekelerden arınmak kolaysa bilemem.
BİZ kolayını bulamadık.
Kolayını bulanda varsa desin!
Çünki bütün ALLAH DOSTları bu YOLa ''ZOR YOL '' demişler.
Kolay olsaydı kolay yol derlerdi.

Kendi adıma derim ki yazdığım yazıları BİR TEK kişi için yazmamı istediği için yazıyorum. İsteyen okur işine yarayanı alır, isteyen okumaz. Kişilerin tercihine kalmıştır..
Kişileri örselemeden edebe riayet ettikleri sürece omuz verelim, teşvik edelim إِن شَاء اللَّهُ
Pek çok kişi gibi hep ''kendimi ararken, kendimi kaybetmekten korkmuşumdur! ''
artık öyle bir korkumda yok şükürler olsun. Geriye baktığımda bu korkulardan kurtulduğumu görüyorum. Bunlarıda görebilmemi sağlayan kelimelere dökülmüş yazılarımızdır.

hangimiz bu ÇİLEli YOLda darmadağınık olmuyoruz ki her daim derleyip toplayanımıza DÛA etmekteyiz. Dağılmadan derlenip toplanamayız çünkü kabuğumuz çok kalın.

İmâm-ı Alî keremullahi veche: "ALLAH önce, âlime: "öğrettin mi ?" diye sorar. Sonra câhile "öğrendin mi?" diye sorar" buyuruyor.
BİZde bu sÖZüne ''öğretiyor '', öğrenmek içinde gayret gösteriyoruz diyoruz.

''Yunus Emre Pîrimizin şiirlerine hayranım '' diyorsun ya sevgili ablacığım kim hayran değil ki.
Onlar ''Uruç -> Rucu = Mİ’RAÇ ''ı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin yüreğinde YAŞAmış ZÂTlar.
Onlar gibi yazabilmek için kaç fırın ekmek yemek lazım önce değil mi?

MuhaMMedî NÛR sitemizdeki her kardeşime MuhaMMedî SAYgı ve SEVgilerimi sunarım!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ZEVK 5167

ceheNNemi ceNNet ED-ER!. AT-EŞ KUŞU KanATlılar!
KÖRe NE/GÖReNE -> gERçek!.. ANlamaz İKİ ATlılar!
Bu ÂLeM -> BeLÂ BÂzarı! sen de HAKLısın ya HaYYDost
SUya SABUNa DOKUNma!. YIKAnmaz -> KıRKa kATlılar!..


20.11.12 21:o0
6 mhrm 1434…
brsbrs.. tktktrstkksbzbrzhuu..
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

At olmuşum YÂR uğrunda, binsin diye, tâkatsızlar,
Yaram YÂRin yarasıdır, dermanımdır, fakat sızlar,
Ukelâyım arada bir, ben kimim, tenkit etmek kim?
RUHum uçmak ister göğe, sığmıyorum, yer ıssız dar
....


Maksadım, "dost elinden gül " atıp, gönül yaralamak değil..
Kimi incittikse af ola....
"En kolay meslek tenkitcilik" der bir üstad...
Arada bir mesleğimden bıkınca buna soyunuyorum.
Lâkin yüzüme gözüme bulaştırıyorum.
Bazen budelâ da ukelâ olabiliyor işte..
dünya hali...
Kucak dolusu Peygamber(sav) kokulu incitmeyen
GÜLler dostlara
....
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: "AN"LIK YAZILAR

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

HAYY-DOST yazdı:Resim
Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu

Muhterem bir büyüğümle konuşurken, sıradışı sohbetin en derin yerinde, kulaklarımdan, beynime, oradan da yüreğime akan bir cümle,
hem beynimde hem yüreğimde asılı kaldı:" insanın en büyük putu kendisidir"........
Bir okyanusta yol alırken, yönünü kaybedip, buz dağlarına çarpan gemiler gibi, çarpılıp kaldım.
Hayatımızın en büyük gerçeği ile yüzleştirilmek, inanın depremlere uğramış dağlar gibi benliğimi sarsıp duruyor.
Kendimi sorgu suale çekip ,yaşadıklarımın hangisi Rabb'im dediğim Allah(cc) için,
hangisi kendim için diye araştırıyorum. Bunun cevabını vermenin bu kadar zor olduğunu, da yeni fark ettim.
Bu nedenle öcelikle nasıl bir ölçüye baş vurmalıyım veya mihenktaşım ne olmalı ki yanılmıyayım? Diye düşündüm durdum.
Risale-i Nur ları okurken hafızamda nefs ile ilgili bazı bilgiler edindiğimi hatırladım ve yeniden araştırdım:
26. sözün, ZEYL bölümünde dört HATVE den bahsediliyor
.


BİRİNCİ HATVE:

Nefislerinizi temize çıkarmayın. (Necm Sûresi: 32.) âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefs etmemek. Zîrâ, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma'bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf ederek, “”Nefsinin arzusunu kedisine ma'bud edinip onun her emrine uyan kimse. (Furkan Sûresi: 43.)”” sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathîri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir. DİYOR..

İKİNCİ HATVE:

Allah'ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi âkıbetlerini unutturmuştur. (Haşir Sûresi: 19.) dersini verdiği gibi; kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır. Şu makamda tezkiyesi, tathîri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzûzât ve ihtirasâtta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek. DİYOR

ÜÇÜNCÜ HATVE:

Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir. (Nisâ Sûresi: 79.) dersini verdiği gibi; nefsin muktezâsı, dâimâ iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer. Bu hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir. Şu mertebede tezkiyesi,Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Sûresi: 9.)sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.DİYOR

DÖRDÜNCÜ HATVE:

Her şey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. (Kasas Sûresi: 88.)dersini verdiği gibi; nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder.DİYOR


Bunları okudum ve yeniden dönüp kendime baktım. neresindeydim ve ne kadar yol almıştım? Rabbülalemin, yarattığı her şeyi terbiye ettiği gibi, bir nizam ve düzen verdiği gibi, imtihanlarla beni nereye kadar getirmişti?Nefsime haddiNİ ne kadar bildirilmişti?
Yine her şeyi kendi adıma mı yoksa, gerçekten Allah (cc) adına mı yapıyorum? Bu sorular hiç bitmez diye düşünüyorum....
Acaba "Nefsini bilen Rabbini bilir" sırrınca, insanın kendini bilmesi, Hazreti Bediüzaman Said Nursi gibi,
"Acz"inibilmek, (Güçsüzlük, kudretsizlik)
"Fakr"ını bilmek(Fakirlik, ihtiyaç, yoksulluk, azlık, muhtaçlık)
"Şefkat"li olmak,(Karşılıksız, samimi sevgi besleme; başkasının kederiyle alâkalı olma, acıyarak merhamet etme.)
"Tefekkür" etmek,(Düşünmek, derinlemesine, inceden inceye düşünme, fikretme.)
halleriyle hallenmek midir?

(NOT:HAZRETİ ÜSTAD SAİD NURSİ diyorki: Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.)

KUR'ANI KERİM'de anlatıldığı üzere
]:

1- İnsan zayıf yaratılmıştır.

يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا

“Allah(cc) sizden (yükünüzü) hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.(nisa 28)

2-İnsan nankördür:

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

“O size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah(cc)’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim çok nankördür.”(İbrahim 34)

... وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ

“Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama ellerinin işledikleri yüzünden başlarına bir kötülük gelirse işte o zaman insan pek nankördür.”(şura 48)


وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ

“Ama onlar kullarından bir kısmını O’nun bir cüz’ü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.”(Zuhruf 15)

İsra suresi 67. âyet-i kerimede :“Denizde başınıza bir musibet geldiğinde ondan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında yine eski halinize dönersiniz. Zaten insanoğlu nankördür.”


3-İnsan acelecidir

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً

“İnsan hayrı istediği gibi şerri de ister. İnsan pek acelecidir.”(iِ
4-İnsan hırslıdır

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا

“Gerçekten insan pek hırslı (ve dar gönüllü) yaratılmıştır.” (Mearic 19)

5-İnsan tartışmayı sever:

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا

“Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat insanoğlu tartışmaya her şeyden çok düşkündür.”(Kehf 54)

6-İnsan inatçıdır:

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَـذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلاَّ كُفُورًا

“Muhakkak ki biz, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.”( isra 89)

Resim

Bu kadar çiğ ve ham bir nefse sahip olarak bu alem-i dünyaya gönderilişimizin elbette var bir hikmet-i ilahisi.....
Nasıl ki ham olan herşey zamanla olgunlaşma dönemine giriyor , insan da aynen öyle bela ve musibetlerle yoğrularak bir olgunluk dönemine eriştiriliyor..
Nefsin terbiye edilmesi, kendi kusur ve aczini en azından fark edip bilme halidir. Artık haddini hududunu bilen biri olmak, "kendini put olmaktan kurtarmada atılan ilk adımlar dır "denebilir.
Neticede , ihtiyaçları karşılayan, bizdeki varlığı bize armağan eden, bu varlığın tüm rızkını veren, en çaresiz anlarda tek çare olan, maddi ve manevi ihtiyaçların hepsini, sebeblerle veye sebebsiz yaratan ulaştıran,
gördüren , işittiren, teneffüs ettiren, yedirten, içirten, kısacası idrakımıza sığan ne varsa hepsini temin ettiren maddi ve manevi varlığımızın yegâne sahibi ve yaratıcısı, en yalız tanımıylaEZELİ VE EBEDİ, "RABB-ÜL ÂLEM-İN "0LAN , EVVELi ve AHİRil olmayan TEK ve EHÂD BİR YARATICININ ilahlığını kabul eder...
."Lâ İlahe İlla Allah" Kelime -i Tevhid"nde benliğini eritir ... Artık insan kendi kendinin putunu kırar,(Kâbe'de kırılan putlar gibi) "LÂ MÂBUDA İLLA HÛ " der.. Hatta biraz daha ileri giderek:
"LÂ VEVCÛDA İLLA HÛ" der......
SAYGI VE SEVGİLERİMLE ellerinizden öperim mübârek hocam..Üzerinize olsun en güzel SELÂMULLAH....
GÜLİZAR

Resim
Resim
Cevapla

“►Aşıklar◄” sayfasına dön