SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Aşıklarımız ve Aşıklarımızdan ilhamlar ve ilahiler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..




O kimse ki, ALLAH'ın hükmüne rıza duygusuna sahip olmayı di­ler, ona gerektir ki; ölümü düşünmeye devam ede! Ölümü düşün­mek, bela ve musibet acılarını hafifletir.

Nefsine, malına ve yavruna taraf çıkarak HAK Teâlâ'yı itham etme. Sana gereken; “Bu işi RABBim daha iyi bilir” demektir.

Sana düşen budur. Buna devam edersen, razı olmanın tadı sana gelir; uyar olmayı sevmeye başlarsın. Âfetlerin parçası da, aslı da temelden sökülüp gider. Onların karşılığı, nimet ve güzellik olarak sana gelir. Her ne zaman ki, uyar oldun ve bela içinde razı olmanın tadını aldın, her yandan ve her yerden nimetler sana doğru akmaya başlar.

Sana yazık oluyor, ey evlat, başkasını aramak suretiyle O'nu bı­rakma. O'ndan daha ne kadar rızık genişliğini dileneceksin? Olur ki, bu isteğin fitneler çeker. Hâlbuki sen O'nu anlayamazsın. Biz hay­rın hangi yolda olduğunu bilemeyiz. Bu sebeple sus; O'ndan razı ol­mayı dile. O'nun yaptığı işleri itirazsız kabul etmeyi bil. Diğer hâl­lerinde ise şükür yolunu tutmayı arzula. Şükür yolu tutulmadan, bol rızık istemek fitnedir. Sabır olmazsa rızkın darlığı da fitnedir. Şükür, elindekini artırır, seni RABBine yakın kılar. Sabır ise, kalp cağına ve iman bağına kuvvet verir, manevî yolda yardım eder. Sabrın sonu çok hayırlı olur. Dünya ve âhiret iyiliği getirir. HAK Teâlâ'ya itirazda bulunmak, kalbi ve yüzü karartır. HAKK'a itiraz haramdır.

Ey evlat, HAKK'a itirazla meşgul olma, nefsini itiraza alıştırma. HAKK'a duacı olmaya bak. Nefsi duâ ile meşgul et ki, bela acılan gide. Afet ateşleri söne. Aksi hâlde sana yazık olur.

Ve ey iddiacı, senin hâline gelince, HAKK'ın iradesi, ilâhî rah­met hazinelerine vâkıftır. İlâhî rahmet ise o iradeye bağlıdır. O ira­deyi iste; iddiayı bırak. Eğer yolda yürümek istiyorsan, ona girme­den önce: “Hayrette kalanların delili, bana delil ol!” de.

Tecrübe yollu bir belaya uğrarsan ve sabırdan yana acı içinde olursan şöyle yalvar: ALLAH'ım, bana yardım et, sabrımı arttır. Bu sıkıntılı hâli ben­den al.”

Ama vuslata erer ve vuslat hâli kalbinde yerleşirse, HAKK'ın ya­kınlık duygusunu bulursun; istemek kalmaz, dil yok olur; ama iş oraya varmakta. Belki de senin için, orada en uygunu sükût olur. Müşahede âlemine geçer, misafir olursun. Misafir herhangi bir iştihaya kapılmaz; iyi edepli olur ve oturur, önüne geleni yer; takdim edileni alır. Ancak “İştahlı ol!” denirse o dem emre uyar; iştah ve arzuya kapılır.

Bu arada kendine has bir arzuya kapılmaz. İnsan, herhangi bir şey­den ayrı olunca ister. Aradığı şeyi bulunca neyi isteyebilir ki? Susar.

ALLAH yolcuları, HAKK'ın zâtından başkasını bilmezler ve onlar için putlar yakılmıştır. Sebepler, onların kalbinden silinir. Onlar, günlerce, hatta aylarca yemeseler, içmeseler, aldırmazlar ve renkle­ri değişmez. Çünkü onların gıdasını HAK manen verir; hangi gıdayı arzu ediyorsa, o sevgili kullara yedirir. Herhangi bir kul, ALLAH sev­gisini iddia etse, sonra da başkasından dilense, sevgisinde yalancı olur.

Herhangi bir kimse, sevilmiş ve ermiş olursa ona, yakınlık de­recesi olan bir konuk muamelesi yapılır. Onun varlığı HAK varlığına karışır ve kendisine şöyle denir: “İstek duy; arzu ettiğini söyle. Hürsün, istediğini yaparsın. Se­ven tutulur. Sevilmiş olan hür olur. Seven için mahrumiyet olabilir,
sevilmiş için asla.”

Ona verilir. Kul sevgi içinde oldukça, şaşkınlık, dağınıklık, par­çalanmak, çalışmak daima karşısında durur. Hele çalışmak... Onun vazifesidir.

Gün gelir, nöbet değişir, sevme hali sevilmiş olursa, hakkında yürütülen hüküm de değişir. Naz devri başlar. Refah gelir. Sükûn hâsıl olur. Rızık genişler, kullar hizmetine koşar. Bunların hepsi, sev­gi hâlindeki sebatından ötürü verilir.

HAK Teâlâ'nın kuluna olan sahipliği ve sevgisi, bayağı bir kim­senin diğerine olan sevgisine ve sahip olmasına benzemez. RABBimiz Aziz ve Celil'dir. O'na benzeyen yoktur. Gören ve işiten O'dur. O, in­sanlar anlasın diye birçok misaller getirir.

O'ndan anlayış isteyin ve kalplerinizin O'nunla hoş olmasını taleb edin. Çünkü kalp güzelliğini dilediği kimseye bolca ihsan eder. O dilediği kimse için, kalbe dair gıdaları çoğalır.

ALLAH Teâlâ'nın sevdiği kullar arasında birinci gelenin öyle ge­niş kalbi vardır ki, semâ ve zemin bütünü ile oraya konsa, yine boş­luk kalır.


O kimsenin kalbi, tıpkı Musa Peygamber'in asasına benzer. Mu­sa Peygamber'in asası ilk zamanda bir hikmet eseri idi; sonra kudret eseri oldu. Musa, yükünü taşıyamadığı zaman ona yüklerdi. Yürü­mekten yorulduğu zaman yine o asaya binerdi. Musa'ya, oturma hâ­linde ve uykuda bir eza gelse, o asa def ederdi. Bir meyve dilerse, he­men ondan alır yerdi. Güneşte uyuduğu zaman ona gölgelik ederdi. ALLAH Teâlâ kudretini ona asada gösterdi. Ve o vasıta ile Musa'ya ünsiyet ve ülfet hâlini bahşetti.

Vakta ki, HAK Teâlâ Musa'yı peygamber etti, ona yakınlık verdi, konuştu ve birçok şeyler teklif etti. HAK Teâlâ ile arasındaki konuşma şöyle oldu:

“Elindeki ne ola, yâ Musa?”

“Asamdır; ona dayanırım, koyunlarıma yaprak dökerim ve onunla daha birçok işlerim var.”

“Onu yere at, yâ Musa!”

Onu yere attı; aniden korkunç bir yılan oluverdi. Ondan kaçma­ya başladı. Bu kez, Hak Teâlâ şöyle buyurdu:

“Onu al, korkma; yine eski hâline çevireceğim.” (Tâhâ, 20/17-21)

HAK Teâlâ'nın böyle yapmasından kastı, kudretini peygamberi­ne göstermek. Firavun'un fâni mülkünü, peygamberinin gözünde küçültmek idi. Firavun ve kavmine karşı nasıl harp edileceğini öğ­retmekti.

HAK onların katli için Musa'yı hazırladı ve harika olan birçok âdetleri ona öğretti. Musa Peygamber'in kalbi, ilk devrede dardı ve gönlü sıkıntılı idi. Ona peygamberlik verdi, bilgi öğretti, kalbini açtı.

Ey cahil, kudreti böyle olan, isyan edilir ve unutulur, öyle mi?

Seni unutmayanı unutma. Bir ÂN bile senden uzak olmayan için gaflete düşme. Ölümü düşün, ölüm meleği, bütün canlıların ruhu­nu almak için HAKK'a vekâlet eder. Gençliğin, malın ve bugün için­de bulunduğun bolluk seni aldatmasın. Yakında bütün bunlar elin­den çıkacak.

Tembelliğini düşün; şu güzel günleri boşa harcadığını hatırla; pişman olacaksın, ama faydası olmayacak. Yakında ölürsün ve söz­lerimi kabirde hatırlarsın. O kabirde benim için dersin: “Yanında olsaydım onun ve sözlerini dinleseydim... Ah!..”


Dünyada ve âhirette benimle olmak dilersen, sözlerimi dinleme­ye ve amel etmeye çabala. Sözlerimin faydasını almak dilersen hak­kımda iyi düşün. Nefsinden başka herkes için iyi zanda bulun. Nef­sin kötülüğünü düşün. Böyle yaparsan fayda bulur, yararlı hâle ge­lirsin. Başkaları da senden faydalanır.

HAKK'ın zâtından gayri şeylerle olduğun süre, dertten ve keder­den salim olamazsın. Şirkten ve ağır yükten kurtulman kabil olmaz. Halkı kalbinden at, HAK'la bir ol. Göreceksin ki, hiç kimsenin ha­tırlamadığı, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın ismini duyma­dığı şeyler sana verilmiştir.

Mademki bu kötü hâldesin, işlerin hiç tamam olmaz. Ne yazık ki, temel sağlam değil. O temel bir mezbele hâline gelmiş; işlerin onun üzerinde yükselmekte.

ALLAH'a dön. Bulunduğun uygunsuz hâlin değişmesini O'ndan is­te... İçinde bulunduğun dünyalık talebinin ve âhirete dair şeylerin gitmesini HAK'tan dile...

Yazık, HAK Teâlâ senin için fakri daha iyi buluyor. Hâlbuki sen, zengin olmak için çırpınırsın. Bilmiyorsun, HAKK'ın seçtiği şeyi kötü görmektesin. Bu ne hâldir? HAK Teâlâ'nın seçtiği şeyleri kötü gören­ler, nefis, şeytan, kötü arzu, iyi olmayan arkadaşlardır. Bunları bı­rak. Çünkü bunlar, ALLAH'ın arzusuna uymaz. Onlara sakın uyma. Onlara ne dönüp bak, ne itirazlarına aldırış et. Onların HAKK'a da­rılmasına bakıp onlar gibi olma. Kalbine ve iç âlemine dön, O ne der­se öyle yap. Kalp ve sır, iyiliği söyler, kötülüğü yasak eder. Bugün içinde bulunduğun fakirlik hâline dayan; ona sabırla dayanman zen­ginliğin tâ kendisidir. Bu hâl masumluk hâlidir. Sen onu takdir edemezsin. Arzu ettiğin şey karşına çıkarsa, belki hatalarla dolar ve he­lak olursun. HAK seni fakir ederse, hatalara karşı âciz olur, bir şey yapamazsın. Haberin olmadan HAK seni esirgemiş olur.

HAKK'ın arzusu üzerine sabra devam edersen, O'nun katında sa­na öyle iyilik olur ki, onu saymaya ve anlamaya gücün yetmez. Hatta HAKK'ın arzusuna uyman sonunda alacağın kazancı, bütün yer ehli toplansa yine hesaplayamaz.

Acelecisin. Acele eden kimse, eline ne gibi şeylerin gireceğini bi­lemez, ne istediğini anlayamaz. Aceleyi şeytan verir. Dikkatli hare­ket, HAK tarafından ilham olunur. Aceleci olursan şeytanın askeri olursun, onun birliğine girersin. Olanlara uyar, bulunduğun hâle se­batla bakar, sabra devam edersen, RAHMAN'ın askeri olur, Hak top­luluğuna katılırsın.

Takvanın iç yüzü, HAKK'ın fiil tecellisine uyarak emrini yapmak, O'nun “yapma!” dediği şeyleri yapmamak... O'nun bütün işlerine, kaderine ve sair belalarına, afetlerine sabretmektir.

Siz yalnız halksınız, her yanınız nefis olmuş. Tabiatla dolmuş­sunuz. Ne ALLAH Teâlâ'dan, ne de O'nun irfan sahibi kullarından haberiniz var. İrfan sahiplerine nispetle siz deliler gibisiniz. Onlar akıl sahibidirler. Onların HAK uğrunda cinnete tutuldukları olur. HAK uğrunda cinnete düşenin hâli had safhaya varınca o hâlden kurtu­lur. O bir harekettir. Hareketin sonunda sükûn gelir. Hastalık gider, yerini sıhhat ve hikmet alır.

Sen âhiretten ayrı ve dünya ile dolusun. Hâlin beni üzüyor. He­le sâlih kullarla arandaki fark beni düşündürüyor. Hele onların mec­lisini bırakıp indî görüşünle yetinmen, beni ne hâle getiriyor, bir bil­sen... Bilmiyor musun ki, görüşü ile giden mutlak batar. Hiçbir âlim yoktur ki, bir başka âlime muhtaç olmasın, ilminin artmasını iste­mesin. Hangi ilim sahibi olursa olsun, mutlaka ondan daha âlim var­dır. Hak şöyle buyurur: “Size, ancak ilimden azı verildi.” (el-İsrâ, 17/85)

Sana o büyüklerin topluluğu lâzımdır. Ve onların erdiği Sevad-ı A'zam makamı gerektir, onu ara... Hakikî yola gir. Yolun hakkını ödemek için uyar ol, ayrılığı bırak.

Uyunuz; HAKK'ın emri dışında yeni icatlar çıkarmaya kalkmayı­nız. Yeterlik hâlini böyle bulursunuz. Bu yola, nefisle ve kötü arzu ile gidilmez. İlim ve hikmet bu yolun malzemesidir. Gücü, kuvveti terk etmek bu yolun icabıdır. Bu yolda cehalet göstermek olmaz. Tes­lim olmak, O'nun önünde serilip kalmak, acele etmemek, teenni sahibi olmak, bu yola girenler için elzem olur. Bu hâl öyle bir şeydir ki, acele ile olmaz. Yola giren bir tutanağa ve er kişiye muhtaç olur. Sabır, güçlüğe dayanma ve mücahede, bu yolun gerçeğidir.

Üzerinde taşıdığın ağır yükü vermen ve marifet âlemine geç­mek için irfan sahipleri ile olman gerekir.

Bir zaman, o zâtın dizinde yoluna devam edersin. Rahatsız olur­san sırtına alır, arkasına alır, yola devam ettirir. Sevgi ehli isen ar­kada gidersin. Sevilmiş biri isen önde ve köşkte yürürsün; öbürleri senden sonra gelir. Bu hâli ancak tadan bilir.

Ehliyet sahibi kimselerle oturmak bir nimettir. Ağyar ile otur­mak, beladır ve sıkıntılıdır. Hele nifak ehli arasında oturmak...

Sana her an için vazife olan, HAK yakınlığını düşünmek ve dai­ma onu murakabe etmek... HAKK'ın ve halkın hakkı olanı nefisten is­temek... Nefsin yapması vacip olan şeyi yaptırmak...

Dünya ve âhiretin hayrını bilmek dilersen, bunun yolu, HAK Teâlâ'nın seni iyi bildiğini düşünmek ve nefsi amele koşmaktır, derim. Nefisten, ALLAH'ın emirlerini yapmasını iste. Yasaklarından kaçması­nı talep et.

Âfetler geldiği zaman, onu sabra alıştır. Kaza ve kaderin hükmü gelince razı olmayı ona öğret. Nimet geldiğinde ise şükrü bellet. Bun­ları yaparsan, HAK yolda önüne çıkan mâniler zail olur, HAK yoldaki sohbetin iyi bir istikamete girer. Yolunda iyi arkadaş bulur, yardım­cıya rastlarsın. Ve öyle bir hazineye kavuşursun ki, hangi yöne dönsen o seni takip eder. Artık o hazineye erdikten sonra aldırma, ne­rede olursan ol. Çünkü sen, yitirdiğini aynı yerde bulursun. İlim, hik­met, kader, ins, cin, melek, sana hizmetçi olur. ALLAH'tan korktuğun için her şey senden çekinir. ALLAH'a itaat ettiğin için her şey sana itaat eder.

ALLAH'tan korkan kimseden her şey korkar. ALLAH'tan korkma­yan, her şeyden ürker. ALLAH'a hizmet edene herkes hizmet eder. ALLAH, hiç bir kulun yaptığını karşılıksız bırakmaz.

Ne edersen onu bulursun. Nasıl olursanız idarecileriniz de öyle olur.

ALLAH'ım, bize keremle, ihsanla, hatalarımızdan geçmekle mua­mele eyle... Dünya ve âhirette bize lütuf ver. Dünyada iyilik ihsan eyle, âhirette yine iyilik ver. Ve bizi ateş azabından koru.”


(el-Bakara, 2/201)

Âmin!


Gavsu'l-a'zâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen MINA »

- Muhakkak ki Allah kendisine tevekkül edenleri (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin gereğini yerine getireceğine iman edenleri) sever. (A.İmran- 159)

Resim
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen simurg »

Resim
Yine bir yazı yazmak istiyordum.
Nereye yazayım diye düşünürken
meryemnur kardeşimin açtığı sayfayı okuyunca burayı uygun buldum.
Sevilmiş olanlardan olmayı kim istemez ki,
Allah c.c. bizleri ve bütün ümmet-i Muhammedi hakiki sevilmişler arasına dahil eder inşallah ve sonsuz amin.

Gün içinde insanın aklında bir sürü düşünceler hiç durmadan akıp gidiyor,
Bunların başıboş olmayıp,bir istikamet üzerinde seyrettiğini görmek hem güzel hemde sevinilecek bir durum diye düşünüyorum..
Zaman zaman dağılması mümkünse de insan bunları kontrol etmeyi başarabiliyor,
Bu da sevindirici.
Bu düşündüklerimi zaman zaman, imkan buldukça gelip buraya yazmamdaki,
en önemli sebep, bir şeyler yapmayı istiyor olmam.
Site içinde bir katkıda bulunabilme arzusu.
Bundan başka da ne yapabilirim şimdilik bilemiyorum,

Düşündüklerimin ilmi bir değeri yok.
Sâdece düşündüklerimi hissettiklerimi yazıyorum.
Bir umudum da, (illaki vardır) eksiklik ve yanlışlıklarımı bana gösterebilirsiniz inşallah.

Aslında yine en büyük katkıyı kendime yapmış oluyorum.
Zaten hizmetin amacı ve aslıda bu değil mi,
Her ne olursa olsun, insan her yaptığını kendisine yapıyor.
Bu hem gerçekten böyle,
İnsanın niyeti ile orantılı şekilde yaptığı aynen kendisine dönüyor.

Hemde bir örnekten öğrendiğim şekliyle,
Bizler dışta ayrı ayrı ve hiç biribirine benzemeyenler olduğumuz halde,
İçte hepimizinde aynı olduğu.
Elimizi açık halde karşımıza alıp baktığımızda, bütün parmaklarımız farklı yükseklikte,
Onları avucumuza kapatıp, içe döndürdüğümüzde ise aynı boyda.
Bu iç âlemde, yani mânâ âleminde birliği ve tekliği anlamamıza fayda sağlasın diye verilmiş bir örnekti.
Ben henüz yeterince anladığımı söyleyemem.


Bu gün yazmak istediğim başka bir konu.
Bir zamanlar Osmanlıca yazma ve okuma kursuna gitmiştim.
Zaman ayıramadığım için uzun süre devam edemedim ve kâfi derecede öğrenemedim elbette.
Gelecek zamanlarda muhakkak üzerinde titizlenilecek ve öğrenmeye gayret edilecekler listeme
Kaydettiğim bir konu bu.

Kursa devam ettiğim süre içinde kelimelerin ve harflerin kıyafetlerine hayran kalmıştım.
Birçok örnekler ile açmak imkanı var bu ifadeyi,
Ama şimdi size bir örnek aktarmaya çalışacağım.

Kulihvani Hocamın harfler ve kelimelerin sonsuz mânâları ile zevklerinde
Bize sunduğu ifâdeler, bu konu üzerinde düşünmemi artırdı.

Osmanlıca harfler ile yazıldığında (göz) ve (kör) kelimelerini biribirinden ayıran sadece bir nokta işaretidir.
(z) harfinden noktayı atarsanız göz kelimesi kör oluyor.
Resim

Benzer bir örneği de bir başka zamanda,
“âileye bir nokta korsanız evlâdım gâile olur”
İfâdesiyle çok sevdiğim bir büyüğümden işitmiştim.
O noktayı (sevgi, saygı, edep, sadakat, vefa,güzel huy, vs…) öyle çok şey ile doldurmak ve anlamak mümkündü ki.


Noktayı çok düşünmeme sebep olmuştu bu örnekler.
Bu düşünme kasıtlı bir çalışma değildi, kısıtlı bir düşünmeydi ama
Elimde olmadan, uzaklaşamadığım bir konu halinde aklımı meşgul edip durmuştu.
Demek kör olmamak ve görmek için bir nokta bulmak lazımdı.
Yada noktayı olması gereken yere koymak.
bir şeyleri gerçekten görebilmek, noktasına kadar dikkat edebilmekle elde edilebiliyordu.
Kabalık ve savrukluk bizi görür edemezdi, bu şeklimizle incelikler ele geçmezdi,
Nokta gibi zerre gibi arılaşmak, benlikten küçülmek,yüklerden kurtulmak ile mümkündü,
Her varlığı, mevcudu, her ilahî eseri, sıfatları, esmaları noktasına kadar incelemek ile mânâsına kavuşabiliyorduk,
Ya da ilmin bir nokta olduğunu anlama savaşının bir cüz'üde bu olsa gerekti,
Çokluklar ile cehâletin nasıl el ele gezdiğini fark edebilmenin bir aşaması da bu olabilirdi,
Sonra kör gözümü görür edebilmenin yollarını düşündüm yine çok zamanlar.
Bu düşünmeler bir çeşit aramalar gibiydi,
Hala da görenlerden olmak ümidi içindeyim. inşallah gören gözlerimiz olur. âmin.

Şu gözlerimiz yan yana iki nokta halinde durdukları yerde nasılda anlamlılar.
İki göz, baktığı yerde ki şeyi bir görmekte,
Ayrı ayrı hareket edip, biribirine muhalefet ediyor değiller.
Uyum ahenk ve biribirlerine sadakat ile çalışıyorlar.
Ve bu çalışma öylesine tabii bir çalışma ki,
Ve yptıkları iş öyle değerli ki,
Küçücük gözler önlerindeki geniş alanları içine alabiliyor.
İçte onlarla benzer bir de gönül gözümüz var, ondan da şu şekilde bahsetsek doğru olur sanırım.

“gözünün gördüğünü, kalbi yalanlamadı”
Sözünden anlayacağımız bu olsa gerek.
İç ve dış gözler aynı anda, aynı şeye bakar ve aynı görürlerse, o zaman hakiki görme, yani hakikati görme gerçekleşmiş olur diye düşündüm.
Şaşı görmek ise, dış gözün iç göz ile irtibatsız çalışması olsa gerek.
Ya da iç gözün görür olmaması.
Ve onun görmemesinin sebebi ise önündeki benlik noktası, veya benlik perdesi olsa gerek.

“gözünün önünden çekilirsen onsekizbin âlemi seyredersin”
Sözü, benliğimizi hiç hükmüne geçirmeliyiz ki, aslolan kalsın geride, ve O seyretsin sende .
Demek sanırım. Bu bir an gelip sonra yer edinemeden gidecek türden bir düşüncem.
Okuduklarıma bağlı olarak bir kısa idrak yaşıyorum, sonra ona bir temel ve zemin oluşturmuş birisi olmadığım için kayıp gidiyor.
Sonra ben yine benliğim ile baş başa, ham ve câhil kalıyorum.
Neyse, böyle böyle de olsa, yolda sayılırım inşâallah.

Canım Hocam Kulihvani, ara sıra objektif ve oküler örnekleri ile bir hakiki görebilmekten bahs ediyor,
Ben bu iki nesnenin de çalışma prensibini hiç bilemiyorum,
Ama anladığım ise şu anlatmaya çalıştıklarımdan ibaret.
Zâhir bâtın ikiliğinin şaşılık,
Uyum ve ahengin ise birlik ve saadet olduğunu anlamaktayım.

“ey göz verip gördüren Rabbim, şu zavallı, günahkâr ve yaşlı gözlerimizi, senin istediğin ve olmasını dilediğin hale çevirip, yaradılma maksadına uygun çalıştır. Bizleri gözleri olup ama kör kalan bahtsızlardan eyleme.” Âmin Allah’ım.

Üç buçuk derecede astigmat ve miyop olan gözlerim gözlüksüz bir metreden hiçbir nesneyi ayırt edemeyecek kadar âciz ve yoksundur.
Bu benim için bir nimet ve lutf-u ilahîdir.
Çalışma ve okuma-yazma zamanlarım dışında gözlüğü kullanmam ben,
yolda arabalara ezilmemiş olmam,
gezmeyip çok kısıtlı bir alanda hayatımı sürdürmem sayesindedir.

Şimdi bunları neden söyledim?
Katiyen şikayet değil,
sadece zaman içinde birçok örnekler ile öğrendim ki,

Bizim her halimiz bize nimettir.
Doğru algılayıp doğru kullandığımız sürece elbette.
Ve bu nimetten istifade edebilmek bir şükürdür.
Bu durumun bana kazandırıp, kattıklarını anlatmaya ne kadar çalışsam sanırım başarılı olamam.

Asıl körlüğün, hakikat körlüğü olduğunu sanırım artık anladığımı düşünüyorum.
Bir had bilmezlik etmekten korkarak yazıyorum bunu, inşallah anlamışımdır, âmin.
Bu teşhis tedavi için bir adım sayılır inşâallah.

“Ne ararsak kendimizde aramalıyız"
İnsan dahi bir nokta değil mi.?

İşte bütün bu aramalar,bizide söyletiyor,
eksik kusur, her halim için peşinen özür dilerim
özürlerim pek çok, kendim bizzât bilmekteyim.

hakkınızı helâl edin inşaallah.
Es Selâm.
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen meryemnur »


Su gönüllüm, can simurgum, yazıların öylesine içten, sade ve samimi ki, yazılarını her okuyuşumda dupduru bir suyun akışını seyretmenin ferahlığını ve huzurunu duyuyorum yüreğimde. Bugünkü yazını okurken de gerçekten 'sevilmiş olalanlardan olman' ümidi ve sevinci ile okudum yazdıklarını.. Habib-i Kibriya Efendimiz (s.a.v.) hürmetine âmin.. Yüreğimize bu sevgiyi lütfeden, yine bizden bize muhabbetle dua ettiren, hamdolsun..

simurg yazdı:Resim

Şu gözlerimiz yan yana iki nokta halinde durdukları yerde nasılda anlamlılar.
İki göz,baktığı yerde ki şeyi bir görmekte,
Ayrı ayrı hareket edip,biribirine muhalefet ediyor değiller.
Uyum ahenk ve biribirlerine sadakat ile çalışıyorlar.
Ve bu çalışma öylesine tabii bir çalışma ki,
Ve yptıkları iş öyle değerli ki,
Küçücük gözler önlerindeki geniş alanları içine alabiliyor.
İçte onlarla benzer bir de gönül gözümüz var,ondan da şu şekilde bahsetsek doğru olur sanırım.

“gözünün gördüğünü,kalbi yalanlamadı”
Sözünden anlayacağımız bu olsa gerek.
İç ve dış gözler aynı anda, aynı şeye bakar ve aynı görürlerse, o zaman hakiki görme,yani hakikati görme gerçekleşmiş olur diye düşündüm.
Şaşı görmek ise,dış gözün iç göz ile irtibatsız çalışması olsa gerek.
Yada iç gözün görür olmaması.
Ve onun görmemesinin sebebi ise önündeki benlik noktası, veya benlik perdesi olsa gerek.

“gözünün önünden çekilirsen onsekizbin alemi seyredersin”
Sözü, benliğimizi hiç hükmüne geçirmeliyiz ki, aslolan kalsın geride, ve O seyretsin sende .
.

Bak Geylâni Şahımızın güzel gönlünü nasıl tastikliyor..

İnsanda sevgi galip gelince seçme kabiliyeti azalır. Dünya ile ahiret ayırd edilemez. Kabulle red birbirine karışır. Kalbini HAKK'ın sevgisi ile dolduran, hayırda ve şerde mevcut güzelliği birleştirir. Bu hâle gelenin bütün cihetleri bir yön olur. Tek yön olur, o da HAKK'ın Zâtıdır...

Sevgi herşeyi birleştirir. Haberi verilenle, gözle görüleni aynı yapar. Zararlı ile faydalıyı tek cepheden gösterir. Sevgi taşıyan kalp, daimi bir vecd ve yenilikler içindedir. Orada bir bakarsın, HAKK'ın Celâl sıfatı tecelli eder, Onun zikri olur. Bir bakarsın Cemâl tecelli etmiş ve O'nun zikri başlamış. Onun günleri daima bir dehşet içinde geçer. Her ne kadar yaklaşsa, daha öteye geçmeye devam eder. Aradığını görüp yaklaşmayı arzuladıkça yol uzar, gider. Musa Peygamberin gördüğü Nur ateşi de böyle idi. Musa (as) görüp yaklaştıkça, o uzaklaşıyordu. Ve nihayet:

- "Muhakkak ben ALLAH'ım" hitabını duyuncaya kadar o ateşin peşinden gitti.

Kalp de böyledir. O yakınlık nurunu görür ve ona doğru ilerler. Ona her adım attıkça uzağa kaçırır. Bu hal kitabın yazısı yerini buluncaya kadar devam eder. Adımlar son haddini bulur. İşler değişmeye başlar. Ozaman talib olan matlub olur. Gayecinin kendisi gaye olur. Arzu duyup yürüyen, arzulanan zaat olur. Çünkü HAK tarafından cezbe gelmiştir; O'ndan bir cezbe insanların ve cinlerin yapmakta olduğu işlerin tümünden değerlidir.

Hak Teala Hazretleri kuluna baktığı zaman onu tabiat yuvasından ayrı, halka veda etmiş, şahsi heveslerini bir yana itmiş bulursa, işte o dem yakınlığını verir. Kul HAKK'a talip olur, O'nun gayretine düşer ve kalkması, oturması O'nun için olursa lutuf bucağına varır. Hak Teala kuluna baktığı zaman: Onu namaz, oruç, cihad içinde ve yalnız, kimsesiz, aynı zamanda dikkatli ve her karanlığa ışıkla vardığını görürse onu, geçmişte aldığı karar icabı fazilet sofrasına alır
...


Bahsedilen güzel kullardan olmak duasıyla su gönüllüm..
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen MINA »

عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ ، قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم اَحَبُّ عِبَادَ اللَّهِ اِلَى اللَّهِ رِعَاءُ الشَّمْسِ وَ الْقَمَرِ ، اَلَّذِينَ يُحَبِّبُونَ عِبَادَ اللَّهِ اِلَى اللَّهِ وَ يُحَبِّبُونَ اللَّهَ اِلَى عِبَادِهِ

Hz. Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın kullarından Allah’a en sevgili olanlar: Güneşi ve ayı gözleyenler, Allah’ın kullarını Allah’a sevdirenler ve Allah’ı da kullarına sevdirenlerdir. (Beyhaki, es Sünenü-l Kübra)

İnsanın en büyük gayesi ve yaratılışının en yüce maksadı: Allah’ı sevmek, Allah tarafından sevilmek ve O’nun rızasına nail olmaktır. İnsan, bu gaye ve maksat için yaratılmış ve bu vazifeyi görecek cihazlar ve duygular ile donatılmıştır.

Ancak Allah’ı hakkıyla sevmek ve O’nun tarafından sevilmek o kadar da kolay bir iş değildir. Allah’ı sevmek ve O’nun tarafından sevilmek için kulun yapması gereken birçok ameller ve vazifeler vardır. İşte nakledeceğimiz bu hadis-i şerif, Allah tarafından sevilmek isteyenler için çok kıymetlidir. Zira Peygamber Efendimiz (sav) bu hadis-i şeriflerinde bizlere Allah’ın en sevgili kulları olmanın yolunu göstermektedir.

Eğer düşünüyorsak, hangi ameli işleyelim de Allah bizi sevsin ve bizden razı olsun, o halde bu hadise kulak vermeli ve öğretilen ameli hayatımıza geçirmeliyiz. Cenab-ı Hak bu hadis-i şerifin hürmetine bizleri en sevdiği kullar zümresine dâhil eylesin. Âmin!


Hadis-i şerifi Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmiştir.

قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم Allah’ın resulü (sav) şöyle buyurdu:

اَحَبُّ عِبَادَ اللَّهِ اِلَى اللَّهِ Allah’ın kullarından Allah’a en sevgili olanlar… Yani Allah-u Teâlâ’nın en çok sevdiği ve kendilerinden en çok razı olduğu kullar:

رِعَاءُ الشَّمْسِ وَ الْقَمَرِ Güneşi ve ayı gözleyenlerdir… “Güneşi ve ayı gözleyenler” tabiri ile kastedilenler müezzinlerdir. Zira onlar, namaz vakitleri ve diğer ibadetlerin vakitleri için güneşin ve ayın hareketlerini gözlemler ve insanlara o ibadetin vaktinin girdiğini haber verirler.

Onlar adeta ibadetin davetçileridirler. Okudukları ezanlar ile insanları namaza davet ederler, ayın halini gözlemleyerek insanları oruca, hacca ve kurban kesmeye davet ederler ve diğer ibadetlerin vakitlerini haber verirler. Müezzinlerin faziletine dair birçok hadis-i şerifler mevcuttur.

Bunlardan bir kısmı şunlardır:

Abdullah İbni Ebi Evfâ’dan (r.a) rivayet edilmiştir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ’nın kullarının en hayırlıları: Allah’ın zikrini belli vakitlerde icra edebilmek için güneşi, ayı, yıldızları ve gölgeleri gözleyenlerdir.” (Hakim, el-Müstedrek)

Enes İbni Malik’den (r.a) rivayet edilmiştir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Yemin etsem elbette doğru olurdum ki, Allah-u Teâlâ’nın kulları içerisinde Allah-u Teâlâ’nın en sevdikleri, elbette (ezan okumak için) güneş ve ayı gözleyenlerdir. Kıyamet günü onlar, boyunlarının uzunluğu ile tanınacaklardır.” (Taberani, el-mu’cemu’l-Evsat)

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edilmiştir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmayacağı günde, Allah-u Teâlâ üç kişiyi kendi gölgesinde gölgelendirir. Emniyetli tüccar, adaletli devlet reisi ve gündüzleri güneşi gözleyendir.” (Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur)

Efendimiz (sav), müezzinlerin Allah’ın en sevgili kulları olduklarını beyan buyurduktan sonra diğer sevgili kulları şöyle beyan etmiştir:

اَلَّذِينَ يُحَبِّبُونَ عِبَادَ اللَّهِ اِلَى اللَّهِ وَ يُحَبِّبُونَ اللَّهَ اِلَى عِبَادِهِ Allah’ın kullarını Allah’a sevdirenler ve Allah’ı da kullarına sevdirenlerdir… Evet, Allah’ı kullarına, kulları da Allah’a sevdirmek!


Allah’ın kullarını Allah’a sevdirmek şöyle olur: Cenab-ı Hak, namaz kılan, oruç tutan, zikir eden, ihlâs ve takva sahibi olan, Peygamberimizin (sav) sünnetine tabi olan, sözün özü: Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden kullarını sever.

O halde kim, bir insanı Allah’ın emir ve yasaklarına uyması için irşad ederse ve o kişi de bu irşaddan istifade edip Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederse, işte o kişi Allah’ın bir kulunu Allah’a sevdirmiş olur.

Demek “Allah’ın kullarını Allah’a sevdirmek” ifadesi ile kastedilen mana, Allah’ın sevdiği sıfatları bir kulun kazanabilmesi için o kulu irşad etmek ve ona hakkı anlatmaktır. Kim Allah’ın farzlarını yerine getirirse Allah-u Teâlâ onu sever. Kim de bir kişinin bu farzları eda etmesi için onu irşad eder ve ona hidayetin yolunu gösterirse, Allah-u Teâlâ bu kişiyi de yaptığı aracılıktan dolayı sever.

Hadis-i şerifin devamında geçen “Allah’ı kullarına sevdirmek” ise, Cenab-ı Hakk’ı kuluna tanıtarak Allah’ı sevmesine vesile olmaktır. Şöyle ki: Bütün güzelliklerin, bütün iyiliklerin, bütün kemallerin ve bütün hayırların sahibi olan Mevla Teâlâ, eğer kulları tarafından tanınırsa muhakkak ki sevilir.

Cenab-ı Hakk’ı sevmeyenler, sadece onu tanımayanlardır. O halde Allah’ı kullarına sevdirmek, Allah-u Teâlâ’yı, O’nun isim ve sıfatlarını kullarına öğretmekten geçer.

Bu makamda, Allah-u Teâlâ ile Hz. Davud arasında geçen bir mükâlemeyi nakletmek istiyoruz. Bu sayede Allah-u Teâlâ’yı kullarına nasıl sevdireceğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Cenab-ı Hak Davut (as)’a şöyle dedi: “Ey Davut! Beni sev, beni seveni de sev ve beni kullarıma sevdir.” Bunun üzerine Davut (as) dedi ki: “Ya Rabbi! Sen biliyorsun ki ben seni seviyorum, seni seveni de seviyorum. Lakin seni kullarına nasıl sevdireceğim?” Davud (as)’ın bu sorusu üzerine Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: “Kullarıma benim ayetlerimi, nimetlerimi ve belalarımı hatırlat!”

Demek Cenab-ı Hakk’ı sevdirmenin yolu, Allah’ın ayetlerini, nimetlerini ve belalarını anlatmak ile olur. Çünkü insan, ancak kendisine iyilik yapanı, ikram ve ihsanda bulunanı sever ve adeta ona kul olur.

Kendisine ulaşan büyün iyiliklerin Cenab-ı Hak’tan geldiğini yakînen bilen, Allah’ın ayetlerinden haberdar olan ve Allah’ın azabını bilen kişi, elbette Allah’ı sevecek ve kendisini Allah’a sevdirmek için gayret edecektir. Ne mutlu Allah’ı sevenlere ve Allah tarafından sevilenlere!


Ya Rabbi, bizlere seni hakkıyla sevmeyi ve senin tarafından sevilmeyi ihsan et. Ya Rabbi, bizleri seni seven ve senin tarafından sevilen kullar zümresine ilhak eyle.

Ya Rabbi, seni sevmeyi ve senin tarafından sevilmeyi hayatımızın en büyük gayesi eyle. Bu gaye dışındaki her şeyi gözümüzde küçült.

Râbia-tül Adeviyye hazretlerinin şu duasının hakikatine ulaşmayı bizlere de nasip eyle: “Ya Rabbi, eğer sana ibadet etmem cehennem korkusundan ise beni cehenneme at. Eğer cennete girmek ümidi ile ibadet ediyorsam cennetini bana yasak eyle. Eğer sırf senin rızan için, sen sen olduğun için ibadet ediyorsam, baki olan cemalin ile müşerref eyle.” Âmin!


alıntı
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen meryemnur »



ALLAH'ı seven kimse, başkasını sevemez.
HAKK sevdirmez;
ZÂTın­dan gayri şeylerin sevgilerini kalbinden çıkarır.

Bir kulun kalbinde HAKK sevgisi yerleşirse,
başka sevgiler kendi­liğinden çıkar, gider.
HAKK Teâlâ sevgisini kulun bütün duygularına içirir.
Artık içi ve dışı O'nunla meşgul olur.
Hem sureti, hem mânası O'nunla olur.
O, kulunu, kendi ZÂTı için hazırlar,
âdetlerden çıkarır, ümran şehirlerden dışarı atar.
İşte asıl sevgi bundan sonra başlar...



Resim


Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



HAKK SEVGİSİNE BAŞKASINI KATMAMAK





Birçok sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:

- “Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.”

Ey ALLAH’ın (CC) sevgili kulu, ALLAH (CC) GAYYUR’dur. Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez. Sevgilisine bakılmaya bile râzı olmaz. Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun. Şu Âyet-i Kerîmeleri işitmedin mi?:

- “ALLAH (CC) onları, onlar da ALLAH’ı (CC) sever.”

- “İnsanlar ve cin tayfasını bana ibâdet ederler diye yarattım.”

Bâzı müfessirler ibâdeti, sevgi olarak açıklamışlardır.

Rasûlullah (SAV) Efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu:

- “Bir kul, ALLAH (CC) tarafından sevilince, iptilaya uğrar; buna sabrederse iktina gelir başına.”

- “İktina nedir?”

Diyen bir Sahabî’ye (RA):

- “Çoluğunu çocuğunu, malını, mülkünü alır.”

Buyurdu. Çünkü mal ve evlat, ALLAH (CC) sevgisine perdedir. HAKK’ın (CC) sevgisi bölünmez. İki sevginin arasına giren yanar.

Mala ve evlâda sevgi çoğalınca, HAKK (CC) sevgisi azalır. İnsan bu sevgisinden cezâ görür. Çünkü ALLAH’a (CC) bir nevi şirk koşmuştur. Halbuki ALLAH (CC) zâtına ve sıfatına şirk koşanları sevmez. GAYYUR ve her şeyden üstündür. Kendine karşı duran her şeyi yok eder. Tâ ki, sevdiği kulun kalbi yalnız ZÂTına dönsün. İşte o zaman:

- “ALLAH (CC) onları, onlar da ALLAH’ı (CC) sever.”

Âyetinin mânâsı tecellî eder.

Bu tecellî bir süre devam ederse, sonunda HAKK’a (CC) karşı koşulan ortaklar yâni şirk yok olur. Mal, çocuk ve şehevî arzular isteği gider. Mal sevgisi kalmaz. Kötü hisler ölür. Veli olmak, başa geçmek, kerâmet sâhibi olmak, kat, makam, dereceler istenmez olur. Cennet ve onun dereceleri gözden silinir. Kalbdeki şahsî irâde, temennî yok olur. Suyu saf, içi temiz bir kap hâlini alır. Çünkü ilâhi tecellî onu kaplamıştır. Bu arada kalb yolunu şaşırdıkça ilâhî tecellî onu yola getirir. Kendinden başka her şeyi yok eder. Zâten başkası için oraya yol kalmamıştır. Mevlâ'nın (CC) azâmet ve ceberut kuvvetleri orayı sarmıştır. Bunlardan başka her şey için arada bir uçurum vardır. İlâhî saltanatın vâdileri o îmanlı kalbin etrâfını çevirmiştir. Oraya yabancı yol bulamaz. Şâyet bulacak olsa bile yokluğu mâni olur.

Bir çok kimselerin yüksek derecelere erdiği olmuştur. Bunlar yetişmiş olmalarına rağmen, bâzı ufak tefek işlerle uğraşırlar. Bunlara yaptığı o işler zarar vermez. Çünkü hiçbiri, kalb cihetine yanaşamaz. Zâten o dereceye eren kul, bunları ilâhî irâdeye dayanarak yapar. Onlar; ilâhî arzu îcâbı olduğundan, o sevgili kula bir lütuf ve kerâmet olur. Onun yüzünden birçok zavallı kimseler geçinir. Ayrıca bundan başka, çokça sevap kazanır. Sonra o işler bir başka yönden kulu tecrübe sayılır.

Kul, şahsî arzusunu karıştırmadığı süre işler iyi gider. Teslim olunca daha iyi gider. Kötülüklere karşı, o ni'metler bir nevi kalkan sayılır. Şöyle ki: Parası olur, haramdan kurtulur. Çocukları olur kimseden yardım istemez. Âilesi olur, harama göz dikmez. Velhâsıl dünyâ âhiret selâmet olur…



Gavsu'l-Âzâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen meryemnur »



Senin sevgin gelişemez! Ancak bir şartla; o da, HAK Teâlâ'dan gayri bütün ciheti kendine kapalı tutmak.
Sana yalnız O'nun cihe­ti kalmalı.
Sen O'na yönel ve yalnız O'nu sev.
O sevgilin, kalbini te­mizlemeyi iyi bilir.
Arş'tan yerin derin katına kadar inen yaratılmış­ların hiçbiri sana tesir edemez.
Hepsi sevgili kudreti ile atılır, gider.

Dünyayı sevme, âhireti isteme. Onlar kalbinden uzak dursun. Dünyada çalış, öbür âleme göç ettiğinde cennete koyarlarsa gir.

Resim

Mecnun gibi olmalısın. O, kalbinde sevgi yer ettiği zaman halk arasından çıktı. Yalnız olmayı istedi. Vahşî hayvanlarla yaşadı. Şe­hirleri terk etti, harabelere gitti. Halkın ne övmesini dinledi, ne de kötülemesine kulak astı. Kulların konuşması ve sorması ona farksız oldu. Övmeleri hiç olduğu gibi, kötülemeleri de sıfıra düştü.

O Mecnun öyle anlar geçirdi ki, sordular:

“Sen kimsin?” Söyledi:

“Leylâ...”

“Neredensin?”

“Leylâ...”

“Nereye?”

“Leylâ...”

Başkalarını gözü görmüyordu. Başkalarını işitmeye kulağı da­yanmıyordu. Artık o bu hâlinden dönemezdi. Yüz çevirenler, onun Mecnunluk hâlinden anlamadılar.

Şu şiir ne güzel söylenmiş:

Bir ülkede ki, nefisler koşar boşa
Halkı, soğuk demiri döver daim boşa.


Bu kalp HAK Teâlâ'yı bilirse, sever.
O'na tam yakınlık duyar.
Yaratılmışlar onu ilgilendirmez.
Ve ruhuna huzur veremez.
Maddî olan her şey ona ağırlık verir.
Yemek, içmek vs. şeylerle tatmin ol­maz.
Şehir hayatı onun için önem taşımaz.
Kalbi huzur içinde olduk­tan sonra, harabeler de ona çok gelir.
İlâhî emirler dışında hiçbir şey, HAK irfanına sahib olan kalbi bağlayamaz.
Her hâli bir prensi­be bağlıdır. Fiil tecellisi onu garketmiştir.
Sadece kaderin gelişine bakar; başka şeyleri bilmez.


ALLAH'ım rahmet elini bizden çekme; dünya denizi bizi boğar. Mevhum varlığımız bizi yere serer. Ey keremi bol, reyinde isabetli ve geçmiş hükümlerin sahibi, bize yetiş.


Gavsu'l-Âzâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen der-ya »

ALLAH'ım rahmet elini bizden çekme; dünya denizi bizi boğar. Mevhum varlığımız bizi yere serer. Ey keremi bol, reyinde isabetli ve geçmiş hükümlerin sahibi, bize yetiş.

âmin..
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen meryemnur »


Gayret; başkasının ortak olmasından hoşlanmamaktır.

ALLAH'ın kuluna gayreti, O'nu halka bırakmamasıdır. Kulunun hep O'nunla meşgul olmasını istemesidir.
Kulun HAK için gayreti ise, bütün zaman ve imkanlarını ALLAH için harcamak, ALLAH'tan başkası için harcamamaktır..

Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SEVilmiş OL-ÂNın Hâli..

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim

Sevgilim, senin benliğin benim hüviyetimdir.
Sen, aynen O'dur.
O denen de (ben)den başka bir şey değildir.

Seninle murad benim..
Ben senin içinim, kendim için değil..
Benimle murad sensin..
Sen benim içinsin, kendin için değil..

Sevgilim, varlık dairesinin üzerinde dönen nokta sensin.
O hâlde o dairede abid de sensin mabud da.

Nur sensin..
Zuhur sensin..
Güzellik sensin..
Zinet sensin..



Abdulkerim el-Cili
İnsan-ı Kâmil
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“►Aşıklar◄” sayfasına dön