öyle bir YOL ki...Ne Ten,Ne Can,Ne Yar,Ne Yaren!!!

Aşıklarımız ve Aşıklarımızdan ilhamlar ve ilahiler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

öyle bir YOL ki...Ne Ten,Ne Can,Ne Yar,Ne Yaren!!!

Mesaj gönderen habibi »

Resim
öyle bir YOL ki...Ne Ten,Ne Can,Ne Yar,Ne Yaren!!!

Ben, seni aramak ve bulmak için düştüm yollara...
"Aramakla bulunmaz..."diyen söze aldanmadım.
Bakmadım sözün bu yanına....
Susuzluğumu hissediyorsam bana değildi bu söz.
Zîra devamında "Bulanlar; ancak arayanlardır..."
ümidini fısıldayan bir ses vardı.
Ve ben o sese uyup düştüm yollara...

Çünkü içimdeki bu hasret ateşini sen yaktın.
Bu çağıltılı "ara ve bul" sesi senden geliyordu...
Bu senin çağrındı. Nasıl dururdum zincirlerimle...
Nasıl beklerdim hapishanemde...
Kırdım zincirlerimi, yıktım duvarlarımı...
Düştüm yola...
Artık bir yolcuyum ben de...
Ezelle ebed arasında yoldayım şimdi.
Seni arıyorum ama bilirim ki yoldaşım da yine sensin.
Çünkü sen olmasan ne yol olurdu ne yolcu.


Ne kadar yol yürüsem önüm kapı ardım kapıydı
Seslenişim sanaydı bu yüzden: "Aç kapını ben geldim!" diye...
Seni bulduğum, bildiğim her yerde, her nesnede rengin vardı, kokun, sesin.
Ama hiç biri sen değildin.
O yüzden baygın kokularıyla sermest olsam da gülün bir bir solup düştü yaprakları...
Hangi suyu içsem daha da susadım.
Hangi ekmeği yesem daha da acıktım.
Hangi Züleyhâ'nın vuslat kapısında bulsam kendimi,
bir hiçlik kuyusuna düştüm.
Düştüm dünya gayyasına, düştüm.

Düşmeyen kalkmaz, yitirmeyen aramaz ki...

Düştüm, kalkacağım, yitirdim arayıp bulacağım.


Resim

Başı dumanlı dağlara düşüyor yolum, denize koşan sulara...
Toprakla buluşan yağmura...
Açan çiçeğe, uçan kelebeğe... Seni soruyorum. "Daha git..." diyorlar...
Gidiyorum vadiler aşıyorum, yanardağlar gibi kalbimin ateşini salıyorum her yere...
Haramiler çıkıyor önüme..."Dur, bekle..."diyorlar.
Ama ben, akan sulara, yıldızlara bakıp "Ötesi... ötesi..."diyorum.
Yürüyorum.
Ne ten, ne can, ne yâr ne yâran.. .Geçiyorum hepsini...
Ne şiir kurtarıyor beni ne söz...
Adım ne, kimim ben, kadehimde ne var?
Yoldayım ama illerim hani?
Bunu da sen biliyorsun ancak.
Biliyor ve çağırıyorsun kendine.
Ama ne kadar gitsem, yol uzuyor, kısalmıyor.


Resim

Ben bu dert ile kime yanayım. Kime anlatayım sabahtan akşama senin için koştuğumu...
Senden gelip sana gittiğimi... Akşam heybetinle kendimden geçip sabah merhametinle kendime geldiğimi.. .
Ey kırık gönlün dermanı, ey Mecnun'un Leylâ'sı...
Zebur okuyup Davut oldum, İncil okuyup İsa oldum. Yeryüzüne indim. Gökyüzüne ağdım.
Çöl gecelerinde Medineli kızlarla şarkılar söyledim sevgilinin aşkına...

Artık göster kendini de yeniden bir fidan gibi dikileyim toprağına...
derdim var, şifa senden, yol senin.
Sen izin vermezsen yürüyemem. Yorgun düşüyor bedenim, güç ver.
İçimin pencerelerini aç...
Ne dünya kalsın ne ukbâ...
Ezel günündeki nidanla beni bir daha çağır.
Çünkü sultan sensin, devlet senin, izzet senin. Bak, yağmaya verdim cihanı... Tek yolunda yürüyeyim diye...
Çünkü yol da senin, yolcu da...
Renkten renge giriyorsun, bir sırrını çözemeden başka bir tecellinle kamaştırıyorsun gözlerimi...

Aciz olan benim, kudretli olan sen...


Resim

Öyleyse tut ellerimden. Kapat gözlerimi... Kapat ki açtığımda seni göreyim.
Kesreti geçip vahdete ereyim. Bir çift yeşil göze mahkûm etme beni...
Yasemin kokulu bir bahçeye.. .
Ne geçmişe ne bugüne ne geleceğe...Rahmet ki bitsin bu mahmur gece...

Ben sabahına uyanayım.


Resim

Dağlar aşıyorum, kartallarla söyleşiyorum.
Söz bitiyor, sen kalıyorsun.
Denizler geçiyorum, beyaz köpüklü dalgalarla kıyılara vuruyorum.
Su, bitiyor, yine sen kalıyorsun. Vadilerden geçiyorum.
Çiçekler soluyor da yine sen kalıyorsun.
Ben lal, ben âmâ...

Sen baki, ben fânî... Sen konuşturmazsan ben konuşamam,
sen baktırmazsan ben göremem.
Sen işaretler göstermezsen ben yürüyemem.
Bak, şehrimin kandilleri sönmüş. Lütfet ve yak onları..
Bak, tarumar olmuş bahçem.
Solmuş güllerim. Sen, dirilt onları...
Sen olmazsan bütün vakitler akşam, sen olmazsan ne sefa var ne vefa...
Ne dünya var, ne ukbâ.. .
Toz toprak oluyorum kudretini görüp bir rüzgâr esiyor, bir gece kuşu ötüyor.

Bu da senden, o.da senden.

Hepsi senden.

Resim

İşte gecenin elbisesi...
Kumaşı senden, işte gece sefaları açıyor.
Kokusu senden.. .
Ama biliyorsun ki, bunlar hep tuzak...
Bana ne gül gerekir ne lâle...
Mihman ver ki yolun doğru olanında yürüyeyim.
Değilse yollar uçurumlara çıkar...
Karanlık olur her yan.
Güneşe söyle ki doğsun. Bileyim ki sabah oldu.
Tekrar yürümek vaktidir, düşeyim yola...
Kapansın ziyan defterleri, başlasın yeniden yolculuk neşesi...
Ney olup inleyeyim, kaval olup ağlayayım.
Yeter ki seni söylesin dilim, senin elinden tutsun elim.
Bu cihan ortasında, bu dehlizde yalnız bırakma beni...
Ezelden ebede savur beni..
Savur ki, toprağını arayan bir buğday tanesi gibi senin iklimine düşeyim...
Orda yeşereyim...
Pervane kesiliyorum ışığında...
Görüyor ve biliyorsun.
Kerem ediyorsun ve açılıyor perdeler.
Safalar bahşediyorsun, tazeleniyor sözler...
Hû dedikçe bayram ediyor lâleler...
Bak, o zaman nasıl da kanatlanıyor gönlüm...
Ne doğu kalıyor ne batı...
Ne güneş ne ay...
Sen gelip gönül mülküne şah oluyorsun, bir bir tükeniyor yollar.
Kayboluyor gam ve mihnet deryası...
Parlıyor ayna.. .Can evinde hüma kuşu...
Harabe içinde define.. .Ben ne yaptım da geldi bu saadet.. .
Mansur gibi dara mı çekildim.
Ne yaptım da şad ettin gönül hanemi...
Bilirim ki rahmetindir bu...
Sen olmasan ne yol biter ne feryadım.
Ne tedbirim kâr eder ne cehdim.


Resim

Meğer ki, hep sendeymişim, seninleymişim.
Ne yol varmış ne yolcu...
Hasretin vuslat, uzağın yakın imiş.
Bunu da sen bildirdin.
Şimdi şahbaz olup devran etmenin vaktidir gökleri...
Şimdi selâmlamanın vaktidir melekleri...
Tur dağında Musa, gökyüzünde İsa olmanın demi...
Kapı açıldı, suret belirdi. Bitti kavga, bitti tuzak...
Ne daneler var yolda ne avcı kuşları...

Sen ki vefa bağının gülüydün, cefa senden uzak...
Ben derdim, sen dermanım, sen ikrarımsın benim.
Saf tutmuş selvinin secdesi sana.
Bütün yollar sana doğrudur sana...

Şimdi ulu divânında yine rahmet,
lütfet ki bağışlansın suçum, uzun yoldan geliyorum ama ellerim boş.

Sâdece hasretimi sunabiliyorum sana bir de aczimi...

Kabul buyurur musun?
Kullanıcı avatarı
sena
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 74
Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00

Mesaj gönderen sena »

Sordular:

“Sûfi nasıl olur?”


Dedi:

“Cübbe ve seccadeyle, görenek ve adetle olmaz, yok olmakla olur.”


Dedi:

“Sûfi, gündüzün güneşe, geceleyin ay ve yıldıza ihtiyacı olmayandır. Sûfilik varlığa ihtiyacı olmayan yokluktur”. (s.79)


* * *


Sordular:

“Kişi kendisinin uyanıklığını nasıl bilir?”


Dedi:

“Allah’ı andığı zaman, baştan aşağı Allah’ın onu andığını duymakla…” (s.80)


* * *


Dedi:

“Dünyada ilim ve kulluk taslayan niceleri var. Fakat sana fayda, her gün akşama kadar halkın beğendiği, her gece sabaha kadar da Hakk’ın beğendiği işte olmaktır
Resim
Kullanıcı avatarı
sena
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 74
Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00

Mesaj gönderen sena »

Ebu Said Mihne hamamda yıkanıyordu. Yıkayan tellak, acemi bir adamdı. Şeyhi keselerken bütün kirlerini kollarına sürüp önüne yığıyordu. Bir ara Şeyh'e dedi ki: "Alemde erlik nedir? Söyle ey temiz adam!"
Şeyh cevap verdi: "Kirleri gözleyip sahibine göstermemek. Halkın gözü önüne yığmamak."
Bu cevap, pek büyük bir cevaptı. Tellak, derhal Şeyh'in ayaklarına kapandı. Bilgisizliğini kabul etti, tövbe etti. Şeyh de bu işten hoşlandı.
Ey bizi yaratan, besleyip yetiştiren, bize nimetler veren Allah'ım! Ey padişah, ey kulların işlerini yapan, onlara keremlerde bulunan! Bütün âlem halkının erliği, kerem ve lütfu, senin ihsan denizinden bir çiğ tanesidir. Zatıyla mutlak olarak kalıcı olan Sensin. Keremin, lütfun övülemez, anlatılamaz. Bizim kirliliğimizden, utanmazlığımızdan geç; kirliliğimizi gözümüzün önüne getirme; yüzümüze vurma!
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

O gün hava iç bayıltır. Gök kirli sarı, zemin çatlak çatlaktır. Genç yolcu Dicle kenarında mola verir. Bir ara suyun bir elmayı kendine doğru getirdiğini görür. Gayri ihtiyari uzanıp yakalar.

Elma serin suda döne döne sertleşmiş, kütür kütür bir şey olmuştur. Bu davetkâr meyveye dayanamaz, dişleyiverir. Derken, “Ya bu elma sahipliyse?” diye düşünür.

Sorar soruşturur, sahibini bulur. Boynunu bükerek “Ben bir hata işledim efendim.” der, “Elmalarınızdan yedim. N’olur hakkınızı helâl edin.” Adam bir muzdarip gence, bir ucu ısırılmış elmaya bakar.

Sonra aklına ne gelir bilinmez, kaşlarını kaldırır. “Helalleşmek öyle kolay mı?” der, “Yanımda çalışmalısın!” Genç ağlamaklı:

- Benim Kûfe’ye gitmem gerek.

- Kûfe’de ne yapacaksın?

— İlim okuyacaktım.

— Onu elmayı ısırmadan önce düşünecektin. Mahşerde hesaplaşmak istemiyorsan kollarını sıva.

Delikanlı “Pekâl┠der. Günlerce elma toplar, dallarda bir tek elma bile kalmayınca bahçe sahibinin karşısına çıkar. “Müsaade etseniz de gitsem.” der. Adam babacandır, hoş sohbettir, lâkin söz gitmekten açılınca birden değişir. “Bahçeyi kotardık; ama tarlalar duruyor.” der... Adam on gram elma için delikanlının bir yılına ipotek koyar. Taş taşıtır, kerpiç kardırır, çatıyı aktartır.

Gün gelir yapılacak iş kalmaz. Genç bir kez daha huzura çıkar. Adam “Şimdi sana hakkımı helâl edebilirim.” der, “Ama son bir şartım var.”

— Söyleyin yapayım.

— Benim kör, topal bir kızım var. Onu alırsan anlaşabiliriz.

— Tamam, kâbul ediyorum.

... Delikanlı müstakbel hanımının bulunduğu odaya girince gördüğüne inanamaz. Karşısında dünyalar güzeli bir hanım durmaktadır. “Bir yanlışlık olmalı.” deyip dışarı çıkar. Kayınbabası ile karşılaşırlar. Adam “Dön geri” der, “Senin hanımın odur. Kör diyorsam harama bakmaz, topal diyorsam harama basmaz. Ben yıllardır ‘Ona, onun gibi bir efendi nasip eyle’ diye dua ediyorum. Yüce Rabbim kısmetimizi ayağımıza gönderdi. Seni gördüğüm gün kararımı vermiştim.”

Bu güzel ailenin nur topu gibi bir oğulları olur. Küçük çocuk emeklerken heceler, yürürken okur. 4 yaşında Kuran’ımızı hatmeder, derken hafız olur.

Annesi “Aslında bu yaşa da kalmazdı; ama...” der, “Ah, o elma olmasa.” Bu çocuk Kûfe âlimlerine reis olur, İmam-ı Azam Ebu Hanife derler adına.

''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

İSTECERTU!...

Mayasında demirden eser olmayana mıknatıs ne ede?

Demirden eser olan ten'le can'la yâr'la yâren'le çekilir...

Artı ve Eksi iki ucu kendinde barındıran, eseri olanı çeker kendine...

Kendinde eser olan çekilir, bir yolculuğa çıkar iradesiz...

Teslim olan varır hemence ASLına...

Tahammül gösterense zorlana çarpıla varır amma uzunca bir seyahatten sonra...

Duamız eserden nasibimizin olması, teslimiyeti idrak ve vuslat ola inşallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
Mehmet63
Üye
Üye
Mesajlar: 30
Kayıt: 14 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen Mehmet63 »

HABİBİ YAZMIŞ:

'' Ben, seni aramak ve bulmak için düştüm yollara...
"Aramakla bulunmaz..."diyen söze aldanmadım.
Bakmadım sözün bu yanına....
Susuzluğumu hissediyorsam bana değildi bu söz.
Zîra devamında "Bulanlar; ancak arayanlardır..."
ümidini fısıldayan bir ses vardı.
Ve ben o sese uyup düştüm yollara... ''


DESENE BULDURACAKKİ ARATIYOR...

NE GÜZEL KATKILAR ALLAH HEPİNİZDEN RAZI OLSUN.
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
habibi yazdı: Düşmeyen kalkmaz, yitirmeyen aramaz ki...

Düştüm, kalkacağım, yitirdim arayıp bulacağım.


Bu hayatın çeşitli safhalarında BİZ;
Bazen kaybolmakta, bazen kaybetmekteyiz!
Bazen bulmakta, bazen bulunmaktayız!
Bazen kendimizi kendimiz,
Bazen de her yerde Ol-AN'ı arayıp durmaktayız!..
BİZ-BİR OLdukça güzellikler Oluşmakta durmadan!..




Güzel bir paylaşımdı ellerine yüreğine bereket habibi kardeşim
Resim
Cevapla

“►Aşıklar◄” sayfasına dön