__AŞK YOLU __

Aşıklarımız ve Aşıklarımızdan ilhamlar ve ilahiler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

__AŞK YOLU __

Mesaj gönderen zahidzenderun »

SEVGİLİ
İLLA EDEP,
ENGİN FİROL,
DOST KAMURAN..


.. VE AŞK ÜZERİNE MUHABBET ETTİĞİMİZ CANLAR İÇİN.




"GÖNÜLLERDE MUHAMMEDİN(sav) MUHABBETİ DOĞDUĞU VAKİT GÖNÜL KANDİLLERİNİN IŞIĞI YANMAYA BAŞLAMIŞ DEMEKTİR.."


AŞK ile huu




Kendinize bir yol seçin; Hakkın emrinde insanlığın hizmetinde.

Başınızda en yüksek ve en asil fikirler,

Kalbinizde en ılık, en tatlı, en müşfik duygular bilgili, şuurlu ve vakûr adımlarla

Ebediyyete doğru ilerleyeceğiniz ideal bir yol ..
.
Aşk yolu


Aşk, Mevlana, bütün evliyaların gizlediği,

bütün abdalların izlediği, bütün dervişlerin içlerinden geldiği gibi

Denizler tutuşturulduğunda, dağlar yürütüldüğünde, yıldızlar semadan birbir döküldüğünde

herkesin herşeyi, herşeyin herkesi unuttuğu günde
Aşk; unutmamak . . .



OKUYALIM CANLAR;

ZİKREDELİM, FİKREDELİM, MUHABBET EDELİM ...






AŞK YOLU


Aşk sözcüğünün kökeninde neler var, nereden geliyor aşk?

Aşkın metafiziğine ilişkin fikir serdeden islam arifleri aşk kelimesini sevginin en ifrat, en ileri derecesi olarak söylerler. Aşk bir arapça kelimedir ve kökeni aşaka kökünden gelir. Aşaka sarmaşık demektir. Bir nesnenin bir nesneyi sarmasıdır. Sarmaşığın ağacı sarması gibidir. Aşkta aynen bunun gibi, maşuk aşıkını sarmaya başlar, sevgisiyle hem ruhani alemde, hem iç aleminde sarmaya başlar. Ardından fiziki alemde de bu yakınlaşması, birbirlerini sarması neticesinde aşık artık maşukuyla bir vücud olmaya doğru gider. Aradaki ikilik kalkıp tek vücud, tek bir ağaç olmaya başladıktan sonra da artık aşık maşukunu eritir, yok eder ve sonunda da öldürür. Dolayısıyla aşkın sonunun ölüm olduğunu söyler arifler. Sarmaşık sarmağa başladığı ağacın özsuyunu emmek suretiyle onun suyunu alarak gelişmeye başlar. Bir süre sonra ikisi bir fizik, bir beden olmaya başlarlar. Ve bir müddet sonra da aşık ölür. Aşıkın maşukunda kendini fani etmesi, yok etmesi aslında aşkın iki ayrı parçayı birbirine çekim kuvvetinin adı olarak da görülmesinin bir tür tezahürüdür. Çünkü aşık maşukunda kendisini fani ettiği, yok ettiği anda varolmaktadır.


Burada bir çelişki yok mu?

Hayır. Yoklukta varolma durumu aşıkın maşukunda bir hale gelmesinin göstergesidir, bir tezahürüdür. Aslında kainat dediğimiz, şu içinde bulunduğumuz yaratılmış alemde, bütün birbirinden ayrışmış gibi duran nesneler kendi içlerinde birbiriyle bağlantıdadır. Hepsinin bir iç irtibat ağı bulunmaktadır. Fark ehli denilen, ariflerin fark ehli dediği kimseler, parçalayıcı bakan kimseler, alemin, kosmosun kendi içindeki bütünlüğü göremeyen kimseler, bunları ayrı ayrı nesneler olarak görürler. Oysaki bunların hepsinin içinde bir bağlantı bulunmaktadır. Biz sevenle sevilen ilişkisindeki aşkı sadece bilmekteyiz. Onun haricinde aslında kainatta herşey herşeyle irtibat halindedir. Dolayısıyla aslında ağaç dediğim nesne ile bitki ile ben dediğim insan arasında da bir irtibat bulunmaktadır. İnsanın tabiata olan sevgisinde de aslında bu tür sevginin, bu tür aşkın altdüzeylerdeki bir tezahürü, bir yansıması bulunmaktadır. Ve iki ayrı parçayı biraraya getirmede dağınık duran parçaları, bir araya getirmede en aktif, dinamik güç aşktır. Seven, sevilen ve sevgi diye ortada üç tane unsur bulunmaktadır aşk hikayesinde, sevgi hikayesinde. Ama hala ortada bir üçlük bulunmaktadır. Seven- sevilen ve sevgi; aşık, maşuk ve aşk şeklinde. Bu üçlü hala birbirinden ayrı olduğu sürece aşk son noktasına varmamış demektir. Dolayısıyla aşıkı maşukuna; sevgiliyi sevdiğine çıkaran o dinamik bağın aslına aşk diyoruz. Fakat çekim, iki ayrı parçayı, o uzaklığı birbirine yaklaştırdıktan sonra ortadan kalkınca, sevgili sevende fani olmakta, aşık maşukunda fani olmakta, aşık maşuk bugün benim olmakta. İkisi de yani aşık da maşuk da bir olmakta. Bu, aşkın son noktasıdır. Fena bulmasıdır. Sevgilinin aşkında erimesidir. Bunu İslam metafizikçileri fena ve ardından beka makamları olarak tarif ederler. Ve ilahi aşkın maksadı, gayesi, 'ilahi ente maksudi/Rabbim, sensin bizim maksudumuz, gayemiz' ifadesinde dile geldiği gibi, bulunmaktadır. Yani, aslında ilahi aşkta bir tür narsizm bulunmaktadır. Yani varlıkta herşey başta ihsan olmak üzere Allah'ın bir yaratığı olarak peydah olduğu için, bu aleme geldiği için, Halıkla mahluk, yaratan ve yaratılan arasındaki ilişkide bir ikilik bulunmaktadır. Yani yaratan ve yaratılan arasındaki en samimim ilişkiyi o sevgi bağı bulundurmaktadır. Herşey kaynağına, aslına doğru akar. Herşey kaynağını bulmaya çalışır. Derelerde akan sular aslında kaynağına doğrudur. Ağacın da yukarıya doğru yükselmesi, enerjisini güneşten almasından dolayı güneşe doğru, bir sevk-i ilahiyle yönelmesinden dolayıdır. Varlığın gayesi başta insan olmak üzere aşktır. 'Aşk imiş, her ne var alemde ilim bir kıyl u kalimiş ancak' diyen şair, aslında alemi kuşatmış olan bu aşka temas etmektedir. İşte islam sufilerinin, ilahi aşk metafiziğinde aşık ile maşuku tarif ederken kullandıkları, değişik terminolojiler bulunmaktadır. Mesela bunlardan birisi olan Ahmed-i Gazali Sevanih isimli eserlerinde ilginç bir örneklemede bulunmaktadır. Bundan dolayı bazı tepkiler de almaktadır. Ahmed-i Gazali'ye göre Allah'a en fazla aşık olan varlık şeytandır. Bunun sebebi de, çünkü aşk Ahmed-i Gazali'ye göre iki ayrı parçayı birbirine yakınlaştırmadaki, etkin unsurun adıdır. Aşk, iki ayrı parçayı, birleştirmek ister. Eğer o iki ayrı parça, birbirinden ayrı duran nesneler birbirlerinden ne kadar uzaksalar aşklarını şiddeti de o kadar fazla olur. Dolayısıyla Allah'tan en uzak şeytan olarak görüldüğünden dolayı, ontolojik olarak bunu dile getirsin, getirmesin Allah'a en fazla aşık bu durumda şeytan olmaktadır. Gerçek arifler bu manada aşk makamıyla ilerlemiş, maşukunda fani olmuş ama aşkın bir üst boyutu olan marifet denilen bilgiye ermişlerdir. Çünkü ne kadar seversen o kadar bilirsin


_DEVAM EDECEK_
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Sevmekle bilmek özdeş midir yani?


Evet. Sevgi aslında epistemelojik bir süreçtir. Yani, aşk bir bilgi kaynağıdır, bilgi getirir. Aşkın ardından bilgi gelir. İşte bununla ilgili bir hadiste, 'Beni talep eden, Beni arayan Beni bulur. Beni bulan Beni sevmeye başlar. Beni seven Bana aşık olur. Bana aşık olan Beni bilir, Beni bilen Beni sever. Her kimki Beni severse, Bana aşık olursa Ben de ona aşık olurum. Ben kime aşık olursam onu öldürürüm. Ben kimi öldürürsem de diyetini ödemem benim üzerime farzdır. Ben kimin diyetini ödeyeceksem onun diyeti de bizzat Benim' buyrulur. Burada da görüldüğü gibi aşkın son noktasında bir ölüm teması işlenmektedir. Bu fiziki ölümden ziyade bir fani oluş hikayesidir. Leyla ile Mecnun hikayesinde de görüldüğü gibi önce fiziki aşk ile başlayan bu ilişki, ardından o fiziki aşkın ileri boyutu, daha iç boyutu, daha deruni boyutuna doğru intikal eder ve artık Leyla motifi silikleşmeye başlar. Leyla'yı bulduğu zaman Mecnun, Leyla'dan fizik olarak vazgeçmiştir. Leyla'nın içinde barındırdığı o güzellik, o cemal, o güzellik idesine vurulmuştur. Bu Leyla İle Mecnun, Salman İle Absal hikayelerinde, Tahir İle Zühre'de, Yusuf İle Züleyha'da, bizim gerek halk gerekse Divan edebiyatımızda karşılıklarını bulan motiflerdir. Özellikle Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin Fütuhat-ı Mekkiye adlı otuzyedi ciltlik o dev eserinde bir bölümünü sevgilinin hallerine ayırmıştır.



Sufiler aşkın kaynağına ilişkin neler söylüyor?


İslam sufileri aşkın kaynağı konusunda bir hadis-i kutsiye dayandırırlar görüşlerini :'Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliği sevdim. Ve bunun üzerine mahlukatı, sizleri yarattım.' İşte burada sufiler Allah'ın insanı yaratmak için kullandığı, fiilin ben istedim şeklinde de değil de, ben diledim, arzuladım, sevdim diye hub kelimesini kullanması ahbabtu şeklinde hub kelimesini kullanmasından yola çıkarak aslında varlığın kaynağının, sevgi olduğunu, hub olduğunu, aşk olduğunu söylerler. Dolayısıyla onlara göre, insanın yaratılmasının sebebi bir aşk hikayesidir bir bakıma. Allah bilinmezlik aleminde kendi haline müstağrak iken daha sonra bilinmekliği dilemek üzere yaratışa geçmesiyle ilk kendisinden sadır olan ilk belirlenim denilen taayyün-i evvel denilen mertebede ardından esma ve sıfatlarının zuhur etmesi, bu isimlerin içerisinde Vedut adının bulunması ve ilk yarattığının da Hakikat-ı Muhammediye olması, Hakikat-ı Muhammediyenin Hz. Muhammed'in arketipsel bir kökenini veriyor olması... Hakikat-ı Muhammediye ile Allah arasındaki bir sevgi...Hakikat-ı Muhammediye aynı zamanda insanı kamil-i hakiki veya adem-i hakiki adlarıyla da anılır. Çünkü sufilerin anlayışına göre varlığın geri kalan unsurlarının hepsi aslında bu Hakikat-ı Muhammediye'nin tafsili, açılması, yayılmasından ibarettir. Dolayısıyla bütün alemde, bütün kosmosta bu aşkın en ufak partikülleri, en ufak yansımalarını görmemiz mümkündür.


_DEVAM EDECEK_
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Varlık, bu Muhammedi gerçeğin çeşitli düzeylerde belirmesi midir yani?


Evet, herşeyin tezahürü hakikat-ı Muhammediye'ye doğrudur. Allah'ın zatından neşet eden isimleri ve sıfatları içerisinde bulunan Vedud ismi de aslında iki anlamlı, iki yönlüdür. Hem seven hem sevilen anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla Allah Kuran-ı Kerim'de ve kutsal kitaplarda, 'O kimseler öyle kimseler ki onlar Allah'ı severler, Allah da onları sever' diye bu sevgi ilişkisini temellendirmektedir. Ariflerin aşka yönelik yaklaşımlarında ontolojik bir mahiyet bulunmaktadır. Yani, insan adeta bu yaratılmış alemde kaynağından, kökeninden kopmuş, bir gurbete düşmüş vaziyettedir. Gurbetteki insan psikolojisinde o gurbet hayatı, bu gariplik hayatı her zaman için kaynağına dönüş özlemi, bir nostalji içerisinde bulunacaktır. Sufiler insanın gerçek mutluluğunun dünyevi nesnelerle değil, dünya içerisindeki bu fani, gelip geçici şeylerle değil, ancak baki olanla olacağını söylemektedirler. Sufiler alemin bir olduğunu, hakiki olmadığını, bir mecazlar alemi olduğunu söylerler. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz alem baki değildir, fanidir. Fani olan nesnelere yönelik sevginin de fani olacağını sonunda görürler. Dolayısıyla sufiler bir insanın bir insana olan aşkının da mecazi olduğunu, ilahi aşka giden yolda bir talim olduğunu, bir egzersiz olduğunu söylerler. Beşeri aşkın, iki insanın birbirine duyduğu sevginin ilahi aşka dönüşmede bir temrin, bir çalışma, bir hazırlık aşaması olduğunu söylerler. Leyla ile Mecnun hikayesinde bunu görmekteyiz.diğer buna mümasil edebiyatta Fars, Türk, Arap edebiyatında ilahi aşka yönelik bütün şiir veya düzyazı eserlerinde bunları görmekteyiz. Mesela Mevlana'nın Mesnevi'sindeki meşhur ney metaforu, gurbette ney'in ana kaynağı olan sazistan denilen, sazlık denilen ana kaynağından, ana vatanından ayrı düşmesi neticesinde vatanına duyduğu özlem, onun için inlemesi, ahu figan etmesi aslında içindeki aşkı dile getirmesi olarak görülmüştür. Dolayısıyla sufi edebiyatında aşıkın bir diğer adı da inleyendir, ahu figan edendir, sabahlara kadar inleyen, seher vakitlerinde aşıkından koku bekleyen kimselerdir. Bir ömür boyunca bu fani alemdeki hayatlarında hep baki olanı özlerler. Bugünkü insan hayatında da görülmüştür ki insanın fani olan herhangi birşeye karşı duyduğu sevginin sonunda mutluluğun elde edilemediği, gerçek mutluluğun elde edilemediği, arızi, geçici, izafi bir mutluluğun elde edildiği görülmektedir. Oysa baki mutluluk, insanın kendi aslını bulmasıyla alakalıdır. Buna da islam arifleri, 'kişi insan kendini tanırsa ancak Rabbini tanır' gerçeğinden bakarlar. Bu kozmik anlayışa göre Allah Adem'i yarattığında bütün isimlerini O'na yükleyebilmiştir. Diğer canlılar Allah'ın bazı isimlerini alabilmiştir. Hepsini alamamışlardır. Mesela, tabiatta bir ağaç gördüğümüz zaman Cenab-ı Allah'ın konuşan ismi dediğimiz , yani mütekellim ismi bunda bulunmaktadır. Ama insanda Allah'ın mütekellim ismi bulunmaktadır. Bazı isimler ortaktır bütün mahlukatta. İster bitki olsun, ister hayvan olsun, ister cansızlar olsun, ister insan olsun hepsinde ortak iken tüm isimlerin tamamını birden yüklenebilen, taşıyabilen insandır. Bundan dolayı, 'İnsan Rahman suretinde yaratılmıştır' diyor hadis-i şerifte veya Tevrat ayetinde olduğu gibi, Allah insanı kendi sureti üzerine yaratmıştır'. Bir başka ayette, 'Ben insanı yarattım ve kendi ruhumdan ona üfledim' denilmesi hasebiyle insan ile Allah arasındaki irtibat, ontolojik bir irtibattır. İnsanın Allah'a yönelmesinin adına da sufiler 'Aşk' demişlerdir. Sufilerin tabiriyle çokluk alemi denilen bu kesret çarşısına bir bakıma düşmüş olan insan, suni yollarla yalnızlığını gidermeğe çalışmakta. Bu parçalanmış kimliği aslında insanın o ikiye ayrılmış, özü yukarlarda kalmış olan özünü arama mücadelesidir. Ariflerin gözünde yeryüzü hayatındaki bütün ızdıraplar, bütün arayışlar, bütün çileler adı konmamış bir şekilde insanın o özüne, o kaynağına, aslına yeniden geri dönüşün bir tür teranesidir, bir tür dile getirilmesidir. Diğer insanlar ise yabancılaştıkları için bunun farkında değillerdir. Arif ile arif olmayan insanı birbirinden ayıran en önemli bariz özellik bu farkındalıktır. Bu çokluğun içerisinde insan yalnızlığı, halveti bulduğunda, yani onların tabiriyle, halvet der encümen denilen esasta, çokluğun içerisindeki yalnızlıkta Rabbi'yle yani aşık terminolojisiyle maşukuyla başbaşa kaldığında ancak büyük lezzet almakta. Yoksa kesret çarşısındaki nesneler, onu kendi sevdiğine karşı uzaklaştırmakta, yabancılaştırmakta, araya bir perde olmakta. Aşıkın en önemli özelliklerinden bir tanesi, maşukuyla arasındaki bu ilişkiden dolayı bir tür kıskançlığın oluşmasıdır. Sufi terminolojisinde buna 'gayret' denir. Gayret, yani araya başka hiçbir şeyi almadan yalnızca yalnızca onu sevmek. İslam bilgeleri tarafından çokluk alemi olarak anılan bu içinde bulunduğumuz insanın doğduğu, büyüdüğü, teneffüs ettiği ve vakti saati geldiğinde ruh emanetini teslim ettiği, bu içinde bulunan mertebenin adına çokluk alemi adı verilmekte, kesret pazarı denmektedir. Kesret pazarı, çokluk alemi aslında vahdetin karşılığında, birliği bölen, birliğe karşı konumda yeralan bir alem. Böyle bir alem içerisinde kişi gurbet hayatı yaşamakta, yalnızlığını yaşamakta. Aslından kopmuş, Rabbinden kopmuş bir vaziyette hayatını sürdürmekte. Yani aşığın maşuğuyla başbaşa kaldığı o an, o hal, o vakit onun için en yüksek mertebe, en talep edilen beklenilen, arzulanan bir andır..



Yani aşık için sevdiğinden ayrı kaldığı an cehennem midir?

Sufilerin cehennem tarifi de zaten bir bakıma sembolik bir anlam ifade etmektedir. Sufiye göre kişinin cananından ayrı kaldığı, uzak kaldığı mekanın adıdır cehennem. Cennet bahçeleri ve cennet olarak Kuran-ı Kerim'de ve diğer kitaplarda kastedilen yer, aslında ariflere göre sevgiliyi temaşa ettiği, sevgilisini müşahede ettiği, sevgilisiyle beraber olduğu makamın, yerin adıdır.


_DEVAM EDECEK_
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Bu düşüncelerinize kaynaklık eden İlahi Aşk, Fütuhat'ın bir bölümü sanırım. Bu esere ilişkin bilgi verir misiniz?


Fütuhat-ı Mekkiye, Muhyiddin İbn Arabi'nin en önemli, en temel eserlerinden bir tanesi. Fütuhat-ı Mekkiye'nin yazılışı çok enteresan. İbn Arabi Kudüs'ü ziyaretinden sonra Mekke'ye geldiğinde, Kabe-i Şerif karşısında murakabede iken birden Hacerül Esved'in içerisinden genç adam suretinde bir motifin çıkarak kendisine geldiğini söyler. Genç adam İbn Arabi'ye der ki, 'Muhiddin, kalk benimle beraber tavaf et' ve İbn Arabi kalkar. O genç adamı izlemek suretiyle ilk şaftını yaparlar. Yedinci şaft tamamlandığında genç adam İbn Arabi'ye dönerek, 'Sana Mekke fetihleri yüklendi, bildirildi. Şimdi sen ehline artık bu bilgileri aktarabilirsin' der. İşte tabiri caizse Fütuhat-ı Mekkiye'yi içindeki bu manevi bilgilere orada hamile kalan İbn Arabi, daha sonraki yirmuüç yıl boyunca o kendisine yüklenen bilgileri peyderpey satırlara dökecektir. En son hayatını geçirdiği Şam'da bu kitabı bir kere daha gözden geçirir ve yeniden otuzyedi defter tutan kitabını kendi elleriyle yazar. İşte Konya nüshası denilen Futuhat-ı Mekkiye 1930'lu yıllara kadar Konya'da Sadrettin Konevi'nin camisinde bir sanduka içerisinde muhafaza edilir.



Şair Nabi'nin ziyaret ettiği müellif nüshasından mı söz ediyorsunuz?

Evet. Urfa'lı şair Nabi hacca giderken Konya'ya uğradığında Sadrettin Konevi Camisini ziyaret ettiğini söyler ve orada sanduka içerisindeki Futuhat-ı Mekkiye bohçalarını açar. Kitabı öperek sayfaların arasındaki tozları şifa niyetine gözüne sürme olarak çektiğini ve bir miktarda yuttuğunu söyler kendi kitabında. İbn Arabi'nin bu Futuhat-ı Mekkiye isimli eseri 1930'lu yıllardan sonra İstanbul'daki Türk İslam Eserleri Müzesinde muhafaza edilmektedir. Bu eserin çok değişik nüshaları bulunmaktadır. Altıyüz küsür kitap yazmış olan Muhiddin İbn Arabi'nin günümüze üçte biri maalesef ulaşabilmiştir. Bu eserlerin içerisinde ana tema varlığın birliği eksenine oturan görüşleri içerisinde aşk merkezi bir rol oynamaktadır aslında. Futuhat-ı Mekkiye'de müstakil bir bab 178. bölümü ilahi aşk üzerine ayıran İbn Arabi başka eserlerinden özellikle şiirde, divanında bol miktarda ilahi aşk konularına değinir. Kendisi der ki, 'şiir, felek-i zühre ile şair arasındaki bir irtibatı sağlayan önemli bir alandır ve aşk diline en müsait formu şiir dili vermektedir.' Kendisi ilahi aşkı anlatmak için cismani alemden de tıpkı Dante'nin Beatrice'i gibi bir imge sembol kullanır. Onun sembolü de Nizam adındaki kendisinden dersler gördüğü bir zatın kızıdır. Nizam'a yönelik ifadelerinde, bizim divan edebiyatımızda olduğu gibi veya diğer ariflerin divanlarında olduğu gibi kaş, göz, yanak gibi motifler bulunmaktadır. Fakat bu semboller üzerinden ilahi aşka doğru bir referansta, bir atıfta bulunmaktadır. Tercümanu'l Eşvak isimli 'Arzuların Tercümanı' denilen ilahi aşk ağırlıklı şiir kitabında, 'benim mezhebim aşk mezhebidir. Aşkın kervanı beni nereye götürürse dinim, imanım orada' demektedir. İbn Arabi'nin bu şiir kitabı Tercümanu'l Eşvak'ta Nizam adı çok geçtiği için bu sembolizmi bilmeyen bazı kimseler, İbn Arabi gibi arif kimsenin burada cismani aşkı kastettiğini ileri sürmüşlerdir. Onun üzerine kendisi Zehayul Ahlak adında bir şerh yazarak Tercümanu'l Eşvak isimli kitabında kastettiği bütün beşeri sembolizmin aslında ilahi aşk sembolizmi olduğunu kast eder. Aşkın cismani aleme, maddi aleme ait olmayıp daha üst boyutların, sonsuzluk alemine ait olan bir hususiyetinden dolayı arifler, 'Bu aşk bir bahr-i ummandır buna haddü kenar olmaz' demişlerdir. Ariflerin aşk tarifi bundan dolayı dile gelemez, kale gelemez bir hususiyete sahiptir. Onu kim dile getirmişse aslında aşkı sadece bir yönüne işaret etmiştir. Aşkın hakikatını tam olarak hiçbir kimse dile getirmemiştir. Çünkü aşk, sonsuzluk alemine aittir ve kıyısı olmayan derin bir denizdir, bir bahirdir.


_DEVAM EDECEK_
En son zahidzenderun tarafından 13 Mar 2009, 01:08 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

Sadece buradayım. İstifade ediyorum inşallah
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/anlamak.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

ALLAH AŞKI İLE ÇIKAN YOLA,
RİYA İÇİN VERMEZ MOLA.
RABBİM, NASİP ETSIN HER KULA.
SALİH KULLAR İLE, SALİH OLA........

sevgiyle.......
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ÇOK DEĞERLİ
MECNUN,
AYVAZ,
MİNA..



KIYMETLİ CANLAR, AŞK YOLUNDA SEYRÜ SULUK EDEN BÜLBÜLLER..

SESİ DUYMUŞ BİR NEFES VERMİŞ, BİR SEDA OLMUŞSUNUZ ..

AŞKULLAH GÖNÜLLERİNİZE NAKŞOLA EFENDİM..

SİZLER İÇİN..,

BAKIN AŞIK NE DER;


Resim


AŞIK OLMAK BİR ALEMDİR


Aşık olmak bir alemdir
Tatmayanlar anlamaz ki
Her sözü bir mücevherdir

Tartmayanlar anlamaz ki


Kim ki haktan olsa cüda
İbadetten almaz gıda
Bu yolda başını feda

Etmeyenler anlamaz ki


Sil gönlünün kem pasını
Gütme benlik davasını
Daim hasretlik yasını

Tutmayanlar anlamaz ki


Hüdai'yim kalksın perde
Aşk ateşi yanar serde
Eyüp gibi dertten derde

Batmayanlar anlamaz ki


Aşık Hüdai
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Deniz neyi sembolize ediyor?

Tasavvufta deniz Remz'i sembolü aslında vahdet alemine, o sonsuzluk alemini temsil eder, teşvik eder, benzetir. Aynı vahdet aleminde deniz gibi sonsuz, kıyısı olmayan derin bir alemdir. Arif kimseler için kullanılan gavvas yani dalgıç tabiri de işte bu derin denize dalarak o denizin içindeki inci, sedefi bulup çıkarma gücünde o ciğere, o akciğere sahip olan kimseleri ifade ediyor. Onun için aşık aslında hedefini, gayesini bulabilmek için o derin bahre dalarak, bahrin içerisindeki inciyi, yakutu bulmaya çalışan bir kimse olarak tarif edilir.



Kalbe ilişkin neler söyleniyor?

Kalp dönüşüm kabul eden yer demektir. Dolayısıyla tecelligah-ı ilahi yani ilahi alemin tecelli edeceği mekan. Biliyorsunuz klasik dini ilimlerde Allah hiçbir mekana, hiçbir zamana sığmayan bir özelliğe sahiptir. Fakat bazı hadis-i kutsilerde Cenab-ı Allah kendisine bir mekan itihaz etmektedir o da, 'Ben hiçbir yere sığmadım, sadece mümin kulumun kalbine sığdım' denmiştir. Sufilerin aşkın mekanı olarak gördükleri kalp/gönül, aynı zamanda beytullahtır yani Allah'ın ikamet ettiği yerdir. Sevginin kaynağı ilahi olmakla beraber, insan bunu tanrısal alandan, ilahi alandan yeyüzüne intikal ettirmesiyle beraber artık sevgiyi kendi arasında da tecrübe etmeye, yaşamaya başlamıştır. İnsan hem kendi cinsine, hem de diğer mahlukata karşı,doğaya karşı Allah'ın bahşetmiş olduğu o sevgiyi kullanır, sevgiyi talim eder. Fakat modern zamanlara gelinmesiyle beraber insandaki bu sevgi yavaş yavaş yerini artık sevgisizliğe ve anlayışsızlığa bırakmıştır. Sevgisizliğin olduğu toplumda da insanların hem kendi aralarındaki hoşgörüsüzlük çoğalmış, birbirine müsamaha azalmış, birbirine dayanamama çoğalmış, bunun ardından toplumsal huzursuzluk, ferdi plandaki sevgisizlik, merhametsizlik, toplumsal plandaki, içtimai plandaki sevgisizliğe ve sertliğe, yerini bırakmıştır. Bu açıdan modern insanın yeniden hem kendini keşfetmesi, kendini tanıması onu bir zamanlar koptuğu o tanrısal bağlarla yeniden barıştıracak ve bu barışması akabinde, bu dikey eyleminin ardından da yatay planda da toplumsal, içtimai barışı, sevgiyi yaymış olacaktır.



Peki aşkta 'vuslat' arzusu yok mudur? Bu nasıl gerçekleşir, neler olur sonunda?

Aşk, iki ayrı parçayı bir araya getirinceye kadar ki aktif unsur olduğundan dolayı bunun iki fert arasındaki, iki insan arasındaki çalışmasına baktığımızda, iki insanın birbirine aşık olan, birbirini seven insanın, birbirine doğru olan çekim kuvvetinin adı olursa eğer aşk, bu durumda aşkın vazifesi vuslata kadar, yani o iki ayrı parçayı birbirine kavuşturuncaya kadar şiddetini sürdürecektir. Ancak vuslat gerçekleştikten sonra o ayrılık artık beraberliğe dönüştükten sonra aşk kendi içinde bir dönüşüme uğrayarak sufilerin diliyle, bir marifete, bilgiye yerini teslim eder. Bunu aslında sosyal planda 'aşk evliliği öldürür' diye de tercüme edebiliriz. Aşkın evliliği öldürmesi evliliğe karşı olduğu anlamına gelmez. Evlilikle beraber, yani kavuşmayla beraber aşkın daha üst boyutu olan bilgiye, bizzat birbirini tanımaya doğru götürecektir. Biyolojik manada da aslında birbirini severek kırk sene aynı yastığa başkoyan insanların fiziki planda da birbirlerine benzemeye başladıklarını artık ayrılıkların fiziki planla da benzeşmek suretiyle örtüşmeye başladığını görmekteyiz.



_DEVAM EDECEK_
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Aşık kimdir? Özellikleri nelerdir? Biz aşığı nasıl tanıyacağız?


Aşığın en önemli özelliklerinden birisi, toplumsal olanla bağlarının yavaş yavaş azalmaya başlamasıdır. Aşık aslında toplum içerisinde yaşayan bir yalnızdır. Kendini kaybetmeye başlar. Gece gündüz maşukunu, sevgilisini düşündüğü için artık kendisini onda yok etmiştir. Toplumsal alanla irtibatı asgariye inmiştir. Aşık kimse, yeryüzü sathında, ister çöllerde, ister dere kenarlarında, ister yeşillikler içerisinde dolaşsın artık gözü onları görmez, maddi olanı görmez. Her nerede dolaşırsa dolaşsın, deli divane olsun bütün aradığı artık bir şeydir. O da o sevdiği, maşukasıdır. Aşıkın bütün hayatı sevgilisine doğru yaptığı yolculuktur aslında. Dolayısıyla aşık gurbette olup sevdiğinin özlemi içerisinde yanan, onun hasretiyle dolaşan, ona vuslatını bekleyen ve bu bekleme esnasında da inleyen, ahu figan eden bir kişidir artık. Binaenaleyh, aşıkı diğer insanlardan ayırdeden en bariz özellik dikkatini bir noktada teksif etmiş, toplayabilmiş olmasıdır. Aşık olmayan kimselerin dikkatleri değişik nesnelere, değişik şeylere dağılmış vaziyettedir. Oysa aşık, diğer insanların güzel dediği, hoşlandığı tabiat manzaraları karşısında bile temaşa ettiği her şeyde, her nereye baksa, ister tabiata baksın, ister diğer bir yaratığa baksın hepsinde sevgilisinin izlerini görür. Kendisini maşukta fena eder. Maşukun, sevgiliyi imtihan etmesi de gerekmektedir. Bu imtihan neticesinde sevgilinin sevdiği konusunda ne denli samimi olup olmadığı anlaşılacaktır. O imtihanı ne kadar başarılı olarak gerçekleştirebilecektir. Bu açıdan aşıkın hayatı aslında ahu figan ve birtakım ağır eziyetler, ağır elemler içerisinde geçer. Aşk acısı, aşk elemi içerisinde yanıp yakılma motifi aşıkın en önemli özelliklerindendir. Çünkü aşkın bir denemesi, bir sınanması gerekmektedir. Bu şekilde aşık önce naz eder. Aşık, maşuk naz eder. Naz ehli, nazın tasavvufi, ilahi aşktaki öneminin bir özelliği, salihin yani müridin, Allah yolundaki yolcunun, diğer adıyla ilahi aşka divane olmuş kimsenin bu seyri sülük içerisinde, bu elemi çekerken aslında arındırılması eğitilmesi hedeflenmektedir. Yani sevgili hemen kendisini açmaz, sevgili hemen tepki göstermez. Bir süre, bir vakit geçtikten sonra yavaş yavaş kendisini ona karşı yaklaştırmaya bakar. Bir hadis-i kutside, 'Bana ibadet eden kulum o kadar bana bu ibadetleriyle yaklaşır ki artık ben onun gören gözü, yürüyen ayağı, tutan eli olurum' buyrulmuştur. Bu görüleceği gibi bir müddet sonra gerçekleşmektedir. Hemen olan bir hadise değildir. Bundaki gaye, bu vetire, bir süreç izlenmesi de aşıkın olgunlaşması, pişmesi Mevlana'nın, 'Hamdım, piştim, yandım' sözünde ifade edildiği gibi o aşkın oturması, yerleşmesidir.



Beşeri aşkla ilahi aşk arasında tam da burada nasıl bir nitelik farkı olur?

Beşeri aşk ile, mecazi aşk ile ilahi, Rabbani aşkı birbirinden ayıran birçok hususiyet vardır. Bunlardan bir tanesi de ilahi aşkın daha uzun süre bekletmesi, o bekletme içerisinde, o ızdırap içerisinde kişiyi, salihi eğitmesidir. Aşık bu mecazi alemden yükselip ilahi aleme doğru yolculuk ederken ilahi alemin mecazi alemin karşısında, mecazi alemden ilahi aleme doğru geçileceğini bir talim, bir terbiye ile öğrenir, aşk meydanında aşığı aşk taliminden geçiren kimseye edebiyatımızda çok değişik adlar verilir. Pir-i Mugan, Saki, Mürşid gibi değişik adlar altında anılan bu mürebbi, bu öğretmen, aslında müride nasıl ilahi aşkla erişilebileceğini gösterir. Kuran-ı Kerim'de bir ayet-i kelimede, 'Ey insanlar, ey inananlar beni sevmek istiyorsanız, habibimi seviniz' ayetinde de olduğu gibi yani, sizi beni sevmeye götürecek olan o Resulün -ki o Resulün bir adı da Habibullah'tır, yani Allah'ın Sevgilisidir- Allah'ın sevgilisini severseniz, onu sevmeniz suretinde beni seversiniz. Çünkü sufilerin ontolojisinde Allah bilgisine ulaşma ancak, O'nun yeryüzü alemindeki numunesi olan, bütün esmasını adeta emaneten kendisine yüklediği insan-ı hakikinin, Adem-i hakikinin tanınması suretiyle olacaktır. İnsan tanındığı zaman ancak Allah tanınacaktır. Çünkü Allah, meleklere kendine secde edin demedi. Meleklerin Allah'a secde etmemesi gibi bir problem yoktu, Şeytan'da buna dahil olmak üzere. Allah insana secde edin dediğinde bütün melekler ona secde ederken, şeytan, ben ona niye secde edecekmişim demek suretiyle ondan ayrılmıştır. Aslında Şeytan da Allah'a inanan bir varlıktır, bir baş melektir. Ama Adem'in otoritesini kabul etmemek suretiyle büyük meleklikten, baş meleklikten şeytaniyete inmiştir. Bu nokta çok önemlidir. İnsanlar arasında da Allah'ı tanıma probleminden ziyade Allah dostunu, Allah sevgilisini tanıma problemi daha büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Veliler aşk-ı Muhammedi talimi yaparak Muhammed aşkını gönüllere nakş etmek suretiyle Allah aşkına ulaştırmaya çalışırlar. Bu ariflerin en önemlilerinden biri Aşıklar Sultanı olarak anılan Konya'da medfun Cenab-ı Mevlana Celaleddin Rumi'dir. Şems-i Tebrizi Mevlana'ya ilahi aşkı talim ettirdikten sonra, bu aşkın kendisine geldiği kaynak olarak Şems-i Tebrizi'yi gören Mevlana önce kendisine bağlanır. Bunu hisseden Şems, aradan kendisini çekerek Mevlana'yı artık o ilahi aşkın kaynağıyla yüz yüze bırakmak ister. Bunun için birden sırra kadem basar, aradan çekilir. Mevlana önce çok sendeler, sekteye uğrar. Her gelene gidene, 'Şems'ten bana bir haber getiren yok mu?' der. Hatta O'nun sürekli Şems'in peşinde olduğunu bilen bazı yalancı kimseler Mevlana'ya gelerek bahşiş kopartmak için, 'Ben Şems'i gördüm' demişlerdir. Mevlana da, 'Nerede gördün?, 'Şurada gördüm' denildiğinde, karşılığında birtakım bahşişler verir. Müritleri bu durumu görür ve Cenab-ı Mevlana'ya, 'Üstadım, karışmak istemiyoruz ama bu insanlar seni kandırıyorlar. Gördükleri falan yok, yalan haber veriyorlar' dediklerinde, 'Biliyorum. Ben o sevgilinin yalan haberine bahşiş veriyorum. Şayet hakiki haber getirselerdi canımı verirdim' demiştir.



_DEVAM EDECEK_
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Bu vadinin yolcularından biri olan ve Güzellik Ve Aşk adlı bir de mesnevi yazan Şeyh Galib'e ilişkin neler söylersiniz?


Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk isimli sembolik hikayesinde aslında Feriddüdin Attar'ın, Fuzuli'nin, İbn-i Sina'nın, birçok geçmiş ariflerin ilahi aşk sembolizmi için kullandıkları, örgüyü, motifi, tekrarlar. Burada Hüsn ü Aşk, Beni Muhabbet kabilelerinde aynı gün doğan biri kız, biri oğlan iki çocuğun adıdır. Burada Hüsn yani güzellik bir bakıma Allah'ı sembolize etmektedir. Aşk ise o saliki, Allah'a kavuşmaya çalışan yolcuyu sembolize etmektedir. Bu iki çocuk, biri kız kabilede doğar doğmaz adeta beşik kertmesi şeklinde birbiriyle nişanlanırlar. Çocuklar büyüyünce Mekteb-i Edep adlı okula verilirler. Bu okulda öğretmen, yaşlı Molla-ı Cünun adındaki bir hocadır. Bu sırada çocuklar birbirlerini severler. Fakat kabile içerisinde Hayret adında bir yiğit bulunmaktadır. Hüsn ile Aşk'ın buluşup konuşmalarını engeller. Mana bahçesinin rehberi olan yaşlı Sühan ise görüşüp anlaşmalarına, mektuplaşmalarına yardımcı olur. Hüsn'ün İsmet adında bir dadısı, Aşk'ın da Gayret adında bir Lala'sı bulunmaktadır. Aşk, Molla-ı Cünun ve Gayret'in yol göstermesiyle Hüsn'ü babasından ister. Kabilenin büyükleri karar vermek için toplanırlar ama Aşk'ın isteğini alayla karşılarlar. Hüsn'e kavuşmak için ondan zorlu bir sınavdan geçmesini isterler. Bin yıllık gam ülkesini geçer, mumdan bir gemiyle ateş denizini aşarsa binbir başlı ejderhayı öldürüp bunlara benzer pekçok zorlu işleri başarırsa Aşk ancak kalp diyarındaki kimyayı elde edebilir. Hüsn'ü ancak o şekilde alabileceğini söylerler kabilenin ileri gelenleri. Aşk bu zor ve tehlikeli yolculuğu yapmayı kabul eder ve hemen Lala'sı Gayret ile yola çıkarlar. Çok geçmeden bir kuyuya düşer ve dibi olmayan bu kuyudan Sühan'ın yardımıyla İsm-i Azam yazılı bir ipe tutunmak suretiyle kurtulurlar. Aşk denizini Hüsn'ün Sühan'a gönderdiği uçan bir atla aşar kızı, yine Sühan'ın yardımıyla kaleyi ateşe vererek kurtulurlar. Böyle pek çok tehlikeden Lalası Gayret ve değişik biçim ve kılıklarla geçen Aşk, sonunda Hüsn'ün sarayına varır. Birden Molla-ı Cünun, İsmet ve Hayret ortaya çıkarlar. Sühan, işin aslını, maceranın anlamını şöyle açıklar kendine: Aslında Aşk Hüsün'dür, Hüsün de Aşk. Aralarında bir fark yoktur. Sühan, Aşk'a, 'Sen yanlış yolda yürüyüp çabaladın' der. Aşk'ı Hayret'e teslim eder. Hüsn'ün sarayına götürür. Sonunda Aşk, Hüsn'e kavuşur. Hüsn ü Aşk mesnevisindeki sembolizm, sülukta ilerlemenin, olgunluğa ermenin zorluklarını ve bu yola giren salikin sonunda Allah aşkına erişebilmesi için kendi isteği ve sonsuz çabası yanında bir yol gösterici müridin yardımının da gerekli olduğunu anlatmaktadır.



Gönül denince ne anlamalıyız? Kalp midir, nefis midir nedir gönül?

İslamda gönül, yani kalp, bir bakıma beytullah Sevgili'nin konaklayacağı yer olarak görülmüştür. Hiçbir yere sığmayan Allah, aşığın kalbine sığdığını ifade etmektedir. Aynı zamanda da kalp tasavvufa göre bilgi kaynaklarından biridir. 'Onların kalpleri vardır, aklederler' ayetinde olduğu üzere, aslında akletme dediğimiz eylem de kalbin bir işlevidir. Modern zamanların bir kırılması neticesinde akletmenin, beyinsel bir faaliyet olduğu zannedilmiştir. Oysa ki bu bir yanılsamadır. Akletme kalbi bir eylemdir, kalbin bir melekesidir ve kalbin ileri derecede, aklın ileri derecedeki haline de aşk denilmektir



_DEVAM EDECEK_
En son zahidzenderun tarafından 18 Mar 2009, 00:01 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Öyleyse, gönlün Sevgili'nin yerleşmesi için arınması gerekecektir değil mi?


Kesinlikle. 'Padişah konmaz saraya/ hane mamur olmadan' denmiştir. Hanenin mamur olması, yani hanenin, beytin, evin tezyin edilmesi, önce tasfiye edilmesi tezkiye edilmesi, temizlenmesi için bir takım boşaltılman cüruf, padişahın gelmesine mani olucu, aşığın gelip orda nefeslenmesine mani olucu özelliklerin izale edilmesi aardından cilalanması gereklidir ki, aşık kalbi yerleşebilsin ve maşukuyla buluştuğu bir mekan haline gelsin. Abdullah-ı Bosnevi adli bir Füsüsu'l- Hikem şarihi, Füsus'a yandığı şerhine Araisü'l Beyan Fi Mesnasati'l Hikem adını vermiştir. Yani kelimeleri adeta bir geline benzetmiştir. Hikmeti de adeta kalbe ve düğün yatağına benzetmiştir. Kelimelerin düğün yatağında açıldığı bir mekan olarak görülür kalp.



Mahmut Erol Kılıç ile söyleşi
"Aşk bilginin kaynağıdır "
30 Ekim 2006
Söyleşi: Sadık Yalsızuçanlar
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

Rabbim razı olsun inşALLAH. Siz bizi bırakmadıkça biz sizi bırakmıcaz inşallah. ve inşallah daha çok OKUyacağız daha çok anlamaya çalışacağız. Rabbim yardımlarınız, anlayışınız için sizden razı olsun. RABBİMİZ Razı olsun Muhammedi olAN abilerden,ablalardan,canlardan,sevgililerden ve burada emeği geçen herkesten ve Latif hocamızdan...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/anlamak.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

YA Rabbi sen bizi köprü olanlardan eyle


Köprü; engeller aşıran hayati, vazgeçilmez unsur. Nehirler, vadiler, boğazlar onunla aşılır! Köprü kurmak kolay; köprü olmak zordur!

Köprü; geçilmeyi, çiğnenmeyi, hiçe sayılmayı göze alır. Benliği olanlar köprü olamaz. Taraf olanlar köprü kuramaz. Karşı karşıya gelen, gerilen, neredeyse düşmanlığa sürüklenen krizlerde köprülüğü göze alanlar basiret açar. Onlar lamba tutar görünmeyen, bâkir alanlara!

Köprü şahsiyetler; seyir ehlidir. Geçilmek, ezilmek, çiğnenmek, hakarete uğramak umurlarında değildir. İnsanlığa fayda, sıkıntıyı aşma, bunalımı rahatlatmadır gayeleri.

Sevgiyi, ilmi, hakikati gönülce yayan; avamdan havasa, cahilden okumuşa, köylüden kentliye herkesçe sevilen Köprü Şahsiyetlere hasretiz! Yunus’lar, Mevlana’lar yetiştiremiyoruz asırlardır. Onlar aramızda değilse köprü işlevi rafa mı kalkacak ? Hayır.

“İçinizden hayra çağıran bir topluluk bulunsun” (A.İmran 104) buyrulmuşsa, köprülük önemli bir kulluk görevi.

Zihinler karmaşık, toplum sancılı!.. Allah Ehli; taraflardan birini tutan değil; Hakkın taraftarı olarak birlik feneri yakandır! Her iki kıyıyı da hak gören köprü olabilir.

Gerilene, ötekinden (…) korkana köprü olmak için kalkın! Şimdi! Apartmanınızda, işyerinizde, çevrenizde insanlara birlik ışığı tutma vakti. Bunu onlar için değil; kendiniz için yapacaksınız. Ne dedik, benliği olanlar köprü olamaz!

YA Rabbi sen bizi köprü olanlardan eyle.

amin...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Müslümanlar olarak, en büyük arzumuz ve isteğimiz Allah'ın rızasını ve O'nun hoşnutluğunu kazanmaktır.

Allah'ın sevdiği ve hoşnut olduğu kul nasıldır, bunu Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde geçen bir Hadis-i Kutsi'den öğrenebiliyoruz.


Rabbimiz şöyle buyuruyor; "Benim sevgim şu kimselere vacip olmuştur;


1) Allah için birbirlerini sevenler


2) Allah için bir araya gelip toplananlar


3) Allah için birbirlerini ziyaret edenler


4) Allah için birbirlerine cömertçe ikramda bulunanlar
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
karani
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 51
Kayıt: 11 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen karani »

s.a Rabbı rahimim razı olsun gerçekten mükemmel bir konu işlemişsin ellerine sağlık yüreğine sağlık Rabbım ufkunu açsın inşallah
Berat gecenizde kutlu ve mubarek olsun ve Tüm alemi İslamın hayırlara vesile olur
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/animation15mt1xr8.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim



KIYMETLİ KARANİ,


Muhabbet ehli güzel insanların bu konuyla ilgili söylediklerini
aktarmaya çalıştım.. Okumuşsun..
Ve duygularını paylaşmışsın çok teşekkür ederim sana..

Bu konu çok kıymetli bir konudur.
Tasavvufi konularda benim ilmim azdır, bilgim yeterli değildir..
öğrenmeye çalışıyorum..
Rabbime kalbimle giderim. O ne öğretirse ne bildirirse
bakarım izlerim
O'na Aşk ile varmaya çalışırım.
Muhabbet ehli gönüller çok güzel anlatmıştır bu konuyu.
Paylaşmak istedim ..
Düşünüp, tefekkür edierek sohbet edelim istedim..



Ben bilmez idim gizli ayân hep sen imişsin
Canlarda ve tenlerde nihân hep sen imişsin
Senden bu cihan içre nişan ister idim ben
Ahir bunu bildim ki cihan hep sen imişsin



Bende sizin ve tüm CANların Mübarak Regaip Kandil'ini kutlarım.

Yaptığınız her türlü ibadet ve duanın Rabbim tarafından kabul
bulmasını temenni ederim.

Gecenizin rahmet, mağfiret ve nurla dolmasını ümidiyle..
Berat gecenizi kutlarım
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim






Aşk âsâyiş-i cândur;

Aşk ârâyiş-i cihândur.

Aşk nemek-i diyk-i vefadur;

Aşk hadîka-i ehl-i safâdur.

Aşk hakîkat çerhınun ahteridür;

Aşk cân leşkerinün mihteridür.



Aşk bir sultân-ı kâhir ü tîzdür ki

Alem çekicek birbirine urur vücûd ile ademi;

Aşk bir bî-karâr u şûr-engîzdür ki

Kâdem basıcak şûr u gavgâya bırağur âlemi.

Aşk bir cevher-i pâkdür araz sanman;

Aşk râhat-ı cândur maraz sanman.



Aşk bir mürgdur ki melâmet-i halk ona bâl olur;

Aşk bir devletdür ki idbâr-ı dünyâ ona ikbâl olur.

Aşk bazarında câme-i dîbâyı bir habbeye almazlar;

Uşşâk mahallesinde nâmûs ile nâmı bir çöpe saymazlar.

Âşık olanlar gayret ü ârı bırağurlar;

Dost isteyenler ol vakârı bırağurlar.



Âkıl eydür: "Cübbe vü destâr hani?";

Aşık eydür: "Hâne-i hammâr hani?"

Âşık düğünden bîniyâz olur;

Âşık cihân içinde serfirâz olur.

Aşk bir külüng-i pulâddur ki her vakit varlık binasın yıkar;

Aşk bir bennâ-yı üstâddur ki dâim yokluk sarayın yapar.



Aşk bir derd-i mâderzâd olur;

Âşık iki cihândan âzâd olur.

Ne vuslatda şâd u ne gâmdan firârı olur;

Ne destinde sabr u ne pâyında karârı olur.

Âşık hemîşe belâkeş olur; dâim belâ içinde hoş olur.

Âşık her dem sûz u şevkda olur; derd-i aşk içinde zevkde olur.



Âşıka gıdâ belâ olur;

Âşıka safâ cefâ olur.

Âşık ki yolunda merd olur;

Renci dârû vü râhatı derd olur.

Dil ki bûy-ı aşkdan bîreng olur,

Ehl-i dil katında ol dil seng olur".



Aşk kıssa vü hikâyet olmaz;

Aşk-bâzî hadîs ü rivâyet olmaz.

Âlem-i aşk âlem-i diğerdür,

Pâye-i aşk ondan bülend-terdür,

ki her mesken ona menzil ola;

veya onun mekanı bir avuç kül ola.



Aşk bir makâm-ı vicdanîdür;

Cezbesi cezbe-i nûrânîdür.

Aşk halk gözünde dîvânelikdür;

Aşk kendi vücûduna bîgânelikdür.

Aşk ezel kadehinden bîhûşlukdur;

Aşk iki âlemi ferâmûşlukdur.




Sinan Paşa
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim





AŞKA ULAŞ GAYRİDEN GÖNLÜNÜ KES





Mevlevîlik geleneğinde bir âdet vardır “Nasılsın, iyi misin?” kabîlinden hatır sorulduğunda “Aşk u niyâz eylerim.” diye cevap verilir. Bendeniz de bu sohbete aşk u niyâz eyleyerek başlamak istiyorum.


İlm kesbi ile paye-i rifat arzu-i muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde ilm bir kıyl u kâl imiş ancak



Yükselmek sâdece ilim tahsili, ilmin kazanılması ile olmaz; bunu arzu etmek sâdece bir hayâl ürünüdür. Âlemde ne varsa aşkta vardır. İlim bir dedikodudan ibârettir. Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar; “Rutbetü’l ilmi a’le’r-ruteb” yani “Rütbelerin en üstünü ilim rütbesidir.” Bu iki söz arasında bir çelişki var gibi gözükse de gerçekte her hangi bir çelişki yoktur. Hz. Mevlânâ’nın da bulunduğu bir mecliste hadis, ayet, kelâm-ı kibar konuşulurken yâni “Allah Kitabında şöyle buyurdu, Resulullah şu mevzûda şöyle buyurdu” şeklinde sohbet yapılmakta iken âniden kapı açılıp içeri Şems-i Tebrîzî girer. Der ki; “Bırakın bu dedikoduları ‘Allah şunu dedi, Resulullah bunu dedi!” Sen ne diyorsun sen?” Demek istiyor ki Hz. Şems, “Allah’ın buyurduklarından, Resullah’ın tavsiyelerinden sen, ne anlıyorsun?” Zîra, Resulullah’ın buyurduğu bu ilim rütbesine erişmek; bu büyük sözleri, Allah ve Resulü’nün sözleri dâhil bütün sözleri nakledecek derecede bilmek demek değildir. O sözleri aşk ile yoğurup, oluş hâline getirebilmektir. İşte o zaman, yükselme hâsıl olur. Sözün özü ;


Vasıl-ı hak olmaya eylersen heves
Aşka ulaş gayriden gönlünü kes.



Öyleyse aşk nedir? Hz Mevlânâ, “Ben ol da bil!” demiş. Aşk bir hâldir, kâl değildir, söz değildir yâni. Onun için hâl anlatılmaz, yaşanır… Aşkın ilimleşmesi diye târif edebileceğimiz tasavvuf ise, satırdan değil sadırdan öğrenilir. Bu öğrenimin asgari şartı, en az -en aşağı koşulu ise muhabbettir.


Muhabbet lezzetinden bî-haberdir cahil u gâfil
Fuzûli zevk-i aşkı zevki var olandan sor.



Hz Mevlânâ da muhabbetin ehemmiyetini şöyle anlatıyor,

Ez muhabbet mürde zindemiş evet vez muhabbet şah bende mişeved
Ez muhabbet dürtha sâfişevet vez muhabbet dertha şafi şeved


yâni,

Öyle bir kudrettir ki muhabbet ölüleri diriltir pâdişahları kul eder
Bütün kirleri ve kirlilikleri temizler ve bütün dertlere şifâ bulur.



Kâinatın yaradılış sebebi dahi muhabbettir. Yaratıcının muhabbeti, yaratılmışların en yücesi olan insana, insanın en yücesi olan Muhammed’edir.


Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl.



İnsanın yücelmesi bu muhabbetin yardımı ile Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak sûretiyle olur. Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak ise; öncelikle O’nun esmâsını, güzel isimlerini öğrenmek, O isimlerin mânâsına uyarak, yaşamak ile olur . Özellikle Kur’an-ı Kerim’den Allah’ın sevdiği ve sevmediği işleri öğrenip ona göre davranmakla olur.

Ahzab sûresinin 56. ayetinde Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor, “İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne ale’n-nebiy yâ eyyühellezine âmenü sallû aleyhi ve sellimû teslîm┠yani “Muhakkak ki Allah melekleri ile beraber nebîsine salâvat eder öyle ise; ey iman edenler siz de sâlat edin O’na ve selâm verin hem de tam bir teslimiyetle.” Hz. Peygamber’e salât okumak Allah’ın bir âdetidir ve biz mü’minlere de emridir. Resûl-i Ekrem’e salâvat getirmek; Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmanın unsurlarından biridir ve mü’minler, Kur’an’ın bu hükmü ile “Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî ve sellim” diye salât okurlar. Derler ki, “Ey melekleri ile birlikte habîbine salât eden Allah’ımız, Nebî’ne Peygamberi’ne salât etmemizi istiyorsun; bâş üstüne. Fakat biz o şanlı Nebî’nin şânına uygun salâvatı okumaktan âciziz. Öyle ise sen lütfen bizim için o Efendimiz Hz Muhammed’ e ve ailesi ile ashabına ve ona uyanların tümüne salât et.”

Salâvatın sâdece kelime mânâları, sınırları belirlenmiş bir yazı içinde ancak bu kadar anlatılabilir. Salâvatı tam mânâsı ile anlatmak mümkün değildir. Zîra, Allah ve Resulü’nün salâvatını anlatmaya ne defterler yeter, ne kalemler, ne de zamanlar. Yapraklar defter, ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa Resulullah aşkı anlatılamaz ama yaşanır. Peygambere salâvat okumak, sâdece emre uymak için olursa; emre uymak olur… Ama sâdece emre uymak olur. Bu da insanı bir yerlere götürür… Bir yerlere yüceltir fakat istenilen yere değil. Emre uymak ve sorumluluğu geçiştirmek için okunan salâvat, sorumluluğu geçiştirir ama insanı uçuracak kanat takmaz. İşte Resulullah aşkının dışa vurulması mânâsını taşıyan âşıkların salâvatı; insanı, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklandırır. Muhabbeti, aşkı dışarı vurmak şarttır. Onun için Hz Mevlânâ buyurmuyor mu; “Yarını bulamadı isen, ne diye başını sağa sola vurarak aramıyorsun? Yok eğer buldu isen, ne diye ellerini çırparak buldum buldum diye sevinmiyorsun? Susma! Durma! Ey oğul, ya ara dur ya da bulduğunu duyur.”


İşte, aşk böyle bir şey... “Ez tarik-i râh-ı peygamberi ma” Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz, aşktan doğmuşuz. Aşktır bizim anamız. Hz Mevlânâ bu beyitte aşkı böylesine anlatıyor. Aşk öyle bir anadır ki her şey ondan doğar. Aşk ateş olarak, coşkunluk olarak hasret, vuslat, ümit, sevinç, keder ve daha sayamayacağımız şekillerde tezâhür eder, ortaya çıkar, diyor. Zîra neyin sesi, aşkın ateşidir. Neyden çıkan ses, neyzenin nefesinden midir, neyzenin içindeki aşkın hissiyatının getirdiği coşkun nâmeler midir? Onun için Hz Mevlânâ buyuruyor ki,


Âteşi aşk est ki ender ney fütâd
Cûşişi aşk est ki ender mey fütâd


Neyi söyleten aşk ateşidir.
Meyin kabarıp taşması da aşkın kabarıp coşmasındandır.


Herkesin aşkı kendi miktarıncadır. Gülün dikenleri arasından fırlayıp bülbüle nazı, güllüğündendir. Bülbülün bütün dikenlere rağmen güle niyâzı da, bülbülâne bir aşktır. Af buyurun, bir merkebin de toz toprak içerisinde yuvarlanarak anırması da kendi aşkındandır; ama eşekçesine… Bu, şuna benzer; bir ârif-i billâhın, Hakk’ı bilen bir zâtın bütün Rabbânî güzellikleri seyrederek veya tefekkür ederek, Allah’ın cemâli’nin mesti olarak tatlı tatlı döktüğü göz yaşları da aşkın eseridir, zil zurna sarhoşun attığı nârâlar da aşkın eseridir. Ama kendi istidatlarına göre kimi bülbül gibi… Kimi eşek gibi... Ama hep aşk!

Aşk birdir fakat sevgililer değişiktir. Çünkü yegâne tek sevgilinin tecellîleri ve tecellîlerinin mazharları farklıdır da onun için sevgili değişiktir. İşte bu farktan geçip tek sevgiliye ve tek sevgiye ulaşmada aşk, insana Burak olur. Hz Resulullah’ı, Hakk katına ileten Burak gibi…

En yüce âşıklar mü’minlerdir. “Vellezine âmenü eşeddü hübben lillah” Bakara sûresinin 165. ayetinde Cenâb-ı Hakk, “Mü’minlerin Allah’ a muhabbetleri çok şiddetlidir” buyuruyor. İşte çok şiddetli bu muhabbete, aşk denir. Bu ayetin mefhûmu,muhalifi tâbir edilen yâni eski tâbirle yani tersten gidilerek yorumu şöyle olmuyor mu acaba; Allah’a şiddetli muhabbeti olanlar müminlerdir, Allah’a şiddetli muhabbeti olmayanlar îman etmiş olmazlar.

Her fiili ve her sözü insanlığın yol gösterici olan Hz Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bizi sevgiye, sevgi yoluna teşvik ederken şöyle buyurmuyor mu; “Birbirinizi sevmedikçe îman etmiş olmazsınız. Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmanınız kemâle gelmez.” Kur’an-ı Kerim târifine göre mü’minin kendisine yakışan sıfatı âşıklıktır. Âli İmran sûresinde “Len tenalü’l-birra hattâ tünfiku min ma tuhibbûn” yani mealen şöyle buyrulmaktadır; “İyiye ve iyiliğe eremezsiniz ancak sevdiğiniz şeyler nedir o sevdiğiniz şeyler para, mal, mülk mevkii ve hatta canınızı, Allah için harcamadıkça.” İşte bu ayetinde Rabbimiz sevginin ölçüsünü bildiriyor. Sevginin kantarı fedakârlıktır, vermektir. Kuru laf değil. Her iddia ispâta muhtaçtır. Aşk iddiasının ispâtı, vermekle olur.


Âşık odur ki; kılar cânın fedâ canânına
Meyli canân etmesin her kim ki kıymaz canânına
Cânını, canâna vermektir kemâli âşıkın
Vermeden can îtiraf etmek gerek noksanına


Fuzûlî Hazretlerinin bu sözleri üstüne söz söylemek fuzûli olur.

Hoş kalın, hoş olun efendim.





Ö. TUĞRUL İNANÇER
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Kendini sevdiğin zaman, Sevgili’yi bulamazsın.

kendinden geçince, Sevgili’ye yaklaşırsın.




kendinde olduğun zaman, bir sivrisineğe av olursun.

kendinden geçince, güçlenir, fili bile avlarsın.




kendinde olduğun zaman, gam bulutlarının ardında kalırsın.

kendinden geçince, kucağına ay doğar, her tarafı aydınlatırsın.




kendinde olduğun zaman, Sevgili’yi kaçırırsın.

kendinden geçince, Sevgili’nin aşk şarabını içersin.




kendinde olduğun zaman, sonbahardaymış gibi üşürsün.

kendinden geçince, kışın bile ilkbahar olursun.



kendinde olduğun zaman, kendini seversin.

kendinden geçince, gülün bile kıskandığı bir âşık olursun.



------------

(Divân-ı Kebîr, Gazel, I, 323)

Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: __AŞK YOLU __

Mesaj gönderen habibi »

"Bir insan var ki; tebeşirle tahtaya yazıyor. Bir başka insan var ki: o yağlı boya ile yazıyor. Tebeşirle yazdığın yazıyı keçeyle silersin ama yağlı boya ile yazdığın yazı keçe ile çıkmaz."

Ne demek istiyorum? Allah dostlarının dünya işleriyle meşgul olmaları kayda geçmez. Onların gönüllerinde bir ağırlık teşkil etmez. Onların gönülleri, daima berraktır. Hiç bir hâdisat onların gönüllerini bulandırmaz. Çünkü gönülleri, masivadan arınmış durunmuştur. Gönüllerinde bir sevgili vardır. O da dünya işleri değildir. Ancak onlar, dünya işlerine lâzım gelen ihtimamı gösterirler. Çalışmaya ciddiyet ve önem verirler. Hakka hukuka fevkalâde riâyet ederler. İnsanlık hizmetinden başka bir şey düşünmezler. Ancak bunların hepsi, onlar için tebeşirle yazı yazmaya benzer.

Hz. Gaybî'nin bir sözü ;
Mü'min kalbi berrak durur
Mesken eden Hakk durur


Allah dostlarının gönülleri berraktır. Dünyadan ve dünya işlerinden el ve eteklerini çekmişlerdir. Bu el ve etek çekmek, çalışmamak, yememek, içmemek, mal mülk edinmemek anlamında değil; dünya sevgisinin gönüllerinde tutunmaması demektir. Onlar, neyi seveceklerini bilmişlerdir ve dünya onların hizmetçisi, kölesi olmuştur.

İşte Diyojen ile İskender'in hikâyesi budur:
Diyojen İskender'e ayağa .kalkmadı. Hiç istifini bozmadı. Binlerce insan: "İskender geliyor," diye kırılıp geçiyorken o, yerinden kımıldamadı bile.
-Sen ne yapıyorsun, gelenin kim olduğunu bilmiyor musun, diye onu tartakladılar.

İskender:
-Durun, dokunmayın! dedi.

İskender:
-Görmüyor musun, İskender geliyor, diye insanlar yerlere yatıp kalkıyorlar! Sen yoksa İskender'i tanımıyor musun? dedi.
Diyojen:
-Tanıyorum. İyi tanıyorum ve sizi iyi biliyorum, diye cevap verdi.
-O halde söyle kimim, ben?
-Bendemin bendesisin (Esirimin esirisin), dedi.
-İskender'e bu sözü kim söyleyebilir? Ancak Diyojen gibi dört dörtlük bir derviş söyleyebilir. Dervişliğin ne lüzumu var? demeyin. Dervişlik, Âdem Baba mesleğidir. Diyojen de derviş ve kâmildir. Cesurdur; rinddir. İskender'e bunu söyleyebilen tek insan odur. Çünkü İskender, üç kıtaya hükmetmiştir. Ama Diyojen'den duyduğu sözü, bir başkasından duymamıştır.
İskender sarsıldı. Yerinde duramadı ve atından indi.
-Nedir bu? dedi
-Sen, toprak için insan öldürüyorsun. Dünya benim esirim, kölem. Sen de benim köleme köle olmuşsun. Kim kime ayağa kalkacak? dedi ama İskender bunu kabullendi. O da derviş oldu. Sonunda ne dedi?
-Dile benden ne dilersen.
Diyojen:
-Gölge etme başka ihsan istemem, dedi.


İşte geçmişimizde, günümüzde ve geleceğimizde kıyamete kadar bu Diyojenler, bu Mevlânalar, bu Yunuslar ve yüzlerce binlerce emsali olan Hak dostları ve âşıkları, bu toplumun içinde devam edip gidecekler. Onları bilen ve tanıyanlara ne mutlu. Söz ve sohbetlerinden istifâde edenlere ne mutlu.

Allah, onların izinden yani Kuran'ın ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in izinden ki, onlar o izdedirler, bizleri ayırmasın.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: __AŞK YOLU __

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Hazret-i Ebu Bekir (radiallahu anh)onu sevdi de cihanlara”sıdık”oldu.

Allah aşkına ve Hak muhabbetine önün eliye atıldı da malini mülkünü bu aşka feda etti…

Allah cc aşkında o kadar zirvelere tırmandı kiadeta ciğerlerinin zarı yandı da aleme misk kokuları saçtı…

Ve bir gün şöyle dedi: “Ben Müslüman olduktan sonra kanasıya şu içmedim!”

Aşıkların can derdi yoktur.Onların bütün sermayaleri hiç durmadan yanmaktır.

Yanmakta derman vardır.Hatta bir Hak aşığı şöyle demiştir:

”Derman aradım derdime,derdim bana derman imiş”

Zaten derdi derman bilmeden sevgili ele geçmez.

Nice çilelerden,nice bela girdaplarından geçmedikçe devlet elde etmek nerede?

İslamin ilk çile devrinde Mekke müsrikleri

Hazret-i Ebu Bekir’i de bayıltıncaya kadar dövmüşlerdi.

Öyle ki mübarek yüzüne takunyalarla vurmuşlar ve onu bir ölü haline getirmişlerdi.

Yüce sahabi kendinde değıldı.Felaket büyüktü.

Nice zaman baygın kaldı . Ayılır ayılmaz kendisine su vermek istediler:

”Hayır!”dedi,”Allah’in Resulünden (s.a.v)den bir haber almadıkça ölsemde su içmem.

O nasıldır,hayatta mıdır?” Nebiler sultanının hayat da olduğunu öğrendikten sonradır ki bir damla su içebildiler…

Aşka vefa,dostlukta vefa işte budur.Aşkın’in kendi canını düşünecek vakti yoktur.

Yine o sultan sahabi,bütün malını mülkünü Allah (c.c) Resulünün (sallahu aleyhi vessellem)in önüne getirip koydu.

Rahmet Nebi ondan sodu: “Ya Eba Bekir!Çoluk çocuğuna bir şey bıraktın mi?”

Onun dudaklarından sadece şu pırıltılar döküldü:

”Ben onlara Allah (c.c) ve Resulunu (s.a.v)i bıraktım!”

Aşktan söz etmek kolay,fakat çiğerler yakan aşkın tatına varmak erlerin işidir.

Bu yol,erlerin yoludur. Mevlana Hazretleri söylesin biz dinleyelim.O gönül sultanı der ki:

“Ey perdeler üstüne sarılmış perde,ey gizliden gizli güzel;bir bak da gör,

neler ettin,neler;gönlü de aldın,götürdün,canı da;burada ne bıraktin ki zaten?”

”O yanıp yakılan mum neden ağlıyor?Dur,söyleyeyim: Onu balından kahırla ayırdın da ondan.”

Evet:İnsanlar mumun başına bir kibrit tutarlar,onu ateşe verirler.

Bilmezler ki balından ayrılan mum ne çekiyor .

Mumun kıvrım kıvrım yanışı aslında hasretindendir.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: __AŞK YOLU __

Mesaj gönderen MINA »

Resim

Hala korkular, renkler ardında mısın?
Çirkinle güzel seçmek kaydında mısın?
Oldun diyelim Zemzem, ya da ab-ı hayat..
Birgün öleceksin yar, farkında mısın?

(Ömer Hayyam)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: __AŞK YOLU __

Mesaj gönderen gullale »

MINA yazdı:Resim

Hala korkular, renkler ardında mısın?
Çirkinle güzel seçmek kaydında mısın?
Oldun diyelim Zemzem, ya da ab-ı hayat..
Birgün öleceksin yar, farkında mısın?

(Ömer Hayyam)
Değerli MINA, Ömer Hayyam'ın bilgelik yüklü, rüşde erdiren dörtlüğü için sağ olun...
Acizâne aklımı bu açığından reşîd etti in şâe ALLAH!

Hep doğruyu, güzeli, iyiyi aramakta aklım, Mükemmel'i orada bulacağını sanmakta...
Oysa Neyin Nerede saklandığını Nasıl bileceğim ki?
Ayrımcılık kaydından, seçmek derdinden, çıkmak hevesinden kurtulmalıyım in şâe ALLAH!

Tam teslîmiyet; aklımın bana fısıldadıkları ile teslim olmamda değilmiş meğer...
RABBi'l-Âlemîn'in Murâdullahı-Emrullahı-Sünnetullahı-Şe'enullahı dâiresinde OL-ÂNa teslîmiyetmiş! Bu kurrede bir zerre olarak;
Devran-Seyran-Cevlan-Hayran içre,
İlim-İrâde-İdrak-İştirak ile
Kıyam-Rukû-Secde-Teşhid oturuşu imiş...
Selâmet İstikâmetini YAŞAtan kulluk teslîmiyeti...
in şâe ALLAH!
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: __AŞK YOLU __

Mesaj gönderen MINA »

Sizde sağolun inşallah güllale hanım...
Bizi dostlarıyla UYaran CENAB-I HAKKA hamdolsun...

CANdan Muhabbetle...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: __AŞK YOLU __

Mesaj gönderen MINA »

gullale yazdı: Oysa Neyin Nerede saklandığını Nasıl bileceğim ki?
BİLemiyor insan, O bildirmedikçe...
Hızır a.s görürde MeniM gibi sanır insan...
HAY ALLAH..c.c

Bir ELine güneşi, BİR ELine AY'ı alıp, DÖNesi GELir, sonsuza AKa, AKa...
ahh deli gönülll...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“►Aşıklar◄” sayfasına dön