Uyanıştan önce

Aşıklarımız ve Aşıklarımızdan ilhamlar ve ilahiler.
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Uyanıştan önce

Mesaj gönderen uyku »

"İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar" demiş dünyalar sevgilisi... Uykudayken gördüğüm rüyaları, uykudaki sayıklamalarımı, uykunun sahibini bu başlık altında paylaşacağım izninizle...


ÇIK ŞU OYUNDAN!

"Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, işte gerçek hayat odur; keşke bilselerdi." Ankebut Suresi-64"

"Büyük bir oyunun içindeyiz" dedim. Sustu, Ayşe... Başını kaldırıp kuşlara baktı: "Belki de son duraktayız" dedi. Kuşlar bile kaderlerine göre uçarlarmış! Kuşlar göç ederken; ölüm sonbahar gibi saplanıverdi içimize. Binalar üstümüze geliyor, arabalar ve insanlar hızla ilerliyorlardı. Sanki bir filmin içindeydik. Yüzümüzde tedirgin ve şaşkın bir ifade. Öylece kalakaldık. Oyuncaklarımızdan kurtulamazsak, bu oyundan çıkamayacaktık! Oyuncaklarımız peşimizi bırakmıyor, biz akşama sarılıyorduk. "Kendini bilenler; kendilerini bildirme gayesi gütmezler" dedim. Öyleyse nedendi bu bilinme gayesi? Nedendi gecekondu yalnızlıklarımıza afilli giysiler giydirme çabamız? Neyi ispatlamaya çalışıyorduk! Tek kişilik değildi bu oyun. Bu oyunu bir yöneten vardı. Ama bizler oyunu yönetenin sözlerine kulak asmamaya başlamıştık. Oyunu amacından saptırmaya çalışan şeytana ve nefsimize uyuyorduk. Yöneteni tanımaya çalışmıyorduk! Bu kadar büyük bir oyunu yeni mi fark ediyorduk? Farkediyor muyduk sahiden dünyayı? Sorular bitmiyor; akşam inceden inceye kanıyordu... Anadolu'nun içten kentlerinden birinden bir tren geçiyordu. "Bu tren bizi alabilir mi?" dedi Ayşe. "Bu tren isteyen herkesi alır" dedim. Bir istasyon bulup, trene atladık. Kalbimizi yol yapıp, yolun sahibine doğru yürüdük. Pusulamızı elimizden ve yüreğimizden hiç düşürmedik. Bir yağmura benzettik kelimelerimizi. Pörsümüş cümlelerimizden kurtulduk. Sözlerimizin en güzelini yolun sahibine adadık. Artık yolun sonu hiç de uzak değildi. Sabah oluyordu...

Az kaldı bekleyelim; Reyyan kapıları açılacak

Sükut edelim; şeytanlar zincirlere vurulacak!
En son uyku tarafından 16 May 2008, 17:20 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

İÇİNİ OKU

"Kitapları dolduran senin kafan, senin gönlün..."
Cemil Meriç


Gel ruhuna sesini ekle. Tanımadığın insanlara tebessümünü ver. Gözlerini kapayarak yürü bazen. Bütün şiirleri baştan yaz. Bütün şarkıları sen söyle. Bir çocukla arkadaş ol. Geceleri yıldızları izle. Yarım bırakılmış cümleler kur. Ellerini aç; sevgi yağsın ellerine. Gözlerine bak; umut dolsun gözlerine. Yeniden sorular sor yüreğine. Öznelerine anlamlar yükle. Yüklemlerini öksüz bırakma. Açıkta kalma! Dağınıksan eğer toparlan. Gündüzün karanlıklarını aydınlat. Yüreğindeki hüzünleri çoğalt. Mavi düşler kur. Gel kendin ol!

Oku,
içini oku.

İçini öyle bir güzelleştir ki;

Rabbini orada bul
!
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

BİR ÂŞIK DÜŞLEMESİ

Leyla’yı bulmadan Mevla’ya ulaşmak istiyoruz. Oysa bir dağın en doruk noktasına ulaşmadan evvel, tepeleri aşmalıyız. Aşk bir dağdır, âşık olmaktan korkuyoruz. Çünkü dağa tırmanmanın zorlukları olduğunu biliyoruz. Aşk da bir imtihandır oysa! Her insanın aşkı yaşayışı başkadır. Kimi akarsular eğimli bir vadiden akarlar, kimileri menderesler çizerler. Aşk bir akarsudur. Kendini tanımayan kişi kendini tanımlayamaz. Hangi türden bir akarsu taşıdığını bulamaz.
Bu yüzden de hep açıkta kalıp, üşümeye mahkûmdur. Neyi aradığını bilmeli insan! Gitarının tellerine dokunan genç, en güzel besteleri kimin için söylüyor? Kendinden kaçışı küfür etmekte bulan şair hangi kıyafeti giyip, üşümekten kurtulur? Aşk sorgulamaktır kalbimizi. İçimizdeki sorulara cevap bulmadan bulunduğumuz noktanın ne gerisini ne de ilerisini görebiliriz. Âşık olmak isteyene bütün cevaplar verilecektir. Âşık noktanın sonrasında hangi cümleyi kuracağını bilecektir. Aşığın gözü sevgilisinden başkasını görmemelidir. Zira o, göz orucu tutmalıdır! Âşık insan Yaratanın bahşettiği rızkları yaratılanlarla paylaşandır. Âşık sevgilisinin sözünden çıkmayandır. O havf ve reca üzeredir. Ne gevşekliğe kapılır ne de ümitsizliğe… Nasıl karanlık geceleri yıldızlar parlatırsa, her kötülüğün içinde de bir iyilik bulur o da… Aşığın sevgilisine güveni tamdır. Ama sevgilisini kaybetmekten korkar hep ve bu korku ile vuslata dek gözü hep yaşlıdır! Âşık bütün soruların ve cevapların bittiği yerde geriye ne kalacağını bilendir!
Âşıklara selam olsun!
Selam olsun âşık olduğunun farkına varamayanlara
...
En son uyku tarafından 04 Ara 2008, 22:51 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Sevgili Kardeşim hoşgeldin BİZ'e... hoş geldin gönlümüze...
Gönlünü de getirdin, attın DENİZ'e...


"Kendini bilenler; kendilerini bildirme gayesi gütmezler" dedim... diyorsun

Güzel söz söylemişsin yüreğine sağlık...Beni düşüncelere saldın
***
Sonra sormuşsun;


"Öyleyse nedendi bu bilinme gayesi? "

Evet niye bu bilinme gayesi...?

O bilinmekliğini istedi ÂDEM'i yarattı buyurulmuş...


Bilinmek isteyen O... yani Allah cc.
O kendini biliyorken bilinmek istiyor. Buna göre sözün burada geçersiz oluyor. O kendini biliyor ve bilinmek istiyor...

Bilinmek ikiliği gerektirir... BİR bilen... BİR bilinen

Bilecek olan yani bu isteğini karşılayacak olan BİZ...

Bizim bilinmek isteyişimize gelince sözün doğrudur. Biz niye bilinmek isteriz... Bizden istenen BİLMEK'tir.

O zaman biz bilinmeyi değil bilmeyi istemeliyiz... O yüzden bilmekle başlamalıyız... önce kendimizi bilmeliyiz.

Kendini bilen Rabbini bilir... buyurmuş SAV

Kendimizi bildiğimizde bilinmek isteyenin kim olduğunu bileceğiz...
O'nu bildiğimizde bilinmek isteyen bir kendimiz olmadığını bileceğiz...

O'nu bilmeden bilinmeyi istemenin de kendini bilmemekten kaynaklandığını bileceğiz... Biz ancak bilen olabiliriz... Bilinense ancak O olabilir... Oysa O kendini bilmiyor değilken neden bilinmek ister...

Belki O'nunki de bilinmek değildir... Bilinmek ikiliği gerektirir dedik... BİR bilen BİR de bilinen... Oysa ikilik yoktur ki... Tek O var... ikilik olmadığını en iyi bilen O'dur...

Gel de çık içinden sorduğun sorunun UYKU kardeşim... Belki de ancak UYKU bitince mümkün olacak...

Yüreğine sağlık... Tekrar hoşgeldin Sevgili UYKU kardeşimiz...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

Sevgili halimkok Allah razı olsun; cümleleriniz kalbinizden çıkmış belli ta kalbime kadar geldi hem de gül kokuyorlar.
Ölmeden evvel ölebilmek...
Nefsin dizginlerini elimize alabilmek...
Bir ağacın altında dinlenmek kadar kısa olan şu ömürde yapılması gerekenler pusulamızda belirtilmiş.
Ama bizler oyuncaklarımızla meşgul oldukça...
Yarım bırakmak istiyorum cümleleri zira benim ümidim var, bizim ümidimiz var!

Gencin biri askere gitmek istemiyormuş, deli numarası yapmaya karar vermiş.
Gördüğü yerde ne varsa yere fırlatıp "bu değil, bu değil" diye bağırıyormuş.
Sonunda genci doktora götürmüşler.
Orada da yinelemeiş aynı şeyleri.
Muayenehanedeki kağıtları filan yere fırlatıp "bu değil" diye bağırmış...
Doktor sonunda deli olduğuna karar vermiş gencin ve deli raporunu vermiş.
Raporu alan genç kağıda bakmış ve "işte bu!" demiş.

Hepimiz kendimizi arıyoruz; bazen bir şarkıda, bazen bir şiirde, bazen bir aşkta, bazen bir isyanda... Her defasında "bu değil" diyoruz. Çünkü o şey bize gücümüzü, bütünlüğümüzü vermiyor. Ne zaman prangalarımızdan kurtulacağız işte o zaman düğüm çözülecek inşaallah.




İÇİMİZDEKİ ŞADIRVAN

Bu kentin sokaklarında tütsüler yakılmaz.
İnsanların hep aceleleri vardır.
Hızlı adımlarla sabahın ilk saatlerinde başlarlar güne...
Güne başlarken her sabah kendilerine bırakılan mektupları farkedemezler.
Bir ağacın önünden geçerler; ağaç boynunu büker.
Başlarını kaldırıp gökyüzüne bakmazlar ve gökyüzü küser!
Gün boyu asık suratları ile bir şeylerden şikayet edip dururlar.
Akşam olup eve döndüklerinde "bir sıkıntı var içimde" diye serzenişte bulunurlar.
Kalplerindeki şadırvanın suyu hiç kurumamıştır oysa!
Tam düşünme vakti gelmişken televizyon girer insanın kalbi ile aklı arasına. Ve bu döngü böyle devam edip gider...
Hz. Yusuf'u kuyuya atmışlardı. Hz. Muhammed Kabe'de namaz kılarken üzerine pislik atmışlardı.
Bizler atıldığımız bu dünya gurbetinde ebediyyen kalacağımızı sanıyoruz.
Öyle bağlıyız ki dünyaya, yıldızların ihtişamı üzerine şiirler yazıyoruz.
Aşkın en uzağında yaşayıp, aşktan başka her şeye sahip olmaya çalışıyoruz.
Aynaları değiştirip; maskelerimize dahi makyaj yapıyoruz. İki günü terlemeden geçiren ziyandayken, erteleme seanslarına katılıyoruz!
Kişisel gelişim ve toplumsal değişim şarkıları dinliyoruz.
Ufacık bir sarsıntıda yıkılıveren binalar gibiyiz...

Kalbimizi okumayı bilmeliyiz ki bize gönderilmiş olan mektupları okuyabilelim.
Aklımız kalbimizi dinlemeli ki sağlam bir bina inşa edebilelim.
Ellerimiz hissedebilmeli ki kanat takmadan uçabilelim.
Ve içimiz su berraklığında olmalı ki, içimizdeki şadırvandan abdest alabilelim
En son uyku tarafından 04 Ara 2008, 22:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Allah razı olsun güzel kardeşim... BİZ de sizden duyduk aynı GÜL kokusunu... Gönül zenginliğiniz hemen farkediliyor. Esirgemediniz açtınız bizlere içtenliğinizle... Gerçekten HOŞ geldiniz gönlümüze... hem de çok hoş...

Selam, sevgi ve muhabbetle...


(Yazıların nasıl renklendirildiğini sormuşsunuz.... Yazdığınız alanı Ctrl + A ile tümünü seçin... veya yazdığınız alanın üzerinde fareye sağ tıklayın"Tümünü Seç" (İngilizce ise Select All) seçeneği ile tüm alanı mavi tarama alanı kaplayınca hemen yukarıda "VARSAYILAN" yazan pencereyi açarak oradan dilediğiniz rengi seçin... aşağıda "ÖNİZLEME" tuşuna basarak görebilirsiniz mesajın hangi rengi aldığını... Yazı boyutlarını büyütmek isterseniz yine tümünü seçerek üstte "NORMAL" yazan pencereden "BÜYÜK" seçeneğini seçebilirsiniz.Kolay gelsin)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

Sevgili Uyku,
Seni buraya davet ettiğim için şimdi daha çok mutluyum...

Yüreğimize su serp olur mu?
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

RUH AĞRISI

"Ben olmaktan başka deneyebileceğim bir şey yok"
İlhami Atmaca

1
Önce duvarı yumrukladı; sonra elindeki kitabı duvara fırlattı. Hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşündü. Fırlattığı kitaptan felsefe aktı, edebiyat aktı... Beynindeki uğultular git gide artıyordu; bu akılalmaz müzik de neyin nesiydi? Işık karanlığa dönüşüyor, havada uçuşan zerreler büyüyordu. "Allahım" dedi sessizce; bağırdı sonra ama çığlığını kendisi bile duymadı. Gidip bir ağrı kesici içti... Bütün acıları dindirir miydi bu ilaç? Peki ya ruh acısını? Avuçlarına baktı sonra, her çizginin rengi değişmişti; aynaya koşup uzun uzun kendini seyretti. Delirmek ya da deli olduğunu bilmek arasındaki fark neydi? Gözlerini sıktı, içini sıktı; bir damla yaş dökülmedi yeryüzüne. En son ne zaman ağladığını bile hatırlayamadı. İçindeki volkan sönmüş değildi oysa! Bu ateşi ne tutuşturabilirdi? Çıkmazları, düğümleri kör kuyulara atmak ve o kuyulara kovalar sarkıtamamak...Titremeye başladı, hiç böyle üşümemişti. Eski günleri geldi aklına, bir başına olmadığı günler, üşümediği günler... Gidip bir çay demledi kendine. Bir yudum aldı çaydan; sıcacık çay ona buzdan da soğuk geldi... "Çay" dedi, "semaver" dedi ve sustu. Yeniden yumruklayıp duvarı, ellerini kanattı. Pencereyi açıp, kanattığı elleriyle kara dokundu...
Şafak vakti... Yan odadan gelen ses... Takvime baktı; günlerden Cuma. Odanın kapısının önüne diz çöktü ve annesinin okuduğu Yasin'i dinledi. Ve ardından müezzin bütün şehirdeki karları yaktı. Yanan karın ateşi düştü yüreğine, hıçkıra hıçkıra ağladı. Hıçkıra hıçkıra yandı...




2

"Acı çekiyorum elimden alınmışsın gibi"
C.Zarifoğlu


Tik tak
Tik tak...
Duvardaki saat sanki sadece onun için vardı; zamanın ellerinden tutamadığı günlerinden beri. Kendine gittiği o günü hatırladı, o Uzakdoğu müziğini mırıldandı. Ama geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kaldı. Çok şey sanıyordu, aslında sınanıyordu. "Ne zaman sükuna erer bu ruh?" diye sordu kendine. Tam sükun vaktine yaklaştığında tekrar gürültüyle yağmalanıyordu kalbi. Kıyıda köşede kalmış haberler bile ilgisini çekmiyordu. İçindeki mağaranın uğultusundan kimseyi duymuyordu...
Sokağa çıkarken onu görmek için dua ettiği günleri geldi aklına. Aklına bir sürü şey geliyordu ve aslında aklından bir çok şey çıkmıyodu. Bir defasında dua etmiş ve başını kaldırdığında onun karşıdan geldiğini görüp; şaşırıp, utanarak, başını öne eğmişti. Acı çekmek insana mutluluk verir miydi? Yastığına gözyaşı döktüğü günlerinde; şiirlere ve şarkılara tutunuyordu. Asla tutunamayanlardan olmamıştı. O felsefeye hiçbir zaman bir anlam verememişti. Şimdi sıkıca tutunduğu Kur'an değil miydi? Bu düşmeler öyleyse nedendi? Cevabı bulmak ve cevaba ulaşmak arasındaki fark neydi? Bütün soruların, bütün cevapların bittiği yerde geriye bir tek O kalıyordu. Tek cevap O idi. Geçen gece gördüğü rüyayı hatırladı sonra. Rüyasında Kafka'nın bir kitabını alıyordu. Kitabı açtığında önsöz olarak karşısına Ankebut Suresi çıkıyordu. İki gündür bu rüyayı düşünüyordu. Ve Ankebut Suresini yeniden okumaya başladı... İkinci ayeti kerimede şöyle deniliyordu: "İnsanlar, sadece 'iman ettik' diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?"




(Sevgili Muhammedinur gönüldaşları ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Rabbim hayretimi arttırdı. İlk defa bir şey bilmediğimi bu kadar derinden hissettim. Hayatımda ilk kez bir siteye karşı böyle bir muhabbet besledim. Okuyorum, okudukça garipliğim artıyor. Anasayfada Kul İhvani Divanı özellikle okumanın ötesinde bir şey. Rabbim sizleri ayırmasın birbirinizden.)
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

Ben beynimi uyuşturmak için şiir çekiyorum, roman çekiyorum, müzik çekiyorum…
Şiir okurken çoğu zaman yalnızlığımızı, çaresizliğimizi, çıkmazdalığımızı hissederiz ve rahatlatır bizi…
Çünkü o nokta Allaha en yakın noktadır. Ama ayıkken çaresiz olsak bile ''BİZ'' çare bulabiliriz zannına kapılıyoruz. Çaresizliği iliklerimize kadar işletene dek uyuşturalım beynimizi!
Biz çaresiziz diye hiç hicab duymadan haykırabilene kadar!
Ben çaresizim, sizden başlayarak herkese itiraf edeceğim;
ben çaresizim; aklım , bilgim, hiçbir şeyim, benim çaresizliğimi ortadan kaldırmıyor; çaresizliğime çare olmadıkça Yaradan! Hacer annemiz su bulmak için arayış içindeydi bir o yana koşturdu bir bu yana koşturdu. Ne zamana kadar biliyor musunuz? Benliğinden kaynaklanan umut bitene kadar. Zemzem kuyusunun olduğu yer benden kaynaklanan umudun bittiği çaresizliğimi itiraf ettiğim ve ona dayandığım yerdir orada O hesapsız vermeye başlıyor

''Ç A R E S İ Z İ M''

...

Allah ahseni takvimle esfeli safilini birbirinden ayırıyor
Ahseni takvimde çok temel bir kaç kavram var : itaat ve zıtların uyumu
Esfeli safilinde de : isyan ve zıtların çatışması
Biz isyan içindeyiz ve zıtların çatışmasını yaşıyoruz.
Ahseni takvimde aydınlık vardır ; esfeli safilinde karanlık.
Bizim karanlık içinde olmamız ondandır.
Karanlıktan çıkmamız aydınlığa serenad yapmakla değil; karanlıkta olduğumuzun tam idrakine varıp; hem karanlığın hem aydınlığın sahibine sığınmamızdır! Bizim yaratılışımızda verdiğimiz sözde Allahın rububiyyetini kabul var ama yaşadığımız farklı

(Evet Yarabbi ben sensiz karanlıktayım, beni aydınlat, beni aydınlığa çıkar. Beni karanlıkta bıraksan bile sen bırakıyorsun yine de kabul ediyorum)

…

Nasreddin hoca damdan düşmüş , etrafına üşüşmüşler:
Bir şeyin var mı diye.
"İçinizde damdan düşen var mı?" diye sormuş. Hayır cevabını alınca
"O zaman bana damdan düşen birini getirin" demiş.
Biz çıkmazda olan insanların çıkmazlarını , çıkmazlarımızla anlıyoruz değil mi? O zaman çıkmazlarımızı paylaşalım!
Umulur ki tam o çıkmazda Allah yetişir.
Çünkü biz bir çıkar yol bulamayız Allah yetişmedikçe.
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

DELİ DEĞİLİZ!

"İnsanlığın tüm serüveni, milyonlarca yıllık aşamalar, bir delilik nöbetinin tek bir dakikasında yaşanabilir."
Ayşe Şasa


Her cümlenin vebalinin ağırlığını daha derinden hissettiğimiz zamanlar vardır. Hep aynı hâl üzere olmak mümkün değildir. İstikrarsızlığımızı farkedip her sabah denge için bir adım daha atıyoruz. Ama bazı adımlarımızla farketmeden istikrarsızlığa daha da fazla yakınlaşıyoruz. Her şeyimizle mükemmel olmak istiyoruz; ufacık bir hatamızda geri dönüyoruz yolumuzdan. Kusurlu olduğumuzu kabul etmek, tökezleyerek de olsa yürümek tatmin etmiyor bizi ve vazgeçiyoruz yürümekten. Kimi zamanda meyve toplarken sağa sola baktığımızdan çürük meyveler topluyoruz yol boyunca... Sonra da meyve bahçesine bahaneler bulup; heybemizde biriktirdiğimiz çürük meyveler ile yola devam ediyoruz. Deliliğe vuruyoruz; delilik diye yutturmaya çalışıyoruz hatalarımızı... "Deli olduğunu bildin mi bu biliş akıldır" der Mevlana. Deli olduğunu söyleyen, deliliğin farkında olan aslında deli değil; hele Mevlana'nın söylediği konumda hiç değildir! Tıpkı yakın olduğunu söyleyenin aslında uzak olduğu gibi... İnsan sırlarını gözetmekte çok zorlanır. Beğenilme arzusundan sıyrılamayan insanoğlu sükut adasında fazla kalamaz. Ama bazı sırlar vardır ki söylenmese dahi aşikardırlar; sırrını seyreder alemde kimi insanlar... Kimileri zerrenin içinde umman bulurken; kimileri de ummanın içinde kaybolurlar! Ama dedim ya kimileri...
Sükut kelimenin şerhidir; öyleyse Mevlana'nın sözleri ile sükuta gidelim: "Daha konuşacaklarımız vardır; lakin aklımın sürçmesinden korkarım."
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

KENDİ KUYUNU KAZ!

“Göllere, nehirlere, denizlere atılıyor; sularla boğuşuyor. Ama o şey, o kir ( neyse) arınmak bilmiyor”
Rasim Özdenören - Kuyu


İnsan sesinin ve varlığının uzağındadır. Uzağın içindeki yakına ulaşmak benliğinin farkına varmakla mümkündür. “Zeynep çık kuyudan” diyordu Zarifoğlu. Günlerdir Zeynep’e kuyudan çık diyorum, dinlemiyor beni… Zeynep kuyudan çıkmak için Yusuf’u bekliyordu. Oysa Zeynep önce kendine bir kuyu kazmalı sonra; o kuyunun içine inmelidir. “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” diyor bir başka şair de… Kuyu ve tünel metaforları insanın kendine olan yolculuğunun sembolüdür adeta… Kuyudan çıkmaya uğraşmak yerine, o kuyunun varlığını idrak gerek en başta! Vakti gelmeden kuyuyu yok etmeye çalışan insanoğlu fena kapısını da yok etmiş olur! Başkalarının kuyularında uzun süre kalakalmış insanlar dışarı çıktıklarında kuyu sahibini taklitten öteye geçemezler. Hz. Yunus’un da bir kuyusu vardı ve o kuyudan ancak benliğinin farkına vararak çıkabilmişti. Kuyu bazen bir balina, bazen de dünyadır! Göbek kordonumuzdaki ışık kuyuya yansımaz ise, karanlıkta kalırız. Nedir peki göbek kordonu? Allah ve O’nun yarattıklarıyla iletişim kurmamızı sağlayan bağ! Hacer annemiz ve oğlu arasındaki bağ ya da aşığın maşukuna beslediği aşk! Kuyu deyince aklımıza Hz. Yusuf gelir. Hz. Yusuf’un kapıya gelip, o kapıda beklemesi gelir… Kapıyı çalmaz hemen Hz. Yusuf, çünkü hanenin sahibi kapı çalmanın da zamanını bildirmiştir. Göbek kordonunun ışığını bilen Hz. Yusuf, Rabbi ile iletişimini kesmemiştir asla! Buradan hareketle diyebiliriz ki her insanın kuyuya düşmesi gereklidir. Ama kuyuya alışıp, orada bir saltanat kurmak ise insanın yürümekten vazgeçmesi demektir. Yürümekten vazgeçen insanın ise kalmak istediği yer bellidir!
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

“Ahiret senin için mutlaka dünyadan daha iyi olacak.” ( Duha Suresi- 4. ayet)

Rabbimiz zamanların efendisi olan Recep, Şaban ve Ramazan’da bizlere yeniden doğmayı nasip eyle. Serin rüzgârlarla, lanetli kavmin zulmünde kalan kullarına esenlikler ver. Sıkıntı ile imtihan ettiğin kullarına sabırlar ver ve onların Ahiret hayatlarını güzel kıl… Hz. Âdem nasıl araya araya Havva’yı buldu ise; bizlere de kendimizi bulmamızı nasip eyle. Prangalarımızdan sıyrılıp; Ene’den Hüve’ye ulaşabilen kullarından eyle bizleri. Hz. Mevlana gibi döne döne aşkını bulan, Aziz Mahmut Hüdayi gibi nefsine gem vurabilen kullardan eyle bizi. Tefekkür edebilen, yarattıklarını idrak edebilen, düşüncelerini akıl süzgecinden geçirebilen; ilim sahibi kullarından eyle bizi. Allahım içimizdeki siyahları beyaza çevir. Gökyüzümüzü çoğalt, haykırabildiğimiz dağları arttır. Hz. Meryem’in iffetiyle, Hz. Fatıma’nın faziletiyle yeniden dirilen; Hz. Yusuf’un imtihanını, Hz. Yakub’un gözyaşlarını, Hz. Eyyub’un sabrını, Hz. Muhammed’in ümmetine beslediği sevgiyi görebilen kullarından eyle bizleri. Hiç kimseyi aşılamayacak engelle imtihan etmeyen Rabbimiz; yolculuğunun farkında olan, ümitvar olan kullarından eyle bizleri. Ruhumuzu adadığımız Rabbimiz; ruhumuzu kab-i kavseyne yükselt. Zamanı bereketi ile yaşayabilen, gündelik telaşlardan kalbini koruyabilen kullarından eyle bizi. Kalbimizin coğrafyasını istilalardan koru. Kalbimizi mutmain kıl. Tevbelerimizi kabul eyle…
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

çok değerli uyku kardeşim,
Hasan Dağındaki yaylada oluşumdan yazılarını geç okudum.
içli ve lirik "bence-sence" yazılar..
katkıların hasbi hizmet olacaktır..
sizin olan sitenizde..
sımsıcak ve güzel yüreğin Nur-u Mimle uyansın, gönlün ve ömrün hep mutluluk dolsun inşâallah..

kulihvanı divanımız BİZim hepimizin ve okuyup anlayanın olup çalakalem yazılmıştı..
kadirşinaslığınıza teşekkür ederim..

Es Settara mazhar olan uyku dan uyanış El Hadi mazharı olur inşâallah..

gönlümden gönlünce muhabbetlerimle..
Resim
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

Allah razı olsun, Rabbim iki cihan saadeti versin size.
Bu güzel günde beni çok sevindirdiniz.
Ben de Aksaraylıyım lakin 10 yıldır Niğde'de yaşamaktayım.
Dağlar tefekkür alanlarıdır. Hem bedenen hem de ruhen insana pek çok faydası vardır. Pek çok peygamberin dağlarla irtibatı vardır.
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
ceylin
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 213
Kayıt: 15 Eki 2007, 02:00

Mesaj gönderen ceylin »

Bu Ne feyizdir Allah.c.c razı olsun
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/ucankuslar.gif[/img]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/colyuru_1.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

KUŞLAR HALEN UÇUYORLAR!

Kelimelerin israfından sığınırım Allah'a. Sığınırım sığınağın ortasındaki barınağı bir türlü bulamayanlara. Kervan sahiden gitti mi, biz yolda mı kaldık yoksa?
İyi insanlar iyi atlara binip gittilerse kalanlar kimler?
Bütün bu soruların aslında cevapları bizim dimağımızı meşgul edecek kadar önemli değil. Peki, neden soruyoruz bunları… Çünkü şerh düşmek gerek hayata. Ölüme şerh düşmek hayata şerh düşmekten geçer zira… İnsan kendi varlığının uzağındadır. Ama her uzağın içinde bir yakın vardır. Âlem zıtlıklar üzere inşa edilmiştir. Aslında basit olan tüm bilmeceleri girift hale getiren de bizleriz. Çünkü asli vatanımızdan uzakta olduğumuz için kendimizi en mutlu anlarımızda bile hüzün içinde hissedeceğiz. “İçimde bir sıkıntı var” diyeceğiz durup dururken. Uzaklara dalıp dalıp gideceğiz. Sahi pencereden dışarı ya da bir arabanın camından nereye bakıyoruz? İçimizde bir yerlere gitme arzusu neden var? Mutlak mutluluk diye bir şey yok zaten. İnsan hep aynı hal üzere kalamaz. Ki dünyada mutlu olabilmek, dünyaya sığabilmek esasında insan ruhuna aykırı bir durum. Çünkü insan ömrü boyunca bir arayış içindedir ve ömür boyunca “neredesin sen?” der.
Duvağı açılmamış bir gelin değil ki dünya, ben onun için serenatlar söyleyeyim.

Kelime sükutun şerhidir, sükut kelimenin bereketidir!
Şimdi her gün olduğu gibi bir İlhami Çiçek şiiri okuyacağım ve tekrarlayacağım:
“Yürümenin dışında bütün eylemlerin adı kaçıştır”
İnsan an gelir bir şiirin arasında kalakalır günlerce.
İnsan kalakaldığını sanır günlerin gölgelerinin içinde…
Kuşlar geçiyor şimdi şiirlerin arasından…
Ben şiirler yollarım sana;
Ellerini aç da kuşlar konsun omuzlarına.



Not: Ecmain ceylin kardeşim, Rabbim kalbinizi korusun.
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
Nurten
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 724
Kayıt: 25 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen Nurten »

Değerli Uyku Kardeşim,
Sadırdan dökülen bu güzel sözler, UYKUNUN bile UYKUSUNU kaçırır...
Aradığımız her daim seslenir "BEN BURDAYIM DİYE"
Görmesini ve duymasını bilene
Rabbim cümlemize idrak ettirsin
ve TAKDİR ettigini kolaylastırsın..
Uyananlardan olman dileğiyle
Gönlüne saglık
Selam ve sevgilerimle
Nurten
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/krgl.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

Allah razı olsun sevgili Nurten.


MERYEM'İ ARARKEN

Bana ait olmayan rüyalardan kurtulmalıydım. Ruhların darbelendiği, sığınağın gizlendiği bu yerden çıkmalıydım. Suyun akışına yumruklar atmalıydım. Yüreğine hüzünleri gergef gibi işleyen kadınları bulmalıydım. Bilmek ne ifade edebilir ki ? Bulanlar kaybettiklerini hatırlamasalar da ruhlarını bir başka diyarda arayabilirler miydi? Meryem'i bulmalıydım, suyun rüyasına dalmalıydım. Meryem sudan da duru; Meryem sudan da elzem! Meryem'i aldım düşlerime. Günlerimi Meryem yaptım. Pervanelerin kanatlarına takılıp o hüzünlü kadınların diyarına uçtum. Yandığımı sandım ama hiç yanmadım! Her düşüşümde yeniden başladım yola... Yollar yandı da ben yine yanmadım. Yorgun insanlarla yoldaş olup, hikayelerine kulak verdim. Hiçbir hikayede kendi adımı bulamadım! Ömrümü takvim yapraklarından çalıyordu zaman, ben öylece duruyordum. Ve Meryem benden kaçıyordu. Boyadığım sularda suretim yoktu, Meryem suyuna boyanmalıydım, rüyalarımı onunla yıkamalıydım. Yağan yağmurlar beni temizleyemiyor; dinlediğim şarkılar geçit vermiyor; tünelin ucu hiç görünmüyordu. Kendime ağladığım zamanların birinde kalbinin sınırını aklımın sınırına karıştırıp, Meryem'in peşinde günlerce iz sürdüm. Bir hiçlik yolcusunun kıyafetlerini giydim. Hepliğin anahtarını verdiğini söyleyen oyuncuların oyununa girmedim. Yüreğime Meryem'in rüyasını koyup, tünelin ucuna doğru ilerledim. Acele etmiyorum, ışık yakın biliyorum; biliyorum Meryem beni sevecek!
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

M-E-R-Y-E-M (A.S) !.....

M-esut ve mutlu ol ŞUURuyla MERYEM olabilmek
E-VVELlimizde-AHİRimizde- ZAHİRimizde ve BATINımızda
R-EHBERimiz SAV Efendimiz ile!
Y-OLculuğumuzda HİÇlik elbisesini çıkarıp HEP olabilmek İÇ-in
E-BED diyarında Ehl-i AŞK ile
M-asivanın tuzaklarından kurtulup MERYEM elbisesi ile!


MUHAMMEDi MuHABBetimle!....
En son nur-ye tarafından 16 Ağu 2008, 03:21 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم





90.Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti.
91.Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.)
92.Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz.
93.Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir.
94.Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır.
95.Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir.
96.İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.
97.Biz bunu (Kur'an'ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için.
98.Biz, onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan hiçbirini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun?

(MERYEM SURESİ :90-98)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Meryem olmak...
Nasıl olunur Meryem?
Meryem adında gizli olmak!
Meryem benim desem, adındaki gizi bilen miyim?
Bilmeden çıksam yola, deseler sen Meryemsin,
Sırrını verir mi bana?
Meryem olmak...
Adını almak, kendini almak ile eş olur mu?
Sırrına eren var mı?
Kim çözer mi bu muammayı?
Resim
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Bismillâhirrahmânirrahîm

"Doğum sanıcısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. "Keşke, dedi bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım." (Meryem 19/23)

"Fe sabrun cemîl!..." (Yûsuf 12/83)

Mübârek İsa (aleyhi's-selâm)'ın annesi Mübârek Meryem (aleyha's-selâm) mâverâsı...
Kadın deyip geçme...

Arabî Muhiddin (Kaddasallahu sırrıhu): "HAK (celle celâluhu)'dan hakkını alan esmâ, kadın kapısından çıkar" buyuruyor...

Bakma sen ham sofulara...
İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız bıraktıkları kadınları sözden, sohbetten ve ilâhî zevklerden uzak tutanlara...
Bizim için bu âlemde 5 kadın vardır:
Biri anamız, biri eşimiz, biri kızımız, biri de gelinimiz.
Geri kalanlar ise kız kardeşimiz.
Bize zinâ haramdır....
Kadın; aşk aşının ateşidir...
Olmasa kokarız.
Sistem çöker...


http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=2475
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

EŞYANIN HAKİKATİ

Sonsuzluk başlamış durumda!
Sonlu olan insanın sonsuz olabilmesi; insanın bu dünya gurbetinde yolcu olduğunun bilincinde olması ile başlamış durumdadır.
İnsan bilmediği şeylerden korkar. Ve her insanda sonsuzluğa meftunluk var.
Mesela gökyüzüne bakmak bize özgürlük hissi verir, ya da baktığımızda sonu yokmuş gibi gözüken denizlere bakmak…

Görünenin ardındaki görünmeyenleri insanoğlu her daim merak etmiştir.
Lakin insan başka şeyleri merak etmekten kendi hakikatinin uzağına düşmektedir.
Kendi noktasını bilmeden, başkalarına soru işareti olmak istemektedir.

Rasûlullah Aleyhisselâm şöyle dua edermiş: "Allah’ım, bana eşyanın hakikatını göster."
Peki nedir eşyanın hakikati?
Demek ki insan kavrayışı sınırlı, insan her şeye muktedir değil.
Bilim adamları alemin yaratılışı ardındaki perdeleri aralamaya çalışıyorlar.
Oysa ,“Kün! : Ol!”“fe yekün : derhâl oldu”…
Eşyanın hakikati, âlemin sırrı Allah'ın esmâ-ül hüsnasındadır.
Ve insan esmanın kalbine ulaşamadıkça tamamlanamayacaktır.
Allah’ın isim ve sıfatları eşyalarda tezahür eder.
Fakat bu objektif değildir.
Misal: Kimisi bir çiçeğe baktığında El-Hay isminin , kimisi de El-Kadir isminin tecellileri ile karşı karşıya kalırlar.
İzafi hakikatler mutlak hakikat dairesinden ayrılmadıkları sürece insana yol göstermeye devam edecekdir.
Varlıkların arka yüzünü görmek isteyen kimi insanlar hep bir yerlerden işaret beklemektedir.
Oysa alemi dergahta işaretin olmadığı yer yoktur ki...

Bergson varlık ve eşyayı hayalî suret ve imajlardan ibaret görür.
Tasavvufta ise: “Hakâiku’l-eşya sabitetün-eşyanın hakikati, varlığı sabittir ” inancı hakimdir.
İsmail Hakkı Bursevî’ye göre, varlık âlemi, Allah’ın nurunun tecellisidir; ancak bu nur, sûret denen perdelerle örtülüdür.
Bu perdelerin kalkması, gönlün temizlenmesiyle mümkündür ve sırlar da ancak bu şekilde ifşâ edilebilir.
Geçmişe baktığımızda mutasavvıfların pozitif bilimlerle iştigal halinde olduklarını görürüz.
Zünnûn el-Mısrî ünlü bir kimyacıdır mesela; Abdurrahman es-Sûfî astronomi ile ilgilenmiş;hepimizin bildiği Akşemseddin mikrobu ilk keşfeden alimdir…

Netice itibariyle diyebiliriz ki eşyanın hakikatine ulaşabilmenin yolu kişinin kendisini bilmesinden geçer.
Lakin benlik perdesi aralanmadıkça, kâinatta yaratılan her şeyin Allah’ın bir tezahürü olduğu gerçeği idrak edilmedikçe hakikate ulaşılamaz.
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

İbn Arabi şöyle der:

Allah bizim göz ve kulaklarımızı cansız ve bitki diye isimlendirilen şeyleri duymaktan perdelemiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Kişi ayakkabısının bağı ile konuşmadan kıyamet kopmaz."
Böylece Hz. Peygamber tam keşif sahibi olmuş ve bizim göremediklerimizi görmüştür.
Hz. Peygamber Allah ehlinin kendisine göre amel ettiği ve doğru olduğunu gördükleri bir meseleye dikkat çekmiştir:
"Çok konuşmasaydınız ve kalblerinizdeki karışıklık olmasaydı Benim gördüğümü görür, duyduğumu duyardınız."
Önce yap, sonra açıklarsın!
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

Resim

GÜL MEKTUBU

Gül kokulu Eefndimiz; bizler senin "güle güle", güle gidilmeyeceğini bilen ümmetindeniz. Bu dünya gurbetinde koparılan güllerin şahidiyiz.
Dünyanın sızısı çökmüş dağlara.
Ellerimizden tutamıyor dağlar!
Ne zaman tırmanmaya kalksak, hep düşüyoruz.
Güllerin koparılmasını engelleyemiyoruz.
Ertelenmiş zamanlarla avutuyoruz gönlümüzü.
Geceleri bir telaş ile uyuyup, sabahlara kaygı ile uyanıyoruz.
Cami avlusuna bırakılmış bir çocuk gibi öksz kaldık. Avluna sığındık, bizi avluna alır mısın Efendim?
Hani bir bayram sabahı yetim kalmış bir çocuğun hüznünü fark edip; evine götürmüştün ya!
Hani çocuklar senin elini bırakmadan, sen onların elini bırakmazdın ya! Yanılgılarımızı yollarda bıraksak; hüzün çiçeğinin kokusunu içimizde hissetsek bizim de elimizden tutar mısın Efendim?

Evet, ışığını önümüze alarak yürümedik.
Niyetlerimizi mutena tutamadık.
Ne kusurları örttük ne de güçleştirmeyip, kolaylaştırdık!
Konuşmamız gereken yerler dışında her konu hakkında konuştuk!
Ne kendimizin ne de müslüman kardeşlerimizin ayaklarına batan dikenleri fark edemedik.
Hep kendimiz için istedik, kardeşlerimizi düşünmedik.
Seni layığınca sevemedik!
Ne Abdullah Bin Zeyd'i ne de Hz. Sıddık'ı tanıdık. Hz. Fatıma'daki fazileti, Hz Hamza'daki yüreği bilemedik.
Saad Bin Muaz'ın gül bahçesinden, Ebu Zer'in teslimiyetinden haberimiz olmadı.
İbn Abbas gibi Nas suresini okuyamadık...

Ama unutmadık yıldızların da gözlerinin olduğunu; Ay'ın aslında yalnız olmadığını; Güneş'in bazen üşüdüğünü; denizlerin susuz kaldığını. Unutmadık senin merhametini!
Ey gönüller sultanı!
Ey dünyalar sevgilisi!
Çaresiziz, günahkarız, kapına geldik...
"En-nedemü tevbetün" (Pişmanlık tevbedir) buyurmuştun...
Pişmanlığımızı kabul eder misin?
Kalbimizi gül suyu berraklığında muhafaza etsek; bir gece de, o gül çehren ile rüyamıza gelir misin?
Önce yap, sonra açıklarsın!
Cevapla

“►Aşıklar◄” sayfasına dön