Abdal Musa Sultan

Aşıklarımız ve Aşıklarımızdan ilhamlar ve ilahiler.
Cevapla
fatmabatı
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 90
Kayıt: 06 Kas 2012, 16:51

Abdal Musa Sultan

Mesaj gönderen fatmabatı »

Resim


Abdal Musa Sultan ( .... - .... )
Resim
Anadolu'nun ünlü erenlerinden ve ermişlerinden olan Abdal Musa Sultan, aynı zamanda ünlü bir ozan ve düşünürdür. Aslen Horasan'lı dır. Azerbaycan'ın Hoy kasabasına gelmiş ve bir süre orada yaşamış olduğundan, "Hoylu'' olarak tanınmıştır. Hacı Bektaş Veli'nin amcası Haydar Ata'nın oğlu, Hasan Gazi'nin oğludur. Abdal Musa Sultan Hazretleri’nin Horasan’ın Nişabur ilçesinde Hasan Gazi ve Hüsniye Hatun’dan dünyaya gelmiştir. Kaygusuz Abdal Menkıbesine göre "Kösre Musa" adıyla da anılır. Abdal Musa Sultan, Horasan Erenlerinden ve Hz. Peygamber soyundandır. 14. yy. da yaşadığı ve Osmanlıların Bursa'yı fethi yıllarında Orhan Bey'in askerleriyle savaşlara katıldığı ve büyük yararlıklar gösterdiği tarihi kaynaklarda yazılıdır. Hacı Bektaş Veli'nin önde gelen halifelerindendir. Payesi sultanlık, mertebesi "Abdallık". Pir evindeki hizmet postu ise, "Ayakçı Postu''dur. Bu post Bektaşi tarikatındaki on iki posttan on birincisi olup, diğer adı ''Abdal Musa Sultan Postu"dur. Ayakçılık, Abdallık mertebesidir.

Elmalı, Tekke köyündeki dergahı, ilk Bektaşilerin dört büyük "Asitanei Bektaşiyan" dan biridir. Ancak, Anadolu'nun inanç coğrafyasında seçkin bir yeri, etkin bir gücü olan Abdal Musa Sultan adına daha bir çok yerde makam ve mezarlar yapılmıştır. Bir çok yazar ve araştırmacı, Abdal Musa Sultan'ı konu alan araştırmalar yapmışlardır. Bazılarına göre, Abdal Musa Sultan; Bursa'nın fethine katıldıktan sonra Manisa, Aydın ve Denizli yöresinde bulunmuş, daha sonra da Türkmen ve yörüklerin yoğun bulunduğu Elmalı yöresinde tekkesini kurmuştur. Ayrıca Denizli'de yatan "Büyük Yatağan Baba"dan esinlendiğini de belirtmişlerdir. Abdal Musa Sultan, Elmalı yôresinde kurduğu tekkesinde sayısız kişiler irşad etmiş (uyarmış) ve bunlar arasında büyük ozanlar yetişmiştir. Bunların en ünlüsü de, Alevi-Bektaşi edebiyatın abidelerinden sayılan Kaygusuz Abdal'dır.


Onunla ilgili olarak Abdal Musa Sultan Velayetnamesi'nde konu edilen söylenceyi şöyledir:

''Alaiye reyinin oğlu Gaybi, Abdal Musa'ya derviş olup, Kaygusuz adını alınca, babası oğlunu kurtarmak ister. Tekke Beyi'nin yardımını talep eder. Tekke Beyi'de Kılağılı İsa adlı pehlivan yiğidini Abdal Musa'nın tekkesine yollar. İsa, dergaha varır ve kapıya gelince: Çağırın bana Abdal Musa'yı diye gürler. Ancak, atı ürker ve İsa'yı sırtından atar, sürükleyerek parçalar. Tekke beyi bu olaya çok sinirlenir ve ordusuyla harekete geçer. Abdal Musa Sultan'ı yakmak öbek öbek odunlar yığılır. Ateşler tutuşturulur. Abdal Musa Sultan'da üç yüz kadar müridi ile semah ederek yola koyulur... Bu öyle bir geliş ki, onlarla birlikte dağlar, ağaçlar, kayalar da beraber yürür. Dervişler bir gülbank çekip ateşe girer. Ateş onları yakmaz, onlar ateşi söndürürler. Bu manzarayı gören Kaygusuz'un babası, duruma hayranlıkla bakar, Abdal Musa'nın ellerini öper ve geriye döner. Kaygusuz bu dergahta kırk yıl hizmet eder...''

Abdal Musa Sultan'ın kerametleri, kendi adı verilen Velayetname'de anlatılır. Abdal Musa Sultan Velayetnamesi, günümüz Türkçesi ile Ali Adil Atalay tarafından beşinci kez olarak yayınlanmıştır. Kerametlerinden biri de şöyle: "Abdal Musa Sultan, bir pamuk içine kor halinde bir ateş parçasını müridlerinden biriyle, Geyikli Baba'ya gönderir. Geyikli baba da, ona bir bakraç içinde geyik sütü gönderir. Bu kerametin, yorumu da, "hayvanatı iradesine bağlamak, bitkilere hükmetmekten zordur''şeklindedir.

Şair, düşünür, Horasan ereni Abdal Musa Sultan'ın keramet ve erdemleri yedi yüzyıldan bu yana dillerde söylenir. Antalya, Elmalı ilçesine bağlı Tekke köyündeki türbesi, 14. yy.'da Selçuklu mimarisi örneğinde yapılmıştır. Tekke hakkında en önemli bilgiyi 17 yy. da burayı ziyaret eden ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde vermiştir. Bu bilgilere göre tekkenin kubbesindeki altın alem, beş saatlik yerden görülüyormuş. Abdal Musa Sultan sandukası baş ucunda seyyid olduğunu gösteren yeşil imamesi durur. Tekkenin etrafında bağ ve bahçeler uzanır, Misafirhaneler, kiler, mutfak meydanlar gibi bir çok ek binalar varmış. Mutfakta kırk derviş hizmet eder. Meydanın dışında ayrıca büyük bir misafirhane bulunur ki, üstü konak, altı ise iki yüz at alacak kadar büyük bir ahırdır. Misafir hiç eksik olmaz.

Tekke yapıldığı günden beri mutfağında hiç ateş sönmemiştir. Tekkenin çok zengin vakıfları vardır. On binden fazla koyunu, bin camuzu, binlerce devesi ve katın, yedi değirmeni ve daha birçok varlığı ile üç yüz elli yıl önceki Abdal Musa Sultan tekkesinin çok büyük zenginliklere sahip bir kurum olduğunu belirtiyor Evliya Çelebi.

Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra dağıtılan tekkeler arasında Abdal Musa Sultan tekkesi de nasibini almıştır. 1829'da hükümetçe gönderilen memurlar tarafından, dergahta mevcut bütün eşyalar ve binlerce canlı hayvan satılıp defteri İstanbul'a gönderilmiştir. Bu hal tekkelerin 1925'de kapanmasına kadar yaşanmıştır. Değişik dönemlerde onarım gören Tekke, zaman içinde yıkılmış, günümüzde ise sadece Abdal Musa Sultan türbesi kalmıştır. Türbede, Abdal Musa, annesi, babası, kız kardeşi ile Kaygusuz Abdal'ın kabirleri bulunmaktadır.


Resim
Resim
fatmabatı
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 90
Kayıt: 06 Kas 2012, 16:51

Re: Abdal Musa Sultan

Mesaj gönderen fatmabatı »

ResimAbdal Musa Velayetnamesi ve Kaygusuz Abdal Pendnamesi'ni İçeren Veli Baba Elyazması Üzerinde Kısa Bir Sunuş

İsmail Kaygusuz


İki ayrı metin içeren bu elyazmasının fotokopisi Almanya’da yaşamakta olan değerli dostum ozan Budak Ali (Ali Kaykı) tarafından bize verildi. Kendisi fotokopinin elde edilişi hakkında şunları yazmıştı:

“2003 senesinde Elmalı- Tekke Köye gittiğimde Abdal Musa Tekkesi dedelerinden Gündüz Ali Koca Baba Menakıbname’yi bana verirken, Fransa\'dan bir talibinin getirdiğini söylemişti. Fransa\'nın neresinden bilmiyorum sadece bir kütüphanede bulmuş ve fotokopisini çekmiş. Koca Ali Baba, başkalarının istemesine rağmen vermediğini, beni beklediğini söylemiş ve ‘bunu değerlendir’ demişti. İsteği yerini buldu çok şükür! Hem de en iyi şekilde.”

En iyi şekilde değerlendirebildik mi? Bizim dar olanaklı koşullarımızda buna olumlu yanıt vermek olası değildir, elimizden geleni yaptık. 2005’in Aralık ayı başlarında Hannover’de dostumuza konuk olma şansımız doğdu. Ali Koca Baba’ya telefon ederek kendi ağzından da duymak istedik. Ancak bize anlatılanlardan fazlalık olarak, bir talibinin İstanbul’da yaşayan ve öğretmenlik yapmakta olan bir Fransız bayan öğretmenden almış olduğunu öğrendik.

Veli Baba Elyazmasındaki Velayetname metni, Musa Seyirci’nin Abdal Musa Sultan kitabına almış olduğu metinden çok az da olsa bazı farklılıklar göstermektedir. İlk kez 1930’lu yıllarda Sadeddin Nüzhed Ergun’un Türk Şairleri yapıtında yayınlanan bu metnin Naci Kum’un Isparta’da bulduğu elyazmasından alınmış olduğunu öğreniyoruz.

Aşağıdaki metinlerin orijinal elyazması da, 17.yüzyılın üçüncü
çeyreği başlarında Uluğbey kasabasındaki bir Alevi-Bektaşi dergahında istinsah edilmiştir, yani Isparta kökenlidir. Metinlerin sonundaki isim ve tarihler bunu açıkça göstermektedir. Elyazmasını istinsah eden ya da denetimi altında, başında bulunduğu Dergah’ta istinsah ettiren kişi Dördüncü İmam Zeynelabidin oğlu Zeyd’in soyundan “El-Hüseyin el-Veli el-Seyid el Meşhur Salıncak Dede oğlu Veliyeddin el-Gazi Baba el-meşhur Veli Baba Sultan”dır. 1647-8’de öldürüldüğü bilinen Veli Baba Sultan’ın Arapça yazmış olduğu bizce önemli bir tarihsel yapıt olan “Menakıbname”si 1890’larda Türkçeleştirilmiş ve kendisinden sonra soyundan gelenlerin şecereleri, Osmanlı yönetimiyle yakın ilişkiler, Dergah’ın vakıf arazisine ilişkin padişah fermanları, kasideler vb. eklerle yeniden yazılmıştır.

Velayetname’yi ilk yazan kişinin, Abdal Musa Sultan’ın hakka yürümesinden hemen sonra 14.yüzyılın sonlarında bir müridi olduğunu düşünüyoruz, ya da 15. yüzyılın ilk çeyreği içinde, Teke bölgesinin henüz Osmanoğulları’na bağlanmadan önce olmalı. İncelemekte olduğumuz Veli Baba Elyazması fotokopisinin ise aslının nerede bulunduğunu ve ele geçirilişine ilişkin yukarıdaki bilgilerin doğruluğuna dair kesin bir şey bilmiyoruz ve bunlar hakkında fazla konuşmamız da kuşkusuz olası değil. Ancak bu metinlerin,Türk-İslamcı yazar ve tarihçilerden Prof. Dr. Abdurrahman Güzel’in TTK. Yayınları arasında çıkan Abdal Musa Velayetnamesi kitabındaki ile aynı olduğunu görmekteyiz. Elindeki geniş malzemeyi bir sistematikten yoksun ve hoyratça kullanmış, gereksiz ayrıntılarla doldurmuş; ama Anadolu Alevi-Bektaşilerinin ikinci Piri (Pir-i sani) Abdal Musa Sultan’ı gerçek anlamda ne tarihsel ve ne de inançsal olarak tanıtmayan ve yüzü kızarmadan, Kaygusuz Abdal’ı “Hanefi mezhebine” dahil ettiği gibi, ona da “ehl-i sünnetten”, yani Sünni olduğu iftirasını atan Prof. Güzel, bu kitabının arkasına, 60 sayfa olan elyazması metnin 42 sayfasını koyduğu tıpkıbasımın, “transkripsiyonlu metnin birinci elden nüshası olduğunu” belirtmektedir. Ancak kitabın hiçbir yerinde, kendi kitaplığında bulunan bu original nüshayı nereden, nasıl ve ne zaman elegeçirdiğine dair bilgi vermemesini de fazlasıyla yadırgadık. Bizim bildiğimiz bir bilim adamı, tarihsel ya da inançsal bir temel kaynağı yayınlarken bunları açıklaması gerektiği bilinç ve sorumluluğunu taşır; öyle sadece “AG original nüshası” diye geçiştirmez!

Öyle anlaşılıyor ki, incelediğimiz fotokopi metinler Ali Baba elzamasının bir başka nüshasından çekilmiş bulunmaktadır. Belki daha daha doğrusu, herhangibir kütüphane ya da bir kişide bulunan, 1125/1713 tarih ve Mehmet oğlu Pir Efendizade imzalı AG nüshasının bir başka kopyasından alınmadır. Ancak bizdeki fotokopinin sonunda bu tarih ve imza bulunmamakta ve olasıdır ki elyazmasından çekilirken gözden kaçmış ya da çıkmamıştır.

Yadırgadığımız, hatta bizi çok şaşırtan bir başka nokta Prof. Dr. Abdurrahman Güzel’in kitabında, Elyazması’nın yazarı olarak kabul ettiği ve metnin sonunda Pir Efendizade tarafından kendisine kadar (83-84 yıllık) soyağacını çıkarmış olduğu “Veli Baba Sultan bin Hüseyin Seyyid-i Sülale-i Tahire Zeynel Abidin” için, “hayatı hakkında bilgi elde edemedik” diye yazmasıdır Oysa Veli Baba hakkında geniş bilgi bulunan Bedri Noyan Dede Baba’nın hazırladığı kitap 1993’te çıkmıştı. Gerçi biz de bu tarihten iki yıl sonra yayınlamış olduğumuz bir çalışmada Veli Baba hakkında epeyce yorum ve bilgi sunmuştuk. Üstelik kendisinin görüş ve anlayışları bakımından da sıkı yakınlıkları vardı Bedri Noyan’la. Onun kitabını görmemesi ve ondan bilgilenmemesi olanaksızdı. İlginç olan, Bibliyografya listesine “Veli Baba Menakıbnamesi” konulmuştur. Demek merak edilerek, okuyup bilgilenme gereği duyulmamış. Bu gözden kaçmış bir hata değil, bilim ve araştırmayı ciddiye almamaktır. Ya da kasıtlıdır; bir Menakıbname üzerinde çalışırken, öbürünü önemsememek, hiçe saymaktır. Ama kimsenin göreceği yoktur bu türden ciddiyetsizlikleri ve de hataları! Nasıl olsa TTK, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının basım ve yayın hizmetleri Prof. Dr. Abdurrahman Güzel gibi Türkçü ve İslamcıların arpalığı, bilimsel ciddiyeti kim sorup soruşturacak?

Veli Baba Elyazması’nın 39. sayfasında Abdal Musa Velayetnamesi sona eriyor. 60.sayfa, Veli Baba’dan itibaren olasılıkla beşinci kuşakta eklenmiştir. Öyle sanıyoruz ki, Veli Baba Sultan’ın, 1630/1 istinsah edip 7 yıl sonra gözden geçirerek yeniden imzaladığı ‘Abdal Musa Sultan Velayetnamesi ve Kaygusuz Abdal Pendnamesi ‘ 83-84 yıl sonra Seyyid Sultan Mehmet’in 1688 yılından itibaren dergahın başında bulunduğu dönemde yeni bir kopyası çıkarılmış. Müstensih Pir Efendizade Mehmet Oğlu, kendi kardeşi Hüseyin Efendi’ye hediye olarak sunmuştur.. Bu soyağacında belirtilen ve birbirinin oğlu olduğu gösterilen 15 kişinin birer kuşağı temsil etmiş olması olanak dışıdır. Öyle olunca 20.yüzyıla kadar uzanması gerekir. Dergahın başında bulunmuş dördü ya da beşi dışındakiler kardeşler, amca ve çocukları olabilir diye düşünüyoruz. Veli Baba Menakıbnamesi’nde şöyle bir açıklama bulunmaktadır:

“Seyyid Ali Çelebi Hocabey’de şehit oldu. Ve bade’dehû oğlu Seyyid Mehmed efendi uhdesine tevcih olunarak efendi-i mûmâileyh(adı geçen) İstanbul’a geldi. Yedi sene kadar tahsil-i ulûm ve fünûn eyledi(fen ve bilim tahsil etti). Ve ma’a-ziyâde (fazlasıyla) ilm-i hikmet okudu...İşte bu Mûmâileyh (Seyyid Mehmed Bürûcî) efendi, Seyyid Veliyiddin Gaazi Hz.lerinin asrına kadar şeceresini kayıd ve tescil ettirdiği gibi hafîdlerine(evlatlarına) kadar nakıyb-ül eşrâf kaleminin 480 adet numarasında kayda geçtiği el’an mestûr(gizli) ve mukayyeddir(korumadadır)... Mûmâileyh dahi 1100 (1688) tarihinde Dergah’ı Şerife gelip postuna oturup, (tarih yazılı yeri silinmiş) tarihinde irtihal-i dâr-i beka eyledi (öldü). Tarih (bu tarih yeri de silinmiş ve kötü bir yazıyla 1208/1793 yazılmış(!) oğlu Deli Nebi Dede uhdesine mücedden tevci-i berevat olundu (yenilenmiş beratlar sorumluluğuna verildi) ...”

Seyyid Deli Nebi Çelebi’nin erkek evladı olmadığı için, o ölünce kardeşi Seyyid Hüseyin Çelebi ve onun soyundan gelenlerin dergahın başında bulundukları anlatılıyor. Burada verilmiş olan tarihin yanlış (1208/1793) olmasına rağmen, kitabın 132.sayfasındaki Veli Baba Şeceresinde bu adların aynen geçtiğini görmekteyiz. Ancak şecerede verdiği adların sıralanmasında farklılıklar bulunmasına rağmen Menakıbname’deki şecerede hemen hepsini görmekteyiz.

Veli Baba Elyazaması’daki, 40. sayfadan başlayarak 59.sayfanın sonuna kadar süren metin ise, Abdal Musa Sultan’ın sevgili talibi Kaygusuz Abdal’ın Pendnamesi’ni oluşturmaktadır. “Öğüt Kitabı” anlamına gelen Pendname’nin diğer adı ise Budalaname ya da Delil-i Budala’dır. Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri kitabından Budalaname’nin, Türkiye ve Dünyanın çeşitli kitaplıklarında, ortalama 50-60 sayfa olmak üzere 36 elyazma nüshası bulunduğunu öğrenmekteyiz. Prof. Güzel, kitabında birkaç sayfalık özetiyle birlikte, bir Halveti Şeyhi tarafından 1170/1756 yazılmış nüshanın tam metnini Türkçe çevirimyazıyla verdiği için, Budalaname’yi en geniş biçimiyle okumuş oluyoruz. Anlaşılmaktadır ki, elimizde bulunan Veli Baba Elyazması fotokopisinde sadece 19 sayfalık bu bölüm, Kaygusuz Abdal’ın Budalaname’sinde genişçe anlattığı batıni tasavvuf ve Tanrı inancı çerçevesinde verdiği öğüt biçiminde özet bilgilerdir. Kaygusuz’un anlatım biçemini bozmadan, günümüz Türkçesiyle verdiğimiz metin kolayca anlaşıldığı için, dipnotlarda yaptıklarımız dışında, açıklama ve yoruma gerek görmüyoruz.
Resim
fatmabatı
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 90
Kayıt: 06 Kas 2012, 16:51

Re: Abdal Musa Sultan

Mesaj gönderen fatmabatı »

Metinlerin Günümüz Türkçesine Çevirileri:



1.BU KİTAP ABDAL MUSA’NINDIR
(Haza kitab-ı Abdal Musa)

Resim

Esirgeyen bağışlayan Tanrının adıyla

Abdal Musa Sultan (Tanrı onun aziz sırrını kutsasın. Tanrı mezarını nurlandırsın.) Velayetnamesi O sözleri gizem dolu, hoş sohbet (kelecisi tuzlu), güzel gözlü ve güler yüzlü Horasanlı Sultan Hacı Bektaş Veli (Tanrı onun aziz sırrını kutsasın) bir gün avlusunda otururken, kutsal özünden doğan şu sözleri söyledi: “Ey Erenler! Genceli’de yeni (genç) ay gibi doğarım. Adımı Abdal Musa çağırttıracağım; beni isteyen [S.2] gelsin orada bulsun.”

Hünkar Hacı Bektaş vefat edince, Abdal Musa ortaya çıktı. Seyyid Hasan Gazioğlu Seyyid Musa anadan yetim kalmıştı. Genceli kentinin halkı inkarcı olup Abdal Musa’yı (barış üzerine olsun) sevmediler. Yüce Tanrı bu kentin başına öyle bir bela verdi ki, oturanları birer birer dağılıp gitmeye başladılar. Öğrendiler ki, Abdal Musa velayet (velilik) sahibidir; gitmeye niyet eden şehirlinin yolları üzerine çıkıp “oturalım, gitmeyin” dedi. Onlar ise, “biz sizin hatırınızı yıkmışız, artık burada-huzurda duramayız, başka bir yere gidelim” dediler.

Bunun üzerine Abdal Musa Sultan [S.3]dedi ki:
“Kanlı gömleğimi boyumca yudum; bir kez gelip bize haliniz ne demediniz ve münkir/inkarcı oldunuz. Bu nedenle Yüce Tanrı size kahredip, gökten üzerinize bela yağdırdı. yardım isteyip ‘meded ya Abdal Musa’ diye (beni) çağırmadınız. O zaman üzerinizden belayı kaldırmam zorunlu olurdu. Haydi şimdi her biriniz bir ile gidiniz.”

Abdal Musa Sultan da oradan, yaylaktan sahil boyuna indi ve orada bir tekke yaptırdı. O tekkeyi yaptıkları yerden bir kazan altın çıkardılar.

Abdal Musa Sultan,
“ bu malın yetimleri vardır, dedi, yiyene kan ve irin olur. Deniz [S.4]kıyısında bir kafir gemisi vardır ve o malın varisleri de geminin içindedir. Gidip haber verin gelsin, mallarını alıp götürsünler.”

Gönderdiği abdallar vardı gemiye, haber verdi. Geminin içinde bulunanlar sordular: “Bu nasıl kişidir?”

Abdallar dediler ki,
“o Tanrı dostu (veliyullah) bir ademdir; velayet ve keramet ehlidir. O (kazan dolusu altın) sizindir, atalarınızdan kalmıştır dedi ve bizi haber vermeye gönderdi”.

Kafirler bu sözü iştince, ‘eğer bu kişi Tanrı dostu (Hakk Veli) ise, biz vardığımızda şarabımız hazır ve domuz yavrusu pişmiş[S.5]ola’ diye içlerinden geçirdiler.

Hemen o anda bu söz Abdal Musa Sultan’a ayan oldu ve bir abdalı ava çıkardı. “domuz yavrusunden ak ya da kara ne bulursanız yakalayıp getirin” dedi.

İki domuz yavrusu bulup getirdiler, bunları yüzüp ocağa koydular. Şarap getiririp götüren bir kafir gördüler, onun şarabını da alarak hazır eylediler. Böylece kafirler gemiden geldiğinde (istediklerini) hazır buldular. Bildiler ki o gerçek veli, Tanrı dostudur.

Abdal Musa Sultan buyurdu:
“Verin mallarını, alsın götürsünler!”

Tekkenin yanından akan suyun içine bir sandal getirdi ve kazanla malı içine koyup sandala bindiler. [S.6] Sandal yürümedi. O kadar güç/çaba harcadıkları halde sandalı yürütemediler. Meğer, kazanı Abdal Musa’ya verelim, diye söz vermişler idi. Onu anımsayınca kazanı çıkardılar ve sandal hemen hareket edip yola düştü.

Ondan sonra mal/hazine bulunduğu Teke Beyi’ne bildirdiler. Teke Beyi dedi ki: “Ne hoş! Biz burada İslam padişahı iken bize vermedi; kafire niçin veriyor?” Bir kulunu gönderip, “o kimseyi alıp huzuruma getirin” dedi.
Giden kul geri gelmedi.
Yeniden bir kul daha gönderdi, o da geri dönmedi.
Her gün iki üç tane kul göndermiş [S.7]idi. Varanlar hemen Abdal Musa’ya derviş oluyorlardı. Bu şekilde yaz oluncaya dek tam beş yüz kul geldi ve gelen kullardan hiçbirisi geri gitmedi. Hepsi Abdal Musa Sultan’ın yanında toplanıp kaldılar. Teke Beyi de silahlanıp (yarağlanub) yaylağa çıktı. Abdal Musa Sultan dahi Genceli’ye, yaylağa gitti. Teke Beyi bu kez günde beş-on kul gönderir oldu. Derler ki, Abdal Musa Sultan’ı getirmek için gönderdikleri kulun toplam sayısı sekiz yüz kadar oldu. Cümlesi de Abdal Musa’ya derviş olup yanında kaldılar. Hiçbiri gitmedi. Çevresinde bulunan köy [S.8] halkı Teke Beyi’ne şikayette bulundu.

Teke Beyi de köy halkına emir buyurdu; “ ev başına birer yük odun getirin, dedi, ateşe atalım. Eğer gerçek er ise, gelsin odu çiğnesin geçsin. Ben de ona inanayım”. Köy halkı ev başına birer yük odun getirip, hepsini biraraya biriktirerek harman ettiler. Meğer Teke Beyi’nin yanında kalan tek sadık kulu bir vezir vardı.

Vezir ona dedi “Sultanım siz buyurun, ben varıp aşığı huzurunuza getireyim”. Geldi Abdal Musa Sultan’a seslendi:
“Çık dışarı aşık padişahın kapısına varalım, suçlusun!” [S.9]
Resim
fatmabatı
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 90
Kayıt: 06 Kas 2012, 16:51

Re: Abdal Musa Sultan

Mesaj gönderen fatmabatı »

Abdal Musa Sultan ona sordu:
Senin adın nedir?”
Vezir:
Sana gerçek er diyorlar, ama adımı bile bilmezsin.”
Abdal Musa yineledi:
Adını bize bağışla!”
Vezir söylendi:
Benim adım Gurde Yusuf’dur
Abdal Musa Sultan öfkelenerek karşılık verdi:
Senin adın Gurde Yusuf ise, bana da Köselen Musa derler; senin gibi nice Gurde’nin (kurdun?) keskinliğini (kalagısın) yokettim.”
Bunun üzerine Gurde Yusuf da “inip bakayım, şu kişi ne kişidir” diyerek atından aşağı inerken, ayağı üzengiye takıldı. Koşmakta olan at onu sürükleyip helak eyledi.

Abdal Musa Sultan “!” dedi coşa geldi yanındaki tüm fukarasıyla birlikte. [S.10] Abdal Musa Sultan kalktı ve “sizlerle şöyle oynayalım, bir işbölümü yapalım; kimi odun yedsin, kimi çayır biçsin. Ve dahi beni seven peşimden yürüsün!” dediği gibi, tüm dağlar taşlar ardınca koşup birlikte geldi. Genceli şehrini bastı altına aldı. O şehirde bir yaşlı kadın ve onun bir ineciği vardı. Kadın o ineğin südünü her zaman Abdal Musa Sultan’a getirirdi. Sadece onun evi kurtuldu, sağlam kaldı. Diğerlerinin hepsi alt üst oldu. Yanındaki yoksul abdallar “dağlar taşlar bile yürüdü Sultanım” dediler.

Abdal Musa Sultan seslendi: “Dur dağım dur, senin yanında olsun bizim mezarımız!” [S.11] Bunu söyleyince dağ durdu, ama taşlar durmadı; “geri geliyorlar” diye bağırdılar.
Abdal Musa Sultan da “demek durmazsınız” deyip, kara çomağını bir kez (yere) vurdu. Taşlar da sakinleşti. Kendisi fukarasıyla birlikte Teke Beyi’ne vardılar. Teke Beyi bir yüksek yerden onları seyrederdi. Hemen ona doğru yürüdüler. Tutalım dediler, durmadı kaçtı. Abdal Musa Sultan bütün fukarasıyla ateşin içine girdi, semah tuttu. Ateş söndü ve yerinde çayır bitti. Teke Beyi orada duramadı, ormandan ormana kaçtı. Sonra birdenbire çıktı geldi ve “varayım Er’in ellerinden öpeyim; Er’in işi [S.12] keremdir” dedi. Kalktı Abdal Musa Sultan’nın katına varmak için ona doğru yöneldi.
Abdal Musa’ya onun geleceği malum oldu ve kullarına “Teke Bey’ini içinize koymayın; o size bey olamaz”dedi. Kendi kulları dahi gördüler ki beyleri geliyor; cümlesi bağırıp çağrıştılar ve dediler ki, “sen bizim beyimiz olamazsın, biz beyimizi bulduk”.

Teke Beyi geldi ve yüzünü yere sürdü. “Biz kendimizi bilmezliğimizden (bunları) ettik Sultan’ım”dedi.

Abdal Musa Sultan konuşmaya başlayıp dedi ki:
“Okun attık, yayın yastık. Atılan ok geri gelmez, başına silah eyle(at).”
Teke Beyi yalvardı:
Hay Sultanım kıyma bana, ne dilersen [S.13] dile benden.”
Abdal Musa Sultan :
Ne dileyeyim ki senden; dünyada dünyan, ahirette ahiretin yok.” Bunun üzerine Teke Beyi, “şimdiden geri bize yürümek yok” diyerek oğlu Halil Bey’e padişahlık emanetini ısmarladı. Abdal Musa Sultan uyardı:
Bizim sağlığımızda onun (Halil Bey’in) üzerine hiç kimse gelmesin.”

Teke Beyi İstanaz kentine ulaştı, seher vaktinde kalkıp gitmişti. Abdal Musa Sultan namaz vaktinde çoşa geldi. Gördü ki bir kara canavar yer kazıp çığrışıp durmaktadır.
Sultan, Kara Abdal’a “baltanı bile, getir” dedi. Derviş baltasıyla geldi. Kara canavarı gösterdi. “Öyle seğirt ki yakalayasın, Teke Beyi’nin ruhudur o; evliyaya yetişecek, [S.14] yetiştirmeyelim” dedi Abdal Musa Sultan.
Kara Abdal Koğarak’da yetişip, onu tepeledi.Tam o sırada Teke Beyi, Döşeme içinden (Döşeme Derunu), Antalya’ya giderken ayakları sürçen attan yıkılınca, başı taşa çarptı ve öldü. Leşini Antalya’ya getirdiler. Oğlu babasının halini gördü. “Buna ne oldu?” diye sorunca, yanında olanlar durumu tek tek bildirdiler. “Abdal Musa gerçek er imiş. Böyle böyle oldu” dediler. Bunun üzerine Halil Bey “onun kendisi Er okuna uğramış. Şimdiden geri o (Abdal Musa) benim babam olsun” dedi. Hemen onca askerini çekti. Kalkıp Abdal Musa [S.15] Sultan’a geldi ve onun elini öperek, “etti ise babam etti, benim suçum yoktur Sultan’ım” dedi.
Abdal Musa Sultan “var otur aşağı, bizim sağlığımızda korkma sen oğul” dedi. Halil Bey düşündü; Abdal Musa Sultan oğluna vezir olmasa beyliğimi edemem, dedi. Padişah iken sultanı vezir eylediler.

Ondan sonra Abdal Musa Sultan kalkıp harekete geçerek dağa çıktı. Rodos cemaatına, Rodos’a çomağını attı. Erenler’ine selam verdi. Erzade Menteşa Bazarı’nda, [S.16] Ahmet Dudu gelip üç kez selamını aldı. Dükkanında nesi var ise devşirip evine vardı. Değirmene zahire gönderdi ve “öğütülen unu, tez ekmek pişirin eve adam gelmektedir” dedi.
Bu yana Abdal Musa geldi ve durduğu yerden bir taş aldı; “erenler birer taş alalım” dedi. Sekiz yüz abdal (birer taş) getirdiler. Üç çatal(lı) bir ağaç da birlikte koşup geldi. Bu yanda Ahmet evinde yemek ısmarladı. Hazırlığını yapıp kendisi (onları) karşılamaya çıktı.
Dediler ki, “ Ahmet divane oldu, gözleyin bakalım nereye gider?” Ahmed’in gittiği [S.17]) yandaki yola baktılar ki sonsuz sayıda adam geliyor. Vardı Ahmed bunların elini öptü, önüne düştü. Geldiler evinin önüne ve Abdal Musa Sultan elindeki taşı yere bıraktı. O üç çatal(lı) ağaç dahi orada karar kıldı. Abdal Musa Sultan o ağacın dibinde oturdular. Hep gelenler ellerindeki taşı yere bıraktılar. Ondan sonra yemek getirdiler.
Abdal Musa Sultan, “yemek yiyelim gelin” dedi. Ahmet geldi yemek yediler.
Abdal Musa,“Ahmet siz Hocalığı tamam ettiniz, şimden geri adın Hoca Ahmet olsun, dedi. Şu arayı Tekke ve mutfak yap. [S.18] Senin nasibin ayağına gelsin”. O arada Abdal Musa Sultan kalktı. Yarışçam’a kondu. Adamın biri bir kısrağı yederek gitmekteydi. Abdal Musa Sultan sordu:
Nereye gidersin?”
Adam yanıtladı:
Şu kısrağı aygıra çektirmeğe iletirim.”
Abdal Musa Sultan:
Aygır sahibine vereceğini bize ver; sana gülbenk edelim, muradın hasıl olsun.”
Arkasından Abdal Musa Sultan gülbenk eyledi ve “var git şimdi, hacetin kabul oldu. Taycağızı bana sakla” dedi. Meğer onun aygır sahibine ileteceği sadece bir yağlı çörek idi.
Resim
fatmabatı
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 90
Kayıt: 06 Kas 2012, 16:51

Re: Abdal Musa Sultan

Mesaj gönderen fatmabatı »

Bir saatten sonra bir kafir geldi [S.19], selam verdi. “Getirin kafir şarabından içelim” dedi Abdal Musa Sultan.
Kafir “bu sana yaramaz Sultanım” dedi.
Abdal Musa Sultan üç kez “getirin!” diye seslendi ve sonunda Abdallara “getirin şu şarabı içelim” dedi.
Abdallar kalkıp şarabı getirdiler, kafircik de onlarla birlikte geldi yanına oturdu. Kadehini eline aldı ve Abdal Musa Sultan abdallara “getirin keşküllerinizi” dedi. Abdallar keşküllerini getirdiler.
Tulumdan şarabı sıka sıka çıkardılar. Gördüler ki, tulumdan şarap yerine bal çıkıyor; şarap bal olmuş. Kafir, “behey abdallar dedi, ben buna kendi ellerimle şarap doldurmuştum. Siz bunu bal eylediniz.”
Abdalın birisi [S. 20]kişi aç gözünü, bunlar gayb erenleridir” dedi.
Kafir sordu: “Dininiz ne dindir?”
Abdal Musa Sultan, “dinimiz Muhammed dinidir, iman getir Kafir” dedi.
Kafir iman getirip müslüman oldu. Balı çörek ile yedi kalktılar. Üç kez semah tuttular.
Abdal Musa Sultan “bu çamın kabuğu her derde derman olsun” dedi.
Sonra oradan göçüp gittiler. İncirli Ev’e yetiştiler. Öte ucda Devletlü Veli Dede bina yapar idi. Bir ağacı kısa geldi, yetişmedi. Onun üzerinde çalışırlar idi. Abdal Musa Sultan yaklaşıp selam verdi.
Dediler ki “sizin de beyiniz [S. 21]) var mı? Biz de bilelim; eğer bu gelen askerin begi var ise, bu kısa dögeri çeksin uzatsın”.
Abdal Musa Sultan, “bir papuççununki kadar gayretiniz yok mudur? Papuççu bir gönü çeke çeke uzatır, başka biçime sokar. İşte şöyle” deyip yapıştı ağacı çektiler. Ağaç aslında ne kadar ise, o kadar daha uzattı.
Oradakilerin cümlesi eline ayağına düştüler ve “Sultanım ne istersen verelim” dediler.
Abdal Musa Sultan da “hemen bize incir getirin” [S. 22] dedi.
Onlar vardılar incir getirdiler, döktüler orta yere. Sanırsınız bir Hac oldu. Üşüştüler başına inciri yediler.
Abdal Musa Sultan su istedi. Meğer onların suları uzaktan gelir idi.
Evi sahibi yalvardı; “Devletlü geldin yetiştin el-hamdilullah, bize su da himmet eyle efendim.”
Diğerleri de “suyumuz uzaktan gelir” dediler.
Abdal Musa Sultan yumruğunu yere vurdu. O yerden bir güzel su çıktı, içtiler kalktılar, gittiler. Bu arada onlar incirin tanesini (degnesini) toplayıp saydılar, tam sekiz yüz tane çıktı. Abdal Musa Sultan denizden çomağını aldı. Yine seher vaktinde eve [S. 23]) geldi indiler. Yanına bir kaç abdal aldı, vardı bir taştan iki testi çıkardı. Meydana getirdi. Birisini oğluna, diğerini Kızıl Deli Sultan’a verdi. Kırk nefer de abdal verdi ve buyurdu:
Hacı Bektaş Hünkar’ın üzerine türbesini, Tekkesini, fırınını ve mutfağını yapın. Dairesini uzaktan avluya alın. İçine bahçe dikin. Her ağaç yemiş verinceye kadar durun, kulluk eylen. Her ağaç yemiş verdikte, her birinden alıp getirin, meydana dökün. Meydanda toplanmak gerekir. Oradaki Abdallar dahi size cevap verseler (itiraz etseler) gerektir. O sözlere bakmayın.. Deyin ki, [S. 24] ‘Hünkar olup geldiğim vakit üç nesne emanet koymuştuk; size versinler, alıp gelin..”
Resim
fatmabatı
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 90
Kayıt: 06 Kas 2012, 16:51

Re: Abdal Musa Sultan

Mesaj gönderen fatmabatı »

Ama emanetin yerini bulamadılar, Sultan’a abdal göndediler. Geldi “Sultan’ım dedi, sizin buyurduğunuz emanetlerin yerini bilmediler. Yine bizi size saldılar. Neredeyse deyiveriniz”.

Abdal Musa Sultan açıkladı:
“Bir un anbarındadır; o bir sarı alemdir. Birisi mermer çırağdır(curak); Hacı Bektaş Hünkar’ın önünde yanmıştı. Birisi yeşil fermandır; o da Sarı İsmail’dedir, el uzata (yardımcı ola)” Abdal gelinceye kadar Sarı İsmail dünyadan göçtü, defnettiler. (Abdal), mezarın [S. 25] tenha olduğu bir zamanda üzerine vardı ve ona çığırdı: “Ya Sultan Sarı İsmail, benim hizmetim de Hünkar’a geçti. Yeşil Fermanı senden istediler, ne buyurursun?” Bunları dedikte, Sarı İsmail kabrin içinden ışıklanmış-nurlanmış (yed-i Beyza) bir eliyle sunuverdi. Abdal aldı, Allahaısmarladık deyip geldi. Hacı (Bektaş) evinde Kızıl Deli Sultan’a yeşil fermanı verdi. Sonuçta mermer Curağı ve Sarı Alemi verdiler. Kızıl Deli Sultan Hazretlerine emanetleri teslim eyledi.

Ondan sonra Abdal Musa Sultan kalktı, deniz kıyısına indi ve dediki: “Buraya asker geliyor, karıncıkları açtır, bir av bile sunmadılar. [S. 26] Karıncıklarını doyuralım.''

Bir saat sonra denizden bir gemi göründü. Kıyıya varınca, “Hey burada yalnız abdallar var” dediler. Gemiden çıkanlar abdalların yanına gelip, “ey abdallar siz burada ne ararsınız?” diye sordular. Abdallar da “burada bir gerçek Er vardır, dediler; sizi beklemektedir, sizin için yemek hazırladı.” Onlar da sürüp Er’in yanına geldiler. Ocakta Er’in haranisini gördiler ve onlara içinde pişen yemek az göründü. “Hey Sultan’ım, dediler, bu yemek sizin askere mi bizim askere mi yeter?”

Abdal Musa Sultan [S. 27} kalkıp aş kazanının yanına vardı, kepçeyi eline aldı. “Haydi abdallar şimdi yemeği üleştirin” dedi.

Gemiden çıkanlar tamam kırk bin erdi. Abdallar yemeği üleştirdiler ve yetişmeyenine yeniden verdiler. Yemek cümlesine yetişti. Karınları doyduktan sonra önlerinde yığılı kaldı. “Yeter Sultan’ım” dediler.

Abdal Musa Sultan kepçeyi aş kazanı haraninin üzerine koydu, geri çekildi. Abdallar gördüler ki, aş kazanı yine önceki gibi dolu durmaktadır, hiç eksilmemiş. Abdalın birisi dedi ki, “hey gaziler niçin geri çekildiniz, gelin görün harani dolu durur. [S. 28] Siz ancak birimize yeter sanırdınız, ama hala dopdolu.” Gaziler/askerler gelip baktılar. Anladılar ki bu er gerçek velidir. Gazi Umur Bey geldi ve dedi ki: “Şimdiden geri biz sana çağırırız; efendim himmet eyle!”

Abdal Musa Sultan “bir börk getirin, Umur Bey’e giydirelim”. dedi,

Bir kızıl börk getirdiler, Umur Bey’in başına giydirdiler. “Ey gaziler şimdiden geri buna Gazi Umur Bey deyiniz, dedi; varsın bu Bey de Gazi olsun gayri. Şimdiden sonra biz gazilik vereceğiz.” Gazi Umur Bey, “bize bir de yadigar verin Sultan’ım” dedi.[S. 29]Sultan “Kızıl Deli’yi size verdik, alın gidin”dedi. Bu gaziler kalktılar “gider misin Baba?” diye sordular. Kızıl Deli Sultan işaretle “giderim” dedi.

Abdal Musa Sultan onu çağırıp bir tahta kılıç sundu. Kızıl Deli Sultan aldı, öptü başına koydu, ondan sonra yürüdüler. Abdal Musa Sultan ardlarından seslendi: “Şimdi başka yere gitmeyin, doğru Boğazhisarı’na varın. Üzerine düşüp çok gayret eder, çalışırsanız (orayı) alırsınız. Boğazhisarı’nı aldıktan sonra Rumeli’ni size verdim. Önünüzde kimse durmasın!.”
Resim
Cevapla

“►Aşıklar◄” sayfasına dön