Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Hz Ali Keremeallahu Veche İle ilgili konular
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

ÖMER'in OĞLU UBEYDULLAH’ın ŞAM'a GİDİŞİ:

Ömer vurulduktan ve öldükten sonra oğlu Ubeydullah, Ömer'in öldürülmesinde suçu olmayan İranlı Hürmüzân'ı ve Ebû-Lü'lü'e'nin küçük kızı Cüheyne'yi öldürmüştü. Hz. Ali, kısas edilmesini, yâni Ubeydullah’ın da öldürülerek cezâsının verilmesini istemiş, fakat Asoğlu Amr: “Dün babası öldürüldü, bugün de oğlunu mu öldürelim!” demiş, Osman, diyet vererek Ubeydullah’ı kurtarmıştı.
Ubeydullah bu yüzden, Hz. Ali'den çekinerek Kûfe'ye gitmedi, Şam'a vardı. Muâviye, pek memnun oldu. Osman'ın zulümle öldürüldüğüne dair bir hutbe okumasını ve bu arada Hz. Ali'nin aleyhinde bulunmasını istedi. Ubeydullah: “O’nun gibi insanlık vasıflarını kendisinde toplamış, kadri yüce bir zâtı nasıl töhmet altına alabilirim, nasıl olur da Osman’ın katlinde onu da kaatillerle eş olarak gösterebilirim? Hâtırın için yalan mı söyliyeyim?”demiş, bu dileği kabûl etmemişti.
Bunun üzerine Amr: “Maksat, yüreklerden Ali sevgisinin çıkmasıdır; bu yolda birkaç söz ediver!é demiş, Ubeydullah: “Pek âlâ!” deyip minbere çıkmış, bir hutbe okumuştu; fakat hubesinde ne Ali'den bahsetmisti, ne Osman'dan.
Muâviye, minberden inen Ubeydullah'a: “Vaadıni tutmadın!” demiş, o da: “Halka karşı apaçık yalan söylemekten çekindim, Allah'tan korktum!” demişti. Bu söze Muâviye gücenmiş, fakat birkaç gün sonra Ubeydullah, Osman’ın mazlûm olarak öldürüldüğüne dair bir mersiye söylediğinden gene ona iltifâtta bulunmaya başlamıştı.


SIFFIN SAVAŞININ BAŞLARIGICI:

Hz. Ali, Cemel savaşından Kûfe'ye dönüp Muâviye'nin bey'at etmemekte inâd ettiğini anlayınca yakınlarıyle danışmıştı. Mâlik'ül-Eşter, derhal Şam'a gidilmesi re'yindeydi. İleri gelenlerin çoğu da bu fikrî benimsemişti. Ancak Hz. Ali, dâima savaşın, karşı taraftan başlamasını bekler, sonradan karşı tarafın, herhangi bir hususta haklı olduğunu iddiaya kalkışmaması için bütün delilleri gösterirdi.
Bu bakımdan Muâviye'ye bir elçi göndermek ve bir mektub yollamak istedi. Bu fıkrini söyleyince evvelce Osman tarafından Hemedân vâlisi olan ve gene Osman’ın Azerbaycan vâlisi bulunan Kays oğlu Eş'as'la beraber Hz. Ali tarafından dâvet edilerek Kûfe'ye getirtilen Abdullah'ül-Becli oğlu Cerir: “Ey Mü'minler emiri dedi, Muâviye'ye beni gönder. O beni sever, sayar; belki bu işi başarırım, sözümü dinletirim.”
Cerîr, Hz. Peygamber'in vefâtından kırk gün önce Medine'ye gelmiş, Müslüman olmuştu. Irak savaşlarında çok işe yaramıştı. Sonradan Kûfe'ye yerleşmişti. Kûfe'de bir evi vardı, hatırı sayılırdı. Nitekim Eş'as da kinde kabilesi şeyhlerindendi. Hicretin onuncu yılında altmış kişiyle Medine'ye gelmiş, Müslüman olmuş, Ebû-Bekr'in kız kardeşini almış, Irak ve İran savaşlarında bulunmuş, sonra Kûfe'de yerleşmişti.
(Al-İstiâb, c.l, s. 90-91, 51-52.)
Mâlik'ül-Eşter: “Ey Mü'minler Emiri dedi, Cerir'i yollama. And olsun Allah'a, onun dileği sanıyorum ki onların dileğine uygun niyeti, onların niyetinin aynı.”
Hz. Ali: “Bırak yâ Eşter! Gitsin, bakalım ne cevâb getirecek?”dedi.
Hz. Ali, Muâviye'ye şu mektubu gönderdi:
"Rahmân ve Rahim Allah adiyle.
Allah kulu, Mü'minler Emiri Ebû-Tâlib oğlu Ali'den Ebû-Süfyân oğlu Muâviye'ye.
Senin de bilmen gerektir ki Medine'de edilen bey'ate, Şam'da bulunduğun hâlde senin de itâat etmen lâzımdır. Çünkü Ebû-Bekr'e, Ömer'e, Osman'a bey'at edenler, bana da etmişlerdir. Artık burda bulunanlara bir başkasını seçmek, bulunmayanlara da olup biteni kabûl etmemek mümkün değildir. Bu işe ehil olan ve salâhiyeti bulunan Muhâcirlerle Ansârın birleşmesinden sonra İmâm olan kişiye itâat etmek farzdır, birlikten ayrılanı râzı etmek, kabûl etmezse onunla savaşmak icâb eder. Allah da, Müslümanların doğru yolundan sapanları çetin bir azapla azaplandırır.
Ömrüme and olsun ey Muâviye, dileğini bırakır da aklınla dikkat eder, bakarsan görürsün ki ben, Osman'ın kanından, halkın en uzağıyım, o kanla benim hiçbir ilginı yok; ben ondan tamamiyle ayrılmış bir haldeydim; fakat sen, nâil olmak istediğin şeyi gizlemek için suçum olmadığı hâlde beni bu işle töhmet altına alıyorsun."
(Nehc'ül-Belâga, 2, s. 161.)

Muzâhım oğlu Nasr'ın kitabında, bu mektubta şunların da yazılı olduğu kayıtlıdır.
"Biliyorsun ki Talha'yla Zübeyr, bana bey'at ettiler, sonra bey'atlerinden döndüler. Onlarla savaştım, hak zuhûr etti, dilemeseler de Allah’ı n emri yerine geldi.
Bil ki bence en sevilir, istenir şey, senin bozgunculuktan vazgeçmen, fîtneye sebep olmamandır; onun için Müslümanların kabûl ettiklerini sen de kabûl et. Aksi takdirde seninle savaşa girişmek zorunda kalır, aleyhinde Allah'tan yardım dilerim.
Osman'ı öldürenler hakkındaki sözleri uzâttıkça uzâttın. Halkın kabûl ettikleri şeyi kabûl et de ondan sonra kavmine hükmet, böylece de Allah’ı n kitabına
«y-
Senin dilediğin şey, çocukların süt emmek için baş vurdukları düzene benziyor. Gerçekten de dileğini bırakıp aklını başına alarak bir dikkat etsen görürsün ki bütün Kureyş içinde Osman'ın kanından tamamiyle uzak olan kişi benim. Bir de bil ki sen Mekke fethedilince kanı bağışlanan ve âzâd edilen esirlerdensin. Bunlarınsa hâlifeliğe hakları şöyle dursun, meşverete bile alırımaları câiz değildir.
Sana ve yanındakilere Abdullah oğlu Cerir'i gönderiyorum; o, İman ve hicret ehlindendir, adıma ona bey'at et; kuvvet ve tasarruf, ancak Allah’ı ndır."

Cerir, bu mektubla Şam'a gitti, mektubu Muâviye'ye sundu. Muâviye mektubu okuyunca Cerîr kalkıp bir hutbe okudu, sonunda dedi ki: "Ey halk, Osman’ın öldürülmesinde hâzır bulunanlar bile öldürenler hakkında doğru düzen bir şey bilmezlerken orda bulunmayanların bir şey bilmesine imkân olur mu? Halk, tamamiyle Ali'ye bey'at etti. Talha'yla Zübeyr de bunların arasındaydı. Sonra bey'atlerinden döndüler, bu dönüşleri de bir sebebe dayanmıyordu.
Bu din, fîtneye tahammül etmez. Arap da kılıca dayanmaz. Basra, dün, misli görülmemiş bir savaş yeri olmuştu. Aynı hâlın gene olması hiç de doğru değildir. Halkın Ali'ye bey'ati umumî bir bey'attir. Ey Muâviye, sen de halkın kabûl ettiğini kabûl et.
Osman beni vâli yaptı ve azletmeden öldü dersen bu da doğru bir düşünce değildir. Eğer bu re'y doğru olsa düzen kalmaz. Her âmir, birisini me’mur olarak kullanır. Birisinin tâyin ettiği memûru yerine gelen biri, azledebilir."

Muâviye: “Sabret dedi, bakalım Şam halkı ne diyor? Muâviye emretti, halkı camie topladı. Cerîr'le beraber kendisi de camie gitti. Minbere çıkıp Tanrı'ya hamdetti, Şamlıları övdü, sonra dedi ki: "Ey halk, bilirsiniz ki ben, mü’minler emiri Hattâb oğlu Ömer'in ve Affân oğlu Osman’ın hâlifesiyim size, içinizden hiç kimseye kötülük etmedim. Ben mazlum olarak öldürülen Osman'ın velisiyim. Allah: “mazlûm olarak öldürülen kişiye, öldürene karşı hak ve kudret verdim; ancak öldürmede aşırı varmayın; gerçekten de ona yardım edilmiştir” der. Bu hususta fikriniz nedir?"
Şamlılar hep birden: “biz dediler. Osman’ın kanıni isteriz ve sana tâbiiz.” Muâviye, bunun üzerine Cerîr'e:“Hâli görüyorsun dedi, ancak biraz bekle, bakalım sonu ne olur.”
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

MEKTUBLAR:

Cerir'in Şam'da kalışı uzadıkça uzadı. Hattâ Hz. Ali taraftarlarından onu töhmet altına alanlar bile bulundu. Sonucu Hz. Ali, Onunla son olarak konuş, "ya savaşa yanaşsın, yahut da bey'at etsin" diye bir mektub gönderdi.
Cerir, bunu Muâviye'ye söyleyince Muâviye, Hz. Ali'ye şu mektubu yolladı:

"Rahmân ve rahîm Allah adiyle."
Dahr oğlu Muâviye'den Ebû-Tâlib oğlu Ali'ye:
Ömrüme and ederim ki sen, Osman'ın kanından uzak olsaydın da sana bey'at etselerdi sen de Ebû-Bekr ve Ömer gibi olurdun. Fakat sen Muhâcirleri Osman aleyhine kışkırttın, Ansarı ona yardımdan men'ettin. Bilgisiz kişi sana itâat etti, zayıf kişi, seninle kuvvet buldu. Şamlılar, Osman'ı öldürenleri kendilerine vermedikçe seninle savaşı göze aldılar. Kâtillerini teslim edersen hâlifelik, Müslümanlar arasındaki meşveretle halledilir, kimi dilerlerse o, hâlife olur.
Hicaz halkının, insanlar üzerinde hükmü ve hâlife seçme hakkı vardı. Fakat seni seçtiklerinden dolayı bu hak onlarda kalmadı, halka Şamlılar hâkim oldu.
Ömrüme and olsun ki bana karşı göstereceğin delil, Talha'yla Zübeyr'e gösterdiğin delile benzemez. Çünkü onlar sana bey'at etmişlerdi, ben etmedim. Şamlılara göstereceğin delil de Basralılara gösterdiğin delile benzemez. Çünkü Basralılar sana itâat ettiler, hâlbuki Şamlılar itâat etmediler.
Müslümanlıktaki yüceliğine, Peygamber'e yakınlığına, Kureyş arasındaki mevkiine gelince biz, zâten onu inkâr etmiyoruz ki."


Hz. Ali, bu mektuba şu cevâbı gönderdi:

"Rahmân ve Rahîm Allah adiyle.
Ebû-Tâlib oğlu Ali'den Dahr oğlu Muâviye'ye:
Derip devşirdiğin lâf yığınından meydana gelen mektubunu aldım. Zorlamaca süslü lâflarla dolu. Anlaşılıyor ki doğru yolu görecek gözün, seni doğru yola götürecek bir kılavuzun yok. Kendi dileğine uymuşsun, sapıklığa düşmüşsün.
Osman hakkındaki hâlinı, bey'ati bozdu sanıyorsun. Hâlbuki ben Muhâcirler arasında bir tek kişiyim. Onlar kadar ben de geyret ettim, onlar gibi ben de geri döndüm. Bil ki Allah onları sapıklıkta toplamaz, onları gözsüz bırakmaz. Ben güç kuvvet sahibi bir âmir değildim ki olaylardan sorumlu olayım, ne de onu öldürdüm ki kısastan korkayım.
Şamlıların Hicazlılara hâkim olduğuna dâir olan sözüne karşı derim ki:
Şam'da Kureyş boyuna mensup olanlardan danışılacak, hâlifeliğe lâyık olacak bir kişiyi gösterebilsen bile Muhâcirlerle Ansar, bu dâvanı yalanlamaya, inkâr etmeye hazırdır, hâlifeliğe lâyık olan da işte burda seni beklemektedir.
Osman’ın kaatillerini gönder diye ettiğin teklifle senin ne münâsebetin var? Onun evlâdı burda ve bu dâvada senden daha haklı. Osman’ın kanım istemekte onlardan kuvvetli olduğunu sanıyorsan önce bey'at et, hükmettiklerini bana itâat ettir.
Şamlılarla Basralıların ve seninle Talha ve Zübeyr'in arasında hiçbir fark yok. Umumî bey'atten sonra bu hususta gecikme doğru değildir ve insanların hayırlıları bundan kaçınmaz.
Allah, kendisine ve soyuna rahmetler etsin. Rasûlullah'a olan yakınlığımı, ilk Müslüman oluşumu tasdiyk ediyorsun, fakat bunları da inkâr edebilseydin inkâr ederdin."
(Nehc'ül-Belâga, 2, 161-162.)

Bunun üzerine Muâviye şu mektubu yolladı:
"Ebû-Süfyân oğlu Müâviye'den Ebû-Tâlib oğlu Ali'ye:
Esenlik sana: Gerçekten de kendisinden başka tapacak bir var, bir varlık olmayan Allahım, sana hamd ederim. Sonra Allah, bilgisiyle MuhaMMed'i, kulları arasından seçti, onu vahyine emin etti, halkına elçi olarak gönderdi. Müslümanlardan, ona yardımcılar ihsân etti, onlarla onu kuvvetlendirdi. Onların Allah indindeki dereceleri, Müslümanlıktaki üstünlükleri kadardır. Onların üstünü ve Allah'la Peygamber'i yanında en şereflisi, Peygamber'den sonra hâlifesidir. Ondan sonra hâlifesinin hâlifesidir.
Ondan sonra da üçüncü hâlife olan, zulme uğramış bulunan Osman'dır.
Sen bunların hepsine hased ettin, hepsine isyanda bulundun. Bunu, öfkeyle göz ucuyla bakışından, dargın sözlerinden, hiddetle solumandan, hâlifeler zamanında onlarla görüşüp kanşmamandan bildik, anladık. Sen onlara, isteyerek değil, devenin zorla boyun uzâtışı gibi zorla boyun verdin, bey'at ettin. Yalnız hepsinden ziyâde amcanın oğlu Osman'a hased ettin, hâlbuki yakınlık Bakımından hepsinden ziyâde ona sen, bunu yapmıyacaktın.
Yakınlığı inkâr ettin, iyiliklerini kötüledin, halkı aleyhine kışkırttın, nihâyet deve çobanları ona saldırdılar. Rasûlullah’ın haremine silâh çekip üstüne hücûm ettiler. Seninle birlikte oturduğu mahallede, feryâdını duyduğun hâlde sözle, işle ona yardımda bulunmadın. Dosdoğru and içerim ki insanları men'etseydin “Osman'a yardım etmedi” diye seni hiç kimse töhmet altına almazdı. Bu men'ediş şöyle dursun, sen Osman'ın kaatillerini yanına aldın, kendine yardımcı edindin.
Osman'ın kanından uzağım diyorsun, doğru söylüyorsan kaatillerini bize gönder, onları öldürelim; biz de halkın sana uymasını temine çalışalım. Yoksa seninle ve yanındakilerle aramızda ancak kılıç vardır; kendisinden başka tapacak bir kimse bulunmayan Allah'a and olsun ki ya Osman'ı öldürenleri dağlarda, çöllerde, denizde, karada, nerde olurlarsa olsunlar, bulup öldüreceğiz, yahut da ruhlarımız Tanrı'ya ulaşır vesselâm."
(Nec'ül-Belâga, 2, 219.)

Bu mektubu Ebû-Müslim'ül-Havlânı getirdi. Hz. Ali, bu mektuba şu cevâbı yolladı:

"Allah kulu, Mü’minler Emiri Ali'den Ebû-Süfyân oğlu Muâviye'ye:
Ebû-Müslim'ül-Havlâni ile gönderdiğin mektubu aldım, Allah kendisine ve soyuna rahmet etsin. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'ı anmada, Allah'ın onunla doğru yolu gösterdiğini, insanları doğru yola götürdüğünü söylemedesin. Hamdolsun Allah'a ki vaadını gerçekledi, ona yardım etti de kuvvetlendirdi.
Kavminden olup ona düşmanlık edenlere, peygamberliğini tanımayanlara, onu ve arkadaşlarını memleketinden çıkarmaya kalkışanlara, işi güçleştirip bozmaya çalışanlara karşı Allah, şehirleri O'na ihsân etti; sonucu, onların rağmine Allah’ın dini yüceldi, yayıldı.
İnsanlar arasında O'na en fazla düşmanlık edenler, O'nun kavmiydi, sonra yakınlık cihetiyle kademe kademe O'na düşmanlık edenler oldu, ancak Allah’ın koruduğu kişiler başka.
Ulu Allah’ın, Müslümanlardan O'na yardımcılar ihsân ettiğini, O'nu, onlarla kuvvetlendirdiğini, Allah indinde onların derecelerinin, Müslümanlıktaki üstünlükleri kadar bulunduğunu söylüyor, en üstünlerinin de O'nun hâlifesi ve hâlifesinin hâlifesi olduğunu sanıyorsun. Ömrüme and olsun ki onların Müslümanlıktaki dereceleri pek büyüktür. Müslümanlığın, onların yokluğuyla uğradığı elem pek çetindir. Allah onlara rahmet etsin, onları yarlıgasın.
Üstünlükte, Osman'ın onlardan sonra geldiğini yazıyorsun. Osman iyiyse Allah ona ihsanda bulunur, suçluysa yarlıgar.
Ömrüme and olsun ki eğer insanların dereceleri, Müslümanlıktaki üstünlükleri ve Rasûlullah'a fazla öğüt vereniyse bunda bizim payımız daha fazladır. Çünkü Tanrı o'na ve soyuna rahmet etsin, MuhaMMed, halkı Alllah'a inanmaya ve o'nu tek tanımaya çağırdığı zaman biz Ehl-i Beyt, O'na ilk inananlarız. O'nu ilk gerçekleyen biziz. O sıralarda yer yüzünde Allah'a ibâdet eden yalnız bizdik.
Kavmimiz, Peygamberini öldürmek, bizi kökümüzden yok etmek istedikleri, bizimle alış verişi kestikleri, bize eziyetler ettikleri zaman kılıçlarımızla onları biz defettik. Sonra Allah, Peygamberine Mekke'den göçmesini emretti, göçtü, biz de göçtük.
Müşriklerle savaştık, onun sahâbesi bile biz Ehl-i Beytin kılıçlarımızla korundu. Bedir'de bizden Ebû-Ubeyde, Uhud'da Hamza, Mûte'de Ca'fer'le Zeyd şehid oldu.
Diğer Muhâcirlerin de hayırları çoktur, Allah onlara da iyiliklerine karşılık ecirler vermiştir.
Hâlifelere hased ettiğimi, onlarla görüşüp konuşmadığımı, isyân ettiğimi söylüyorsun. İsyân etmekten Allah'a sığınırım; fakat onlarla uzlaşmadığım ve istemiyerek onlara bey'at ettiğim husûsunda da insanlara özür getirmeye lüzum görmem.
Allah, Peygamberinin rûhunu kabzedince Kureyş, emir bizden olacak, Ansar da bizden olacak dedi. Kureyş, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) bizdendir, bu bakımdan emir olmaya bizim daha fazla hakkımız var dediler. Ansar bunu anlayınca hakkı teslim ettiler. Onlar, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'e yakınlık dolayısıyle Ansardan üstünse biz, onlardan daha üstünüz. Yok, iş böyle değilse Ansar, Arabın çoğunluğudur, onların da bu işte payı olmalıydı. Hâsılı olan oldu, ben hakkımı terk ettim, Allah da onların kusurlarından geçsin.
Osman'a ait sözlerine gelince: Osman'ın yaptığını da bilirsin, halkın ona yaptığını da. Gene benim, ona hiçbir şey yapmadığımı sen iyiden iyiye bilirsin ama gene de bana iftirâdan çekinmez, sözler örer, lâflar dokursun.
Osman'ın kaatillerini sana teslim etmemi istiyorsun. Sen de bilirsin ki buna imkân yok. Ancak şunu da bil ki, bu azgınlığından vazgeçmezsen ömrüme and olsun yakında sana gösterirler, karada, denizde, ovada, dağda seni mutlaka bulurlar.
Ebû-Bekr hâlife olunca baban bana gelmişti de “MuhaMMed'in yerine sen daha lâyıksın, uzât elini, sana bey'at edeyim” demişti. Ben kabûl etmedim. Babanın bu sözünü sen de bilirsin, hattâ bu sözle ne yapmak istediğini de bilirsin. Ben, insanların küfre yakın bir zamanında Müslümanların arasını bozmamak için bundan çekinmiştim. Baban, benim hakkımı senden iyi biliyordu. Sen de bilmez değilsin ama bilmezlikten gelirsen aleyhine girişeceğim savaşta Allah'tan yardım isterim vesselâm."
(Nehc'ül-Belâga, 2, s. 219-220.)

Bundan sonra Muâviye Hz. Ali'ye şu mektubu gönderdi:
"Ya Ali, sen arkadaşını öldürdün, öldürenlere yardımda bulundun. Tanrı'ya and olsun, seni öylesine bir ateşle yakacağım ki onu ne yel söndürür, ne su. Düştüğü yeri deler, dediliğini yakar. Beni gaybden haber verenlerden sanma."

Hz. Ali de ona şu cevâbı göndermişti:
"Allah'a and olsun, amcanın oğlunu senden başka kimse öldürmemiştir, gerçek kaatil sensin. Osman'a karşı giriştiğin hareket yüzünden senin de ona ulaşacağını umarım. Babanla yakınlarını öldürdüğüm kılıç yanımda. Ne bir suç işledim, ne de inandığım Peygamber'i değiştirdim. Ben, bugün dileyerek bıraktığın, vaktiyle istemiyerek girdiğin hidâyet yolundayım."

Hz. Ali'nin bu mektublardan başka Muâviye'ye yazdığı mektubların tercümelerini veriyoruz:
"Sen, dünya ziynetleriyle bezendin, lezzetleriyle aldandın. Dünya seni çağırdı, koştun. Seni sürüp götürdü, gittin. Emretti sana, itâat ettin ona. Dünyânın süslü elbiselerini soyununca ne yapacaksın?
Sanırım ki kurtuluşu olmayan helâk yoluna gitmedesin. Bırak bu işi, sorudan hesaptan kork. Uğradığın hâli terk et, isyân edenlere baş olma. Aksi takdirde gaflet ettiğin, bilmek istemediğin şeyi sana bildiririm. Şeytan sana hâkim olmuş, dilediğini yaptırmada, canında, kanında dolaşıp durmada.
Ey Muâviye, senin ne geçmişte, ne şimdi, hiçbir yüceliğin yokken sen nerdesin, halka baş olmak, iş başına geçnıek nerde? Allah'a sığınırım azgınlığa düşmekten. Sana da, dâima umduğuna aldanıp gurura düşmekten ve gizli, açık, ayrılığa uymaktan çekinmeni tavsiye ederim.
Beni savaşa çağırıyorsun; pekâlâ. Yalnız halkı bırak, iki taraf da kanlarından, canlarından emin olsunlar. Tek başına bana karşı çık da hangimizin yüreğinde korku var, belli olsun.
Ben, ananın atasını, dayını ve kardeşini Bedir savaşında öldüren Ebü'l-Hasan'ım; o kılıç, gene bende, yanımda. Bu yürekle düşmanıma karşı durmadayım. Ne dinimi değiştirdim, ne Peygamberimi. Ben, sizin dileyerek vazgeçtiğiniz, vaktiyle de zorla girdiğiniz hidâyet yolundayım."
(Nehc'ül-Belâga, 2, s. 220.)
"Bundan sonra mektubun geldi. Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Allah’ın, dinini tebliğ için MuhaMMed'i seçtiğini, sahabeyle onu kuvvetlendirdiğini anıyorsun. Bu sözlerine şaştım, Allah’ın bize lûtfettiğini, Peygamberiyle bizi nimetlendirdiğini söylemen, Bahreyn'deki hurmalığı bol Hecer şehrine hurma götürmeye, yahut ok atan nişancıya atış öğretmeye benzer.
Falanın, filânın şerefinden bahsediyorsun. Üstün olanla, olmayanla, başlık edenle, emre uyanla senin ne işin var? Esirken âzâd edilenlerle tutsak oğullarına, ilk Muhacirlerin derecelerini tesbît etmek, üstünlüklerini tâyin eylemek düşmez. Bu, onlardan olmayan birisisin, onlarla övünmesidir. Sen haddini bil be adam!.

Sen çöllerde dönüp dolaşan, doğru yoldan sapıp giden birisin. Görmez misin, Allah nimetini anarak söyliyeyim; Muhâcirlerden olup Allah yolunda savaşanların her birinin Allah indinde üstünlüğü var. Şehidimiz dünyâdan göçünce şehidler ulusu dendi ve Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Rasûlullah, onun namazını yetmiş tekbirle kıldı.
(Hz. Peygamber'in amcası Abdül-Muttalib oğlu Hamza.)
"Görmez misin, bu kavmin Allah yolunda elleri kesildi. Hepsinin de üstünlüğü var, evet, birimizin elleri kesildi, hakkında cennette uçuyor dendi, iki kanatlı diye anıldı.” (Hz. Ali'nin kardeşi Ca'fer.)
Allah, bir kişinin kendisini övmesini nehy etmemiş olsaydı bu hususta da üstünlükler söylerdim; fakat inananların yürekleri bunu tanır, bilir, duyanlar inkâr etmez.
Şüphe yok ki biz, Allah’ın yarattığı kullarız, insanlar, bizim için yaratılmıştır. Amma sen diyeceksin ki hepimiz insanız. İyi ama bu birlik nasıl olabilir ki Peygamber bizden; yalanlayan sizden.
(Ebu-Cehl.)
Allah Arslanı bizden (Hz. Hamza.)
Peygamber'i yok etmek için and içenlerin arslanı sizden (Ebû-Süfyan.)
Cennet gençlerinin uluları bizden (Hz. Hasan, Hz. Huseyn)
Cehennem ehlinin kız çocuğu sizden (Mervan’ın evlâdı.)

Dünyâ kadınlarının ulusu bizden, (Hz. Fâtıma.)
Odun hammalı kadın sizden, (Muâviye'nin halası ve Ebû-Leheb'in karısı Ümmü-Cemil.)
Aramızda buna benzer daha çok fark var.
Müslümanlığımız duyulmuştur, önceki üstünlüğümüz reddedilmemiştir. Allah’ın kitâbı, hâlimizi anlatırken
:

وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَئِكَ مِنكُمْ وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve ûlû’l- erhâmi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh (kitâbillâhi), innallâhe bi kulli şey'in alîm (alîmun).: Bundan sonra iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar sizdendir. Akrabalar (mirasta) Allah'ın Kitabına göre, birbirlerine (mirasta) önceliklidir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.” (Enfâl 8/75)

Ve;
إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir.” (Âl-i İmrân 3/68)

Bizim önce, Peygamber'e yakınlığımız var, sonra da itâatimiz var. Muhâcirler, Sakıyfe günü, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Rasûlullah'a yakın olduklarını söyliyerek delil getirdiler. Bu, böyleyse hak bizdedir, değilse Ansar da dâvasında haklıdır.
Bütün hâlifelere hased ettiğimi, hepsine karşı aleyhte bir durum aldığımı söylüyorsun. Doğruysa suç sana ait değil, ben de bundan dolayı sana özür serdedecek değilim.
Deve gibi zorla bey'ate sürüklendiğimi söylüyorsun ama senin bu işte hiç bir hakkın yok. Sonra Osman işini ortaya sürüyorsun. Bir bakalım, hangimiz ona daha fazla düşmanlıkta bulunduk? Ona yardım eden mi, yoksa bırakıp giden mi? O sizden yardım istedi, aldırmadınız bile. “Gelin bana!” dedi, gelen olmadı gitti.
Ne desem fayda verir bilmem. Ancak ben, halkın arasını bulmak, gücüm yettikçe onları düzene sokmak isterim, başarım ancak Allah'a dayanmakladır ve O'na dayandım ben.
“Benimle ve yanımdakilerle aramızı ancak kılıç düzene kor” demişsin. Bu sözlerle beni ağlarken güldürdün. Abdül-Muttalib oğullarının düşmana karşı varmakta geciktiği ne vakit görülmüştür, kılıçla korkutuldukları ne zaman duyulmuştur? Büyük bir orduyla geliyorum, yanımda da Muhâcirlerle, Ansar ve hayırda onlara uyanlar var. Hepsi de kefenlerini giyinmişler, Rablerine ulaşmayı istiyorlar. Hepsi de Bedir Savaşında bulunanların soyu. Kardeşinin, dayının, Atanın, soyunun sopunun öldürülüşünde Hâşimoğulları kılıçını da bilirsin sen:


إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Rabbinin katında “belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış” olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir.” (Hûd 11/83)

Hz. Ali'nin Muâviye'ye yazdığı daha birçok mektub var. Hepsinde de delilerle üstünlüğünü söylemede. Hepsinde de Müslümanlar arasında kan dökülmemesini istediği açıkça anlaşılmada.
Bu mektub Ebû-Müslim'il-Havlâni'nin mektubuna verilen cevâbım diğer bir rivâyetidir.
(Nehc'ül-Belâga, 2, 237-238)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

SIFFIN SAVAŞI:

En az yetmiş bin, en çok yüz on bin kişinin ölümüyle sonuçlanan bu savaşta Mes'ûdi'ye göre Hz. Ali'nin ordusu doksan bin, Muâviye'nin ordusu seksen beş bin kişiden meydana gelmişti.

CERİR 'İN DÖNÜŞÜ:

Cerir, Şam'da dört ay kalmıştı. Muâviye, sonunda, uzlaşmaya râzı olmadığına dâir bir mektubla Cerir'i Hz. Ali'ye gönderdi.
Cerir, Hz. Ali'ye ulaşınca Eşter: “Ey Mü'minler Emiri! Muâviye'ye beni gönderseydin daha hayırlı olurdu; bu adam gitti; orda eğlenip kadlı, Muâviye'ye vakit kazandırdı.” dedi.
Cerir: “And olsun Allah'a dedi, eğer sen gitseydin seni mutlaka öldürürlerdi; çünkü seni de Osman'ın kaatillerinden sanıyorlar.” dedi.
Eşter: “Vallâhi dedi, yeryüzünde diri olarak gezip yürümen lâyık değil. Gittin, orda eğlendin, onlara fırsat verdin. Mü'minlerin Emiri, senin hakkında benim re'yimi kabûl etseydi seni de, senin gibileri de hapse atar, bu işin sonu gelinceye, Allah zâlimleri helâk edinceyedek ordan çıkarmazdı.” dedi.
Cerir, kızgın bir halde kalkıp gitti. Fakat Eşter'den korktuğu için bâzı adamlarıyle kaçıp Muâviye'ye sığındı. Hz. Ali bunu duyunca onun ve onunla beraber kaçanların evlerini yıktırdı, eşyalarını yaktırdı.
Cerir'in Hz. Ali'ye bu tarzda gelişi, artık uzlaşma imkânının kalmadığını kesin olarak göstermişti.
Bunun üzerine Hz. Ali, Hicretin otuz altıncı yılı Recebi'nin on ikinci günü Basra'dan Kufe'ye hareket etti. (07.01.656) me’murlara mektublar gönderdi. Kays oğlu Ahnef, Kudâme oğlu Câriye, Bedr oğlu Hârise, Cebele oğlu Zeyd, Dubay'a oğlu A'yen, Hz. Ali'nin emriyle Kûfe'ye geldiler.
Ahnef, Ey Mü'minler Emiri dedi, müsâade edersen mensup olduğum boyu da çağırayım. Hz. Ali müsâade verdi. Ahnef Sa'd oğullarına bir mektub yazdı. Onlar mektubu alınca hemen hareket edip Kûfe'ye geldiler.

Hz. Ali, Şam'a hareketi kararlaştırınca tedârike başladı. Mes'ûdi'ye göre Hz. Ali'nin mâiyyetinde Bedir savaşında bulunan sahâbeden seksen yedi kişi vardı. Bunların on yedi tanesi Muhâcirlerdendi, yetmiş tanesi Ansardan. Râzılık ağacının dibinde Hz. Peygamber'e bey'at edenlerden dokuz yüz kişi de mâiyyetindeydi. Ordusunda sahâbeden iki bin sekiz yüz kişi vardı.

Hz. Ali, kendisine tâbi olanları toplayıp bir hutbe okudu, Allah'a hamdettikten sonra dedi ki: "Gerçekten de sizin re'yiniz kutludur, hilim sâhibisiniz, sözünüz doğrudur, işiniz mübârektir. Düşmanımıza ve düşmanınıza karşı hareket etmeyi kararlaştırdık, bu hususta flkriniz nedir?"
Ebû-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Hâşim ayağa kalktı, Tanrı'yı övdü, sonra şu sözleri söyledi: "Ey Mü'minler Emiri, biz öyle bir kavimle karşı karşıya gelmişiz ki onlar sana ve taraftarlarına düşmandır kim dünyâyı diliyorsa onların dostu. Onlar, seninle savaşmada. Onlar ancak hileye baş vurup Osman’ın kanını istiyorlar, fakat yalan söylüyorlar. Onlar ancak dünyâyı istemekteler. Bizimle onlara karşı hareket et. Gerçeği kabûl ederlerse ne âlâ, etmezlerse gerçekten sonra ancak sapıklık vardır. İtâat etmezlerse onlarla savaşırız. Zâten itâat etmiyeceklerini, bey'ate girmiyeceklerini sanıyorum."
Yâsir oğlu Ammâr ayağa kalktı, Tanrı'yı övdü, dedi ki: "Ey Mü'minler Emiri, mümkünse bir gün bile durm a, bizimle beraber hemen harekete gee, suçluların ateşi alevlenmeden, dileklerinde bir birlik meydana gelmeden üstlerine varalım. Onları gerçeğe çağır. Kabul ederlerse kutluluğa kavuşurlar, kabûl etmezlerse savaşırız. Onların kamm dökmek, onlarla savaşmak Allah'a yaklaşmaktır, bu Allah’ı n bir lûtfudur bize."

Ammar'dan sonra Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu Kays ayağa kalktı. Tanrı'ya hamdetti, sonra: “Ey Mü'minler Emiri dedi. Beraberce düşmammıza gidelim. And olsun Allah'a, onlarla savaşmak, bence müşriklerle savaşmaktan daha güzel, daha sevgili, çünkü onlar, Allah dostlarını aşağılattılar. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in sahâbesinden olan Muhâcirlerle Ansarı ve iyilikte onlara uyanları zelîl ettiler. Birisine kızdılar mı hapse atıyorlar, dövüyorlar, sürüyorlar, bunu helâl sayıyorlar."
Huneyf oğlu Sehl,:"Ey Mü'minler Emiri dedi: Biz seninle sulh edenle sulh ederiz, harp edenle harp ederiz. Re'yimiz senin re'yin. Sana hiç bir sûretle muhalefette bulunmayız. Bizi çağırdın mı icâbet ederiz, emrettin mi itâat ederiz."

Hz. Ali, Kûfelileri mescide toplayıp onları savaşa teşvik etti. Sıffıyn'e hareket etmelerini buyurdu: “Yürüyün dedi, sünnet ve Kur’ân düşmanlarına, yürüyün Ahzâbın arda kalanlarına yürüyün Muhâcirlerle Ansarın kaatillerine.”

(Bölükler anlamma gelen "ahzâb" sözü, Handak savaşmda, Medine'yi zaptedip Müslümanlığı yok etmeye gelen Arap boylarına verilen addır.)

Bu sırada Fezâre oğullarından Erbed adli birisi ayağa kalktı: “Bize, Şamlı kardeşlerimizle vuruşup onları öldürmemizi mi emrediyorsun? Hani Basralı kardeşlerimize karşı da götürdün, onları da öldürttün. Allah göstermesin, bu işi yapmayacağız!” dedi.
Bu sözü duyan Eşter, derhal ayağa kalkıp: “Kim bu herif!.” diye bağırdı. Erbed, Eşter'i görür görmez ödü koptu, kaçmaya başladı. Halk peşine düştü. At pazarında adamı yakaladılar, vura vura, tekmeleye tekmeleye linç ettiler.
Hz. Ali, bu sırada mesciddeydi. O adamı öldürdüler diye haber verdiler. Kim öldürdü diye sordu. Hemdan kabilesi ve bir bölük halk dediler. Öldüren belli olmadığı için vârislerine, "beyt'ül-mâl"den, yâni devlet hazinesinden diyetini verdi.
Eşter ayağa kalkıp: “Ey Mü'minler Emiri dedi, şu kötü kişinin hareketi seni sıkmasın, sana yardımda ihmâl göstereceğimizi sarıma. Şu gördüklerinin hepsi de senin taraftarındır. Kendilerini sana fedâ etmeye hazırdır, senden sonra yaşamayı sevmezler. Dilersen bizimle beraber düşmanına yürü. And olsun Allah'a, ölümden korkmak adamı ölümden kurtarmaz. Yaşayışı sevmek, adamı yaşatmaz. Olmayacak dileklerle yaşayan, kötü kişidir ancak. Gerçekten de biz, Rabbimizden apaydın bir delile sâhibiz, biliyoruz ki insan, ancak eceli gelince ölür. Bu toplulukla nasıl olur da savaşmayız ki onlar, Mü'minler Emirinin söylediği gibi doğru yoldan sapmışlardır. Onların bir kısmı, inananların aleyhine harekete geçmiştir. Yeryüzü, onların yaptıkları işlerle karanlıklara düşmüştür.”
Hz. Ali, bu sözleri duyunca: “Yol bir, insanlar, gerçekte aynı fikirdedir; kim halka öğüt verirse, halkın iyiliğine çalışırsa ecrini bulur.” dedi.
Bu sırada Hâtem'üt-Tâi oğlu Adiyy ayağa kalkıp dedi ki: “Ey Mü'minler Emiri, ne dediysen bilgiyle dedin, halkı ancak gerçeğe çağırdın, doğru yola gitmeyi emrettin.” dedi.
Husayn'üt-Tâi oğlu Zeyd: “Vallahi dedi, bizimle muhâlefette bulunanların savaşına gitmekte bir şüphemiz olsaydı, niyetimiz gerçek olmazdı. Müslümanlıkta kalbleri kararıp katılaşanlarla, zulme yardım edenlerle, cevir ve düşmanlık yapısını kuranlarla savaşmakta hiç şüphemiz yok. Onlar ne Muhâcirlerden, ne Ansardan, hattâ ne de iyilikte onlara uyanlardan.” dedi.
Varkaa'ül-Huzai oğlu Budeyl oğlu Abdullah: “Ey Mü'minler Emiri, eğer bu kavim Allah'ı dileseydi, yaptıklarını Allah için yapsalardı, biz onlara karşı durmazdık. Fakat onlar iyilikten kaçmak, kötülüğe bağlarımak, ellerinde bulunan dünyâlıklarını elden çıkarmamak, gönüllerindeki kini gütmek için savaşıyorlar. Ey Mü'minler Emiri, onlara sen öyle işler yaptın ki unutmalarına imkân yok.” dedi.
Sonra halka dönüp: “Muâviye, Ali'ye nasıl bey'at eder ki, Ali, onun kardeşi Hanzala'yı, dayısı Velidi, ceddi Utbe'yi bir günde öldürdü. Vallâhi onların üstüne varmadan, kılıçlarımızı kafa taslarına vurmadan, başlarını ezmeden bu iş düzelmez.” dedi.
Bu söz üzerine Hamık oğlu Amr: “And olsun Allah'a ey Mü'minlerin Emiri, ben, seninle benim aramda yakınlık var diye, yahut senden bir mal, bir mevki elde ederim diye bey'at etmedim sana. Sana ancak beş şeyden dolayı bey"at ettim, seni bu yüzden sevdim. Sen, Rasûlullah’ı n amcası nın oğlusun. O'na ilk inanansın. Bu ümmetin kadınlarının ulusu ve MuhaMMed'in kızı Fâtıma'nın zevcisin. Aramızda, Rasûlullah'tan kalan zürriyetin atasısın. Savaşta, Muhâcirlerden ulu bir ersin. Dostunu kuvvetlendirmek, düşmanını altetmek için bana koskoca dağları yerinden kaldırmamı, uçsuz bucaksız denizlerin sularını çekmemi emretsen tereddüt etmem, yaparım. Fakat bütün bunları yapsam bile gene üstümdeki hakkımı ödemiş saymam kendimi” dedi.
Hz. Ali: “Allâhım dedi, temizlikle sen kalbini nurlandır bunun. Sen ona doğru yolunda yürümeye başarı ver.” dedi.
Sonra şu sözleri de sözlerine ekledi: “Keşke askerimin arasında senin gibi yüz kişi olsaydı.”
Hz. Ali'nin adamlarından daha birçokları, sadâkatlerini sözleriyle, özleriyle belirttiler
.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Kays oğlu Yezid: “Ey Mü'minler Emiri dedi, hazırlığımız tamam, kuvvetimiz yerinde, içimizde ürkek, hasta, zayıf kişi yok. Tellâllara emret, ordu Nuhayle'de toplarısın.” dedi.
Bu sıralarda Hz. Ali'nin huzurundan çıkan Adiyy oğlu Hucr'la Hamık oğlu Amr'ın, Şamlılara lânet etmekte olduğunu haber verdiler. Hz. Ali, ikisini çağırıp “bu işi bırakın” dedi. Onlar, “peki, biz haksız mıyız, hak bizde değil mi?” dediler.
Hz Ali, "Evet" dedi, "Biz haklıyız, fakat lânet edici, sövüp sayıcı olmanız, hoşuma gitmiyor. Yaptıkları kötülükleri söylerseniz daha doğru söz söylemiş olursunuz. Onlara lânet edeceğinize “Yârabbi deyin, bizim de, onların da kanlarını döktürme; aramızı bul, onları sapıklıklarından vazgeçir de doğru yolu buldur.” Bu sözler, bana daha sevimlidir, sizin için de daha hayırlıdır." dedi.
Her ikisi de: “Ey Mü'minler Emiri dediler, öğütünü kabûl ettik, edebinle edeplendik.” dediler.

Bu sırada Mu'temm'ül-Absı oğlu Abdullah'la Rabîat'üt-Temimi oğlu Hanzala, Hz. Ali'nin yanına geldiler. Temimi, hemen harekete geçme, otur, Muâviye'ye bir mektub daha gönder, acele etme; çünkü iki taraf karşılaşınca hangi taraf üst olacak, hangi taraf alt olacak, bence belli değil dedi. Öbürü de bu çeşit lâflar etti.
Hz. Ali, muzaffer olsalar da, mağlûb olsalar da alt olmak, âsilerin sonucudur. Fakat and olsun Allah'a ben zâten ara bulmayı istiyorum dedi.
Kays'ür-Riyâhı oğlu Mı'kal bunlar öğüt verir görünüyorlar, fakat hile yapıyorlar, çekin bunlardan dedi. Habib oğlu Mâlik, bu Hanzala'nın Muâviye'yle mektublaştığını duydum, onu bize teslim et, savaşın sonuna dek hapsedelim dedi. Mektublaştığını duyan iki kişi daha aynı tarzda sözler söyledi.
Hz. Ali, onlara, Vazgeçin bu işten dedi. Sonra ikisine dönüp dedi ki: “Sizinle benim aramda Allah var, Gidin, ne isterseniz onu yapın.
Mu'tem oğlu, sonradan, mensuplarından onbir kişiyle Şam'a gidip Muâviye'ye uydu.
Hanzala, sâhâbedendi. Hz. Ali, ona birisini yollayıp: “benimle misin, aleyhimde misin?” diye sordu. O: “ne aleyhindeyim, ne de sana tâbiim!” diye haber gönderdi. Sonradan boyundan yirmi üç kişiyle Muâviye'ye kaçtı, fakat savaşa katılmadı..

Hz. Ali, Müslümanlar arasında kan dökülmemesini sağlamak ümidiyle Muâviye'ye bir mektub daha gönderdi. Mektub şuydu:
"Rahmân ve Rahim Allah adıyla.
Mü'minler Emiri, Allah'ın kulu Ali'den Muâviye'ye ve kureyş boyundan olup yanında bulunanlara:
Esenlik size. Ben, gerçekten de, kendisinden başka tapacak bulunmayan Allah'a hamdederim. Şüphe yok ki Allah’ı n kulları vardır, indirdiği kitaba inanırlar, mânâsını yararlar, dinde hüküm çıkarmak kudretini elde ederler. Allah, hüküm ve hikmetle dolu olan Kur'ân'ında bunların üstünlüğünü apaçık bildirmiştir.
Size gelince, önceleri Rasûlullah'a düşmandınız, Kitâbı yalanlıyordunuz. Müslümanlarla savaşa girişmiştiniz. Onlardan bulduğunuzu hapsediyorsunuz, işkenceler yapıyordunuz, yahut da öldürüyordunuz. Sonucu Allah, dinini yüceltmek, Peygamberini üstetmek diledi. Arap, bölük-bölük onun dinine girdi. Bu ümmet, istiyerek, istemiyerek Müslüman oldu.
İlk Müslüman olanların, Medine'ye göçenlerin elbette diğerlerine üstünlüğü var. Onların üstünlüğüne sâhip olmayanların, onların ehil oldukları işte onlarla kavgaya girişmeleri yaraşmaz, doğru bir şey değildir bu.
Sonra şu da mâlûmdur ki bu ümmete emretme husûsunda, eskiden de, şimdi de, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Rasûlullah'a en yakın olandan, kitâbı en iyi bilenden, dinde en doğuı hükmedenden, ilk Müslüman olandan, savaşta en üst bulunandan, halkın işlerini en fazla yüklenenden daha ileriye hiç kimse geçemez, herkesten ziyâde hükmetme salâhiyetine, o lâyıktır.
Sonucu dönüp gideceğiniz Allah'tan korkun, çekının, hakkı bâtılla örtmeyin, gerçeği bile-bile gizlemeyin. Bilin ki Allah kullarının en hayırlıları kendilerine lûtfedilen şeyi kabûl edip onunla amel edenleridir; en kötüleri de bilgisizliklerinden, bilginlerle çekişen bilgisizlerdir. Bilginin, bilgisi yüzünden câhile üstünlüğü vardır. Câhilse ancak bilgisi olmadığından bilginle çekişir durur.
Ben sizi Allâh'ın kitâbına, Peygamberinin sünnetine ve şu ümmetin kanını dökmemeye çağırıyorum. Kabûl ederseniz doğru yolu bulursunuz; kabûl etmezseniz şu ümmetin arasını açarsınız, aykırılıklar meydana getirmiş olursunuz ve ancak Allah'tan uzaklaşırsınız vesselâm."


Muâviye, bu mektuba: "Onunla benim aramda beline vurmaktan, başını kesmekten başka bir söz kalmamıştır!" meâlinde bir beyitle cevâb verdi.

Hz. Ali, bu cevâbı alınca: "Şüphe yok ki sen sevdiğini doğru yola götüremezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola götürür!" meâlindeki âyet-i kerime'yi okudu.
Hz. Ali, harekete karar verince vâlilerine, askerle kendisine ulaşmalarını, yerlerine de inandıkları, güvendikleri adamları bırakmalarını emretti. Isfahan ve Hemedân'da vâli bulunan Muhnef, kavminden iki kişiyi yerine bırakıp geldi. Basra Vâlisi Abbâs oğlu Abdullah'a gönderilen emirnâmede: "Olayı anlat, afvımı hatırlat, cihâda teşvik et, cihaddaki sevâbı bildir, askerinle gel!" diyordu.
Abdullah, Mescidde mektubu okuyup dedi ki: "Ey insanlar, imâmımızın emrine uyup yürüyün. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilin ki gerçekten ayrılanlarla savaşacaksınız. Doğruluğu emreden, kötülükten nehyeden ve Peygamberinizin amcası nın oğlu olup gerçekle hükmeyleyen, hiçbir kötü kişiye karşı müdâhenede bulunmayan, Allah yolunda kınarımadan korkmayan imâma uyacak, kitâbın hükmünü bilmeyenlere karşı duracaksımz!."
Kays oglu Ahnef, yerinden kalkıp: "Evet" dedi, "And olsun Allah'a, emrine icâbet edeceğiz ve seninle beraber hareket edip güçlükte, kolaylıkta, iyilikte, kötülükte ona uyacağız ve bu hareketimizle de hayır işlemiş olacağız. Allah'tan pek büyük bir sevap umacağız."
Hâlid isminde birisi: "Duyduk dedi ve itâat ettik. Nereye çağırırsanız varacağız."
Mercûmoğlu Amr: "Allah Mü'minler Emirine başarılar versin ve onun çevresinde, Müslümanları birleştirsin, gerçekten ayrılanlara lânet olsun. And olsun Allah'a onlarla savaşacağız!" dedi.
Halk emre uydu. Abdullah, Ebül-Esved'üd-Düeli'yi yerine bıraktı, ordusuyla hareket edip Nuhayle'ye geldi.

Hz. Ali, Nuhayle'ye, hicretin otuz altıncı yılının Ramazan ayı sonlarında, yahut Şevval'in ilk günü gelmişti (22.3.657, yahut 23.3.657).
Ordu toplandıktan sonra Hz. Ali'nin adamlarından Nadr oğlu Ziyâd, yanında bulunan Budeyl oğlu Abdullah'a: "Bugünümüz" demişti, "Öyle bir gün ki yüreği sağlam, niyeti gerçek olandan başka kimsecikler böyle bir güne dayanamaz. And olsun Allah'a sanıyorum ki bizden de ancak işe yaramaz kişiler kalacak, onlardan da."
Abdullah: "Vallahi" demişti, "Ben de öyle sanıyorum."
Bu sözleri duyan Hz. Al: "Bu söz, hüzne düşenlerin sözü. Böyle şeyler söylemeyin, bu sözünüzü kimse duymasın. Allah kimi kulunun öldürülmesini, kimi kulunun da eceliyle ölmesini takdir etmiştir. Her gelen musibet Allah'ın takdiriyle gelir. Ne mutlu Allah yolunda savaşanlara ve ona itâat ederek şehid olanlara!" dedi.
Utbe oğlu Hâşim bu sözü duyunca dedi ki: “Ey Mü'minler Emiri, şu kalbleri körleşip kararan, katılaşıp taş kesilen, şu Allah kitâbını ardına atan, Allah’ı n kullarına kötülüklerde bulunan, harâm ettiğini helâl sayan, helâl ettiğini haram yapan kavme karşı yürüyelim. Şeytan onlara sâhib olmuş, saçma vaadlerde bulunmuş, olmayacak isteklere salmış onları. Böyle böyle de onları doğru yoldan saptırdı, kötülüğe sevketti. Dünyâyı onlara sevdirdi. Onlar dünyâyı elde etmek için savaşıyorlar, biz ise âhiret için savaşıyoruz.
Ey Mü'minler Emiri, sen insanların Rasûlullah'a en yakın olanısın, Müslümanlıkta en üstünüsün, ilk Müslüman olansın. Biz bunu nasıl biliyorsak onlar da biliyorlar. Fakat yüreklerinde kin var, zâlim bir kavim onlar. Ellerimiz, emrine karşı muti, kalblerimiz öğütlerinle ferah, yüreğimiz nûrunla aydın. Sana karşı durana karşı duracağız. And olsun Allah'a, senin bir düşmanına dost olsam, yahut bir dostuna düşmanlık etsem de bütün dünyâ benim olsa râzı değilim, böyle bir şey istemem!."

Hz. Ali bu sözlere pek memnûn oldu: "Allah’ı m" dedi, "Sen buna, yolunda şehid olmayı, Peygamberine arkadaş olmayı nasib et!."

Hz. Ali, halkı mescide toplayıp minbere çıktı, bir hutbe okudu, savaşa teşvik etti, dedi ki: "Bilin ki Allah Müslümanlığın iplerini sağlam, binâsını kuvvetli bir halde halketmiştir. Biz, nefsine zulmedenlere karşı, Allah izin verirse, hareket edeceğiz. Onlar, kendilerinin olmayan bir şeyi istiyorlar, elde edemiyecekleri bir şeyi elde etmek hevesine düşmüşler.
Muâviye ve askeri, isyan etmiş, azmış bir bölük, onları şeytan sevketmede, azdırmada.
İşe iyi sarılmanızı, Allah yolunda savaşmanızı, Allah izin verirse tezce üst olmayı Allah'tan beklemenizi emrediyorum."


Bundan sonra oğlu Hz. Hasan kalktı: "Allah" dedi, "Size o kadar nimetler vermiştir ki sayısı yoktur, ne övülebilir, ne anlatilabilir. Bilin ki bir topluluk, aynı fîkirde, aynı dilekte birleşti mi işler kuvvetlenir, bağları sağlamlaştırır. Düşmanınız Muâviye'ye ve ordusuna karşı koyun, savaşın. Zayıf olmayın. Mânevi zayıflık kalblerdeki niyeti bozar, kudreti kırar, Kılıçlara karşı koymak, göğüs germek, kudrettir, kurtuluştur. Dayanan topluluğu Allah yüceltir, aşağılık bir hâle gelmekten korur, doğru yola sevkeder."
Hz. Hasan'dan sonra kardeşi Hz. Huseyn kalktı: "Ey Kûfeliler" dedi, "Siz büyük, iyi dostlarsınız. Dininizin esaslarını diriltin. Düşmanlarınızla savaşın. Savaş acıdır, fakat üst olnrak tatlıdır. Savaşta dayanan yücelir, Allah sizin savaşınızla Müslümanların buliğini sağlayacaktır."

Bu sözler, orduyu galeyana getirdi. Herkes savaşa hazırlandı. Ancak bâzı kimseler, tereddüde düşmüşlerdi. Sahâbeden Mes'üd oğlu Abdullah'la içlerinde Ubeydet'üs-Selmani'nin de bulunduğu adamları, Hz. Aliye gelip, Ey Mü'minler Emiri dediler, biz de seninle beraber hareket edeceğiz, fakat orduna katılmayacağımız gibi başka bir kimseye de tâbi olmayacağız. Bir yana çekilip gideceğiz. Helâl olmayan bir şeyi hangi taraf yaparsa, yahut hangi tarafın gerçekten ayrıldığı bizce kesin olarak bilinirse o vakit o tarafın aleyhine yürüyeceğiz.
Gene Mes'ud oğlu Abdullah'ın adamlarından Has'am oğlu Rabi', Hz. Ali'ye gelip: "Ey Mü'minler Emiri" dedi, "Senin üstünlüğünü bilmekle beraber bu savaşa girişmenin, namaz kılanlarla muhârebe etmenin helâl olup olmadığında şüphemiz var. Senin de, bizim de, bütün Müslümanların da sınırlarda askere ihtiyacı var; bizi sınırlara gönder, oralarda kâfırlerle, müşriklerle savaşalım."
Hz. Ali, bunların savaşa girmelerinde ısrâr etmedi, dileklerini kabûl etti. Has'am oğlu Rabi'a bir sancak verdi. Rey taraflarına gönderdi. Kûfe'den gönderilen ilk ordu buydu, verilen ilk sancaktı. Bunlar dört yüz kişiydiler.
Merret'ül-Hemdâni ile Mesruk da gelip Beyt'ül-mâlden paylarını alıp Hz. Ali'ye vidâ' ederek Rebi'le beraber gittiler.
Hz. Ali, Bâhile boyunda da "Biliyorum" dedi, "Siz de beni sevmezsiniz, ben de sizi sevmem. Allah için hemen payınıza düşeni alın, Deylem taraflarına gidin."
Bu emir üzerine onlar da paylarını aldılar, Deylem sınırlarına gittiler.

Bu sırada bâzı kimseler, Hz. Ali ile beraber bulunan Ebû-Eyyûb'ül-Ensâri'ye: “Sen Rasûlullah ile beraber müşriklerle savaştın. Şimdi Müslümanlarla savaşmak için buraya geldin, bu ne iş” dediler. Ebû-Eyyûb'ül-Ensâri: "Ahdini bozan, zulmeden, doğru yoldan çıkan, topluluktan ayrıları zâlimlerle savaşmamı bizzât Rasûlullah bana emretti" diye cevâb verip bunları kovdu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Bu sıralarda Ebû-Bekr'in oğlu MuhaMMed, Muâviye'ye şöyle bir mektub gönderdi: "Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed'den azgın Muâviye'ye: “Esenlik Allah'a itâat edenlere. Ulu Allah mahlûkatı yarattı, içlerinden MuhaMMed'i seçti, peygamberliği ona ihsân etti. O da, Rabbinin yoluna kulları, hikmetle, güzel öğütle çağırdı. Onun dâvetine ilk olarak, kardeşi ve amcasının oğlu Ebû-Tâlib oğlu Ali icâbet etti. O, Peygamber'i her korkulu yerde korudu, kendisini O'na fedâ etti, savaşlarında berâber bulundu, barışlarında berâber oldu. Sen sensin, o da o. O, her hayırda insanların en ileri gidenidir. Hal kin ilk Müslüman olanıdır, niyette en doğru bulunanıdır.
Sana ve Babana gelince: Allah dininde gaaileler çıkaran, Allah nûrunu söndürmeye uğraşan kişilersiniz. Bu topluluğu başına topladın, onları mallar verip kandırdın. Baban öldü, sen onun yerine geçtin. Yazıklar olsun sana, nasıl oluyor da kendini Ali ile bir tutuyorsun?
O, Rasûlullah’ı n vârisi, evlâdının babası; ona uymakta halkın ilki, ettiği ahde riâyette sonuncusu. Peygamber, sırrını ona haber verir, işine onu ortak edinirdi.
Babanla sen ise onun düşmanlarısınız. Bâtıl işinle bir müddet faydaları bakalım. As oğlu da azgınlığında yardım etsin sana. Vaktin bitmek üzere, hilen bozulmak üzere. Esenlik doğru yola uyanlara."

Muâviye, bu mektuba, MuhaMMed'i babasına isyân etmekle töhmet altına alan ifâdelerle dolu bir cevâb gönderdi. (Muzâhım oğlu Nars: Kitâb'üs-Sıffin.)

Geçimi ancak alış verişle sağlanan Hicaz ülkesinde Kâ’be, Müslümanlıktan önce de mukaddes bir mâbed idi. Hacc töreni, Mekke'de bir panayırın kurulmasını temin ediyordu. Her yandan gelen halk, Kâ’be'de, kendilerince mukaddes olan putu buluyordu. Bu sûretle Kâ’be hemen bütün Arap boylarının umumî mâbedi olmuştu.

Bu iktisadî ehemmiyet, Arap boyları arasında Kâ’be'ye ait hizmetleri elde etmek için bir rekabet doğurmuştu. Bütün işler, "Dâr'ün-Nedve" deki toplantıda verilen kararlarla başarılır, orda geçen söz de, Kâ’be hizmetlerinin en mühimlerini elde eden boy beylerinin sözü olurdu.
Hâşim oğullarının elinde yalnız zemzem kuyusundan su çekip hacılara verme hizmeti vardı. Ümeyye oğullarından bulunan ve bu boyun reisi olan Ebû-Süfyan, Bedir Savaşında boyların reisleri ölünce Kureyş kabilesinin reisi olmuş, Mekke'nin fethine kadar bu reisliği muhâfaza etmişti.
Fetihten sonra Müslüman olup oğullarıyla Medine'ye geldi, orda yerleşti. Büyük oğlu Yezid, Şam'da vâli iken ölmüş, Ömer, küçük kardeşi Muâviye'yi Şam'a vâli tâyin etmişti.
Müslümanlığın zuhûriyle bütün nüfuz ve kudretlerini kaybeden, hattâ Mekke fethinden sonra "Tuleka", yâni tutsakken âzâd edilenler arasına katılan, çoğu, "Müellefe-tül kulûb"dan olan, yâni yürekleri Müslümanlıkla uzlaşsın diye kendilerine zekât verilen, hâsılı başbuğluktan bu hâle düşen Ümeyye oğulları, kendilerini bu çeşit vâliliklerle tatmin etmeye uğraşıyorlardı. Muâviye, debdebeyi, tantanayı seven bir zâttı. Hattâ Şam'da kendisine mükellef bir saray yaptırmıştı. Kapısına silâhlı kapıcılar dikmişti.
Evvelce hâlifelerin yanına herkes, serbestçe girebilirken onun huzûruna izin almadan girilemezdi. Bu yüzden Şam'da kaadilik eden Eb'üd-Derdâ bile kendisine itirazda bulunmuş, sahâbeden Ebû-Şemmâh'ül-Ezdi'nin amcası , yüzüne karşı, halkın işlerinden herhangi bir işe me’mur olan, sonra da yoksula, zulüm görene, ihtiyacı bulunana kapısını kapayan kişiye Allah, onun en yoksul zamanında rahmet kapılarını kapar meâlindeki hadisi okumuş, gene sahâbeden Merret'ül-Cuheni oğlu Amr'da kendisine aynı hadisle ihtarda bulunmuştu.
(Usd'ül-Gaabe ve Mürûc'üz-Zeheb'e bakınız.)

Haremde, müslümanlıkta nehyedilmiş olduğu hâlde harem ağaları kullanan da odur.
(Sûyûti: Evail.)
Ömer, onun debdebeye düşkünlüğünü görünce bu adam Arapların Kisrasıdır, demişti. As oğlu Amr da onu bu lâkab ile anardı , (Kısrâ, eski İran şahlarına verilen umumî addır.)72
Osman'ın ölümünden sonra Hz. Ali'nin hâlifeliği, Muâviye'nin ve Ümeyye oğullarının hiç işine gelmedi. Ali, riyâ bilmeyen, hileye sapmayan, zulme göz açtırmayan, özü sözü bir ve doğru bir erdi. Aynı zamanda onun hâlifeliği, artık Ümeyye oğullarının bir daha o makama gelememesi, belki de hâlifeliğin, artık Hz. Peygamber'in mensup olduğu Hâşim oğullarında istikrân demekti.
Muâviyye, Ömer zamanında Şam'ı iyi idâre etmişti. Osman, Sûriye'nin diğer taraflarını da onun idâresine verdi. Böylece Muâviye, Mısır'dan Firat nehri kıyılarına kadar uzanan ülkede vâli olmuş, Bizans'a seferler açmış, birçok memleketleri zaptetmişti.
Osman öldürülünce onun kanını bahâne etmiş, Hz. Ali'den kan dâvasına kalkışmıştı. Hâlbuki Osman'ın oğulları vardı ve bu dâvada bulunmak, onlar varken Muâviye'ye düşmezdi. Osman'ı kimin öldürdüğü hakkında rivâyetler de biribirini tutmuyordu. Şâhid, yalnız zevcesiydi. O da fılân öldürdü dedikten sonra bu şehâdeti nakzetmiş, bir başkası öldürdü demişti. Bu takdirde şeriatın hükmü velisine kan bahası verilmekten ibâretti. Kaldı ki Muâviye de Osman'ın kanında Hz. Ali'nin hiç dahli olmadığını biliyordu. Fakat bu dâva, elindeki tek silâhtı.

Muâviye, aynı zamanda câhil değildi. Sahâbenin derecelerini bilmesi, hâlifelikte hiçbir hakkı olmadığını teslim etmesi gerekirdi.

Sahâbenin üstünlük derecelerine "Tabakat-ı Ashâb" denir. Derece bakımmdan en üst olanlar; ilk Müslüman olanlar ve Arkam'm, Mekke'deki Safâ'da bulunan evinde toplananlardır ki bunlar, Hz. Hadice dâhil olduğu halde otuz dokuz kişidir. Bunlardan sonra, Ömer'in Müslüman oluşundan itibâren Hicretten önce Müslüman olanlar gelir. Üçüncü ve dördüncü dereceler, birinci ve ikinci Akabe bey'atinde bulunan Ansardır. Beşinci tabaka, Hz. Peygamber'in hicretinde, henüz Medirıne'ye varmadan hicret edip kendisine kavuşanlardır. Altıncı tabaka Bedir savaşmda bulunanlardır. Yedincisi Bedir savaşiyle Hudeybiyye uzlaşması arasında hicret edenlerdir. Sekizincisi, ağaç altmda bey'at edenlerdir. Dokuzuncusu Hudeybiyye uzlaşmasmdan sonra Medine'ye göçenlerdir.
Tulaka ve Müellefet'ül-Kulûb, bu tabakalardan sonra gelir. Muâviye'nin babası, Müellefet'ül-Kulûb'dandır.


Muâviye, uyandırdığı heyecanı, sahâbeden olup Hz. Ali tarafını gütmeyenleri yanına alarak büsbütün kuvvetlendirmek için onlara mektub yazmak, hattâ Hz. Ali taraftarlarını da mektublarla,, vaadlerle kandırmak fikrine düşmüştü.

Şia-i İmâmiyye'ye göre Sahâbe'nin en üstünleri, Hz. Peygamber'den sonra. Hz. Ali'yi hâlife tanıyan, Gadıru Humm'da, Hz. Rasûl'ün tebliyğlerine uyan Selmân, Ammâr, Ebû-Zerr ve Mıkdâd'dır. Onlardan sonra, Hz. Ali'nin Vasıy ve Hâlife olduğunu anlayıp tekrar O'na dönenlerdir. Fakat Kerbelâ Şehidleri, bunlardan da efdaldır. Ehl-i Beyt ise hiçbiriyle kıyaslanamaz.

Bu fikrini As oğlu Amr'a açtı: “Amr, mektub yazacağın adamlar üç kısma ayrılır dedi, birinci kısım, Ali'nin hâlifeliğini kabûl edenlerdir. Bunlara hiçbir şey yapamazsın. Yazacağın mektub, Ali'ye taraftarlıklarını arttırır. İkinci kısım, sana uyanlardır ki bunlara zâten söz söylemeye, mektub yazmaya lüzum yok. Üçüncü kısım, ne sana, ne Ali'ye taraftar olanlardır ki bunlar, senin sözünle bir işe girişmezler ama mâdem ki istiyorsun, bunlara yaz; faydası olmazsa zaran da olmaz!”
Bunun üzerine Muâviye, Medine'lilere: “Fitne zamanında Medine'de bulunmadığım için işin gerçeğini kesin olarak bilmiyorsam da şunu biliyorum ki Ali, Osman'ı öldürenlerle birliktir. Osman'ı öldürenler, onun yanındadır. Ben Osman'ın velisiyim, onun kanını istiyorum. Osman'ı öldürenleri bize teslim ederse ne âlâ. Kısas hükmünü yerine getirdikten sonra Ömer'in yaptığı gibi hâlifeliği bir Şûraya vereceğim. Fakat teslim etmezse onunla savaşacağım. Onun için bana yardımda bulunmanız lâzımdır. Osman'ı sevenler tez buraya gelsinler!.”
meâlinde bir mektub yazdı, gönderdi.

Muâviye'nin maksadı, bu mektubtan açıkça anlaşılıyordu. Hz. Ali'ye, yapamıyacağı bir şeyi teklif ediyor, fakat bu olmayacak teklifı kabûl etse bile onun hâlifeliğini kabûl etmiyordu. Teşkil edeceği Şûrâ, şüphe yok ki hâlifeliğe kendisini getirecekti.

Medine'liler, bu mektubu alınca pek kızdılar. Kendisine şiddetli bir tekdir mektubu gönderdiler. Muâviye bu cevâbı alınca, Medine'de sahâbeden büyük zâtlar varken halka mektub yazdık, yanlış iş gördük dedi ve Ömer'in oğlu Abdullah'a bir mektub yazdı. Mektub, kendisiyle Amr'ın imzalarını taşıyordu.
Abdullah, bu mektuba şu cevâbı verdi: "Ey Muâviye ve Amr, siz nerdesiniz, hâlifelik nerde? Sen, ey Muâviye, âzâd edilenlerden birisin. Sana gelince ey Amr, iyi bil ki pek şüpheli bir adamsın. Beni, size uymaya, Muhâcirlerle Ansâra karşı savaşmaya teşvik ediyorsun. Adamakıllı anladım ki Osman'ın kanını istemekteki kasdın, mevki istemekten, hâlifeliği elde etmekten başka bir şey değil. Ali'nin hükmünden çıkarım da senin hükmüne girerim mi sanıyorsun? Bu, yanlış mı, yanlış!. Sanıyorsun ki Ali'yi beğenmiyorum da o yüzden halktan çekilmişim, bu zan da başka bir hatâ.
Ali'ye karşı gelmekten Allah'a sığınırım. Ben, Müslümanlarla savaşmak istemiyorsam bu fikrimde Ali ile birim. İki taraftan birini benimsersem mutlaka Ali'ye uyarım. Onun Müslümanlıktaki derecesi üstündür, hâlifeliğe lâyıktır, Allah katında da büyük bir derecesi vardır, Sahâbenin üstünüdür, Hz. Peygamber'in en yakınıdır. Yalnız ben, Müslümanlara kılıç çekmeyi hoş görmüyorum, bu yüzden bir yana çekilmişim.
Sana nasıl uyabilirim ki ben senden üstünüm, babamla ananı, senin babanla anandan üstündür. Evimi ibâdet yurdu hâline soktum, Tanrı'ya kulluk etmedeyim. Ne olurdu bu zamanda yaşayanlarla büsbütün konuşup görüşmeseydim. Dünyâda vefâ yok. Ceylânlar ne güzel hayvanlar; yapılı yerlere gelmezler, dağlarda ovalarda yaşarlar."

(Kısas-ı Enbiyâ, c. 7, s. 70-71, A'yân-al-Şia.)

Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'ın cevâbı, büsbütün canlıydı. Diyordu ki: "Sen beni olmayacak bir şeye, temelsiz bir yola çağırıyorsun. Ömer Şûraya ancak hâlifeliğe lâyık olanları aldı; fakat Ali'de öyle üstünlükler var ki bizde yoktur. Talha'yla Zübeyr'e gelince; evlerinde otursalardı haklarında daha hayırlı olurdu. Allah Mü'minler Anası'nın suçunu bağışlasın."
Ebû-Vakkas oğlu Sa'd mektubunu şu meâldeki beyitlerle bitirmişti: "Ey Muâviye, sen onulmaz bir derde düşmüşsün, ilâç yok o derde. Beni Eb'ül-Hasan çağırdı da icâbet etmedim, “dostlukla düşmanlığı kesin olarak ayırdeden bir kılıç ver bana” dedim. Sen, Ali'nin elde edemediği bir şeyi mi istiyorsun. Hâlbuki ben, beni afvetmesini istemiştim ondan. Sana gelince: Ali'nin hayatındaki bir gün bile senin bütün ömründen, ölümünden sonra yerde yatmandan hayırlıdır; kurban ol Ali'ye sen!."
Mesleme oğlu MuhaMMed de, yazdığı mektubta: "Mektubunu aldım" diyordu, "Anladım ki maksadın Osman'ı öldürenlerden öc almak değil, Pâdişahlığı elde etmek. Şunu bil ki ben seni Ali'den üstün görmem, senin hâtırın için de onun aleyhinde bulunmam.
Osman'ın zamanında bir fitnedir koptu, gördüm ki onu gidermeye gücüm yetmiyor, benim gibi adamların öğütleri fayda etmiyor. Kılıcımı kırdım, yalnızlık bucağına çekildim. Sahâbeden bâzıları da benim gibi yaptılar.
Fakat Osman kuşatılmışken senden defâlarca yardım istemişti, elindeydi, yardım etmedin. Düşmanları onu öldürür de meydan bana kalır sandın. Şimdi de tutuıuş, kanını istemek bahânesiyle Müslümanlara baş olmak istiyorsun."

O sıralarda sahâbeden Sâmit oğlu Ubâde Şam'daydı. Muâviye, onu da kendisine uydurmak için çağırmıştı. Ubâde, Muâviye'nin yanına girince Amr da oradaydı. Ubâde, Mecliste başka yer varken gitti, ikisinin arasına oturdu.
Muâviye, Osman'ın ölümünden tutturup birçok sözler söyleyerek Ubâde'yi kandırmaya çalışırken Ubâde: "Dur" dedi. "Odada bu kadar boş yer varken neden geldim de aranıza oturdum, bunun sebebini anladın mı?"
Muâviye: "Müslümanlıkta bizden daha eskisin, bizden üstünsün, herhâlde ondan" dedi.
Ubâde: "Hayır" dedi; "Tebük savaşına gidiyorduk. İkiniz de yanyana konuşarak gidiyordunuz. Hz. Peygamber, bize sizi gösterdi de: “Bunların ikisini bir arada gördünüz mü aralarını ayırın, çünkü bunlar ebediyyen bir hayırlı şey için birleşmezler!” buyurdu. İşte onun için aranıza girdim. Düşmanınız, gördüğünüz, bildiğiniz düşmanlardan çok daha çetindir. Birleştiğiniz uygunsuz işe engel olur da sizi bu yoldan çevirir, böylece de Müslümanlığa hizmet edebilirsem sevinirim!."
(İbn'ül-Esir, Ubâde'nin hicretin otuz dördüncü yılmda öldüğünü yazmışsa da diğer kaynaklarm hepsi Sıffm savaşmda sağ olduğunu yazarlar ve bu olayı kaydederler.)

Görülüyor ki bu savaşlarda tarafsız kalanlar da Hz. Ali'nin üstünlüğünü ıkrarda müttefıkti. Bu söylediğimiz zâtlardan başka Sâbit oğlu Zeyd, Zeyd oğlu Üsâme ve Ebû-Mûsâ'1-Eş'ari de tarafsız kalmışlardı. Fakat bunlar da Müslümanlara kılıç çekmeyi doğru bulmuyorlar, fakat Hz. Ali'nin faziletini tasdıyk ediyorlardı. Hattâ Muâviye'yle berâber Sıffın'de bulunan Ebû-Hüreyre bile namazda, Hz. Ali tarafına geçer, ona uyar, savaştaysa yüksek bir yere çekilir, hiç bir tarafa karışmazdı. Neden namaz kılacağın vakit o tarafa geçiyorsun diye soranlara: "Muâviye'nin yemeği daha yağlı, Ali'nin arkasında kılınan namaz daha tam, bir tarafa çekilip savaşa katılmamak daha iyi!" diye cevâb vermişti.
Muâviye, sahâbenin kendi tarafını tutmadığını anlayınca Amr'a: “hakkın varmış!” dedi, “bunlardan bize fayda yok; biz kendi başımızın çâresine bakalım.”
Amr'ın tavsiyesiyle lüzumunda halka göstermek üzere saklattığı Osman'ın kanlı gömleğini ve zevcesinin parmaklarını çıkartıp mescidin minberine koydurdu. Halkı mescide toplayıp bir hutbe okudu: "Osman, Ömer'e uydu, beni Şam Vâlisi tanıdı, ölümüne kadar beni bu vazifeden almadı. Bana uymayan, isyan eden doğru yoldan sapmıştır. Âsiler, Osman'ı mazlûm olarak öldürdüler. Ali hâlife olunca onu öldürenleri yanına aldı, büyük bir ordu hazırladı, bizimle savaşmak istiyor. Ben Osman’ın velisiyim, onun kanını istiyorum. Iraklıların cesâreti vardır, fakat sizin sabrıniza, sadâkatınıza güveniyorum" dedi.
Şam emirlerinden Ebû-A'ver ayağa kalkıp,: “Sen dedi, Osman’ın velisisin, Osman’ın bey'ati omuzundayken onu zulümle öldürdüler. Ali ona yardım etmedi, onu öldürenler, Ali'nin yanında. Ne vakit emredersen o vakit, hemen onunla savaşa hazırız!"
Himyer boyunun ulularından Zü'1-Kelâ' da "Yâ Muâviye" dedi, "Osman seni bütün Şam ülkesine vâli yapmıştı. Öldürülürken ona yardım edemedin, şimdi kanını istemek hakkın ve vazıfendir. Bütün Arap boyları senden yüz çevirse biz senden ayrılmayız."

(Bu adam, Sıffin'de, Muâviye tarafında bulunmuş, savaşta öldürülmüştür. Muâviye, onun katline pek sevinmişti, çünkü "Ammâr-ı, gerçeğe isyân eden fırka öldürecek" hadisini Muâviye'ye söylemiş ve Ammâr'in, Hz. Ali tarafında olduğunu ihtâr etmişti. Ona, "Ammâr, bizim tarafdârımız, bize katılacak" demişler, teskin etmişlerdi. Bu sırada öldürülünce Muâviye, rahatlaşmış, Ammâr'm şehâdetinden sonra da, "Şimdi Zü'l-Kelâ sağ olsaydı" demişti, ordunun yarısını Ali tarafına döndürürdü! (Tenkıyh'ul-Makkal; c.3, s. 64).

Halk heyecana gelmişken Himyer boyundan bir adam ayağa kalkıp dedi ki: "Ey Şamlılar, Allah için, içinizde doğru söyleyen bir adam olsun yok mu? Ali'nin Rasûlullah'a yakınlığı, ümmet içinde bilgisi, yiğitliği, doğruluğu, üstünlüğü, sayıya sığmaz büyüklüğü var. Bu yüzden elbette o, hâlifeliğe herkesten ziyâde lâyık. Bu ülkeyi alsa bile ondan kimseye zarar gelmez. Herkes umduğunu bulur, Müslümanlar da rahat ederler, aralarında ayrılık kalmaz."
Bu söz, Muâviye'ye yıldırım gibi te'sir etti: “Tutun şunu!.” dedi. Şamlılar, adamcağızın üstüne çullandılar, az kaldı öldüreceklerdi. Fakat hısımı-akrabâsı adamı kurtardılar. O da bir yol bularak, Hz. Ali'nin tarafına kaçtı, onun ordusuna katıldı..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »


İFTİRALAR:

Muâviye, maksadına nâil olmak için herşeye başvuruyordu. Bu arada Osman'ın zevcesi Nâile'den Muâviye'ye şöyle bir mektub geldiğini yaydı ve bu düzme mektubu Şamlılara okudu: "Size nimetler ihsân eden, Müslümanlığı öğreten, sizi sapıklıktan doğru yola getiren, küfurden kurtaran, düşmana karşı size yardım eden, nimetlerini lutfeden Allah’ı anıyor, onun ve yardım görmeyen hâlifenin hakkına Allah'a and vererek söylüyorum; Allah, mü'minlerden iki bölük birbirleriyle savaşırlarsa aralarını bulun, onları uzlaştırın, bir bölüğü öbür bölüğe karşı ayaklanırsa Allah'ın emrini kabûl edinceyedek o bölükle savaşın buyurmuştur. Mü'minler Emiri Osman'ın aleyhine isyân edildi. Onun sizin üzerinizde bir hakkı bulunmasa bile vilâyet hakkı vardır. Onun başına ne gelecekse geldi. Her Müslüman olan, onun Müslümanlıktaki kıdemi, uğradığı musibet dolayısiyle hakkının alındığı günü mutlaka ister, unrar, O, Allah’ı n dâvetine icâbet etti,
Rasûlü de onu gerçekledi. Allah onu seçtiği zaman dünyâ şerefini de vermişti ona, âhiret şerefini de.
Nasıl öldürüldüğünü size anlatayım; çünkü önden sonadek başına gelenlerin şâhidiyim. Medineliler onu kuşattılar. Kapısında silâhlı olarak gece gündüz onu koruyanlar bulunduysa da Medine halkı onu dışarı çıkarmamakta, ihtiyâcı olan şeyleri içeriye sokmamaktaydı. Bir dereceye kadar ki suyu bile ondan men'ettiler. Ona eziyetler ettiler, iftirâlarda bulundular. O ve onunla berâber bulunanlar elli gece muhâsarada kaldı.
Mısırlılar, Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed'le Yâsir oğlu Ammâr'a dayanıyorlardı. Ali, Medinelilerle berâberdi. Mü'minler Emiri Osman'ı korumak için savaşmadı, ona yardım etmedi. Ulu ve ayıplardan münezzeh kutlu Tanrı'nın emrettiği adâleti emreylemedi.
Dırâa, Bekroğlu Sa'd, Hüzeyl ve adını bilmediğim diğer boylar, ona karşı pek çetin davrandılar. Onu taşladılar, evdekilerden üç kişiyi öldürdüler. Sonra evin kapısını yaktılar. Halk mescidde bekliyor diye onu çağırdılar. Mescide götürdüler. Kendi adamlarına savaşmamalarını emretti. Zırhını giydi, onlara, siz olmasaydımz zırhımı giymezdim dedi.
Eve geldikten bir müddet sonra halk, ona saldırdı. Eve girenlerin başında Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed vardı. Sakahndan tuttu, ona adıyla değil, kötü bir lâkabla hitâb etti. Osman, ben Allah’ı n kuluyum ve Rasûlullah’ı n hâlifesiyim dedi. Başına üç kılıç, göğsüne üç yumruk vurdular. Burnunun üst kısmına vuruları kılıç kemiğe işledi. Yere düştü, henüz sağdı. Başını kesmek istediler. Rabia oğlu Şeybe'nin kızıyla üstüne kapandık, mâni olduk. Hattâ başımızı açtık; çünkü Mü'minler Emirinin hürmeti, bu işten daha ileriydi. Hâsılı onu, evinde, yatağında öldürdüler; Tanrı rahmet etsin.
Size kanlı elbisesini gönderiyorum. Şikâyetçiyim zâlimlerden, onlara karşı yardım istiyorum. Allah Osman'a rahmet, onu öldürene lânet etsin, öldürenleri şu dünyâdayken aşağılatsın; gönüllerimize su serpilsin.
Bunlardan başka Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'ın, Osman'ı, Ayişe'nin demirini hazırlayıp su verdiği, Talha'nın bilediği, Hz. Ali'nin zehirlediği kılıçla öldürdüler dediğini yaydırıyor, Sâbit oğlu Hassân'ın ağzından, Osman'ı Ali öldürmediyse, öldürülmesini emretmediyse bile halkı, ona yardımdan men'etmiştir; bu bakımdan öldürenlerle ortaktır meâlinde şiirler düzüp halk arasında söyletiyordu.
Ümeyye oğulları, şâirleri de Hz. Ali aleyhine durmadan şiirler düzerek onu, Osman’ın katliyle suçluyorlardı.
Hâlbuki Osman'la Ümeyye oğulları, bu olayda, Muâviye'den yardım istemişler, Muâviye, Medine'ye dört bin kişilik bir ordu göndermiş, fakat kumandana, yavaş gitmesini emretmişti. Maksadı Osman’ın öldürülmesi, ondan sonra da nasıl olursa, bir yolunu bulup hâlifeliği kendisinin elde etmesiydi.

(Al-Agaam, c. 19, s. 55.)

SON HAZIRLIKLAR:

Muâviye, Hz. Ali'nin yiğitliğini bildiği için Şam'da bir savunma savaşı yapmayı kuruyordu.
As oğlu Amr, Ali'nin askeri azdır, Basralılar ona tamamiyle tâbi değildir. Kûfeliler de Cemel savaşında yorulmuşlardır diye onu teşvik etti. Bunun üzerine Muâviye, ordusunu düzene koyup Şam'dan hareket etti. Yavaş yavaş Fırat kıyılarına doğru gelmeye başladı. Önden kuvvetli bir orduyla Ebü'l-A'ver'i yolladı. Kendisi de asıl orduyla arkadan geldi. Sıffın'e doğru yürüdü.
Kûfeliler, Muâviye'nin Sıffın'e gelmekte olduğunu duyunca sevindiler. Ancak bu sırada bir hâdise oldu. Kinde boyuyla Rabia boyunun ulusu Kays oğlu Eş'as'tı. Hz.Ali, Kays'ı reislikten aldı, Hassan adlı birini reis yaptı. İçlerinde Mâlik de olduğu hâlde bâzı kimseler, Hz. Ali'ye, Rabia boyu, bu işten hoşnut olmadı dediler.
Gerçekten de Kays'la Hassân'ın arası açılır gibi oldu. Muktedir casuslar kullanan Muâviye, bunu haber alır almaz bir şâire bu işi kınar mâhiyette bir şiir söyletti, yazdırıp Eş'as'a göndertti. Eş'as, böyle şeyler beni, Mü'minler Emirinden ayıramaz dedi. Hz. Ali, Eş'as'ı Iraklıların sağ koluna kumandan tâyin etti ve iş kapandı.
Hz. Ali, Hâris'ül-A'ver'e halkın ordugâha gelmesi için nidâ etmesini emretti, inzibat âmiri Habib'ül-Yarbûi oğlu Mâlik'e de halkı ordugâha toplamasını söyledi.
Nuhayle'ye hareket edeceği vakit Nadr oğlu Ziyâd'la Hâni oğlu Şurayh'ı on iki bin askerle öncü olarak gönderdi, ikisine de aynı istekle aynı yola yürümelerini, birbirlerinden ayrılmamalarını emretti. Şurayh'ı bu ordunun bir kısmına kumandan tâyin etti, Ziyâd'ı da öncü kumandanı yaptı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

ALİ ORDUSUNDA AYRILIK ve AYKIRILIK:

Şurayh kendisine tâbi olan askerlerle ayrı bir yoldan hareket etmeyi uygun buldu. Ziyâd'dan ayrıldı. Ziyâd, adamlarından biriyle Şurayh bana itâat etmedi diye bir mektub gönderdi. Şurayh da Ziyâd bana uymaktan çekindi, ululandı, fakat yerine başka birini tâyin edersen halk onu kabûl etmez meâlinde bir yazı yazdı.
Bütün bunlardan, Hz. Ali'nin yanındakilerin nasıl birbirleri aleyhinde oldukları anlaşılır ve sonuç, şimdiden belirir.
Hz. Ali, bu mektublara karşılık her ikisine de şu emirnâmeyi gönderdi: "Her biriniz, tâyin edildiğiniz kısımlara kumandansınız. İyi bilin ki ordunun öncüsü, âdeta ordunun gözüdür. Öncülerin gözleri de onların önünden gidenlerdir.
Memleketlerinizden çıkınca her yana öncü ve keşifçiler yollamayı ihmâl etmeyin. Yolları açtırın, ağaçlık yerleri teftiş ettirin. Olabilir ki düşman bir pusu kurabilir.
Askeri, tâbiyeye uygun olarak yürütün. Düşmanla karşılaşınca ordugâhınızı onların yan tarafına, yahut dağ eteğine, yahut da ırmak kıyısına kuuın ki korunabilesiniz, bir taraftan, yahut iki taraftan savaşabilesiniz.

Düşmanı gözetlemek için gözcülerinizi dağ tepelerine, yüksek yerlere, ırmakların geçit yerlerine ve geçilemiyecek taraflarına yerleştirin. Çünkü düşman ya en umulmadık ve tehlikeli yerden gelir, yahut da tamamiyle emin olduğunuz yerden.
Dağınık hareketten sakının. Bir yere kondunuz mu, beraber konun, göçtünüz mü beraber göçün. Geceleyin askeri silâhlı yatırın. Gaflet etmeyin, kendinize güvenmeyin. Asker gece gündüz silâhlı bulunsun. Askeri, kendinizi korur gibi koruyun. Amanın, bilhassa geceleri uykuya dalmayın.
Her gün bana haber yollayın. Allah izin verirse ben de izinizden geliyorum. Bir de acele etmekten sakının; onlarla buluşunca delil ve huccetle ilzâma uğraşın, onlar savaşa başlamadan siz savaşa başlamayın."


Asker kumandanlarına da şu emri gönderdi: "Mü'minler Emiri, Allah kulu Ali'den:
Halka zulünı etmeyin, düşmanlıkta bulunmayın, içinizde de akılsız kişilerin ellerine iş vermeyin, Allah’ı n râzı olmıyacağı işlerden sakının, çünkü zulmü sevmez."

Askerine gönderdiği emirnâme de şuydu: "Mü'minler Emiri, Allah kulu Ali'den:
Allah, hak-hukuk bakımından hepinizi bir yaratmıştır. Siyah deriliniz de birdir, beyaz deriliniz de. Emirinizle siz, babayla oğul mesâbesindesiniz. Emir babanızdır, siz oğullarısınız âdeta. Size insafla muâmele eder, ad âlette bulunur, hakkımızı verirse ona, hakka uygun olarak gördüğü işlerde itâat etmek, ona yardımda bulunmak, size vâcibtir. Bilin ki siz, Allah’ın yeryüzünde zulmü gidermesine sebep ve vâsıta olan kişilersiniz. Ona yardımcı olun, dinine yardım edin; yeryüzü düzene girdikten sonra orda bozgunculuk etmeyin, gerçekten de Allah, bozguncuları sevmez."

Hz. Ali'nin Nuhayle'den ordusuyla hareketi, hicretin otuzaltıncı yılı Şevvâlinin altıncı Çarşamba günüydü (29.3.657)
Bâbül harâbesi civârından geçip Sâbât'a vardı. Geceyi orda geçirdi. Ertesi günü hareket etti.
Musul askerini sevketmek için üç bin atlıyla Kays oğlu Mı'kal'i Musul'a yolladı, Rakka'da kendisine ulaşmasını tenbih etti. Mes'ûd'üs-Sakafı oğlu Sa'd'i Medâyin'de kaymakam bıraktı. O civarın askerini de alıp Rakka'ya hareket etti.
Sâbât'ta köylüler, Hz. Ali'ye ve ordusuna yemek teklif ettiler. Hz. Ali, Sizin ihtiyacınız bizden fazladır dedi, kabûl etmedi.
Yolda Anbar Köylüleri karşı çıkıp koyunlar kesmek, orduyu doyurmak istediler. Ne yapmak istiyorsunuz diye sordu. Köylüler, âdetimizdir, büyükleri kurban keserek ağırlarız dediler, orduya eğer takımları, eğerler hediye etmek istediler. Hayvanlara da ot getirmişlerdi.
Hz. Ali, Allah'a and olsun dedi, bu işten, büyüklere bir fayda gelmez, siz kendinizi zahmete, sıkıntıya düşürürsünüz. Bu âdeti terkedin. Yalnız eğer size lâzım değilse bu hayvanları bize verin, parasını verginizden düşelim. Sunduğunuz yemekleri de ancak parasim vermek şartiyle yiyebiliriz, parasını almazsanız yemeyiz.
Ey Mü'minler Emiri dediler, bizim hediyemizi kabûl et. Hz. Ali, hayır dedi, siz de bilirsiniz ki biz sizden zenginiz.

Köylüler, Hz. Ali'nin teklifini kabûl ederek hayvanları orduya teslim edip gittiler.
Öncü olarak giden Şurayh'la Ziyâd, Fırat kıyısından yukarı doğru giderek Ane'ye geldikleri zaman Muâviye'nin büyük bir orduyla o tarafa doğru gelmekte olduğunu gördüler. Birbirlerine danıştılar. Hz. Ali'nin ordusuyla aramızda bu ırmak var, ileri gider de bu cüz'i kuvvetle Muâviye'nin ordusuna rastlarsak iyi olmaz dediler. Fırat'ın doğu kıyısına geçmek istediler. Fakat oradakiler mâni olduğundan geri döndüler. Hit Karyesinde ırmağı geçip Karkısa yanında Hz. Ali'nin ordusuna ulaştılar.
Hz. Ali, bunları görünce benim öncülerim arkamdan geliyor dedi. Şurayh'la Ziyâd işi anlattılar. İsabet etmişsiniz dedi.
Rakka'ya gelince Fırat üstüne köprü kurulmasını emretti. Rakkalılar bu emri dinlemediler. Bunun üzerine Mâlik'ül-Eşter, onların büyüklerine Vallahi dedi, Mü'minler Emirinin ordusunun geçeceği bir köprü kurmazsanız sizi kılıçtan geçiririm, sizinle savaşırım, yerinizi yurdunuzu yıkarım, mallarınızı zaptederim.
Bu söz, onları ürküttü. Eşter sözünün eridir, yapar mı yapar, dediler. menbic denilen yerde, Fırat üstüne büyük bir köprü kurdular. Önce ağırlıklarla hayvanlar geçirildi. Sonra asker geçti. Eşter, üç bin atlıyla durmuş, herkesin tamamiyle geçmesini bekliyordu. Hepsi geçince yanındakileri de geçirdi, en sonra kendisi geçti.
Menbic köprüsünden geçildikten sonra öncüleri gene ileri yolladı.

Muâviye, Şam'dan hareket etmeden yanında sahâbenin ileri gelenlerinden birkaç kişinin bulunmasını, bu sûretle de haklı görünmeyi istiyordu. Şam'da kadılık eden ve fetva veren Ubeydoğlu Fadâlet'ül-Ansari'yi kandırıp beraber götürmek istedi. Fadâle, cehenneme gitmek istemezsen bu işten vazgeç dedi. Muâviye, maksadım seninle cehennem ateşinden korunmaktı dedi, fakat artık Fadâle'nin Şam'da kalmasını tehlikeli gördüğünden, onu, sınıra yolladı. Fadâle, Romalılara esir düştü. Al-İstiâb, c.2, s. 531-532. Şam'da öldüğüne göre sonradan esirlikten kurtulduğu anlaşılmaktadır.)

Muâviye, askerine As oğlu Amr'la iki oğlunu ve kölesi Verdan'ı kumandan tâyin etti. Başkumandanlığı da Kays oğlu Dahhâk'e verdi. Eb'ül-A'ver'i de öncü yaptı.
Hz. Ali'nin öncüleri, Eb'ül-A'ver'e rastladılar. Eb'ül-A'ver'in kuvveti kendi kuvvetlerinden çoktu. Hz. Ali'ye haber gönderip imdat istediler. Hz. Ali, Mâlik'ül-Eşter'i çağırıp onlara seni kumandan tâyin ettim. Eb'ül-A'ver savaşa başlamadan sen başlama. Önce, elinden geldiği kadar onları itâate dâvet et, bu dâveti defâlarca tekrarla. Sağ kola Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, sol kola Şurayh'ı kumandan yap, sen merkezde bulun, ben de Allah izin verirse gelir, sana ulaşırım. Mümkün olursa ben gelinceyedek onları oyala, ihtiyatla hareket et, acele etme dedi. Ziyâd'la Şurayh'a da bu hususta bir emirnâme yazdı.
Mâlik'ül-Eşter, yanındaki askerle hareket edip öncülere kavuştu. Eb'ül-A'ver'in ordusundan uzak bir yere kondu. Akşama kadar bekledi.

Akşam karanlığı basınca Eb'ül-A'ver, birden saldırdı. Eşter de savaşmaya mecbûr oldu. Bir saat kadar savaştıktan sonra Şamlılar çekilmeye mecbur oldular.
Ertesi günü Eşter, Utbe oğlu Hâşim'e, çıkıp onlarla savaşmayı emretti. Hâşim, yanına aldığı erlerle meydana çıktı, onlarla savaştı. Sonra dönüp orduya geldi. Bu savaşta, pek genç bir yiğit olan Ammâret'üt-Temimi oğlu Zübyân, Şamlıların en meşhur yiğitlerinden Münzir oğlu Abdullah'ı öldürmüştü.
Üçüncü günü bizzât Eşter savaşa girmişti. Hem hücum ediyor, hem de bana Eb'ül-A'ver'i gösterin diye bağrıyordu. Eb'ül-A'ver, meydan çekilmiş, bir tepenin ardına sığınmıştı.
Eşter, geriye çekilip Mâlik'ün-Nahaı oğlu Sinân'ı çağırdı, git dedi, bizzât Ebü'l-A'ver'i meydana çağır. Sinân, benimle savaşması için mi, seninle savaşması için mi, diye sordu. Eşter, benimle dedi; çünkü o, yücelikte ve yaşta kendisiyle eşit olmayanla savaşmaz. Yücelik bakımından hamdolsun ona eşitsin ama yaşın küçük. Seninle savaşması için çağır deseydim savaşır mıydın?
Sinân, vallahi dedi, yalnız onunla savaşmak şöyle dursun, şu kılıçla saflarına öyle bir dalardım ki. Eşter bu sözden çok memnun oldu, kardeş oğlu dedi, Allah sana uzun ömür versin, hadi git.
Sinan meydana çıkıp elçiyim ben diye bağırdı. Sonra Ebü'l-A'ver'i çağırarak Eşter seni, kendisiyle savaşa dâvet ediyor dedi. Ebü'l-A'ver, uzun bir müddet sustu. Sonra Sinân'a dedi ki:
Eşter, Osman'ın vâlilerini Irak'tan sürmek istedi, Medine'ye gidip onun katilleriyle birleşti, onu öldürenlerden biri de Eşter'dir. Bu bakımdan ne sesini duymak isterim, ne yüzünü görmek. Dediğine uymuyorum, cevâb da vermiyorum.
Ebü'l-A'ver, bunları söylerken Şamlılar da Sinân'a git git, diye bağırıyorlardı. Sinân dönüp hâli Eşter'e anlattı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HZ. ALİ (aleyhisselâm) GELİYOR:

Ertesi günü Hz. Ali, ordusuyla gelip Eşter'le buluştu. Ordu, Urfa'nın yüz otuz kilometre doğu kuzeyinde ve Fırat kıyısında bulunan Sıffîn'e kondu. Ali tarafından bir genç su almak için gitmek istemiş, Şamlılar müsâade etmemişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali, Sûhân oğlu Sa'saa'yı, su almalarına müsâade etmesi için elçi olarak Muâviye'ye gönderdi.
Sa'saa gidip Hz. Ali'nin emriyle Muâviye'ye, biz dedi, sizinle görüşüp konuşmadan, sizi doğru yola dâvet etmeden savaşmak istemiyoruz. Halbuki siz önce savaşa başladınız. Bu bir yana kalsın, şimdi de tuttunuz, su almamıza mâni oluyorsunuz. Isrâr ederseniz asıl savaş bu su yüzünden kopacak, günâhı da size.
Muâviye, yanındakilere:“ne dersiniz?”dedi. Ukbe oğlu Velid: “Onlar, Osman'ı kırk gün kuşattılar, ona su vermediler, yemek vermediler, biz de onlara su vermeyelim, o kahrolasıcaları susuz öldürelim.” dedi.
As oğlu Amr: “Bu doğru değil , biz su içelim, onlar susuz kalsınlar; bu nasıl olur? Su verelim. ondan sonrasını da sonra düşünürüz.” dedi.
Muâviye, buraya daha önce gelmiş ve nehir kıyısına konmuştu. Bu sûretle su, Şamlıların elindeydi. Velid, ilk fıkrinde ısrâr etti. Ebû-Serh oğlu Sa'd'in oğlu Abdullah: “Geceyedek su vermeyelim! Onlar susuzluktan bunalırlar, geri dönerler. Bu da ilk bozgunları olur. Su vermeyelim, Allah da kıyâmet günü susuz bıraksın onları!.” dedi.
Sa'saa bu söze kızdı. Velid'i İşâret ederek: “Allah, kıyâmet günü suyu kâfırlerden men'edecek, bizden değil; bunun gibi kötü kişilerden” dedi.
Şamlılar, Sa'saa'yı sövmeye ve tehdide başladılar. Muâviye: “bırakın bu adamı” dedi, o elçi. Sa'saa: “Hz. Ali'ye ne diyeyim?” diye sordu. Muâviye: “Cevâb göndereceğim, sen git” dedi.

SUSUZLUK:

Sa'saa dönüp Hz. Ali'ye olup bitenleri anlattı. Muâviye'nin cevâbı da gerçekten geldi; Ebü'l-A'ver'i, bir fırkayla, suyu zaptetmek, Hz. Ali ordusundan bir tek kişiye bile su vermemek üzere Fırat kıyısına gönderdi.
Hz. Ali'nin ordusu bir gun, bir gece susuz kaldı. Muâviye'nin adamlarından Akbal-al-Hemdânî oğlu Maari adlı birisi: “Ey Muâviye! Şaşılacak şey bu. Önce geldiniz, Fırat'ı zaptettiniz, onlara su vermiyorsunuz. Eğer onlar önce gelselerdi vallâhi size bunu yapmazlardı. Bilmiyor musun ki onların içinde de kul var, câriye var, ücretli adamlar var, zayıflar var, suçsuzlar var. Vallâhi bu, cengin başlarıgıcı. Bu iş böyle giderse içlerindeki korkaklar bile yüreklenir, savaşmak istemeyenler bile savaşa kalkar.” dedi.
Muâviye, bu sözlere pek kızdı, ileri-geri söylendi. Adamcağız da o akşam Hz. Ali tarafına geçti.
Ebû-Hâni, o gece:“Eşter'le beraberdim, susuzluktan bunaldığını gördüm. Amcamın oğullarından birine, Emir susuz!.” dedim. O:“Bütün erler susuz!” dedi. Kendime biraz su saklamıştım, Eşter'e götürdüm, sundum. “Halk içmedikçe dünyada içmem!” dedi.
Bu sıralarda bir çocuk:"Bu kavim bizden nasıl suyu kesebilir ki kılıçlarımız da var, kalkanlarımız da. Aramızda, düşmana şiddetle saldıran, düşmandan hiç korkmayan Ali de var. Biz, Talha'yla, Züberyie savaşan erleriz. Arslan gibi erleriz biz; dün, rahat, korkusuz bir halde yatağımızdaydık, bugün de aynı yürekle oklara karşı durmadayız. Fırat yolunu açmazsanız bizden de, sizden de çok kişi ölür. Leşleri yerlere serilir. Fakat gerçeğe itaat ederek ölen cennetlere gider, şereflere erer!"meâlinde bir şiir okuyordu. Hz. Ali (aleyhi’s-selâm), ordusunun içinde gezerken bu şiiri duydu.
Ordan Kinde boyunun bulunduğu tarafa gitti. Orda da birisi şu şiiri okuyordu:
"Eğer Eş'as bugün bu sıkıntıdan bizi kurtarmazsa ölümden kırılacağız. Biz ancak onun kılıcıyla Fırat'tan su içebiliriz. Fakat içmeden öleceğe de benziyoruz. İşimizi bugün bir yola koymazsan dağılabiliriz. Bir gün bir gecedir susuzuz, düşmansa bizi kınayıp durmada; bund an sonra hayat mı var bize?"
Eş'as bu şiiri duyunca kalktı, Hz. Ali'nin huzuruna geldi, dedi ki: “Ey mü'minler Emiri, sen içimizde olasın, kılıçlarımız da yanlarımızda bulusun da sonra bu kavim bize Fırat suyunu kessin, bu olur mu? İzin ver bize, vallah suyu zapt etmedikçe geri dönmeyiz, yahut da ÖLÜRÜZ!”

Bu sırada Ester de huzura geldi: “Ey Mü'minler Emiri, ne kadar mümkünse o kadar çekindik, ne kadar mümkünse o kadar öğüt verdik. Bir kırba su üç dirheme satılıyor. lütfet, savaşa izin ver!” dedi.
Hz. Ali: “Pekâlâ, yarın savaşın, hakkettiler artık.!” dedi.
Eşter bunun üzerine sevinçle bağırdı:“Ey halk, ölüm isteyen bilsin, yarın sabah onunla karşı karşıyayız; yarın Fırat'a gidiyorum!”
O gece on iki bin kişi ertesi sabah savaşmaya hazırlandı. Ester hem silahlarını kuşanıyordu, hem de şu şiiri okuyordu: "Vâdemiz sabah vakti, ortalık ağarınca. Tuz olmayınca bir şey lezzetle yenir mi? Hayır hayır, öğüt vermeden hiç bir iş yapılmaz. Bu kavma öğüt vererek yürüyün. Ancak uzlaşmanın imkânı yok, uzlaşma nerde? Oklarımız yeter bize."
Sabah olunca Eş'as, halkı savaşa teşvik etti: “Anam babam size fedâ olsun, yürüyün ardımdan” dedi, at sürdü.
Düşmanın karşısına gelince bağırdı: “Ben Kays oğlu Eş'as'ım, sudan geri çekilin!”
Ebü'l-A'ver: “Vallâhi olamaz, biz ölmedikçe size su yok, sakının kılıçlarımızdan” dedi. Eş'as, Eşter'le beraber saflara saldırdı. Erler, birbirlerine karıştılar.
Bu sırada Eşter, Ebü'l-A'ver'i meydana çağırdı. Aver, yanındakilerden utanarak çıktı. Altınlarla bezenmiş bir zırh giyinmişti. Eşter: “Beni bildin mi ey Ebe'l-A'ver, kaç kere seni savaşa çağırdım, gelmedin, benimle savaşa çıksaydın seni ölüm havuzlarına götürecektim, korktuğun suyu içirecektim sana!” dedi. Ebü'l-A'ver: “Beni tehdid mi ediyorsun, ben nice yiğitler öldürmüşüm, nice canlar yakmışım. Hücûm et de erlerin saldırışını gör!” dedi.
Birbirlerine hücûm ettiler, Amr da bu savaşı uzaktan seyrediyordu. Eşter, Ebü'l-A'ver'in miğferine bir kılıç indirdi, siperi kesildi, kılıç yüzüne geldi. Ebü'l- A'ver hemen koşa-koşa ordusuna kaçtı. Eşter ardından geliyor ve: "Bugün koruma günü, ağzı köpürmüş kırmızı donlu atlar arasında. Savaşacağız, oklarımız uçuşacak"diye recez okuyordu. Eşter bu savaşta yedi kişi öldürmüştü. İlk öldürdüğü Firûz oğlu Sâlih adında bir Şamlıydı.
Öbür taraftan Eş'as hücûm etmişti. Muâviye, yardımcı olarak, Amr'la bir çok er göndermişti. Eş'as: “Yazıklar olsun ey Amr!”diye bağırdı; “Anan oğulsuz kalsın, suyu size bırakacağız mı sanıyorsun? Ne büyük işe atıldın!.”
Eşter de: “Vallâhi bu fırsat güç ele geçer; bu topluluk can gözleri açık olarak dinleri için savaşmak istiyorlar!” diye bağırıp tekbir getirerek Amr'la gelenlere hücûm etti. Mâiyetindekiler de hep birden hücûm ettiler. Eşter, hem savaşıyor, hem recez okuyordu:"Yazıklar olsun sana As oğlu, uzaklara git, uzaklara. Bugün sahralardaki kalelere sığın. Düşmana ait olmıyacağız, ensesinde yakalıyacağız. Biz karnı şiş adamlar değiliz, biz suçlara yaklaşmayız. Biz ince zırhlara bürünmüşüz, biz en güzel yere gelmişiz."

Eşter, Hemmâm'ün-Nahaî oğlu Hâris'i çağırdı, bayrağı ona teslim ederek:“Vallaâhi, ölüme dayanacağını bilmeseydim bayrağı sana vermezdim!”dedi.
Hâris, şu recezi okuyarak düşmana saldırdı: "Ey hayırlı eşter, ey Naha' boyunun en hayırlısı. ey sıkıntı zamanında yardıma koşan. Ey tehlikeli anda tehlikeyi gideren. Savaşta tecrübesiz değilsin, durur-durur saldırırsın. Düşman feryâda başladı, feryâd umumîleşti; kızgınlığı yudum-yudum içtiler. Ya suyu içeceğiz; zâten bu görülmemiş bir şey değil; yahut da susuzluktan öleceğiz. İster bunu kabul et, ister onu."
Eşter, Hâris'in yiğitliğinden pek memnun oldu: “Yaklaş bana!”dedi. Hâris yaklaşınca onun başını öptü, sonra: “Bugün, ancak hayra, gerçeğe uymaktasın, emin ol. Askerine döndü, kurban olayım size, hücûm edin!.” dedi.
Eşter o gün kuyruğu kesilmiş siyah bir ata binmişti. Ordusunun içinde dönüp dolaşmada, savaş bilmeyenlere tehlikeli anlarda nasıl korunulacağını, nasıl hücum edileceğini anlatmadaydı.
Eş'as da o gün büyük yararlıklar göstermiş, Şamlılardan beşini öldürmüştü. Muâviye, Fırat muhâfızlarına tekrar yardımcı olarak Esed'ül-Becli oğlu Yezid'i yollamış, Hz. Ali de Rıb'i oğlu Şebes'i bir miktar askerle Eşter'e göndermişti.
Oklar uçuşmada, kılıçlar inmede, kargılar işlemedeydi. Nihâyet Şamlılar bozguna uğrayıp kaçışmaya başladılar. Fırat, Hz. Ali ordusunun eline geçti, herkes suya kavuştu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

KÖTÜLÜĞE KARŞI İYİLİK:

Fırat'ın Hz. Ali tarafından zaptı, Muâviye'yi pek üzdü. Amr da:"Beni dinlemedin, bu olmayacak işi yaptın. Ali de dün ona yaptığını bugün sana yaparsa ne yaparsın?" deyip onu büsbütün kederlendirdi. Muâviye: "Geçen geçti, bırak bu sözü, yalnız ne dersin, Ali bize su verir mi acaba?"dedi. Amr, bu soruyu:"Senin helâl gördüğünü Ali helâl görmez!" sözüyle cevâblandırdı..

Eş'as, Hz. Ali'nin huzuruna gelip: "Ey Mü'minler Emiri dedi, Allah’ı n lütfuyla üst olduk, nehri zaptettik!"
Hz. Ali, bu müjdeyi alır almaz Muâviye'ye birisini gönderdi: "Ben senin yaptığını yapamam. Su herkese mübahtır, siz de, biz de suya muhtâcız, bu ihtiyaçta biriniz gelin, istediğiniz kadar su alın!." diye haber yolladı.
Muâviye'nin erleri gelip bol bol ve istedikleri kadar su almaya başladılar. Muâviye:"Amr ne de doğru söylermiş!" dedi. "Şimdiye kadar hangi işte onu dinlemediysem hata ettiğimi sonradan anladım. 79 (Bu bahiste adları geçen Şebes'le Eş'as, sonradan Hâricilere katılmışlar, Eş'as, ileride göreceğimiz gibi Hz. Emir'ül-Mü’minin'in şehâdetinde de rol sahibi olmuştur. Allah kötü sondan cümlemizi saklasın!."
(Tenkıyh'ul-Makaal'e de bk. c.l, s.149; c. 2, s.80.)

Bu suyu, insanlardan menetmek seyyiesi, bu İslam'a ve insanlığa sığmaz bid'at ve cinâyet, Şam vâlisi tarafından konmuş, oğlu Yezid-i Pelid aynı cinâyeti, Küfe vâlisi Ziyâd oğlu Ubeydullah'a verdiği menlıus emirle İmam Hüseyn'e (aleyhi’s-selâm) ve etbaına karşı icrâ ettirmişti.

(Bu bahiste adları geçen Şebes'le Eş'as, sonradan Hâricilere katılmışlar, Eş'as, ileride göreceğimiz gibi Hz. Emir'ül-Mü’minin'in şehâdetinde de rol sahibi olmuştur. Allah kötü sondan cümlemizi saklasm (Tenkıyh'ul-Makaal'e de bk. c.l, s.149; c. 2, s.80.)

HZ. ALİ (aleyhisselâm) MUAViYE'ye TEKRAR ÖGÜT VERİYOR:

Hz. Ali, bu zaferden sonra iki gün bekledi. Muâviye'den ne bir elçi geldi, ne bir haber. Bunun üzerine Muhsın'ül-Ansari oğlu Amr'ın oğlu Beşir'i Kays'ül-Hemdani oğlu Said'i, nb'i oğlu Şebes'i çağırarak gidin, bu adamı ulu ve üstün Allah'a itaate, birliğe, ulu Allah’ı n emrine uymaya dâvet edin dedi.
Hz. Ali'nin emri üzerine Muâviye'ye gittiler. Önce Beşir söze başladı. Allah'a hamd ettikten sonra dedi ki: “Ey Muâviye, dünya geçicidir, Allah yaptıklarına göre mücazât ve mükâfat verecektir. Allah'a and veriyorum sana, şu ümmetin arasını açma, kanını dökme!”
Muâviye, Beşir'in sözünü keserek bu sözleri dedi: “Emirine de söyledin mi?”
Beşir: “Allah Allah!.” Dedi. “Emirim senin eşitin değil ki. O, bütün insanlar için üstünlük, din, Müslümanlıktaki kıdem, Peygamber'e yakınlık bakımından hâlifeliğe en lâyık olan insan!”
Muâviye: “Peki, ne diyorsun bana, söyle sözünü!” dedi.
Beşir: “Seni Rabbinden korkup çekinmeye, Ali'ye itaate davet ediyorum. Bil ki bu, din Bakımından daha hayırlıdır!.” dedi.
Muâviye: “Osman'ın kanı dururken ona itaat edeyim, öylemi, Allah'a and olsun, buna imkân yok!.” dedi.
Said söze başlamışken, Şebes, sözünü keserek Tanrı'ya hamdetti: “Ey Muâviye!. Senin ne istediğin gizli değil bize. Sen ancak kendi hevâna uymuşsun. Halka, imamınız mazlum olarak öldürüldü, haydın, kanını istiyelim diye bir velveledir saldın, aşağılık kişiler de sana uydular, işi bu hale getirdin. Halbuki ona yardım etmedin, hâlifeliği elde etmek için öldürülmesini istedin. Zâten sen Arabın en kötüsüsün. Allah'tan kork da hâlifelik hususunda, ona ehil olanla çekişmeye kalkma!.”
Muâviye, bu sözlere pek kızdı: “Zâten, senin aklı az, hilmi kıt bir adam olduğunu, soyca-boyca şerefli olan ve söz bakımından da kavminin ileride geleni bulunan şu arkadaşının sözünü kesmenden anladım. Ne dediysen yalan. Çıkın, benim yanımdan, gidin; aramızda kılıçtan başka bir şey yok!.” dedi.
Gidenler geri gelip Hz. Ali'ye Muâviye'nin inadim, israrını haber verdiler.
Bunun üzerine savaş başladı, Ancak iki ordu, birden, birbirine hücum etmedi. Her gün iki taraftan erler meydana çıkıyor, savaşıyorlardı.
Hz. Ali tarafından Şebes, Muammer oğlu Hâlid, Nadr'ül-Hârisi oğlu Ziyâd, Ca'fer'ül-Kindî oğlu Ziyâd, Kays'ül Hemdânî oğlu Said, Kays'al-Riyahi oğlu Mı'kal Ubade oğlu Sa'din oğlu Kays ve Malık'ül-Eşter çıkıyor, Muâviye tarafından da Velid oğlu Halid'in oğlu abdurrahman, Eb'ül Aver, mesleme oğlu Habib, Zü'l-Kelâ' oğlu, Ömer oğlu Ubeydullah, Şurhabil, Hamza çıkıyor, birbirleriyle savaşıyorlardı. En fazla çıkan ve savaşan da Eşter'di.
Zilhıcce ayı böyle geçti.

HZ. ALİ (AS) TEKRAR UZLAŞMA YOLLARI ARIYOR:

Hz. Ali, Müslümanlar arasında birlik istiyor, kan dökülmesinden nefret ediyordu. Hatem oğlu Adiyy, Rib'i oğlu Şebes, Kays oğlu Yezid ve Hasfat'üt-Temimi oğlu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem elçi olarak Muâviye'ye gönderdi.
Elçiler, Muâviye'nin yanına gittiler. Önce Hatem oğlu Adiyy söze başladı. Allah'a hamdettikten sonra dedi ki: “Seni, ümmetimizi aynı fikir etrafında toplayacak ve Müslümanların kanını döktürmeyecek bir işe çağırmaya geldik. İnsanların, üstünlük bakımından en ileri gidenine, Müslünmanlık bakımından en doğrusuna çağırıyoruz. Bütün insanlar ona uydu, ancak sen ve seninle beraber olanlar kaldı. Ey Muâviye, Cemel ashabının başına gelenler başına gelmeden vazgeç bu işten!.”
Muâviye: “Sen uzlaşma çârelerini aramaya değil, beni tehdide gelmişsin. İmkânı yok, ey Adiyy, and olsun Tanrı'ya ki ben Harb oğluyum; sen de Affanoğlu'nun aleyhine kalkışanlardansın, sen de onu öldürenlerdensin.”
Diğerleri de Muâviye'ye dokunaklı sözler söylediler. Fakat hiçbir söz ona te'sir etmiyordu. Muharrem ayı, böylece geçti. Hicretin otuz yedinci yılının safer ayı girince (19.07.656) tekrar savaş başladı.

HZ. ALİ'NİN (aleyhisselâm) ASKERE VERDİĞİ EMİR:

Hz. Ali, askerine şu emri verdi: "Düşman savaşa başlamadan siz başlamayın. Siz gerçek ve doğru yoldasınız; elinizden geldiği kadar onları da doğru yola çağırın. Savaşıp üst geldiniz mi kaçanı öldürmeyin, yaralıya dokunmayın, ölenlerin edep yerlerini açmayın. Öldürürken eziyet etmeyin, işkenceden sakının. Şehirlere girerseniz yağmada bulunmayın, evlere girmeyin, girmek iktiza ederse ev sahibinden izin alın. Ordugâhta bulunduğunuz şeylerden başka onların mallarını almayın. Kadınlara sakın dokunmayın. Hatta onlar sizi söverlerse bile hoş görün; çünkü onlar, duygularına uyarlar, zayıftırlar. Müşrik oldukları zamanlarda bile onlara dokunmamamız emredilmişti."
Bundan sonra bir münâdi, meydana çıkıp bağırdı: “Şamlılar, Mü'minler Emiri diyor ki: “Doğru yola gelirsiniz diye acele etmedim, bekledim; fakat siz doğru yola gelmediniz, gerçeği kabul etmediniz. Mütareke zamanı geçti, savaşa hazır olun!.”
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

SAVAŞ BAŞLIYOR:

Ertesi günü Hz. Ali, Kûfe atlılarına Mâlik'ül-Eşter'i, piyadesine Yâsir oğlu Ammar'ı, Basra atlılarına Huneyf oğlu Sehl'i, piyadesi ne Varkaa oğlu Budeyl'in oğlu Abdullah'ı, Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu Kays'i kumandan ta’yin etti. Bayrağı Ebû-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Hâşim'e verdi. Yemen askerini sağa aldı, Kays oğlu Eş'as'ı onlara kumandan dikti, piyâdeleri Surad-al-Huzzâi oğlu Süleyman'ın kumandasına verdi. Rabia boyunu sola aldı, Abbâs oğlu Abdullah'ı onlara kumandan dikti, piyadelerini Hâris'in emrine verdi. Boyların her birini bir emirin kumandasına bıraktı. Bütün bunlara bayraklar verdi.
Bu savaşta Hz. Ali'nin bayrağı kırmızıydı, Muâviye'nin bayrağı siyahtı.
(Tâc-ül-Arûs, c.7, s.85.)

Muâviye de askerine düzen verdi. Sağ kola Zü'1-Kelâ'ı, sol kola Meslemet'ül-Fehri oğlu Habib'i me’mur etti. Öncülerin kumandani Eb'ül-A'verdi. Şam atlılarına As oğlu Amr, piyadelerine Ukbe oğlu Muslim kumanda ediyordu. Kays oğlu Dahhâk umumî kumandandı. Ayrıca Şamlıların bir kısmı ölüme ahdetmişler, sarıklarıyla birbirlerini bağlamışlar, beş saf teşkil etmişlerdi. Bunlar fedâilerdi.
Irakhlar, birbirlerini tanımak için başlarına, omuzlarına beyaz yün kumaşlar dikmişlerdi. Parolaları, "Yâ Allahu yâ Ahadu yâ Samedu yâ Rabbi MuhaMMedin yâ Rahmanu yâ Rahim" sözleriydi.
Şamlılar da birbirlerini tanımak için başlarıyla omuzlarına beyaz bezler dikmişlerdi. Parolaları, "Gerçekten de biz Tanrı kullarıyiz. Ey Osman’ın kanını istiyenler" anlamına gelen "Nahnu ibâdullahi hâkkan hakka, yâ lisârâti Osman" sözleriydi.

SAVAŞ:

Safer ayı'nın ilk günü çarşambaydı. O gün sabahleyin Şamlılardan bir bölük, Mesleme oğlu Habib'le meydana çıktı. Hz. Ali tarafından Mâlik'ül-Eşter karşı durdu. Akşama kadar savaştılar.
İkinci günü Hâşim, atlılarla, yayalarla meydana girdi. Ebü'-A'ver karşısına çıktı. akşamadek savaştılar.
Üçüncü günü Ammâr meydana çıktı. Amr'la savaştı. Ammar'ın yanında süvarilerle Nadr oğlu Ziyâd vardı. Ammâr, atlılara hücûm etmelerını emretti. Kendisi de piyadelere saldırdı, Amr'ın fırkası geri çekilmeye mecbur oldu. Bu savaşta Amr, bir mızrağın ucuna siyah bir bez bağlamış, savaşanlara onu uzatmadaydı. Halk arasında bu, Rasûlullah'ın ona verdiği bayrak diye bir söylenti oldu. Hz. Ali bunu duyunca: “Biliyor musunuz, Rasûlullah ona bu bayrağı verirken ne emretmişti” dedi. Ne emretmişti dediler. Hiçbir Müslümanla savaşmamayı ve hiçbir kâfirden kaçmamayı emretmişti, fakat and olsun Allah'a o müşriklerden kaçtı, bugün ise Müslümanlarla savaşıyor.
O gün Nadr oğlu Ziyâd, ana bir kardeşi olan Amr oğlu Muâviye'yle karşılaştı. Birbirlerini tanıyıp savaşmadılar.
Dördüncü günü Hz. Ali'nin küçük oğlu MuhaMMed ibn-i Hânefıyye meydana çıktı. Ömer'in oğlu Ubeydullah, büyük bir kuvvetle karşısına geldi. Her iki taraf şiddetle savaştılar. Ubeydullah, bizzât savaşmak için MuhaMMed ibn-i Hânefıyye'yi çağırdı, o da kabul etti. Karşı karşıya geldikleri zaman Hz. Ali, bunlar kim diye sordu. Söylediler. Derhal meydana at sürdü, oğlunu geri çevirdi, Ubeydullah'la karşılaştı. Ubeydullah, Hz. Ali'yi görünce geri döndü. MuhaMMed, Ey Mü'minler Emiri dedi, beni bıraksaydın onu öldüreceğimi umuyordum, ne diye beni men'ettin? Hz. Ali, benimle savaşsaydı onu mutlaka öldürürdüm. Fakat sen savaşsaydın belki öldürürdün, yalnız onun seni öldürmeyeceğinden de emin değildim dedi.
Beşinci günü Abbas oğlu Abdullah'la Ukbe oğlu Velid şiddetle savaştı. Bir aralık Velid, Abdülmuttalib81 oğullarına sövdü. Abdullah, onu bizzât kendisiyle savaşmak için meydana çağırdı. Fakat o kabul etmedi.
Bu sırada Muâviye, ordugâha bir minber kurdurdu. Üstüne çıkıp Allah'a hamd ettikten sonra Ey insanlar dedi, topluluğunuzu bozmayın, dayanın; çünkü bugün, gerçeğin meydana çıkacağı gündür. Siz gerçeksiniz, doğruluğa çalışıyorsunuz. Siz, bey'ati bozan ve haram olarak kan dökenle savaşıyorsunuz.
Arkasından Amr, minberin ikinci basamağına çıkıp Tanrı'ya hamdettikten sonra halkı sebata ve savaşa teşvik etti.
Hz. Ali, bunu duyunca yanındakileri topladı, yayına dayanarak dedi ki:
"Ey insanlar, sözümü duyun, dediklerimi belleyin. ululanmak benlikten ileri gelir, büyüklenmek kibirden. Şeytan, ortadaki hazır düşmandır, sizi bâtıla çağırıp durur. Bilin ki Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Birbirinizle çekişmeyin, birbirinizi aşağılamayın; bilin ki dînin kaynakları birdir, yolları meydandadır. Kim onlarla amel ederse gerçeğe ulaşır, kim onları terkederse yoldan çıkar, kim Müslümanları birbirinden ayırırsa mahvolur gider. Emânete hıyânet eden, vaadinden dönen, söyleyince yalan söyleyen kişi, Müslüman değildir. Biz rahmet Ehl-i Beytiyiz; sözümüz gerçektir, işimiz doğrudur. Peygamberlerin sonuncusu bizdendir. Müslümanların emîrleri bizdedir. Kitâb'ı okuyanlar bizdedir. Sizi Allah'a ve Resûlüne, düşmanıyla savaşmaya, emrine yapışmaya, rızâsını kazanmaya, namaz kılmaya, zekât vermeye, haccetmeye, Ramazan ayında oruç tutmaya, sadakaları ehli olanlara vermeye çağırıyoruz.
Şaşılacak şeylerin en şaşılacağı şu ki bugün Ümeyyeoğullarından Ebû-Süfyan oğlu Muâviye'yle As oğlu Amr, halkı, dinlerını korumaya teşvik etmişler. Halbuki siz de bilirsiniz, ben ömrümde Rasûlullah'a karşı durmadım, hiçbir işte ona isyan etmedim. Kahramanların bile sürçtükleri, tirtir titredikleri tehlikeli zamanlarda O'nu canımla-başımla korudum, hamdolsun Allah'a ki bana bu lutufta bulundu.
And olsun ki Rasûlullah vefât ettiği zaman başı, kucağımdaydı. Onu ellerimle yalnız başıma yıkadım. sağdan sola, soldan sağa döndüren melekler yanımdaydı. Allah'a yemin ederim, Peygamber'den sonra ümmet arasına hiç bir ayrılık sokmadım, ancak bâtıla uyanlar, bugün hakka uyanlardan ayrıldı."
Ammar da sözlerini gerçekleyip halkı savaşa teşvik etti.
Ertesi günü Kays'la Zü'1-Kelâ'ul-Hımyeri fırkaları savaştılar. Yedinci salı günü Eşter'le Habib fırkaları harb etti.
Hz. Ali, Salı günü akşamı, çarşamba gecesi, niceye bir-bu asilerle fırka fırka savaşacağız? Ne diye hep birden hücûm etmiyoruz dedi. Bir hutbe okudu, sonunda Allah izin verirse dedi, "yarın sabah hep birden düşmana hücûm edeceğiz. Bu geceyi namazla geçirin, çok Kur’ân okuyun, Allah'tan sabır ve yardım isteyin, ihtiyatla, fakat sağlam bir yürekle onlara yürüyün, doğru olun."
Asker o geceyi silahlarını hazırlamakla, namaz kılmakla, Kur’ân okumakla, dua etmekle geçirdi. Ertesi Çarşamba günü Şamlıların kabilelerını sordu, yerlerini öğrendi, her kabileye kendi tarafından bulunan ayni kabileyi karşı koydu. Buceyle gibi Şamlılarda bulunmayan kabileyi de Lahm kabilesine karşı dikti, orduyla harekete geçti.
Mâviye de ordusuyla yürüdü, o gün akşama kadar savaştılar. İki taraftan biri üst olmadan akşam karanlığı bastı, ordular, ordugâhlarına çekildi.
O gün ilk karşılaşanlar, Adiyy oğlu Hucr'la amcasının oğlu olan ve Muâviye'ye tabi bulunan Yezid oğlu Hucr'du. Her ikisi de Kinde boyundandi. Yezid oğlu Hucr, Adiyy oğlu Hucr'u savaşmaya çağırmış, o da icabet etmişti. Savaşta Yezid oğlu Hucr mağlup olup kaçmış, Hz. Ali tarafından Rafâa adlı birisi koşup onu öldürmüştü.
Ertesi Perşembe günü Hz. Ali, alaca karanlıkta sabah namazını kılmış, ordusuyla Şamlılara hücûm etmişti. Sağ kolda Huzâa kabilesinin ulusu Varka'ul-Huzaî oğlu Budayl'in oğlu Abdullah, sol kolda Abbas oğlu Abdullah vardı. Hafizlar, Ammar, Kays ve Buday'la oğlu Abdullah'ın mâiyetinde üç kısım olmuşlardı.
Hz. Ali, Medinelilerle merkezde, Küfelilerle Basralıların arasındaydı. Medinelilerin çoğu Ansardandı, biraz da Huzâa ve Kinane boylarına mensup olanlar vardı.
Muâviye de kendisine kubbe gibi bir çadır kurdurmuş, etrafını Şam suvarileri almıştı. Şamlıların çoğu, ölüm üzerine and içmişlerdi.

Budayl oğlu Abdullah, Muâviye'nin sol kolunu idâre eden Mesleme oğlu Habib'in fırkasına şiddetle hücûm etti, öğleye kadar şiddetle savaştı, süvarileri bozdu. Atlar, Muâviye'nin çadırına kadar kaçtılar. Muâviye, yanındaki fedâileri Habib'in imdadına koşturdu. Kuvvetlenen Habib, tekrar savaşa başladı, Budayl oğlu Abdullah'ın fırkasını bozdu. Abdullah’ın yanında iki üç yüz kişi kaldı. Bozuları askerin bir ucu Hz.Ali'nin yanına kadar geldi. Hz. Ali imdat için Medinelilerle Huneyf oğlu Sehl'i gönderdi. Fakat Şamlılar karşı çıkarak hareketlerine mani oldular.
Bu sırada sol kolda bulunan Mudar kabilesinde bozgunluk eseri görüldü, fakat Rabia kabilesi ayak diredi. Hz.Ali, onları gayrete getirmek için Huseyn, Hasan ve İbni Hânefiyye'yle yaya olarak yanlarına giderken Ebû-Süfyan'ın azadlı kölesi ahmer karşılarına çıktı. Hz. Ali'ye hücûm edeceği sırada Hz. Ali'nin azadlı kölesi Keysan araya girdi. Ahmer onu öldürünce Hz. Ali, onu kemerinden tutup yere çarptı. Ahmer'in kolları ve omuz kemiği kırıldı. Hz. Huseyn'le İbn-i Hânefıyye kılıçlarını çekerek işini bitirdiler.
Hz. Ali sebat eden Rabia boyuna yetişti, onları teşvik etti. Onlar da birbirlerine Mü'minler Emiri aramızda; içimizdeyken ona bir şey olursa, Araplar arasında rüsvay oluruz diyerek şiddetle savaşmaya başladılar.
Hz. Ali, sol kola giderken Eşter'e rastlamış, sağ koldaki feryadı duymuş, atını o tarafa sürerken eşter'e ey Eşter demişti: “git, onlara sor, ölümden nereye kaçıyorlar? Ölümden kurtulmanın çâresi var mı?”
Eşter, hemen o tarafa at sürüp: “Ben Haris oğlu Malık'im, yanıma gelin!” diye bağırdı, ondan sonra da: “sünneti söndürmeye, bid'atı diriltmeye savaşan kavimle savaşın. Kaçmak, dünyada da ayıptır, âhirette de” dedi, onlara te'sirli sözler söyledi. Bozguna uğrayan asker, Eşter'in başına toplandı.
Eşter, onlarla beraber Şamlılara şiddetle hücûm ederek Muâviye'nin yanına kadar sürdü. Kendisi de Budayl oğlu Abdullah’ın yanına vardı.
Abdullah, yanındakilerle ayak diremiş, yerinden kıpırdamamış, Şamlılar da onun sebatını görerek üstüne varamamışlardı. Eşter'e, Mü'minler Emiri ne halde diye sordu. Eşter sol kolda harbediyor diye cevâb verdi.
Abdullah: “Haydi dedi, doğruca Muâviye'nin üstüne hücûm edelim!” Eşter buna razı olmadı, yanında fedâiler bulunduğunu söyledi. Fakat Abdullah dinlemeyip arkadaşlarıyla çadıra doğru hücûm etti. Önüne gelenleri kesip biçerek ta Muâviye'nin yanına kadar yaklaştı. Fakat yanındakiler, Abdullah’ı yaklaştırmadılar. Arkadaşlarından bir kısmını şehid ettiler. Geri kalanları da yaralandılar. Muâviye'nin yanında bulunanlar, Abdullah'a dolu gibi taş yağdırmaya başladılar. Nihâyet yere yıkıldı, şehid ettiler. Muâviye'nin yanında bulunan İbn-i Amir, merhamete geldi, başından sarığını çıkararak yüzüne örttü. Muâviye: “Yüzünü aç dedi, Kâ’be'nin Rabbine and olsun, bu adam kavmin ulusu; Allah'ım, Eşter'le Eş'as'ı da bana bu halde göster.” Ondan sonra da: “vallahi dedi, Huzâa kabilesının kadınları bile bizimle savaşabilir.”

(Budayla oğlu Abdullah, Mekke fethinden önce babasıyla beraber Müslüman olmuş, Huneyn, Tâif ve Tebük savaşlarmda ve diğer savaşlarda bulunmuştu. Huzâa kabilesının büyüğüydü. Kardeşi Eşter, Abdullah'ın adamlarından sağ kalanları, bir fırka asker göndererek kurtardı. Sonra Hemdan kabilesi yiğitleriyle diğer erleri toplayıp hep birden hücûm etti. Muâviye'nin yanında bulunan ve sanklarıyle birbirlerine bağlarımış olan beş saflık fedâilere kadar yürüdü, safların dördünü yardı.)

Muâviye, bu hali görünce kısrağını istedi, kaçmaya hazırlandı. Kısrağa bindi, fakat kaçmayı da nefsine yeremiyordu. Bu sırada, Amr: “biraz daha sabır, sonunda galebe bizim” diye onu biraz yüreklendirdi.
Savaş iyice şiddetlenmişti. Ebü'1-Husayn'il- Ezdi oğlu Abdullah, Ammar'ın yanındaki hafızlarla Şamlılara saldırmış, safları birbirine katmıştı.
Buceyle kabilesinin sancağını taşıyan Mekşuh oğlu Kays kabilesının önüne düştü, şehid oluncaya kadar dövüştü. Sancağı amcasının oğullarından biri aldı, o da Abdurrahman da Sıffin'de şehid olmuştur. Savaş günü, adamlarına şu hutbeyi okumuştu:
"Hamd Allah'a, rahmet ve esenlik MuhaMMed'e ve tertemiz soyuna. Bilin ki, Muâviye, ehil olmadığı bir davaya kalkışmış, bu işi ehlinden almaya girişmiştir. Bâtıl bir yolda mücadeleye kalkmış, hakkı inkâr etmiştir. O size bölüklerle, fırkalarla saldırıyor. Yanındakilere sapıklığı bezemiş, yüreklerine fitne sevgisi tohumunu ekmişti. Vallâhi siz hakka uymuşsunuz. Rabbınızdan nur'a, apaçık delile sahibsiniz. Şu zulmeden asilerle savaşın, Allah sizin ellerinizle onları azablandırsın. Savaşın isyan edenlerle, işi ehline verin. Siz, Resûlullah’ın mâiyyetinde de düşmanlarla savaştınız. Andolsun Allah'a onlar bu luısusta da sizden daha temiz, daha hayırlı, daha çekingen değillerdir. Kalkın Allah düşmanına ve düşmanınıza. Allah rahmet etsin size."
(Budayloğlu Abdullah için "al-İstiab"a bakınız. c.l, s.351.)

Bu kabileden ve sahabeden Ebu-Hazim'le oğlu da şehid oldular.
Tay ve Naha' kabileleri şiddetle dövüşmekle, birçok erler şehid düşmekteydi.
Şamlıların sağ kolunda bulunan Hımyer kabilesiyle Zü'l-Kelâ' ve Ömer'in oğlu Ubeydullah da Hz. Ali'nin sol koluna hücum etmişlerdi. Rabia boyu sebat etmiş, kaçanları geriye gelmiş, Abd'ül-Kays kabilesi de imdada yetişmişti. Kanlı bir savaş başladı ve Zü'1-Kelâ'la Ubeydullah maktul düştüler. Zü'l-Kelâ', son zamanlarda Muâviye'nin haklı olup olmadığında tereddüde düşmüştü. Hz. Peygamber'in Ammar'ı asi bir taifenin öldüreceğini söylediğini duymuş, bu yüzden canı sıkılmış, inancı sarsılmıştı. Hatta bu yüzden, Ammar şehid edilince As oğlu Amr, Muâviye'ye: “bilmem demişti, Ammar'ın ölümüne mi daha fazla sevinmeli, Zü'1-Kelâ'ın ölümüne mi? Zü'l-Kelâ' şimdi sağ olsaydı mutlaka senin aleyhine kalkar, halkı da birbirine katardı.”
Hımyer kabilesinden Sabbah oğlu Kerib isminde biri ortaya atılmış kendisiyle tek başına savaşacak bir er istemektedi. Şamlılar arasında yiğitlikçe ona eş yoktu. Karşısında çıkan Mustafa, Haris, Aiz adlı üç eri birer birer öldürdü. Tekrar er istedi. Hz. Ali, Kerib'in karşısına çıkıp: “yazıklar olsun sana dedi, çekin, seni Allah’ın ve Peygamber'in sünnetine çağırıyorum, sakın seni ciğerler yiyenin oğlu cehenneme atmasın.” Kerib: “bu sözleri çok duyduk!” dedi, “istiyorsan gel de kılıcımı gör.”
Hz. Ali: “Kuvvet ve tasarruf sahibi ancak Allah'tır” deyip ileri atıldı, bir vuruşta herifi kanlar içinde yere yıktı. Sonra er istedi. Hımyer kabilesinden Haris karşısına geldi. Hz. Ali, onu ve ondan sonra meydana çıkan Muta'ı da ona ulaştırdı. Tekrar er istedi, karşısına kimse çıkmadı..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HAZRET-i ALİ MUÂVİYE'Yİ SAVAŞA ÇAĞIRIYOR:

Hz. Ali, bu sefer Şamlıların ordusuna dönüp bağırdı: “Ya Muâviye!”
Ordudan hiçbir ses gelmedi. Tekrar bağırdı, tekrar bağırdı: “Ya Muâviye, ya Muâviye!”
Nihâyet Muâviye dile geldi: “Ne istiyorsun? Söyle!.”
Hz. Ali: “Sana bir tek söz söyliyeceğim. Ne diye bu iki ordu birbirini kırsın, ne diye bu kadar kan dökülsün? Karşıma çık, benimle savaş. Hangimiz hangimizi öldürürse öldürsün, hüküm sağ kalanın olsun!” dedi.
Amr, Muâviye'nin yanındaydı: “Doğru söylüyor dedi, hadi çık!.”
Muâviye: “Galiba, benim mevkiimde gözün var. Var git işine, benden başkasını kandırmaya bak. Ebu Talib oğluyla şimdiye kadar kim savaşmış da üst olmuş, kanı yerleri sulamamış?.” Dedi.
Bu sözleri söyleyen Muâviye, derhal safların ta gerisine gitti ve Hz. Ali ile bizzât savaşmazsa Amr'la barışmamaya yemin etti.
Amr, yemininin yerine gelmesi için bir aralık meydana girip: "Ey Kufeliler, ey fitne ehli, Ebü'l-Hasan nerde, onu göremiyorum!" diye recez okurken Hz. Ali: "Evet, iyi bil ki hem Ebü'l-Hasan, hem de Ebü'l-Huseyn burda, karşında!." diyerek üstüne hücûm etmiş, bir kılıçta zırhını yarıp kendisını atından düşürdü. Amr kurtuluş çâresi kalmadığını görünce bir garip harekette bulunmuş, Hz. Ali, utancından onu bırakıp geriye dönmüştü.

(Nur'ül-Absar, fi Menakıbı Alü - Beyt'in - Nebiyy'il-Muhtar, Mısır - Matbaat'al-Maynıaniyya, 1308, s.91)

AMMAR'ın (radiyallahu anhu) ŞEHÂDETİ:

Ammar, mâiyyetindeki fırkayla düşmana saldırdı.
Uzaktan gözüne ilişen Amr'a bağırdı: “Ey Amr, dinini sattın, Mısır'ı aldın!”
Sonra hücûm etti. Aynı zamanda şu recezi okumaktaydı:
"Allah gerçektir, gerçek söylemiştir. Uludur Rabbim, yücedir. Rabbim, sen benim şehid olmamı yaklaştır, şehid olarak ölmeyi çok isterim, severim. Geriye dönmeden hücûm ederken ölmek, bütün ölümlerden üstündür. Bu çeşit ölen kişiler, cennetlerde Rablerinin indinde cennet ırmaklarının sularından içerler. Zencefîl kokan miskle karışık şerbetle susuzluklarını giderirler."

Sonra dedi ki:
"Allah’ı m, sen de bilirsin ki razılığın şu denize atılmamda olsa, bunu bilsem çekinmeden kendimi atarım. Allah’ım, bilsem ki razılığın, kılıcımı yere dayayıp karnımı kılıca vererek ucu sırtımdan çıkıncaya dek üstüne abanmaktadır, hiç çekinmeden, bu işi yaparım. Bugün şu kötü kişilerle savaştan daha ziyâde razı olacağın bir iş olduğunu bilseydim o işle uğraşırdım!."
Ammar, o gün: "Nerde Rabbının razılığını isteyen, nerde malından, oğlundan geçip Allah rızasını ede etmeyi dileyen!" diye bağıryor, yanındakilere, Ey halk!.Osman’ın kanını almak isteyen şu kavma saldırın!” diyordu.
Savaşırken Utbe oğlu Haşim'e rastladı. Ona yaklaşıp: "Hücûm, anam-babam sana fedâ olsun ey Haşim hücum!." diye bağırdı ve: "Ey Haşim, cennet kılıçların gölgesi altında, ölüm mızrakların ucunda. Gök kapıları açıldı, kara gözlü hüriler bezendi" dedi.
Ammar, doksanı aşmış bir ihtiyardı. Öyle olduğu halde hem hücûm ediyor, hem de: "Ey halk, cennete yürüyüş!" diye bağırıyordu.
Bir aralık As oğlu Amr'ın sancağını gördü,: “Vallahi dedi bu sancak, Rasûlullah'a karşı da üç kere savaşmıştı; bu seferki savaşı da onlardan hayırlı değil!”
Sonra şu recezi okudu:
"Biz, sizinle Kur’ân'ın tenzili için savaşmıştık, bugün de te'vili için savaşıyoruz. Kılıçlarımızla başlarını, gözlerini yaracağız. Bugün ya dost dostundan ayrılır, ya hak, yoluna girer, yücelir."

Bu sırada susadı. Kolları uzun bir kadın kendisine bir kırba sundu. Kırbada su karıştırılmış süt vardı. Ammar bunu içince dedi ki:
"Cennet kılıçların altında. Bugün sevgililerime, MuhaMMed'e ve ona uyanlara kavuşacağım. Vallahi başımızı yarsalar, canımızı alsalar gene iyiden iyiye biliyoruz ki biz haklıyız, onlar bâtıla tabi."

Bir rivâyette süt sunan Raşid adlı bir köleydi. Ammar sonra gene savaşa başladı.
Bu sırada ibnü Cevn'al-Sekseki ve Ebül-Gaadiyetal Fizari adlı iki adam, Ammar'a hücûm ettiler. Ebü'l-Gaadiye, bir firsatını bulup Ammar'i yaraladı. İbnü Cevn de başını bedeninden ayırdı.

AMMAR'ın ŞEHÂDETİ BİR BURHAN OLDU:

İbnü Cevn Ammar'in başını alıp Muâviye'ye koştu, Ebü'l-Gaadiye de peşinden seğirtti. Her ikisi de: “Ammar'ı ben öldürdüm!” diyordu.
Amr ordaydı: “Son söylediği söz neydi?” diye sordu. İbnü Cevn: “Bugün sevgililerime, MuhaMMed'e ve ona uyanlara kavuşacağım” diyordu” dedi. Amr: “Doğru söylemiş, sen de onu ben öldürdüm diyorsun ya, sözün doğru. Fakat bil ki Rabbının gazabına uğradın!” dedi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Tabiinden Cuveyn'ül-Uranî oğlu Habbe demiştir ki: "Sahabeden olup Hz. Peygamber tarafından kendisine münafıklar ve kendisinden sonra kopacak fitneler haber verilmiş bulunan Hz. Huzeyfe'den fitneyi sormuştum: “İçinde Sumeyyeoğlu'nun bulunduğu fitneden sakınınız; çünkü ben, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, esenlikler versin, Rasûlullah'tan duydum; dedi ki: “Ammar'i azgın ve zâlim bir topluluk öldürecek, dünyadan son rızkı da suyla karışık süt olacak. Ammar’ı şehid edildiği gün gördüm: “Bana son rızkımı getirin” dedi. Kendisine sulu süt verildi. Sütün bulunduğu kap, kenarında çepe çevre kırmızı boyadan bir çizgi bulunan geniş bir kaptı. Sütü içti: “Bugün sevgililerime, MuhaMMed'e ve ona uyanlara kavuşacağım!” dedi. Huzeyfe kıl kadar bile hata etmedi."
(Al-Kâmil, Mısır, 1290, 3, s.133.)

Buhari, bu hadisi Ebu-Said'ül-Hudri'den şu sûretle tahric eder: "Bir gün konuşulurken söz mescidin yapılmasına geldi. Ebu-Said dedi ki: “Biz birer kerpiç taşıyorduk. Ammar ikişer-ikişer taşımaktaydı. Rasûlullah, onun yüzündeki toprağı arıttı da: “Yazık Ammar'a, onu azgın, zâlim bir topluluk öldürecek. O, onları cennete çağıracak, onlarsa onu cehenneme çağıracak “ dedi. Ammar, “fitnelerden Allah'a sığınırm” derdi.
(Al-Tecrid'us-Sarih li Ahadis'il-Cami'is-Sahih, Mısır, 1323, 1, s.44.)

Birçok kişiler “Ammar'ı ben öldürdüm!” diyor, Muâviye'yle Amr'ın huzurunda çekişiyordu. Nihâyet Ebü'l-Gaadiye'yle ibnü Cevn'in öldürdüğü anlaşılınca Amr: “Müjde olsun dedi, ikiniz de cehennemliksiniz.”. Adamlar gidince Muâviye: “Adamlar bizim için canlarını fedâ ediyorlar, ne diye bu lafi edersin?” diyince Amr: “Vallahi öyledir, sen de bunu bilirsin, keşke bundan yirmi yıl önce ölseydim de bu hali görmeseydim” dedi.
Amr'in oğlu Abdullah da bu adamlara: "Defolun, Rasûlullah'ın Kureyş boyu ne ister Ammar'dan, onunla ne alacakları-verecekleri var? Ammar onları cennete çağırır; onlarsa onu cehenneme; onu öldüren de, elbisesini alan da cehennemliktir!" dediğini duydum demiştir.

Muâviye'yse: "Onu biz öldrümedik ki; onu bu savaşa getiren öldürdü" diye hadisi te'vile kalkıştı.


AMMAR KİMDİR?.:

Ammâr, Yasir oğludur. Muzhac kabîlesindendir. Babası Yemen'den gelmiş. Ebü- Huzeyfe onu evlendirmiştir. Oğlu Ammâr'la berâber Ebü- Huzeyfe'nin evinde kalırdı. Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) Müslümanlığı yaymaya başlar başlamaz Yâsir, karısı Sümeyye, oğulları Ammâr ve Abdullah'la birlikte müslüman olmuştur. Müşrikler Mekke'de koruyacak kimseleri bulunmayan Yâsir âilesine çeşitli işkenceler yaparlar, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) gerçekten görür, üzülür: "Sabredin ey Yâsir âilesi!" diye onlara gayret verir: "Allah'ım, sen Yâsir soyunu yarlığa" diye duâ ederdi. Bir gün gene işkence çektilerini görmüş:"Sabredin ey Yasir soyu, şüphe yok ki size vaadedilen yer, cennettir!." buyurmuştu.86
(Al-İstîab, 2, 635-636)
Müslümanların ilk şehidi Yâsir'le zevcesi Sümeyye'dir.
(Al-İstîab, 2, 758-759.)
Ammâr, kendisine edilen ezaya tahammül edememiş, söylemesini istedikleri sözü söylemişti. Bunu, Ammâr dîninden döndü tarzında Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'e haber verdikleri zaman Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm): "Nasıl olabilir ki o, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur" demiş, 16. Nahl Sûresinin 106. âyet-i kerimeleriyle Hz. Peygamber aleyhisselâm, tasdik edilmişti.:

مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---“Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bi’l- îmâni ve lâkin men şeraha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh (minallâhi), ve lehum azâbun azîm (azîmun).: Kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır.”
(Nahl 16/106)

Ammâr, Habeş İline hicret etmiş, iki kabileye namaz kıldırmış, Bedir savaşında bulunmuş sahabedendir. Bütün savaşlarda bulunmuş, Uhud savaşındaki sebat ve gayreti yüzünden Hz. Peygamber aleyhisselâm: "Cehennem Ammâr'a haramdır" buyurmuştur.
Tebük Savaşında münafıklardan on iki kişi Hz. Peygamber'e bir pusu kurup beklerken Ammâr, Hz. Peygamber'in devesinin yularını tutup çeker, Huzeyfe ye derken silah seslerini duyunca: "Kötülük size, size ey Allah’ın düşmanları" diye bağırmış, münafıklar korkup kaçmışlardı.
Velid oğlu Halid: "Ammar'a buğzeden Allah'a buğzeder" hadisini,
Enes, "Cennet Ali'ye, Ammar'a, Selman'a iştiyak çeker" hadisini rivâyet etmiştir.
Hz. Ali, Ammar'ın bir gün huzura girmek için izin istediğini, Hz. Peygamber'in: "Merhaba ey tertemiz arınmış kişi" diye O'na izin verdiğini söyler.
Hz. Ayışe, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'ın: "Ammar, iki iş arasında kalsa, hayırlısını seçer" dediğini rivâyet etmiş, Tirmizi: "Müjdelerim seni ey Ammar, azgın, zâlim bir topluluk tarafından öldürüleceksin!" hadisını Ebü-Hüreyre'den tahric eylemiştir.
Ehl-i Beyt yoluyla gelen hadisler de hadden ziyâdedir ve Selman, Mikdad ve Ebü-Zerr'le beraber Ammar, dört direk anlamına "Evtad-ı Erbaa, Erkan-ı Erbaa" diye anılagelmiştir.
Ömer, Ammar'ı bir aralık Kufe'ye vâli olarak göndermişti. Künyesi Ebü'l-Yakzan olan Ammar, şehâdetinde doksan, yahut doksan üç yaşındaydı. Hz. Ali, namazını kılmış, yıkamadan kanlı elbisesiyle bizzât defnetmiştir.

(Üsd'ül-Gaabe; Mısır, 1286, 4, 43-47, al-İstiab, 2, 434-436.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

AMMAR'IN ŞEHÂDETİNDEN SONRA:

Bedir savaşında bulunmuş olan ve Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) tarafından şehâdeti, iki tanık yerine kabul edildiği için "Zü'ş-Şehâdeteyn" diye anılan Huzeymet'al- ansari, Siffin'de Ali tarafında bulunmakla beraber savaşa katılmaktan çekınıyordu.
“Ammar şehid olunca, karşımızdakilerin azgınlar, zâlimler olduğunda hiçbir şüphem kalmadı” deyip kılıcını kınından sıyırmış, şehid oluncaya dek şavaşmıştır.
Ammar'ın şehâdetinden sonra Hz. Ali, Rabia ve Hemdan boylarına siz benim zırhımsınız, silahımsınız demiş, yanına toplanan on iki bin erle şiddetle Şamlılara hücum etmiştir.


HAŞİM'İN ŞEHÂDETİ

Hz. Ali'nin sancağı Ebu-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Haşim'deydi. Haşim, Ammar'la beraber savaşa girmişti. “Allah’ı ve âhireti seven yanıma gelsin!” deyip akşam üstü tekrar tekrar Şamlılara hücum ediyordu. Bu sırada Şamlılardan bir genç, Haşim'in karşısına çıkıp "Ben Gassan Padişahlarının evlâdındanım. Osman'ın kanını istiyorum. Ali, Osman'ı öldürmüştür. O da siz de namaz kılmayan adamlarsınız" gibi laflar etti. Haşim: “Dur da dinle dedi; Osman’ı Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in sahabesi mi öldürdü? senin bu işle ne ilgin var. Onlar din ve bilgi ehlidir, Müslümanlarla yapacakları işi çok daha iyi bilirler. Bir an bile din hususunda ihmalleri görülmemiştir. Genç, azıcık dur, azıcık dur!” dedi, “Çünkü ben vallahi yalan söz söylemem, yalan adama zarar verir, fayda vermez. İnsanı kötü kişi eder, bezemez!”
Haşim: “Bu işte dedi, senin hiçbir ilgin yok, Bu işi ehline bırak!.” dedi.
Genç: “And olsun Allah'a, sanıyorum ki bana öğüt vermedesin” dedi.
Haşim: “Evet dedi, Emirimizi namaz kılmamakla töhmetlendiriyorsun, halbuki o, Resülullah'la ilk namaz kılan adamdır. Allah dininde en doğru hüküm verendir, halkın Resülullah'a en yakınıdır. Onunla beraber olan şu gördüğün kişilerin hepsi de Kur’ân okurlar, geceleri teheccüd manazını kılmadan uyumazlar, kötü kişiler din hususunda seni aldatmasınlar!”
Genç: “Sen temiz bir kişisin dedi, tevbe edersem Allah tevbemi kabul eder mi?”
Haşim: “Evet, tevbe et, Allah kabul eder, kötülükleri bağışlar.” dedi.
Genç tevbe edip geri döndü. Şamlılardan biri: “seni o Iraklı kandırdı” deyince, “hayır dedi, o bana öğüt verdi.”
Haşim, Şamlıların sebatını görünce askerine: “Onların sebatı, Arapların âdeti olan hamiyettendir, yoksa onlar sapıktır, azgındır, hak sizde” dedi. Yanındakilerle gene şiddetle hücum etti. Artık zafer nişâneleri belirmek üzereydi. Güneş batarken Münzir'üt-Tenuhi oğlu Haris, Haşim'i yaralayıp yere düşürdü, şehid etti.
Sancağı Haşim'in oğlu Abdullah aldı ve yanındakilere şu sözleri söyledi.: "İnsanlar! Haşim Allah kullarından bir kuldu. kulların rızıkklarını takdir eden, yaptıklarını hisab eyleyen ecellerini ta’yin buyuran Allah’tır. Rabbi onu çağırdı, o da hiç isyan etmediği Rabbının davetine icâbet etti. Allah’ın emrine uymuştu, Resülullah'ın amucasının oğluna, ilk inanana, dinde en iyi hüküm verene, Allah’ın haram ettiğini helâl ederek şehirlerde cevir ve fesad eden Allah düşmanlarına karşı durana itaat ederek savaştı. Şeytan onları azdırmış, suçu, düşmanlığı onlara güzel göstermiştir. Allah’ın çizdiği sınırları bozanlarla, Resülullah’ın sünnetını değiştirenlerle, Allah dostlarına karşı gelenlerle savaşın."
Hz. Ali, Haşim'in şehâdetine pek üzüldü, ona bir mersiye söyledi. Ammar'ın şehâdetine de pek yanmış, hatta: "Ammarın şehâdetine üzülmeyen kişinin Müslümanlık zevkinden behresi yokur" demişti. Muaviye ise, Hz. Ammar'ın şehâdetine, “fetihlerin fethi” demiş, pek sevinmişti. “Budayl oğlu Abdullah'la Ammar, Ali’inin sağ ve sol kollarıydı, ikisini de kestik” sözü de onun sözlerindendir.
Şamlılar, Haşim'in şehâdetinden de pek memnun olmuşlardı. Hatta Ammar'ın şehâdeti üzerine Muaviye'ye doğruyu söyleyen, Muaviye'nin, “onu biz öldürmedik, buraya getiren öldürdü” diye hadisi te'vil etmesine karşı, o halde Hamza'yı da Vahşi öldürmedi, onu Uhud'a götüren Hz. Peygamber öldürdü diyecek kadar ileriye varan Amr bile, "Biz Haşim'i de, Yasir oğlu'nu da zorla öldürdük, Budeyl'in de iki oğlunu katlettik" diye bir beyit söyledi.

Hz. Ali, ileriye gidince Şamlılardan Gassan kabilesinin ayak dirediğini gördü. Oğlu MuhaMMed ibni Hânefıyye'yi bir fırka ile üstlerine gönderdi. Şiddetle hücum edip bir kısmını kılıçtan geçirdiler. Sağ kalanlar geriye çekilmeye mecbur oldular.
Cuma gecesi savaş sabahadek sürdü. Oklar bitmişti, mızraklar kırılmıştı ses sedâ kesilmişti karanlık basmıştı göz gözü görmez olmuştu. Duyuları yalnız kılıç sesleri, insan mırıltıları, erlerin ve atların solukları ve nal şakırtılarıydı. Hz. Ali, sağa sola yetişiyor, gereken emirleri veriyordu.
Eşter, çok defâ onunla atbaşı beraber gitmede, önüne geleni silip süpürmedeydi. Arada bir, Hz. Ali'nin bizzât savaşmamasını recâ eder, onu canıyla korurdu. Perşembe günü akşamı sağ kola me'mur olmuş, Cuma sabahınadek şiddetle savaşıp adım- adım ilerlemişti.
Savaş üç gün, üç gecedir devâm ediyordu. Namaz kılmaya bile vakit yoktu. İma ile namaz kilinmadaydı.
Gecelerden bir gece, Muaviye pek sıkışmıştı. Mervan'ı çağırıp: “Eşter'le savaşır, onu ortadan kaldırabilir misin?” dedi. Mervan biraz düşündükten sonra: “Amr'ı çağır, bu işi ona buyur” dedi. Muaviye: “neden?” diye sorunca Mervan: “o senin sırdaşın, haldaşın” dedi. Muaviye: “ne demek dedi, sen canım -ciğerimsin.” Mervan: “öyle olsaydım beni mahrum bırakıp da ona lütufta bulunmazdın” dedi.
Muaviye, birisine: “git dedi, Amr'ı çağır.” Adam gitti, Amr'a “seni emir istiyor” dedi. Amr gelince “Hayrola” dedi, yeni bir şey mi var?” Muaviye dedi ki: “Bir şey yok; yalnız Eşter'in savaşı beni bitiriyor. Mervan'ı çağırdım, git, ona karşı dur dedim, Amr'ı çağır, o senin sırdaşın, haldaşın.” dedi.
Amr, zor durumda kaldı. Mısır vâliliğinin gitmesinden korktu. “Pekâlâ, yarın Eşter'le çarpışırım.” dedi.
Sabahleyin meydana çıkıp recez okudu. Eşter'i çarpışmaya çağırdı. Eşter derhal Amr'ın karşısına çıktı, Yüzüne bir mızrak vurdu. Fakat mızrak zırhtan kaydı, Amr'a bir şey olmadı. Amr hemen kaçıp ordusuna katıldı. Kendisiyle alaya başladılar.
Bir genç bu hale dayanamadı, Eşter'in karşısına çıktı. Eşter, Şamlının gençliğine acıdı, oğlu İbrahim'i çağırdı. Sen de gençsin, bu da genç; siz çarpışın, ben seyredeyim dedi.
İbrahim, Şamlı gence hücûm etti ve bir hamlede genci öldürüp yere yıktı.
Erler yorulmuşlardı. Eşter bunu görüp: “Ey Iraklılar, canını Allah'a satan yok mu?” diye bağırdı, halkı savaşa teşviyk etti. Erler, tekrar düşmana saldırdılar.
Eşter, Hz. Ali ile ta Muâviye'nin bulunduğu yere kadar vardı. Bu sırada Ertat oğlu Büşr karşılarına çıktı: “ey Ebe'l-Hasan, gel karşıma!” diye bağırdı. Eşter yerinde durdu, Hz. Ali, Büşr'ün karşısına çıktı. Mızrağıyla hamle etti. Büşr zırhlı olduğu için yaralanmadıysa da hamlenin şiddetinden yere düştü, ne yapacağını şaşırdı, o da Amr'ın yaptığını yaptı. Hz. Ali, yüzünü çevirdi, onu bırakıp yerine döndü. Eşter: “Ey Mü’minler Emiri, bu Allah’ın da, senin de düşmanın Büşr!.” diye bağırdı. Hz. Ali: “Bırak ey Eşter, Allah lânet etsin ona.” dedi.

Büşr'ün Şamlılar arasında bir amca oğlu vardı. Bu olayı görünce hiddetle meydana çıktı. Eşter hücüm edip adamı öldürdü.
Savaşın şiddetli zamanlarında Dırar'ül-Ezdi oğlu Eşter'le savaştı. Eşter onu esir edip ordugâha getirdi. Asbag şairdi. Geceleyin şu şiiri söylemeye koyuldu:
"Keşke bu gece sürüp gitseydi, halk sabahı bulmasaydı, gün gelip çatmasaydı; bu gece, kıyametedek sürseydi; çünkü yarınki gün, helâk günüm olacak sanıyorum. Ey gece, uzadıkça uza; geceleyin rahattayım, sabah ya öldürüleceğim, ya bağışlanacağım, tutsaklıktan kurtulacağım. Yer, altıında altmş kat olsaydı da ben orda gizlenseydim gene korktuğuma uğramamak imkânı yoktu. Ey nefis, azıcık sabret; ey Dırar oğlu, dayan; ölüme daha vakit var; belki de bu kavim bana acır. Eşter, belki de bana kıymaz. Bunlar da benim kavmimdir, ben onları öldürmedim, onlar da beni bağışlarlar, aybımı örterler!."
Sabah olunca Eşter, bu adamı alıp Hz. Ali'nin huzuruna götürdü: “Ey Mü'minler Emiri dedi, dün bu adamı esir ettim. Ölümü hak etseydi öldürürdüm. Gece bir şiir söyledi, bizi heyecanlandırdı. Dilersen öldürt, dilersen bize bağışla.” dedi.
Hz. Ali: “Sana bağışladım” dedi, Eşter adamı koyverdi.
Sabah vakti Adiyy'ün-Nahai oğlu Amr, Şamlılardan er istedi. Şamlılardan Ebü-Cündeb adlı birisi çıktı. Pek yiğitti, Amr'ı öldürdü. Ondan sonra çıkanı da şehid etti. Eşter pek kızdı, yanında bulunan birisine: “Beni tanırsa belki çarpışmaz, zırhlarımızı değiştirelim” dedi. Kendi zırhını ona verdi, onun zırhını giyip karşısına dikildi. “Allah seni öldürsün dedi; Naha' boyunun ulularını öldürdün.” Adam: “Onları öldürmek vâcibti, çünkü onlar İmam Osman'la Muâviye'ye isyan ettiler” dedi. Eşter: “Ey Şamlılar dedi, ne de ahmaksınız; Muâviye hileyle sizi aldatmış. İnsanların, mahluka en fazla itaat edenleri, yaradana en fazla isyan edenleri gerçekten de sizsiniz.”
Adam kızdı, Eşter'e hücum etti. Eşter adamın hamlesini reddetti, bir hamlede işini bitirip yere serdi. Karşısına geleni öldürdü, geleni öldürdü, böylece tam on iki kişiyi katletti, döndü, orduya katıldı.
Tam bu sırada Şamlılardan biri çıkıp: “Kimdir bizden on iki kişiyi öldüren? Karşıma çıksın!” diye bağırdı. Eşter hemen geri dönüp: “Dur dedi, Allah izin verirse seni de onlara kavuşturayım!.” Bir hamlede, dediği gibi onu da öbürlerine kavuşturdu.
Sonra Şamlılara karşı bağırdı: “Muâviye'yi istiyorum, o çıksın karşıma!”
Muâviye, Eşter'i tanımıştı: “Sen benim dengim değilsin, seninle savaşmam!” diye bağırdı. Eşter: “Doğru söylüyorsan sahibimle savaş, o Arapların seyididir” dedi. Muâviye bu söze cevâb vermedi. Yalnız Rabia oğlu Cündeb'i çağırdı, Eşter'le savaşmasını emretti.
Bu adam, Muâviye'nin kızını istemişti de vermemişti. Amr, Eşter'i öldürürsen Muâviye kızını verir sana diye onu kandırdı, meydana gönderdi.
Adam meydana çıkınca Eşter: “ne cesaretle, ne fikirle karşıma çıktın?” dedi. O: “kızını bana verecek” deyince Eşter bir hayli güldü. Adam mızrağıyla hücûma kalkışınca mızrağını yakaladı. Cündeb uğraştı, çabaladı, mızrağı kurtaramadı.
Eşter mızrağa bir kılıç vurdu, ikiye bölündü. Adam korkup kaçmaya başladı. Eşter koşup herifi öbür dünyaya yolladı. Tekrar er istedi. Fakat kimse meydana çıkmadı. Hz. Ali, Eşter'i yanına çağırdı: “benimle de kimse savaşmıyor, seninle de” dedi ve ilave etti: "Ben sağ kola hücûm edeyim, sen sol kola hücûm et."
İkisi de hücûm ettiler, asker de ardlarından yürüdü. İki takım birbirine girdi. Gece yarısından kuşluk çağınadek savaştılar. Eşter, erlere, “Dayanın ey mü'minler, şimdi tandır kızdı” diye bağırdı.
Hz. Ali, askerin kalbinde, Ester sağ kolda, Abbas oğlu Abdullah sol kolda bulunduğu halde savaş meydanını geçtiklerini, meydanın arkada kaldığını gördüler ki bu zaferin artık tamamiyle kazanılmış olduğunu gösteriyordu.
Eşter, son bir hücumla, işi bitirmek için askere: “Canını Allah'a satan kimdir?. Hücûm edin, amcam, dayım fedâ olsun size, savaşın, Allah bu savaş yüzünden sizden razı olacak, din onunla yücelecek!.” diye bağırdı, Âlemdara da: “Çek sancağı” dedi, Şamlılara hücûm etti. Hz. Ali de imdad için Eşter'e bir fırka gönderdi..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

MUSHAFLAR MIZRAK UÇLARINDA:

Muâviye şaşkın bir halde Amr'i çağırdı, ne yapacağız dedi. Amr, senin adamların onun adamlarına dayanamaz. Sen de ona denk ve eşit değilsin. O seninle Allah için savaşıyor, sen bambaşka maksatla savaşıyorsun. Sen yaşamak istiyorsun, o şehâdet istiyor. Iraklılar, üstün olursan onları yok edersin diye senden korkuyorlar, Şamlılar, Ali üst olursa bize zulmeder demiyorlar, ondan korkmuyorlar. Onları Allah kitabına çağır, sizinle aramızda bu kitab hakem olsun de. Zâten ben, en son bu tedbiri düşünmüştüm dedi.
Muâviye pek doğru dedi. Mızraklara mushafların bağlanmasını emretti. Beş yüz mushaf bağladılar. Üç mızrağı biribirine bağlayıp uçlarına Rakka yakınlarında bulunan Miske Şehrinin Ulu camiinin büyük mushafını bağlamışlardı.
Mızrakları taşıyanlar aldıkları emre uyup: “Ey Iraklılar, sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı var; Ey Arap topluluğu, kadınlarınızı, kızlarınızı düşünün, Allah için olsun düşünün, siz yok oldunuz mu onlar kâfirlere esir olurlar!” diye bağırıyorlardı.
Hz. Ali: "Allah’ı m dedi, sen de bilirsin ki onların maksatları kitab değil, sen onlarla aramızda hükmet, sensin hüküm ve hikmet sabihi gerçek Tanrı!."
Ebü'l-A'ver de ak bir ata binmişti. Başına bir mushaf koymuş: "Iraklılar, aramızda Allah kitabı bu!." diye bağırmadaydı. Edhem oğlu Eb'üt Tufayl sağ kola, Ebü-Şurhabil sol kola karşı çıkmış: “Ey Iraklılar, Allah için olsun, Allah için olsun, kadınlarınıza, kızlarınıza acıyın; ölür giderseniz kâfirlere esir olacaklar!” diye bağrışıyorlardı. İkisinin de başlarında Kur’ân vardı.



HZ. ALİ'NİN (aleyhisselâm) ORDUSUNDAKİ KARGAŞALIK:

Mushafları gören Iraklılar durdular, her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Kimisi savaşa devâm edelim diyordu, kimisi Allah kitabındaki hükme uyalım diye bağırıyordu.
Hz. Ali: "Allah kulları" dedi, "Ben Allah'ın kitabına uymak hususunda herkesten ileriyim. Fakat Muâviye, Amr, İbnu Emi-Muayt, Dahhak gibi adamlar Kur’ân ehli değillerdir. Onların ahvâlını sizden iyi bilirim, Allah’ın kitabının hükmünü de hepinizden iyi bilir, anlarım, Onların mushafları kaldırmaları, size karşı tutmaları bir hileden ibâret. Birazcık dayanın, iş bitecek." dediyse de fayda etmedi. Orduda fazla ibadetle zayıflamış, fazla secde etmekten alınları nasırlaşıp kararmış bulunan bir hafızlar topluluğu vardı. Kur’ân'daki hükümleri düşünmeden boyuna Kur’ân okuyan, vakitlerini ancak namaz kılmakla geçiren bu yobazlar, geldiler ve Mü'minler Emiri lakabını kullanmadan: “Ya Ali dediler, Allah’ın kitabina icâbet etmezsen Affanoğlu'nu öldürdüğümüz gibi seni de öldürürüz, yahut da tutar, düşmanına teslim ederiz seni!”
Hz Ali: "Yazıklar olsun size" dedi, "Allah’ın kitabına halkı ilk davet eden ve ona ilk icâbet eden benim. Ben onlarla Kur’ân'ın hükümlerini ihyâ etmek için savaşıyorum. Çünkü onlar Allah’ın emrine isyan ettiler, ahdını bozdular kitabını ardlarına attılar. Size söylüyorum, bu hareketleri, Kur’ân'la amel etmek değil, sizi kandırmak için bir hile ancak."


Fakat iş işten geçmişti, söz ayağa düşmüştü: “Eşter'e haber yolla, savaşı bırakıp gelsin!” diye ısrara başladılar. Eşter, savaşı bırakmamıştı, zaferi elde etmek üzereydi.
Hz. Ali, Hani oğlu Yezid'i Eşter'e yolladı: “Git dedi, haber ver, fitne koptu, buraya gelsin.”
Hani oğlu Yezid koşa-koşa Eşter'e ulaştı, Mü'miler Emiri: “fitne koptu, buraya gelsin” diyor dedi. Eşter: “Mushafların kaldırılışından değil mi?” diye sordu. Yezid “evet” deyince, “Vallahi dedi, görünce korkmuştum ve işin böyle olacağını sarımıştım. Bu işi Nabiga'nın oğlu (Amr) meydana getirdi, mutlaka, bu, onun işi. Git, Mü'minler Emirine söyle, işi bırakacak zaman değil, fetih ve zafere ulaşmak üzereyiz.”
Yezid dönüp geldi, “Fetih ve zafere ulaşmak üzere” dedi. Bu sözü duyan topluluk, gürültüye başladı. “Vallahi dediler, o gelmezse senden ayrılır, seni yalnız bırakırız.” Hz. Ali, Yezid'i tekrar gönderdi. Eşter: “zaferi elde etmeğe ne kaldı ki” diye sözü başlarken Yezid: “sen burada muzaffer ol, Mü'minler Emirini orda öldürsünler, yahut düşmanına teslim etsinler, sence daha mı hoş” dedi.
Eşter: “Subhanallah, vallahi hoş değil” deyip savaşı bıraktı. Hz. Ali'nin yanına gelince kargaşalık çıkaranlara karşı bağırmaya başladı: “Ey aşağılık, ey korkak, ey battal kişiler, tam zafere ulaşacağımız, onları kahredeceğimiz zamanda nedir bu yaptığınız? Sanıyor musunuz ki onlar mushafları kaldırdılar da içindeki hükümlere çağırıyorlar? Vallahi Kur’ân'daki emirleri terkettiler, kendisine Kur’ân indirilenin sünnetlerini bıraktılar, aldanmayın, beni bir at koşturacak kadar bırakın, çünkü fethi zaferi duydum, elde etmek üzereyim.”
“Hayır dediler, imkânı yok. Seni bırakırsak yaptığın hataya iştirak etmiş oluruz.”
Eşter: “Zâten dedi, iyileriniz şehid oldu, rezilleriniz kaldı. Ne vakit Hakka uydunuz ki?”
Onlar: “Biz Allah için harb ettik, şimdi de Allah için savaşı bıraktık” dediler.
Eşter: “Yazıklar olsun size dedi; aldandınız, hilelerine kandınız. Ey alınları secdeden katılaşıp kararmış kişiler, dünyada zâhidlik etmek, Allah'a kavuşmayı özlemek yüzünden namaz kılıyorsunuz sanıyorduk. Halbuki sizin namazlarınız gösterişten ibâretmiş, meramınız dünyayı elde etmekmiş. Bugün dünyaya kaçıyorsunuz, ölümden korkuyorsunuz. Bundan böyle ebedi olarak ne yücelik bulabilirsiniz, ne şerefe erebilirsiniz. O zâlimler bizden nasıl uzak oldularsa siz de uzak olun.”
Bu sözleri duyunca Eşter'e sövmeye başladılar. Hz. Ali: “susun!.” diye emredip gürültüyü kesti.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HZ. ALİ'NİN (aleyhisselâm) ADAMLARI:

Hz. Ali'nin adamları, bütün bu olaylardan anlaşıldığına göre dört bölüktü:

Birinci bölük, can gözleri açık, ihlasları tam, inançları sarsılmaz, sözleri özleriyle bir, onun derecesini ve hakkımı adamakıllı bilir, onun için can vermeyi canlarına minnet sayar kişilerdi. Fakat bunlar azdı. Eşter bunların başındaydı. Adiyy oğlu Hucr, Hamık oğlu Amr, Ebü-Eyyüb'ül-Ansarî, ona uyan diğer ashab, bilhassa Ammar, bu birinci bölüğün seçilmiş örnekleriydi.

İkinci bölük, yürekten ona bağlı olan, fakat hiyleye kanan, yaşayışa bağlanan, ölümden korkan bölüktü. Cabir oğlu Hurays, Şeddad oğlu Rıfâa bunlardandı.

Üçüncü bölük, yüreklerinde ona karşı ihlas ve sevgi taşımayan, yalnız kalabalığa katıları, hileye kapıları kısımdı, Hafızlar bu kısımdandı. Onlar Kur’ân okuyorlar, fakat hükmünü tutmuyorlar, bilmiyorlardı. İbâdet ediyorlardı, fakat yürekleri kararmıştı, maksatları gösterişti. Bu bölük, yalnız Hz. Ali'nin zamanında değil, her zamanda Müslümanlığa ve insanlığa en büyük kötülükleri yapan taifedir. Bunlar, apaçık kötülükte bulunanlardan, hatta dine inanmadıklarını söyleyenlerden daha zararlıdır, çünkü din adına, iman perdesi ardında en büyük kötülükleri işlerler, akılsızlar, bilgisizler, ibâdetlerine kanarak bunlara inanır.

Dördüncü bölük münafıklardı, Eş'as gibi. Bunlar Hz. Ali'ye, zorla uymuşlardı, içlerindeyse ona karşı büyük bir kin vardı.

Halbuki Muâviye'ye uyanlar, tamamiyle bilgisiz kişilerdi. Hz. Ali'nin Osman'ı öldürdüğüne, yahut öldürttüğüne inanmışlardı. Muâviye, parayla, vaadle onları avlamış, bir fikre bağlamıştı. Doğruyu bilen olsa bile bir şey söylemiyordu, zâten söyleyen, aralarında yaşıyamıyordu.

HAKEMEYN:


Eşter: “Ey Mü'minler Emiri, emret, savaşalım!” dedi.
Halk: “Mü'minler Emiri, Kur’ân'ın hükmüne razı oldu” diye bağrıştı. Eşter: “Mü'minler Emirinin razı olduğuna ben de razıyım dedi. Halbuki Hz. Ali, hiç bir şey söylemiyordu. Halk gene: “Kur’ân'ın aramızda hakem olmasına razıyız” dediler.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

MUAVİYE'NİN MEKTUBU:

Bu sırada Muaviye 'den bir mektub geldi. Mektubta deniyordu:
"Bu iş aramızda sürüp gitti. İkimiz de kendimizi haklı görüyoruz. Birçok kişi öldü. Bundan sonra olacakları, bundan evvel olup bitenlerden daha korkunç görüyorum. Daha fazla kan dökülmemesi için ben, adamlarımdan birini hakem tâyin edeyim, sen de adamlarından birini hakem tâyin et, aramızdaki Allah kitabına göre hiikmetsinler. Seni dâvet ettiğim şeyde Tanr'ıdan çekin, Kur’ân ehliysen Kur’ân’ın hükmüne râzı ol vesselâm."

Hz. Ali, bu muktuba verdiği cevâbda: "Sen, beni Kur’ân'ın hükmüne dâvet ediyorsun, Allah'a and olsun ki ben senin ne olduğunu biliyorum, Kur’ân'ın hükmü değil maksadın. Allah, yardımı dilenen Tanrı'dır. Kur’ân'ın hükmüne icâbet ediyorum sana değil ve kim Kur’ân'ın hükmüne râzı olmazsa gerçekten pek uzaklaşmış, pek sapmıştır" diyordu.
Bu sırada Kays oğlu Eş'as, Hz. Ali'nın yanına gelmiş, halk Muaviye'nin dâvetine icâbet etmek fıkrinde. İstersen yanına gideyim de meramını anlayayım demişti.
Hz. Ali, çâresiz kaldı, git dedi. Eş'as, hemen kalkıp Muaviye'nin yanına gitti: “Bu mushafları mirzaklara bağlayıp bize karşı tutmaktaki maksadın nedir?” dedi. O: “Siz de, biz de, Allah, kitabında neyi emrediyorsa ona uyalım. Siz razı olduğunuz birisini yollayın bizde birisini yollayalım onlar oturup konuşsunlar, bir karara varsınlar. onların kararına tabi olalım!” dedi. Eş'as bu doğru bir şey deyip döndü, gelip Hz. Ali'ye haber verdi. Halk, razı olduk, kabul ettik, dedi.
Sonradan Haricî olan Eş'as'la hafızlar: “Biz, Ebu-Musa'yi tâyin ettik!” dediler. Hz. Ali: “Ben onun hakem olmasına razı değilim. O benim lehimde değildir. Benden ayrılmıştı, halkı, bana yardım etmemeye teşvik etmişti. Sonra kaçtı, birkaç ay sonra emin oldu da geldi. Abbas oğlu Abdullah, bu işe ehildir!” dedi.
Mıs'ır, Yezid, Eş'as ve hafızlar: “Biz dediler, onun hakem olmasına razı değiliz. O senin akraban, halbuki biz tarafsız bir adam istiyoruz. Ebu-Musa, bize öğütte bulundu, bu belâdan korumak istedi, onun hakem olmasını istiyoruz!.”

Hz. Ali: “Eşter'i gönderelim” dedi. Eş'as: “Zâten bizi bu eteşe atan o değil mi? Hep mi onun hükmü altında kalacağız!” dedi. Hz. Ali: “Onun hükmü nedir?” deyince: “Bizi birbirimize kırdırmak, böylece senin de dileğin yerine geliyor, onun da dileği!” diyecek kadar ileri gitti.
Kays oğlu Ahnef, Hz. Ali'nin huzuruna gelip: “Ey Mü’minler Emiri dedi: Ebü-Musa bu işin ehli değildir. Kavmi Muaviye'nin yanında. Beni gönder, hiç olmazsa ikinci, hatta üçüncü kişi olarak gideyim.”
Eş'as ve hafızlar buna da itiraz ettiler.: “Ebu-Musa'dan başkasını kabul etmeyiz” dediler. Bunun üzerine Hz. Ali: “Ebu-Musa'dan başkasını istemiyor musunuz?” dedi, “Evet” dediler. “O halde istediğinizi yapın” buyurdu.
Derhal Ebu-Musa'ya haber gönderdiler. O, Şam köylerinden birine çekilmişti. Giden adam: “Müslümanlar uzlaştılar” deyince: “El-hamdü lillah” dedi, “bir karara varınak üzere seni hakem yaptılar” deyince "Biz Allah’ınız genede gerisin geriye ona döneceğiz" dedi89, kalkıp Ali'nin ordugâhına geldi.


الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Resim---“Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz."
(Bakara 2/156)


SULH ANDLAŞMASI:

Şamlılar, Muaviye'nin dileğine uyup As oğlu Amr'ı hakem tâyin ettiler.
Sulh andlaşmasının yazılması için Amr, Hz. Ali,nin ordusuna geldi. Ebu-Musa ile buluştu. "Mü'minler Emiri Ali ile Muaviye arasındaki" diye yazılmaya başlanınca
Amr: “Nasıl olur dedi, o sizin emiriniz, bizim değil. Kendi adıyla babasının adını yaz!”
Kays oğlu Ahnef: “Mü'minler Emiri lakabını silme, halk birbirini kırsa bile bu lakap kalsın, silersen bir daha anılmaz diye korkuyorum!” dedi.
Bu sırada Eş'as geldi: “Şu adı sil dedi Hz. Ali, Allahtan başka yoktur tapacak ve uludur, tıpkısı tıpkısına. Hudeybiye barışının andlaşma yazısını yazarken: "Bu, Resûlullah MuhaMMed 'le Amr oğlu Suheyl arasmdaki uzlaşmadır" ibâresini yazmıştım. Suheyl: “Senin Tanrı elçisi olduğunu kabül etsek, seninle savaşır mıydık? Abdullah oğlu MuhaMMed yaz!” dedi. Ben bu adı silemedim. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm): “Yâ Ali dedi, elbette Allah Resûlüyüm ve ayni zamanda Abdullah oğluyum. Onların dileği bendeki peygamberliği gidermez ki. Bugün o müşriklerin oğullarıyla bir andlaşma yazıyorum, nitekim dün de babalarıyla bağlanan andlaşmayı yazmıştım. Onda da böyle oldu, bunda da” dedi.
Amr: “Subhanallah dedi, bizi kâfirlere benzettin, halbuki biz iman ehliyiz!” Hz. Ali: “Ey Nabigan'ın oğlu, dedi, sen ne vakit kâfirlere dost olmadın, inananlara düşmanlık etmedin?” Amr: “Bugünden sonra ebediyyen seninle bir mecliste bulunmam” dedi. Hz. Ali de: “Ben Allah'tan dilerim, meclisimi senden ve senin adamlarından temizlesin” buyurdu.
Andlaşma yazıldı. Üstüne Hz. Ali'nin, altına Muaviye'nin mühürleri basıldı. Her iki mühürdeki yazı da "MuhaMMedür Resûlulllah" yazısıydı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

ANDLAŞMA SÛRETİ:

"Rahmân ve Rahîm olan Allah adıyla Ebu-Talib oğlu Ali ile Ebu-Süfyan oğlu Muaviye ve ikisinin taraftarları arasında verilen kararnâmedir: Ali, Iraklılarla onlarla ayni fikirde bulunalar için, Muaviye, Şamlılarla onlarla ayni fikirde güdenler için Allah'ın hükmüne ve kitâbına razı olarak, neyi ihyâ ederse ihyâ etmeyi, neyi imha ederse imha etmeyi taahüd ettiler. Hakem olan Ebu-Musa ile As oğlu Amr buluşup Allah’ın kitâbında buldukları hükümle amel edecekler, kitâbta bulamazlarsa Peygamber'in sünnetine uyacaklardır. verecekleri karar için canları, malları, ehilleri emniyet altındadır. Onlar ad adalet ve hak üzere hüküm verdikleri takdirde ümmet de onlara yardımcıdır. Hüküm vermeden önce birisi ölürse o tarafın emiri ve taraftarları bir başkasını hakem ta’yin edecektir. İki emirden biri, hakemlerin kararından önce ölürse o taraf, onun yerine birsını ikaame eyliyecektir. Hakemler bir karara varıncaya dek yollar açıktır, silahlar bırakılmıştır; bu hususta hazır olanlar burda bulunmıyan müsavidir. Karar, Ramazan ayı çıkıncaya kadar verilecektir. Ancak hakemler dilerlerse kararı evvele alabilirler, dilerlerse Ramazan'dan sonraya atabilirler. Allah’ın kitâbıyla Peygamber'in sünnetine uygun olarak bir hükme varınazlarsa savaş hususunda her iki taraf da evvelki haline döner. Ümmet, bu hükme, bu uzlaşmaya Allah'la ahdü misak etmiş ve hükmü itmama ve ona vefâ göstermeye karar vermiştir. Bu uzlaşma Umeyre tarafından Hicretin otuz yedinci yılı sefer ayının on üçüncü çarşamba günü yazıldı.....(12-08-675)
Mühürlendikten sonra Hz. Ali tarafından, içlerinde sahabeden bazı kimselerin Abbas oğlu Abdullah'ın da bulunduğu yirmi üç kişi, Muaviye tarafından içlerinde, Mervan, Amr, Utbe ebü'1-A'ver, Velid de bulunan otuz iki kişi tarafından imzalandı. Bunlar, şâhid mevkiinde idiler. Askerden de hakemlerin verecekleri hükme uyulacağına dair âhid alındı. Küfe şehriyle Şam arasında, orta yerde bulunan bir mahalde toplanmaya da karar verildi.
Hakemler, Şam civârındaki Ezruh şehrinde bir araya geldiler. Hz. Ali, adamlarından dört yüz, Muaviye de dört yüz kişiyi bu kararda bulunup tanıkhk etmek üzere oraya gönderdi.
Uzlaşma andlaşması yazıldıktan sonra Eş'as, bu andlaşmayı Eşter'e de imzalatmak istedi. Ester: “Sağ elimin yazdığını sol elim bozamaz... Rabbimden apaçık delile sahib değil miyim, düşmanımın sapıkliğini açıkça bilmiyor muyum; siz de sıkıntıdan sonra üst gelmediniz mi, bunu bilmiyor musunuz?” dedi. Eş'as: “Vallahi dedi sen ne üst olmayı gördün, ne sıkıntı çektin... Gel de şu kağıda imza et. Zâten halk, senin bu işe karışmanı pek istemiyor ama imza edersen iyi olur.”
Eşter: “Doğru söyledin dedi, fakat bil ki benim, ne dünya için şu dünyada sana bir meylim var, ne âhiret için âhirette senden bir şey ummadayım.. And olsun ki Allah şu kılıcımla birçok adamın kanını döktü, sen o geberenlerden hayırlı değilsin ve senin kanını dökmeyi hiç de haram bilmem!.”

Bu sözlerden sonra Eşter: “Ancak dedi bu işe razı olmuşum, Mü'minler Emirinin razı oluşundandır; çünkü onun kabul ettiğini kabul etmişim, redettiğini redetmişim; elbette o, ancak doğru yola, gerçeğe tabi olur!.”
Sıffın savaşında Hz. Ali tarafından yirmi beş bin er şehid olmuştu, Muaviye tarafından da kırk beş bin adam öldürülmüştü.
Hz. Ali tarafından şehid olanlar arasında Bedir savaşında, Hz Peygamber'in başka savaşlarında, Razılık Bey'atinde bulunanlar vardı. Sahabenin başında da en seçkini, evvelce de söylediğimiz gibi, Ammar'dı. Tanıklığı iki tanık yerine kabul edilen sabit oğlu Huzeyme, Amr'-ul-Ansarî oğlu Süheyl, Ebu-Umret'il-Ansarî, Bedir savaşında bulunanlardan Ebu-Fadalet'-ül-Ansarî, Akabe beyatinde bulunanlardan ve Bedir savaşına katılanlardan Teyyehân oğlu Ebu'l-Heysem, onun kardeşi olan ve Uhud savaşında bulunan Ubeydullah ve tabiinin üstünü Üveys'ül-Karani, bu savaşta şehid olanların başında gelenlerdendir.
Cemel savaşında Hz. Ali'ye karşı savaşanlarla beraber bulunan Müneyye, yahut Ümeyyet'üt-Temim oğlu Ya'la da bu savaşta Hz. Ali tarafına katılmış ve onun mâiyetinde şehid olmuştur.
Bu sahabi, Mekke'nin alındığı gün Müslüman olmuş, Huneyn, Taif ve Tebük savaşlarında bulunmuştur. Ebu-Bekr onu Halvan'a emir ta’yin etmişti. Ömer, Yemen ülkesinin bazı yerlerine yollamış, orda bazi yolsuz hareketlerini duyunca yaya olarak Medine'ye gelmesini emretmiş, beş, yahut altı gün yaya yol yürümüş, Ömer'in ölümünden sonra Medine'ye varmıştı. Osman zamanında San'a vâliliğinde bulunmuş, Osman aleyhine vuku' bulan ayaklanmayı duyunca ordan Medine'ye hareket etmiş, fakat yolda Osman’ın öldürüldüğünü duymuştu. Bu sırada yolda deveden düşmüş, iki ayağı, kalçasından kırılmıştı.
Cemel savaşında bir sedir üstünde yürütülmedeydi. Aişe'nin meşhur devesini o almış, çeyizlenmişti.
Sıffın'de gerçeği bulmuş, Hz. Ali'ye uymuş, onun yolunda can vermişti.
Bu savaşta, Muaviye tarafdarı olarak maktul düşenler arasında Ömer'in küçük oğlu Ubeydüllah'la sahabeden sa'düt-Tai oğlu Habis ve Zü'1-Kelâ'il -Himyeri en meşhurlardandır.
Ubeydullah, Ömer'in ölümünden sonra babasını öldüren Ebu-Lü'lü'ün arkadaşlarından İran'lı Hurmuzan'la kızı Cuheyne'yi öldürmüştü. Halbuki bunların ikisi de Müslümandı ve öldürme olayıyla bir ilişkileri yoktu.
Osman hâlife oluncaya dek halka namaz kıldıran Suheyb, kendisını hapsetmiş, Osman hâlife olunca ona teslim eylemişti. Osman, kısas için bazı kimselere danışmış, Başta Hz. Ali olduğu halde Muhacirlerin çoğu kısas yapılmasını, Yani Ubeydullah'ın öldürülmesini istemişler, buna karşılık Amr, dün babası öldürüldü, bugün de oğlunu mu öldürelim diye itiraz etmiş, Osman, Hurmuzanla Cuheyne'nin velilerini diyete razı etmiş, bu sûretle diyet verilerek Ubeydullah kurtulmuştu.
Hz. Ali hâlife olunca Ubeydullah ürkmüş, Muaviyenin yanına kaçmıştı. Sıffın'de maktul düştükten sonra savaş bitince zevcesi, cesedini bulmuş, bir katıra yüklemişti, boyu pek uzun olduğu için elleriyle ayakları yerde sürünüyordu. Muaviye, kılıcını satın alıp kardeşi Abdullah'a vermişti.

(Al-İstiab, 2, 416-417. 91-Al-İstiab, 1, 138-139. 92-Aljstiab, 1, 175- 176.)
Habis, Ömer zamanında bir müddet Humus'ta me'muriyet görmüştü. Sahabeden Hatem'üt-Tâî oğlu Adiyy'in kızını almıştı. Adiyy, Hz. Ali tarafındaydı. Habis, Muaviye'ye uymuş ve bu savaşta maktul düşmüştür.
(Al-İstiab, 1, 138-139.)
Asıl adı Eyfa' olan Zü'l-Kelâ', Ammar'ın azgın ve sapık bir topluluk tarafından öldürüleceğine dair rivâyet edilen hadisi bilir, Sıffın'de Ammar'in Hz. Ali tarafında bulunduğunu gördükçe müteessir olur, Amr de onu, göreceksin, yakında Ammar bizim tarafa geçecektir diye kandırırdı. Ammar'dan önce maktul düşmüş, Amr bu yüzden Muaviye'yi kutlamıştı.
(Aljstiab, 1, 175- 176)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HARİCİLİGİN ZUHURU:

Eş'as, andlaşmayı alıp Şamlılara okudu, sonra Iraklılara geldi, onlara okurken Anze kabilesinden Ma'dan ve Ca'd adlı iki kardeş: “Hüküm ancak Allah'ındır” diyerek kılıçlarını çektiler, Şamlılara hücum ettiler. Muaviye'nin çadırının kapısında öldürüldüler.
Muradoğulları kabilesine okurken reislerinden Şakıyk oğlu Salih: "Kan dökmemek için Ali, hakem ta’yin edemez, karşıdaki takımla savaşsaydı zulmetmezdi" meâlinde bir beyit okuyup: "Müşrikler istemese de hüküm ancak Allah'ındır, gerçeği o hükmeder, hakla bâtılı ayırdedenlerin en hayırlısı odur" dedi.
Rasiboğullarına okurken de onlardan biri aynı sözü söyledi. Hatta Urve adlı biri: "Öldürülenlerimiz ne oldu ey Eş'as? Hüküm ancak Allah'ındır" dedi ve kılıcını çekip Eş'as'a hücum etti. Kılıç atın sağrısına tesadüf etti, hafifçe yaraladı.
Eş'as Hz. Ali'ye gidip: “Ey Mü’minler Emiri dedi, andlaşmayı Şamlılar da kabul etti, Iraklılar da. Yalnız bir azınlık: “Hüküm ancak Allah'ındır” dedi. Iraklılarla Şamlılar, hep beraberce üstlerine hücum edelim, onları yok edelim.”
Hz. Ali: “Hayır, bırakın.” Dedi.
Fakat halk her yandan: "Hüküm ancak Allah'ındır, senin değil ya Ali, Allah dininde insanları hakem ta’yin etmene razı değiliz. Allah Muaviye ve ona uyanlar hakkında hükmünü yürütür, ya onları kırarız, yahut hükmümüze girerler. Biz hakemi kabul etmekle günah ettik; şimdi döndük, tövbe ettik; ya Ali, sen de hakem ta’yin etmekten vazgeç, bizim gibi tevbe et, yoksa senden ayrılırız” diye bağrışmaya başladı. Hz. Ali: "Yazıklar olsun size; razı olduktan ve ahdettikten sonra nasıl olurda döneriz ulu Allah: “Ahdlaşınca ahdlarınıza vefâ edin” demiyor mu" dedi.
“Eşter de razı olmamıştı” dediler. Hz. Ali: "Evet" dedi, "Fakat sonra ben razı olunca o da razı oldu, nitekim ben razı olduğum gibi siz de razı oldunuz. Bundan sonra dönmek; ikrar ettikten sonra sözünü tutmamak olmaz. Keşki içinizde Eşter gibi iki, hatta bir kişi olsaydı."


ESİRLER:

Her iki taraf da birçok esir almıştı. Muaviye “esirleri ne yapalım?” diye Amr'a sordu. Amr, “hepsini öldür” dedi.
Esirlerin içinde Evs oğlu Ömer: “Beni öldürme, çünkü akrabayız sen benim dayımsın” dedi. Muaviye: “Bu nasıl iş aramızda ne kan birliği var, ne kız alıp kız verme” dedi. Ömer: “Hz. Peygamber'in zevcesi Ümmü Habibe, senin kız kardeşin değil mi? Ben mü’minim, bu yüzden o, benim anamdır, sen de dayım oluyorsun” dedi.

Muaviye, bu sözden hoşlandı, gülerek: “Şunu koyverin” dedi Ömer'i bıraktılar.
Bu sırada Hz. Ali, bütün esirlerin serbest olduğunu ilân etti. Hepsi sağ-sâlim dönüp Muaviye'nin ordusuna katıldılar. Muaviye, Amr'a: “Sözünü tutsaydım pek müşkül mevkide kalacaktım” dedi, o da esirleri serbest bırakmaya mecbur oldu.


HZ. ALİ'NİN (aleyhisselâm) KUFE'YE DÖNÜŞÜ:

Hz. Ali, gittiği yoldan değil de ayrı bir yoldan küfe'ye hareket etti. Fırat kıyısından yürüyüp Hit'e vardı. Ordan da hareket edip Nuhayle'ye geldi. Karşıdan Küfe evleri görünmeye başlamıştı.
Bir evin gölgesinde ihtiyar bir adam oturuyordu. Hz. Ali: “Ne oldu sana dedi; yüzün değişmiş, hasta mısın?”
İhtiyar: “Evet, hastayım.” Dedi. Hz. Ali: “Sana Rabbının rahmetiyle, suçunun afviyle müjde veriyorum, kimsin sen?”
İhtiyar: “Selim oğlu Mansur'um” dedi. Hz. Ali: “Ne güzel adın var” dedi ve sordu: “Halk ne diyor şu yaptığımız işlere?” İhtiyar cevâb verdi: “İçlerinde sevinenler var, onlar halkın zenginleri. İçlerinde açıklananlar, esef edenler var, onlar da senin dostların.”
Ordan geçince yolda, sahabeden Vadiat'ül-Ansarî oğlu Abdullah'a rastladı. Ona da: “Halk ne diyor şu hâlimize” diye sordu. Abdullah: “İçlerinde şaşıp kalanlar var, hoşlanmayanlar var; zâten halk, Allah’ın da dediği gibi çeşit çeşittir” dedi.(93)
Hz. Ali: “Aklı-fikrî yerinde olanlar ne diyorlar” diye sordu. Abdullah: “Ali'nin başında büyük bir topluluk vardı, dağıttı sapasağlam bir kalesi vardı yıktı. Yıktığını bir daha ne vakit yapacak, dağıttığını ne zaman toplayabilecek? Ona isyan edenleri bir tarafa bırakıp kendisine itaat edenlerle düşmana hücum ederek onları yok etseydi doğru hareket etmiş olurdu” diyorlar dedi.
Hz. Ali: “Kaleyi ben mi yıktım, onlar mi? Topluluğu ben mi dağıttım, onlar mi dağıldılar? İsyan edenleri bir yana bırakıp itaat edenlerle düşmana hücum etseydi sözüne gelince and olsun Allah'a, ben dünyada canımı esirgemem, ölümden ürkmem. Fakat ne kadar savaştıysam bu ikisi yanımdan ayrılmadılar. Onlara bir hal olsa bu ümmetin içinden Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'ın soyu kesilecek. Vicdanım buna razı olmadı. Bir daha düşmanla savaşırsam bunları götürmeyeceğim” dedi. Bu sözleri söylerken, yanında bulunan Hz. Hasan ve Hüseyin'i göstermekteydi.
Yolda Avfoğulları evlerini geçince sağ tarafta yedi, yahut sekiz kabir gördü. “Bunlar kimlerin kabri?” diye sordu. “Sahabeden Hubab'in kabri. Vasiyet üzerine buraya gömüldü. Halk da ondan sonra ölülerini getirip buraya gömmeye başladı” dediler.
Hz. Ali, Hubab'in kabrini ve öbür kabirleri ziyâret etti. Hubab'ı övdü, ona Tanrı'dan rahmet diledi.


(93)- Bu söz 11. sürenin (Hud) 118. âyetinden alınmadır.:

وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلاَ يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ
Resim---"Ve lev şâe rabbuke le cealen nâse ummeten vâhideten ve lâ yezâlûne muhtelifîn(muhtelifîne).: Ve Rabbin, şâyet dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa ihtilâflar devam edecek.”
(Hûd 11/118)


HZ. HUBAB:

Bu zât, ilk Müslümanlardandır. Müşrikler, Ammar ve Bilâl'le buna da eziyetler, işkenceler ederler, o bütün işkencelere sabreder, "Tanrı birdir, yoktur ondan başka tapacak" derdi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) de: “Ya Rabbi, sen Hubab'a yardım et!” diye dua ederdi.
Bir gün Ömer, Hubab'a çektiği eziyetleri sormuştu. O, hiçbir söz söylemeden arkasını açıp gösterdi. Hubab'ın sırtı tamamıyla yanmıştı.
Hz. Ali Sıffıyn'e giderken Hubab hastaydı, savaşa katılamadığından pek üzülmüştü.
O zamanadek Küfeliler, ölülerini evlerinin bahçelerine, yahut kapı yanına gömerlerdi. Hubab, şehir dışına gömülmesini vasiyet etti. Vasiyeti üzere şehir dışında bir yere gömdüler. Ondan sonra ölenleri de Hubab'ın yanına gömmeye başladılar. Böylece Kufe mezarlığı meydana geldi.
Hubab'ın ölümünden müteessir olan Hz. Ali, Kufe'ye girince hemen her evden ağlama sesleri duydu. Hemen hemen hiç bir ev yoktu ki bir şehid vermemiş olsun.
Bu hal, büsbütün teessürünü arttırdı. İşte bu hal ile Kufe'ye girdi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HAKEMLERİN DUVMATU’L- CENDÜL'DE BİR ARAYA GELİŞLERİ VE YANLIŞ KARAR:

Hakemler hicretin otuzyedinci yılı Şabanında Duvmatulcendül'de bir araya geldiler. Hz. Ali, Ebu-Musa'yı dörtyüz kişiyle göndermişti. bu topluluğa emir olarak Haniyy'ül-Harisi oğlu Şurayh'ı ta’yin etmiş, Abbas oğlu Abdullah'ı da bunlara namaz kıldırmaya me’mur eylemişti.
Muâviye de Sımt oğlu Şurhabil'i dörtyüz kişiyle yollamıştı. As oğlu Amr da bunların içindeydi.
Kays oğlu Ahnef, Ebu-Musa'ya, Kufe'den çıkacağı sıralarda öğüt vermiş, demişti ki: “Ey Ebu Musa, büyük bir işi üzerine aldın. Tanrı'dan kork, çekin de Allah dünyanı da düzeltsin, âhiretini de. Yarın Amr'la buluşunca selâmı verme. Selâm vermek sünnettir ama o, selâm verilecek adanı değildir. Seni baş köşeye oturtursa sakın oturma, hiledir. Onunla yalnız olarak konuş, şâhid olacak adamların bulunduğu meclislerde konuşma. Ali'nin hâlifeliğine razı olmazsa Irak'ta Kureyş boyuna mensup olanlarla Şam'daki Kureyş boyuna mensup olanların diledikleri kişinin hâlife seçilmesine çalış.
Ebu Musa: “Duydum” dedi “zâten bu en doğrusu.”
Ahnef, Hz. Ali'nin yanına gelip: “Ey Mü'minler Emiri dedi. Ebu Musa bu işi başaracak adam değil, seni bu işten ayırmıyacak bir adamı gönder.” Hz. Ali: “Ey Ahnef dedi, Allah, yaptığı işte üstündür daima.”


وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِن مِّصْرَ لاِمْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنِّا لِيُوسُفَ فِي الأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---"Ve kâlellezîşterâhu min mısra limraetihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ (veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fî’l- ardı ve li nuallimehu min te’vîli’l- ehâdîs (ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun (ya’lemune).: Onu satın alan bir Mısır'lı (aziz,) karısına: "Onun yerini üstün tut (ona güzel bak), umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz" dedi. Böylelikle biz, Yusuf'u yeryüzünde (Mısır'da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.”
(Yusuf 12/21)

Hakemler, Duvmatulcendül'de Erzuh denen köyde bir araya geldiler. Ömer'in oğlu Abdullah, Ebu-Bekir'in oğlu Abdurrahmân, zübeyr oğlu Abdullah, Haris oğlu Abdurrahmân, Huzeyfe oğlu Ebu-Cehm, Yagus'üz-Zühri oğlu Abdurrahmân, Mugıyra da o toplantıda bulunuyorlardı.
Ebu-Musa, Amr'a: “Bu ümmetin işini düzeltmek istiyorsan dedi, Ömer'in oğlu Abdullah’ı hâlife yapalım. O, hiç bir fitneye karışmadı.”
Amr: “Sen de bilirsin ki dedi, Osman, zulümle öldürüldü, değil mi?” Ebu Musa: “Evet biliyorum.” Dedi. Amr: “Şu halde neden Muâviye'yi istemiyorsun?. O, Osman’ın velisidir, Kureyş boyundandır. Halkın, Müslümanlıkta kıdemi olmadığı halde Muâviye'yi hâlife yaptın demesinden ürküyorsan buna cevâb vermek kolay. “Mazlum olarak öldürülen hâlife Osman’ın velisi olarak onu buldum. Siyaseti güzel, tedbiri mükemmel, ayrıca da Mü’minler anası Ümmü-Habibe'nin kardeşi ve sahabeden” dersin, olur biter. O, hâlifeliğe gelince de sana öyle ikramda bulunur, öyle ihsanlar eder ki o çeşit ikram ve ihsani kimseye vermemiştir” dedi.
Ebu Musa: "Allah'tan kork ey Amr! bu iş şeref işi değildir. Öyle olsaydı halkın içinde ona en lâyık işi Sabbah oğlu Ebrehe olurdu. Yok, eğer Kureyş boyunun en şereflisine vermeye kalksaydım Ebu-Talib oğlu Ali'ye verirdim. Muâviye, Osman’ın velisidir diyorsun, Osman’ın kanını istiyor diye Müslümanlıkta kıdemleri olan Muhacirleri bırakıp da onu hâlifeliğe getiremem. İkram ve ihsana gelince vallahi Muâviye bana bütün varını verse gene onu seçmem ve Allah için yaptığım bir işte rüşvet almam. Ömer'in sünnetını diriltmek istiyorsan gel, oğlu Abdullah’ı seçelim!."

Amr: "Mâdem ki dedi, Ömer'in oğluna bey'at etmek istiyorsun, ne mani' var, onu bırak, benim oğlum Abdullah’ı seçelim Üstünlüğünü, düzgün ve dürüst bir adam olduğunu sen de bilirsin!."

Ebu-Musa: "Gerçekten de senin oğlun dürüst bir adamdır dedi, fakat sen tuttun, onu fitne deryasına batırdın. Bu işi tertemiz bir adamın oğlu, tertemiz bir adama vermek istiyorsan gel, Hattab oğlu Ömer'in oğlu Abdullah'a verelim!."
Amr: "Bu iş, tuttuğunu koparan dişli bir adamın işidir, Abdullah buna ehil değildir" dedi.

Bu sırada Zübeyr oğlu Abdullah: "Ömer'in oğluna, git, Amr'a rüşvet ver, hâlifeliği kabul etsin" diye ham bir teklifte bulundu. Fakat o, kesin olarak bu teklifi reddetti.

Amr Ebu-Musayı kandırmak için daima onu ağırlar: "sen benden önce Hz. Peygamberi gördün, müslüman oldun, yaşça da benden büyüksün der, sen söyle, ben sonra söze başlarım" diye ilk sözü ona teklif etti. Bu sefer de: "Peki, senin bu iki kişi hakkındaki fikrin nedir, Ali ile Muâviye ne olacak?." dedi.
Ebu-Musa: "Bu iki kişinin ikisinden de hâlifeliği almak, sonra Müslümanlar arasında şura'ya müracaat etmek fıkrindeyim. Müslümanlar, içlerinden dilediklerini seçsinler" dedi.
Amr: "Tamam dedi, re'y dediğin de budur işte" dedi.

Bunun üzerine her ikisi de meydana çıktilâr. Halk toplanmış, kararı bekliyordu.
Ebu-Musa, söze başladı, Allah'a hamdetti, senâda bulundu, sonra dedi ki: "Benim ve Amr'ın re'yi birleşti. Dileriz ki Allah, bu kararımızla Müslümanları düzene sokar." Amr onun sözünü tasdıyk etti, sonra: "Ey Ebu-Musa dedi, önce sen söyle, kararımızı bildir." dedi.

Abbas oğlu Abdullah, hemen yanına vardı: "Aman ya Ebu-Musa dedi, korkarım Amr seni aldatır, bir karara vardınızsa önce sözü ona ver, çünkü ona emniyet edilmez."
Ebu-Musa saf bir adamdı, "yok yok dedi, onunla kararımızda birleştik." Sonra söze başlayıp dedi ki:
"Ey insanlar, biz bu ümmetin işine baktık, gördük, görüştük, nihâyet re'yimiz şuna vardı: Ali'yi de, Muâviye'yi de hâlifelikten hal'edip hâlifeliği şuraya bırakmak. Müslümanlar, dilediklerini seçip hâlife yapsınlar, bu işi ehil gördüklerine versinler. Ben Ali'yi de, Muâviye'yi de hâlifelikten hal'ettim. Kimi dilerseniz, kimi ehil görürseniz artık siz hâlife seçersiniz." dedi.
Sonra geri çekildi. Amr ileriye yürüyüp durdu. Dedi ki: "Sözlerini duydunuz. O, kendisini hakem ta’yin eden Ali'yi hâlifelikten hal'etti, ben de hal'ettim. Beni hakemliğe ta’yin eden Muâviye'yi hâlifeliğe seçtim, ta’yin ettim. Çünkü o, Osman'ın velisidir, kanını istemektedir. Halk içinde onun yerine geçmeye en değerli olan kişi odur!." dedi.
Ebu-Musa, bu sözleri duyunca: “Ne yaptın, Allah sana başarı vermesin. Bana gadrettin, kötülükte bulundun!.” Dedi. Daha da bazı sözler söyledi.
Amr da ona kötü sözlerle cevâb verdi. Kufe'de kadılık eden Şurayh, elindeki kamçıyla Amr'ın başına vurdu, Halk aralarına girip ayırdılar. Şurayh: “Keşke kılıçla vursaydım, bunu yapmadığıma kıyametedek yanarım!.” dedi.
Abbas oğlu Abdullah,:”Ne yaptın, çekin diye öğüt verdim, dinlemedin, aklın yok ki!.” dedi. Ebu Musa: “Ne yapayım, inandım.” dedi. Ebu-Bekr'in oğlu Abdurrahmân: “Ebu-Musa bir gün önce ölseydi hakkında daha hayırlı olurdu” dedi.
Ebu Musa, utancından hemen yola düştü, Mekke'ye gitti. Amr da Şamlılarla hareket edip Şam'a vardı; Muaviye'yi “mü’minler emiri” diye selâm verip hâlifeliğini tebrik etti.
Hz. Ali, bunu duyunca sabah namazında kunut okurken Muâviye'ye Amr'a, Ebu-Musa'ya Mesleme oğlu Habib'e, Kays oğlu Dahhak'e, Ukbe oğlu Velid'e, Velid oğlu Halid'in oğlu Abdurrahmân'a bed-dua etti

Muaviye'nin Hz. Ali'ye lânet edip sövmesi, Hz. Ali'nin ona bed-duasıyla mukayese edilmemelidir. Çünkü, Hz. Ali (aleyhi’s-selâm), bir defâya mahsus olmak üzere bizzât kendisi düşmarıma bed-dua etmiştir. Bunun ise, hiç bir şer'î sakıncası yoktur, aksine bu, kişinin tabii hakkıdır. Nitekim, Hz. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) da bazen düşmanlarına bed-dua etmiştir. Ancak, Muaviye Hz. Ali'ye bed-dua değil de lânet etmiş, sövmüş ve başkalarına da bunu yapmalarım emretmiş ve bunu bir bidat haline getirmiştir. Onun için, bu iki iş asla birbiriyle mukayese edilmemeli ve yanlış bir değerlendirme yapılmamalıdır.

Muâviye de bunu işitince Hz. Ali'ye, Abbas oğlu Abdullah'a, Sa'd oğlu Kays'e, Hz. Hasan ve Hz. Huseyn'le Eşter'e lânet etmeye başladı ve o kötü bid'atı meydana çıkardı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

MISIR AHVALİ.:

Hz. Ali; Hicretin otuz altıncı yılında (656), evvelce de söylediğimiz vechile Ubade oğlu Sa'd'ın oğlu Kays'ı Mısır'a vâli ta’yin etmiş: “Herkese karşı yumuşaklıkla hareket et, yumuşaklık kutluluktur. İyiye iyilikle muamele et, kötüye şiddet göstermekle beraber adaleti elden bırakma!.” deyip yola salmıştı. Fakat sonradan Kays'i, evvelce anlattığımız gibi azledip yerine Ebu-Bekr'in oğlu ve kendi oğulluğu MuhaMMed'i ta’yin etti..

Hz. Ali, MuhaMMed'e yazılı olarak şu emri vermişti:
"Oraya varınca onların us tune kanatlarını ger, onları koru, onlara iyi muamele et, onları her hususta bir gör. Bir gör de büyükleri, haklarında gösterdiğin muamele yüzünden herhangi bir şeyde kendilerini üst tutacağına dair bir ümide düşmesinler, zayıfları, onlara ad adalet muamele edip etmiyeceğini düşünmesinler, ye'se düşmesinler. Bil ki Ulu Tanrı kullarının yaptığı büyük, küçük, gizli, açık bütün günahlarım sorar, onlara azab ederse yerindedir, çünkü Allah çok büyüktür, kerem ve ihsan sahibidir.
Ey Allah kulları, bilin ki Allah'tan çekinenler, şu geçici dünyayı bıraktılar da varacakları âhirete yöneldiler. Dünya ehli dünyalarında onlarla arkadaş oldular ama onların âhiretlerinde onlara arkadaşlık edemediler. Onlar dünyada en iyi ve üstün bir tarzda yerleştiler, yaşadılar. En temiz ve helâl şeyleri yediler, yoksullara ihsanda bulundular da bu yüzden zevk aldılar, dünyalarında zâhidliğin lezzetini elde ettiler, âhirette de Allah'a komşu olacaklarını iyiden iyiye anladılar, inandılar. Onların duası reddedilmez, âhirette elde edecekleri şey eksilmez.
Allah kulları!. Ölüm var, sakının. Ölüm var, hem de yakın. Ona hazırlanın, çünkü büyük bir işle gelip çatacak. Ya öyle bir hayırla gelip çatacak ki onda hiç bir şey yoktur; yahut öyle bir şerle gelip çatacak ki onda biç bir hayır yoktur. Cennet için çalışandan cennete daha yakın kim var? Bilin ki siz ölümden arda kalırsınız. Ona karşı varırsınız kazanırsınız, kaçarsınız ona yakalanırsınız. O size, gölgenizden daha yakındır, hep sizinle beraberdir, Perçeminizden tutmuştur, dünya ardımzda serili kalmıştır. Çekinin o ateşten ki dibi çok derindir, harareti çok çetindir, azabı pek şiddetlidir, bir yerdir ki orada rahmet yok. Bir yerdir ki ordan ses duyulmaz, bir yerdir ki oradaki sıkıntı giderilmez. Allah'tan korkunuzun artmasını, ondan duyduğunuz ümidin güzelleşmesini istiyorsanız korkuyla ümidi birleştirin. Çünkü kulun Rabbine olan iyi zannı ve ümidi, korkusu miktarıncadır, insanların Allah'a karşı duydukları iyi zan bakımından en iyisi, en güzeli, Allah'tan en fazla korkan, ondan en fazla çekinenidir.
Ey Eba-Bekr oğlu MuhaMMed, bilki ben seni, askerlerimin en fazlasının, en büyüklerinin oturdukları bir yere, Mısır'a vâli ta’yin ettim. Nefsinin dilediklerine karşı durdukça haklı iş görebilirsin. Yaşadıkça bir an bile dinde kayıtsızlık etme ve halktan bir tek kişinin razıhğını kazanmak için Allah gazabını kazanma. Çünkü halk seni bıraksa Allah var, fakat Allah seni bıraktı mı başka yardımcı yok.
Namazı vaktinde kıldır, acele etme. Fakat vaktını de işe dalıp geciktirme. Bil ki her iş namaza tabi'dir, ondan üstün iş yoktur.
Şunu da bil ki doğru yolda bulunan ve halkı doğru yola sevk eden emirle kötü yolda bulunan ve halkı kötülüğe sevk eden emir bir değildir. Peygamber'in dostuyla düşmanı bir değildir. And olsun ki Allah’ın Rasûlü, Allah ona ve soyuna rahmetler etsin, buyurmuştur ki: Ben iman ehliyle müşrikin ümmetime kötülük edeceğinden korkmam; çünkü inananı, Allah, inancıyla doğru yola götürür, müşriki de şirkiyle kahreder; fakat ben özüyle sözü bir olmayan münafıkın ümmetime kötülük etmesinden korkarım. Münafık, iyilikleri söyler, kötülükleri işler."
MuhaMMed, Mısıra gidince Kays müteessir oldu. Ordan çıkıp Medine'ye gitti. Osman taraftarı olan Sabit oğlu Hassan: “Osman'ı öldürün, Ali de seni azletti, işlediğin suç yanında kaldı, karşılığında bir şey de elde edemedin!” dedi. Hassan'ın gözleri görmüyordu. Kays: “Ey baş gözü de kör, can gözü de kör adam dedi, bizimle savaşa girişseydin boynunu vururdum senin, def ol!”
Kays, Huneyf oğlu Sehl'le yola çıktı, Küfe'ye gidip Hz. Ali'ye ulaştı. Sıffıyn savaşında bulundu.
Haripta'da bulunup Hz. Ali'ye tabi' olanlar, MuhaMMed tarafından sıkıştırılınca silâha sarıldılar. Hakemlerin karargâhından sonra Mısır'a göz dikip açıktan açığa savaşa başladılar. MuhaMMed, bir fırka askerle Haris oğlu MuhaMMed'i üstlerine yolladı. Savaşta Harisoğlu şehid oldu. Muhâlifler büsbütün kuvvetlendi.
O sırada Hadic oğlu Muaviye, Osmanın kanını bahâne ederek halkı ayaklandırmaya başladı. Muaviye de Mısıra Mektublar yollamakta, Muhalled oğlu Mesleme'yle Hadic oğlu Muaviye'yi isyana teşvik etmekteydi.
Hz. Ali, Mısır'daki karışıklığı duyunca ancak Kays, yahut Eşter düzene koyabilir dedi. Ve cezire vâlisi olup Nusaybin'de bulunan Eşter'i çağırdı. Ona birçok tâlimatı ihtivâ eden bir emir-nâme verip Mısır'a vâli olarak yolladı.

288
Hz. Ali'nin Eşter'le Mısırlılara gönderdiği emir şudur:
"Allah kulu, Mu'minler Emiri Ali'den, yeryüzünde Allah'a isyan edildiği, emri terk olunduğu, cevir, örtülerini, iyinin de kötünün de yer yurt sahibi olanın da müsafir bulunanın da üstüne örttüğü, iyi işleıin yapılmadığı, kötülüklerin menedilmediği zamanda Allah için gazaba gelen topluluğa:
Bilin ki size, düşmandan ürkmeyen, kötü kişilere ateşten daha çetin olan Allah kullarından bir kulu gönderiyorum. O da Mezhic kabilesinden Haris oğlu Mâlik'tir. Hakka uygun olan emirlerini dinleyin, o emirlere itaat edin.
Bilin ki O, Allah kılıçlarından bir kılıçtır ki keskinliği körleşmez, yüzü gedilmez. Barış zamanında hâlimdir, savaş vaktinde çetin. Re'yinde isabet vardır, sabrında metanet. Sizi savaşa sevk ederse ona uyun, toplanıp savaşa gidin. Oturup işinizle nıeşgul olmanızı emr edese oturun, işinize sarılın. Çünkü o, benim emrim olmadıkça ne bir işe sarılır, ne bir işi bırakır.
Size karşı esirgeyici olduğundan, düşmanımza karşı çetin bulunduğundan bilhassa onu seçtim, size vâli ta’yin ettim. Allah sizi doğru yola sevk ederek, kötülükten korusun, Allah'tan çekinme hususunda size sebat versin, Allah’ın sevdiği ve razı olduğu şeylerde başarı ihsan etsin. Esenlik, Allah’ın rahmeti ve bereketi size."
(Nehc'ül-Belâga, 2, 285, MuhaMMed Rıza-1-Hakim: Mâlik'ül-Eşter, Tehran, 1365 k. - 1946 milâdı ,s.163-164.)

Mısır vâliliğine ta’yin edilen Haris oğlu Mâlik'ül- Eşter, bin beş yüz kişiyle giderken Muaviye, onun yiğitliğini, dürüstlüğünü, şiddetini ve zekasını bildiği cihetle, Osman'ın kölesi Nâfi'i, onun işini bitirmek özere vaadlerle gönderdi. Nâfi'i, Mısır'a gidiyormuş gibi, bir konak yerinde, Eşter'le buluştu. Eşter'e Muaviye'nin aleyhinde sözler söyledi; Hz. Ali'yi övdü, Medine'den Mısır'a gitmek üzere yola çıktığını anlattı.
Eşter, neden Mısır'a gitmek istediğini sordu, Nâfi' dedi ki: “Medine'de karnım doymuyor, orda bir iş bulacağım karnımı doyuracağım, ekmek yiyeceğim.”
Eşter: “Ben sana iş bulurum, benimle gel!” dedi.
Beraberce yola düştüler. Nâfı', onun hizmetinde bulunmada, sırasını düşürüp sıkı sık Haşimoğullarını ve Hz. Ali'yi övmedeydi.
Mısır'ın iskelesi sayılan Kulzüm Şehrine geldiler. Orda Cuheyne boyundan bir kadının evine indiler. Kadın Eşter'e büyük bir saygı gösterdi. “Irak'ta hangi yemeği daha çok severler?” diye sordu. Eşter: “Taze balığı” dedi. Kadın hemen balık kızarttı, sofra yaydı. Eşter balığı yedikten sonra susadı. Bir hayli su içti. Hava da adamakıllı sıcaktı. Eşter'in sudan karnı şişti. Nâfi’: “Bu yemeğin zehirini ancak bal şerbeti alır, Balığı tatlı öldürür” dedi. Eşter: “Öyleyse git, biraz bal bul” dedi. Nâfi: “Benim yanımda var” dedi, yanındaki balı suda ezdi, Mâlik'ül-Eşter'e bir bardak bal şerbeti sundu.
Bal zehirliydi. Eşter içer içmez şiddetli bir sancıya tutuldu. Nâfi’i çağırdı. Nâfi’ gece karanlığında çoktan kaybolup gitmişti.

Eşter bir müddet sonra o zehirin te'siriyle şehid oldu. Yıkayıp kefenlediler, namazını kılıp oraya defnettiler.
Hz. Ali, Eşter'in şehâdetini duyunca pek üzüldü, pek yandı-yakıldı.
"Şüphe yok ki biz Allah’ınız, gene de dönüp ona varacağız" âyetini okudu.


الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Resim---"Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz."
(Bakara, 2/156)

Sonra dedi ki: "Hamd âlemlerin rabbi Allah'a. Allah’ı m, sen indinde ecir ver ona. Şüphe yok ki onun ölümü zamanede uğradığımız musibetlerdendir. Allah Mâlik'e rahmet etsin, ahdine vefâ ederdi. vâdesi yetti, Rabbine ulaştı. Fakat biz elemlendik. Ancak Allah ona ve soyuna rahmet etsin, esenlikler versin, Resûlullah’ın ölümü, musibetlerin en büyüğüydü, ona dayandıktan sonra elbette buna da dayanırız."

Hz. Ali, Eşter'in şehâdeti münasebetiyle,:"Mâlik, ama ne Mâlikti? Tek, yüce bir dağ olsaydı, ne üstüne bir nal basabilirdi, ne yücesine bir kuş uçup konabilirdi" buyurmuştu.
(Nehc'ül-Belâga.)

“Vallahi senin ölümün yüzünden bir âlem yıkıldı, bir âlem ferahlandı" sözüyle "Vallahi onun ölümü, doğuyu alçattı, Batıyı üstün etti" sözü de bu münasebetle söylediği sözlerdendir.
İbni Ebil-Hadid, Hz. Ali'nin: "Ben Resûlullah'a ne mertebedeysem Mâlik de bana o mertebedeydi" dediğini senediyle bildirir.
Muaviye, Eşter'in şehâdetini duyunca pek sevinmiş: "Allah’ın ordusu var, bal da bu ordudan" demişti.

“Aynı zamanda Ali'nin iki kolu vardı. Biri Eşter- biri Ammar'dı. Biri Siffiyn'de kesildi, birisi de şimdi” demiş, Şam'da bir hutbe okuyup bu olayı Şamlılara bildirmişti.
Zâten o, Hz. Peygamber'in, Ammar'in kaatilinin cehennemlik olduğunu bildirmiş olmasına rağmen onun şehâdetine de fetihler fethi, en büyük fetih anlamına "Fet'ül-Fütüh" demiş ve “Ammar'ı Osman için değil, Osman'ın bir kölesi için bile öldürmekten çekinmem” sözlerini söylemişti..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

MALİK'ÜL- EŞTER.:

Mizhac Boyunun Naha' kısmından Haris oğlu Mâlik, Hz. Peygamber'in sağlığında Müslüman olmuştu. hz. Peygamber'in vefâtından sonra Yemen'den Medine'ye gelmiş, Yermük savaşında bulunmuştu. Bu savaşta bir gözü yaralanmış, biraz büzük kalmış, bundan dolayı "Eşter" lâkabıyla lâkablanmıştı.
Ömer zamanında İran savaşına katılmış, büyük yararlıklar göstermişti. Bu savaştan sonra Kûfe'de yerleşti.
Osman'ın son zamanlarında Kûfe'den Medine'ye gelenlere katıldı. Yolda, Rebeze'de Ebu-Zerr'in vefât etmiş olduğunu duydu, onun cenâzesinde bulundu, namazını kıldırdı."
Ebu-Zerr vefât ederken zevcesi şiddetle ağlamaktaydı. Ebu-Zerr: “Niçin ağlıyorsun?” deyince: “Nasıl ağlamayayım, Sen ölürsen seni kim yıkayacak, namazını kim kılacak? Seni saracak bir parçacık bezimiz bile yok!” demişti.
(Namazını İbnu Mes'ud'un kıldırdığı da rivâyet edilir.)
Ebu-Zerr: “Ağlama demişti. Birkaç kişiydik, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bize baktı da: “İçinizdan biri otsuz - susuz bir yerde yapayalnız ölecek, fakat mü’minlerden bir bölük onun cenâzesinde bulunacak” demişti. O gün benimle bulunanların hepsi, topluluk içinde, şehirde, köyde öldüler. İyice biliyorum ki bu adam benim dedi.
Ebu-Zerr ölünce karısı yola çıktı, beklemeye başladı. Bir müddet sonra bir bölük halk belirdi. Ona kimsin diye sordular. Ebu-Zerr'in zevcesi olduğunu ve olayla onun sözlerini anlattı.
Derhal içeriye girdiler. Ansar'dan bir genç, üstündeki elbiseyi çıkardı, onu kefen yaptılar, Ebu-Zerr'i defnettiler. Eşter de bu topluluğun içindeydi. (Al-İstiab, c. l,s.32-84.)
Eşter'in Hz. Ali zamanındaki ahvâli, yazılarımızda geçmişti. Şehâdeti, Hicretin otuz sekizinci yılındadır (658).
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

MISIR'ın İSTİLÂSI VE HZ. EBU-BEKR OĞLU MUHAMMED'in ŞEHÂDETİ:

Muâviye, yukarda da belirttiğimiz gibi Mısırdaki muhâliflere mektublar gönderiyordu. Hatta bununla da kalmamış, onlara dört bin kişilik bir yardım fırkası da yollamıştı.
Hz. Eşter'in şehâdetinden sonra, zâten Mısır Vâlılığını Amr'a vaadetmiş bulunduğundan mâiyetine altı bin kişilik bir ordu vererek Mısır'a gönderdi. Amr Mısır sınırlarına varınca oradaki muhâlifler de ona uydular. Amr, hemen MuhaMMede bir mektub gönderdi Mektubta: “Ey Eba-Bekroğlu, kendini sakın, istemem ki benden sana bir zarar gelsin. Sana öğüt veriyorum, tez burdan savuş, dilediğin yere git!” diyordu. Aynı mektubla Muâviye'den gelen mektubu da göndermişti. O mektubta Osman'ın muhasarası anılarak MuhaMMed tehdid edilmekteydi.

Hz. Ali, MuhaMMed'e yardım edeceğini vaadetmiş, yardım gelinceyedek sebat emesini emreylemişti. MuhaMMed, topladığı iki bin kişilik orduya Bişr oğlu Kinaneyi kumandan ta’yin edip gönderdi. Kendisi de arkadan iki bin kişilik bir orduyla hareket etti.
Kinane, üzerine gönderilen fırkalan birer birer püskürttü. Fakat Hadic oğlu Muâviye de Şam askerine katılınca ordusu bozuldu; kendisi şehid oluncayadek ayak diredi.
Kinane'nin şehid olduğunu duyunca MuhaMMed'in mâiyetindeki asker dağıldı. Kendisi yalnız kaldı, bir harabeye sığındı. Hadic oğlu Muâviye, MuhaMMed'i buldurdu. Bir eşek leşinin karnını deşip içine sokturdu, başını o leş içinde kestirdi, vücudünü leşle beraber yaktırdı, başını Şam'a Muâviye'ye gönderdi. Müslümanlıkta şehirden şehire gönderilen ve teşhir edilen ilk baş, Ebu-Bekr'in oğlu MuhaMMed'in başıydı.

Hz. Ayişe, MuhaMMed'in bu tarzdaki şehdadetini duyunca ağlamaya başladı ve namazlardan sonra Muâviye'yle Amr'a lânet okumaya koyuldu.
MuhaMMed, Hz. Ali’inin üvey oğluydu; annesi Esmâ'yı almış ve MuhaMMed'i kendisi büyütmüştü. Şamlıların onun şehâdetinden pek sevindiklerini duyunca "Biz de" demişti "Onların sevindiği kadar mahzunuz, hatta hüznümüz, onların sevincinden kat-kat fazla."

Bu olay da Hicretin otuz sekızınci yılında olmuştu.
MuhaMMed b. Ebi-Bekr, Vida' haccında doğmuştu; şehâdetinde, yirmi sekiz yaşındaydı.
Ebu-Talib oğlu Ca'fer'in oğlu MuhaMMed de Mısır'daydı ve orduya katılmıştı. MuhaMMed tutulduğu sıralarda o, anasının mensub olduğu kabileye sığındı. Sonradan bunu haber alan Muâviye, kabile büyüklerini çağırıp sorguya çekmek istedi ve ona bir fenâlıkta bulunmıyacağız, iyilik edeceğiz dedi. Kabile şeyhi: “Sus dedi, amcası yla nasıl savaşa girişip de Müslümanların kanlarını döktüysen onun da canına kastedeceğini biliyoruz, hepimiz ölmedikce onu sana teslim etmeyiz!.”

Ne garib bir şeydir ki MuhaMMed'in kardeşi Abdurrahmân b. Ebu-Bekr, Amr'ın ordusundaydı; kardeşinin ne tarzda öldürüldüğünü hayretle seyrediyordu.
Hz. Ali tarafından MuhaMMed'e yardım için, Mâlik oğlu kâ'b'ın kumandasına verilerek gönderilen iki bin kişilik ordu yoldayken MuhaMMed'in şehâdeti haberi ve Amr'ın Mısır'ı istıla ettiği duyulunca, Hz. Ali, o orduyu geriye çevirdi. Böylece Mısır, Muâviye'nin idâresine geçti.


BASRA AHVÂLİ:

Muâviye, Mısır işini bitirdikten sonra Basralılara, Hz. Peyamber'in sünnetine göre hareket edeceğine, Basralılara ihsanlarda bulunacağına dair bir mektub yazıp Hadrami oğlu Abdullah'layolladı.
Abdullah, Basra'ya gidip Temim oğulları mahallesine indi. Ümmeye oğulları taraftarlarını çağırdı, Osman'ın kanı mes'elesini ortaya atti, Muâviye'nin mektubunu okudu. İleri gelenlerin bir kısmı, onun teklifhi kesin olarak reddetti, bir kısmı ona uymak isteğine düştü.
Basra vâlisi Abbas oğlu Abdullah evvelce Kufe'ye gelmiş, babasının oğlu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Basra'da yerine bırakmıştı. Ziyâd, bu hali Hz. Ali'ye bildirdi. Ayni zamanda Basra'nin ileri gelenlerini çağırıp bu işe man’i olmalarını söyledi.
Hz. Ali, Temim oğullarını Abdullah'tan ayırmak için Dubay'a oğlu A'yen'i Basra'ya gönderdi. A'yen, Basralılara nasihat ettiyse de dinleyen olmadı. Haricîlerden bir topluluk da onu gizlice bastırıp şehid ettiler.
Hz. Ali, bunun üzerine Sa'd oğulları boyundan ve Kays oğlu Ahnefin yakınlarından Kudame oğlu Câriye'yi beş yüz atlıyla Basra'ya gönderdi ve Basralılara onunla bir tehdid mektubu yolladı.
Câriye, Basra'ya varıp mektubu okudu. Onlara öğütler verdi. O da Hadrami oğlu'nun üstüne gidip az bir müddet savaştı. Hadrami oğlu'nun askeri bozulup dağıldı. Kendisi, yetmiş kadar adamla harap bir kal'aya girdi. Câriye kal'aya ateş verdi, içindekilerle beraber kal'a yandı ve Basra gaailesi bertaraf edildi.


KAYS OĞLU DAHHAK'IN ANBARA İLGAR ETMESİ:

Nehc'ül-Belâga, "Kitâb'ül-Gaarat" dan naklen, bu olayın, hakemlerin kararından sonra, Nehrevân savaşından önce olduğunu kaydeder. (Al-İstiab, 1,153)

Muâviye, Hz. Ali'nin asker toplayıp tekrar üzerine varacağını duyunca halka, yazdığı şu sözleri okuttu:
“Bu, Ali ile bir andlaşma yazmış, imzalamıştık. Bunda, her iki tarafın birer hakem ta’yin etmesini, bunların, Allah’ın kitâbına uygün bir karar vermelerini, her ikimızın de bu karara uymamızı şart koşnıuştuk. Onun hakemi, onu azletti, benim hakemim beni ta’yin etti. Buna iki tarafın da, ikimızın de razı olmamız icâb ederken Ali, ahdını bozmuş, duydum, asker toplayıp üstümüze gelecekmiş. Siz de en iyi bir tarzda ona karşı durmaya hazırlanın. Allah, en iyi işlerde size de, bize de başarı versin.”
Muâviye, Hz. Ali'ye karşı nasıl hareket edilmesi gerektiğini adamlarına sordu, onlarla danıştı. O sıralarda Hz. Ali'nin Kufe'den çıktığı, Nuhayle'ye konduğu haberi gelmişti. Mesleme oğlu Habib, tekrar Sıffıyn'e gitmenin uygun olduğunu söyledi. Amr, çete savaşına girişilmesini, bu sûretle Hz. Ali'nin hükmü altında bulunan memleketlerde kargaşalık çıkarınanın doğru olacağını bildirdi.
Bu sırada casuslar gelip Hz. Ali taraftarlarından bir kısmının, hakemlerin toplarımasına itiraz ederek Hz. Ali'den ayrıldığını bildirdiler ve o günlerde savaşa çıkamıyacağını söylediler. Halk bu haberi duyunca sevincinden tekbir getirdi. Sonra, Haricîlerle savaşıp onları kırdığına, fakat askerinin, hemen Muâviye'nin üstüne gitmek istemediğine, bu yüzden Kufe'ye döndüğüne dair haber geldi. Bu haber de Şamlıları sevindirdi.

Taberi, Ebi-Muit oğlu Ukbe'nin oğlu Ammare'nin, Osman'ın şehâdetinden sonra, Kufe'de yerleştiğini, Hz. Ali'nin de ona dokunmadığını, bu adamın casusluk ettiğini yazar.
İbnü İshak, Ammare'nin, hafızların, Hz. Ali aleyhine döndüklerini Muâviye'ye yazdığını bildirir. Ona göre Muâviye, bu sırada ordugâhtaydı. Kays'ül-Fehri oğlu Dahhak'i çağırdı. Kufe civârına git, yolda, Ali'ye tabi olan yerleri yağma et dedi. Dahhak, üç binle beş bin arasında bir orduyla hareket etti. Yolda rasladığı yerleri yağma etti, sürüleri sürdü. Böylece Sa'lebiyye'ye kadar geldi. Hacı kaafılesini yağma etti, kaafilede ne varsa zaptetti. Sonra sahabeden Mes'ud oğlu Abdullah’ın kardeşinin oğlu Amr'a rastladı. Onu hac yolunda, Katkatane civârında, bir kısım adamlarıyla şehid etti.
Hz. Ali, bunu duyunca bir hutbe okudu, halkı savaşa teşviyk etti. Fakat icâbet eden olmadı. Bunun üzerine Adiyy oğlu Hucr'u çağırdı, mâiyetine dört bin er verip Dahhak'ın üstüne gönderdi. Hucr, Semave'den geçip Dahhak'in izini izliyerek yürüdü, nihâyet Dahhak'e ulaştı. Tedmür civârında savaştılar. Dahhak'in ordusundan ondukuz kişi maktul düştü. Hucr'un ordusundan da iki kişi şehid oldu.
Derken karanlık bastı. Sabah olunca Dahhak'den ve ordusundan bir nişân bile kalmamıştı. Yağma ettiği malları, sürüleri almış, Şam'a dönmüştü.
(Al-İstiab, 3, 157.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HZ. ALİ VE KARDEŞİ AKIYL:

İbnü Ebi'l-Hadid, Nehc'ül-Belâga şerhinde, Hz. Ali'nin kardeşi Akıyl'in Irak'a geldiğini, ordan Şam'a, Şam'dan da Medine'ye gittiğını yazar ve Hz. Ali'nin hâlifeliği zamanında onun mâiyetinde hiç bir savaşa katılmadığını söyler. Ondan sonra Hz. Ali onun arasındaki olayı şöyle anlatır:
Akıyl'in Muâviye'nin yanına gidişi, Hz. Ali'nin hayatında mıdır, yoksa şehâdetinden sonra mı? Bu hususta ihtılaf vardır. Hayatında gitti diyenler, bir gün Muâviye'nin, Akıyl'i göstererek bu Ebu-Yezid, benim, kardeşimden daha hayırlı olduğumu bilmese bizim yanımızda kalmazdı, dediğini, bunun üzerine Akıyl'in, kardeşim, dinim bakımından bana hayırlıdır, sen ise dünyam bakımından bana hayırlısın, Ben şimdilik dünyamı seçtim, Allah'tan hayırlı bir son istemedeyim sözlerini söylediğini delil tutarlar.
(Al-İstiab, 3, 82.)

HARİCÎLER:

Hz. Ali, Abbas oğlu Abdullah'ı, Haricîlere öğüt vermek üzere yolladı Abdullah: “Mü’minler Emiri'ne neden karşı geliyorsunuz?” dedi. Onlar: “Hakeme razı olunca Allah dininden çıktı. Kâfir olduğunu ikrar ettikten sonra tevbe etsin, ona uyalım!” dediler. Abdullah: “Hiç bir inanç sahibine, inancından şüphe yokken kâfir olduğu söylenemez!” deyince gene re'ylerinde israr ettiler.
Bu sırada Hz. Ali, Kufe'den kalkıp Harura'ya gelmişti. Haricîlerin en sözü geçer adamı olan Kays oğlu Yezid'in çadırma kondu ve onu Isfahan ve Rey eyaletlerine vâli ta’yın etti. O sırada Abdullah, onlarla münazara etmedeydi. Hz. Ali, yanlarına varıp içinizde inandığınız, güvendiğiniz kimdir?” diye sordu. Abdullah b. Kevva'yı gösterdiler. Hz. Ali: “Neden aleyhimize döndünüz?” diye sordu. İbnü Kevva: “Ssen, Sıffiyn'de hakem ta’yın ettin, onun için aleyhine döndük” diye cevâb verdi.
Hz. Ali: “Bilimiyor musunuz dedi, onlar Mushafları arzettikleri vakit bu bir hiledir, eğer onlar Mushafın hükmüne kaail olsalardı aleyhimde savaşa çıkmazlardı dedim; hakem ta’yınıni benden fazla istemeyen yoktu, böyle değil mi?” dedi.

Haricîler: “Doğru” dediler. Hz. Ali: “Siz değil miydiniz hakem ta’yini için beni zorlayan? Nihâyet, mecbur olup hakem ta’yın ettim, Allah’ın hükmüne uygun olarak bir karara vanrlarsa kabul edeceğiz söz verdik, Allah hükmüne uygun bir karara varmazlarsa ben de, siz de kabul etmemeyi kararlaştırdık. Böyle olmadı mı?” dedi. “Evet, doğru söylüyorsun. Re'yımızle hakem ta’yin ederek kâfir olduk, fakat şimdi tevbe ettik, yola girdik. Sen de bizim gibi kâfir olduğunu ikrar et, tevbekâr ol, beraberce Şam'a gidelim.” Dediler.
Hz. Ali: “Bilmiyor musunuz dedi, Allah, kocayla karı arasındaki uzlaşma hakkında hakem ta’yın edilmesini emretti ve "Kocanın tarafından bir hakem, karının tarafından da bir hakem gönderin" buyurdu. Gene hacc ederken avlanma hususunda da adil kişilerin hakem olmasını emretti.”
“Sen dediler, Amr'ın dilediğine uydun, "Bu Allah kulu, Mü’minler Emiri Ali'nin" ibâresindeki "Mü’minler Emiri" yazısını sildirdin, "Ebu-Talib oğlu Ali" yazdırdın, bu sûretle de kendin, kendini hâlifelikten azletmiş oldun.” dediler.
Hz. Ali dedi ki: “Ben Rasûlullah'a uydum. O da Hudeybiyye'de, uzlaşma şartları yazılırken bu, Rasûlullah MuhaMMed'in yazdırdığı anlaşmadır diye yazdırmıştı da Amr oğlu Suhayl, Allah elçisi olduğunu ikrar etseydik sana karşı gelmezdik; onu sildir, Abdullah oğlu MuhaMMed yazdır demişti. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) bana: “Ya Ali, Rasûlullah’ı sil.” demişti, Ben: “Ya Rasûlullah, bende o cür'et yok ki senin peygamberlik sıfatını sileyim.” Demiştim.

Hz. Peygamber yazdırmıştı, sonra gülerek: “Ya Ali demişti, senin de başına gelecek bu iş.”
Bu sözler üzerine Haricîlerin iki bini Hz. Ali'ye tabi olup Harura'dan Kufe'ye geldi.
"Al-Kâmil"deki rivâyete göre Hz. Ali Haruriyye'yle görüşüp konuşmuş, onlar: “Biz hakem kabulüyle büyük bir şuç işledik, şimdi tevbe ettik. Sen de bizim gibi tevbe et de tekrar sana uyalım” demişler. Hz. Ali: “Ben her türlü suçu, Allah’ın yarlıgamasını dilerim” demiş, fakat, Rasûlullah ile sohbetten ve dinden hüküm çıkaracak kadar dinde rüsuh sahibi olduktan sonra kâfir olmama imkan yok diyerek "Ey Allah için bana tanıklık eden, tanık ol ki ben Peygamber Ahmed'in dinindeyim, hidâyet üzereyim, kim bunda şüphe edebilir" meâlindeki üç mısra'lık şiiri okumuştur.
Bunun üzerine altı bin kişi Hz. Ali'ye uymuş, onunla Kufe'ye dönmüştür.
İbnu Eb'il-Hadid, Hz. Ali zamanındaki fitnelerin başı Eş'as'tı der ve bu olayı, Nehrevân savaşının sebebi sayar.
Taberî'nin rivâyetine göre Hz. Ali, Ebu-Musa’yı hakem olarak gönderince Haricîler Veheb'ür-Rasibi oğlu Abdullah'ın evinde toplndılar. Abdullah onlara bir hutbe okuyup: “Ehli zâlim olan şu şehirden çıkın!” dedi. Basra'da bulunan ve aynı fikrî güden kişilere de haber gönderdiler. Hepsi, bir cuma gecesi, bir araya toplandılar. O geceyi ve Cuma gününü ibâdetle geçirdiler. Sonra Nehrevân'a geldiler.
Basra Haricîleri, beşyüz kişiydi. Fedek'üt-Temimi oğlu Mis'ar bunlara riyaset ediyordu. Abbas oğlu Abdullah, bunların bir yerde toplandıklarını duyunca üstlerine Ebü'l- Esved'üd-Düeli'yi gönderdi. Fakat bu sırada gece karanlığı bastı. Onlar, karanlıktan faydalanarak Nehrevân'a gittiler, Veheb oğlu Abdullah'la birleştiler.
Hz. Ali, Kufe'de bir hutbe okuyup dedi ki:
"Zaman, ağır bir iştir, meydana çıkardı, görülmemiş bir şeydir, ortaya attı. Bilin ki suç hasreti doğurur. Sonunda nedâmet gelir-çatar. Bu iki adamın hakemliğini ben zorla kabul ettim, onları siz ta’yın ettığınız. Fakat onlar, Kur’ân'ın hükmünü ardlarına attılar; Kur’ân'ın öldürdüğünü dirilttiler. Her ikisi de Allah’ın hidâyetinden hariç olarak hevâ ve heveslerine göre karar verdiler. Açık bir delile dayanmadan, geçmiş bir sünnete uymadan hüküm verdiler, verdikleri kararda biribirlerine muhalefette bulundular. Her ikisi de doğru yolu bulamadı." Allah ve Resûlüyle Mü'minlerin en salihi onlardan beridir. Hazırlanın Şam'a gitmeye ve yarınki pazartesi günü, Allah izin verirse ordugâhınızda bulunun."
Haricîlere de: "Bu iki kişinin hakemliğine siz razı oldunuz. Fakat onlar, Allah’ın kitâbına muhalefet ettiler, kendi dileklerine uydular. Emrime uyun, biz de işte, evvelce nasılsak öyleyiz, düşmanımıza ve düşmanınıza hareket etmek üzereyiz" meâlinde bir mektub gönderdi.
Haricîler: “Sen rabbin için değil, kendin için gazeb ettin. Kâfir olduğunu ikrar eder de tevbekâr olursan o vakit aramızda ne yapacağımızı düşünürüz” meâlinde bir mektubla cevâb verdiler.
Hz. Ali, Haricîlerden ümit keserek onları bırakıp Şam'a hareketi uygun gördü. Basra askerini toplamasını Abbas oğlu Abdullah'a emretti.
Abdullah, halkı savaşa teşvik ettiyse de ancak binbeş yüz kişi toplandı. Abdullah: “Sizin, harbe-darba gücü yeter altmış bin kişiniz varken Mü’minler Emirine binbeş yüz er göndermek ayıp olmaz mı?” dedi ve tekrar Basralılar'dan üçbin ikiyüz asker çıktı.
Hz. Ali, Kufe ulularını toplayıp: “Benim kardeşlerim, yardımcılarım sizsiniz” dedi ve her reisin, kendi aşiretinden asker toplamasını emretti. Kays'ül-Hemdani oğlu Said, ayağa kalkıp: “Ey Mü’minler Emiri, dedi, duyduk, itaat ettik, istediğin şeye, severek, isteyerek ilk icâbet eden benim.” Kays'ür-Riyahi oğlu Ma'kıl, Hatem oğlu Adiyy, Hasafa oğlu Ziyâd, Adiyy oğlu Hucr ve diğer büyükler aynı tarzda sözler söylediler. Az bir müddette altmış bin kişi toplandı. Basralılarla beraber ordunun tutan altmışsekiz bin ikiyüz er oldu.
Halk arasında, önce Haruriyye taifesinin üstüne gidelim de sonra “Şam'a sefer edelim” diyenler oldu.
Hz. Ali bunu duyunca hutbesinde: “Haricîlerden daha ehemmiyetli düşman Şam'dadır. Yeryüzünde zulmedici padişahlar kesilen ve Allah kullarını kendilerine hizmetkâr yapan düşmanınıza yürüyün” dedi.
Her yandan: "Yürü bizimle ey Mü’minler Emiri, yürü nereye dilersen" sesleri yüceldi. Fesil-üş-Şeybani oğlu Sayfı: “Ey Mü’minler Emiri dedi, biz senin tarafdarların, yardımcılarınız; kime düşmansan ona düşmanız, kim sana itaat ederse ona tarafdarız. Nerde olursa olsun, kim bulunursa bulunsun, yürü bizimle düşmanına; Allah izin verirse üst geliriz” dedi. Şihab'ütTemimi oğlu: “Ey Mü’minler Emiri, senin tarafdarların bir adamın yüreğine benzer, hepsi de senin yardımında birleşmiştir, birdir. Üstünlükle müjdelerim seni, hangi fırkaya dilersen yürü, biz senin tarafdarınız, ancak sana itaat etmeyi diler, sana muhalefet edenle savaşmayı ister, Allah'tan da hayırlı ecirler umarız; biz ancak seni kırmaktan korkar, senden ayrılma yüzünde uğrayacağımız çetin suçtan korkarız.” Dedi.
Mes'udi, Hz. Ali'nin Kufe'den otuzbeş bin kişiyle çıktığını, Basra'dan, içlerinde Ahnef oğlu Kays, Kudamet'üs-Sa'di oğlu Câriye'nin de bulunduğu onbin kişi geldiğini yazar. Bu, hicretin otuz sekizinci yılındaydı.
Hz. Ali, Anbar şehrine kondu ve askere bir hutbe okudu, onları savaşa teşvik etti: "Yürüyün Muhacirlerle Ansarı öldürenlere, Allah nurunu söndürmek isteyenlere, Rasûlullah’ı ve onunla beraber olanları öldürmeye savaşanlara. Bilin ki Rasûlullah, bana, haktan ayırılıp zulmedenlere ve dinden çıkanlarla savaşmayı emretti. Halktan ayrılıp zulmedenlerle savaştınız, dinden çıkanlarla daha karşılaşmadık, fakat siz zulmedenlere yürüyün, onlar, bizce Haricîlerden daha ehemmiyetlidir. Savaşın zorbalarla ki halk, onları Rab yerine koymuştur, onlar da halkı, Allah kullarım hizmetkâr mesabesine getirmişlerdir; halbuki hiçbir üstünlükleri de yoktur" dedi.
Hz. Ali'nin taraftarları arasında, önce Haricîlerle savaşmanın gerekli bulunduğu fikrini güdenler vardı.
Haricîler Nehrevân'da toplanmışlardı. Ordan bir Müslüman geçse, onu öldürüyorlar, bir Hristiyan geçerse “Peygamberinizin zimmetini koruyun” deyip ona dokunmuyorlardı. Çünkü onlarca, kendilerinin inancını benimsemeyen Müslüman, kâfirdi.
Sahabeden Hubab oğlu Abdullah’ın yolu, Nehrevân'a uğramıştı. Boynunda asılı bir Mushaf vardı. Gebe bulunan zevcesi de bir eşeğe binmişti, önde gidiyordu. Haricîler kendisini ve karısını durdurdular: “Sen kimsin?” diye sordular. Abdullah: “Sahabedenim ve sahabeden Hubab'in oğlu Abdullah'ım” dedi. Bize yarayacak bir hadis naklet dediler. Abdullah: “Ben babamdan duydum dedi, o Resûlullah'tan işitmiş, Rasûlullah demiştir ki: “Bir fitne olacak, o fitneden insanın bedeni öldüğü gibi kalbi de ölecek, kişi, iman sahibi olarak akşamlayacak, fakat kâfir olarak sabahlayacak, kâfir olarak sabahlayınca, iman sahibi olarak akşamlayacak.”
Bu sırada ağaçtan düşen bir hurmayı, içlerinden biri yerden alarak ağzına attı. Hemen o adamın üstüne yürüyüp sen bu hurmayı, sahibi helâl etmeden, yahut parasını vermeden yemeye kalktın diye itiraza başladılar. Adam hurmayı ağzından çıkarıp yere attı. Gene bu sırada, bir Hristiyanın domuzu, oraya gelmişti. İçlerinden biri bir kılıç vurarak domuzu öldürdü. Bu senin yaptığın dediler, yer yüzünde bozgunculuk. Adam, domuzun sahibini buldu, onu razı etti, gönlünü yaptı.
Abdullah, bunları görünce: “Yaptığınız şeyler gerçekse dedi, sizden bana bir zarar gelmez. Çünkü ben Müslümanım, Müslümanlıkta olmayan bir şey yapmadım.” “Evet dediler, korkma. Yalnız hakeme razı olduktan sonra Ali hakkında ne dersin?” Abdullah: “Şüphe yok ki, Ali, sizden daha ziyâde Allah’ı bilir, dinini daha fazla korur, herkesten fazla basîret sahibidir.” Bu sözü duyunca: “Sen dediler, hidâyete değil, adlarına kanarak adamlara uymuşsun. Boynundaki kitâb, seni öldürmemizi emrediyor bize. Vallahi seni öylesine öldüreceğiz ki hiç kimseyi o çeşit öldürmemişizdir.”
Abdulallah’ı yere yatırdılar, koyun boğazlar gibi boğazladılar. Kanı dereye akar, elini ayağını oynatıp çırpınırken karısını da yatrıp, “Allah'tan korkmaz mısın, ben kadınım” demesine bakmadılar, karnını yarıp öldürdüler. Ayrıca Tayy kabilesinden üç kadınla Sina'üs-Saydavi'nin anasını da şehid ettiler.
Al-Kâmil'de, bu sırada bir Hristiyanın hurmasını parasız almamakta israr eden Haricîlere: “bu Hristiyanın, Ne şaşılacak şey, Hubaba oğlu Abdullah gibi bir adamı öldürüyorsunuz da sonra hurmayı parasız almıyorsunuz” dediği kayıtlıdır.
Hubaba oğlu Abdullah, Hz. Ali'nin Medâyin vâlisiydi. Mes'udi, Haricîlerin Medâyin'e hücum ederek Abdullah’ı orda öldürdüklerini ve zevcesini de karını yararak şehid ettiklerini yazar.
Hz. Ali, bunu duyunca Haris adlı birini onlara öğüt vermek üzere gönderdi. Onu da şehid ettiler.
Bunun üzerine Hz. Ali'ye: “Bunlar, burda dururken nasıl Şam'a gidebiliriz; evlâdımız - ayalımız ne olur?” dediler.
Hz. Ali, fikirlerini doğru bulmakla beraber önce Kays oğlu Sa'd'i, sonra Ebu-Eyyub'ül-Ansarî'yi Haricîlere gönderip öğüt verdi, sonra bizzât kendisi gidip öğütlerde bulundu. Hiçbir faydası olmadı.
Bunun üzerine Nehrevân'a hareketi kararlaştırdı. Kays oğlu Eş'as da bu hareketi tasvib edince Haricîlere meyli ve zannı ortadan kalktı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

NEHREVÂN SAVAŞI:

Hz. Ali, Kufe'den hareket edeceği vakit, ashabından Afıfü’l- Ezdi oğlu Müsafır adlı biri: “Ey Mü’minler Emiri bu saatte hareket etme, filân saatte hareket et. Bu saatte hareket edersen sana ve adamlarına büyük bir zarar gelir, fakat dediğim saatte hareket edersen üst olursun.” Dedi.
Hz. Ali: “Atımın karnındaki yavru at midir, kısrak mi, biliyor musun?” dedi. Müneccim: “Hesap edersem bilirim” deyince Hz. Ali: “Kim bu sözünü gerçek sayarsa Kur’ân'ı yalanlamış olur; çünkü ulu Allah: "Şüphe yok ki Allah katındadır kıyametin kopacağı zaman ve yağmurun ne vakit ve nereye yağacağı ve o bilir rahîmlerdekini" buyurmuştur dedi.


إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---" İnnallâhe indehu ilmus sâati, ve yunezzilul gayse, ve ya’lemu mâ fîl erhâmi, ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gaden, ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun).: Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah’ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm’dir (en iyi bilen), Habîr’dir (haberdar olan).”
(Lokman 31/34)

Sonra dedi ki: “Sanıyor musun ki insanı üstünlüğe sevk edecek saati bulabiliyorsun? Bu takdirde kim seni tasdiyk ederse Allah'tan yardım istemek lüzumunu duymaz. Sana inananın Allah’ı bırakıp sana hamd etmesi gerekir. Allah’ım, hayra yormak da ancak seninle olur, zarar da ancak senden gelir, yoktur senden başka tapacak.”
Hz. Ali münecicime hitâben dedi: "Dediğini tutmayacağız, çıkma, hareket etme dediğin satte hareket edeceğiz."
Ondan sonra, halka döndü de: “Ey insanlar! Sakının nücum bilgisini bellemekten, çünkü müneccim, ancak kahin'e (gayıptan haber verene) benzer, kâhin de kâfir gibidir, kâfirse cehennemliktir.”
Sonra onun hareket etme dediği saatte hareket etti. Muzaffer olduktan sonra da buyurdu ki: "Onun dediği saatte hareket etseydim de zafer kazansaydım halk, onun dediği saatte hareket etti de muzaffer oldu derdi. Gerçekten de Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) müneccim değildi, ondan sonra bize de bu aslı olmayan bilginin lüzumu yok."
Bu sırada Haricîlerin, Bağdat'la Halvan arasında bulunan Nehrevân suyunu geçtikleri hakkında haber geldi. Hz. Ali: “İmkânı yok! Onların öldürüleceği yer suyun öbür kıyısı.” dedi. Suyu geçtiklerine dair haber geldikçe Hz. Ali, aynı sözü söyledi. Nihâyet Nehrevân'a vardıkları zaman gördüler ki suyu geçememişler. Hz. Ali tekbir getirip Rasûlullah doğru söylemiştir buyurdu.
Hz. Ali, Nehrevân'a gelince onlara: “Kardeşlerimizi öldürenleri bize teslim edin, kısası yerine getirelim, sonra sizi halinize bırakıp Şamlılara gideyim, belki Allah sizi, bugün bulunduğunuz halden daha hayırli bir hale getirir diye haber gönderdi.
Onlar, öldürülenleri hepımız öldürdük; hepimiz onların kanlarını da, kanınızı da helâl bilmedeyiz dediler.
Ubade oğlu Sa'd'in oğlu Kays, onlara öğüt verdi, deliller getirdi, olmadı, Ebu-Eyyüb'ül-Ansarî, yanlarına vardı, bir hutbe okudu: Siz, bundan önce ne
haldeyseniz o haldeyiz, biz de nasılsak öyleyiz. Nasıl oluyor da bizimle savaşa girişiyorsunuz?” dedi.
“Bugün size uysak yarın gene hakeme baş vurursunuz” dediler.
Hz. Ali karşılarına çıktı. Buyurdu ki: "Ey düşmanlığa kalkışıp inada düşen topluluk, ey hevâ ve hevese uyup doğruluktan ayrılan kalabalık, bilmiyor musunuz ki hakeme müracaattan sizi men'etmek isteyen bendim. Onların bu isteklerinin hileden ibâret olduğunu söyleyen bendim. Bunlar, dine, Kur’ân'a uymazlar, onları sizden daha iyi bilirim ben. Onlar daha çocukken ben onları tanırdım, er oldular, gene tanıdım onlar hile ve gadır ehlidir. “Benim le'vimden ayrılırsanız aldanırsınız” dedim; bana isyan ettiniz. Sonucu zorla hakeme razı oldum. Hakeme razı olurken de onların, Kur’ân'ın dirilttiğini diriltmelerini, öldürdüğünü öldürmelerini şart koştum. Onlar birbirlerine muhalefette bulundular, kitâbın hükmüne uymadılar, sünnete müracaat etmediler, biz de onların kararlarını terk ettik, evvelce ne haldeysek gene o haldeyiz. Yaptığınız nedir?”
Haricîler, gene eski nağmeyi ırladılar: “Biz dediler, hakeme razı olunca kâfir olduk, şimdi tevbe ettik. Sen de bizim gibi tevbe edersen biz sendeniz, seninleyiz; yok eğer buna razı olmazsan senden ayrıliriz, seninle savaşırız.”
Hz. Ali buyurdu ki: "Size şiddetli bir kasırga esti” dediniz anlaşılmaz oldu, sesiniz duyulmuyor. Rasûlullah'a inandık, onunla hicret ettikten, Allah yolunda savaştıktan sonra kâfîr olduğuma, sapıklığa düştüğüme, hidâyete mazhar olmadığıma tanıklık mı edeyim?"
Sonra dönüp ordusuna geldi: "Onlarla artık konuşmayın, Allah'a ve cennete kavuşmaya hazırlanın" dedi, safları düzdü. Haricîler de ordularını hazırladılar.
Hz. Ali, Aman Sancağını Ebu-Eyyüb'ül-Ansarî'ye verdi ve: “Kim bu sancağın altına gelir, savaşa katılmazsa amandadır., Kim Kufe'ye, yahut Medâyin'e dönerse amandadır!” diye nidâ ettirdi.
Haricîler, bu nidâdan ürktüler, içlerinden beşyüz kişi ayrıldı, bir kısım Haricîler Kufe'ye, bir kısmı da Medâ'yin'e gitti. Dört bin kişiydiler, ikibin sekizyüz kişiye indiler.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Hz. ALİ (aleyhisselâm) TEKRAR ÖĞÜT VERİYOR:

Hz. Ali, tekrar onlara karşı çıktı, tevbe edip bu işten dönmelerini söyledi. Onlar kabul etmeyip ok atmaya başladılar. Hz. Ali, ordusuna sabır, sabır dedi, biraz dayanın. Tekrar onlara öğüt verdi, dinlemediler. Üçüncü defâ öğüt verdi. Gene dinlemediler. Bu sırada Hz. Ali'nin ordusundan bir ere ok isabet etti, kanlar içinde yere serilip şehid oldu.
Hz. Ali, bunu görünce tekbir getirip: “Şimdi onlarla savaş helâl oldu, hücum edin!.” diye bağırdı. Ordu ilerledi, saflar birbirine girdi.
Haricîlerden biri, Hz. Ali'nin ordusuna saldırıp: "Onları vurmaktayım, fakat bir de Ali'yi görsem de onun işini bitirsem" meâlinde recez okuyordu.

Hz. Ali bunu duyunca karşı çıktı ve: "Ey Ali'yi arayan, ben seni bilgisiz bir kötü kişi olarak görmekteyim. Onunla savaşmak istiyorsan gel, savaş, işte burdayım!." meâlinde bir recez okudu ve hücum edip öldürdü.
Bir başkası çıktı: "Ebüi-Hasan'ı görseydim, kılıcımla bir vuruşta işini bitirirdim" meâlinde bir recez okuyup üstüne yürüdü. Hz. Ali: "Ey Eb'ül- Hasan'ı arayan, isteyen, görürsün, kim can verir" recezını okuyup hücum etti, mızrağını sapladı. Herif yere yıkıldı. Hz. Ali, mızrağını çekmedi, öylece yürüdü ve: "Gördün Eb'ül-Hasan'ı, gördün görmek istemediğin şeyi!." dedi.

Bu sırada Haricîlerin safından biri çıkıp Hz. Ali ile savaşmak istedi. Hz. Ali, ona bir kılıç vurdu. Adam, kanına bulanarak yere düşerken: “Ne de hoş şey cennete gitmek!” diye bağırdı. Haricîlerin reislerinden Veheb oğlu Abdullah: “Vallahi bir gitmek var ama, bilmem cennete mi, cehenneme mi?” dedi. İçlerinden Sa'd oğullarından bir adam, bu sözü duyunca: “Beni kandıran bu adamdı, şimdi görüyorum, o bile şüpheye düşmüş!.” deyip bir toplulukla savaşı bıraktı, çekildi.
Hz. Ali, ordusuna: “Sizden on kişi bile şehid düşmez, onlardan da on kişi bile kurtulmaz!.” demiştir. Gerçekten de bu savaşta Hz. Ali'nin ordusundan dokuz kişi şehid düştü. Haricîlerden de ancak sekiz kişi kurtuldu.

Bilgisizliğin, kara kuvvetin, yobazlığın, kör taassubun timsali olan Haricîler, savaşta: “Cennete yürüyüş, cennete gidiş!” diye bağrışıyorlar, kılıçların, mızrakların üstüne atılıyorlardı.
Hz. Ali, mâiyyetindekilere: “Hücum edin, ben ilk hücum edeninizim!” dedi, üç kere saflara girdi çıktı. Her defâsında birçok kişiyi yere serdi, her defâsında Zü'1- Fekâr eğriliyordu, geri dönüşünde kılicini, kabzasından ve ucundan tutup dizine dayıyor, doğrultuyordu.
Oklar atılıyor, mızraklar saplanıyor, atlar kişniyor şahlanıyor, toz-duman arasında kılıç parıltıları görülüyordu.
Nihâyet Haricîler tamamiyle kırılmıştı. Veheb oğlu Abdullah'la Suku Ehvaz fatihi sahabeden Zühayr oğlu Harkus da Haricîler tarafından bulunup maktul düşenlerdendi. Bu zât Cemel ve Sıffıyn'de Hz. Ali tarafındaydı, sonradan Haricîlere katıldı.
Hz. Ali tarafından ilk şehid düşen zât, sahabeden ve Uhud savaşında bulunanlardan Nuvayra oğlu Yezid'ül-Ansarî idi.

Savaş bitince Hz. Ali, Haricîlerin ölüleri arasında, memeli anlamına gelen Zü's- sedye lâkabıyla anılan haricinin bulunmasını emretti. Bunun sebebi de, kendisine Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm)'in, Haricîleri anlatmış olması ve: “Onların delili, içlerinde kara yüzlü, bir eli, kadın memesi gibi topak bir adamın bulunmasıdır, onların halkın en hayırlısı en kötüleridir!.” buyurmasıydı.
Ölüler, arasında bu adam bulundu. Bir eli, kadın memesi gibi, omuzundan itibâren şişti, üstünde kedi tüyleri gibi siyah kıllar vardı. Eli çekilince öbür elinden daha uzun oluyor, bırakılınca çekilip toplanırdı. Hz. Ali, bunu görünce: “Vallahi dedi, ne yalan söyledim, ne yalanladım.” Sonra yüksek sesle tekbir getirdi. Halk da onunla beraber tekbir getirdi. Sonra secdeye vardı, şükretti. Bu topak eli kesik mızrağa diktiler.

Harkus, Huneyn ganımetleri, Hz. Rasul-i Ekrem tarafından sahabeye bölüştürülürken: “Yâ Rasûlullah, adalete riâyet et!.” demek cür'etinde bulunmuştu. Rasul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben adalete riâyet etmezsem kim eder" buyurmuşlar, Ömer: “İzin ver de şu adamın boyununu vurayım” demişti. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bırak" buyurmuştu; "sizden bir bölük türeyecek ki onlar, din emirlerine riâyet etmekle beraber sizin amellerinızı aşağı görecekler, Kur’ân okuyacaklar, fakat gönüllerine te'sir etmeyecek; ok, yaydan nasıl fırlayıp çıkarsa onlar da öylece dinden çıkacaklar, onları, benden sonra halkın, Allah'a en sevgilisinin eliyle Allah öldürecek" (E't-Tecrid'üs-Sarih li Ahadis'il-Cami'is-Sahih: Kitâbu Fazaü'ül-Kur’ân; c. 2, s. 122.)

Hz. Rasul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem ), Ebu-Bekr'i, Zü'l- Huvaysarat'üt- Temimi oğlu'nu, yani Harkus adlı bu adamı öldürmesini emrederek yollamış, Ebu-Bekr, Harkus'un namaz kılmakta olduğunu görmüş, öldürmeyi câiz saymamış, dönmüş, Hz. Rasul'e hali anlatmıştı. Ondan sonra aynı maksatla gönderilen Ömer de aynı şeyi yapmış, üçüncü olarak gönderilen Ali, Harkus'u bulamamıştı.
Harkus'un, Huneyn ganimetlerinin bölüşülmesi sırasındaki cür'etli sözü ve Hz. Rasul'ün (sallallahu aleyhi ve sellem ) bu söz dolayısıyla Haricîler hakkındaki hadisler, Buharî'de, "Kitâbu bed'il- halk" bölümünde, Neseî'nin "Hasais"inde, "Müstedrik'üs- Sahihayn"de, "Tarihu Bağdad"da da mevcuttur. Ayrıca, ümmetten bir bölüğün, yaydan ok fırlar gibi dinden çıkacağına, bunların, Kur’ân okuyacaklarını, fakat bu okuyuşun, gönüllerine hiçbir te'siri olmayacağına, yaratılanların en kötüsü olacaklarına, hatta bunların, başlarını usturayla tıraş ettireceklerine ve Hz. emir'ül- Mü’minin'in (aleyhi’s-selâm) bunlarla savaşacaklarına dair "Müslim’in "Sahih"inde, "Kitâb'üz- Zekât" bölümünde, "Mızan'ül- İ'tidâl"da İbni Mâce ve Ebu Davud'un "Sahih"lerinde, Ahmed b. hanbel'in "Müsned"inde ve diğer tefsir, hadis ve siyerlerde hadisler mevcuttur. (Fadaü'ül-Hamse'ye bak. c.2, s.400 - 412.)

Hz. Ali'ye: “Haricîler tamamiyle katledildi” dediler. Hz. Ali: “Hayır dedi, vallahi onlar,erlerin bellerinde, kadınların rahîmlerindedir, yüz yıllar boyunca zuhur ederler, sonucu onlar, halkı soyan, hırsızlık eden bir topluluk olarak belirecekler.”
Hz. Ali, bu savaşta elde edilen silâh ve hayvanları, mâiyetinde bulunanlara dağıttı, mallarla kadınları, sahiblerine, ehillerine gönderdi, yaralıları Kufe'ye götürüp orda tedâvi edilmelerini, sonra bırakılmalarını emretti.
Dörtyüz er esir düşmüştü. Onları da aşiretlerine yolladı. Yanındakilere: “Benden sonra Haricîlerle savaşmayın; çünkü gerçeği dileyip yanlış yol tutan, bâtılı elde edene benzemezler” dedi.
Hz. Ali, Nehrevân savaşından sonra bir hutbe okuyup Allah'a hamdetti, sonra buyurdu ki:
"Gerçekten de Allah size ihsanda bulundu, yardım etti de üst oldunuz. Hemen Şam'daki düşmanınızın üstüne yürüyün."
Bu sözleri duyanlar: “Ey Mü’minler Emiri dediler; oklarımız bitti, kılıçlarımız gedildi, mızraklarımız körleşti, yaylarımız kırıldı, beraberce şehrımıze dönelim de hazırlık görelim, daha büyük bir topluluk halinde harekete geçelim.”
Kays oğlu Eş'as da aynı fikrî güttü, bu çeşit sözler söyledi. Bunun üzerine Hz. Ali, Nuhayle'ye döndü. Orda: “Ordugâhınızı kurun, savaşa hazırlanın. Çoluğunuzu-çocuğunuzu ziyâretten sonra burada toplanın” dedi.
Nuhayle'de birkaç gün kaldılar. Fakat hergün, Kufe'ye gidenler, bir daha gelmemekteydi. Böyle böyle, ordugâhta Hz. Ali'nin yakın adamları kaldı ancak.
Hz. Ali, bunu görünce, Kufe'ye gitti. Defâlarca hutbeler okudu: “Ey insanlar, düşmanınızın üstüne yürüyün. Allah'a dayanın, yardımcı olarak o yeter size” dedi. Fakat halk, pek yavaş davranmadaydı..
Resim
Cevapla

“►Hz. Ali Keremallahu Veche◄” sayfasına dön