MENÂKIB-I SEYYİD AHMED ER-RİFÂÎ

Ahmed Er Rufaî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

MENÂKIB-I SEYYİD AHMED ER-RİFÂÎ

Mesaj gönderen israfil »

EL YAZMASI İKİ MENÂKIB-I SEYYİD AHMED ER-RİFÂÎ - İNCELEME VE KARŞILAŞTIRMA
The-two-manuscript-narratives-seyyid-ahmed-er-rifai-exploring-and-comparing..

Yüksek Lisans Tezi - Eylül 2007
ABDULLAH ÇAKIR
(Danışmanı: PROF. DR. MUSTAFA TAHRALI)

İlâhiyat : Tasavvuf- Seyyid Ahmed er-Rifâî, Menâkıbnâme, Fakr, Kerâmet, en-Necmü's-sâî

GENEL BİLGİLER:

ÖZET:


EL YAZMASI İKİ MENÂKIB-I SEYYİD AHMED ER-RİFÂİ -İNCELEME VE KARŞILAŞTIRMA:
Çalışmamıza konu olan Seyyid Ahmed er-Rifâî (1118-1182) hakkındaki yazma iki menâkıbnâme, Prof. Dr. Mustafa Tahralı'nın özel kütübhânesinden temin edilmiştir. Bu iki eser günümüz harflerine çevrildikten sonra birbiriyle karşılaştırılmış ve aşağı yukarı birbirlerinin aynı olduğu ortaya çıkmıştır. Eserler daha sonra Seyyid Ahmed er- Rifâî hakkındaki diğer menâkıbnâmelerle karşılaştırılınca Ebû Bekir b. Abdullah el- Ayderûsî'ye aid olan (ö. 914-1508) en-Necmü's-sâî fî menâkıbi'l-Kutbi'l-Kebîri'-Rifâî adlı eserin genişletilmiş bir tercümesi olduğu ortaya çıkmıştır.
Eserlerde Seyyid Ahmed er-Rifâî'nin tasavvufî yolunun esâsının "fakr" anlayışına dayandığı anlatılmaktadır. ALLAH katındaki derecesinin çok yüksek olduğuna, tevâzuuna ve yaratılanlara karşı şefkatine dair kerâmetlere yer verilmektedir.


KISALTMALAR:
a.g.e : Adıgeçen eser
bk.: Bakınız
bl.: Bölüm
c.: Cilt
DİA: Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
h.: Hicri
Haz. : Hazırl ayan/Hazırl ayanlar
İA: İslâm Ansiklopedisi
İFAV : İlâhiyât Fakültesi Vakfı
k.s. : Kaddesallâhu sırrahû
no.: Numara
ö.: Ölümü
r.a.: Radiyallâhu anhu
r. anhâ: Radiyallâhu anhâ
s.: Sayfa
s.a.v.: Sallallâhu aleyhi ve sellem
trc.: Tercüme Eden / Tercüme Edenler

ÖNSÖZ:
Son yıllarda tasavvuf ve irfan ağırlıklı kitâbların çokça yayımlanır olması ister müslüman olsun ister gayr-i müslim olsun insanların tasavvufa yoğun bir ilgisinin olduğunu göstermektedir.
Zira insanların yaşamış veya yaşamakta oldukları savaşlar, âfetler, suç oranlarındaki artışlar, günlük hayatta birbirbirinin kuyusunu kazmalar, entrikalar, dünyâ hırsı, kanaatsizlik, şükürsüzlük vb. daha birçok menfî durum ve duygular geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanları hayâtı sorgulamaya itmektedir. Kardeşliği ve barışı unutan insanlar bu susuzluklarını İslâm'ın gönül dünyâsı olan tasavvufla gidermeye çalışmaktadırlar.
Özellikle Batı dünyâsında İbn Arabî'yi, Mevlânâ'yı ve İslâm tasavvufu hakındaki kitâbları okuyup Müslüman olanların yanında bir İslâm hukuk kitâbını okuyup-beğenip müslüman olanlar çok çok azdır. Çünkü gönlü ve vicdânı (aklı, insâfı, iz'ânı) olan her insanın inançta ve ahlâkta bir tek nokta üzerinde birleşebilmeleri çok kolaydır.
Yeryüzünde bir tarlayı diğer tarlalardan ayıran veya bir ülkeyi diğer ülkelerden ayıran sınırları gökyüzüne çıktığımız zaman nasıl göremiyorsak insanlığın iftihâr vesîlesi Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı sallallâhu aleyhi ve sellem'i rehber kabûl edip örnek alan ve bu sûretle hâdiseleri ve kâinâtı buna göre yorumlayan İslâm tasavvufu, işte bu ayrılığın-gayrılığın sözden ibâret olduğunu, insanların ALLAH'a kul olarak barış ve kardeşlik içinde yaşaması gerektiğini ve asıl ebedi hayâtın ölümden sonra başladığını ifâde etmektedir.
İşte millet olarak bizim gelenek ve göreneklerimiz, âdâb ve erkânımız kısacası millî kültürümüz İslâm'ın süzülmüş hâli olan tasavvufa dayanmaktadır. Eskiden köy odalarında ya da sohbet meclislerinde bir araya gelindiğinde Battal Gazi Cenkleri, Hazret-i Ali Cenkleri ya da ALLAH dostlarının menâkıbnâmeleri okunur böylece onların kahramanlıkları ve ahlâk-ı hamîdeleri örnek alınırdı, yüksek irfanla alâkalı sohbetler yapılırdı. Bu geleneğin yaşatılmasında çok önemli bir yeri bulunan menâkıbnâme okuma kültürünün yaşamasını diliyor, bu çalışmanın da bu yolda yapılan çalışmalar zincirine küçük bir halka olmasını temenni ederken bu çalışmayı hazırlamada ve sonuçlandırmamda yardımlarını esirgemeyen tez danışmanın muhterem Prof. Dr. Mustafa Tahralı Bey'e en içten teşekkürlerimi arzederim.
Ayrıca Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz ve Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç ve Doç. Dr. Nesdet Tosun hocalarıma da ayrıca teşekkür ederim. Son olarak yardımlarından da istifâde ettiğim yüksek lisans arkadaşlarım Nurgül Karayazı, Ayşe Beyazıt, Ayşenur Özkul, Gönül Doğan, Melahat Beki, Ali Çelik, Fâtih Güllüce, Mehmet Bal, Abdullah Aydın, Mustafa Topatan'a ve beni büyüten, yetiştiren ve her zaman yanımda olan âileme de teşekkür ederim.
İstanbul, 2007


Abdullah ÇAKIR
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: MENÂKIB-I SEYYİD AHMED ER-RİFÂÎ

Mesaj gönderen israfil »

GİRİŞ:

İlk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem atamızla başlayan ve İki cihân güneşi, Hâtemu'n-nebî Muhammed Mustafâ sallallâhu aleyhi ve selem Efendimiz'le kemâlini bulan tasavvuf, İslâm'daki mânevî arınmanın, kalbî ve rûhânî hayâtın genel adıdır.
Âdem (safıyyullah) atamızla başladığı için tasavvuf
"Âdem Baba" mesleğidir.
İslâm'ı bu Nebevî modele göre yaşayan, hâdiseleri ve kâinâtı buna göre yorumlayan ALLAH dostları, ALLAH için nefes almışlar ve ALLAH için nefes tüketmişlerdir.
ALLAH için nefes tüketettiklerinden, yataklarında vefât etseler bile mânen şehîd sayılan ALLAH dostları bu mânâda diridirler.
Onlar velâyetlerini nûr-i Muhammedî'den almışlar ve âlemi de bu nûr ile tenvîr etmişlerdir.
Vefâtlarından sonra bile hâlâ hayır duâlarla, Fâtihalarla, Yâsinlerle anılmaları onların en büyük kerâmetleri olsa gerektir.

Bu ALLAH dostlarından biri de Seyyid-i Kebîr Ahmed er-Rifâî'dir.
Ahlâk-ı Muhammedî ile muttasıf olan bu büyük insan sâdece ALLAH için nefes almış ve sâdece ALLAH için nefes tüketmiştir.
Her hâlinde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selem Efendimiz'i örnek almış ve böylece böylece bütün insanlara örnek olmuştur.
Bundan dolayı Seyyid-i Kebîr Ahmed er-Rifâî'nin hayâtını, ahlâkını, nasîhatlerini, mânevî derecesini ve kerâmetlerini anlatmak için müridleri ve sevenleri tarafından birçok menâkıbnâme kaleme alınmıştır.
Tezimizin konusunu teşkîl eden el yazması iki menâkıbnâmeyi Marmara Üniversitesi İlâhiyât Fakültesi öğretim üyesi, tez danışmanım sayın Prof. Dr. Mustafa Tahralı Bey'in özel kütübhânesinden temîn ettim.
Çalışmamızı dört bölüme ayırdık:
Birinci bölümde, Seyyid-i Kebîr'in hayâtını ve tasavvuf ve târikat anlayışını ve bâzı tasavvufî terimlere getirdiği îzâhları anlattık.
İkinci bölümde, tasavvufta menkâbe kavramından ne anlaşıldığını ve bu kavram ışığında "Menâkıb-ı Seyyid Ahmed er-Rifâî" adlı iki menâkıbnâmeyi incelemeye çalıştık.
Üçüncü bölümde, ta'lik hat ile yazılmış olan birinci menâkıbnâmenin günümüz harflerine aktarılmış tam metnini verdik.
Dördüncü bölümde ise nesih hat ile yazılmış olan ikinci menâkıbnâmenin günümüz harflerine aktarılmış tam metnini verdik.
Hemen her çalışmada olduğu gibi bu çalışmada da -günümüz harflerine aktarırken- karşmıza imlâ meselesi ve yabancı isimlerin yazılması meselesi çıkmıştır. Bu hususta olabildiğince tutarlı olmaya çalıştık.
Bunları şu şekilde ifâde edebiliriz:
Kelime dizilişi, kuruluş ve söyleniş açısından Arapça ve Farsça'ya dayanan, dilimize geçmiş ve metinlerde yer edinmiş, ancak günlük dilde pek bilinmeyen ve yazıda pek rastlanmayan kelime ve ibârelerde söyleyişi yâni sesi göz önünde bulundurarak bir asli yazılış tarzı uyguladık.
Örneğin, fi'l-hâl, fi'l-vâki', bi'l-cümle gibi.
Aslında metnin tamâmı göz önüne alındığında görülecektir ki, gerek tamlamaların gerekse kelimelerin ve Arapça- Farsça veya Türkçe ile her iki dilin oluşturduğu bâzı karışık deyimlerin günümüz harflerine aktarılmasında özellikle söyleyiş esâs alınmış ve transkripsiyonlu metinlerde rastlanan kuruluğa düşülmesini nisbeten önlemek için olabildiğince aslına uygun söyleyiş biçiminin yazıya geçirilmesi yoluna başvurulmuştur.
Örneğin: zât-ı büzürg-vâr, sipâs-ı bi kıyâs, sâlik-i sülûk-i şeriat, feyyâz-ı füyûz-i âlemi hakikat gibi.

"ile" vâsıta ekini ayrı yazmaya ve onunla aynı vazifeyi gören "ve" bağ edâtını da yerine göre "u, ü, vu, vü" biçiminde yazmaya çalıştık.
Uzun okunan (a), (i) ve (u) seslerini göstermek için (A) işâretini kullandık.
Kâf ve ğayn herflerinden sonra gelen med harflerinden elif, vâv ve ye seslerini (uzun a,i ve u sesleri) â, i ve u şeklinde yazdık.
Hemzeden veya ayn'dan önceki harf sâkin olduğunda apostrof (') veya (') işâretini kullandık.
Metinde geçen âyetlerin sûre adlarını ve âyet numaralarını parantez () içinde, âyetlerin meâllerini ise köşeli parantez [ ] içinde verdik.
Müellif tarafından anlamı verilmemiş Arapça ve Farsça ibâreleri önce Arap harfleriyle yazdıktan sonra köşeli parantez [ ] içinde anlamlarını verdik.
Metindeki okuyamadığımız kelimeler [...?] şeklinde, okuyup da emin olamadığımız kelimeleri de (?) şeklinde yazdık.
Çalışmada kullanılan Osmanlıca nüshadaki sayfa numaralarını da köşeli parantaz içinde bold (kalın) olarak yazdık. Eser isimlerini ise italik yazdık.


Resim

Menâkıb: (Menkîbe. C.) Menkîbeler. Hayat hikâyeleri.
Tenvîr: (C.: Tenvirât) Aydınlatma. * Bir şey hakkında bilgi verme. Bir şeyi münevver kılma.
Ta'lik-Nesih: * Kur'an yazısının çeşitleri.
İmlâ: Yazı yazma. (Dikte) * Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi.
Edât: Gr: Kendi başına mânâ ifâde etmeyip, kelime veya fiillerle birlikte mânâ ifâde eden kelime veyâ harf. İsim ile fiilden gayri kelime.
Müellif: (Ülfet. den) Te'lif eden. Kitab tertib eden, kitab yazan. Kitab meydana getiren.
Nüsha: (C.: Nüsah) Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan sûret.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
talip47
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 2
Kayıt: 17 Ara 2012, 12:06

Re: MENÂKIB-I SEYYİD AHMED ER-RİFÂÎ

Mesaj gönderen talip47 »

ES-SEYYİD AHMED ER-RİFÂÎ HAYÂTI VE TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ

1. HAYÂTI


Seyyid Ahmed er-Rifâi (r.a) 512 (1118)'de Receb ayının ilk yarısındaki perşembe günü Hüsn köyünde dünyâya geldi. Bu köy Vâsıt bölgesine bağlı Betâih mıntıkasındaki Ümmü-abide'nin hizâsındadır.1* Atalarından Rifâa el-Hasan el- Mekki'den (ö. 331/943) dolayı Rifâi nisbesini aldı. Şa'râni et-Tabakâtü'l-Kübrâ'sında bu nisbenin aynı ismi taşıyan bir Arap kabilesine mensûb olmasından ileri geldiğini yazar. Ancak onun hayâtından bahseden ilk kaynaklarda böyle bir bilgi yoktur. Son devir kaynakları da bu görüşü kabûl etmezler. Nitekim, rivâyet edildiğine göre Seyyid Abdulkâdir Geylâni bir sohbet esnâsında Seyyid Ahmed er-Rifâi'ye suâl eder ki: "Efendim, siz Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in soyundansınız ve Hâşimi nesebsiniz. Acabâ hangi sebepten ötürü size Rifâi denilmektedir?" Seyyid-i Kebir der ki: "Rifâi kelimesi, İmâm Ali (r.anhu) soyundan gelen ceddim Ali b. Rifâa'ya nisbet edilmektedir. Allah'a hamdolsun ki ceddim İmâm Ali'dir ve ben Ebu'l-fevâris'in evinde yetiştim (terbiye oldum)." Doğduğu mahal Betâih mıntıkası dâhilinde bulunduğu için el-Betâihi nisbesiyle de anılır.
Doğum tarihi bazı müelliflere göre Muharrem 500 ( Eylül 1106) dir.5 Bununla birlikte ilk kaynaklar 512 (1118) tarihi üzerinde ittifak etmişlerdir. 2*
Ahmed er-Rifâi'nin Hz. Hüseyin soyundan gelen bir seyyid olduğunda bütün kaynaklar birleşirler. Resûlullâh (sallallâhü aleyhi ve selem) Efendimiz'e kadar ulaşan soy ağacı şu şekildedir: Hz. Hüseyin, İmâm Zeyne'l-abidin Ali Asgar, İmâm Muhammed Bâkır, İmâm Ca'fer es-Sâdık, İmâm Mûsâ Kâzım, İmâm İbrahim Murtaza, Seyyid Mûsâ Sâni, Seyyid Ahmed Sâlih Ekber, Seyyid Ebû Abdullâh Hüseyin, Seyyid Hasan Kâsım, Seyyid Ebu'l-kâsım Muhammed, Seyyid Ebû Rifâa Mehdi Mekki, Seyyid Rifâa Hasan Mekki, Seyyid Ali Ebu'l-fazl, Seyyid Ahmed Ebû Ali, Seyyid Ali
Hâzin, Seyyid Sâbit, Seyyid Yahyâ, Seyyid Ebu'l-hasan Ali Rifâî, Seyyid Ahmed er- Rifâî. 3*
Ceddi Rifâa Hasan el-Mekkî, Karmatîler'in h.317'de Mekke'ye girmeleriyle çıkan kargaşa ve isyânlar sonucu Mekke'den Endülüs (İspanya)'e hicret ederek İşbîliyye (Sevilla)'ye yerleşti. 4* Torunlarından Seyyid Yahyâ âilesiyle birlikte
İşbîliyye'den tekrâr Hicâz'a dönmüş (450/1058) 5* , daha sonra 451 (1058) senesinde
Basra'ya yerleşmişti. Bundan dolayı Ahmed er-Rifâî el-Mağribî nisbesiyle de anılır.
Seyyid Yahyâ'nın Basra'ya geldiği sene Şiî Büveyhoğulları'na hizmet eden komutan Basâsirî Bağdat'a girmiş ve Mısır halîfesi Müstansırbillâh'ın yaptırmış olduğu Mansûr Camii'nde hutbe okutmuştur. Ezân okuturken de "Hayye ale'l-hayri'l-amel" cümlesini ekletmiş, böylece bir bid'ati canlandırmak sûretiyle Şiîliği ortaya getirmişti. Abbâsi halîfesi Kaim-billâh'ı da bir deve hevdecine bindirip amcasının oğlu Mehâveş ile birlikte Hadîsetü-âne denen yere sürgüne göndermişti. Bu durum üzerine halîfe Kaim-billâh taraftarları Tuğrul Bey'e halîfenin hilâfet konum ve merkezine geri getirilmesi için başvururlar. Tuğrul Bey de Bağdat'ı Şiî Büveyhoğulları'ndan alır. İşte bu sene içerisinde Şiîler'le Sünnîler arasındaki kavgalara son vermesi ve Rafizîler'in fitnesini ortadan kaldırması için Halîfe Kaim-billâh tarafından Seyyid Yahyâ'ya

Tâlibiyyûn'un nakiblik ve genel ıslâh makamı görevi verilmiş, o da Basra, Vâsıt ve Betâih bölgelerinde huzûru sağlamıştı. 6*

Ahmed er-Rifâî'nin babası olan Seyyid Ali bu zâtın oğludur. Annesi ise Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin soyundan Fatma el-Ensârî'dir. Seyyid Ali de babası Seyyid Yahyâ gibi Tâlibiyyûn'un nakibi iken Sünnîler ile Bâtinîler arasında yeni bir mücâdele başlamıştı. Durumu Halîfe Müsterşid'e arzetmek için Bağdat'a giden Seyyid Ali fitneye sebeb olanların susturulması gerektiğini söylemiş, ancak halîfe diğer siyâsî meşguliyetlerini ileri sürerek bu hâdiseye ilgi göstermemişti. Seyyid Ali Betâih'e dönerken Bağdat yakınlarında vefât etmiş (519 / 1125), on sene sonra da Halîfe Müsterşid Bâtınîler tarafından öldürülmüştür.
Babası öldüğünde yedi yaşında olan Ahmed er-Rifâî'yi devrin büyük sûfîlerinden dayısı Mansûr el-Betâihî, annesi ve kardeşleriyle birlikte himâyesine aldı. 7* Dayısı onunla bizzat ilgilenerek ona edeb ve güzel ahlâk vermiş ve şerîat ilimlerini öğretmiştir. 8* Bundan önce de babası onu takvâ sâhibi ve kurrâ, Şeyh Abdüssemî' el-Harbûnî'nin yanına vermişti. Seyyid-i Kebîr Kurân öğrenimini ve hıfzını Şeyh Abdüssemî' el-Harbûnî'den almıştır. Kur'ân öğrenimini ve hıfzını tamamladıktan sonra 9* dayısı Mansûr el-Betâihî küçük Ahmed'i Basra'da ikamet eden 10* devrin tanınmış âlim ve mutasavvıflarından Ali Ebu'l-fazl el-Vâsitî'nin yanına verdi. Ondan ve diğer bazı âlimlerden İslâmî ilimleri öğrendi. Dayısının onu Ali Ebu'l-fazl el-Vâsitî'nin yanına vermesiyle ilgili olarak şöyle bir rivâyet nakledilir: Mansûr Rabbânî rü'yâsında Resûlullâh (sallallâhü aleyhi ve selem)'i görür. Kendisine der ki: "Ey Mansûr! Sana müjdelerim ki, Allah Teâlâ kırk gün içinde kız kardeşine bir erkek evlâd ihsân edecektir. Onun adı Ahmed er-Rifâî'dir. nasıl ki ben peygamberlerin reisiyim, o da velîlerin reisidir. Büyümeye başladığı zaman onu al ve Şeyh Ali el-Karî el-vâsıtî'ye götür; yetiştirmesi için ona teslîm et. Çünkü bu Allah eri, Allah katında çok azîzdir.
Bunda sakın gaflet etmeyin!" Bunun üzerine Şeyh Mansûr: "Emir sizindir yâ
Resûlallâh!" der. Böylece Seyyid Ahmed er-Rifâî mânevî atmosferi bol olan bir ilim ve takvâ muhitinde yetişti. Vâsıt medresesinde iken, kendisini çevreleyen her şart onu; ahlâkta, ilimde ve fende yüksek dereceye yöneltiyordu. Kendisine özenen arkadaşları arasında üstün bir bilgi, parlak bir zekâ ve kabiliyet ile güzel bir ahlâka sâhipti. Bu
özelliklerinden dolayı, hocası Ali Ebu'l-fazl el-Vâsitî, vâsıt Câmii'nde Ahmed'i arkadaşlarına örnek gösteriyordu.
Fıkıh ilminin inceliklerini ise Vâsıt'ın önde gelen âlimlerinden olan Şeyh Ebû Bekir Vâsıti'den almıştır. Bu zât Şeyh Mansûr'un kardeşidir.
Ebû İshâk eş-Şirâzi'nin Kitâbü't-Tenbih'ini okudu. Bu kitâba yazdığı şerh
Moğol istilâsı sırasında kaybolmuştur.
27 yaşında tahsilini bitirdiğinde hocası Ali Ebu'l-fazl el-Vâsiti ona icâzet verdi ve hırkasını giydirdi. "Herkes üstâdıyla ben ise talebem Rifâi ile iftihâr ederim" diyen Vâsıti, zâhir ve bâtın ilimlerine sâhip bir âlim ve sûfi olduğunu belirtmek üzere ona "ebu'l-alemeyn" unvânını verdi. Bunun yanı sıra birçok âlim de onun ilmini ve faziletini takdir etmişlerdir. Şeyh İmâm Ebû Şücâ' eş-Şâfii'ye göre o, yüce bir alem, ulu bir dağ fıkıh, hadis ve tefsir ilminde çok büyük bir âlimdi. Kurân'ı hâfızasında tutar ve onu açıklardı. Fetvâlarının üzerine kendi hattını yazardı. Arap dili ve edebiyâtında
mâhir, şeriat ve hakikat ilimlerinde söz sâhibi idi. Fakîhler çözemedikleri bir mesele
olduğu zaman ona mürâcât ederler, o da o meseleyi onlara izâh ederdi.
Ahmed er-Rifâi, Vâsıti'nin vefâtından sonra dayısı Mansûr el-Betâihi'nin terbiye ve irşâd halkasına girdi. Rifâi'ye hilâfet ve "şeyhü'ş-şüyûh" unvânını vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini de tevdi eden Betâihi, Ümmüabide'deki tekkeye yerleşip müridlerin irşâd ve terbiyesiyle meşgul olmasını istedi. Nakledildiğine göre Şeyh Mansûr'un iki çocuğu vardı. Fakat kendi çocuklarından daha çok, kız kardeşinin oğlu olan Ahmed er-Rifâi'ye özen gösterir ve onu el üstünde tutardı. Kendisi Ahmeder-Rifâi'nin seccâdeye oturmasını ve şeyhlerin şeyhi olmasın murâd ederken çocuklarından ve sevenlerinden bazıları ona "Babanın mirâsı ancak oğlunun olur, yeğenin olmaz derler. Şeyh Mansur onlara şöyle cevâb verir: "Onu bütün ashâbımla ve kendimle tarttım,hepimize de ağır bastı!"
Tekkedeki cülûsu, müridlerini da'vet ve terbiyesi üzerinden henüz bir yıl
geçmemişti ki dayısı Mansur vefât etti. Seyyid-i Kebîr'e müezzinlik etmiş olan
Ya'kub b. Kürâz (veyâ Kerrâz)'dan gelen bir rivâyete göre Şeyh Mansur 540 senesinde vefât ettiğinde Seyyid-i Kebîr 30 yaşlarındaydı. 12*




KaYNaKLaR;1* Yûnus eş-Şeyh İbrâhim es-Samarrâi, es-Seyyid Ahmed er-Rifâî Hayâtı-Eserleri, (trc. Münir Atalar), Ankara-1995, s. 12.
2* Mustafa Tahralı, a.g.e, s. 127.
3* Ali b. Hasan el-Vâsıtî, Hulâsatü 'l-iksî fînesebi'r-Rifâiyyi'l-Kebîr, (trc. Hayri Kaplan), Ankara-tarihsiz, s. 7-55.
4* Ali b. Hasan el-Vâsıtî, a.g.e, s. 37.
5* Mustafa Tahralı, a.g.e, s. 127.
6* Mustafa Tahralı, a.g.e, s. 127.
7* Mustafa Tahralı, a.g.e, s. 127.
8* Şeyh Abdülkerim bin Muhammed er-Râfiî, Sevâdü 'l-ayneyn fîmenâkıbi 'l-gavs ebi 'l-alemeyn, Mısır 1301, s. 6.
9* Mustafa Tahralı, a.g.e, s. 127.
10* D.S. Margolıouth, a.g.e, s. 203.
11* Mustafa Tahralı, a.g.e, s. 127.

12*Ali b. Hasan el-Vâsıtî, a.g.e, s. 126.
Cevapla

“►Ahmed Er Rufaî◄” sayfasına dön