GÜLŞEN-İ RAZ'DAN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

GÜLŞEN-İ RAZ'DAN

Mesaj gönderen Gariban »

Senin gözün yanan güneşe bakacak kadar güçlü değil,
Fakat sen onun harikulade parlak nurunu
Su'daki aksinden seyrederek görebiliyorsun

Öyleyse Mutlak Varlığın aksi de
Bu Hiçlik aynasında görülebilir,
Yokluk, karşıt Gerçeklik olduğu için,
ANında onun yansımasını yakalar.

Bil ki dünya uçtan uca bir aynadır;
Her bir zerre de yüz güneş gizlenmiştir.
Bir damla suyun kalbini delersen
Ondan yüz berrak okyanus akar
Her bir toz zerresine dikkatle bakarsan,
Onda bin tane varlık görürsün
Bacakları üzerindeki bir tatarcık (sineği) bir fil gibidir,
İsimde, bir damla su Nil'e benzer,
Bir arpa tanesinin kalbinde yüz hasat saklıdır,
Bir darı tanesinde bir alem vardır,
Bir böceğin kanadında bir bahrı hayat vardır.

Bir gözbebeğinde bir gök gizlenmiştir,
Kalbin merkezindeki ÖZ (Çekirdek)de küçüktür
Buna ragmen her iki alemin Rabbı oraya girecektir

Gizli Gül Bahçesi (Gülşen-i Raz),
Saduddin Mahmud Şebistari


Florence Lederer'in 1920 yılında yaptığı İngilizce çeviriden Türkçe'ye çevrilmiştir.
1288-1320 milady tarihleri arasında yaşamış bir ALLAH Dostu'dur.
Hayatı için linkten faydalanabilirsiniz: https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eeb% ... .9Eerhleri
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: GÜLŞEN-İ RAZ'DAN

Mesaj gönderen Gariban »

Bu yukarıdaki Gülşen-i Raz eserinden aktarılan kısım İngilizce çeviri'den Türkçe'ye çevirilmiştir. Çevirmen'in çevirirken beytlerdeki sırayı takip etmediği görülmektedir. Bazı kısımları atlayarak çevirebildiği beytleri seçmiştir. Aynı beytleri sırayı takip ederek Hüseyin Bey isimli bir Hak Dostunun 1935 yılında yaptığı şerhten aktarmak isterim. Basildon'dan İstanbul'a geldiğim bir sırada bu kitabı sahaflardan almıştım, çok fazla Osmanlıca kelime barındırdığı için bir müddet çok yavaş ilerleyerek kelime haznemi geliştirmek için bu kitabın bazı kelimelerini inceleyerek okumuştum. Fakat bazı kısımları çok ağır geldiğinden ilmi yetersizlikten ötürü anlayamamıştım.
Kitabın önsözünde yazdığına göre bu kitap bir yangının kalıntıları arasından çıkarılmış ve eseri yazan Hüseyin Bey hakkında pek fazla bilgi yoktur. İstanbul Merkez Efendi Mezarlığında defnedilmiş olduğu kaydedilmiştir. Devr-i Saltanatta Dahiliye Nezareti evrak kalemi hulefalığı yapmış ve devr-i meşrutiyette o hizmetten mütekaid olmuş bir mutasavvıftır. İstanbul'da Aksaray semtinde mukim iken vefat etmiştir. Eserini ise Ahmet Ziya isimli Gümüşhane vilayeti orta mektebi riyazi mu'allimliğinden müteka'id bir zat hazırlamıştır.



[131] Ziya menba'ı olan güneşi görmek ister isen senin için diğer bir cism-i müstenire ihtiyac hasıl olur.
[132] Mademki güneşe karşı baş gözü zayıf ve takatsizdir; o halde o güneş su içinde görülebilir.
[133] O sudan güneşin ziyası inkisar ve tenakus ettiği için müdrike göre onun hal ve keyfiyyeti tezayud eder.
[134] Adem namını alan a'yan ya'ni hakayık_ı mevcudat, vücud-ı Mutlak'ın esma ve sıfatının merayasıdır. Nur-ı Vücudun aksi o meraya'dan mütecellidir.
[135] Vaktaki adem, vücudun mukabilinde bulundu , derhal onda vücudun aksi hasıl oldu.
[136] Vahid, sayılmaktan nasıl çoğalmış ve meydana çıkmış ise o vahdet dahi bu kesretten ya'ni çokluktan zahir olmuştur.

(44) Lahika:
"Kesret", çokluk ya'ni alemdeki ta'addüd demektir. Hakikatte zahir bir iken mezahirin ta'addüdü, kesreti meydana getirmiştir. Denizin tezahüratı , köpükler, dalgalar, su kabarcıklarıdır. Bunlar denizden ayrı olarak mülahaza edilirse kesreti mucibolacağı bedidardır. Fakat bunların hakikati denizden ibarettir. Kainattaki kesret de aynı bunun gibi vahdete raci'bir kesrettir. Şu halde kesret vahdetin zuhurundan başka bir şey değildir.

Cenab-ı Mevlana Celaleddin Mesnevi-i Şerifi'nin beşinci cildinde şerhinde şöyle buyuruyorlar:

1/ Hakk, o ihtişamlı ma'dumu ya'ni a'yan-ı sabitenin ahkam ve asarı olan mümkinatı havasımıza nisbetle mevcud gösterdi.(Mevcudatın ma bihi'l-kıyamı olan vücudu, 'adem şeklinde gösterdi.)

2/ (Mesela) denizi örttü (denizle kaim olan) köpüğü gösterdi. Rüzgarı örttü tozu gösterdi.
3/ Minare ki, cansız olan toz havada kaim. Fakat nasıl oluyor da kendi kendine (muharriksiz) bülend-pervaz olur.
4/ (Ey ru'yet hissi sakim olan kimse) toprağı yukarı tabakalarda görürsün lakin delilin ta'rif ve tefhimi olmayınca rüzgarı göremezsin.
5/zikirle kaim olan köpüğü her tarafa yürür görürsün . (Halbuki) o köpük denizsiz bir tarafa gitmez.
6/ Köpüğü hiss-ı basar ile fakat denizi (denizen delili olan) kil u kal aşikardır.
7/ Biz "yokéu gören bir göze malik olmadığımız için "nefy"i isbat ve "adem'i vücud sandık.
8/ Uyku ile me'luf bir göz hayalden başka ne görür?
9/ Bi'l-gurur delaletten sapacağımızı şaşırdık. Çünkü hakikat gizlidir, hayal meydandadır.


[137] 'Adedin bidayeti vahiddir. Fakat onun nihayeti yoktur.
[138] Yokluk (ki ilm-i ilahide müstakil bir varlıkla, varlık kokusunu duymamış olan suretlerdir; bu suretler) kendi zatiyetlerinde pak ve safi olup (şuunat-ı zatiyyenin merayasıdır).kenz-i mahfi ( olan vücud-ı Hakk)ondan (o merayadan) zahir olmuştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: GÜLŞEN-İ RAZ'DAN

Mesaj gönderen Gariban »

Lahika:
Mevlânâ Abdurrahman-ı Cami, Levâmi namındaki risâlelerinde buyuruyorlar ki, hazret-i zül celâl ve'l-efdal ezel-i azalda kendi zâtını kendi zâtıyla biliyordu. Ve kendiz zâtının cemaâini ve kemâlini kendi zâtıyla görüyordu. Munhasıran bu bilmek ve görmek iledir ki, gayb-ı hüviyetde gizlenmiş olan şuun ve sıfatın bütün tenevvü'atını gayr ve gayriyyet i'tibarına müftekır olmayarak biliyor ve görüyordu. Ancak bu zât-ı kemâlâtının zımnında velev bir nisbet ve i'tibârla olsun gayr ve siva, itibârına mevkut olan esmâî kemâlini görüyordu ki, sufiyye ıstılahınca buna kemâl-i celâ ve isticlâ derler.

Kemâl-i celâ asarı birbirine muhalif ve ahkâmı birbirinden mütemâyiz olan şuun ve i'tibârata göre Hakk'ın meratib-i kevniyyede , mecâli-i halkiyyede ruh, missal, hiss mertebelerinde zâhir olmasıdır. Kemâl-i isticlâ , Zât-ı Hakk'ın kendi zâtını meratib-i kevniyyede görmesidir..


Tenevvü: Çeşitli olmak,
Gayr: Diğer, başkası, mâadâ, âher, yabancı. (İstisnâ edâtıdır. Başlarına getirildiği kelimeyi nefy yapar.)
Gayriyyet: Ayrılık
İ'tibar 1.(İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.2.Taaccüb etmek.3.Şeref, haysiyet.4.Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.5.Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
Müftekir: 1.(Fakr. dan) Muhtaç. 2.Fakir, züğürt.
Zımn: 1.İç taraf.2.Maksad, gaye.3.Açıktan söylenmeyip dolayısıyle anlatılan.
Velev : Eğer, gerçi, her ne kadar da, hatta, ister, isterse.
Siva: Başka, gayrı, diğer. Kasd. (Bak: Mâsiva)
Mevkut: Vakitli. Vakti belli olan. Mahdud ve muayyen olmuş vakit.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: GÜLŞEN-İ RAZ'DAN

Mesaj gönderen Gariban »

[139] Resim hadisi kudsisini oku ve ma'nasını mülahaza et ki sırrı'ıyan olarak göresin.

[140] Yokluk, ta'bir-i diğerler a'yan-ı sabite mücella bir aynadır. 'Alem o aynada nümayan olan nur ve vücudun suret-i mün'akisesidir. İnsan, bu in'ikas aleminin gözü, alet-i rü'yetidir. Bu alet ile vücudun bütün kemalatı zahir olur. Bu in'ikas aleminin gözünde gayr-ı mer'i bir şahıs vardır.

[141] Ey insan, sen bu in'ikas aleminin gözüsün ve o gayr-ı mer'i şahıs da senin dide-i şühudunda tezahür etmiş nur-ı didedir. Demek oluyor ki, zübde-i alem olan insan, o şahs-ı gayr-ı mer'i vasıtasıyla mezahir aleminde hüveyda olan zat-ı lami'in pertevini görmüşdür.

[142] Cihan, me'a insan bir insan-ı kebirdir. İnsan ayrıca , bir cihandır. Bundan daha nazif bir beyan yoktur.

[143] Bu işin aslına iyi bir bakışla bakar isen bilirsin ki onun vücud, hem şahs-ı rai, hem suret-i mun'akisenin gözü, hem de ayinede mer'i olan didar hep odu

Mülahaza: Mütâlaa. Dikkatle bakmak. İyice düşünüp bir işin hakikatını tetkik etmek. Tefekkür, düşünce.
Mücella: Parlak, Cilâlı. Cilâlanmış.
Nümayan:Görünen, aşikâr olan, gözükücü olan. Parlayan.
Akise: Işığı aksettiren âlet.
İn'ikas:1.Aksetme, tersine çevrilme.
2.Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi.
3.Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.
Rü'yet:1.Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek.
2.Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek.
3.Araştırmak.
Gayr-ı Mer'î : Görünür olmayan, görünmeyen.
Dide-i şühud: Şehadet gözü
Mezahir: Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar. (Bak: Müzâhir)
Hüveyda: Aşikâr. Zâhir. Belli. Apaçık.
Zat-ı lami: Parlak, Parlayan zat.
Pertev:1.(Pertav) f. Ziya, ışık.
2.Atılma, sıçrama, hız.
Rai: 1.(Rü'yet. den) Görücü, gören.
2.Gr: R harfiyle alâkalı. R harfine mensub.
Mer'î : Görmeğe âid. Görünür olan. Gözle görülen. Manzara.
Didar: 1.Mülâkat, görüş.
2.Görünme.
3.Yüz. Çehre.
4.Görüş kuvveti, göz.
5.Açık, meydanda.



Lahika :

Cenab-ı Hakk'ın iki nev' tecellisi vardır: Biri "tecelli-i ilmi-i gaybi'dir ki sufiyye , bu tecelliye "feyz-i akdes" derler. Bu da cenab-ı Hakk'ın ezelen hazret-i ilimde vucud-ı ayni ile muttasıf olmayan a'yan-ı suretleriyle kabiliyyet ve isti'dadlarıyla kendi zatına zuhurudur.

Diğeri "tecelli-i vücudi-i şehadeti"dir ki "feyz-i mukaddes" ile ta'bir olunur. Bu da a'yan-ı sabitenin isti'dad ve kabiliyyetlerine göre ruhen , misalen, hissen, vücud-ı Hakk'ın zuhurudur.
Resim
Cevapla

“Allah (c.c.) Dostları” sayfasına dön