Hacı Bayram-ı Veli

Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Akşemseddin Hazretleri’nin Şiirleri

Bu ışkı ben bilmez idüm
Bu bir aceb sevdâyimiş
Bir zerresi ay u güneş
Bir katresi deryâyimiş

Bahşişde kemter bahşişi
Bu akl u fehm ü can u ten
Himmetde ednâ menzili
Ol çerh-i heftüm tâyimiş

Bu ışk imiş varlık kamu
Eyü yavuz uçmak tamu
Girü kalanı ey amu
Dek bir kuru gavgayimiş

Hem gösterenmiş hem gören
Hem söyletenmiş hem diyen
Hem çerh ururmuş âleme
Hem nâyzen u hem nâyimiş

Geh yel gibi donarimiş
Gâh od olup yanarimiş
Gâh toz olup tozarimiş
Gâh yağmur u gâh kayimiş

Bir günü doğdu âleme
Subh-i ezelden tâ ebed
Her gicesinün bir demi
Bin Leylet ü’l-İsrâyimiş.

Akşemseddin’in kurmuş olduğu Bayrâmiyye’nin Şemsiyye kolu kendisinden sonra Göynük’te oğlu Fazlullah, Kayseri’de İbrahim Tennûrî, İskilip’te Attaroğlu Muslihiddin, Ankara ve civarında ise Hamzatü’ş-Şâmî tarafından devam ettirilmiştir.73


73 Yrd. Doç Dr. Mustafa Uzun, Akşemseddin Hayatı, Eserleri Hakkında Bazı Meseleler, Akşemseddin
Sempozyumu Bildirileri, Akşemseddin Hazretleri Vakfı Yayınları, Ankara 1990.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

RAZİYE SAĞLAM

Hacı Bayram-ı Veli Romanı

Mayıs 2008

Ankara

H. Hamideddin Ateş Beyefendi’ye…

YAZARIN NOTU

Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini anlatırken, onun yalancı şeyh ya da peygamberlerin çıktığı bir dönemde hocası Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinden aldığı muhabbeti, Bayramiye tarikatı yoluyla tüm Anadolu’ya yaymasına işaret etmeye çalıştım. “Gülşenin Solmayan Gülü”nde, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin de örnek hayatını kronolojik sıra ile roman havasında okuyuculara sunmaya çalışmıştım.Daha sonra “Gül Kokusu”yla Osman Hulûsi Efendi Hazretlerini bilen bilmeyen herkese anlatıp onun harika kişiliğine ve örnek hizmetlerine hiç değilse biraz aşina olmalarını istedim. Bütün bu gönül sultanları gönüllerindeki Allah ve Peygamber sevgisi ve hizmet aşkıyla giderek maddeleşen dünyamızda insanların birbirlerine en çok da kendilerine yabancılaştığı, özünü unutmaya yüz tuttuğu günümüzde, doğruyu, güzeli gösterip, sadece siyah ve gri değil, beyaz gönüllerin de olduğunu yaşayarak gösterir. Onlar tünelin sonundaki ışık gibidir ve sadece tünelin sonunda değil, tünele girmeden ve girdikten sonra da ışığa kavuşmamız için bizimledir. Kitapta sık sık Peygamber Efendimizin, “Kişi sevdiği ile beraberdir.” hadis-i şerif’ine yer verdim. Anne, baba, arkadaş sevgisiyle birlikte Allah’a duyulan ve Allah’ın da kullarına duyduğu muhabbette gönül sultanları bir köprü vazifesi görür. Bazı dar görüşlü insanlar, Allah’a ulaşmakta aracıya gerek yoktur, diyerek gönül sultanlarını bir aracı gibi göstermeye çalışır; hatta bazen daha da ileri giderek Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfına benzetmek isterler. Hayatımıza bir bakalım. Yapacağımız en basit bir işi bile belki farkında olmadan birinin öğretmesiyle yaparız. Durum böyle olunca dünya ve ahiret hayatının saadeti, dünyada fert ve toplumların huzuru için ve dinlerini şeklen ve en çok da öz olarak en doğru şekilde yaşamalarına rehberlik eden, onlara muhabbetin aslını yaşatan gönül sultanlarının varlığından daha normal ne olabilir. Bu Allah’ın kullar üzerindeki sonsuz rahmetinin bir göstergesidir. Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin hayatına baktığımızda, başta Akşemseddin Hazretleri olmak üzere on dokuz tane halifesi olduğunu görüyoruz. Bu büyük zatlar, irşad göreviyle Anadolu’nun Türk ve Müslüman kimliğine kavuşmasında, insanların hurafelerden temizlenmiş olarak İslâmiyet’i en doğru şekilde anlayıp yaşamalarının sağlanmasında etkin rol oynayan manevî fatihlerdir. Bu halifeler:

Akşemseddin Muhammed B. Hamza
Yazıcıoğlu Muhammed
Şeyh Selahaddin
Germiyanoğlu Şeyhi
Molla Zeyrek
Eşrefoğlu Rumi
Baba Nahhas-i Ankaravi
Akbıyık Meczub
Bıçakçı Ömer Dede
Şeyh Lütfullah
Şeyh Yusuf Hakiki
İnce Bedreddin
Kızılca Bedreddin
Şeyh Ulvan Şirazi
Kemal Halveti
Abdülkadir Isfahani
Ahmed Baba (Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin oğlu)

Bunlardan başka on iki tane de halifeliği kesin olmayan zat vardır. Halifelerinden Akşemseddin Hazretleri, Akbıyık Sultan ve Kızılca Bedreddin İstanbul’un fethinde bulunmuş ve Kızılca Bedreddin Hazretleri şehit düşmüştür. Kronolojik bir sıra takip ederek yazmaya çalıştığım,Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin hayatında, tüm bu halifelerine tek tek yer vermek isterdim ki o zaman kitabın birkaç cilt olması gerekirdi. Aslında elinizdeki bu kitap Hazretin örnek hayatının kısa bir özeti gibidir. Belli başlı bazı konuları ele alarak o zamanın şartları içinde tasavvufun fert ve toplum hayatındaki yerini anlatmaya çalıştım.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin hayatını incelerken, o zamanki toplumda insanların okumaya çok meraklı olduğunu, ilim, sanat yönünden çok ileride olduğunu gördüm. Hekimler röntgen, MR ve çok çeşitli tahlil teknikleri olmadığı halde bilinmeyen hastalıkları teşhis ve tedavi yöntemlerini bulabiliyor. Eğitim sistemi öyle başarılı ki batılı devletler tarafından örnek alınabiliyor. Her alanda hayran olunacak bir ilerleme var. Bu ilerleme insanların manevî dünyalarında da aynı şekilde görünüyor. Buna paralel olarak her bölgede rehber olan gönül sultanları var. Osmanlı Devleti’nin gönüllerde yer eden bir cihan imparatorluğu olmasının temelinde de bu yatıyor olsa gerek.Bu esere hazırlarken, tarih ve ansiklopedik kayanlar ile Hacı Bayram-ı Veli hakkında kaleme alınan eserlerden
istifade yoluna gidilmiştir.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin hayatını yazmaya çalıştığım süreç, diğer kitaplarda olduğu gibi mükemmel bir süreçti. Çünkü insan devamlı onlarla meşgul olurken, örneğin Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinden ayrılırken, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleriyle beraber üzülüyor, tarlada yemek yerken Akşemseddin Hazretleri ile birlikte kıtmirin yiyeceğine uzanmak istiyor ve hocasının huzurundan çıkarken sarığının kapıya takılıp düştüğü anda Akbıyık Sultan’ın yüreğindeki acıyı hissediyor. Tüm bunlar benim için mükemmeldi ve her olayda da bizim de yakın zamanımızda yaşamış Hacı Hulûsi Efendi Hazretleri gibi gönül sultanımız, Nefise Sultan gibi Hacı Validemiz, yolunu ve hizmetlerini devam ettiren H. Hamideddin Beyefendi gibi bir Vakıf Mütevelli Heyet Başkanımız olduğu için Allah’a şükrettim. Mutlaka eksiklerim ve hatalarım olmuştur. Aslolan Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin hayatına bu kitap vasıtasıyla hiç değilse biraz aşina olunmasıdır.
Gerisi Hacı Bayram- ı Veli Hazretleri ve kitaptaki adı geçen zatların hoşgörüsüne kalmış…

Yazma sürecinde her zaman olduğu gibi ailemin desteğini hep yanımda hissettim. Hepsine buradan teşekkür ediyorum.
Gönül Sultanlarımızın hep gönlünde olabilmek dileğiyle…

25.08.2007, İstanbul


--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1. BÖLÜM

Gecenin Karanlığında İki Atlı…

Gecenin bir vakti… Hızla yol alan iki atlı… Yol zahirde uzun ama gönülden kısa… Atların nal sesleri, gecenin sessizliğini bozuyor. Engürü (Ankara) ’den çıkıp, Kayseri’ye yol alan bu iki atlıdan biri, Kara Medrese’nin müderrislerinden Numan, diğeri ise gönüller sultanı Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin talebesi Şücaaddin. Gecenin ayazı her ikisinin de yüzüne çarpıyor, ama Numan bir şeyhin davetine koşmanın sevinç ve heyecanı, Şücaaddin ise şeyhinin sözünü tutmanın verdiği huzurla dolu olduğu için ne ayazı hissediyorlar, ne de yorgunluk duyuyorlar. Her iki atlı için de bu zamana kadarki en güzel yolculuk bu…

Müderris Numan… Öyle sıradan bir müderris değil…Anası Fatıma Hatun ona gebe olduğu halde Çubuk Çayı’nın kenarında çamaşır yıkarken, bazı eşkıyalar saldırmak istemiş, ama gaipten gelen ‘Ona elinizi sürmeyin. O bir şeyh anasıdır!’ nidalarıyla korkup kaçmışlar.

Numan, medrese ilimlerinde çok yol almış, ilmin kaynağına inip, oradan gönlünü beslemek istemiş ama olmamış. O zaman inanmış ki bu kaynak başka bir muhabbetten beslenmeli… Bu muhabbetin adını koyamadığı için de gönlünde hüküm süren bir boşluk halini almış.

İşte bu sebepten Numan, gecenin bir vakti kapısında Şücaaddin’i görünce çok sevinmiş. Oysa daha önce hiç görmemiştir onu.

—Hocamın selâmı var, sizi Kayseri’ye davet ediyor, deyince gönlündeki boşluğun hafif hafif titrediğini hisseder. Artık o zamana kadar tahsil ettiği ve öğrettiği ilimlerin hepsini yok olma derecesinde eritip, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin kapısında yeniden var olmanın tadına erecektir.

----------

Müderris, hızla yol alırken medresede geçen günlerini düşündü. Kısacık bir anda çocukluğundan bu ana değin yaşadıkları gözlerinin önünden geçti. Hepsinin çok gerilerde kaldığını, şimdi yeni bir hayatın eşiğinde olduğunu hissediyordu. Bu hayatta gönlünün aradığı huzuru bulacağına inanıyordu. Çünkü daha yola çıktığı ilk andan itibaren onu sıkan elden kurtulup ferahlamıştı.

Önlerinde daha çok yol vardı, ama ne gam. Vuslata ermede geçen süre, vuslata ermek kadar güzel ve heyecan verici değil miydi?
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Kayseri’de Bayram Sabahı…

Şeyh Hamid-i Veli bayram namazından çıkmış, oğulları Yusuf Hakiki ve Halil Taybi’yle birlikte eve gelmişti. Kurbanlıklar bir gün önceden hazırlanmıştı. Hamid-i Veli her zaman olduğu gibi önce
hanımı Necmiye Sultan’ın yanına vardı. Necmiye Sultan kahvaltı için hazırlık yapıyordu.

—Es-Selâmu Aleykum hatun.
—Ve Aleykum selâm Efendim. Safalar getirdiniz.Şimdi sofrayı hazırlarım.
—Sofrayı biraz sonra kuralım hanım. Beklediğimiz bir yolcu var. Çocukları karşılamaları için gönderdim. Gelsinler hep beraber yeriz.
—Nasıl isterseniz Efendim.

Şeyh Hamid-i Veli eşinin yanından ayrılırken Necmiye Sultan sevgiyle baktı arkasından. Evlendiği
ilk günden beri onu her gördüğünde yüreği aynı sevgi ve heyecanla çarpardı. Çok küçük yaşta
evlenip, baba ocağından eşiyle birlikte ayrılarak Kayseri’ye gelmişlerdi. Ailesi Gerimter’de oturuyordu. Babası Abdurrahman-ı Erzincanî Hazretleri halk arasında çok sevilen ve sayılan bir veli
idi. Peygamber Efendimizin mübarek sulbünden olduğu için Seyyid diye de anılırdı.

Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri de aynı soyun güzelliğini taşırdı. Necmiye Sultan’la evlenmek
isteyen birçok kişiyi babası reddetmişti. Şeyh Hamid-i Veli’yi görünce hiç tereddüt etmeden
kızını vermiş ve baba evinden yolcu ederken de, ‘Kızım, göz bebeğim, Necmiye Sultan; bugünden
sonra yerin Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin yanıdır. Ona gönülden bağlı bir eş olarak hizmette
kusur etme.’ demişti. Necmiye Sultan da ilk gördüğü anda gönülden bağlandığı eşini yıllar
geçtikçe daha çok sevip saymıştı. İki oğulları vardı. Büyük oğlu Yusuf Hakiki medrese eğitimi almak
için evden ayrılınca, Halil Taybi gerek evdeki işlere, gerek babasına daha çok yardım etmeye
başlamıştı. Bayram olduğu için, Yusuf Hakiki bir süreliğine ailesinin yanına gelmişti.

----------

Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri başta Kayseri olmak üzere tüm Anadolu’da çok sevilen ve sayılan bir
büyük veliydi. İlim tahsil etmek için Şam’a ve Erdebil’ e gitmiş, orada tasavvufun en üst
derecelerini görüp, aşk ateşinde yanmanın güzelliğini yaşadıktan sonra Anadolu’ya dönmüştü. Önce
Darende ve Gerimter’e gelmiş, Abdurrahman-ı Erzincanî Hazretleriyle tanışıp bir süre orada
kaldıktan sonra Necmiye Sultan’la evlenip birlikte baba ocağı Kayseri’ye dönmüşlerdi.
Zamanla Şeyh Hamid-i Veli’nin dergâhı dertlilerin deva bulduğu müşküllerin hallolduğu bir dergâh
olmuştu. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri talebelerine hem yaşayarak, hem bizzat ders vererek ilmi ve
muhabbeti öğretirdi. Dergâha, gelenler ikramsız gönderilmez, onların hem gönülleri hem de
karınları doyurulurdu. Necmiye Sultan da bu konuda emeğini hiç esirgemez, eşine destek olarak
sürekli hizmet ederdi. Hizmet onu adeta bir kat daha güzelleştirmiş gibiydi. Yalnız kaldıkları bir gün Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri bunu eşine söylediğinde o mahcup bir şekilde gözlerini yere çevirmiş ve “Sizin şavkınız vurmuştur Efendim!” demişti Bayram sabahı olduğu için tüm sevenleri ve talebeleri birer ikişer şeyhlerini ziyarete gelmişlerdi. Hava çok güzeldi. Dergâhın bahçesindeki güller sanki o güne has olmak üzere daha bir güzel kokuyordu. Geceden kalan çiğ damlalarıyla ağaçların yaprakları, güneş ışıklarının altında zümrüt gibi parlıyordu. Zaten Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin bahçesindeki ağaçların yeşilinin güzelliği tüm Kayseri’de bilinirdi. Bahçenin bir köşesinde akan pınar billur tanelerini etrafa saçarken çağlama sesiyle gönüllerdeki zikre eşlik ediyor gibiydi. İnsanlar, Hazreti ziyarete geldiklerinde mutlaka bu sudan içerdi. Söylediklerine göre ne niyetle içersen su ona iyi gelirmiş.

Daha önceden bahçeye kilimler serilmiş, üzerlerine sıra sıra minderler dizilmişti. Gelenler
minderlerin üzerinde otururken Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri de kapının karşısında gözlerini uzağa
dikmiş öylece duruyordu. Misafirler onun birini beklediğini anlamış, kim olduğunu merak ediyorlar,
ama kimseden bir ses çıkmıyordu. Huzurlu bir ortamda güzel bir bekleyiş vardı. İnsanın gönlüne
dolan bir güzellikti bu.

Bir süre sonra uzakta bazı karaltılar görüldü. Şeyh Hamid-i Veli bahçe kapısına doğru yürüdü.
Onunla birlikte oturanlar da hemen yekindiler. Hazret dışarı çıkıp orda durdu. Diğerleri de
sessiz bir şekilde arkasına dizildiler. Gelen dört atlı ise dergâha gelmeden çok önce atlarından inmiş, yürümeye başlamışlardı. Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini gördüler. Hazret, bahçe kapısının önünde gülümseyerek onlara bakıyordu.

Yanına varınca Şücaaddin kenara çekilerek Müderris Numan’ a yol verdi. Numan Şeyh Hamid-i Veli
Hazretlerini görünce kalbinin hızla çarpmaya başladığını hissetti. Sanki kanatlanıp göğsünden fırlayacak gibiydi.
Müderris Numan, daha önceki hayatını, tüm dünyayı unutmuş, bu anda Şeyh Hamid-i Veli
Hazretlerinin huzurunda ‘Bayram’ olarak yeniden doğuyordu. Bu duygular içinde yanına gelip elini
öpmek istedi. Hamid-i Veli Hazretleri onu kucakladı ve gülümseyerek:

—Hoş geldin Bayram! Bugün iki bayramı birlikte kutluyoruz, dedi.

Bu buluşmaya tanık olan Şücaaddin, Halil Taybi, Yusuf Hakiki ve avluda duran diğerleri gözyaşlarını tutamadılar. Şücaaddin ‘Müderris Numan, muhabbetin kaynağına kavuşup Derviş Bayram oldu.’ dedi.
Yusuf Hakiki ‘Doğru söylüyorsun.’ manasına yüzüne baktı.
O sabah oradakiler ilk kez gördükleri Müderris Numan’ı ‘Bayram’ olarak tanıdılar. Kendi aralarında
konuşurlarken ‘Mübarek ne güzel bir insan… Şeyhimize layık bir edeple, ona layık bir talebe.’
diyorlardı.

----------

Hacı Bayram, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin yanında halvete girdi. Dergâhın çilehanesinde kırk
gün zikir ve ibadetle kalbini ve ruhunu arındırdı. Adı çilehaneydi ama aslında burada dünyanın
çileleriyle sıkılan kalbi huzura kavuşuyordu. Çilehanede hocası Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin
mürşitliğinde tasavvufun inceliklerini, muhabbetin doruğunda yaşayarak öğreniyordu. Her an gönlü
daha çok coşup daha çok zikretmek için zamanla yarışıyordu sanki. Zaman kavramı da silinmişti.
Başka bir boyutta Allah ve Rasulüne daha yakın muhabbetle dolu hissediyordu kendini. Sanki her
gün billur bir suda yıkanıyor ve bu suyun billur taneleri üzerinde kalıp onu daha çok aydınlığa götürüyordu. Nefsin karanlığından muhabbetin aydınlığına… Bu öyle bir aydınlık ki her şey onunla nurlanıp gerçek manasını kazanıyordu.

Her sabah birlikte sabah namazına gidiyorlar, Şücaaddin de bir adım gerilerinden onları takip
ediyordu. Dönüşte yine birlikte geliyor, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri sohbet odasında bir süre
Kuran-ı Kerim okuyup, daha sonra talebesine bu yolun inceliklerini, kâlden hâle geçmenin yolunu
öğretiyordu.

Dergâha çok misafir gelirdi. Gelenler arasında halktan kişiler olduğu gibi, devlet erkânından
mevkî sahibi olanlar da vardı. Bazen de Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin insanların gönlündeki
muhabbetini kıskanan fitneci insanlar gelirdi. Zaten o devirlerde yalancı şeyhler çoktu. Bunlar,
insanlar arasında ikilik çıkarır, onları doğru yoldan ayırmaya çalışırlardı. Bu manada Şeyh
Hamid-i Veli Hazretleri gibi gerçek gönül sultanlarının varlığı daha büyük bir önem kazanıyordu.
Onlar Allah (c.c)’ın şefkat ve merhamet eliydi sanki. Bu sayede insanlar doğruyu gerçeği görüyordu.

Hacı Bayram akşamları odasında yalnız kaldığı zamanlar Engürü’deki ailesini düşünür, onlara
mektup yazardı. Beş kızı, üç oğlu vardı. Yazdığı mektuplarında halini anlatır, dergâhta geçirdiği
güzel günlerden bahsederdi. Eşi Nefise Sultan Engürü’nün ileri gelenlerinden bir ailenin kızıydı.
Her işinde Hacı Bayram’a destek olan iyi bir hanımdı. Hacı Bayram’ın müderrislik yıllarındaki
manevî sıkıntılarını bilir, elinden geldiğince paylaşmaya çalışırdı. Hacı Bayram Kayseri’ye gideceği zaman ondan ayrılacağı için çok üzülmüştü; ama daha sonra eşinden aldığı mektuplarda onun
manen rahatladığını ve aradığı huzuru bulduğunu anlamıştı. Bu nedenle önceleri gönderdiği mektuplarda serzenişte bulunduğu halde, sonraları bunun yerini daha sevgi dolu satırlar almıştı. Bu sebepten Hacı Bayram eşinden ve çocuklarından içi rahattı ve hiç tereddüt etmeden eşini ve sekiz çocuğunu Engürü’de bırakarak Şücaaddin’le yola düşmüştü.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Bunların Hepsi Senin Hacı Bayram

Bir sabah erkenden Şeyh Hamid-i Veli, Hacı Bayram’ın kaldığı odanın kapısını yavaşça vurdu. Biraz
sonra Hacı Bayram mümkün olduğunca yavaş kapıyı açtı.Şeyhinin kapıda beklediğini görünce şaşkınlıkla karışık bir edeple başını eğdi ve:

—Buyurun Efendim, dedi.

—Namaza gelmeyince merak ettik Hacı Bayram. Sıhhattesinizdir inşallah.

—Evet, Efendim, eksik olmayın. Sabaha karşı seccadede otururken gafl et uykusu çöktü üzerime. Gözümü açtığımda namazın geçmesine az bir vakit kalmıştı. Zor yetiştim Efendim.

Şeyh Hamid-i Veli gülümsedi. Onun gecelerini ibadetle geçirdiğini biliyordu. Talebesi talebeliğini çok iyi yapıyordu.

—Yemekten sonra aşağı köye gideceğiz inşallah, gelmek istersen birlikte gidelim.

—Peki Efendim.

Hacı Bayram, Şeyhi evine geçene kadar arkasından baktı. Sonra yavaşça kapıyı kapatıp hemen yanındaki mindere oturdu. Gözlerini kapayıp ‘Hayat da böyle işte. Gaflete dalıp hiçbir şeyin farkında olmazsan bir gün ömür biter ama sen kul olarak vazifelerini yapamadan terk-i diyar eylersin;
ama yolun şeyhim gibi bir Allah dostunun kapısına düşerse o zaman bu dünyada cenneti buldun demektir. Velev ki kıymetini bilesin.’ diye düşündü. Sonra da kalkıp acele ile hazırlandı. Gevşeyen sarığını düzeltti, belindeki kuşağını açıp düzgünce yeniden sardı ve üzerine geldiği gün şeyhinin verdiği cübbesini giydi. Bu cübbeyi üzerinde şeyhinin kokusu olduğu için çok severdi. Şeyhinin karşısına her zaman çok düzgün ve temiz çıkmaya gayret ederdi.

----------

Yemekte Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri sık sık Hacı Bayram’a bakıp gülümsüyordu. Bu durum Yusuf Hakiki’nin dikkatini çekti, ama sofrada bir şey sormadı. Daha sonra bir ara yalnız kaldıklarında:

—Efendim, sofrada mütemadiyen Hacı Bayram Efendi’ye bakıp tebessüm ediyordunuz.

—Evet oğul. Hacı Bayram’da bugün değişik bir hal var. Manevîyatı daha bir güzelleşip zenginleşmiş.

—Sebeb-i âlisi ne ola ki Efendim.

—Oğul, Hacı Bayram dergâhımıza çağrıldığında her şeyini bırakıp, yok olma noktasında dergâhtan adımını attı.Müderris, Hoca Numan değil sadece Bayram olarak şeksiz şüphesiz bağlanıp ‘Neden’ diye sormadı. Geceler boyu tövbe edip, gündüz de var gücüyle çalışarak benliğini yok etti. Bugün görüyorum ki bütün bunlar sonuç vermiş. Hacı Bayram bambaşka bir hale girmiş.

Yusuf Hakiki daha bir şey sormadı. Babası Hacı Bayram için böyle konuşuyorsa elbette ki boşa değildir. Onda bu güzelliği görmüştür, diye düşündü ve ‘Ne mutlu Hacı Bayram’a.’ dedi kendi kendine.

----------
Yemekten sonra, Şeyh Hamid-i Veli ile Hacı Bayram atlarına binip komşu köye gitmek üzere yola çıktılar. Önceki gün komşu köyden biri gelip köyün ileri gelenlerinden Bekir Ağa’nın bir meselesinin hallolması için davet ettiğini söylemişti. Şeyh Hamid-i Veli Kayseri’de dergâha gelenlerin dertleriyle ilgilenip müşkül durumda olanların müşküllerinin giderilmesi için tüm dervişleriyle beraber çalışıyordu. Ayrıca kurdukları vakıfl a da daha çok insanın yardımına koşabiliyordu. Vakfın malları tamamen bağıştan oluşuyordu ve gelirleri ile hem fakirlere yardım edilebiliyor hem de açılan mekteplerde ilim tahsili yapılıyordu. Yol boyunca Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri bu yolun inceliklerinden, insanların gönlüne girmenin, onların müracaat kapısı olmanın güzelliğinden bahsetti. Zaten Hacı Bayram da hâlâ gecenin etkisindeydi. Her zaman olduğu gibi dün gece de ibadet ve zikirle uğraşmış, ezan okunmasına yakın uykusuzluğa daha fazla dayanamayarak seccadede uyuyakalmıştı.

Rüyasında çok kısa bir zaman diliminde kendini uçsuz bucaksız, yemyeşil çimenlerin üzerinde görüyordu. Yanında hocası Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri de vardı. Önünde göz alabildiğince her yer kadın, erkek, yaşlı, genç değişik giyim tarzında ama hepsi de İslâmiyet’e uygun insan topluluklarıyla doluydu ve şefkatle gülümseyerek ona bakıyorlardı. İnsanların yüzleri bir kendileri oluyor, bir Hacı Bayram’ın çehresine dönüşüyordu. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri gülümseyerek:

—Bunların hepsi senin Hacı Bayram! Var git gönüllerine sultan, dertlerine derman ol dedi.

Hacı Bayram her birine tek tek el uzatmaya çalışırken silkinerek uyanmıştı.

Gündüz ise hâlâ gördüğü rüyanın etkisindeydi. Yol boyunca Şeyh Hamid-i Veli’nin tüm konuşmaları o rüyayı yorumluyordu sanki.

Masmavi göğün altında yemyeşil çimen ve çiçeklerle bezenmiş tarlalardan geçerek komşu köye vardılar. Bekir Ağa ile çok sayıda köylü onları karşılamak üzere köyün girişinde bekliyordu. Bekir Ağa geldiklerini görünce hemen koşarak yanlarına vardı ve:

—Efendim, hoş geldiniz. Böyle ayağımıza çağırmak gibi oldu, ama gayrı kusurumuza bakmayın, diyerek Şeyh Hamid-i Veli’nin elini öptü.

—Estağfurullah Ağa. Nicedir gelmek istiyorduk davetiniz vesile oldu.

Bekir Ağa köyde sözü dinlenir, ekmeği yenir yiğit bir kişiydi. Darda kalan kapısını rahatça çalar, ondan yardım isterdi. Şeyh Hamid-i Veli’ye de gönülden bağlıydı. Sık sık ziyaretine gider, yaptığı hayır işlerinde desteğini esirgemezdi.

Hep birlikte Bekir Ağa’nın evine gittiler. İki katlı ev daha çok bir konağa benziyordu. Önce yemek yenecekti. Sofra üst kattaki büyük salona hazırlanmıştı. Konaktaki kadınlar onlar yukarı çıkarken kapı aralığından gelen misafirlere baktılar. Şeyh Hamid-i Veli ve ünü buralara kadar yayılan talebesini görmek istiyorlardı. Bekir Ağa’nın anası kapıya çıkıp gönülden bağlı olduğu Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerine ‘Hoş geldiniz Efendim.’ dedi. Ama edebinden yüzüne bakmıyordu. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri de:

—Hoş bulduk Hacı Ana. Sıhhattesiniz inşallah, diye mukabele etti.

—Sayenizde sıhhatimiz de gönlümüz de şükürdedir Efendim.

Sonra onlar merdivenden çıkana kadar arkalarından baktı ve:

—Mübarek ne güzel bir insan. Allah onu kem gözlerden korusun diye dua etti.

Sessizlik içinde yemek yendikten sonra, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri:

—Eee Bekir Ağa. Söyle bakalım köyde her şey yolunda mı?

—Çok şükür Efendim. Yakın zamana kadar köyümüzde ve çevre köylerde hiçbir sıkıntımız yoktu. Ama son günlerde bazı yabancı insanlar birer ikişer köylere yerleşmeye başladılar. Adamlarımızdan biri onlardan biriyle bizim köyden birini içki içip, devlet ve hünkârımız hakkında konuşurken görmüş. Bizimkini görünce susmuşlar ama o duyacağını duymuş, göreceğini görmüş. Bunların giderek çoğalıp, halkımızı etkileri altına almalarından korkarız. Gelişinizle topraklarımız şerefl endi. Bu konuda himmetinizi isteriz Efendim.

—Hacı Bayram, Bekir Ağa ve yanındakilerin Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin huzurundaki edebi, Şeyhinin de onlara şefkatle muamelesini hayran hayran izliyordu.

—Bekir Ağa ikilik çıkarmak isteyenler her devirde olur. Bu topraklar kutlu, insanlarının mayası sağlamdır. Ama işin içine haram girerse, her şey temelinden sarsılır. Bu haramı yerleşmeden söküp atmalı. Bunu Allah’ın izniyle birlikte yapacağız. Sen köylüne daha çok sahip çıkacaksın. Sözünün etkili olması için onlara sahip çıktığını, kolladığını bilmeleri lazım. Bir kez araya fi tne girerse daha önü alınmaz. Köylüne daha çok iş ve daha çok dünyalık ver. Biz de gönülleri ile uğraşalım. Yarından sonra bizim Şücaaddin’i buraya gönderelim. Birlikte çalışın. Niyet hayır, akıbet de hayır olur inşallah.

Hacı Bayram, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin yanına geldiği günden beri hep bunu gözlemişti. Hem insanları çok çalışmaya yönlendirip hem de gönüllerini imar etmek. Yani eli kârda, gönlü yarda misali her ikisini birlikte yürütmelerini sağlamak... Bunu yaparken de her işlerinde güvenebilecekleri bir Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin olduğunu bilmek… Bu nedenle bir karar verecekleri zaman gelip Hazrete danışıyorlar, bazen bunu çok ileri götürdükleri de oluyordu. ‘Kızımı falanca istiyor, vereyim mi?’ gibi. O zaman Şeyh Hamid-i Veli gülümseyerek sırtını sıvazlıyor ve
‘Gönlüne ve kızına danış ağa. Her ikisi de olur derse ver.’ diyordu.

----------

Şücaaddin bir süreliğine komşu köye yerleşti. Sık sık insan içine karışıp sohbetler ediyor, belli zamanlarda da Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin yanına gelip istişarede bulunuyordu.
Bekir Ağa da boş duran bazı tarlaları durumu daha zayıf olan köylülere yüzde olarak kendine daha az olmak üzere paylaştırdı. Böylece herkes işbirliği içinde daha çok çalışmaya ve daha çok kazanıp rahat yaşamaya başladı. Ama fitneciler boş durmuyordu. İlk zamanlar sayıları üçdörtiken şimdi ona yaklaştı. Önceleri onlar konuşurken etraftan bazı köylülerin ilgisini çekiyorlardı. Bunların bazıları
meraktan bazıları da çok fakir olup buna sebep olarak Bekir Ağa ve kötü yönetiminden dolayı hünkârı gördükleri için onlara katılıyordu. Ama durumu zayıf olan yeni sistem sayesinde giderek düzeldiği için, fi tneciler etrafl arında kimseyi göremez oldu. Köylü de artık onları içinde istemiyordu. Bekir Ağa ile Şücaaddin’in bir arada bulunduğu sırada birkaç kez gelip bu rahatsızlıklarını dile getirdiler. Şücaaddin:

—Onlara zorla bir şey yapamayız. Arada çok tatsızlıklar olur. En iyisi hiçbir şey yapmadan önce gidip bir konuşalım.Bakalım niyetleri neymiş? Sonra ona göre bir yol belirleriz.

Ertesi günü Şücaaddin ile Bekir Ağa birlikte gittiler. Köye ilk gelip yerleşenlerden Asım’ın evine vardıklarında diğerleri de oradaydı. Belli ki toplantı yapıyorlardı.

Şücaaddin ile Bekir Ağa’yı görünce ‘Basıldık.’ hissiyle bir an nasıl davranacaklarını bilemediler. Sonra, içeri buyur edip hoş geldin, dediler. Gelmelerinden hoşlanmadıkları belliydi.

Asım asık suratla:

—Niye geldiğinizi anlayamadık, ama yine de hoş geldiniz ağalar.

Şücaaddin:

—Bunca zaman size bir hoş geldiniz diyemedik; ama siz de davranışlarınızla hoş gelmediğinizi gösterdiniz.

Asım sinirlenerek:

—O nasıl söz Efendi?

Bekir Ağa dizlerini üstünde hafifçe doğrularak daha dik oturdu ve kararlı bir ifadeyle:

—Şöyle anlatayım Asım Efendi: Hocamla biz bu insanlara hizmet için gecemizi gündüzümüze katıp çalışıyoruz. Bilin ki bu toprakların da bu insanların da sahibi var. Sizin gibi nereden geldikleri belli olmayanların burada ya da başka bir yerde fitne çıkarıp huzur bozmalarına asla müsaade etmeyiz. Nerden geldiğinizi, kimin için çalıştığınızı biliyoruz. Şimdi artık ne yapacağınıza siz karar vereceksiniz. Ama bilin ki nereye gitseniz sizi yakalamak için peşinizde askerler olacak. Dün yola çıktıkları haberini aldık. Yarın sabah burada olurlar. Gayrısını siz düşünün.

Asım ve arkadaşları öfkeden kudurmuş gibiydiler; ama seslerini çıkarmaya cesaret edemeyip kendi kendilerini yiyorlardı.

Bekir Ağa ile Şücaaddin hepsinin yüzüne tek tek baktıktan sonra kalkıp, onlar bir şey demeden evden çıktılar. Ertesi gün bir köylü erkenden Bekir Ağa’ya geldi ve:

—Efendim, dün dağa ota gitmiştim. Vakti anlamamışım, dönerken çok geç oldu. Köyün yakınlarında Asım ile diğerlerini gördüm. Acele acele yürüyorlardı.

Bekir Ağa gülümseyerek:

—Can tatlı geldi herhalde. Peki, saydın mı kaç kişiydiler?

—Dedim ya Efendim, karanlıktı. Ama epeyce kalabalık görünüyorlardı. Telaşlarından beni bile fark etmediler.

Aynı saatte iki kişi Şücaaddin’in de kapısına gelmiş, çekinerek kapıyı çalmışlardı. Şücaaddin’i görünce de hemen ellerine sarılıp:

—Affedin Efendim. Biz bir hata yaptık…

Şücaaddin aceleyle elini çekerek:

—Estağfurullah efendiler! Aff etmek Allah’a mahsustur.

Siz geçin hele içeri, orada anlatın derdinizi.

Onlar süklüm püklüm geçip oturdular.

—Söyleyin bakalım n’oldu?

—Efendim dün siz gittikten sonra Asım ile diğerleri çok sinirlendiler. Bağırıp çağırdılar. Ben de Hamza’ya ‘Bunlar sağlam ayakkabı değil, bundan sonra yüz altın da verseler bunlarla durmam.’dedim. Hamza da ‘Hay Allah razı olsun, senden Durmuş. Ben de hiç istemiyorum bunlarla
kalmayı; ama teklif ettiklerini geri çeviremedim. Malum, hepimiz sıkıntıdayız. Çoluk çocuk perişan… Ama yok artık. Ne verirlerse versinler, sizin yanınızda bulduğumuz huzuru satın alamazlar. Onlar gitti biz kaldık, şimdi kapınıza geldik.’

—Gelene her zaman kapımız açık.

—Allah razı olsun Efendim. Yalnız, Asım ve yandaşları vazgeçeceğe benzemiyor. Buradan gittiler, ama korkarız bir başka yerde aynı melaneti işlerler.

Şücaaddin kısa sakalını eliyle sıvazlayarak bir süre sesiz kaldıktan sonra:

—Hocam Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri daha önceleri de böyle kişilerle karşılaştığını ve hepsinde de onların mağlup olduğunu anlatmıştı, ‘Allah rahmet ve mağfi retini kendine inanan kullarının üzerinden hiç eksik etmez. Onları hep korur.’ demişti.

—Efendim Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini çok duyduk, ama görmek hiç nasip olmadı. Siz de o zat-ı muhteremden bahsederken öyle bir hale giriyorsunuz ki neredeyse görmeden bizde de ona karşı bir muhabbet doğdu. Gidip ziyaret etmek istesek acaba bizi kabul eder mi?

—Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin kapısı dertlilerin deva bulduğu bir kapıdır.

—O gün Durmuş ile Hamza Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini ziyaret için yola çıktılar. Durmuş:

—Biz böyle gidiyoruz ama Şeyh Efendi bakalım bizi kabul edecek mi?

—Şücaaddin Efendi’nin dediğini duymadın mı? Kapısına geleni geri çevirmezmiş.

—Çoluk çocuk da köyde sersefi l kaldılar.

—Doğru diyon. Bizimkiler de öyle. Bugün Şeyh

Efendi’yi ziyaretten sonra yola çıkalım.

—Üç kuruş için düştük çapulcuların peşine… Elimizdekinden de olduk.

Durmuş ile Hamza böyle konuşup dertleşerek Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin dergâhına vardılar.

O sırada dergâhta sofralar kurulmuş, uzaktan yakından ziyarete gelenler oturmuşlardı. Durmuş ile Hamza içeri buyur edildikleri halde, girip girmemeye tereddüt ederek kapıda bekliyordu. Dergâhı görünce zaten çok şaşırmışlardı. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri hakkında duyduklarına göre çok büyük bir köşk göreceklerini sanırken bahçe içinde çok da büyük olmayan sade ev gayet mütevazı insanlar gördüler. Sofralar çok güzel yemeklerle donatılmıştı. Durmuş ile Hamza kaç gündür evlerinden uzakta, ev yemeğine hasrettiler. Kendi evleri, aileleri geldi gözlerinin önüne. Kapıda bu andan uzakta onlarla birlikte olduklarını düşünürken Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin:

—Buyurun gardaşlar. Sofrayı bekletmeyin diyen sesiyle birden irkildiler. Gayri ihtiyari sesin geldiği tarafa bakınca Şeyh Hamid-i Veli Hazretleriyle göz göze geldiler. Onun Şeyh Efendi olduğunu anlamışlardı. Ne güzel, ne mübarek yüzü vardı.

Hamza ile Durmuş çekinerek girip alt taraftaki sofraya oturdular. İnsanların onları tanıyıp tavır alacaklarını beklerken, onlar biraz daha sıkışıp yer açtılar ve uzanamayacakları yemekleri daha rahat yemeleri için önlerine koydular.

Şeyh Efendi:

—Haydi buyurun. Yemekler soğumasın diyerek tuzla yemeğe başladı. Ardından şehirlisi köylüsü on beş kadar kişi, hepsi edep içinde yemeğe başladılar. Hamza ile Durmuş ilk defa böyle güzel ve lezzetli yemekler yiyorlardı. Ne kadar huzurlu bir ortamdı. Sofralar kalktıktan sonra Şeyh
Hamid-i Veli Hazretleri:

—Bugün yola çıkıp ailelerinizin yanına dönün. Daha önce başka niyetle geldiğiniz köye bu defa ailelerinizle yerleşmek üzere geri gelin.

—Efendim, köyde bizi istemezlerse… Malum az kalsın çok kötülüğümüz dokunacaktı.

—Bunu söylerken Hamza boydan boya terlediğini hissetti.

—Siz niyetinizi doğru tutun, onlar da zamanla bunu anlar. Bizim Şücaaddin size yardımcı olur. Siz vakitlice yola çıkıp bir an önce ailelerinizin yanına varın.

Hamza ile Durmuş kalkıp saygıyla Şeyh Efendi’nin elini öptü. Dergâhtan ayrılırken ne yapacaklarını biliyorlardı. Omuzlarından büyük bir yük kalkmış gibiydi. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri önlerinde aydınlık bir yol açmıştı. Gerisi kendilerinin doğru niyetle temiz gönüllerine kalıyordu.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3.BÖLÜM
Edirne Yolunuzu Bekliyor

Şeyh Hamid-i Veli, bir sabah namazdan sonra eve dönerken, bir adım geriden takip eden Şücaaddin’e döndü ve:
—Buyurun birlikte yemek yiyelim.
—Baş üstüne Efendim.
Çok sevinmişti. Bayram’la birlikte kahvaltı edecekleri odaya geçerken, evin kokusunu bir kez daha içine çekti. Burası şeyhinin eviydi. Her tarafa onun gül kokusu sinmişti. Şücaaddin ne kadar sık gelse, yine de buraya gelip bu huzur veren gül kokusunu duymaktan bıkmayacağını düşünüyordu.
Necmiye Sultan’ın hazırladığı yemeği yedikten sonra, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri elini Şücaaddin’in omzuna koydu ve:
—Talebemiz olarak sizden çok memnunuz. Lakin artık talebeliğiniz bitmiş, bu kapıdan aldığınız gönül ilmini ve feyzini halka dağıtma vakti gelmiştir. Bu yol meşakkatlidir. Siz gönlünüzdeki teslimiyet ve muhabbetle benliğinizden geçip, her türlü meşakkate göğüs gerdiniz. Bundan sonra da üzerinize intikal eden bu vazifeyi, inşallah lâyıkıyla yerine getireceksiniz.
Bir an önce hazırlığınızı yapın ve yola çıkın.
Şücaaddin başı eğik hocasını dinlerken sessiz akıttığı gözyaşlarıyla cübbesinin önü ıslanmıştı.
Boğazına bir şey düğümlenmiş gibi konuşamıyordu. Efendi Hazretleri sözlerini bitirince, o güçlükle:
—Baş üstüne Efendim, diyebildi. Sonra da izin isteyip kalktı.
Şeyh Hamid-i Veli, peşinden gitmesi için Bayram’a işaret etti.
Şücaaddin bahçeye çıkınca, her sabah beklediği dut ağacının altına geldi. Bir süre orada durdu.
Havayı derin derin içine çekti. Uzanıp şefkatle ağaca dokundu. Bayram uzaktan onu izliyordu.
Şücaaddin, ağacın dibine otururken, Bayram’ı gördü ve eliyle “Gel.” işareti yaptı. Bayram gülümseyerek geldi ve yanına oturdu:
—Kısmetse yolculuk ne zaman?
—Hocamı duydunuz. En kısa zamanda inşallah.
—Dergâhta yeriniz çok belli olacak. Şücaaddin içini çekerek etrafa baktı:
—Bu güzelliklerin hepsini yüreğimizde götüreceğiz. Bayram sevgiyle Şücaadin’in elini sıktı ve:
-Gardaşım! Karanlıktan aydınlığa, sıkıntıdan feraha çıkmamızda, bize yoldaş oldun. Birlikte Engürü’den buraya geldiğimiz günler bizim için müstesna
zamanlardır. Nerede olursan ol, hep benim gardaşım Şücaaddin olarak kalacaksın!
—Eksik olma Bayram Efendi. Bizi gardaşlığa kabul etmeniz onur verici. Allah sizden razı olsun.
Birkaç gün sonra,Şücaaddin ailesiyl ebirlikte Kayseri’den ayrıldı. Yola çıkacakları günün gecesi Necmiye Sultan uzun bir süre yatmayıp onlar için yolluk hazırladı. Veda anında kimse gözyaşlarını tutamadı.
Şeyh Hamid-i Veli:
—Edirne, yolunuzu bekliyor. Varın sağlıcakla gidin. Dertlilerin devası, kimsesizlerin kimi, yaralı
gönüllerin şifası olun.
Şücaaddin ve ailesi Kayseri’den gittikten sonra dergâhtakiler sık sık ondan söz edip, hayırla yâd ettiler. Efendi Hazretleri sohbetlerde Şücaaddin’den bahsedip, onun hakkında çok güzel sözler söyledi.
Şücaaddin ve ailesinin Kayseri’den ayrılmasının üzerinden birkaç ay geçmişti. Dergâhta işler yine eskisi gibi yoğun bir şekilde yürüyordu. Bir gün Bayram, hocasının isteği üzerine çarşıya gitmek üzere, erkenden yola çıktı. Çarşıda hayırsever bir tüccarın vereceği yüklü miktarda yardım, ihtiyacı olan birilerine ulaştırılacaktı. Yanında dergâhtaki dervişlerden İbrahim vardı.
İbrahim ile ailesi bir sene önce Erzurum taraflarından göçüp Kayseri’nin dışında, ormanlık alana yakın bir yerde yerleşmişlerdi. Babası Süleyman Ağa ağaç oyma işinde çok ustaydı. Evlerine yerleştikten sonra oğullarıyla birlikte çalışacağı bir de atölye kurdu. Yaptığı oyma eşyalarla kısa sürede Kayseri’de tanındı. Uzaktan yakından birçok müşterisi oldu.
Süleyman Ağa, insanlarla konuşurken sık sık Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin adının geçmesinden, onu iyice merak etmeye başladı. Gidip görmek istiyordu. Bir gün İbrahim’e:
—İnsanlar Şeyh Hamid-i Veli’yi dilinden düşürmüyor. Anlaşılan çok seveni var. Bir akşam ziyaretine gidip kendimizi tanıtalım. Çevresi çok geniş olduğuna göre ba- karsın işlerimiz daha çok artar. Kısa zamanda zengin oluruz, dedi.
İbrahim, tereddüt içinde:
—Bilmiyorum ki nasıl olur? Onu ziyarete mi gideceğiz, çevresine kendimizi göstermeye mi?
Süleyman Ağa alaylı bir ifadeyle yüzünü buruşturup:
—Ne fark eder oğlum. Hem onu ziyaret ederiz, hem de kendimizi gösteririz.
Bir akşamüstü baba-oğul dergâha gitmek üzere yola çıktılar. Cemile de beraber gitmek istediyse de kocası:
—Hele sen bir dur hatun. Önce biz gidelim, bir bakalım kolay gidiliyor mu? Orada nasıl karşılanıyor, herkesi içeri alıyorlar mı? Gibi sorularla onu vazgeçirdi.
Dergâha vardıklarında Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin olmadığını öğrendiler. Halil Taybi içeri buyur ettiyse de Süleyman Ağa:
—Yolumuz uzun, diyerek hiç durmadan geri döndü. İbrahim kalmak istiyordu ama babasına karşı gelemediği için çaresiz onu takip etti. Yolda:
—Baba, acaba bir hatamız mı oldu ki Efendi Hazretlerini göremedik?
—Yok oğul, ne hatası. Mübarek nereden bilsin geleceğimizi. Yarın yine gelir görürüz.
—İnşallah.
O günden sonra yedi akşam daha geldiler Ve yine elleri boş döndüler. Sekizinci günün akşamüstü İbrahim, atölyedeki işleri bitince:
—Baba, dergâha yemekten önce mi gideceğiz.
—Bu gün gitmek hiç içimden gelmiyor. Hem biraz rahatsızım da…
İbrahim ısrar etmedi. Atına atladı ve yola çıktı. İçin- den “Allah’ım Şeyh Hamid-i Veli kulunu görüp, dergâhına yüz sürme niyetiyle yola çıktım. Onun yüzü suyu hürme- tine Efendi Hazretlerini görüp elini öpmeyi nasip et.” diye dua ederek atını sürdü.
Bir saat kadar at sürdükten sonra akşam yemeği için sofralar kurulurken dergâha vardı. İbrahim, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin içeride olduğunu duymuştu ve içeri girme- ye, onun huzuruna çıkmaya çekindiği için bahçedeki dut ağacının dibine oturup beklemeye başladı. Bahçenin güzelliğine öyle dalmıştı ki birinin kendine yaklaştığını hissetmedi. Om- zuna bir elin dokunmasıyla irkildi. Dönüp baktığında Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri olduğunu tahmin ettiği zatın tam yanı başında olduğunu gördü:
—Hoş geldin İbrahim. Buyur, sofraları sizin için beklettik.
İbrahim, ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırmışken, gülümseyerek:
—Haydi, içeri geçelim, dedi ve önüne düştü. İbrahim yanaklarının kızardığını, heyecandan bacaklarının titrediğini hissetti. İçerinin daha önce yedi kez
geldiğindekinden çok daha farklı olduğunu gördü. Burada insanın içine dolan bir gül kokusu vardı.
Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinden etrafa huzur ve güzellik dağılıyordu sanki. Sofralarda oturan insanlarda da aynı güzellik vardı.
İbrahim gösterilen yere oturdu. O zamana kadar kendi anasının yemeklerinden gayrısını beğenmezken, o sofrada hayatının en lezzetli yemeğini yediğini düşünü- yordu. Şeyh Hamid-i Veli sofradakilerle tek tek ilgileniyor, herkesin bütün yemeklere uzanabilmesine, ekmeğinin, su- yunun olmasına dikkat
ediyordu. Yemekten sonra sohbet sırasında Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri:
—Bizim kapımız yokluk kapısıdır. Dünya kaygısıyla bu kapıya gelenler, buranın maneviyatından nasibini alamazlar. Hüsn-i niyetle yola çıkılmazsa, menzile ulaşılmaz. Sen niyetini doğru tut, hüsn-i kalp ile bağlan, Allah (c.c.) da o zaman işini rast getirir. İşin rast gelsin ya da gelmesin, her vesile ile imtihan edildiğini unutma.
—İbrahim bu konuşmanın kendisi için olduğunu biliyordu. Sıkıntıdan terlerken, bir taraftan da önceki ni- yetinin daha doğrusu babasının niyetinin mahcubiyetini yaşıyordu. O günden sonra her gün değilse de gün aşırı dergâha gitmeye başladı. İşi olmadığı bazı günler de gidip hizmet ediyordu.
Süleyman Ağa birkaç kez Efendi Hazretlerini gördüğü halde oğlu kadar gönülden bağlanmamıştı.
İbrahim onu defalarca uyarsa da, o yine de niyetini aynı tutuyordu. İnsanlara sık sık dergâha gittiklerini övünerek anlatı- yor, bazen de Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin söylemediği sözleri onun ağzından insanlara anlatıyor ve böylece onları etkilemeye kendi menfaatlerine uygun çevre yapmaya çalışıyordu. İbrahim babasının bu huyundan hiç memnun değildi ama herkesin içinde söyleyerek mahcup etmek istemiyordu. Yalnızken birkaç kez:
—Baba büyüğümsün. Sana saygıda kusur etmekten Allah’a sığınırım. Yalnız Efendi Hazretlerinin ağzından bazı sözleri söylemen hiç doğru değil. Bunun vebali çok ağır. Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin gönlü incinirse, canımızı versek tamir edemeyiz, dediyse de Süleyman Ağa aynı boş vermişliği ile:
—Amma da büyüttün be oğlum! Ne varmış gönlü incinecek… Nihayetinde o da senin benim gibi insan, diye karşılık verdi.
İbrahim, babasına bu konuda söz geçiremeyince, bir gün hepsiyle helalleşti ve gidip dergâha yerleşti. Anası uğurlarken ağlayınca:
—Anacığım, babam bu huyundan vazgeçene kadar dergâhta kalacağım. O böyleyken ben huzur bulamıyorum. N’olur beni anla. Ömer’e tembih ettim, seni sık sık dergâha getirecek.
Süleyman Ağa, oğlunun arkasından, “Hayırsız evlat” diyerek çok kızdı. Cemile daha fazla dayanamayıp:
—İbrahim’e hayırsız diyemezsin Efendi. Bu güne kadar ne istediysek yapmadı mı? Allah’ın bir günü saygıda kusur etti mi? Kabahati biraz da kendinde arasan böyle olmazdı. dedi ve hırsla evden çıkıp atölyede çalışan Ömer’in yanına gitti.
Ömer o günkü işi bitirmiş, dükkânı süpürüyordu.
Anasını görünce süpürgeyi bir kenara bıraktı ve:
—Hayrola ana! Sen hiç gelmezdin buraya. Bir şey mi oldu?
—Ne olacak oğul. Babanın her zamanki halleri… Sonunda İbrahim’i de evden kaçırdı.
—Biliyorum. Ağabeyim benimle de vedalaştı. Zaten bir gün gideceği belliydi.
Anasına oturması için bir iskemle getirirken:
—Sen canını sıkma. Biraz ayrı kalmaları iyi olur. Bu gidişle birbirlerini daha çok üzeceklerdi. Hem ben seni istediğin zaman dergâha götürürüm. Cemile etrafa göz atarak:
—Atölyede de bütün işler sana kaldı. Nasıl bu aralar sipariş çok mu?
—Sen işi düşünme, büyük bir sipariş vardı, ağabeyim gideceğini bilirmiş gibi çok sıkı çalışarak çoğunu bitirdi. Geride kalanları da hallederiz inşallah.
Cemile üzüntüsü biraz geçene kadar Ömer’in yanın- da kaldı. Ana oğul havadan sudan sohbet ettiler.
İkisi de kendini daha iyi hissediyordu. Bir süre sonra Cemile kalktı.
—Ben gideyim artık oğul. Akşam için hiç değilse bir aş pişireyim.
Tam gitmek üzereyken geri döndü. Çekingen bir ifadeyle:
—Senden bir şey isteyeceğim ama…
—Buyur ana.
—Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini ziyaret etmek istiyorum. İbrahim ona güvenerek gitti. İnsanlar dillerinden düşürmüyor. Mübarek dün gece de düşüme girmişti. Ama bu gün babangilin kavgalarından aklıma gelmedi ki söyle- yeyim. Yarın gidelim mi, ne dersin?
Ömer, elini annesinin omzuna atarak:
—Baş üstüne anacığım, gideriz tabi. Yeter ki sen kendini üzme.
Cemile gözleri dolarak oğlunun yüzünü okşadı:
—Oğlum benim! Allah senden razı olsun. Haydi, ben gidiyorum, sen de yemeğe geç kalma.

----------

Bayram’la İbrahim Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin verdiği vazifeyi yerine getirdikten sonra, dergâh için de alışveriş yapıp döndüler. Halil Taybi onları bahçede karşıladı. Ayaküstü hatır sorulduktan sonra Halil Taybi:
—Efendi Hazretlerinin misafirleri var. Gelince hemen yanına gitmenizi istedi.
Bayram ile İbrahim kim olduğunu merak ederek içeri girdiler. Gelenler İbrahim’in ailesiydi. Süleyman Ağa, gözlerini yere dikmiş, mahcup bir şekilde oturuyordu. Cemile ise oğlunu görünce çok sevindi ama “Efendi Hazretlerinin yanında edepsizlik olur.” diye düşünerek sadece bir an baktı ve başını önüne eğdi. Efendi Hazretleri:
—Geldiniz mi? Buyurun, geçin. Onlar otururken İbrahim’e hitaben:
—Eve dönme vaktin geldi. Döndükten sonra bizi unutmak yok. Seni ve aileni sık sık buraya bekliyoruz.
İbrahim ile Bayram, Süleyman Ağa’daki değişikliği merak ederken Şeyh Hamid-i Veli:
—Süleyman Ağa, bizim caminin eskiyen bütün ahşap işlerini yeniden yapmak istiyor. Senin gibi bir yardımcıya ihtiyacı varmış. Sonra da işlerinden arta kalan zamanlarda sırasıyla Kayseri’deki diğer camilerde çalışacak. Böyle hayırlı bir iş söz konusu olunca, biz de sana izin verdik İbrahim.
Bayram ile İbrahim gülmemek için kendini zor tuttu.
Efendi Hazretlerinin de konuşurken sesi çok neşeliydi.
Süleyman Ağa, önceki gece heyecanla Cemile’yi uyandırmıştı. Cemile oğlu gittiğinden beri zaten çok sinir oluyordu ona. Bir de uykusundan uyandırınca iyice öfkelendi. Hırsla doğruldu ve:
—Ne diyon herif, niye uyandırdın beni, diyerek bağırdı.
Süleyman Ağa bir ana olarak Cemile’nin üzüntüsünü anlıyordu. Oğlu gittikten sonra o da gün geçtikçe kendini suçlu hissetmeye başlamıştı. Dergâha gitmeye yüzü olsa, gidip Efendi’den özür dileyecekti.
Artık dergâhtan ve Efendi Hazretleriden hep hayranlıkla bahsediyor, İbrahim’in sinirlendiği şekilde hiç konuşmuyordu. Birkaç kez yine övünecek oldu ama kendini çok rahatsız hissetti. Efendi Hazretlerinin yüzü gözünün önünden hiç gitmiyordu. Ne mübarek insandı. Oğlu, dergâha gittiğinde nasıl da kol kanat germişti ona. Süleyman Ağa bu düşüncelerle iyice sıkılmaya başladı. Geceleri rahat bir uyku uyuyamıyordu. O gece de aynı sıkıntıyla yatmış, uzun bir süre uyuyamamıştı. Yorgun düşüp, biraz içi geçince de rüyasında kendini dergâhta gördü. İbrahim’le birlikte caminin ahşap işlerini yapıyordu. Oğlu çok mutluydu. Biraz sonra yanlarına Efendi Hazretleri geldi. İbrahim yine aynı mutlulukla yaptığı işi bırakıp onun elini öptü. Kendi de yanına varmak istiyordu ama
hissettiği vicdan azabıyla yerinden kımıldayamıyordu. Bir süre o şekilde kaldıktan sonra Efendi Hazretlerinin sesiyle kendine geldi:
—Gel Süleyman Ağa! Sen de gel!
Süleyman Ağa uyandığında ter içindeydi. O heyecanla Cemile’yi de uyandırdı. Cemile ona kızarken o sürekli:
—Hanım, Efendi Hazretleri bizi çağırdı. Hazırlan, hemen gidelim.
—Dellendin mi herif. Bu saatte gidip de rahatsız edilir mi? Hem ne çağırması, kim söyledi? Düş gördün herhalde.
—He, düşümde gel dedi bana. Sabah hazırlanıp hep beraber gidelim.
Cemile çok sevindi.
—İyi, tamam. Sabah olsun gideriz, diyerek kalktı. “Uyandım bari bir teheccüd kılayım.” diye söylenerek dışarı çıktı. Sevinçten ağlıyordu. Ömer’le sık sık dergâha gidip, İbrahim’le görüşüyordu, ama kocasının hareketlerinden dolayı Efendi Hazretlerine karşı kendini mahcup hissediyordu. Şimdi her şey düzelebilirdi.
Sabah erkenden yola çıkarken Süleyman Ağa, Efen- di Hazretlerine hediye olarak, çok güzel el işçiliği olan bir rahleyi yanına aldı. Bu rahleyi oğlu gittiği gün yapmaya başlamıştı. Üzüntüsüyle baş edemediği zamanlar, rahlenin başına oturuyor, çok güzel oyma motifler yaparken bir gün dergâha gidip yüz süreceği, oğlunun dönüp birlikte çalışa- cakları günleri düşünüyordu. Bazen de Efendi Hazretlerinin gülümseyen yüzü gözlerinin önüne geliyordu. O zaman daha bir coşarak çalışıyor, sanki yüreğini işliyordu.

----------

O gün dergâhta bu rahleyi hediye ederken, Efendi Hazretleri yine aynı neşe içinde:
—Süleyman gardaşımız bize yüreğini getirmiş, aldık, kabul ettik.
Bayram, Süleyman Ağa ile ailesinin ne kadar mutlu olduğunu görüyordu. Bu dergâh gerçekten yaralı gönüllere bir devaydı. Hayranlıkla Efendi Hazretlerine baktı. O ise gülümseyerek:
—Yanmayan feraha çıkmanın tadına erişemez.
Bayram, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin yanında yol almanın incelik ve güzelliklerini öğreniyordu.
Bu yol insanı Allah ve Resulüne ulaştıran bir yoldu. Şeyhinin ya- nında iken, hep Mekke’de, Beytullah’da ya da Medine’de Hazretleri Peygamber (s.a.v) ve ashabıyla birlikte gibiydi. O gönlündeyken namazda Allah’ın huzurunda olmanın tadına eriyordu. “İyya kena’budu ve iyya kenestain.” der- ken Allah’a
kul olmanın verdiği vecd ile ürperiyor, secdede Allah ile arasında perde kalmamasının azametini yaşıyor, Tahiyyatu okurken Sidretül Münteha’da Hazreti Resulün arkasındaymış hissini yaşıyordu.
“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu” derken Cebrail’in sesini duyar gibi irkiliyordu.
Birkaç gün sonra Hacı Bayram gece zikir çekerken gözlerini kapattı. O anda karşısında tüm güzelliği ve tevazusu ile Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini gördü. O önde Hacı Bayram arkasında dergâhtan çıktılar. Bir süre bahçede yürüdükten sonra, iki büyük mezarlığın önüne geldiler. Hacı Bayram, önlerindeki yazıyı okudu. Birinde İlim Sahipleri Kabristanı, diğerinde Gönül Sultanları Kabristanı yazıyordu. Onlar Kabristan’a yaklaştığı anda mezarlar açıldı ve içindeki mevtalar canlanarak ayağa kalktı ve Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini selâmladı. Daha sonra oradaki yaşantılarına döndüler. İlim sahiplerinin bazıları huzurlu ve rahat görünüyor bazıları ise çok eziyet çekiyordu.
Kimilerinin üzerlerindeki kefenleri lime lime olmuş, kimileri de çok üzüntülüydü. Gönül Sultanlarının ise bazıları rükûda kimi kıyamda kimi de secdede duruyor, sonra yüksek bir yerde oturan, alnında parlayan nur ile tüm dünyayı aydınlatan dünya güzeli zatı ziyaret ediyordu. Hacı Bayram o zatın Peygamber Efendimiz olduğunu anlamıştı. Heyecandan yaprak gibi titrerken Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri iki omzundan tuttu ve gülümseyerek hafifçe sarstı. Hacı Bayram birden
irkilerek kendine geldi. Etrafına şöyle bir bakınca odasında seccadesinde oturduğunu anladı. Gözyaşları içinde zikir- le sakinleşmeye çalışırken sabah ezanı okunmaya başladı.
Kalktı, soğuk su ile abdest alırken biraz kendine geldi. Na- mazdan çıktıklarında Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri:
—Gel Hacı Bayram, diyerek yanına çağırdı: Birlikte yürürken:
—Bak Hacı Bayram! İlim sahiplerinin de derecelerini gördün, gönül sultanlarının da. Sen şimdi hangisini istiyorsan o yolu seç ve ilerle, dedi. Bayram ilimle de uğraşmıştı ama dergâhta Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin yanındaki huzuru başka hiçbir yerde bulamamıştı. O Şücaaddin’le Engürü’den ayrılırken Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin davetiyle bu yolu seçmişti ve bu yoldan ayrılmayı bir an bile aklından geçirmezdi. Bu elindeki manevî hazineyi kay- betmek olurdu. Verdiği
cevapla irşad görevini yüklenmiş oldu.
Dergâhtan ayrılması çok acıklı oldu. Geldiğindeki heyecanın yerini, giderken hüzün almıştı.
Vedalaşma anında hocasının elini öperken o da muhabbetle bağrına bastı ve:
—Bu ayrılığımız uzun sürmeyecek. Sen şimdi Bursa’ya git, inşallah yakında biz de geleceğiz, dedi. Bayram gözyaşları içinde dergâhtan ayrılırken, gece gündüz demeden yol alırken hep bu sözle teselli oluyordu. Müderris Numan olarak geldiği dergâhtan irşad görevini yüklenmiş bir gönül sultanı olarak ayrılıyordu. Yolcu etme- ye gelenler gıpta ile bakıyordu ona. En çok da Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin ona olan muhabbet ve güvenine gıpta ediyorlardı. Orada bulunanlardan birçoğu o anda şöyle niyet etti. “Bundan sonra kendi benliğimi düşünmeden bu yolda hizmet edeceğim. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri gibi bir Allah Dostunun muhabbetine mazhar olmak tüm zorlukları çekmeye değer.”
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

4. BÖLÜM

Bu Yolda Sizden Üstünü Yok

Emir Sultan sabah erkenden hazırlanırken eşi Hundi Fatıma Sultan yanına gelerek:
—Çok erkencisiniz Emir’im, dedi.
—Evet Sultanım. Bugün çok önemli bir gün...
—Biliyoruz Efendim. Ama önce birlikte yemeğimizi yiyelim. Siz de bilirsiniz ki, Emir’imle yemezsek, boğazımızdan lokma geçmez.
Emir Sultan gülümseyerek eşinin yanına geldi. Saçını okşayarak:
—Bu sözlerinizle bizi bahtiyar ediyorsunuz Sultanım. Yalnız geç kalmak istemiyorum.
—Kahvaltı hazır zaten… Buyurun beraber geçelim. Birlikte odadan çıkarken:
—Akşam Sultan Babamızla görüştüğümüzde onun da en az sizin kadar heyecanlı olduğunu gördük.
—Hünkârımız çok özendi, Bursa’ya yaraşır güzellikte bir cami olması için. Gerek güzelliği gerek sade ve huzur veren havası ile hünkârımızın istediği gibi bir cami oldu elhamdülillah.
—Mübarek olsun, Allah kabul etsin inşallah. Açılış hutbesini de siz verirsiniz herhalde.
Birlikte, sofraya otururken:
—Hayır Sultanım. Bu şehirde gönlü ve dimağı bizden daha dolu, manevîyatı daha zengin bir Allah Dostu var. O varken bize düşmez.
Hundi Fatıma Sultan gülümseyerek:
—Gözlerinizin ışıldamasından kim olduğunu anladım. Cami yapılırken işçileri somunlarıyla besleyen Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri değil mi?
—Evet Sultanım. Siz de hemen tanıdınız değil mi?
—O kadar çok anlattınız ki mübarek zatı görmeden tanıdık. Onu anlatırken, öyle güzel bir hal üzre oluyorsunuz ki biz de sizin bu halinizle ona müştak oluyoruz.
Emir Sultan gülümseyerek eşinin gözlerinin içine baktı. Her ikisinin de gözleri yaşarmıştı. Emir Sultan:
—Eksik olmayın Sultanım.
Birlikte birkaç lokma yediler ve hemen kalktılar. Genellikle olduğu gibi bu sabah da yemekten çok sohbetle doymuşlardı.
Emir Sultan eşiyle vedalaştıktan sonra kendisi için hazırlanan arabasına binip Ulu Cami’ye doğru yol aldı.
Ulu Cami’nin inşaatı sırasında işçiler ve halk, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini dillerinden hiç düşürmüyorlardı. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri Hacı Bayram’ın ardından Kayseri’den buraya göçmüş ve yaptığı fırınında pişirdiği ekmekleri her gün işçilere satmaya başlamıştı. İşçilerin yanı sıra diğer insanlar da somunlardan almak için uğraşıyorlardı. Somunlarının ünü bütün Bursa’ya yayılmıştı. Dillerinden Somuncu Baba’yı düşürmüyorlardı.
O dönemlerde Bursa’da içki tüketimi artmış, halk arasında haram olan davranışlar yaygınlaşmaya başlamıştı. Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin Bursa’ya göçmesindeki mana bu olsa gerekti. Buradan başlayıp tüm Anadolu’ya yayılması engellenmeliydi. Bu da silahla yasakla değil, gönüllerin imarı ile mümkün olabilirdi.
Bursa’ya göçme kararını Necmiye Sultan’a söylediğinde Necmiye Sultan her zamanki güler yüzlülüğüyle:
—Acaba hikmeti nedir ki Efendim, diye sormuştu.
Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri de:
—Bizi orada önemli bir vazife bekliyor. Bursa Osmanlı’ya yaraşır bir başkent olmalı. Bu andan sonra burada kalmak yerine üzerimize intikal eden bu vazife için yollara düşmeliyiz.
Ailesiyle birlikte Kayseri’den yollara düşüp Bursa’ya gelmişlerdi. Bir süre sonra Yıldırım Bayezıd Han’ın damadı, bir başka gönül sultanı Emir Sultan ziyaret için fırınına gelmişti. Önce kendini tanıtmadan elindeki çömleği uzatarak:
—Somunlarınızın ünü tüm Bursa’ya yayıldı. Bizim de bir çömleğimiz var onu da pişirir misiniz, diye sordu.
Her ikisi de birbirlerinin gözünde aynı manayı okudu. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri gülümseyerek çömleği aldı ve fırına sokmak isteyince çömlek sığmadı. Emir Sul- tan dikkatle izliyordu. İçinden: “İşçilerin muhabbeti, pervane gibi etrafına dolanması boşa değilmiş. Ne güzel, ne mübarek bir insan…” diye geçirdi. Şeyh Hamid-i Veli Haz- retleri çömleği işaret ederek:
—Bir de siz sürün fırına.
Emir Sultan, “Bir hikmeti vardır mutlaka.” diye düşünerek fırının kapağını açtı ve çömleği sürdü. Ama fırında hiç ateş yoktu. Emir Sultan: “Hazret kömür ateşinde değil de gönül ateşinde pişiriyormuş somunları. Yiyenlerin manasında düzelme bu sebeptenmiş. Tam da mananın membaına düştük. Haydi, hayırlısı.” diye düşünerek gülümsedi. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri de gülümsüyordu. O andan itibaren aralarındaki gönül yoluyla sohbetin tadına vardılar. Sohbetlerine çoğunlukla Hacı Bayram da katıldı. Emir Sultan, Hacı Bayram ile Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri arasındaki hoca-talebe ilişkisine hayran oldu. Sanki bir araya geldiklerinde ortada billurdan bir muhabbet ırmağı hâsıl oluyor, oradan ayrılırken kendini bu billur ırmakta yıkanmış gibi temiz ve yenilenmiş hissediyordu.
Bursa kutlu bir şehirdi. Birbirinden değerli üç Allah Dostu, Sultan Yıldırım Bayezıd’ı ve onlara bağlı halkıyla kutlu bir şehir. Bugün bu şehirde çok mutlu bir olay kutlanıyor. Niğbolu Zaferi’ne şükür için Sultan Yıldırım Bayezıd’ın yaptırdığı, Somuncu Baba’nın gönül ateşinde pişirerek işçilere dağıttığı somunlarla manevî yönden destek olduğu Ulu Cami’nin açılışı var. Bu mutlu olaya şahit olmak için çevre illerden gelenlerle beraber büyük bir kalabalık toplanmış. Cemaat, avluya taşmış. Herkeste bir heyecan… Caminin ortasına yapılan küçük havuz ve çeşmeler, İslâm’ın su gibi berrak ve temiz, gönüllere huzur veren özelliğini simgeliyor. Herkes merakla ilk hutbeyi kimin vereceğini beklerken Padişah en ön safta yanında oturan damadı Emir Sultan’dan ilk hutbeyi okumasını istedi.
Emir Sultan ayağa kalktı ve:
—Sultanım! Zamanın kutbu aramızda iken, hutbeyi okumak bize düşmez. Bu vazifeye layık olan kişi işte bu zattır, diyerek cemaatin arasında Hacı Bayram ile birlikte oturan Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerini gösterdi.
Herkes merakla o tarafa bakınca, çok şaşırdılar. Bu zat Somuncu Baba’ydı. Her gün sattığı somunlarla insanların derdine derman olan Somuncu Baba…
Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri “Sözün yücesi tutulandır.” diye düşünerek kalkıp öne doğru ilerlerken, Hacı Bayram, Ak Bedreddin ve birkaç talebesi de gözleri yaşararak arkasından baktılar.
Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, Emir Sultan’ın yanından geçerken her zamanki tevazûyla gülümseyerek:
—Ne yaptın Emir’im? Sırrımızı faş ettin.
—Bu yolda sizden daha üstününü göremediğimiz için böyle yaptık.
O gün minberde Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri Fatiha Suresi’nin tasavvufi açıdan yedi değişik tefsirini yaptı. Hacı Bayram gözleri dolarak izledi hocasını. “İşte böyle bir hocanın talebesisin Hacı Bayram… Kıymetini bil.” dedi kendi kendine.
Cemaatin içinde cihan padişahı, veziri, Molla Fenari gibi âlimleri Şeyh Hamid-i Veli, Emir Sultan gibi gönül erleri Hacı Bayram gibi tasavvuf yolunun talebeleri vardı. Kimi ülkeleri fethediyor, kimi ilme vakıf oluyor ama en önemlileri de gönüllere hizmet edip, gönülleri fethediyor. Sonuçta hepsi din-i mübini yüceltmek ve yaymak için kendi nefsinden geçiyor. Bu geçmede muhabbetin en güzeline sahip oluyor. Allah (c.c.) ve nuru uğruna âlemleri yarattığı Resulünden gelen muhabbete… Gönüller bu muhabbetle coşuyor, din-i mübin yolundaki tüm engeller bir bir kalkıyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

BAYRAMİYYENİN TEŞEKKÜL VE GELİŞİM SEYRİ.:

PROF. DR. KADİR ÖZKÖSE.
SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ.
TASAVVUF ANABİLİM DALI.


Şakâik-i Numâniyye’deki kayda göre Kayseri’den Ankara’ya gelen Şücâuddîn-i Karamânî, müderris Numan Efendi’yi Kayseri’ye dâvet eden şeyhi Hamîdüddin Aksarâyî’nin (ö. 815/1412) arzusunu iletir. Gerçekleşen dâvete icâbet eden Müderris Numan Efendi Hamîd-i Velî’ye ülfet ve muhabbeti artar, seyr u sülük eğitimi alma ihtiyacı baskın hale gelir ve Hamîd-i Velî’ye intisap eder.(1) 1394 yılında Kayseri’de Hamîd-i Velî’ye intisap eden (2) Hacı Bayram-ı Velî, 1394-1397 yılları arasında, şeyhi Hamîd-i Velî ile birlikte, Bursa’ya gelip yerleşmiş (3) ve Çelebi Sultan Medresesi’nde müderrislik görevini yürütmüştür.(4)

Hacı Bayram-ı Veli, şeyhi Somuncu Baba’dan “her kande giderler ise, refîk ve şefîk ve yâr-i sadîk olmayı” istirhâm etmiş ve bu isteği olumlu karşılanmıştır. Bursa’dan ayrıldıktan sonra Şam ve Hicaz bölgesine yolculuk yapmıştır.(5) Hamîd-i Velî ve Hacı Bayram-ı Velî 1403 tarihinde tekrar Anadolu’ya avdet etmişlerdir.(6) Hamîd-i Velî’nin vefatına kadar yanından ayrılmayan Hacı Bayram-ı Velî, şeyhinin taşıdığı “emanet-i kübra”yı ve “sırr-ı velâyeti” kendisinden teslim almıştır.(7)

1393-1412 yılları arasında şeyhi Ebû Hamîdüddin-i Aksarâyî’ye hizmet eden, şeyhinin yanında mânevî terbiyesini tamamlayan Hacı Bayram-ı Velî, Ebu Hamidüddin Aksarayî’nin vefatı üzerine 1412 yılında tekrar memleketi Ankara’ya döner.(8)

1. Hacı Bayram-ı Velî’nin Tarikat Silsilesi.:

Hacı Bayram-ı Velî şeyhi Hamîd-i Velî’den üç ayrı tarikat icazetini almıştır. Somuncu Baba, ilk tahsilini ve tarikat neşesini, babası Şemseddin Musa’dan almıştır. Babası vasıtasıyla Sühreverdiyyenin Ebheriyye koluna intisap etmiştir. Onun terbiyesiyle bazı makamlara çıkmıştır. Ebû Reşîd Kutbuddin Ebherî (ö. 622/1225) tarafından kurulan Ebheriyye,(9) Sühreverdiyyenin kolu,(10) Muhyiddin İbnü’l-Arabî mektebi ile yakın temas içerisinde bulunmuş bir tasavvufî harekettir.(11) Vahdet-i vücûda dair görüşleri ile temayüz eden Bayramî melâmîleri Ebheriyye icazetinden gelen bu yaklaşımı temsil eden zümre olmuştur.(12)

Hamîd-i Velî’nin ikinci tarikat icazeti Tayfuriyye-i Nakşibendiyyedir. Zahirî ilimlerdeki eğitimini tamamladıktan sonra gönül huzurunu sağlamak arzusuyla arayışa koyulan Hamîd-i Velî, Şam’a varıp Bâyezidiyye Dergâhını ziyaret eder. Burada tarikat pîrleriyle sohbetler gerçekleştirir ve tasavvufî makamlardan bir kısmını buradaki ikameti sırasında tamamlar.(13) Bâyezidiyye Dergâhında Nakşibendiyye şeyhlerinden Şâdî-i Rûmî’nin tesiri altında kalır.(14) Hamîd-i Velî’ye ait tarikat tacının tepe kısmında bulunan pulun da bu dergâha bağlılığın bir alameti kabul edildiği rivayet edilmektedir.(15) Hamîd-i Velî, Bayezid-i Bistâmî’nin ruhaniyetinden feyiz alıp Hızır (a.s.) ile sohbet ettiği için üveysiyyü’lmeşreb kabul edilmektedir.(16) Şeyhi Hamîd-i Velî’den Nakşibendiyye icazeti alan Hacı Bayram-ı Velî, Nakşibendiyye tarikatının sohbet ve hizmet prensiplerini hayatına ilke edinmiştir.(17)

Üveysiyyü’l-meşreb ve vahdet neşvesinde bir sûfî şahsiyet olarak Hamid-i Veli, Şam’dan ayrıldıktan sonra Tebriz’e gidip burada Erdebil ailesinden Sadreddin Musa Erdebîlî’nin (ö. 794/1392) irşadı ile kemale ulaşmış ve ondan Safeviyye hilafeti almıştır.(18)

Melâmî meşrebi, İbnü’l-Arabî ekolüne yatkınlığı, Tayfuriyye, Ebheriyye ve Safeviyye tarikatlarına intisabı Hamîd-i Velî’nin mecmau’t-turuk bir isim olduğunu yansıtmaktadır. İyi bir tahsil gördükten sonra, farklı tarikatlardan feyz alması devrin ulema ve meşayıhı arasında çabucak hüsn-i kabul görmesini sağlamıştır. Bursa’da ilim ve siyaset erbabının güvenini kazanarak güçlü bir nüfuza sahip olmuştur.(19)


1 Nev’îzâde Atâî, Şakaik-i Nu’maniye ve Zeyilleri Hadaiku’l-Hakaik fî Tekmileti’ş-Şekaik, haz. Abdülkadir Özcan, Çağrı yayınları, İstanbul 1989, c. I, s. 77.
2 Taşköprüzâde, Ahmed İsâmüddin, Terceme-i Şakâiku’n-Nu’mâniyye, İstanbul 1269/1852, s.77; Mehmet Ali Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, sad. H. R. Yananlı, Akabe Yayınları, İstanbul 1986, s. 70.
3 Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, Yaşamı, Soyu, Vakfı, TTK yay., Ankara 1983, c. I, s. 21.
4 Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş – Ali Ylmaz, Kitabevi, İstanbul 2006, c. II, s. 435; Kadir Özköse, “Hacı Bayram-ı Velî ve Yaşadığı Döneme Tesiri”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Sayı: 12, s. 55.
5 Sarı Abdullah Efendi, Semeratu’l-Fuad fi’l-Mebde-i ve’l-Meâd, İstanbul 1288, s. 234;Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, c. II, s. 435; Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, s. 86; Özköse, “Hacı Bayram-ı Velî ve Yaşadığı Döneme Tesiri”, Tasavvuf Dergisi, Sayı: 12, s. 55.
6 Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, s.87.
7 Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, s. 87; Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi, İstanbul 1995, s. 54; Kadir Özköse, “somuncu Baba’nın Hacı Bayram-ı Velî Üzerine Tesirleri”, Somuncu Baba ve Kültür Çevresi Uluslararası Sempozyum Bildiri Kitabı, ed. Ali Çavuşoğlu, Aksaray Belediye Başkanlığı Yayınları, Ankara 2012, s. 208.
8 Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, s.87.
9 Akgündüz, Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi, s. 36.
10 Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, c. II, s. 431.
11 Kamil Yılmaz, “XV. Asır Anadolu Mutasavvıfları Arasında Somuncu Baba’nın Yeri”, Somuncu Baba ve es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Sempozyumu Tebliğleri, es-Seyyid Osman Hulûsî Vakfı Yayınları, Ankara 1997, s. 20.
12 Özköse, “Somuncu Baba’nın Hacı Bayram-ı Velî Üzerine Tesirleri”, Somuncu Baba ve Kültür Çevresi, s. 217.
13 Molla Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-üns -Evliya Menkıbeleri-, trc. ve şrh. Lâmiî Çelebi, haz. Süleyman Uludağ-Mustafa Kara, Marifet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1998, s. 834; Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, s. 83.
14 Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-Fuâd, s. 227; Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, c. II, s. 433.
15 Câmî, Nefahâtü’l-üns -Evliya Menkıbeleri-, s. 834.
16 Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, s. 84.
17 Molla Câmî, Nefehâtü’l-Üns, s. 834; Bayramoğlu, Hacı Bayram, c. I, s. 60; Özköse, “Somuncu Baba’nın Hacı Bayram-ı Velî Üzerine Tesirleri”, Somuncu Baba ve Kültür Çevresi, s. 218.
18 Atâî, Şakaik-i Nu’maniye ve Zeyilleri Hadaiku’l-Hakaik fî Tekmileti’ş-Şekaik, s. 64; Özköse, “Somuncu
Baba’nın Hacı Bayram-ı Velî Üzerine Tesirleri”, Somuncu Baba ve Kültür Çevresi, s. 220.
19 Yılmaz, “XV. Asır Anadolu Mutasavvıfları Arasında Somuncu Baba’nın Yeri”, Somuncu Baba
ve es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Sempozyumu Tebliğleri, s. 21.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

2. Bayramiyyenin Teşekkülü.:

Melâmet, liyâkat, ilme vukufiyet, irfanî tecrübe, vahdet bilinci, halka hizmet, yârânla sohbet esasını benimseyen Hacı Bayram-ı Velî hayatı boyunca insanı merkeze almış ve insanlığa faydalı olmayı şiar edinmiştir. Hamîd-i Velî ile gerçekleşen münâsebetlerinden sonra Hacı Bayram-ı Velî haline gelen Müderris Numan,20 yazılı eser vermekten ziyâde, ahlakçı rol oynamış, insan yetiştirmeye önem vermiştir. Ömrünün sonuna kadar, Ankara’da müridlerini terbiye etmiş, zikir meclisleri tertip etmiş ve sohbetle gönülleri mamur kılmıştır. Hamîd-i Velî’nin tutuşturup yaktığı aşk kütüğü olan Hacı Bayram-ı Velî, toplumun sancısını yüreğinde hisseden bir hizmet eridir. Hayatı boyunca gösterişten uzak yaşamış, isim ve şan peşinde koşmamış, teslimiyeti ve iştiyakı ile kitleleri peşinden sürükleyen Anadolu’nun sönmeyen kandili olmuştur.

Hacı Bayram Velî, bir medrese mensubu olarak, ilmî kariyeri ile, sünnî geleneğin hakim bulunduğu Anadolu coğrafyasında halka her daim güven telkin etmiştir. Onun bu yönü, kendi adıyla anılacak olan tarikatının hızlı yayılmasında büyük rol oynamıştır.21 Sultan II. Murad’ın 1421’de tahta geçip kısa bir süre sonra, Hacı Bayram Veli’yi Edirne’deki sarayına soruşturma maksadıyla dâveti de o dönemde Hacı Bayram Velî’ye bağlı müritlerinin çoğalmasına yol açan bir diğer faktör olmuştur.22 Hacı Bayram-ı Veli’nin tesis ettiği Bayramîlik, Osmanlı devlet yönetiminin dikkatini çekecek derecede güce ulaşmış ve Anadolu’da hızla yaygınlaşma imkânına kavuşmuştur.

Bayramîlik 1418 yılı gibi erken tarihlerde Ankara, Gelibolu, Kalecik, Darende, Kayseri, Karaman, Bolu, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Göynük, İznik ve Aksaray’ı kapsayan geniş bir coğrafyaya yayılma imkânı bulmuştur. Dolayısıyla Bayramîlik doğuda Darende, batıda Gelibolu, kuzeyde Çorum, güneyde Karaman’a kadar yayılmıştır.

O dönemde Osmanlı Devleti’nin Anadolu toprakları, hemen hemen Bayramiliğin yayılış coğrafyasına tekâbül etmektedir.23 Bayramîliğin yaygınlaşmasında etki eden bir diğer güçlü etken Hacı Bayram-ı Velî’nin yetiştirdiği mürid ve halifeleridir.

Dört şiirinden başka yazılı eser bırakmayan Hacı Bayram-ı Velî, yazılı eser vermekten ziyâde, ahlâkçı rol oynamış, insan yetiştirmeye önem vermiştir. Edirne’ye yaptığı seyahatten dönerken Gelibolu’ya uğrayan Hacı Bayram Velî burada Yazıcızâde Muhammed’le görüşür. Hacı Bayram-ı Velî’ye müntesib olup kendisinden feyz alan Yazıcıoğlu Muhammed, 1919 beyitten müteşekkil olan “Muhammediyye” adlı eserini yazar. Yazıcızâde Muhammed, "Muhammediyye" adlı bu eserini Hacı Bayram Velî’ye takdim eder. Hacı Bayram-ı Velî eseri inceledikten sonra; “Mehmed, bunu yazacağına bir sînehâk etse idin daha iyi olurdu”, der.24 Anadolu’nun mürşidi olan Hacı Bayram-ı Velî bu sözü ile halkın terbiyesine verilmesi gereken önemi belirtmektedir. Akşemseddin Muhammed b. Hamza (1389-1459), Yazıcıoğlu Muhammed (ö.1453?), Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân (ö.1453’den sonra), Şeyh Salahaddin, Germiyanoğlu Şeyhî (ö.1439) ve Molla Zeyrek (ö.1474) medreseli müridleri iken, Baba Nahhâsî-i Ankaravî (Bakırcı), Akbıyık Meczûb Sultan (tüccar, ö.1457), Emir Sikkînî Ömer Dede (bıçakçı, ö.1496)25 gibi müridleri ise belli bir mesleğe sahib bulunmaktaydı.

Beypazarı ve Göynük’te Akşemseddin, İstanbul havâlisinde Şeyh Bedreddin-i Ahmer, Karaman’da Şeyh Muslihiddin Halife, Bolu’da Uzun Selâhaddin, Molla Zeyrek ve Şeyh Selahaddin Bolevî, Balıkesir’de Şeyh Lütfullah, Bursa’da Akbıyık Meczûb ve Hızır Dede, Bursa ve Lârende’de Şeyh İnce Bedreddin, İskilip’te Muslihuddin Halîfe, Gelibolu’da Yazıcıoğlu Muhammed ve Ahmed Bîcân kardeşler, Germiyân/Kütahya’da Mevlânâ Şeyhî, Göynük’de Akşemseddin, İstanbul’da Molla Zeyrek, İznik’te Eşrefoğlu Rûmî, Aksaray’da Şeyh Yusuf Aksarayî ve Ankara’da Ahmed Baba gibi halifeleriyle Bayramîlik kısa sürede geniş tesir halkası vücuda getirmiştir.

Bayramîliğin hüsn-i kabul görmesinin bir diğer etkeni Hacı Bayram-ı Velî’nin Anadolu’nun evtâd-ı erbaa’sından biri olmasıdır. Ertâd-ı erbaa; Hacı Bektâş-ı Velî, Mevlânâ, Hacı Bayram-ı Velî ve Şeyh Şaban-ı Velî’dir.26

Bayramiyye, tarihi boyunca tarikatın âsitânesi ve pîr-evi olan Ankara’daki merkez tekkede temsil edilmiştir. Hacı Bayram Velî adına müstesnâ vakıflar tesis edilmiş, bunların zâviyedârlık ve meşîhatı, Osmanlı sultanlarının fermanları ile kendisinin sülâlesinden gelip “eslâh ve erşed” olan kimselere verilmiştir.27 Bu şekilde şeyhlik görevi kesintisiz olarak babadan oğula geçtiği için bu kolu Fuat Bayramoğlu “Ana Kol” olarak, aynı âileden zaman içerisinde temsil edilen diğer kolları da “Talî Kollar” olarak nitelemiştir.28

Bayrâmîlik ne Vefâîlik, Yesevîlik veya Bektaşîlik gibi konargöçer halk kesimine hitab eden bir göçebe tarikatı, ne de Mevlevîlik ve Halvetîlik gibi daha çok şehirli kesiminin okumuş yazmış, entelektüel tabakasına hitap eden ve devletin verdiği vakıflardan beslenen bir tarikat olmuştur. Bayramîlik, çiftçi ve esnaf kesiminin yükünü çeken ve hizmet sektörünün gelişmesini sağlayan, el emeği geçinmenin derdinde olan geniş halk kesimlerinin rağbet ettiği tarikat konumuna gelmiştir. Bayrâmîlik, kuruluşundan beri aksiyon bir hareket olarak temâyüz etmiş, bireysel kemâlât kadar cemiyetin ıslah ve nizamını da beraberinde yürütmüş, ibadet yoğunluklu hayat kadar sosyal sorumlulukları da beraberinde deruhte eden güçlü bir tarikat konumuna gelmiştir. İlim, ahlâk, edeb, zühd, takvâ, verâ, murakabe, sohbet, irşad ve hizmet anlayışları kadar mîrifet, aşk, cezbe, tevhid, vahdet, melâmet, ihlas, vecd, iştiyâk hallerini de temâşâ eden bir gelenek olmuştur..29


20 Akgündüz, Somuncu Baba ve Neseb-i Âlisi, s. 51.
21 Abdülbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 34.
22 V. L. Menage, “Hâdjdji Bayram Wali”, Encyclopaedia of Islam, II. Baskı, Leiden 1986.
23 Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, Kültür Bakanlığı yay., Ankara 1991, s. 53-56.
24 Aynî, Hacı Bayram, s. 103; Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, c. I, s. 172; Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1964, s. 126.
25 Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, c. II, s. 435.
26 Cengiz Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî Öğretisi ve Takipçileri Hakkında Metodik Bir Yaklaşım, Aktif Yayınevi, Ankara 2007, s. 194.
27 Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, c. I, s. 83.
28 Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, c. I, s. 83-123.
29 Ahmet yaşar Ocak, Osmanlı Sûfîliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 54.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

3. Bayramîyyenin Kolları

Bayramîyye, Hacı Bayram-ı Velî’den sonra meşhur halifelerinden Akşemseddin ile Şemsîyye-yi Bayramîyye, Dede Ömer Sikkînî ile de Melâmîyye-yi Bayramîyye diye iki ayrı kola ayrılmıştır. Ancak, Hacı Bayram-ı Velînin halifelerinden Hızır Dede’den feyiz alan Mehmed Üftâde’nin (ö.988/1580) halifesi Aziz Mahmud Hüdayi’ye (ö.1038/1628) nisbet edilen Celvetîlik de silsile itibariyle Bayramîliğin bir kolu olmakla birlikte, müstakil olarak geliştiği için ayrı bir tarikat olarak kabul edilmektedir.30 Hacı Bayram-ı Velî’nin damadı Eşrefoğlu Rûmî’ye (ö.87411469) nisbet edilen Eşrefîyyenin de Bayramîliğin bir kolu olarak gösterildiği olmuştur. Ancak Eşrefoğlu Rûmî, Hacı Bayram-ı Velî’ye intisab ettikten sonra, bizzat Hacı Bayram-ı Velî tarafından Kadirî şeyhi Hüseyin el-Hamevî’ye gönderilmiş, seyr u sülukünü Şeyh Hüseyn-i Hamevî’nin yanında tamamlamıştır. Dolayısıyla Eşrefoğlu Rûmî, Hüseyn-i Hamevî’nin halifesi olmuş ve Kadirîliğin “Eşrefîlik” kolunu kurmuştur.

Bayramîyyenin Şemsîyye kolu, Tennûrîyye ve Himmetîyye diye iki büyük şubeye ayrılmıştır. Tennûrîyye, Akşemseddin’in halifesi İbrahim Tennûri (ö. 887/1482) tarafından kurulurken, Himmetîyye, Şeyh Himmet b. Ali Bolevî (ö. 1095/1684) tarafından kurulmuştur.

“Menakıb-ı Akşemseddin” müellifi Hüseyin Enisi, Hacı Bayram’ın irşad usulünü, Akşemseddin’in kendi el yazısıyla bir kitabının arkasına kaydettiğini bildirir.

Bayramîyye zikir usulü gereğince sâlik önce on iki rekat teheccüd namazını kilâr. Hacı Bayram-ı Velî’nin tertip ettiği virdi Bakara, Secde, Yâsîn, Duhan, Hâ-Mîm, Feth, Vakıa, Mülk ve Nebe sûreleri ile birlikte okur. Bayramîyye zikri, kelime-i tevhid zikridir. “et-Tefekkür fi acaib’l-kudre” adı verilen tefekkürle kâinattaki esmâ tecellilerine nazar edilir, varlık âlemindeki ilâhî işâretlere dikkat kesilerek yoğun bir tefekkür süreci gerçekleştirilir. Sonra kısa bir münâcat okunur. Halvetin ilk gecesi, 1000 salâvât, 1000 kelime-i tevhid zikri yapılır, Peygamber Efendimizin şefaatine nâil olmak arzusuyla iki rek’ât namaz kılınır. İkinci gece 1000 İhlâs sûresi okunur, 1000 kelime-i tevhid zikri çekilir ve ALLAH’ı görme dileğiyle iki rekât namaz kılınır. Üçüncü gece, 1000 Felâk sûresi okunur, 1000 kelime-i tevhid zikri çekilir ve kalbdeki perdelerin kalkması için iki rekât namaz kılınır. Dördüncü gece 1000 Nâs sûresi okunur, 1000 kelime-i tevhid zikri çekilir, yine iki rekât namaz kılınır.

Hacı Bayram-ı Velî’nin esmâ zikrine dayanan bu irşâd usulü, cehrî zikri esas alan Şemsîler tarafından aynen uygulanırken, buna karşılık müsemmâ yolunu tercih eden Melâmîler “sıkal” veya “gönül bekleme” dedikleri bir hafî zikir usulü ihdas etmişlerdir. Sarı Abdullah Efendi bu usulün uygulanış tarzını, Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevîsi’nde; XVIII. asır melâmîlerinden Lalîzâde Abdülbâkî de, Sergüzeşt’in “Keyfiyet-i Cem’iyet” bölümünde ele almıştır. Ayrıca, Melâmîler mensubları, tarikatlarını “cezbe”, “muhabbet” ve “sırr-ı ilâhî” gibi üç ana esasa dayandırmışlardır.

Bayramîliğin ilk dönemleri ile ilgili bilgi veren en eski kaynak Akşemseddin’e nisbet edilen Risâletü’n-Nûrîyye’dir. Eserde, ilk dönem Bayramîlerinin halka halinde cehrî zikir yaptıkları sırasında Yunus Emre’nin şiirlerini okudukları, savm-ı visâl tuttukları, vecde gelip haykırdıkları, büyük ve uzun taçlar giydikleri, kendileri veya başkaları için dilendikleri, asâ kullandıkları, abâ ve eski yamalı elbise giydikleri, halvete girip kırk gün çile çıkardıkları, Ruyetullahın gerçekleşeceğine ve mir’acta Peygamber Efendimizin ALLAH’la görüştüğün inandıkları anlatılmaktadır. Akşemseddin’in bizzât İbn-i Arabî’yi savunan “Def’u Meta’ıni’s-Sûfiye” adlı bir eser yazması da vahdet-i vücüd anlayışına sahib olduklarının bir göstergesidir. Ayrıca bu durum, Sarı Abdullah Efendinin “Semerâtü’l-Fuâd”ında ve İbrahim Tennüri’nin “Gülzâr-ı Ma’nevîsi”nde de açıkça görülmektedir. 31

Bayrâmîyye İstanbul’a Şeyh Yavsî tarafından getirilmiş ve Çarşamba Şeyh Yavsî Tekkesi ile temsil edilmiştir. XVII. yüzyılda Himmet Efendi tarafından faaliyete geçirilen Şehremini ve Üsküdar’daki tekkelerde temsil edilmiş.32

II. Bavezid tahta geçince Amasya’da tanıdığı Şeyh Yavsî’yi İstanbul’a davet etmiş, onun için bir tekke inşâ etmiştir. Dâvete icâbet eden Şeyh Yavsî de faaliyetlerini burada devam ettirmiştir. Şeyh Yavsî’den sonra bu tekkede halifeleri Şeyh Muslihuddin Sirozî (ö. 926/1520), Şeyh Abdurrahîm Müeyyedî (ö. 944/1537-38), Şeyh Muhyiddin Mehmed b. Bâhaeddin (ö. 952/1545), Şeyh Abdurrahman Hâtifî (ö.?) ve Şeyh Nasrullah (ö. 974/1567) faaliyet göstermişlerdir. Şeyh İlyas Saruhânî’ye (ö. 967/1559-60) nisbet edilen İsevîlik de bu dönemde Saruhan Sancağına bağlı Akhisar bölgesinde babasından devraldığı tekkede halkı irşad etmiştir.

Bayramîyye tâcı başlangıçta on iki terkli iken, bizzat Hacı Bayram-ı Velî tarafından altı terkli beyaz çuhaya dönüştürülmüştür. Tâcın boyu, başlangıçta namazda sütrelik edecek kadar uzun iken, sonraları kısaltılmıştır. Tâcın tepesinde birbirinin içinde bulunan ve gül denilen üç daire, tevhidin üç mertebesine ve ayrıca Hacı Bayram-ı Velî’nin şeyhi Ebû Hamidüddin-i Aksarayî’nin Şam’daki Bayezidîye Dergâhı’na bağlılığının da bir işâreti kabul edilmektedir. Tâcın altı terki, tasavvufun “az yeme, az uyuma, az konuşma, sürekli zikir, havâtırı nefy ve tefekkür” ilkelerine uyarak tevhid sırrına ulaşmayı; altı ciheti yani bütün kâinâtı kuşatmayı; imânın altı şartını ve ALLAH’ın zatî sıfatlarını simgelemektedir. 33

Hacı Bayram-ı Velî’nin halifesi Dede Ömer Sikkînî tarafından tesis edilen Bayrâmîyye Melâmîliğinde “kutub” kavramına özel anlam yüklenmiş,34 tarikatın gelişme ve seyri de bu kavram çerçevesinde olmuştur. Dede Ömer Sikkînî, fütüvvet geleneklerine bağlı “sohbet”in olgunlaştırıcı özelliğini ön plana çıkartan bir düşünce yapısının temellerini atmıştır. Melâmîyye-yi Bayramîyye, “farzları ve sünneti yerine getirmek”, “kalb kırmamak”, “ekmeğini alın teri ile helâlinden kazanıp kimseye muhtaç olmamak” gibi üç temele dayanır.

Temsilcilerinin birtakım taşkınlıkları devleti onlara karşı harekete geçirmiş, bazılarının idam edilmesi sonucunu doğurmuştur.35 Vahdet-i Vücûdu en uç şekliyle savunmaları, nefislerini kınamayı şiâr edinmeleri toplumda kuşkuyla karşılanmış, Osmanlı yöneticileri melâmetîlerin bu tavırlarından rahatsız olmuş, daimâ bir “kıyam” kokusu almış ve gereğini yapmışlardır. İsmail Mâşûkî ve 12 müridini, Bosnalı Hamza Bâlî ve Sütçü Beşir Ağa’yı kurban olarak veren bu hareket daha sonra kısmen kabuğuna çekilmiş, gönülden gönle akıp gitmiş tir.36

İkinci Devre Melâmîliği, Orta Devre Melâmîliği veya Bayramîyye Melâmîliğini, Osmanlı Dönemi Melâmîliği olarak değerlendirmek mümkündür. Tasavvufî fikirleri olabildiğince serbest ve coşkulu bir edâ ile yorumlamak, melâmîleri, kendisine yönelik bir tehdit unsuru olarak görmeye başlayan devlet ile karşı karşıya getirmiş, bunun sonucunda da konu baskı ve sürgünlerle halledilemeyince idam cezâsı gündeme gelmiş ve uygulanmıştır. Osmanlı Devleti, bu ve benzeri hareketleri, devletin titizlikle korunan otorite alanı ile ilgili görmüştür. 37 Bu hareketin şeyhlerini şöyle sıralamak mümkündür:

Ömer Sikkînî (ö. 880/1475),
Bünyamin Ayâşî (ö. 926/1520),
Pîr Ali Aksarâyî (ö. 945/1538),
İsmail Maşukî (ö. 945/1539),
Ahmed Sarbân (ö. 952/1545),
Hüsameddin Ankaravî (ö. 964/1557),
Hamza Bali Bosnevî (ö. 969/1561),
Hasan Kabadûz (ö. 1010/1601),
İdris-i Muhtefî (ö.1024/1615),
Hacı Kabâyî Efendi (ö. 1037/1627),
Sütçü Beşir Ağa (ö.1073/1662),
Seyyid Muhammed Haşim (ö.1088/ 1677),
Paşmakçızâde Seyyid Ali (ö. 1124/1712),
Şehid Ali Paşa (ö.1128/1716),
Seyyid Reşad (ö.1292/1875),
Abdülkadir Belhî (ö.1923),
Ahmet Muhtar (ö.1933). 38



30 Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s. 508-509.
31 Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 509-510.
32 Fuat Bayramoğlu & Nihat Azamat, “Bayramîyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1992, c. V, s.273.
33 Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 511.
34 Bkz. La’lîzâde Abdülbâki, Tarikat-ı Aliyye-i Bayramîyyeden Tâife-i Melâmîyyenin An’ane-i İrâdetleri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1281, Sül. Ktp., Pertev Paşa, nr. 636, v. 137b-140a.
35 Reşat Öngören, “Şerîat’ın Kestiği Parmak: Kânûnû Sultan Süleyman Devrinde îdam Edilen Tarîkat Şeyhleri”, İLAM, c. I, Sy.: 1 (Ocak-Haziran 1996), s. 123-140;;Ahmet Yaşar Ocak, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Bayrâmî (Hamzavî) Melâmîleri ve Osmanlı Yönetimi”, Belleten, TTK, c. LXI, Sy.: 230 (Nisan 1997), Ankara, s. 93-110;Ahmet Yaşar Ocak, Zındıklar ve Mülhidler, s. 251-313.
36 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlilârda Tasavvuf ve Tarikatlar, Sır Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 212.
37 Kadir Özköse, “Ankara’nın Melâmî Şeyhleri: Bünyamin Ayâşî ve Hüsameddin Ankaravî”, Gönül Sultanları, Şahsiyetleri ve Değerleri ile Ankara, ed. İbrahim Ethem Arıoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara 2018, s. 75-76.
38 Bolat, Melâmetîlik, s. 20-22.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

4. Sonuç ve Değerlendirme.:

Hacı Bayram-ı Velî’nin en önemli özelliği müteşerrî âlim/(ilim ve şeriatta âlim olan) olmasıdır. Zahirî ilimlerde yetkin konumda bulunan Hacı Bayram-ı Velî’nin devam ettirdiği çizginin en önemli özelliği mensuplarını taklidî değil Tahkikî İmana ermelerini sağlamaktır. Dergâhını, medresesinin yanıbaşında inşa eden Hacı Bayram-ı Velî, şer’î şerife sadakatten ödün vermemiştir. Tekkesinde her gün sabah ve yatsı namazlarından sonra zikir meclisleri kuran Hacı Bayram-ı Velî’nin öğle namazı vaktinde ise başta müridleri olmak üzere, şehir halkına tefsir, fıkıh, hadis, kelâm ve felsefî ağırlıklı tasavvuf dersleri verdiği rivâyet edilmektedir. Bu çerçevede o sohbetlerinde Mahmûd Şebüsterî’nin telif ettiği Gülşen-i Râz isimli eseri okuyup şerh etmiştir..39

Hacı Bayram-ı Velî ve tarikatının en önemli özelliği Türkçenin kullanılmasıdır. Müderris olarak uzun yıllar görev yapan Hacı Bayram-ı Velî, çok iyi derecede Arapça ve Farsça bilmesine rağmen, dönemin modasına uymamış, Türkçeye rağbet etmiş, Anadolu halkının sâde dilini kullanmıştır. Bu çığır kendisinden sonraki Kaygusuz Vizeli, Şeyh Himmet Efendi gibi Bayramîlerle devam etmiştir. Türkçe şiir yazan Hacı Bayram-ı Velî’nin bize ulaşan dört şiirinden üçü hece, birisi aruz vezniyle yazılmış, şiirlerini mûsikî kıvraklığında dile getirmiştir. Yetiştirdiği halifeleri de eserlerini, çoğunlukla Türkçe yazmıştır.40

Hacı Bayram-ı Velî’nin uygulamadaki en önemli âdeti, müridlerini el emeği ile geçinmeye teşvik etmesidir. Asalak yaşayıp başkasının yardımıyla geçinmek yerine, alın terinin rızk kazanmada önemli bir fazilet olduğunu müridlerine aşılamıştır.41 Hacı Bayram Velî’ye mürid olanların hepsi birer iş sahibi idiler. Çünkü işsiz ve güçsüz adamları tarikata almamıştır. Bu insanları irşad ederek, her birini yüksek ahlâka sahip kılmağa çalışan Hacı Bayram’ın tekkesi bir terbiye ocağı olmuştur. İhtiyar ve iş yapmağa muktedir olamayanları da himâye etmek sûretiyle Anadolu insanının hâmisi olmuştur. Müridlerini tembellikten uzaklaşmaya, bol kazançlı geçim sahalarında iş yapmaya, öğrenim düzeylerini artırmaya, el sanatları, pazarlama, ticaret, esnaflık gibi çeşitli mesleklerde mahir konuma gelmeye teşvik etmiştir. Etrafında toplanan insanları, durumlarına göre değerlendiriyordu. Örneğin, yanına sanattan anlayan biri gelince, ona.: “Sanatınla meşgul ol, çalış, ye, yedir; alnının teri ile geçimini temin et, kimseye avuç açma!.” diyordu. Etrafında bu yüzden, bakırcı, nalbant, değirmenci, koyun tüccarları, ev ustaları, yemenici, helvacı, ayakkabıcı, yüncü vs. her türden meslek erbâbı bulunuyordu. Yanına gelen göçebelere, yerleşik hayat tarzını tavsiye ederek çiftçilik yapmalarını, geçimini bu yolla sağlamalarını öğütlüyordu.42 Tarih boyunca Bayramîlik, sadece aydın kesime değil, kırsal yörelerde yaşayanlara da hitap etmiştir. Buna en güzel örnek imece olayıdır. Orta Anadolu’nun çoğu yerlerinde mahsulün ortaklaşa olarak hasat edilmesi geleneğini başlatan ve Ankara civarında yaygınlaştıran en önemli isim, Hacı Bayram Velî’dir. Kendisi de müridleriyle birlikte bizzat toprağı sürerek toprağı eker, hasat zamanı mahsulü imece ile kaldırırdı. Herkes birbirinin tarlasında birbirine yardım ederek hem ürünü çabucak hasad ediyor hem de yardım etmenin insan ruhuna verdiği manevî hazzı tadıyordu.43 Orta Asya Türk Tasavvuf geleneğine bağlı olarak Hacı Bayram Câmiine bitişik tekkesinde sürekli bir kazan kaynamaktaydı. Bu tekkedeki kazanlarda sürekli, gece ve gündüz burçak çorbası kaynar; gelen geçen, fâkir, zengin, küçük, büyük, kadın, erkek herkes içerdi. Özellikle, imece sonunda hep beraber burçak çorbası içip, yoğurt yemeleri âdetleri idi.44 Hatta gelen geçen herkese zâviyesinde çorba ikram edilmekteydi.45 Hacı Bayram Velî çiftçi ve işçinin ölmez hâmisi olarak yıllarca Anadolu’nun vicdânında yaşamıştır..46


39-) Ethem Cebecioğlu, “Hacı Bayram Velî”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şûle yay., İstanbul 1998, c. VII, s. 341.
40-) Cebecioğlu, Hacı Bayram-ı velî, s. 114, 172-4; Özköse, “Hacı Bayram-ı velî”, Tasavvuf, Sayı: 12, s. 63.
41-) Harîrîzâde, Tibyân, c. V, vr. 171b; Aynî, Hacı Bayram, s. 104; Hasan Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, Erkam yay., İstanbul 1982, s. 170.
42-) Yılmaz, Aziz Mahmud, s. 171; Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, s. 121-2.
43-) Cebecioğlu, “Hacı Bayram Velî”, Allah Dostları, c. VII, s. 340.
44-) Umay Günay, “Hacı Bayram Velî’nin Hayatı ve Eserleri”, Hacı Bayram Velî Sempozyumu Bildirileri I, Ankara 1990, s. 74.
45-) Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, s. 65.
46 Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Ankara 1964, s. 117-126; Özköse, “Hacı Bayram-ı velî”, Tasavvuf, Sayı: 12, s. 60-61; Özköse, “Somuncu Baba’nın Hacı Bayram-ı Velî Üzerine Tesirleri”, Somuncu Baba ve Kültür Çevresi, s. 222-223.

Kaynakça.:
* Abdülbaki Gölpınarlı, Melâmilik ve Melâmiler, İstanbul 1931.
* Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi, İstanbul 1995.
* Ahmet Yaşar Ocak, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Bayrâmî (Hamzavî) Melâmîleri ve Osmanlı Yönetimi”, Belleten, TTK, c. LXI, Sy.: 230 Ankara (Nisan 1997).
* Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sûfîliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, İstanbul 2010.
Atâî, Şakaik-i Nu’maniye ve Zeyilleri Hadaiku’l-Hakaik fî Tekmileti’ş-Şekaik.
* Bayramoğlu, Hacı Bayram.
* Câmî, Nefahâtü’l-üns -Evliya Menkıbeleri-,
* Cengiz Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî Öğretisi ve Takipçileri Hakkında Metodik Bir Yaklaşım, Aktif Yayınevi, Ankara 2007.
* Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1964.
* Ethem Cebecioğlu, “Hacı Bayram Velî”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şûle yay., İstanbul 1998.
* Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, Kültür Bakanlığı yay., Ankara 1991.
* Fuat Bayramoğlu & Nihat Azamat, “Bayramiyye”, DİA, İstanbul 1992.
* Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, Yaşamı, Soyu, Vakfı, TTK yay., Ankara 1983.
* Harîrîzâde, Tibyân, c. V, vr. 171b.
* Hasan Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, Erkam yay., İstanbul 1982.
* Kadir Özköse, “Ankara’nın Melâmî Şeyhleri: Bünyamin Ayâşî ve Hüsameddin Ankaravî”, Gönül Sultanları, Şahsiyetleri ve Değerleri ile Ankara, ed. İbrahim Ethem Arıoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara 2018.
* Kadir Özköse, “Hacı Bayram-ı Velî ve Yaşadığı Döneme Tesiri”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Sayı: 12.
* Kadir Özköse, “Somuncu Baba’nın Hacı Bayram-ı Velî Üzerine Tesirleri”, Somuncu Baba ve Kültür Çevresi * Uluslararası Sempozyum Bildiri Kitabı, ed. Ali Çavuşoğlu, Aksaray Belediye Başkanlığı Yayınları, Ankara 2012.
* Kamil Yılmaz, “XV. Asır Anadolu Mutasavvıfları Arasında Somuncu Baba’nın Yeri”, Somuncu Baba ve es-Seyyid * * Osman Hulûsî Efendi Sempozyumu Tebliğleri, es-Seyyid Osman Hulûsî Vakfı Yayınları, Ankara 1997.
* La’lîzâde Abdülbâki, Tarikat-ı Aliyye-i Bayramiyyeden Tâife-i Melâmiyyenin An’ane-i İrâdetleri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1281.
* Molla Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-üns -Evliya Menkıbeleri-, trc. ve şrh. Lâmiî Çelebi, haz. Süleyman Uludağ-Mustafa Kara, Marifet Yayınları, İstanbul 1998.
* Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, Sır Yayıncılık, İstanbul 2004.
* Nev’îzâde Atâî, Şakaik-i Nu’maniye ve Zeyilleri Hadaiku’l-Hakaik fî Tekmileti’şŞekaik, haz. Abdülkadir Özcan, Çağrı yayınları, İstanbul 1989.
* Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş - Ali Ylmaz, Kitabevi, İstanbul 2006.
* Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003.
* Reşat Öngören, “Şerîat’ın Kestiği Parmak: Kânûnû Sultan Süleyman Devrinde îdam Edilen Tarîkat Şeyhleri”, İLAM, c. I, Sy.: 1 (Ocak-Haziran 1996), s. 123-140.
* Sarı Abdullah Efendi, Semeratu’l-Fuad fi’l-Mebde-i ve’l-Meâd, İstanbul 1288.
* Taşköprüzâde, Ahmed İsâmüddin, Terceme-i Şakâiku’n-Nu’mâniyye, İstanbul 1269/1852.
* Mehmet Ali Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, sad. H. R. Yananlı, Akabe Yayınları, İstanbul 1986.
* Umay Günay, “Hacı Bayram Velî’nin Hayatı ve Eserleri”, Hacı Bayram Velî Sempozyumu Bildirileri I, Ankara 1990.
* V. L. Menage, “Hâdjdji Bayram Wali”, Encyclopaedia of Islam, II. Baskı, Leiden 1986.
* Yılmaz, “XV. Asır Anadolu Mutasavvıfları Arasında Somuncu Baba’nın Yeri”, Somuncu Baba ve es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Sempozyumu Tebliğleri.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

HACI BAYRAM VELÎ’NİN ELE ALDIĞI DEĞERLER

DOÇ. DR. HAMDİ KIZILER
KARABÜK ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ

Değer Kavramı

İnsan, çok yönlü yaratılmış bir varlıktır. Maddi yönünün yanı sıra manevi yönü de olan bir varlıktır. Dünyada ve ahirette mutlu olması, her iki yönünün de tatmin edilmesi ve sağlıklı bir şekilde dengeli bir hayat sürdürmesine bağlıdır. İnsanın manevi yönünün tatmin edilmesi, pek çok şey içeren iç âleminin doyumuna bağlıdır. İç âleminin doyumluluğu ise inanç, ibadet, ahlak, örf, âdet, gelenek gibi değer kabul edilen olguların yaşanmasıyla sağlanır. Bu anlamda değer veya değerler, insanın iç dünyasını güzelleştiren bireysel veya toplumsal “iyi, doğru, güzel …” kabul edilen ilkelerdir.

Sözlük anlamı itibariyle değer, bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin sahip olduğu kıymet, yüksek ve yararlı nitelik olarak tanımlanabilir. Genellikle çoğul olarak “değerler” ifadesi ile karşımıza çıkan kavram “sosyal değerler”, “manevi değerler”, “ahlaki değerler”, “evrensel de ğerler”, “dini değerler” “milli değerler”, “folklorik değerler”, “kurumsal değerler” … şeklinde kullanılmaktadır. Bu anlamda değer kavramı; doğru, güzel, kabul edilen, kıymetli, erişilmek istenen ve savunulabilir olma anlamını ifade etmektedir. Kısaca, önemli veya kıymetli kabul edilen her şey değer olarak kabul edilebilir.1

Günümüzde değerler, gündelik hayatın içinde yer almış ve hayatın farklı alanlarında sıkça kullanılan bir kavram olmuştur. Siyasetten iş dünyasına, tıptan akademiye, eğitimden medyaya kadar pek çok farklı alanlarda insanların üzerinde mutabık oldukları ya da olmaya çalıştıkları bir terim olarak değer, son birkaç yılın en gözde kavramlarından biri olmuştur.2

Değerler, insanın hem bireysel hem de sosyal hayatında önemli ve yönlendirici bir etkiye sahiptir. İnsanın bireysel olarak hayatını, eylemlerini, amaç ve ideallerini belirlemesi ve onlara uygunluk sağlaması değerlerle mümkündür. Zaten insanın iç dünyasının zengin ve derin bir kişilik hâline ulaşması, ancak dayandığı değerlerle ölçülebilir. Bu anlamda insanı insan yapan, değerleridir. Ayrıca toplumsal anlamda da değerler, toplumu oluşturan bireyler tarafından en iyi, en doğru ve en faydalı olduğu kabul edilen genelleştirilmiş davranış ilkeleridir. Birey ve toplumun kültür değerleri hakkında bilgi edinerek, onların tutum ve davranışlarını büyük ölçüde önceden kestirmek mümkündür. Bunun yanında bireylerin önemli problemlerini, o kişilerin benimsedikleri değerler hakkında güvenilir bilgileri dikkate almadan anlamak, değerlendirmek ve yorumlamanın zor olduğunu da kabul etmek gerekir.3

Günümüzde değerler ve değerler eğitimi üzerine çalışma yapanlar, değerlerin bireysel etkilerinin yanında toplumsal etkilerinin daha derinlikli ve uzun soluklu olduğunu vurgulamaktadır. Onlara göre değerler; sosyal hayatı düzenler, bireyler arası bağlılığı artırır. Birlikte yaşayan insanların hangi değerleri esas alacakları konusunda fikir birliğine varmaları gerekir. Farklı değerlere sahip kişiler veya kuşaklar arasında meydana gelen çeşitli değerlerden kaynaklanan çatışmalar ortaya çıkabilir. Ancak bu çatışmalar da “barışmak, uzlaşmak” gibi başka ortak evrensel değerler yardımıyla çözülebilir.4

Şüphesiz değerler, herkes için iyi, herkes için arzulanan ve toplumlar arası geçerliliği olan ölçütlerdir. İnsanların çoğu tarafından üzerinde uzlaşılan ve paylaşılan gerçek davranış standartlarıdır. Ayrıca değerler, bireyin süregelen eylemlerine yol gösterici bir işleve sahiptir. Sosyal kontrolün sağlanmasında fonksiyoneldir. Kişileri doğru şeyleri yapmaya yüreklendirir. Ayrıca onaylanmayan davranışları engelleme işlevi görür ve yasaklanmış davranışların da neler olduğuna işaret eder. Değerlerin dayanışma araçları olarak da işlevleri vardır. Değerler, sosyal dayanışmaya yardımcı olduğu gibi söz konusu dayanışmanın sürekliliğini sağlayan önemli etkiye de sahiptir.5

Değerler öğretilebilir ve öğrenilebilen olgulardır. İnsan, içinde yaşadığı ortamın değerlerini bilmeden dünyaya gelir. Değerlerin değişik toplumlarda değişik şekiller alması ve farklı olarak değerlendirilmesi
de onların sonradan öğrenilmiş olduğunu gösterir. Birey hangi durumda nasıl davranması gerektiğini, içinde yaşadığı toplumun yetişkin bireylerinden veya yaşıtlarından öğrenir. Dolayısı ile değerler her şeyden önce bir eğitim konusudur. Bu eğitim, sadece okullarda verilen derslerden ibaret değildir. Bir bakıma bütün toplum bir okul ve her insan da bu okulun hem öğretmeni hem de öğrencisi sayılabilir.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de geleceğini düşünen ve uzun ömürlü olmak isteyen toplumlar, ahlaklı bir nesil yetiştirmek için gayret göstermişler, ahlak ve değerler eğitimine önem vermişlerdir. Değerler eğitiminin amacı, olgun davranışlar konusunda alışkanlık sağlayıp, üstün ahlakı gerçekleştirmektir. Bir ahlaki davranış, kalıcı bir âdet oluncaya ve köklü bir ahlak kuralı hâline gelinceye kadar istikrarlı bir şekilde tekrarlanmalıdır. Böylece tekrarlanan davranışların karakter hâline gelmesi sağlanır. İnsanın fiillerini devamlı olarak değer ölçütlerine uydurması, doğru ve düzenli hareketleri güzel alışkanlıklar ve yüksek karakterler hâlinde elde etmesi, değerler eğitiminin önemini daha da artırmaktadır.6

Hacı Bayram Velî’nin gerek elimize ulaşan şiirlerinde gerekse yaşantısından yola çıkılarak yapılan analizlerde birçok değere vurgu yaptığı ve bunların pek çoğunu hem bireysel hem de toplumsal hayatta temel ilke kabul ettiğini görmekteyiz. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:

Kendini Bilme
Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.
Geç canından bul anı,
Sen seni bil, sen seni.


Bu şiirde Hacı Bayram Velî, tüm varlıklara göre üstün niteliklerle yaratılan insan gerçeğinden yola çıkarak onun kendisini tanıması gerektiğine dikkat çekmektedir. Esasen bireyin kendini tanıması, eğitimciler tarafından bir beceri olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple insanın kendisini tanıması veya bilmesi, önemli bir değer sayılmıştır. Bunu sağlayan birey hem dünyada hem de ahirette mutlu olabilecek dengeli bir hayat sürebilir. Günümüzde modern eğitim sisteminin temel amaçlarından belki de en önemlisi, bireyin kendisini hem fiziksel hem de zihinsel olarak tanıyabilmesi ve ona göre bir değer manzumeleri çerçevesinde yaşamasını sürdürmesidir. Kişinin kendisi tanımasıyla birlikte kendisini yaratan Yüce Allah’ın kudreti ve O’nun yarattıklarını tanıma imkânı da elde etmiş olur. Nitekim günümüzde pedagoji, psikoloji gibi disiplinlerde sıklıkla kullanılan empati yapma veya ötekini anlama becerileri, aslında Hacı Bayram Velî’nin ele aldığı kişinin kendisini tanımasıyla mümkün olacaktır.7 Bu da kişinin kendisini bilmesinin bireysel ve toplumsal hayatta insana pek çok şey kazandıran önemli bir değer olduğunu göstermektedir.


1-Hamdi Kızıler – İlyas Canikli, Değerler Eğitimi, Deneme Yayınları, Karabük 2018, s. 9.
2-Z. Şeyma Arslan-Fatma T. Yaşar, “Yükselen Değer Kavramı Üzerine Eleştirel Bir Yaklaşım”, DEM Dergi, Yıl: 1, Sayı: 1, s. 8-11.
3-Kızıler – Canikli, Değerler Eğitimi, s. 10.
4-Mehmet Zeki Aydın, “Okulda Çalışan Herkesin Görevi Olarak Değerler Eğitimi”, Ceceli Eğitim Kurumlarının Düzenlediği “Değerler Eğitimi Buluşması” Konulu Bildiri, Ankara, 2010, s. 2.
5-Mehmet Silah, Davranış Bilimleri I, Sivas 1998, s.154-165.
6-Kızıler – Canikli, Değerler Eğitimi, s. 21.
7-Muhammed Ali Yazıbaşı - Vahdeddin Şimşek “Hacı Bayram Veli’nin Şiir ve Menkıbelerinde Değer Eğitimi”, II. Uluslararası Hacı Bayram-ı Velî Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara 2017, c. 1, s. 310.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Hacı Bayram-ı Veli

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Sabır.:

Hiç kimse çekebilmez,
Pektir feleğin yayı.
Derdine gönül verme,
Bir gün götürür vayı..


Şüphesiz tüm insanların ihtiyaç duyduğu evrensel değerlerden biri de sabırdır. Hacı Bayram Velî’nin de insan yetiştirirken ele aldığı değerlerden biri sabır olmuştur. Bu mısrada dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve çeşitli sıkıntı ile zorluklarla dolu olduğunu ifade etmektedir. İnsanın bunlarla baş edebilmesi için de sabır tavsiye etmektedir. Zorluklar karşısında insanın hemen pes etmesinin doğru olmadığını, başladığı işi sabır ve metanetle sürdürmesi gerektiğini ve şikayeti bırakmasının lüzumuna vurgu yapmaktadır..

Bu durumun sabırla aşılabileceğini söylemekte ve sabrı önemli bir değer olarak kabul etmektedir.
Yukarıda da söylendiği gibi Hacı Bayram Velî, dünya ve ahiret dengesini “Dünyanın derdine fazla dalma, onun stresinden kendini çek çıkar, onun malına, mülküne, süsüne aldanma, zirâ hepsinin sonu "Vay" dır.” duygularıyla ifâde etmektedir. Bu durumun aynı zamanda ölçülülük ve sorumluluk gibi değerleri de beraberinde geliştirdiğini unutmamak gerekir. Sabır değerinin günümüz eğitim sistemlerinin de üzerinde durduğu ve bireye kazandırmak istediği bir kazanım olduğu aşikardır.8 Söz konusu değerlere günümüzde ne kadar ihtiyaç duyulduğu da yaşanan tecrübeler ortaya koymaktadır.

DiL.:

Hacı Bayram Velî’nin önem verdiği değerlerin başında dil gelmektedir. Şüphesiz dil, medeniyet ve kültürü oluşturan temel unsurlardan biridir. Ele aldığı değerler açısından inceleme konusu yaptığımız tarihi ve dini şahsiyet Hacı Bayram Velî’nin belki de öne çıkan belirgin niteliklerinin başında, içinde doğup büyüdüğü toplumun dilini kullanması ve onu bir değer olarak kabul etmesi gelir. Zirâ çocukluğundan itibâren medrese eğitimi almış ve nitekim daha sonra müderris olmuş Hacı Bayram Velî, ileri düzeyde Arapça ve Farsça bilgisine sahip bir alimdir.9 Yaşadığı dönemde özellikle şiir ve edebiyat alanında Farsça ve Arapça yaygın biçimde kullanılmasına rağmen o hem gündelik hayatta hem de eğitim halkalarında Anadolu halkının konuştuğu Anadolu Türkçesini tercih etmiştir. Şiirlerini sade Türkçe ile yazmış, yetiştirdiği halifeleri de kendinden sonra eserlerini çoğunlukla Türkçe yazmıştır.10
Nitekim bu bağlamda halifelerinden İnce Bedrettin’i Fahreddin Irakȋ’nin Lemeat’ını Farsçadan Türkçeye tercüme etmesi için görevlendirmiştir. Yine bir diğer halifesi Şeyh Ulvan Şirazȋ, Sa’deddin Mahmud Şebusturi’nin Gülşen-i Raz’ını tercüme etmesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Yine önemli
halifelerinden Yazıcızade Muhammed’in Muhammediyye eseri ile Ahmed Bȋcan’ın Envaru’l-Aşikin’i bu duygularla Türkçe kaleme alınan eserler olduğu anlaşılmaktadır.11

Eğitim ve Sohbet.:

Eğitim, geçmişten günümüze kadar süregelen değerler manzumelerinin başında ve en önemlileri arasında her zaman yerini korumuştur. Bu anlamda Hacı Bayram Velî de eğitime önem vermiş ve onu bir değer olarak kabul etmiştir. Yaşadığı dönemde çiftçilik yaparak geçimini sağlayan Hacı Bayram Velî, toplum nazarında müderris ve saygın bir ilim erbabı kimliği ile önem çıkmış bir şahsiyettir. Hayatı boyunca insan yetiştirmeye çabalamış, Akşemseddin, Eşrefoğlu Rumî, Bıçakcı Ömer Dede, Yazıcıoğlu Ahmed ve Muhammed kardeşler gibi şahsiyetleri topluma kazandırmıştır.

Ankara’da oluşturduğu ders halkalarında her gün düzenli olarak dini ilimler, zikir, sohbet, edep, ahlak, nasihat gibi dersler okutmuştur. Dergâhında her gün sabah ve yatsı namazlarından sonra zikir meclislerini kurmuş, öğle vakitleri camide tefsir, fıkıh, hadis, kelam, felsefe ve tasavvuf sohbetleri düzenlemiştir.12 Bütün bunlar, Hacı Bayram Velî’nin günümüz modern eğitim anlayışının da vurgu yaptığı eğitim ve sohbet gibi değerleri döneminde uygulayarak bireysel ve toplumsal hayata yansıttığını göstermektedir.

TopLumsaL BirLik.:

Hacı Bayram Velî’nin ele aldığı değerlerden biri de toplumsal birliktir. Anadolu’nun siyasi çalkantılarla uğraştığı bir zaman diliminde tasavvuf yoluna giren Hacı Bayram Velî, etrafında toplanan her kesimden insanlara çalışıp bir meslek sahibi olmalarının gereğini ve kendi el emekleriyle geçimlerini sağlamanın önemini anlatmış, bunu aynı zamanda tasavvufi öğretisinin bir ilkesi halinde getirmiştir. Hacı Bayram Velî, toplumun farklı tabakaları arasında köprüler kurarak çeşitli kesimleri temel ortak hedeflerde birleştirmeye çalışmıştır. Böylece toplum içindeki farklı tabakaların ortak paydalarda buluşmasını ve birlikte hareket etmesini sağlamıştır. Nitekim söz konusu durumu pekiştirmek için mahsulün ortaklaşa olarak kaldırılması anlamında kullanılan imece geleneğini, Orta Anadolu çiftçileri arasında yaygınlaştırmıştır. Böylece toplumsal birliği sağlamış ve bunun bir değer olarak kalıcı hale gelmesine ön ayak olmuştur. İnsanları çalışma hayatının içerisinde aktif biçimde yer almaya davet eden Hacı Bayram Velî, yanına aldığı vasıfsız insanları ziraata veya mesleklere yönlendirerek, kendilerine ve sosyal hayata katkıda bulunmalarını sağlamıştır. Nitekim müridleri arasında; değirmenci, bakırcı, nalbant, ev ustası, koyun tüccarı, çiftçi, ziraatçı, ayakkabıcı, yüncü, yemenici vs. gibi her türden meslek sahibi insanlar bulunmuştur. Akşemseddin, Yazıcıoğlu Muhammed, Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân, Molla Zeyrek gibi müridlerini eğitim-öğretim faaliyetlerinde görevlendirirken, bakırcı olarak şöhret kazanan Baba Nahhâsî-i Ankaravî, tüccar olarak bilinen Akbıyık Meczûb Sultan, bıçakçı adıyla maruf Emir Sikkînî Ömer Dede gibi müridlerinin de değişik meslek dallarında yetişmelerini sağlamıştır.13 Böylece toplumun her kesimine ulaşmayı ve farklı tabakalardaki kitleleri ortak değerlerde birleştirmeyi başarmıştır.

ÇaLışmak.:

Hacı Bayram Velî’nin önemsediği ve insanlara kazandırmak istediği değerlerden biri de çalışmaktır. Hacı Bayram Velî, kişinin başkasına yük olmamak için çalışmasını, kazandığını başkasıyla paylaşması ve bu yolla toplumda çalışma, yardımlaşma ve paylaşma kültürünü oluşmasını sağlamıştır. Burçak ekerek yani el emeği ile geçinmeye çalışması, Hacı Bayram Velî’nin çalışmaya verdiği değeri ortaya koymaktadır.14 Buradan hareketle onun insanların çalışma hayatına katılmasını, mesleki eğitimin yaygınlaşmasını, toprağın işletilmesini, esnafın desteklenmesini, üretimin artırılmasını hedeflediğini söylemek gerekir. Ayrıca toplumun fakir ve zengin kesimleri arasında köprü işlevi görmüş, fakirlerin dertlerini paylaşmış, sadaka, zekat ve infakı bizzat kendi girişimleriyle işlevsel hale dönüştürerek çalışmanın önemini ortaya koymaya çalışmıştır. Yardım sandıkları teşekkül ettirmiş, fakir ve yetimlere karşı toplum kesimlerini duyarlı olmaya çağırarak çalışmanın bireysel ve toplumsal açıdan nasıl bir değer olduğunu sergilemiştir.15

PayLaşmak.:

Hacı Bayram Velî’nin bireye ve topluma kazandırmak istediği değerlerden biri de paylaşmaktır. Şüphesiz İslam ahlâkının genel karakterinde kazanmanın yanı sıra kazanılanı paylaşmak da vardır. Buradan hareketle Hacı Bayram Velî gerek toplumun geneline gerekse müridlerine kazançlarının helal olmasını ve kazandıklarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmayı tavsiye etmiştir. Genel olarak tasavvuf özel olarak Bayramîlik kültüründe dergaha gelenlere ikramda bulunma anlayış ve uygulamayı bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Şüphesiz bu tür uygulamaların temel amacı hem tarikat mensubları hem de halk arasında paylaşma kültürünü yaymak ve sürdürmek olduğunu unutmamak gerekir. Hacı Bayram Velî, müritleriyle birlikte Ankara’nın zenginlerinden zekât, sadaka ve fitre toplamak suretiyle fakir, yetim ve dul insanlara yardımcı olmaya çalışmıştır. Bu durumda Hacı Bayram Velî’nin yoksullar ve ihtiyaç sahipleri için bir vakıf gibi çalıştığı; dul, kimsesiz, yetim ve diğer muhtaç kesimler için bir vakıf rolü üstlendiğini söylemek mümkündür.16 Hacı Bayram Velî’nin müridlerinin nefs terbiyesi ile fakir insanların sevgi ve şefkatini kazanılması bakımından uyguladığı bu yöntem, günümüzde kamu ve özel kuruluşların bir kısmında “Sosyal Yardımlaşma” olarak hala varlığını sürdürmektedir.

SoNuç.:

İnsan, içinde yaşadığı koca evrende diğer varlıklarla ilişkisini kendi üstün ve mükemmel yaratılış fıtratına uygun biçimde sürdürmek için onlardan farklı olarak değer kabul ettiği temel unsurlara gereksinim duyar. Bu unsurlar, daha çok insanın iç âlemini düzenleyen ve dış âleme tutum ve davranış olarak yansıyan değerler manzumesidir. Bu manzumeler insanı doğruya, güzele, iyiye … sevk eder. Böylece insan, başta Yüce Yaratıcı Cenâb-ı ALLAH’a, sonra kendi cinsine ve diğer tüm varlıklara karşı takınacağı tutum ve davranışları, sahip olduğu değerlere göre düzenler. İnsanın bireysel ve toplumsal hayatını, tutum ve eylemlerini, amaç ve ideallerini belirlemesi ve onlara uygunluk sağlaması değerlerle mümkündür. Zâten insanın iç dünyasının zengin ve derin bir kişilik hâline ulaşması, ancak dayandığı değerlerle ölçülebilir. Bu anlamda, ‘insanı insan yapan değerleridir’ demek mümkündür. Değerler, ailede başlar, nesilden nesile aktarılarak devam eder. İnsanın ve toplumun genel karakteristik özellikleri, sahip oldukları değerleriyle ölçülür. Bu anlamda değerler, kültür ve medeniyeti oluşturan temel unsurlar arasında en önemli etkiye sahiptirler. Hem bireyler hem de toplumlar, değerlerini rol model şahsiyetlerin yaşantısında görme eğilimi gösterirler. Bu durum, aynı zamanda dini, tarihi, siyasi vs. kimliklere sahib şahsiyetleri de birer değer haline getirir.

Anadolu’nun orta yerinde 14. ve 15. yüzyılda yaşayan Hacı Bayram Velî, kendisi bir değer olduğu gibi, bireysel ve toplumsal hayatında yaşattığı değerleri, içinde yaşadığı topluma da aktaran önemli ve etkili bir şahsiyettir. Bize kadar ulaşan şiir, hayat ve menkıbelerinden yola çıkarak pek çok değeri yaşadığı ve yaşattığı görülmektedir. Nitekim insanın üstün yaratılmış bir varlık olmasından hareketle, onun kendisini bilmesi veya farkındalık bilincine sahip olmasını bir değer olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Dil, eğitim, sabır, sohbet, yardımlaşmak, paylaşmak, çalışmak, birlik ve beraberlik gibi daha pek çok değeri hem ders halkalarında ele aldığı hem de büyük halk kitlelerine yaşayarak kazandırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Böylece insanın doğru, güzel, iyi … gibi vasıflarla donatılmasını hedeflemiş ve nihayet dünya ve ahiret hayatında huzurlu ve mutlu olmasının yollarını öğretmiştir.

Dip NOTLar.:


(8) Yazıbaşı - Şimşek “Hacı Bayram Veli’nin Şiir ve Menkıbelerinde Değer Eğitimi”, c. 1, s.
311.
(9) Lamiî Çelebî, Nefehâtü’l-üns Tercümesi, İstanbul 1289, s. 684; Harîrîzâde Kemaleddin, Tibyânu
vesâili’l-hakâik fî selâsili’t-tarâik, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, no: 430-432, İstanbul,
c. I, vr. 171b; Mehmed Mecdî Efendi, Terceme-i Şakâyık-ı Nu’mâniyye, Matbaa-i Amire,
İstanbul 1269, s. 77; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd fî’l-mebdei ve’l-meâd, Matbaa-i
Amire, İstanbul 1288, s. 233; Bursalı Mehmed Tahir, Hacı Bayram-ı Velî, İstanbul 1341, s. 3;
Mehmed Ali Aynî, Hacı Bayram Veli, İstanbul 1343, s. 50; Ethem Cebecioğlu, Hacı Bayram
Velî ve Tasavvuf Anlayışı, Altındağ Belediyesi Kültür Yayınları, Ankara 2002.
(10) Kadir Özköse, “Hacı Bayram Velî’nin Tesir Halkası”, Uluslararası Hacı Bayram-ı Velî Sempozyumu
Bildiri Kitabı, Ankara 2016, c. 1, s. 270.
(11) Özköse, “Hacı Bayram Velî’nin Tesir Halkası”, s. 270.
(12) Lamiî Çelebî, Nefehâtü’l-üns Tercümesi, s. 684; Özköse, “Hacı Bayram Velî’nin Tesir Halkası”,
s. 269-270.
(13) Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr fî Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, Süleymaniye Kütüphanesi,
Yazma Bağışlar Bölümü, no: 2307-2309, İstanbul, c. II, s. 264; Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî
ve Tasavvuf Anlayışı, s. 121 vd; Özköse, “Hacı Bayram Velî’nin Tesir Halkası”, s. 271.
(14) Bursalı, Hacı Bayram-ı Velî, s. 5.
(15) Harîrîzâde, Tibyânu vesâili’l-hakâik fî selâsili’t-tarâik, c. I, vr. 173a; Özköse, “Hacı Bayram
Velî’nin Tesir Halkası”, s. 271; Mustafa Özkan, “Bayramiyye Tarikatı’nda Çalışma, Kazanma
ve Tüketim Ahlakı”, II. Uluslararası Hacı Bayram-ı Velî Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara
2016, c. 2, s. 277.
(16) Bursalı, Hacı Bayram-ı Velî, s. 4; Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, Yaşamı, Soyu, Vakfı,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983, c. I, s. 24; Özkan, “Bayramiyye Tarikatı’nda
Çalışma, Kazanma ve Tüketim Ahlakı” s. 280.

Kaynakça.:
* Arslan, Z. Şeyma – Yaşar, Fatma T., “Yükselen Değer Kavramı Üzerine Eleştirel Bir Yaklaşım”, DEM Dergi, Yıl: 1, Sayı: 1.
* Aydın, Mehmet Zeki, “Okulda Çalışan Herkesin Görevi Olarak Değerler Eğitimi”,
Ceceli Eğitim Kurumlarının Düzenlediği “Değerler Eğitimi Buluşması” Konulu Bildiri, Ankara, 2010.
* Aynî, Mehmed Ali, Hacı Bayram Veli, İstanbul 1343.
* Bayramoğlu, Fuat, Hacı Bayram-ı Velî, Yaşamı, Soyu, Vakfı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983.
* Bursalı Mehmed Tahir, Hacı Bayram-ı Velî, İstanbul 1341.
* Cebecioğlu, Ethem, Hacı Bayram Velî ve Tasavvuf Anlayışı, Altındağ Belediyesi Kültür Yayınları, Ankara 2002.
Harîrîzâde Kemaleddin, Tibyânu vesâili’l-hakâik fî selâsili’t-tarâik, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, no: 430-432, İstanbul.
* Kızıler, Hamdi – Canikli, İlyas, Değerler Eğitimi, Deneme Yayınları, Karabük 2018.
* Lamiî Çelebî, Nefehâtü’l-üns Tercümesi, İstanbul 1289.
* Mehmed Mecdî Efendi, Terceme-i Şakâyık-ı Nu’mâniyye, Matbaa-i Amire, İstanbul 1269.
* Özkan, Mustafa, “Bayramiyye Tarikatı’nda Çalışma, Kazanma ve Tüketim Ahlakı”, II. Uluslararası Hacı Bayram-ı Velî Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara 2016.
* Özköse, Kadir, “Hacı Bayram Velî’nin Tesir Halkası”, II. Uluslararası Hacı Bayram-ı Velî Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ankara 2016.
* Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd fî’l-mebdei ve’l-meâd, Matbaa-i Amire, İstanbul 1288.
* Silah, Mehmet, Davranış Bilimleri I, Sivas 1998.
* Vassâf, Hüseyin, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr fî Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü, no: 2307-2309, İstanbul.
* Yazıbaşı, Muhammed Ali – Şimşek, Vahdeddin, “Hacı Bayram Veli’nin Şiir Ve Menkıbelerinde Değer Eğitimi”, II. Uluslararası Hacı Bayram-ı Velî Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara 2017.
Resim
Cevapla

“Allah (c.c.) Dostları” sayfasına dön