BEHLÜL DANA

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
akin
Üye
Üye
Mesajlar: 31
Kayıt: 11 Şub 2007, 02:00

DOST’UN DÂN’SI

Mesaj gönderen akin »

DOST’UN DÂN’SI Resim Resim Resim BEHLÜL BAHÇESİ



Resim


BEHLÜL-İ DÂNÂ

Meczûb.
Hak Âşığı.
Çok tanınmış evliyâdan biri.
Asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî'dir.
Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret buldu.
Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir.
Kûfeli olduğu hâlde ömrünün çoğunu Bağdât'ta geçirdi.
Hârûn Reşîd'in kardeşi olduğuna dâir rivâyetler varsa da aslı yoktur.
Hârûn Reşîd'e nasîhat verirdi.
Herkese ders olacak hikmetli sözleri çok meşhûrdur.
805 (H.190) senesi Bağdât'ta vefât etti.
Dicle kenarında Şunûziyye kabristanlığına defnedildi.

Behlül-i Dânâ, zamânın büyüklerinin sohbetlerinde bulundu.
Eymen bin Nâbil, Amr bin Dînâr ve Âsım bin Ebi'n-Necîd'den hadîs-i şerîf öğrendi.
İbretli mânâlı sözler söyledi.
Menkıbeleri dilden dile aktarıldı.



Resim

Behlül-i Dânâ bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, oynayan çocuklar gördü.
Çocuklardan biri ise bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlül-i Dânâ o çocuğun yanına gitti ve:
"Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da sen de arkadaşlarınla oyna!" dedi ve çocuğun başını okşadı.
Çocuk bakışlarını Behlül'e çevirdi ve :
"Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık!" dedi.
Behlül bu söze şaştı ve çocuğa : "Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık?" diye sordu.
Çocuk : "Allahü Teâlâ’yı bilmek ve O'na ibâdet etmek için!" dedi.
Behlül Hazretleri : "Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.
Çocuk, Mü'minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi.
Meâlen : "Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?"
Hazret-i Behlül tekrar : "Ey çocuk. Sen hakîmâne konuştun. Bana biraz daha nasîhat et!" dedi ve ağlamaya başladı.
Kendinden geçmişti.
Kendine geldiğinde çocuğa : "Ey oğlum! Senin günâhın yok. Sen bir çocuksun. Nasıl oluyor da böyle düşünebiliyorsun?" diye sordu.
Çocuk da : "Ey Behlül! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de Cehennem'in yanan küçük odunlarından olacağımdan korkuyorum!" dedi.
Bu sözler üzerine Behlül-i Dânâ Hazretleri tekrar ağladı.
Kendinden geçti.
Kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi.
Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sordu.
Onlar : "Tanımadın mı?" dediler.
Behlül : "Hayır!" deyince,
Onlar : "Bu, Hazret-i Hüseyin evlâdından seyyid bir çocuktur." dediler.
Behlül de : "Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi." deyip oradan ayrıldı.


Resim

Bir gün Behlül-i Dânâ'ya : "Basra'daki Hak âşıklarını sayar mısın?" dediler.
O : "Bunlar sayıya sığmaz. İsterseniz öyle olmayanları söyleyeyim. Zîrâ bunlar birkaç tânedir." diye cevap verdi.
Soranlar özür dileyip oradan ayrıldılar.

Resim

Bir gün Behlül'ü kabristanda gördüler.
Ayaklarını kabir taşları arasına sokmuş toprakla oynuyordu.
Kendisine : "Ey Behlül ne yapıyorsun?" diye sordular.
Onlara gâyet sâkin olarak : "Bana eziyet etmeyen, gıybetimi yapmayan insanlarla oturup sohbet ediyorum. Bunlar sağ olanlardan daha emin!" diye cevap verdi.


Resim

Bir gün devrin halîfesi Hârûn Reşîd ile karşılaştı.
Halîfe : "Seni gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum." dedi.
Hazret-i Behlül güldü ve : "Benim böyle bir arzum yoktu." cevâbını verdi.
Buna rağmen Hârûn Reşîd kendisinden nasîhat istedi.
Hazret-i Behlül :
"Ne nasîhatı istiyorsun?
Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak!
Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden alır!
Hâlin ne olacak, ey müminlerin emîri!
Yarın Cenâb-ı Hakk'ın huzûruna çıkacaksın.
Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın.
Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün!
Bu hesap zamânında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın.
Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler.
Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?
" dedi.
Hârûn Reşîd onun nasîhatlarından çok istifâde ettiğini bildirdi.


Resim

Bir zaman Bağdât'ta fiyatlar çok yükselmişti.
Hayat pahalılığı çekilmez bir hâl aldı.
Muhammed bin İsmâil bin Ebî Fudayl gelerek : "Ey Behlül! Müslümanların ve bütün insanların hattâ hayvanların rahatlaması için Allahü Teâlâ’ya duâ etmez misin?" dedi.
O şöyle cevap verdi: "Allahü Teâlâ’ya yemin ederim ki, ben bu işe karışmam. Eğer bir buğday tânesi bir dinar olsa, bize emrettiği gibi Allahü Teâlâ’ya ibâdet etsek, O bize vâadettiği gibi rızkımızı verir!"
Sonra ellerini birbirine vurarak : "Ey dünyâyı ve süslerini toplayan, gözleri uykudan lezzet almayan kimse, nefsinle uğraşıp âhirete bir tedârik yapmadın, kıyâmet gününde Allahü Teâlâ’ya ne cevap vereceksin?" dedi.

Resim

Abdullah bin Mihran anlatıyor:
Hârûn Reşîd hacca gitti.
Dönüşünde bir müddet Kûfe'de istirahat etti.
Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için sokağa döküldü.
Behlül de çıkmıştı.
Çocuklar onunla oynayıp eğleniyorlardı.
Tam o sırada Hârûn'un develer üzerinde muhteşem kâfilesi gözüktü.
Çocuklar da Behlül'ü bırakıp onun seyrine koyuldular.
Tam Hârûn'un geldiği sırada Behlül yüksek sesle:
"Ey Hârûn!" diye seslendi.
Hârûn, perdeyi kaldırarak: "Buyur Behlül, ne istiyorsun?" dedi.
Behlül:"Ey Müminlerin Emîri! Eymen bin Nâil, Kudame bin Abdülâmir'den bize şöyle haber verdi ve dedi ki:
"Ben Resûl-i ekremi Arafat'tan dönüşte görmüştüm. Kızıl bir deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi, kimse de kovulmazdı! "Yol verin, yol verin!" diyen münâdileri de yoktu. Sen de bu usûle riâyet eyle. Bilmiş ol ki : tevâzu ile yolculuk etmen, kibir ile seyâhatinden hayırlıdır!"


Resim

Behlül Dânâ yine : "Bağdât ve etrafını nûrlandırıp aydınlatacak hediyeler götürüyor musun?" dedi.
Halîfe : "Bu hediyeler nasıl olur?" deyince,
Behlül Hazretleri : "İnsanlara Allahü Teâlâ’nın sevgisini, O'ndan korkmayı, onlara örnek olacak şekilde hâl ve hareketler, onlar hakkında temiz ve güzel düşüncelere sâhib olmak en güzel hediyedir." dedi.
Bunu dinleyen Hârûn Reşîd ağlayarak : “Ey Behlül, biraz daha anlat!" dedi. Behlül:
"Memleketinin bir köşesinde bir mazlum zulme uğrasa, sen memleketin diğer köşesinde bile olsan, Allahü Teâlâ bunun hesâbını senden soracak!
Allahü Teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen :
"Şüphesiz ki iyiler Naîm Cenneti'ndedir. Kötüler ise Cehennem'dedir." buyurdu (İnfitar sûresi: 13-14).
Âhirette, Cennet veya Cehennem dışında gidilecek üçüncü bir yer yoktur. O hâlde hazırlığını buna göre yap!
" dedi.
Halîfe : "Amellerimiz hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Behlül Hazretleri : "Allahü Teâlâ’dan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan amel makbuldür!" buyurdu.
Halîfe : "Peygamber efendimizle, akrabâlık olarak yakınlığımız hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Behlül : "Peygamber efendimize akrabâlıktan ziyâde, bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir." dedi.
Halîfe : "Peygamber efendimizin şefâatine kavuşabilecek miyiz?" deyince de,
Behlül : "Onu Allahü Teâlâ bilir!" buyurdu.
Halîfe : "Nasıl yaşayalım?" diye sordu.
Behlül : "Allah'tan kork! Her hâlinde Muhammed aleyhisselâmın sünnetine tâbi ol! Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun!" dedi.
Halîfe : "Çok güzel söylüyorsun, şu hediyemi kabûl et!" dedi.
Behlül Hazretleri de :
"Onu kimden aldınsa ona ver!
Dünyâdaki sâhipleri yakana yapışmadan önce, verenin yoluna harca!
Bunu burada yap! Âhirete kalırsa onlara bir şey bulup veremezsin, râzı edemezsin!
" diye cevap verdi.
Parayı almayınca, Hârûn Reşîd : "Para borcun varsa onu ödeyelim!" dedi.
Behlül : "Kûfe'de birçok ilim sâhipleri vardır. Borç ile borcun ödenmeyeceğinde ittifak etmişlerdir!" dedi.
Hârûn Reşîd : "Bâri ihtiyâcını temin edelim!" deyince,
Behlül Hazretleri : "Allahü Teâlâ senin Rabbin olduğu gibi, benim de Rabbim'dir! Seni hatırlayıp beni unutması muhâldir!" buyurdu.


Resim

Bir gün halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşîd'e gidip :
"Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var?
Bizi kendi hâlimize bıraksın!
Sonra her koyun kendi bacağından asılır!
" gibi sözlerle şikâyet ettiler.
Bunun üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ'yı çağırtıp, halkın isteğini bildirdi.
Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti.
Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı.
Bunu gören halk gülerek : "Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zâten!" diyorlardı.
Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan da bütün mahalle zarar görüyordu.
Kokudan durulmaz hâle gelince, aynı kişiler Hârûn Reşîd'e gidip, durumu anlattılar.
Behlül Dânâ'yı çağırtıp, sorduğunda: "Bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara gösterdim!" diye cevap verdi.


Resim

Hasan bin Sehl anlatır:
Bir gün çocuklar, Hazret-i Behlül'e taş atmağa başladılar.
Taşın birisi vücûdunu kanatınca : "Ey çocuklar! Ben, Allahü Teâlâ’ya tevekkül ettim. O elbette bana kâfidir. O ne güzel vekildir. Ancak Allahü Teâlâ’ya yaklaşmak insana rahatlık verir. İnsanlara ezâ ve cefâ yapanlar hiç merhametli olur mu?" dedi.
Ben dayanamadım : "Ey Behlül, çocuklar sana taşla vuruyorlar, sen onlara merhamet ediyorsun. Bu nasıl iştir?" dedim.
O da, "Sus!.. Allahü Teâlâ, benim üzüntü ve acımı, onların da sevincinin çokluğunu elbet biliyor. Bâzımızı, bâzımıza bağışlaması umulur!" buyurdu.


Resim

Adamın birisi namaz kılmaz, diğer ibâdetleri yapmaz ama her gece yatarken :
"Yâ Rabbî! Bana Cennet'ini ver!" diye duâ ederdi.
Bir gece aynı şekilde yattı.
Geç vakitte, damdan bir tıkırtı geldiğini hissederek uyandı.
Hemen çıkıp : "Kimsin, orada ne arıyorsun?" dedi.
Damda bulunan Behlül Dânâ idi ve :
"Devem kayboldu da onu arıyorum!" dedi.
Ev sâhibi : "Kaybolan deve damda olması mümkün mü? Bu akılsızlık değil midir?" deyince,
Behlül-i Dânâ : "Senin, hiç ibâdet etmemen ve sonra da Allahü Teâlâ’dan Cennet'i istemen daha akılsızlık değil midir?" buyurdu.
Ev sâhibi O zaman, Behlül-i Dânâ'nın kendisine nasihat vermek için böyle yaptığını anladı.
Hatâsını anlayıp, tövbe etti ve ibâdetlerini aksatmadan yapmaya başladı.


Resim

Bir gün Behlül-i Dânâ'nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa götürmüştü.
Doğruca kalkıp kabristânlığa gitti ve kapısına oturdu.
Bunun farkına varanlar başına toplanıp : "Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin?" dediler.
Onlara : "Yolunu şaşırmış o adamcağızı burada bekliyorum!" diye cevap verdi.
Bu söze oradakiler kahkaha ile güldüler ve : "Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada işi ne?" dediler.
Bunun üzerine Behlül Hazretleri : "Siz hiç merak etmeyin o mutlakâ bu kapıya gelecek! Ecel onu buraya getirecektir!" buyurdu.
Bu sözler üzerine herkes derin düşüncelere daldı.

Resim

Behlül bir gün Hârûn Reşîd'in taht odasını boş buldu ve çıkıp tahta oturuverdi.
Bunu gören askerler onu kamçı ile dövmeye başladılar.
Askerler vurdukça o : "Vah Hârûn Reşîd! Vah Hârûn Reşîd!" diyordu.
O esnâda halîfe geldi ve manzara karşısında donup kaldı.
Askerleri uzaklaştırdıktan sonra :
"Ey Behlül! Bu ne hâl?" diye sordu.
Behlül :
"Senin için ağlıyorum!
Burada tahtı boş bulup bir an oturdum!
Bu kadar kırbaç yedim!
Sen ise senelerdir bu tahtın üzerinde oturuyorsun!
Hâlin ne olur diye düşündüm!
"
Hârûn Reşîd : "Peki ne yapmam lâzım?" dedi.
Behlül :
"Mâdem ki bu yükün altına girdin.
Zulme meyletme!
Adâlet üzere ol!
Böylece tahtında otur!
" buyurdu.


Resim

Behlül Dânâ Hazretlerinin halîfe Hârûn Reşîd'e bir nasîhati de şöyle oldu.
Bir gün halîfeye : "Ey Hârûn Reşîd! Yer içinde, yer üzerinde ve göklerde çok olan nedir?" diye sordu.
Hârûn Reşîd : "Bunu bilmeyecek ne var? Yer içinde ölüler, yer üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökte ise meleklerdir." dedi.
Behlül : "Değil!" buyurdu.
Halîfe : "Nedir?" deyince,
Behlül-i Dânâ : "Ey Halîfe! Yer içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları, yer üzerinde insanların hırs ve tamahı, gökte ise âdil hükümdarların sevaplarıdır." buyurdu.
Bu sözler üzerine Hârûn Reşîd ağlamaya başladı.
Kullanıcı avatarı
akin
Üye
Üye
Mesajlar: 31
Kayıt: 11 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen akin »

DOST’UN DÂN’SI Resim Resim Resim BEHLÜL BAHÇESİ


Resim


BEHLÜL-İ DÂNÂ



Resim

Bir gün Hârûn Reşîd, Behlül ile görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istedi.
Bu şekilde adamlarını gönderip Behlül'ü getirmelerini söyledi.
Gidenler Behlül'ü boş bir mezar içinde uyur buldular.
Uyandırdıklarında : "Siz ne yaptınız! Beni pâdişâhlık makâmından indirdiniz! Şimdi ben ne yapacağım?" dedi.
Görevliler gidip bu sözleri halîfeye bildirdiler.
Hârûn Reşîd onun bu hâline bir mânâ veremedi, huzûruna geldiğinde :
"Ey Behlül! Bu ne iş. Sen hangi pâdişâhlıktan indirildin?" dedi.
O, bu soru üzerine : "Ey Halîfe! Rüyâmda kendimi hükümdâr olmuş gördüm. Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lâkin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum!"
Bu sözlere Hârûn Reşîd güldü ve : "Ey Behlül! Rüyâdaki pâdişâhlığa îtibâr olur mu?" dedi.
Bunun üzerine Behlül Hazretleri :
"Ey müminlerin emîri!
Benim hükümdarlığım ile seninki arasında ne fark var.
Ben gözlerimi açınca hayat buldum.
Sen gözlerini kapayacak olsan ebediyyen emirlikten düşecek saltanatından olacaksın ve nedâmet, pişmanlık günün başlayacak.
O halde hangimizin hükümdârlığına îtibâr yoktur siz söyleyin!
" dedi.
Bunun üzerine Hârûn Reşîd söyleyecek söz bulamadı.

Resim

Behlül-i Danâ Hazretleri bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, iki kişinin kıyasıya kavga ettiklerini gördü.
Biri diğerine ağza alınmayacak şeyler söylüyordu.
Behlül-i Dânâ onun yanına yaklaşıp : "Sen bize gel ne söylersen söyle lâkin bizden bir tek kelime karşılık alamazsın!" dedi.
Öfkeden deliye dönmüş adam birden durdu ve : "Ey Behlül : Beni o mağlûb edemedi. Lâkin sen mağlûb ettin!" dedi.
Böylece kavgacılar dövüşü bırakarak hatâlarını anladılar.

Resim

Bir gün halîfe Hârûn Reşîd Behlül-i Dânâ'ya kıymetli bir hırka hediye etmek istedi:
"Ey Behlül! Şu paha biçilmez hırkayı giy! Benim sana hediyemdir!" dedi.
Behlül-i Dânâ Hazretleri geri çekilip :
"Ben ancak pamuklu hırka giyebilirim. Pederimin bana nasîhat ve vasiyeti şu idi:
"Oğlum! Toprak üstünde yat! Lâkin bir döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin!"

Resim

Birisi Behlül-i Dânâ'ya gidip : "Ey Behlül! Oğlum vefât etti. Kabir taşına ne yazayım?" dedi.
Behlül Hazretleri buna gülüp :
"Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi!
Ey yolcu, bil ki şu toprak, günahlardan başka her şeyi örtmektedir, yaz!
" dedi.

Resim

Behlül-i Dânâ Hazretleri şu beytleri sık sık okurdu:

"Bayram, yeni elbiseler giyenler için değildir.

Ancak ilâhî azâptan emin olanlar içindir.

Bayram bineklere binenler için de değildir.

Ancak hatâ ve isyânı bırakanlar içindir!
"

Resim

Behlül-i Dânâ, duâsı makbul bir zâttı.
Aşağıdaki şiir onundur:

Hırsı bırak da, yorulma,

Geçimde tamaha kapılma!

Niçin malı cem edersin,

Kime topladın bilemezsin!

Rızık vaktiyle ayrıldı,

Sû-i zan faydasız kaldı!..

Her hırs sâhibi fakirdir,

Her kanaatkârsa zengin!


Resim

HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN

Behlül Dânâ şehirde, dolaşıp ara sıra,
Nasîhat ediyordu, bir kısım insanlara.

Ve eğer görür ise, bâzı yanlış işleri,
Derhal îkâz ederdi, gidip o kişileri.

Bu durumdan rahatsız olan bâzı kişi de,
Şikâyet eylediler, onu Hârûn Reşîd'e.

Dediler ki: "Behlül'e, söyleyin de ey Sultan,
Yaptığımız işlere, karışmasın her zaman.

Bizim günahımızla, ne derdi var ki onun,
Hem kendi bacağından, asılmaz mı her koyun?"

Çağırdı Hârûn Reşîd, Behlül'ü sarayına,
Halkın şikâyetini, söyledi aynen ona.

O, terk etti sarayı, hiç bir cevap vermeden,
Ve bir kaç koyun alıp, onları kesti hemen.

Her sokağın başına, o kesik koyunları,
Kendi bacaklarından, asıverdi onları.

İnsanlar bunu görüp, dediler: "Ne olacak,
Delinin yapacağı, nihâyet budur ancak!"

Lâkin günler geçtikçe, o etler kokuyordu,
Bundan bütün mahalle, rahatsız oluyordu.

Artık durulmaz oldu, bu kokudan nihâyet,
Halk gidip halîfeye, eylediler şikâyet.

Dediler: "Ey halîfe, Behlül'e söyleyiniz,
Astığı koyunlardan, bîzar olduk hepimiz!"

Hârûn Reşîd, Behlül'ü çağırıp sordu hemen,
O ise şöyle dedi, halîfeye cevâben:

"Kendi bacaklarından, astım ben her koyunu,
Ne için şikâyete, geldiler size bunu?

Demek ki bu şekilde, asılsa da her koyun,
Kokunca, her insana, zararı varmış onun.

Anlatmak istedim ki, onlara ben bu halle,
"Bir kötünün şerrini, çeker bütün mahalle."


Resim

BİZ DE VAKTİYLE GÜZEL YİYECEKLERDİK!

Halîfe Hârûn Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken :
"Ey Behlül!
Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim.
Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul! Yenilerini giy!
İnsanlar arasına karış!
" dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Behlül :
"Müsâde ederseniz bir danışayım!" dedi.
Halîfe : "Kime danışacaksın, kimsen yok ki?" diye cevap verdi.
Behlül de : "Ben danışacağım yeri biliyorum." dedi ve oradan ayrıldı. Hârûn Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe (tuvalete-wc) gitti.
Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı.
Bir şeyler söylendi.
Daha sonra oradan ayrıldı.
Saraya yöneldi.
Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halîfeye bildirmişlerdi.
Behlül huzûra girince, Halîfe Hârûn Reşîd ona :
"Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevâbı." dedi.
Behlül : "Danıştım efendim! Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil." dedi.
Halîfe heybetle : "Ey Behlül! Sen gidip çöplere (dışkılara) danışmışsın, haberim oldu." dedi.
Behlül de : "Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım.
Onlar bana cevap verdiler ve dediler ki:
“Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik!
Bütün güzellikler bizde idi!
Sevgi ve itibarımız çoktu!
Ne zaman ki insanlar arasına karıştık.
İşte bu hâle geldik!
Çöpe atıldık (pislik olarak çıktık)!
Sen de sakın insanların arasına karışma!
" dediler.
Bu sözlerdeki ince mânâları anlayan Hârûn Reşîd:
"Haklısın!" deyip düşüncelere daldı.

Resim

ÖLÜM BİR NASÎHATTİR

Hârun Reşid devrinde, yaşayan velî bir zât,
Aslen Kûfeliyse de, Bağdat'ta sürdü hayat.

Hârûn Reşîd bu zâtı, kıymetli tutuyordu,
Nasîhatları ile, ferahlık duyuyordu.

Bir gün onu görünce, dedi ki: "Beni dinle,
Görüşmek istiyordum, çok zamandır seninle."

O, oralı olmayıp, etmedi hiç iltifât,
Dedi: "Öyle bir arzu, olmadı bende fakat."

Kızmadı Hârûn Reşîd, cevâbına Behlül'ün,
Dedi: "Biraz nasîhat, etsene bana bu gün."

Buyurdu: "Ey hükümdâr, ne diyeyim ben sana,
Bir şu sarayına bak, bir de şu kabristana.

Bundan ibret almayan, başka neden alır ki,
Ölümden daha büyük, nasihatçı var mı ki?

Ey emîrel müminin, nolacak senin hâlin?
Huzûr-u ilâhîye, çıkarsın sen de yârın.

İşlediğin her işten, soracaklar sana hep,
Onlara verilecek, cevâbın var mı acep?

O gün çıkar meydana, çok perişan olduğun,
Başka ne nasîhati, istiyorsun ey Hârun?"



Kaynaklar:

1) Fevâtü'l Vefâyât : c.1, s.228, 230
2) El-A'lâm : c.2, s.77
3) El-Beyân ve't-Tebyîn : c.2, s.230
4) Tabakâtü'l Kübrâ li'ş-Şa'rânî : c.1, s.68
5) Ravd-ur-Reyyâhîn : s.60
6) Muhâdarât-ül-Ebrâr : s.409
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi : c.2, s.137




BİR DELİYE BİR VELİ ROLÜ

Ebu Müslim Havlani bir toplulukta konuşulanları dinler.
Hemen hepsi de hanımından şikayette bulunmaktadırlar.
Ancak Ebu Müslim’de şikayet filan yoktur.
Derler ki:– Veli gibi bir hanıma düştün de sesin sedan çıkmıyor değil mi?
Omuzlarını silkerek cevap verir:
– Bizimki veli filan değil kelimenin tam manasıyla delidir deli!…
– Öyle ise derler nasıl geçiniyorsun böyle deli biriyle?
Cevap verir:
– Ben usulünü biliyorum da öyle geçiniyorum, kavga gürültümüz o yüzden olmuyor!…
Büsbütün meraka düşerler.
– Deli gibi biriyle kavgasız gürültüsüz geçinmenin usulü nedir ki? diye sormaktan kendilerini alamazlar.
Şöyle izah eder Ebu Müslim, geçinmenin sırrını.
Der ki:
– Allahü Azimüşşan, Âdem Aleyhisselam’ı topraktan yarattığında bedenine önce aklı koydu. Akıllı bir adam oldu.
Sonra öfkeyi yarattı. Ona da Âdem’in bedenine girmesini emretti.
Öfke:
– Ben dedi. Âdem’in bedenine giremem. Çünkü orada akıl vardır! Akılla ikimiz bir yerde asla duramayız!…
Rabbimiz buyurdu:
– Ey öfke! Sen Âdem’in bedenine girmeye çalış, oraya yönel. Akıl senin geldiğini görünce hemen çıkıp gider, kendi yerini sana bırakır. Böylece sen de Âdem’in bedeninde hükmünü icra eder, onu deli yaparsın.

Ebu Müslim burada der ki :
– İşte biz hanımla bu konuda anlaştık.
Dedik ki : mademki insana öfke gelince akıl gidiyor, insan delinin teki haline geliyor.
Öyle ise evde kim öfkelenirse o an sanki o delidir.
Deliye karşı ise bir veli lazımdır.
Ben öfkelenirsem hemen farkına varacaksın, sabır gösterip ters cevap vermeyeceksin.
Çünkü ben o an deli sayıldığımdan deli adamdan her şey beklenir diyerek veli rolüne gireceksin, aklım gelinceye kadar bir deliye bir veli rolü oynayacaksın.

Ebu Müslim burada şunu da ilave eder:
– Tabii der, bu sabır benim için de geçerli bir görevdir.
Bazen hanım öfkelenir, bu defa o deli durumuna girer bana veli rolü düşer, ben bir veli gibi sabır gösterir, karşılık vermemeye çalışırım.
Aklı gelip de akıllı insana muhatap olduğumu anlayıncaya kadar, bu sabır devam eder.

Ebu Müslim bundan sonrasını şöyle tamamlar:
– İşte der ey dostlar, benim hanımdan şikayetçi olmayışımın sebebi budur.
Gül gibi geçinip gitmemizin sırrı da buradadır.
Tavsiye ederim, siz de bir deliye bir veli rolü oynayın, öfkelenince karşı taraf veli rolüne girsin, sabır ve tahammülü esas alsın, göreceksiniz ki tartışma kısa zamanda son bulacak, taraflar birbirlerine karşı sevgiyle dolacak.
Çünkü öfkeli taraf kendisine karşılık verilmeyişinin takdirini, minnettarlığını duyacak.
Bu da mutluluk vesilesi olacak.
Sakın “bir deliye bir veli rolü basit bir şey” deyip de geçmeyin.
Sadece bir deneyin yeter.
İşte size güzel geçinmenin sırrı.
(1)


Kaynak:
1) Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
2) Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas
Kullanıcı avatarı
akin
Üye
Üye
Mesajlar: 31
Kayıt: 11 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen akin »

DOST’UN DÂN’SI Resim Resim Resim BEHLÜL BAHÇESİ


Resim


BEHLÜL-İ DÂNÂ



Resim

Behlül Dane bi gün herzaman olduğu gibi dolaşıyomuş ve Harun Reşid in vezirleri onu görmüş harun reşide çıkmışlar ve :
“Sultanım tamam bu senin kardeşin ama bize çarşıda soruyolar bu mu Harun Reşid in kardeşi diye biz cevap vermiyoruz buna biraz çeki düzen vermek lazım!”
Harun Reşid’de huzuruna çağırttırır ve emir verir :
“Bundan sonra bizimle birlikte sarayda kalacaksın!” der.
Ve sonrasında görülmemiş bi hizmet fırtınası kopartır.
Behlül Dâna nın bir dediği iki edilmez ve öyle bir sofra hazırlanır ki bir kuş sütü eksik.
Behlül Dâna yiyebildiğini yer ve yiyemediğini bırakır.
Harun Reşit bunun her gün devam edeceğinin garantisini verir ve sarayda temelli kalmasını ister.
Behlül Dâna yarım saat müsade ister ve tuvalete gider.
Biraz dolaşır ve geri gelir.
Harun Reşid e döner ve derki :
“Valla ben dün kötü bi evde kaldım ev yıkık döküktü ve evdekilerin durumu da o kadar iyi değildi.
Ve bi sıcak çorba verdiler biraz da yavan ekmek yedim doydum.
Ama olay şu ki ben dün de tuvalete aynısını yaptım bugün de.
Ben kalmıyorum arkadaş.!
" der ve gider.

Resim

Birgün adamın biri Behlül'e akıl danıştı:
“Ey Behlül Dana, ben zengin olmak istiyorum, bana ne tavsiye edersin?”
Behlül bir an düşünüp cevap verdi:
“Demir al, demir sat!”
Demir ticareti eski çağlardan beri kârlı bir iş olarak biliniyordu. Çünkü demir hiç fire vermeyen, daima üstüne koyan bir maddeydi.
Adam Behlül'ün tavsiyesine uyup demir ticaretine başladı ve gerçekten kısa zamanda dilediği gibi zengin biri oldu.
Zengin olduktan sonra Behlül için :
"Bu ne budala adam, verdiği akılla herkes köşeyi dönüyor,
kendisi fakirlikten kırılıyor!
" diye düşündü.
Bir zaman sonra Behlül'ün karşısına çıktı, yeni bir akıl danıştı:
“Ey Behlül Divâne (Dana yerine aptal yerine koyarak divane diyor) ben demir alıp satmaktan yeterince zengin oldum.
Biraz da başka bir iş yapayım.
Bu sefer ne tavsiye edersin?
”
Behlül adamın içini dışını bildiğinden onu kötü niyetine kurban edecek bir tavsiyede bulundu: “Soğan al, soğan sat!”
Soğan ticaretinin de riskli işlerden biri olduğu bilinir.
Soğan devamlı fire veren bir nesnedir.
Adam soğan ticaretine başlayınca kısa zamanda iflas bayrağını çekti ve kötü kalbliliğinin cezasını pahalı bir biçimde ödedi.

Resim

ATEŞ DÜNYADAN GİDİYOR

Abbasi'lerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dana (VIII. yüzyıl) dönemin evliyasındandı.
Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı.
Ama bunu maksatlı yapardı.
Behlül daima Harun Reşid'in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı.
Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculuktan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid'in huzuruna çıktı.
Harun Reşid sordu:
“Be ne hal Behlül, nereden geliyorsun?”
“Cehennemden geliyorum ey hükümdar!”
“Ne işin vardı cehennemde?”
“Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim.”
“Peki, getirdin mi bari?”
“Hayır efendim getiremedim. Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar : "Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir!" dediler."

Resim

ÇARŞI PAZAR AĞALIĞI

Behlül Dana birgün Harun Reşid'den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi.
Behlül hemen işe koyuldu.
İlk olarak bir fırına gitti.
Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi.
Dönüp fırıncı ya sordu:
"Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk çocuğunla ağzının tadı var mı?"
Adam her soruya olumsuz cevap verdi.
Memnun olduğu bir şey yoktu.
Behlül birşey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti.
Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor.
Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.
Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi.
Harun Reşid : "Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?" dedi.
Behlül açıkladı:
“Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış!”

Resim

SARAYDA İFTAR

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e tembih etti:
“Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et!”
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi.
Harun Reşid şaşırdı:
“Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin!”
“Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz.
Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum.
Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi.
Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış!
”

Resim

SENİN İŞİN DAHA ZOR

Behlül Dânâ'nın menkıbelerinden kitaplar meydana getirilmiştir.
Bunların hepsi insanları iyiliğe, doğruluğa, Allah rızasını kazanmaya özendirici bir nitelik taşır.
Türk halkı arasında da bunlardan bir bölümü bilinmekte ve anlatılmaktadır.
Bir hac ibadeti sırasında Harun Reşid ve Behlül yüksekçe bir yere oturup oradan ibadet ve dua eden ve bu arada ağlayıp gözyaşı döken insan selini seyrediyorlardı.
Behlül Dana halifeyi uyarmak için yeni bir fırsat yakalamıştı.
Dedi ki:
“Ey müslümanların halifesi, bütün bu ağlayıp sızlayan insanlar kendi nefislerinin günahlarının hesabını verip veremeyeceklerini bilmedikleri için ağlaşıyorlar.
Halbuki sen kendi nefsinin hesabı yanında bütün bu insanların da hesabını vereceksin!
”
Kullanıcı avatarı
MBurak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 415
Kayıt: 12 Ağu 2007, 02:00

BEHLÜL DANA

Mesaj gönderen MBurak »

BEHLÜL DANA

Meczûb. Hak âşığı. Çok tanınmış evliyâdan biri. Asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî'dir. Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret buldu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Kûfeli olduğu hâlde ömrünün çoğunu Bağdât'ta geçirdi. Hârûn Reşîd'in kardeşi olduğuna dâir rivâyetler varsa da aslı yoktur. Hârûn Reşîd'e nasîhat verirdi. Herkese ders olacak hikmetli sözleri çok meşhûrdur. 805 (H.190) senesi Bağdât'ta vefât etti. Dicle kenarında Şunûziyye kabristanlığına defnedildi.

Behlül-i Dânâ, zamânın büyüklerinin sohbetlerinde bulundu. Eymen bin Nâbil, Amr bin Dînâr ve Âsım bin Ebi'n-Necîd'den hadîs-i şerîf öğrendi. İbretli mânâlı sözler söyledi. Menkıbeleri dilden dile aktarıldı.

Oyun için yaratılmadık

Behlül-i Dânâ bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, oynayan çocuklar gördü. Çocuklardan biri ise bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlül-i Dânâ o çocuğun yanına gitti ve;

"Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da sen de arkadaşlarınla oyna." dedi ve çocuğun başını okşadı.

Çocuk bakışlarını Behlül'e çevirdi ve;

"Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık." dedi.

Behlül bu söze şaştı ve çocuğa;

"Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık." diye sordu.

Çocuk;

"Allahü teâlâyı bilmek ve O'na ibâdet etmek için." dedi.

Behlül hazretleri;

"Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.

Çocuk, Mü'minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi. Meâlen; "Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?"

Hazret-i Behlül tekrar;

"Ey çocuk. Sen hakîmâne konuştun. Bana biraz daha nasîhat et." dedi ve ağlamaya başladı. Kendinden geçmişti.

Kendine geldiğinde çocuğa;

"Ey oğlum! Senin günâhın yok. Sen bir çocuksun. Nasıl oluyor da böyle düşünebiliyorsun?" diye sordu.

Çocuk da;

"Ey Behlül! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de Cehennem'in yanan küçük odunlarından olacağımdan korkuyorum." dedi.

Bu sözler üzerine Behlül-i Dânâ hazretleri tekrar ağladı. Kendinden geçti. Kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi. Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sordu.

Onlar;

"Tanımadın mı?" dediler.

Behlül;

"Hayır." deyince, onlar;

"Bu, hazret-i Hüseyin evlâdından seyyid bir çocuktur." dediler.

Behlül de; "Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi." deyip oradan ayrıldı.

Sayıya sığmaz

Bir gün Behlül-i Dânâ'ya;

"Basra'daki Hak âşıklarını sayar mısın?" dediler.

O;

"Bunlar sayıya sığmaz. İsterseniz öyle olmayanları söyleyeyim. Zîrâ bunlar birkaç tânedir." diye cevap verdi.

Soranlar özür dileyip oradan ayrıldılar.

Sohbet

Bir gün Behlül'ü kabristanda gördüler. Ayaklarını kabir taşları arasına sokmuş toprakla oynuyordu.

Kendisine;

"Ey Behlül ne yapıyorsun?" diye sordular.

Onlara gâyet sâkin olarak;

"Bana eziyet etmeyen, gıybetimi yapmayan insanlarla oturup sohbet ediyorum. Bunlar sağ olanlardan daha emin." diye cevap verdi.

Ne Nasihat İstiyorsun?

Bir gün devrin halîfesi Hârûn Reşîd ile karşılaştı.

Halîfe;

"Seni gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum." dedi.

Hazret-i Behlül güldü ve;

"Benim böyle bir arzum yoktu." cevâbını verdi. Buna rağmen Hârûn Reşîd kendisinden nasîhat istedi. "Ne nasîhatı istiyorsun? Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden alır! Hâlin ne olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk'ın huzûruna çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamânında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?" dedi. Adâleti ile meşhûr olan Hârûn Reşîd onun nasîhatlarından çok istifâde ettiğini bildirdi.

Buğday tanesi bir dinar olsa

Bir zaman Bağdât'ta fiyatlar çok yükselmişti. Hayat pahalılığı çekilmez bir hâl aldı. Muhammed bin İsmâil bin Ebî Fudayl gelerek;

"Ey Behlül! Müslümanların ve bütün insanların hattâ hayvanların rahatlaması için Allahü teâlâya duâ etmez misin?" dedi.

O şöyle cevap verdi:

"Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben bu işe karışmam. Eğer bir buğday tânesi bir dinar olsa, bize emrettiği gibi Allahü teâlâya ibâdet etsek, O bize vâdettiği gibi rızkımızı verir." Sonra ellerini birbirine vurarak; "Ey dünyâyı ve süslerini toplayan, gözleri uykudan lezzet almayan kimse, nefsinle uğraşıp âhirete bir tedârik yapmadın, kıyâmet gününde Allahü teâlâya ne cevap vereceksin?" dedi.

Benim de Rabbimdir

Abdullah bin Mihran anlatıyor:

Hârûn Reşîd hacca gitti. Dönüşünde bir müddet Kûfe'de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için sokağa döküldü. Behlül de çıkmıştı. Çocuklar onunla oynayıp eğleniyorlardı. Tam o sırada Hârûn'un develer üzerinde muhteşem kâfilesi gözüktü. Çocuklar da Behlül'ü bırakıp onun seyrine koyuldular. Tam Hârûn'un geldiği sırada Behlül yüksek sesle:

"Ey Hârûn!" diye seslendi.

Hârûn, perdeyi kaldırarak:

"Buyur Behlül, ne istiyorsun?" dedi. Behlül:

"Ey Müminlerin Emîri! Eymen bin Nâil, Kudame bin Abdülâmir'den bize şöyle haber verdi ve dedi ki:

"Ben Resûl-i ekremi Arafat'tan dönüşte görmüştüm. Kızıl bir deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi, kimse de kovulmazdı. "Yol verin, yol verin!" diyen münâdileri de yoktu. Sen de bu usûle riâyet eyle. Bilmiş ol ki; tevâzu ile yolculuk etmen, kibir ile seyâhatinden hayırlıdır."

Behlül Dânâ yine;

"Bağdât ve etrafını nûrlandırıp aydınlatacak hediyeler götürüyor musun?" dedi.

Halîfe;

"Bu hediyeler nasıl olur?" deyince,

Behlül hazretleri;

"İnsanlara Allahü teâlânın sevgisini, O'ndan korkmayı, onlara örnek olacak şekilde hâl ve hareketler, onlar hakkında temiz ve güzel düşüncelere sâhib olmak en güzel hediyedir." dedi.

Bunu dinleyen Hârûn Reşîd ağlayarak;

"Ey Behlül, biraz daha anlat!" dedi.

Behlül:

"Memleketinin bir köşesinde bir mazlum zulme uğrasa, sen memleketin diğer köşesinde bile olsan, Allahü teâlâ bunun hesâbını senden soracak. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki iyiler Naîm Cenneti'ndedir. Kötüler ise Cehennem'dedir."buyurdu (İnfitar sûresi: 13-14). Âhirette, Cennet veya Cehennem dışında gidilecek üçüncü bir yer yoktur. O hâlde hazırlığını buna göre yap." dedi.

Halîfe;

"Amellerimiz hakkında ne dersiniz?" diye sordu.

Behlül hazretleri;

"Allahü teâlâdan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan amel makbuldür." buyurdu.

Halîfe;

"Peygamber efendimizle, akrabâlık olarak yakınlığımız hakkında ne dersiniz?" diye sordu.

Behlül;

"Peygamber efendimize akrabâlıktan ziyâde, bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir." dedi.

Halîfe;

"Peygamber efendimizin şefâatine kavuşabilecek miyiz?" deyince de,

Behlül;

"Onu Allahü teâlâ bilir." buyurdu.

Halîfe;

"Nasıl yaşayalım?" diye sordu.

Behlül;

"Allah'tan kork. Her hâlinde Muhammed aleyhisselâmın sünnetine tâbi ol. Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun." dedi.

Halîfe;

"Çok güzel söylüyorsun, şu hediyemi kabûl et." dedi.

Behlül hazretleri de;

"Onu kimden aldınsa ona ver. Dünyâdaki sâhipleri yakana yapışmadan önce, verenin yoluna harca. Bunu burada yap. Âhirete kalırsa onlara bir şey bulup veremezsin, râzı edemezsin." diye cevap verdi.

Parayı almayınca, Hârûn Reşîd;

"Para borcun varsa onu ödeyelim." dedi.

Behlül:

"Kûfe'de birçok ilim sâhipleri vardır. Borç ile borcun ödenmeyeceğinde ittifak etmişlerdir." dedi.

Hârûn Reşîd:

"Bâri ihtiyâcını temin edelim." deyince,

Behlül hazretleri;

"Allahü teâlâ senin Rabbin olduğu gibi, benim de Rabbim'dir. Seni hatırlayıp beni unutması muhâldir." buyurdu.

Hârûn Reşîd, bu sözleri işitince ağladı.

Her koyun kendi bacağından

Bir gün halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşîd'e gidip;

"Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır." gibi sözlerle şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ'yı çağırtıp, halkın isteğini bildirdi.

Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Bunu gören halk gülerek; "Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zâten." diyorlardı. Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan da bütün mahalle zarar görüyordu. Kokudan durulmaz hâle gelince, aynı kişiler Hârûn Reşîd'e gidip, durumu anlattılar. Behlül Dânâ'yı çağırtıp, sorduğunda:

"Bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara gösterdim." diye cevap verdi.

Bazımızı Bazımıza

Hasan bin Sehl anlatır:

Bir gün çocuklar, hazret-i Behlül'e taş atmağa başladılar. Taşın birisi vücûdunu kanatınca,

"Ey çocuklar! Ben, Allahü teâlâya tevekkül ettim. O elbette bana kâfidir. O ne güzel vekildir. Ancak Allahü teâlâya yaklaşmak insana rahatlık verir. İnsanlara ezâ ve cefâ yapanlar hiç merhametli olur mu?" dedi. Ben dayanamadım.

"Ey Behlül, çocuklar sana taşla vuruyorlar, sen onlara merhamet ediyorsun. Bu nasıl iştir?" dedim.

O da,

"Sus!.. Allahü teâlâ, benim üzüntü ve acımı, onların da sevincinin çokluğunu elbet biliyor. Bâzımızı, bâzımıza bağışlaması umulur." buyurdu.

Kaybolan deve

Adamın birisi namaz kılmaz, diğer ibâdetleri yapmaz ama her gece yatarken;

"Yâ Rabbî! Bana Cennet'ini ver!" diye duâ ederdi.

Bir gece aynı şekilde yattı. Geç vakitte, damdan bir tıkırtı geldiğini hissederek uyandı. Hemen çıkıp;

"Kimsin, orada ne arıyorsun?" dedi.

Damda bulunan Behlül Dânâ idi ve;

"Devem kayboldu da onu arıyorum." dedi.

Ev sâhibi,

"Kaybolan deve damda olması mümkün mü? Bu akılsızlık değil midir?" deyince,

Behlül-i Dânâ;

"Senin, hiç ibâdet etmemen ve sonra da Allahü teâlâdan Cennet'i istemen daha akılsızlık değil midir?" buyurdu.

Ev sâhibi O zaman, Behlül-i Dânâ'nın kendisine nasihat vermek için böyle yaptığını anladı. Hatâsını anlayıp, tövbe etti ve ibâdetlerini aksatmadan yapmaya başladı.

Bu kapıya gelecek

Bir gün Behlül-i Dânâ'nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa götürmüştü. Doğruca kalkıp kabristânlığa gitti ve kapısına oturdu. Bunun farkına varanlar başına toplanıp;

"Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin?" dediler.

Onlara;

"Yolunu şaşırmış o adamcağızı burada bekliyorum." diye cevap verdi.

Bu söze oradakiler kahkaha ile güldüler ve;

"Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada işi ne?" dediler.

Bunun üzerine Behlül hazretleri;

"Siz hiç merak etmeyin o mutlakâ bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir." buyurdu. Bu sözler üzerine herkes derin düşüncelere daldı.

Boş Taht

Behlül bir gün Hârûn Reşîd'in taht odasını boş buldu ve çıkıp tahta oturuverdi. Bunu gören askerler onu kamçı ile dövmeye başladılar. Askerler vurdukça o;

"Vah Hârûn Reşîd. Vah Hârûn Reşîd!" diyordu.

O esnâda halîfe geldi ve manzara karşısında donup kaldı. Askerleri uzaklaştırdıktan sonra;

"Ey Behlül! Bu ne hâl?" diye sordu.

Behlül;

"Senin için ağlıyorum. Burada tahtı boş bulup bir an oturdum. Bu kadar kırbaç yedim. Sen ise senelerdir bu tahtın üzerinde oturuyorsun. Hâlin ne olur diye düşündüm."

Hârûn Reşîd;

"Peki ne yapmam lâzım?" dedi.

Behlül;

"Mâdem ki bu yükün altına girdin. Zulme meyletme. Adâlet üzere ol. Böylece tahtında otur." buyurdu.

En çok
Behlül Dânâ hazretlerinin halîfe Hârûn Reşîd'e bir nasîhati de şöyle oldu.

Bir gün halîfeye;

"Ey Hârûn Reşîd! Yer içinde, yer üzerinde ve göklerde çok olan nedir?" diye sordu.

Hârûn Reşîd;

"Bunu bilmeyecek ne var? Yer içinde ölüler, yer üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökte ise meleklerdir." dedi.

Behlül; "Değil." buyurdu.

Halîfe;

"Nedir?" deyince,

Behlül-i Dânâ;

"Ey Halîfe! Yer içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları, yer üzerinde insanların hırs ve tamahı, gökte ise âdil hükümdarların sevaplarıdır." buyurdu.

Bu sözler üzerine Hârûn Reşîd ağlamaya başladı.

Rüyadaki padişahlık

Bir gün Hârûn Reşîd, Behlül ile görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istedi. Bu şekilde adamlarını gönderip Behlül'ü getirmelerini söyledi. Gidenler Behlül'ü boş bir mezar içinde uyur buldular. Uyandırdıklarında;

"Siz ne yaptınız. Beni pâdişâhlık makâmından indirdiniz. Şimdi ben ne yapacağım." dedi.

Görevliler gidip bu sözleri halîfeye bildirdiler. Hârûn Reşîd onun bu hâline bir mânâ veremedi, huzûruna geldiğinde;

"Ey Behlül! Bu ne iş. Sen hangi pâdişâhlıktan indirildin?" dedi.

O, bu soru üzerine;

"Ey Halîfe! Rüyâmda kendimi hükümdâr olmuş gördüm. Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lâkin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum."

Bu sözlere Hârûn Reşîd güldü ve;

"Ey Behlül! Rüyâdaki pâdişâhlığa îtibâr olur mu?" dedi.

Bunun üzerine Behlül hazretleri;

"Ey müminlerin emîri! Benim hükümdarlığım ile seninki arasında ne fark var. Ben gözlerimi açınca hayat buldum. Sen gözlerini kapayacak olsan ebediyyen emirlikten düşecek saltanatından olacaksın ve nedâmet, pişmanlık günün başlayacak. O halde hangimizin hükümdârlığına îtibâr yoktur siz söyleyin." dedi.

Bunun üzerine Hârûn Reşîd söyleyecek söz bulamadı.

Ne söylersen söyle

Behlül-i Danâ hazretleri bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, iki kişinin kıyasıya kavga ettiklerini gördü. Biri diğerine ağza alınmayacak şeyler söylüyordu.

Behlül-i Dânâ onun yanına yaklaşıp;

"Sen bize gel ne söylersen söyle lâkin bizden bir tek kelime karşılık alamazsın." dedi.

Öfkeden deliye dönmüş adam birden durdu ve;

"Ey Behlül; Beni o mağlûb edemedi. Lâkin sen mağlûb ettin." dedi. Böylece kavgacılar dövüşü bırakarak hatâlarını anladılar.

Hırka

Bir gün halîfe Hârûn Reşîd Behlül-i Dânâ'ya kıymetli bir hırka hediye etmek istedi:

"Ey Behlül! Şu paha biçilmez hırkayı giy. Benim sana hediyemdir." dedi.

Behlül-i Dânâ hazretleri geri çekilip;

"Ben ancak pamuklu hırka giyebilirim. Pederimin bana nasîhat ve vasiyeti şu idi: "Oğlum! Toprak üstünde yat. Lâkin bir döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin."

Birisi Behlül-i Dânâ'ya gidip; "Ey Behlül! Oğlum vefât etti. Kabir taşına ne yazayım." dedi. Behlül hazretleri buna gülüp; "Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu, bil ki şu toprak, günahlardan başka her şeyi örtmektedir, yaz." dedi.

Biz de vaktiyle güzel yiyeceklerdik

Halîfe Hârûn Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken;

"Ey Behlül! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasına karış." dedi.

Bunun üzerine hazret-i Behlül;

"Müsâde ederseniz bir danışayım." dedi.

Halîfe;

"Kime danışacaksın, kimsen yok ki?" diye cevap verdi.

Behlül de; "Ben danışacağım yeri biliyorum." dedi ve oradan ayrıldı.

Hârûn Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe gitti. Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halîfeye bildirmişlerdi. Behlül huzûra girince, halîfe Hârûn Reşîd ona;

"Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevâbı." dedi.

Behlül;

"Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil." dedi.

Halîfe heybetle;

"Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışsın, haberim oldu." dedi.

Behlül de;

"Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve;

"Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma." dediler. Bu sözlerdeki ince mânâları anlayan Hârûn Reşîd: "Haklısın." deyip düşüncelere daldı.



1) Fevâtü'l Vefâyât; c.1, s.228, 230
2) El-A'lâm; c.2, s.77
3) El-Beyân ve't-Tebyîn; c.2, s.230
4) Tabakâtü'l Kübrâ li'ş-Şa'rânî; c.1, s.68
5) Ravd-ur-Reyyâhîn; s.60
6) Muhâdarât-ül-Ebrâr; s.409
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.137


Netpano
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/brk.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

BEHLÜL DANA

Mesaj gönderen kulihvani »

AŞKın Bahası BahaNa
ATEŞe DÜŞe ki YaNa
DeRBeNT-lisi DiVâNâsı
PaRVânâsı, Pervil DâNâ…


Resim

ZEVK 4490

Her NEFES “Belâ!” BâDesi.. “KûN feyeKûN” u Resim MeYHâNa
SeBBaHa!” RAKSında ÂLEM!.. KiM DiVâNâ? KiM PaRVâNâ?
SU” yun TeSTisi “BUZ” dan Dost!. rAHMET BULan ERİ-mekte
FARKa-ARKa-ÇARKa GELen Resim OL-makta Bir BeHLüL DâNâ!...


23.05.11 18:01
ayazağa..istnbl…



Behlül-i Dânâ Hazretleri:

Ebû Vüheyb b. Amr b. el-Muğîre el-Kûf î es - Sayrafî (ö.183/799 [?]) Şahsiyeti meçhul bir sûfî ve hakîm.
Meczûb. Hak âşığı. Çok tanınmış evliyâdan biri.
Asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî'dir. Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret buldu.
Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir.
Kûfeli olduğu hâlde ömrünün çoğunu Bağdât'ta geçirdi.
Hârûn Reşîd'in kardeşi olduğuna dâir rivâyetler varsa da aslı yoktur.
Hârûn Reşîd'e nasîhat verirdi. Herkese ders olacak hikmetli sözleri çok meşhûrdur.
805 (H.190) senesi Bağdât'ta vefât etti. Dicle kenarında Şunûziyye kabristanlığına defnedildi.

Haram giren ve haram (yalan) çıkan ağızla yapılan duayı,Allahü teâlâ kabul etmez.”
(Kelam-ı kibarlarından)

Ukalâ-yi mecânînden (deli görünüşlü akıllılar) olan Behlûl-i Dânâ Behlûl-i Dîvâne, Sultânü'I-meczûbîn ve Abbasî halifesi Hârûnü’r- Reşîd (788-809) ile olan münasebeti dolayısıyla Behlûl er-Reşîd diye de anılır.
Hakkındaki bilgilerin büyük bir kısmı menkıbe mahiyetindedir.
Diğer behlûllere ve meczuplara ait söz ve hikâyeler çoğunlukla ona bağlandığı gibi birtakım halk fıkraları da kendisine mal edilmiştir.
Rivayetler Behlûl'ün aslen Kûfeli olduğunu ve Bağdat'ta yaşadığını göster-mektedir.
Kaynakların verdiği bilgilere göre Behlûl başlangıçta saf ve deli değildi.
Sonradan ilâhî cezbeye tutularak kendinden geçtiğine, bir daha kendine gelemediğine ve nefsinin tamamıyla silinip gittiğine inanılan Behlûl'ün bundan sonraki hal ve hareketleri oldukça gariptir.
Yarı deli haline gelmesine rağmen sözleri nükteli ve iğneleyici, davranışları anlamlı ve uyarıcıdır.
Hakkındaki menkıbelere göre mezarlarda ve harabelerde dolaşır, yalnızlığı sever, zaman zaman çocukların maskarası olur, onlar tarafından taşlanır, ama o bunları hep hoş karşılardı.
Behlûle atfedilen fıkra ve hikâyeler hem güldürücü hem düşündürücüdür.
Bazı menkıbeler onu Hârûnü’r- Reşîd'in kardeşi, bazıları yeğeni, bazıları da ne-dimi olarak gösterir.
Hârünürreşîd'e gerçekleri hiç çekinmeden söylediği, hatalarını çeşitli biçimlerde yüzüne vurarak onu doğru yola getirmeye ve uyarmaya çalıştığı, bunun için de eline geçen fırsatları kaçırmadığı rivayet edilir. Behlûl-i Dânâ diğer behlûller gibi gülmesi ve kahkahasıyla da meşhurdur.
Sorulan sorulara ekseriya gülerek, bazan kahkaha atarak cevap verir, ancak bu alaycı tavırları genellikle bir uyarı ve öğüt anlamı taşırdı.
Behlül-i Dânâ'nın vefatı bazı kaynaklarda 190 (806) olarak da belirtilmektedir.

Behlûl tasavvufî eserlerde Allah âşığı bir sûfî ve velî olarak gösterilmiştir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Abdülvehhâb eş-Şa'rânî, Abdürraüf el-Münâvî ve hatta İbnü'l-Cevzinin eserlerinde onun Hak âşığı bir meczup olduğu önemle belirtilmiştir.
Attâr'ın İlâhînâme'sinde, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevisinde, Yâfiî'nin er-Ravzü'r-reyahin'inde ona ait fıkra ve menkıbeler anlatılmıştır.
Nefzâvî, er-Ravzü'l-âtır'da Behlûl'ü âşıkane hikâyelerin kahramanı olarak gös-termiştir.
İbn Kuteybe'nin Uyûnü'l-ahbar'ında, İbn Abdürabbih'in el-İkdü'l-ferîd'inde, Lâmiî Çelebi'nin Letâifnâme'sinde Behlûl-i Dânâ menkıbelerine yer verilmesi, bu fıkraların halk arasında geniş çapta yayıldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Behlûl-i Dânâ'nın menkıbe ve fıkraları Arap ve İran edebiyatında olduğu gibi Türk halk edebiyatında da önemli bir yer tutmaktadır.

Şiî kaynakları Behlûl'ün İmam Ca'fer es-Sâdık'ın (ö. 148/765) talebesi oldu-ğunu, aslında Şiî olduğu halde takıyye gereği Sünnî göründüğünü, hatta baskı görmemek ve fikirlerini serbestçe ifade etmek için deli olmadığı halde deliliğe vurarak kendini korumaya çalıştığını kaydederler.
Tarih bakımından bu husus mümkün olmadığı için onu on iki imamdan Mûsâ el-Kâzım'ın veya Ali er-Rızâ'nın talebesi sayanlar da vardır.
Ancak onun Şiî olduğunu gösteren hiçbir ilmî delil yoktur.
Behlûl'e ait olduğu ileri sürülen ve bazı kütüphanelerde nüshalarına rastlanan el-Kaşîdetü'I-Bühlûliyye sonraki devirlerde derlenmiştir.
(Diyanet İslam Ansiklopedisi, Behlül-i Dana md.)

Bir Güldestesi…

Behlûl Dânâ’nın gerçek Hakk Dostu olduğunu bilen Abbasî halifesi Hârûnürreşîd açıkgözlük yapıp: “Bu gamsız tasasız, şen-şakrak ve HiKMeti-HiMMeti yüksek Behlül'le bir antlaşma yapayım!” demiş.
“Behlül sen beni seversin ya, ben de seni severim ya, artık dünyada ahrette her şeye ortağız he mi?” demiş.
Behlül bu, hiç düşünmeden: “He Vallahi!” deyivermiş..
Harun da: “Hadi gel tahtın yarısı senin gidelim otur!” deyince.
Behlül başlamış somurtmaya: “Ne tahta oturması ben de mayasır-hemeroit var!” deyip fırlamış..
Bir daha güldüğü de hiç görülmemiş.
Hârûnü’r- Reşîd, hep izletmekte ki izleyici: “Bu gün, bir kasap dükkanından kahkahayla çıktı!” deyince,
Hemen buldurmuş: “Behlül, bu gün ilk kez gülmüşsün ne güzel?” demiş.
Behlül BaBa: “Hee Vallah! Kasap Dükkanında gördüm ki ak koyun ak bacağından, kara koyun kara bacağından asılmış. Ben de ortak olunca, senin işlediğin zulümler yüzünden benden de hesap sorarlar diye üzülüp duruyordum. Meğer boşunaymiş kederim!”
der..
Resim
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön