İHLÂS ve RİYA

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



İHLÂS ve RİYA



İşit şimdi riya nedir? İhlas nedir? Bunları bil ki amellerine riya karışmasın. Zira riya bir nevi şirktir.

Fudayl b. İyaz (k.s.) müridlerine nasihat etti:

-Siz birbirinizi ihlasa getirebildiğiniz kadar getirin. Müridler,

-Ey şeyhimiz, riya ve ihlasın ne olduğunu bize açıklar mısın, dediler. Fudayl b.İyaz (k.s.) buyurdu:

“Kişi kendini halkın izzetinden, hürmetinden ve şöhretinden vazgeçirip horlanmaya ve alçakgönüllülüğe bırakmadan ihlası elde edemez. Halkın arasına karışıp halkın ilgisini, hürmetini gözetip beklemek kişiyi riyaya düşürür. Kendinizi ve amelinizi halktan gizleyin. HAK Teâlâ, siz istemeden sizi ortaya çıkarırsa ondan da bir zarar gelmez.”

Bilmiş ol ki HAK yolunun eşkiyası çoktur. Dini ve imanı yağma ederler. Bu yolun hırsızları sıdk ve ihlası çalar, insanı imansız bir şekilde dünyadan ahirete gönderirler. Onlar çoktur ama en büyüğü, en gayretli olanı riyadır ki diğerleri ona tabidir.

Kitabın başında, bütün şerlerin başı dünyayı sevmektir demiştik. Şimdi de kişinin amelini yok edip, sahibini ahirette perişan eden riyadır diyoruz. Fakat riyaya sebep olan şey de yine dünyadır ve dünyayı sevmektir. Kibirdir, dünyanın şöhretini, izzetini ve hürmetini sevmektir.

Bunların hepsinden, insan nefsini kurtarmalıdır. İhlastan maksat her şeyi HAKK’ın rızasına uygun yapmaktır. Amelin o zaman ALLAH için olur. Ne dünyevi ne uhrevi amelden hiçbir beklentin olmayacak. Günahını halktan gizlediğin gibi amelini de gizleyeceksin. Seni iyi tanımalarını önemsemeden amelini gizleyeceksin. İbadetini kimseye duyurmayacaksın. Çünkü HAK Teâlâ ortak kabul etmez.


ALLAH Teâlâ buyurdu:

“Ben, bana şirk koşanların şirkinden uzağım. Her kim bir amel işlediğinde yarısını başkasına bağışlarsa yani o amelden benden başka bir maksadı olursa ben ondan uzağım. O kişi bana ortak koşmuş olur. Öyle kimseleri cehenneme koyarım.”

(Ebu Nuaym, Hilye 4/385)

Nitekim HAK Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“RABBinin ibadetine kimseyi şerik etmesin.” (Kehf 18/10)

Bazı şeyhler der ki:

“ALLAH için amel etmek şudur: Kişinin yaptığı ameldeki maksadı cennet umudu ve cehennem korkusu olmamalıdır. Huri, gılman, cennet ve ahiret nimetleri veya cehennemin şiddetli azabından korkmak olmamalıdır. ALLAH’tan başka bir maksat gütmemelidir.”

Kişinin böyle bir maksadı olursa riyaya girmiş olur. Riya, takva ehline göre büyük şirktir. Zahir ehline göre küçük şirk olsa bile her iki halde de kötüdür. Çünkü riya, ister küçük olsun, ister büyük olsun hayırlı değildir. Küçük dediğimiz günahlar zamanlar birike birike büyük olur. Araplar ne güzel söyler:

“Habbe habbe olur kubbe kubbe”

Öyleyse kişinin riyadan korunup amelini ihlasla yerine getirmesi gerekir. Özellikle HAKK’ı talep edenler, tövbekar olanlar, çalışıp amellerini ihlasla yapmalıdırlar.

Meşayih-i kiramdan biri şöyle der:

“Tam otuz yıdır amellerimi ihlasla yapmak için uğraşıyorum.”

Sordular:

-Nasıl başardın?

Cevap verdi:

-Otuz yıl gönlümün kapıcısı oldum. HAK’tan başka bir şeyi gönlüme koymadım. Amellerimdeki ihlası böyle elde ettim.

Riya herkese gelebilir, bazıları riyayı çok çabuk defeder. İhlası elde etmiş seçkin kimselerin defettiği gibi. Fakat riya öyle gizlidir ki değme kişiler ondan gafil olur, onu farkedemezler.

Bundan dolayı Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Riya gayet gizlidir. Karanlık bir gecede kara bir karıncanın kara bir bez üzerinde yürümesi gibi belirsizdir.”

(Ebu Nuaym, Hilye 3/36)

İhlasla amel etmek isteyenler gizli bir yerde, temiz bir niyetle oturmalıdırlar. Hiç kimseyi görmemelidir. Hiç kimseye ben şöyle yaptım diye söylememelidir. Eğer bütün amellerin halktan gizlenmesi gerekir mi, diye soracak olursan, hemen cevap vereyim.

Farz olan amelleri açıktan yapmak gerekir. Farz olan ameller açıktan yapılmazsa münafık durumuna düşülür.

Beş vakit namaz cemaatle kılınmalı, ramazan orucu tutulmalı, halkla bayram etmeli, öşür vermeli, hac farz olunca hacca gitmeli, zekat farz olunca zekat vermeli ve bunun gibi amelleri açıktan yerine getirmelidir.

Bu ameller açıktan halkla birlikte yapılmazsa, halktan gizlenirse münafık olunur. Çünkü dedikodu ve gıybete sebep olunur. Gıybet ise büyük günahlardandır.

Halk böyle yapan kimse için namaz kılmaz, oruç tutmaz, malı var hacca gitmez, tövbe etmez, malının zekatını vermez, tahılının öşrünü dağıtmaz diyerek gıybet edip günaha girer. Bu durumda müslümanları günahkar eden münafık olur.

Doğrusu yukarıda belirttiğim amelleri açıkça yapmak gerekir, hayırlısı budur. Bunları yerine getirirken de usulünce yapmalı, halkı huzursuz etmemelidir. Herhangi bir mescidde beş vakit namazı kılmak ve sadece zekat verdiği kimseye bunun zekat olduğunu söylemek yeterlidir.

Farz olan bu amellere de riya karıştırmamaya çok dikkat etmek gerekir. Halk kendisine,

-Beş vakit namazını kılar, oruç tutar, zekat verir, hacca gider, öşrüne dikkat eder; bu ne hoş adam, böylesi cihanda bulunmaz, derse kendisi bunları duyduğunda hoşuna giderse bu da çok kötü bir riyadır. Yani borç ödenir ama sevap elde edilmez.

Gerçi bazıları farzların yerine getirlmesinde riya olmayacağını iddia etmişlerse de bu söz zayıftır. Şöyle bilesin ki farz amellere riya karışırsa HAK Teâlâ katında sevap olarak karşılığı yoktur.

Riya karışmaması için, nafile orucu, nafile namazı, nafile haccı, sadakayı gizli yapmak lazımdır.

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Sadakalarınızı gizli verin. Öyle gizleyin ki sağ elinizin verdiğini sol eliniz görmesin.”

(Buhari, Zekat,13)

HAK Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Sadakalarınızın ecrini başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayınız” (Bakara 2/264)

Doğrusu, farz olan amellerin dışındaki amelleri, HAK Teâlâ’dan başka kimsenin bilmemesi hayırlıdır.



HİKAYE

Şeyh Bayezid-i Bistami hazretleri (k.s.) talebelik zamanında abdest alıp mescide girdi. İki rekat namaz kılmak istiyordu.

Tam “ALLAHUEKBER” diyerek namaza duracağı sırada şeyhinin de aynı mescidde olduğunu farketti.

Kendi kendine,

- Şu namazı huzurla kılayım, şeyhim görsün, diye düşündü. İki rekat namazı bitirdiğinde şeyhi kendisine,

- Ey riyakar Bayezid. Git yedi yıllık namazını iade et. Riya ile namaz kılanların ibadetleri HAK katından geri çevrilir, dedi.

Bayezid-i Bistami (k.s.) yedi yıl tazarru ve niyaz ile namazlarını kaza etti. Çalıştı, çabaladı kendini mürailer defterinden sildirdi.

Ey dertsiz, sen her gün amelini halka arzedersin, dinini dünyaya satıp gezersin. Acaba halinin ne olacağını hiç düşünüyor musun? Bayezid (k.s.) iki rekat namazı şeyhi için huzurla kılmayı gönlünden geçirdi diye yedi yıllık namazı reddolundu. Sen, acaba benim halim ne olur demezsin.


Beyit

Ey mürai ko riyayı sıdk ile ihlasa gel
Kır riya leşkerlerin ihlas kılıcın al ele




Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen MINA »

Resim


Kurbet Yolları ve Rıza


Kurbet Yolları


Bir insan için en önemli mesele kurbettir; yani, Allah'a yakın olmaktır. Allah'a yakınlık, cismin cisme yakınlığı değildir; o mânevî bir yakınlıktır. Bizim müteşâbihâta girmeme adına kullandığımız üslûb içinde, kurbet, kendi uzaklığımızı aşma demektir.

Evet, O bize her şeyden, herkesten daha yakındır; gözsüz göremese, sağırlar duyamasa, hisleri, ihsasları işlemeyen mahrumlar anlayamasalar da O'ndan daha ayân, daha yakın kimse yoktur. O herkese herkesten daha yakındır; bir uzaklık sözkonusu ise, o insanlara aittir. Uzaklık, cismaniyetle, bedenle, nefis mekanizmasıyla alakalı bir husustur. Şehvet, gazap, öfke, kin, nefret, hırs ve inat... gibi kuvveler uzaklaştırıcı faktörlerdir.

Bu açıdan, yakınlık, bu kuvvelerin ifrat ve tefritlerini aşmak, istikamet üzere olmak, güzel ahlakı yakalamak, Cenâb-ı Allah'ın yarattığı üzere fıtrat-ı asliyeyi korumak, o kaybedilmiş ise ciddi bir gayretle tekrar öze dönmek demektir.

Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i sahîha, Cenâb-ı Hakk'a yaklaşmanın değişik yolları olduğundan bahsediyor. Mesela, Hazreti Ebu Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) diyorlar ki: “Allahu Teâlâ ferman buyurdu: “Her kim Benim velîlerimden bir velîye düşmanlık ederse, şüphesiz Ben ona îlân-ı harp ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili hiçbir amel ile Benim kurbiyetime mazhar olamaz.

Bir de, kulum nafileler ile Bana yaklaşır ha yaklaşır ve nihayet öyle bir hâle gelir ki artık Ben onu severim. Onu sevince de, onun işiten kulağı, gören gözü, tutup yakalayan eli... olurum (Yani; onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya meşîet-i hâssa dairesinde cereyan etmeye başlar). Böylesi bir kul Benden birşey isterse istediğini muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa onu hıfz ve sıyânetim altına alırım.”

Bu hadisin ifadesiyle, insan farzlarla belli bir ölçüde Cenâb-ı Hakk'a yaklaşır. Farzlarla kurbeti yakalama en sağlam bir yoldur. Çünkü farz dediğimiz şeyler, dindeki zarûriyattır, olmazsa olmaz esaslardır. Hakikî zarûriyât imân esasları; bir manada zarurîyât da İslâm'ın şartlarıdır.

Evet, farzlar çok önemli bir kurbet vesilesidir; ama, hadis-i şerifte özel bir kurbetten daha bahsediliyor. Yani, “iyyâke n'abudu ve iyyake nesta'în – Allahım, yanlız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileniriz.” diyerek sürekli istediğimiz bir kurbet daha vardır. Bu, kendimizi, kendi uzaklığımızı aşmaya mâtuf bir kurbet talebidir.

Yardım O'ndan olduktan sonra, Cenâb-ı Hak hiç umulmadık şekilde öyle kurbetler ihsan eder, öyle kurbet cilvelerine mazhar kılar ki, belki hiç düşünmediğimiz, aklımızın köşesinden hiç geçmeyen, hiç tasavvur etmediğimiz, hayalimize de hiç gelmemiş olan yakınlıklara ulaştırılırız. Çünkü nafileler ile kurbet ifade edilirken “...onun işiten kulağı, gören gözü, tutup yakalayan eli... olurum.” deniyor.


Evet, bu ifadeler bir mânâda müteşâbih olsa da, hadiste nafileler yoluyla daha derince bir kurbete ulaşmanın mümkün olduğu vurgulanıyor. Bu husus, nafilelerin “cebren linnoksan-eksikleri kapama, yarayı sarma” vazifesi görmeleri itibâriyledir. Yani farzında eksiği, gediği, kusuru olan insan nafilelerle onu telafi ettiği için, farzlarla arzulanan netice nafilelerle elde ediliyor. Öyleyse, ana atkılar yine farzlardır; nafileler ise, onların üzerindeki dantela gibi işlenmiş nakışlar...

Ayrıca, kurbet-i nevâfil (nafileler vesilesiyle yakınlık) daha ziyâde evliyâullaha mahsustur. Peygamberler onu aşmıştır; onlar, kurbet-i ferâiz karîbleridir (farzları eda yoluyla yakınlığa eren kutlulardır).

Farzların hakkını vererek Allah'a yaklaşma, Enbiyâ-ı izâm ve onların hâlis varisleri olan Asfiyâ-ı Kirâm efendilerimize mahsus bir kurbettir.

İmam-ı Rabbânî hazretleri Mektubat'ında bu mevzu üzerinde ısrarla duruyor; farzlarla Allah'a yakın olmanın ehemmiyetine dikkat çekiyor; hatta nafilelere çok düşkünlük gösterirken düşünce ve kanaat itibariyle dahi olsa farzlara gölge düşürmeyi hatarlı-tehlikeli görüyor. Mesela, her gün 100 rekat nafile namaz kılan biri “Şu farzı kılayım da kendi namazlarıma başlayayım.” şeklinde düşünse ve “kendimin” dediği nafileleri farzların önüne çıkarsa, onun, kurb-u ferâizle alınan mesafenin çok gerisinde kalacağını belirtiyor.

Bir kurbet eri, Allah emrettiği için, Allah'ın rızasına ulaşmak için yapar yapacağı şeyleri; yani, onun yegâne hedefi Allah'ın rızasıdır. O, “Rabbimin benden hoşnut olmasından başka hiçbir talebim yok” der durur. Gönlünü tamamen o hedefe bağlamıştır.

Öyle ki, yer yer beşerî ve cismânî farklı mülahazalar bu duygusunun önüne dökülse, ciddi rahatsızlık duyar. Dahası, ihlasla alakalı bir sırrı başkaları tarafından bilinince tevbe eder.

Hatta sebebini bilemediği, iradesiyle önünü alamadığı çok ciddi bir heyecan, bir gözyaşı... dahi onu rahatsız eder, odasına girer ağlar; “Ya Rabbi, tam ayırt edemedim; o hissim, o gözyaşım ve o davranışımla sadece Seni mi hedeflemiştim, yoksa başka mülahazlarla da kirlettim mi o anı? İrademle önleyebilir miydim başkalarına şirin görünen o tavırlarımı? Yoksa ihlas düsturuna ihanet mi ettim?” der, vurunur, dövünür.

Gece, yüzünü yere koyduğu zaman gündüz yaptığı ibadetlerden dolayı bile “estağfirullah” der. Busîrî, Kaside-i Bürde'sinde “Amelsiz sözden Allah'a sığınırım.” diyor.

Kurbet eri de, iyilik adına yaptığı çok şeyden dolayı dahi Allah'a sığınır, zahirî yüzü itibariyle güzel görünen amellerine bile “estağfirullah” der, “İhlassız, beklentilere bina edilmiş amelden Allah'a sığınırım” söz ve itikadını vird edinir, sadece O'nun rızasına kilitlenir, ihlasa düğümlenir ve her şeyinde O'nu arar.

Bir diğer husus da şudur: Sa'd b. Ubade'nin oğlu dua ederken, uzun uzun tarifler yapıyor, istediği her şeyi bir bir sayıp döküyor; mesela, “Allah'ım bana Cennet ver, kenarında şöyle ırmaklar aksın, üzerinde böyle kuşlar uçuşsun...”diyor.

Hazreti Sa'd hemen oğlunu uyarıyor; “Oğlum, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) duayı böyle yapmayı, duanın teferruatında mübalağayı men etmişti.” diyor. Acaba neden duada mübalağa men ediliyor?

Çünkü biz meseleleri dar havsalamıza göre şekillendiriyoruz; oysa ki, Allah (celle celâluhu) kudsî hadiste şöyle buyuruyor: “Ben, sâlih kullarıma –her davranışı sağlam, arızasız, hayatını iyilik ve hayır dairesinde sürdüren, yaptığı iyi bir iş ile yeni bir iyi işe ulaşan ve sâlih amel yapışanlara– öyle şeyler hazırladım ki, onları ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de herhangi bir insan tasavvur etmiş. Tasavvur edilmedik şeyler, sürpriz nimetler...

Evet, Cenâb-ı Hakk'ın sâlih kullarına, hâlis kullarına hazırladığı şeyler bu vus'atte ise, meseleyi insanın dar havsalası ve dar idrâkine havale etmek uygun düşmeyecektir.

İnsan, sadece burada gördüğü, alıştığı, lezzet dediği, zevk olarak bildiği argümanları esas alır, o argümanların darlığına hapsolur ve onların kalıplarına sıkışmış isteklerde bulunursa Allah'ın çok geniş olarak vaz' ettiği şeyleri daraltmış olur. İşte duada mübalağanın yasaklanmasının mânâsı da burada gizlidir.

Esas olan insânî ve dünyevî kalıpların darlığında sıkışmamaktır; yoksa bir kul sürekli dua etse, ilâhî rahmete müteveccih ellerini/kollarını hiç indirmese yine de duada mübalağa etmiş sayılmaz.

KIRIK TESTİ...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim

.... devâmı

Sultanu’l-ârifîn Bayezid-i Bistâmi (k.s.) bir gün nâfile oruç tutmuştu. İkindi vakti girdiğinde ağzına kuru bir üzüm tânesi alarak orucunu bozdu. Ancak nefsine şöyle diyordu.


-Ne sana olsun ne bana. Nefsi feryat edip,

-Beni zarara uğrattın. Önce sevindirip sonra üzdün,
dedi.



Meşhur kıssadır. Meşâyihten biri bir yudum su içti. Sakaya 100 altın verdi. Verdiğine de hiç üzülmedi. Ancak nefsi,
-ALLAH yolunda bir günde bu kadar altın verilir mi, diyordu nefsine,

-Verdimse bir içim su karşılığı verdim, diyerek nefsine hiç minnet etmedi.


Ey dertsiz, sen bir fakire 5-10 akçe versen, o kadar minnet beklersin ki o fakir incinir. Rastladığın yerde sana hürmet göstermezse,

- Yazık yazık, sadakalarımı yediği halde bana selâm vermiyor, dersin. Kendini o kadar beğenir, o kadar yüksek görürsün ki âdeta şeytanlaşırsın.

Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) buyuruyor:

“Güzel amellerin gurûrundan ALLAH’a sığınırım.”




Sana bir rivâyet daha anlatayım. Belki duydun ama tekrar dinlemekte fayda vardır.

Bir gün Sultanu’l-âşıkîn Burhanu’l-ârifîn Bayezid-i Bistâmi hazretleri (k.s.) elli haccın sevâbını mısır unu ile yapılmış bir pideye sattı. Elli haccının sevâbıyla satın aldığı pideyi de bir köpeğe yedirdi. Bütün amellerinden ferâgat etti.

Eğer, “Niçin böyle yaptı?” dersen.

“Nefsinin ümidini kesmek içindir” derim.




Şeyh Süleyman Dârâni hazretleri (k.s.) bir müridinin evine misâfir oldu.

Mürid hanımına seslendi:

-Hâtun, şeyhimin yemeğini son haccımdan getirdiğim tabaklara koy. Önceki hacdan getirdiğim tabaklara koymayasın.

Şeyh bu sözü işitince müridine:

-Ey riyâkâr, iki Hacc'ın da bâtıl oldu. Var yine Hacc'a git. O iki Hacc'ında sana bir fayda kalmadı. Sevap da umma, dedi. Yemek yemeden müridinin evinden ayrıldı.

Buradan anlaşılıyor ki dile getirince, kişiye farz olan amellere bile riyâ karışabilir. Çünkü o kişinin Hacc'ının biri farzdı, biri nâfile. Şeyhin, “İkisi birden hiç oldu” demesinden bunu anlıyoruz.


Ey kardeş ben sana ne diyeyim.

Sen kendine ne Hacc ne Namaz ne Oruç bıakırsın ne de Sadaka.

Şeyh Sâfi (k.s.) bir beyitinde şöyle der:



Minnet beklenen ekmeğin olur mu hiç değeri?

Taş üstüne tohum eken, eli böğründe kalır

Minnet lokmaları ateş gibi yakar ciğeri

HAKK rızâsı için veren ecrini HAKK’tan alır




Kişinin yaptığı hayır ve hasenâtı, ibâdet ve taati unutması gerekir. Çünkü gönlündeki dile gelince minnet düşer, iyi değildir.

Minnet dedimse yalnız başkasına minnet değildir. Kişinin kendi kendisine minneti de minnettir. Bundan dolayı âşıklar riyâ olmasın diye nefsinden de ümîdi keser. Bu riyâ dedikleri şey nereye uğrarsa, hangi amele değerse onu bâtıl eder. Bu riyâdan çok korkmak gerekir.

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Günü geldiğinde HAKK Teâlâ kullarının amellerinin karşılığını verirken bâzılarına,

-Amellerinizi göstererek riyâ yaptığınız kimselere gidin, size bu amellerinizin karşılığını onlar versin. Benim yanımda bu amellerinizin hayrı ve sevâbı yoktur, buyuracaktır.”

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/429)


ALLAH korusun.


Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


.... devâmı


Riya ile amel işleyenler, mahşer günü o ameller için karşılık istediklerinde HAK Teâlâ onlara şöyle buyuracaktır:

“Ey riyakar, ben sana o amelinin karşılığını vermedim mi? Meclislere girdiğinde sana hürmet ve izzet etmediler mi? Sedirlerde baş köşeye oturtup türlü nimetler ikram etmediler mi? Türlü nimetleri yemedin mi? Alımda satımda sana saygı göstermediler mi? Onlar senin ibadetinin karşılığıydı. Çünkü senin yaptığın taat ve ibadetle maksadın, dünyada insanlar arasında itibarlı olmaktı.

Ey riyakâr, istediğin dünyada eline geçti. Burada nasibin kalmadı. Sûfilik yaptıysan karşılığında şeyh oldun, baş köşelerde oturdun. Halk içinde hoş itibar sahibi oldun. İnsanlar gelip elini öptü, hizmetini yaptı, emirlerine riayet etti. Yemediler sana yedirdiler, giymediler sana giydirdiler. Bağ ve bahçelerindeki en güzel meyveleri sana ikram ettiler, yedin.

Ey riyakâr, eğer ilim okuttuysan karşılığında kadı oldun. Hükümet kurdun. Halkın malını rüşvetle elinden aldın. İnsanlara türlü türlü tavırlar yaptın. Ağır görüntünle insanlara üstünlük kurdun.

Ey riyakâr, ilim öğrenmede zahmet çektiysen karşılığında müderris oldun. Sana verdiğim ilmi götürüp âciz ve günahkâr insanların kapılarına vardın. Onlardan izzet ve hürmet istedin. Benim sana verdiğim ilimle amel edip, tevazu ve alçak gönüllülükle kapıma mı geldin?

Bütün nebîlerim ve peygamberlerim, onlara verdiğim ilmi âleme yaydılar, emirlerimi duyurdular. Onlardan hangisi dünyalık izzet ve saygı talep etti? Hepsi tevazuyla haddini bilerek dergâhıma gelerek hesapsız ecirlere nail oldular.

Ey riyakâr, senin yaptıklarının karşılığı dünyada verilmiştir. Burada nasibin yoktur. Bundan sonra yerin cehennemdir”
buyurur. Bunun üzerine zebâniler derhal o kişiyi yakalayıp cehenneme götürürler.

Ne aldanmaktır bu riya aldanması, ne zor iştir bu riya belası, ne acılı lezzettir bu riya lezzeti.

Ey aziz, bu riya ehlinin mahşer gününde iki türlü musibeti vardır. Birinci musibet, cennetin elinden çıkmasıdır. Eğer o yaptığı amelleri HAKK’ın rızası için yapsaydı cennetin içersinde ebedi sultanlığa nail olacaktı. Riya yaptığından dolayı o nimetler elinden çıktı. Ne büyük, ne korkunç bir musibet, ölüm üstüne ölüm.

Ahirette riya ehlinin başına gelecek ikinci musibet de şudur:

Riya ehlini cehenneme götürecekler. Cehennemin çeşitli azaplarını tadarken kâfir ve fâsıklar bunlara laf atıp sataşacaklar:

“Siz dünyada,’ Muhammed ümmetiyiz’ derdiniz. Bize de kâfir diye söverdiniz. Kiminiz sûfiydi, kiminiz mescidde namaz kılardı, kiminiz ise sarığının ucunu arkasına salarak gezerdi. Kimseyi beğenmezdiniz. Mescidlerdeki zikir meclislerinde haykırarak başınızı sallardınız. Kiminiz dönerdi, kiminiz donardı, kiminiz de kendini şişleyip âşıklık davasında bulunurdu. Biz sizi gördüğümüzde,’Ne mutlu şu insanlara, hepsi cennetlik’ derdik.

Ne oldu size böyle? Nerede yaptığınız o kadar amel? Hiç mi fayda görmediniz? Siz dünyada bize fâsıklar diyerek bizden uzaklaşırdınız. Böyle aldatılmış duruma düşmenizin sebeb nedir?”


Bu riyakar insanlar ağlaşarak, feryat ederek şöyle derler:

“Ne bilelim. Gerçi biz dünyada iken ibadet taat ederdik ama, ‘Ne hoş, ne güzel müslüman’ diye halkın bizi övmesinden hoşlanırdık. Böyle diyenleri ve bizi övenleri duydukça hoşumuza gider, halka olan meylimiz artardı. Meğer böyle davranmak riya imiş. İyi adamdır desinler diye ibadet etmek, sûfi görüntüsü vermek şirk koşmakmış. İbadet ve taatin, sırf HAKK’ın rızası için yapılması gerektiğini bilmiyorduk. Şimdi de bize riyakâr müşrik diyerek, aldanmış ve mahrum bir durumda cehenneme getirdiler.

Bizimle birlikte olanların bazıları ibadet ve taatleri ihlasla yaparak, halkın iyi veya kötü demesine aldırış etmedikleri için tevhid zikrini tamamlayarak, ALLAH katında makbul olmuşlardır. Biz halkın iyi ve kötü demesine bağlı kaldığımız için bu duruma düştük. İhlas ehlinin taat ve ibadetleri olmuş HAK için, bizim yaptıklarımız olmuş halk için.”


Kâfir ve fâsıklar bunlara der ki:

“ Size şeyhleriniz,âlimleriniz, vaizleriniz, bu riyanın kötülüğünü, ibadetleri iptal edeceğini, halk iyi desin diye yapılan amellerin boşa gideceğini, riyanın ahirette hüsrana ve pişmanlığa sbep olacağını, riya yapmanın şirkle aynı olduğunu haber vermedi mi?”

Bunlar da der ki :

“Evet bizi şeyhlerimiz bu konuda devamlı ikaz ederlerdi. ‘İbadetlerinizi HAK için yapın, riyadan sakının, halkın övmesine de yermesine de aldırış etmeyin. Yoksa amelleriniz boşa gider’ derlerdi. Ancak biz onları dinlemedik. Onların tavsiye ettiği sözler ve yollar bize çok ince görünürdü. O kadar ince eleyip sık dokumaya gerek görmedik, kalbimizi ihlâsla parlatmadığımız için halkın sözleri, şeyhlerin sözünden daha hoş gelirdi.”

O kadar ağlaşırlar ki gözlerinin yaşı tükenir. Kan ağlarlar, kanları bile tükenir. Pişmanlıklarını şöyle dile getirirler:

“Ah bu ağlamalarımızı dünyada yapsaydık ne olurdu. Kendi kendimizi orada harap ve helâk etseydik yine de halkın söylediklerine aldırış etmeseydik. İster yücelerin yücesine ister aşağıların aşağısında ister veli isterse deli desinler önemli değildi. Önemli olan HAK yolunda muhlislerden olmaktı. Tevazuyu dünyalık itibar ve şöhretle değiştirdik. Fâni dünyanın itibarı yok oldu, gitti. Devâmlı ve ebedî olandan mahrum kaldık.

Zâhirimize dikkat edip baktık, bâtınımızı unuttuk. Maneviyatımza meylimiz az olduğundan, halkın övmesi bâtınımızı kararttı. Bâtınımız ortaya çıktığında aslında bâtınımızın da zâhirimizin de simsiyah olduğunu gördük”
diyerek ağlaşırlar. Kâfir ve fâsıklara rezil rüsva olurlar.

Ey aziz kardeş, bu ahiret zararı, hüsranı, büyük bir cefa ve pişmanlıktır. Dil ile tarif edilemez. Ama senin hâlâ bunlardan korkun yoktur. Dünya itibarına aldanıyorsun, ahiretteki hüsrana razı oluyorsun. Kesretten kurtulamadın, şöhret peşindesin. Bir türlü HAKK’a yönelemedin, amelini ihlâsla yapamadın. Çünkü ahiret münkiri dinini terketmiş, amelsiz cahilleri kendine ölçü olarak alıyorsun. Onlara göre kendine mertebeler biçiyorsun. Halkın sana çok iyi adam, ehl-i takva, zahid ve muhsin demesi hoşuna gidiyor.

Amelde ihlâsı elde etmek için tenha yerlerde ve karanlık gecelerde gözyaşı döküp başını secdeye koymalısın. Yüzünü toprağa vurup ihlâsla yalvararak HAK Teâlâ’nın yüce dergâhının kapısında hâlini arzedersen bu riyâdan kurtulursun. İhlâsla amel etmek müyesser olur.


Resim


Ey bîçare, bir düşün, kıyamet gününde defterini eline verip,

“Kitabını oku. Bugün hesabını görmeye nefsin yeterlidir” (İsrâ 17/14) diyecekler.

Geçici lezzetlerden hâlâ usanmadın. Bâki olan lezzetlere özenmedin. Gururla bu dünyada yürüyüp geziyorsun.

Ancak ne fayda, kendini kandırıyorsun. Azrâil’in (a.s.) alçaltıcı darbesiyle bu dünyadan gideceksin. Oraya gidince ne yapacaksın?

Derdine ölmeden bir çare ara, ALLAH’ın huzuruna yüzü kara olarak varmak sana yakışır mı?

Bir parça gayretin varsa dünyada varlığın ile yokluğun belli olmasın, ihlâs ile amel işle, ALLAH’a yaklaş, halkın hürmet ve itibarından uzaklaş!



Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen MINA »

İhlas Nedir?

Melek bilmez ki yazsın,
Şeytan bilmez ki bozsun,
İnsanda farkında olmaz ki,
Onunla Allah'a nazlana.


Şeyh Şabani Veli Hazretleri
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim

Ayıptır, halkın göreceği yerleri süsleyip, onların görmediği tara­fı karartmak yakışmaz, yapma. Kurtulmayı diliyorsan yaptığın cüm­le hatayı bırak. Onlara bir daha yanaşma. Tevbeni iyi yap, ihlâs sa­hibi ol. Halkı HAKK'ın işlerine ortak gördüğün için tevbekâr ol. Her işini ALLAH için yap. Onun rızası dışında hiç bir iş görme.

Bütün hâlini hata içinde görmekteyim. Dünya etrafını sardı. Ne­fis benliğini kapladı. Boş işlerden kendini alamaz oldun. Dünyaya ka­pıldın, pis arzular seni yıktı. Bir tutam yeşillik için hiddete kapılır oldun. Elinden çıkan bir lokma seni öfkeye düşürür oldu. Nefis seni alt etti. Ona uyar oldun. O darılınca darılır, sevinince sevinir oldun. Sen onun kulu oldun. Yakanı ona kaptırdın. Sen bu hâlinle ALLAH'ın iyi kullarına yanaşamazsın. Sen neredesin, onlar nerede?

HAKK'a kulluk, onlara nasip olmuştur. Bu nasipi onlar kazandı­lar. İlâhî işlere razı olurlar. Âfet ve tecrübe yollu belalar indiği za­man onlar dağlar gibi olur, yerlerinden kıpırdamazlar. Hangi âfet gelirse gelsin, onlar uyarlık ve sabır gözü ile bakarlar. Dış varlıkla­rını daima gelmekte olan maddî sıkıntılara attılar. Kalpleri ile de HAKK'a uçup gittiler. Onlar, içinde maddî varlık beslenmeyen otağa benzer. Onlar, içinde uçup gidecek kuşu olmayan kafes gibidir. Ruh­ları HAK katındadır. Ve bu âlemde oldukları müddet, O'na ibadet için dış varlıklarını yine O'nun önüne sererler.

Ey Yaratan'dan kaçanlar ve O'ndan yüz çevirenler. Bana yakla­şınız. Sizi ona ileteyim ve aranızdaki anlaşmazlığı halledeyim. İyiye götüreyim, sizin için O'ndan af isteyeyim. Sizin için O'ndan bir eman kağıdı alayım. O'nun önünde diz çökeyim ve elden çıkarmış olduğu­nuz hakkın iadesini talep edeyim.


Gavsulazam Abdulkadir Geylani (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


...devâmı


Ey kardeş, bu riya ehlinin başına gelecek bir başka rezilliği de haber vereyim:

Ne zaman bir kişi riya ile amel işlerse o ameli alıp göklere çıkarırlar. İyi bir amel gibi HAK Teâlâ hazretlerine arzederler. ALLAH Teâlâ hazretleri buyurur:

“Bu ameli geri götürüp sahibinin yüzüne vurun. Bu amelin sahibinin muradı, ben değilim. Bu ameli kimin için yaptıysa geri ona götürün. Bu amelde şirk vardır, bana layık değildir. Başkasının ortak olduğu ameli ben kabul etmem. Bu amel cehenneme layıktır.” Bunun üzerine o ameli götürüp sahibinin yüzüne vururlar. Bütün melekler arasında o amel sahibi rezil olur. Melekler o kimseye lânet ederler.

Ne büyük rezillik HAK Teâlâ katından geri döndürülmek. Melekler arasında amelinin yüzüne vurulması.

Riya ehlinin bundan başka bir rezilliği de şudur: Mahşer günü mizan kurulur. HAK Teâlâ o gün adaletiyle hükmeder. Bütün yaratılmışlar orada hazır olurlar. Herkesin babası, anası, yakınları, komşusu, dostu düşmanı, sevdiği tanıdığı hep orada hazır olurlar.

124.000 peygamber eksiği fazlasıyla oradadır. 400 tabakanın erenleri, velileri, geçmiş bütün büyükler HAK Teâlâ’nın huzurundadırlar. O gün büyük gündür.

Şöyle bir düşün. Bütün yaratılmışların HAKK’ın huzurunda elpençe divan durduğu günde herkese değişik bir şekilde hitap edilirken o kalabalığın içerisinde amelini riya ile işleyenlere HAK Teâlâ şu dört ad ile hitap edecektir. Bu isimlerle çağırılmayı HAK Teâlâ kimselere nasip etmesin:

Ey kâfir (inkârcı, inanmayan),

Ey hâsir (hüsrana uğrayan),

Ey gâdir (haksızlık yapan, zulmeden)

Ey fâcir, şöhretten böbürlenip büyüklenmeden dolayı senin yardımına koşup yardım edecek var mı?

HAK Teâlâ’nın böyle hitap edeceğine delil şu hadis-i şeriftir. Resulullah (s.a.v.) buyuruyor:

“Riyakâkarlar kıyamet gününde dört isimle çağırılacaklardır.”

(Irâki, Tahricü Ehadisi İhya, 3/287)

Riya ehline şöyle söylenecektir:

Bütün çalışmaların boşa gitti. İbadet ve taatini kimin için yaptıysan ecrini o versin.

HAK Teâlâ riyakâra der ki:

“Ben şirk koşanların amelini kabul etmem. Çünkü ihlâslı değildir. Onlar cehenneme girsin.”

Bu emir üzerine riyakârları “veyl” cehennemine sürerler. HAK Teâlâ, riyakârlara “veyl” cehennemini vaat etmiştir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmuştur:

“Onlar riyakârlardır, halka amellerini gösterirler. Halk bizden bahsetsin diye amel ederler “ (Mâûn 107/4-6)

Bir kişi Resûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna geldi ve sordu:

“Yâ Resûlullah, riyadan nasıl kurtulunur?"

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu:

“Riyâdan kurtulmak için ameller ihlâsla yapılmalıdır. Kişi amelini sırf ALLAH için yaparsa ihlâsla yapmış olur. Halk için amel yapmamalıdır.”

Ebu Osman (rah) buyuruyor ki:

“İhlâs üç mertebedir. Avamın, havassın ve hassü’l-hassın.”

Avamın ihlâsı, nefsin hazzın olmamasıdır.

Havassın ihlâsı, onlar kendilerinden fâni olurlar. Onlardan sâdır olan şeyler kendi iradeleri dışında gerçekleşir. Onlar yaptıkları taat ve ibadete hiç bakmazlar. Her şeyde HAK Teâlâ’nın izzet ve cemâlini müşahede ederler.

Hassü’l-hassın ihlâsını da yeri geldiğinde söylerim, işitirsin inşALLAH.



Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »





...devâmı

Ey aziz kardeş, sakın, sakın halk için durup oturma, halk için bir adım dahi atma. Nefsinin arzusu için bir nefes bile olsa alma, yoksa yarın zor durumlarda kalırsın. Orada başını pişmanlık taşına vura vura kendini helâk etmen canına minnet ama çare bulamazsın.

Bırak bu halkı, ne derse desinler. HAKK’ın rızasını gözet, halkın rızasını bırak. Taatini, ibadetini, virdini, tesbihini, zikrini halk içinde başka, tenhada başka yapmaya heves etme. Yalnızken nasılsan, halk içinde de gönlündeki niyetin temiz olsun.

Kişinin amelinden dolayı halk tarafından övülmeyi veya sövülmeyi, izzeti veya hürmeti istemesi riyakârlıktır. Cehenneme girmeye ve rezilliğe sebeptir.


Ey aziz, bu riya konusunda sana birkaç söz daha söyleyeyim de ondan sakınasın. İhlâsa gelesin. ALLAH’ın muhlis kullarından olasın. ALLAH’ın muhlis kullarına şeytanın eli erişmez.

HAK Teâlâ Kur’an’da şöyle buyurur:

“İblis: Yâ RAB, izzetin hakkı için ben içlerinden ihlâslı kulların hariç onların hepsini sapıklığa sürükleyeceğim, dedi” (Sâd 38/82-83).

Ey aziz kardeş, herhangi bir amel yaptığın zaman halk bunu görürse elbet ona riya karışma ihtimali vardır. Çünkü bu nefis gerçekten zalimdir. Hiç beklemediğin yerde ortaya çıkar. Seni zarara sokar, farketmezsin bile.
Diyelim riyâzet ehlisin veya perhiz yapıyorsun. Vücudun beyazlaşmıştır, gözlerin çukurlaşmıştır, benzin sarıdır, dilin dudağın ağarmıştır. Yüzün gözün, saçın sakalın birbirine karışmıştır. Ansızın bir gün dışarı çıktığında halk seni görünce,

“Filan kişi ne münzevi kişidir. Kendini harap etmiş, eskiler giymiş, uzlette, halvette kalmış. Devamlı perhiz ve riyâzetteymiş. Dünyayı terketmiş. Ermişlerden olmuş. Kırklara karışacağı umulur” diyerek sana izzet ve hürmet ederler. Elini ayağını öper, sana itaat ederler. Senin de halkın bu davranışları hoşuna giderse yandın. Riyâzete girmeden önceki hâlinden daha beter duruma düştün demektir.

Şunu bil ki halk genellikle böyle davranır. Yalana meyyaldir. Yalan söylemeye hazırdır. Onlar sana hürmet ve itibar edince, sen de riyâzetin sırasında olanları anlatırsın, amellerin bozulur. Riyaya düşersin, halvetin, perhizin, riyâzetin hepsi şeytanî olur.
ALLAH korusun.

Ey aziz kardeş, halkın arasına karışman gerektiğinde yüzüne gözüne tertemiz hoşça bir görünüm veresin. Saçını, sakalını tarayasın. Sarığını düzeltesin. Böylece riyâzetin izlerini halktan gizleyesin. Halk seni gördüğünde riyâzet ehli olduğunu anlamasın. Onların sözüne söz katmayasın. Onlara güleryüz göstermeyesin. Sonra riyanın büyüğü gönüldedir. Bunları yaptıktan sonra gönlüne yönelesin. Niyetin ALLAH için olmalı, cennet ümidi veya cehennem korkusu olmamalıdır. Hararet ve cezbe elde etmek için yapmamalısın. Eğer niyetinde bunlar varsa, bunlar da riyadır, haramdır.

Ey kardeş, halkın övmesine ve yemesine bakmayasın. İyi amellerini ve taatini HAK tarafına koy, kendini görme.

Şöyle düşün. Senin yaptığın ibadetlerin hepsi dünyada sağlıcakla gezmenin hatta içtiğin bir yudum suyun bile karşılığı değildir.


Şöyle bir menâkıb anlatılır:

Zahid bir kişi vardı. Bir gün dişi ağrıdı. Ağrıdan dolayı çok rahatsızlandı. Huzuru kalmadığı gibi namazını kılamadı, derslerini yapamadı.

HAK Teâlâ buna doktor kılığında bir melek gönderdi. Melek zahirde azizliğini göstermek maksadıyla sordu:

-Senin şu diş ağrına bir ilaç vereyim. Bana karşılığında ne vereceksin? Zahid:

-Şu kadar akçe vereyim. Doktor:

- Akçe kabul etmem. Zahid:

- Peki ne istiyorsun? Doktor:

- Bütün amel ve taatlerini bana verir misin? Zahid:

- Ben buna nasıl razı olayım?

Doktor şeklindeki melek ayrıldı gitti.

Zahidin dişinin ağrısı daha beter arttı. İyice âcizlendi. Kendi kendine,

- Ömrünün son günleri huzursuzluk içinde geçmesin. Şu doktora bütün ibadet ve taatimi vereyim de kurtulayım. İbadetlerimi yeniden yaparım, diye düşündü. Bütün ibadet ve taatini dişinin ağrısından kurtulmak için doktora verdi.

Bazıları on sekiz yıllık ibadetini, dişinin ağrısı gitsin diye feda ettiğini söylediler.

O doktor, zahide bir ot verdi. Zahid diş ağrısından kurtuldu. Doktor kılığındaki melek o zahide şöyle dedi:

- Ey zahid, senin yaptığın bütün ibadetler dünyaya bir gün sağlıkla bakmanın şükrünü karşılamaz. Ben senin taat ve ibadetini ne yapayım? Ben bir meleğim, sana aczini göstermek için beni HAK Teâlâ gönderdi.

Var şimdi ey bîçare, ibadetinden ötürü sakın ALLAH’tan bir şey umma. Sen günlük ücretli işçiye benzersin. Seni ücret karşılığı tuttular. Ücretini de peşin eline verdiler. Ondan sonra çalışmaya başladın. Ne kadar çalışırsan çalış ücretini peşin aldığını unutma.

İş sahibi senin işinden memnun olup sana bahşiş ve hediye verebilir. Ama senin böyle beklenti içinde olman doğru değildir.

Şimdi ey kardeş, biz de aynen böyleyiz. Bütün ömrümüzü ibadet ve kullukla geçirsek bir gün dünyada sağlıklı gezmemizin şükrünü karşılamaz. Öyleyse kişinin ibadet ve taatinden dolayı kendine pay çıkarması doğru değilidr. Ötekine berikine gösteriş yapmak nerede kaldı.

Kişi Mevlâ’sına itaat edip kulluk ettiği için hayâ etmeden, ücret mi istiyor?



Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim

...devâmı


Şimdi sana riya ile ihlâsın farklarını bir daha tekrarlayayım, şüphen kalmasın. Riya nedir, ihlâs nasıl olur öğren.


Huzeyfe el Yamânî (r.a.) anlatıyor:

Resûlallah’a (s.a.v.) sordum:

- Yâ Resûlallah, ihlâs nedir? Resûlallah (s.a.v.):

- İhlâsın ne olduğunu ben de Cebrâil’e (a.s.) sordum. O da ALLAH azîmüşşana sordu. Âlemlerin RABBi buyurdu:

“İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Ben onu sevdiğim kullarımın gönüllerine emanet eylerim.”


(Zebidi, İthaf,13/18)

Şeyh Necmeddin Kübrâ hazretleri (k.s.) Menârâtü’s-sâilin isimli eserinde şöyle der:

“HAK Teâlâ’nın, ‘İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır’ buyurması bekâ sırrından fenâ sırrıdır. ALLAH Teâlâ bu sırrı sevdiklerinin ve âşıklarının gönüllerine koyar. Çünkü muhabbet, mahbubun zatına gelmektir.”

Şeyh Sadrettin Konevi de (k.s.) şöyle buyuruyor:

“Bunun manası şöyledir. ALLAH Teâlâ ihlâs benim zatımın sırlarından bir sırdır. Yani o, belirli şeylerle örtülmüştür. Sırrımla sevdiğim kimsenin gönlüne bir tecelli eylerim. Onun vücudunu hiç kimsenin anlayıp bilemeyeceği bir haysiyetle benim zatımda fâni kılarım, der.”


Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



HİKÂYE


Resûlullah hazretleri (s.a.v.) Muâz b. Cebel’i (r.a.) Yemen bölgesine vekil olarak görevlendirdi. Ona,

- Nerede olursan ol, ALLAH’a itaat et yâ Muâz, diye takvayı vasiyet etti. Adalet üzere olursan, nerede olursan ol, ALLAH seninle beraberdir. Yemen’e var, orada emîr ol. HAK Teâlâ’nın kullarını doğru yola irşad et, dedi.

Muâz (r.a.) bunları işitince ağlamaya başladı.

- Yâ Resûlullah (s.a.v.), ben bu işe layık değilim, dedi.

Resûlullah (s.a.v.):

- Öyle deme yâ Muâz! HAK Teâlâ senin irşadın vesilesiyle bir kuluna hidayet buyurursa bu durum senin için dünya ve dünyanın içindekilerinden hayırlıdır.

Muâz (r.a.) bu söz üzerine teslim olup sükût etti. Hazırlığını yapıp hemen yola koyuldu.

Resûlullah (s.a.v.), onu uğurlamak için ashabıyla birlikte şehir dışına doğru yürümeye başladılar. Bir müddet sonra Resûlullah (s.a.v.),

- Yâ Muâz, devene bin, öyle yoluna devam et, buyurdu. Muâz (r.a.),

- Yâ Resûlullah, sen yaya yürürken ben nasıl deveme binerim, dedi. Resûlullah (s.a.v.),

- İtiraz etme, sözümü dinle, gel devene bin, buyurdu. Muâz (r.a.),

- Yâ Resûlullah, sizin yanınızda ben nasıl deveye binip giderim?

Siz sultanım, inayet edip dönerseniz ben de deveme binerim,
dedi.

O anda Resûlullah’ın (s.a.v.) kalb-i şerifleri coştu. Ayrılık acısından dolayı mübarek gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar döküldü.

- Yâ Muâz, bırak beni de seninle birlikte biraz yürüyeyim. Sana yoldaş olayım. Sana doyasıya bakmak istiyorum. Çünkü bizim bu ayrılığımız ancak kıyamette son bulur. Ne sen beni bir daha görürsün ne de ben seni.

Muâz (r.a.) bunları işitince dünya başına yıkıldı, sanki kıyamet koptu. Bayılıp yere düştü. Gözlerinden akan yaşlar çeşme gibiydi. Nasıl akmasın ki, kimden ayrılıyor. Enbiyanın serveri, iki cihanın övündüğü Muhammed Mustafa’dan (s.a.v.) ayrılıyor.

Biraz sonra kendine geldiğinde ağlayarak Resûlullah’ı (s.a.v.) kucakladı. Boyun boyuna birbirlerine sarıldılar. Bu sırada Muâz’ın (r.a.) gözlerinden yaş akarken burnundan da kan boşandı. Resûlullah’ın (s.a.v.) elini öpüp ayağına kapanarak:

- Yâ Resûlullah, gelip seni bulamazsam ben ne yapayım? Resûlullah (s.a.v.):

- Eğer beni bulamazsan doğru Ebû Bekir’in (r.a.) yanına var. İkiniz birlikte kabrime geliniz.

Muâz (r.a.) bu sözü Resûlullah’ın ağzından işitince ayrılık acısından dolayı az kalsın ruhunu teslim ediyordu. Resûlullah (s.a.v.) hemen müdahele etti:

- Eğer beni cennette görmek istiyorsan mutlaka ileride ol, devamlı tövbe et.

Kucaklaşıp ayrıldılar. Muâz (r.a.) devesine bindi, ama ters oturdu. Devesi giderken kendisi Resûlullah (s.a.v.) arkasından bakarak ağlıyordu. Bir yandan da kendi kendine şöyle diyordu:

- Ey hidayetin nuru, acaba bu gözlerim seni bir daha görecek mi? Resûlullah (s.a.v.) gözden kayboluncaya kadar böyle söyleyip ağlamaya devam etti. Resûlullah (s.a.v.) görüş mesafesinden çıktıktan sonra devenin boynuna yüzünü çevirip Yemen’e doğru yol aldı. Ağlaya ağlaya Yemen ülkesine vardı. İnsanları irşad etti.

Nice insan onun vesilesiyle hidayet buldu. Yemen valiliği sırasında kendi geçimi için odunculuk yapardı. Bir iple dağa varır, odun kesip sırtında taşıyarak şehre götürür ve 1 akçeye satardı. Kazandığı paranın dörtte birini nefsine harcar, geri kalanı fakirlere bağışlardı. Gün olur kendine hiç ayırmaz, HAK yoluna verirdi.

Arkasında odun yüküyle pazara girdiğinde hizmetçileri şöyle seslenir:

- Çekilin, vali odun yüküyle geliyor, yol verin geçsin.

Hz. Ömer (r.a.) bir gün mescide girdi.

Muâz b. Cebel’i (r.a.) ravzanın duvarına başını koymuş ağlarken gördü. Yanına yaklaşıp sordu.

Yâ Muâz, niçin ağlıyorsun? Muâz (r.a.) :

- Yâ Ömer, ben Resûlullah’tan (s.a.v.) işittim: "Riyânın azıcığı bile şirktir. Müşrikin yeri de cehennemdir. Riyadan sakının etkıyadan olun. HAK Teâlâ etkiyayı sever.”

Ben sordum.

- Etkiya kimdir yâ Resûlullah? Resûlullah (s.a.v.) buyurdu:

- Onlar hiçbir mecliste hatırlanmaz ve istenmezler. Varlığı ile yokluğu belli değildir. Bir meclise geldiklerinde kim oldukları merak bile edilmez. Onların gönlü HAK nuruyla doludur. Onlar için uzak yakın birdir. Hepsi cennet ehlidirler. Sonra da şu hadis-i şerifi buyurdular.


- Onlar cennetliktir. Saçları, sakalları dağınık ve karışıktır. Yüzleri nurludur. Elbiseleri eski püsküdür. Halk içinde itibarları yoktur. Kimse onları hesaba katmaz. Ancak HAK katında ulu, aziz ve muteberdirler. Onlar HAK Teâlâ’dan ne dilerlerse yerine gelir. HAK Teâlâ, onların sözünü reddetmez. Fakat dünya halkının yanında sözleri dinlenmez. Halbuki kıyamet gününde onlardan birinin nuru mahşer halkına paylaştırılsa, herkesin kurtuluşuna yetecek kadar çoktur. Çünkü onların nuru HAK Teâlâ’nın nurundandır.

Demek ki riyadan kaçanlar, ihlâs isteyenler, koyun çobanı gibi olmalıdırlar. Çoban güttüğü koyunların arasında ibadet etse, onlardan izzet ve saygı bekler mi? Aynen bunun gibi ihlâsı isteyenler de yaptıkları ibadet ve taat karşılığında halktan bir beklenti içinde olmamalıdırlar. Ancak bu şekilde dinlerini ihlâsla götürebilirler.

HAK Teâlâ:

“İyice bilin ki, ALLAH için olan din, (şüphe ve ortaklıktan arınmış tertemiz ve) halis olan dindir” (Zümer 39/3). Bu ayet-i kerimeyi şeyhlerimiz şöyle tefsir etmiştir:

Din, yerli yersiz bütün şüphelerden, riya ve gösterişten ve benzeri çirkin şeylerden arınmış, ALLAH’tan gayrı ile süslenmeyen dindir.

Şimdi ey kardeş, kim bu âfetlerden emin olup amelini ihlâsla yerine getirmek istiyorsa varsın bu köpek nefsini halkın arasından çıkarsın, uzleti seçsin. Tenha bir yerde sessizce oturup ibadetle meşgul olsun. Amellerini riyadan kurtarsın.

Kardeşim riya ile amel etmenin bir misali daha vardır. Onu da sana söyleyeyim.

Riya ehlinin misali şuna benzer: Biri yoldan ufacık taşları toplayıp keselere doldursa halka bu keseleri göstererek ne kadar zengin olduğunu ima etse ne faydası olur? Bir alışverişte kumaş almak için o keseleri ortaya çıkardığında o taşların hepsi bir akçe etmez. Kendisi de rezil olur.

Riya yapanlar işte bu misaldeki gibidir. Yarın kıyamet günü amelleri ortaya çıkınca taşla dolu keselerin bir işe yaramadığı gibi riya karışan amelleri de hiçbir işe yaramaz. HAKK’ın divanında rezil olur, hiç olur, aldananlardan olur, merdut olurlar, ALLAH korusun.

İlâhi! İzzetin hakkı için bütün müslümanları riyadan sen koru, onları ihlâsa getir.


Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »



BEYİT

Uzlet ehli doğru gider cennete
Uzlet ehli uğramaz hiç mihnete

Uzlet ehlinin riyasız taati
Uzlet ehlinin HAKK'adır himmeti


Uzlet ehli HAKK'ın sevdiği kul
Uzlet ehlidir atâ verdiği bol

Uzlet ehli buluşur ALLAH ile
Uzlet ehli söyleşir ol Şah ile


Uzlet ehlidir seven hem sevilen
Sen bu uzletten kaçarsın pes neden

Uzlet edip oturan insan olur
Hergelede yürüyen hayvan olur


Kim ki halktan döne HAKK'a ulaşır
HAKK'ı koyandır ki halka dolaşır

Kalabadan çık HAKK'ı halvette isteğil
HAKK'ı halvette bulursun belli bil


Dostu bulan cümle halvet buldular
Her kimi dost diler halvet diler

Eşrefoğlu Rûmî halktan yüz çevir
Ol ulu dergâha var yüz yere ur


Oldur ol cümle dertlere devâ
Andan artığı kamu nefs ü hevâ



Resim

Canım hocam yazdı:YÜRÜ

AKLın YAYdın Kul İhvânî
NAKLin SAYdın Kul İhvânî
GöZün AYdın Kul İhvânî
Adım Adım AŞK-a YüRü..


*

Es Selâm-ın Dârı Ol GeL
Zârı Zârı Zârı Ol GeL
YaRaDaNın Yârı Ol GeL
AğYârından BAŞKa YüRü..


*

Şah Damarın KURBet EYle
Hazır Hâlin GURBet EYle
El - ÂleMe UZLet EYle
ISSızlığa IŞK-a YüRü..


*

Yönünü YÂRindenYöNme
YaK Yüreğin Özden SöNme
Dosdoğru OL Geri DöNme
MuHaMMeDî MEŞK-e YüRü..


*

KaLB Kazan Kafa Tasında
RABBını BİL Ortasında
Rasûlullah RaVZasında
KûN Feyekûn KÖŞK-e YüRü..


18.01.11 15:52
GöKlerin Kuşağında
YERlerin Kucağında…


Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »





Ey cemaat! Size teklif ettiğim iş, daha iyisini vereceğime karşılık­tır. HAKK'ı isteyenler, O'nun tarafından istenmiş olur. Bu zâtların her ÂNı bir olur. Kendine göre emri ve yasağı vardır. Zahirdeki emri yeri­ne getirdikten sonra, kalplerin hoşlanmadığı şeyi de yapmazlar. Bun­lar diğer insanlara benzemez. Hele ALLAH ve Peygamberi'nin (s.a.v) düşmanları olan içi bozuklara hiç benzemezler. İçi bozuklar ateşe atı­lacaklardır. HAKK'ı bilmeyen ve O'na düşmanlık eden nasıl ateşte yan­maz? Bunlar dünyada, HAKK'a uymuyorlardı. Şahsî olan kötü arzu, şeytanlık duygusu, kötü âdetler onları bu hâle getirdi. Dünyayı öbür âleme tercih ettiler.

Nasıl ateşe atılmasınlar ki, şu azîm Kur'ân'ı dinlediler, ama ona iman etmediler. Onunla iş tutmadılar. Ne emrini tanıdılar, ne de ya­saklarından vazgeçtiler.

Ey cemaat! Şu yüce Kur'ân'a inanınız. Ve işlerinizi ona göre ya­pınız. Yaptığınız işler Kur'ân'ın emri dahilinde ve temiz olsun. İşleri­nizde ihlâs olsun. Görsünler diye, iş yapmayınız. Bir iş yaparken içiniz başka, dışınız başka olmasın. Halkın övmesini beklemeyiniz, on­lardan bir şey ummayınız.

Bu söylenen şeyleri, halkın tümünden biri ancak yapabilir. Ça­lış, o bir kişi sen ol. Kur'ân'a iman edip işlerini ona göre yürütenler azdır. Ona iman edip iş tutanlar parmakla gösterilecek kadar az oldu­ğu için nifakçılar çoğaldı, ihlâs sahipleri azaldı.


Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »



Yaptığın işin özü başkasına ait oluyor; ama dıştan O'nun (C.C.) içinmiş gibi yapıyorsun!..


Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »



İşleri ALLAH için yap. Yaptığın işlerde HAKK'ın gayrını gözetme. Herşeyini O'na bırak. Başkasına bir çöp bile terketme. İşleri ALLAH'ın gayrı için yapmak , küfür yoludur. ALLAH rızası için verilmeyen nesne, riyakârlıktır. Bu anlattıklarımızı yapmayan, sözlerimizi anlamayan, boş bir hevese kapılmıştır. Yakında ölüm gelir, bütün heveslerin kırılır; önce onları düzeltmeye koyul.

RABBın tarafına geç. Başkalarından kesil. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) :

- "RABBınızla aranızda olan bağları devam ettiriniz, saadete erersiniz." buyurdu.

RABBınızla aranızda bulunan yolları ayıklayınız; huzur bulursunuz..



Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen MINA »


Size gereken, Yüce Yaratanı sevmek ve O’ndan başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak... Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?... Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?... İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok... Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde.

Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O’nun eteğini bırakmayalım.

Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH’a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN’ındır. O’nu ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN’dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK alır.


Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter.

Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen MINA »

Hatırla ama!

ne hoş bir tevafuk OLdu şimdi!..
Gönlüne sağlık ayvaz kardeşimiz...

Candan..
Hatırla ama!


**




**

Rabbimiz!

Alan değil, veren ellerin

Affedici olduğu için affedilenlerin

Hak ile doğan, Hak ile yaşayan, Hak ile ölenlerin

Ve sonsuz hayatta yeniden doğanların safına

katılmayı bizlere nasip et!..

Âmin!..
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


ALLAH seni bilirse oğlum, ALLAH’tan gayrı kişi de seni bilmez
ALLAH’a kendini tanıttığın dakikada, ALLAH’tan gayrı seni kimse bilmez
İşte yine yukarıdaki hadiste “ALLAH’ın en sevğili dostları cemi günahlarından sakınarak gizli ibâdet edenlerdir’’
ALLAH ile işi olan ALLAH ile meşgul olur
Gece yastığının altına aziz cemaat, gündüz gözünün önüne ölümü kor!..
Fenalık yapmazsın, zâten yapamazsın…
Mutlaka öleceğiz…



Dr. Münir DERMAN (ks)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »

nur_umim yazdı:ResimResimResimRasûlullah sallallahu aleyhi ve selem: “Herkim ALLAH için 40 gün ihlaslı olursa hikmet pınarları dilinden zuhur eder.” buyurdu.
(Ebu Nu’aym, Hilye 5/189)
ResimResimResim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim



Bir kimse ki, nefsini her zaman hesaba çeker, ona hesap yoktur. O kimse ki, kullara göstermelik için iş eder, onun kazancı sıfırdır, işler gizli ve riyadan salim olmalıdır. Farz olan ibadet dışında kalan her şey, kapalı ve halkın görmeyeceği yerde yapılmalıdır. Farzlar bilâkis herkesin gözü önünde yapılmalıdır.

Esas yapılması gerekenden geri kalıyorsun. Temeli, şüpheli ve düzensiz şeylerle çıkardıktan sonra üst katı yükseltmişsin ne çıkar? Temeli çürük olan binanın üstü, kısa zamanda yıkılır. Temeli kuvvetli olursa öbür yanı yeniden de kurulabilir.

Yapılacak işlerin aslı tevhiddir, ihlâstır, doğruluktur. Tevhid sırrına eremeyen, ihlâsı kendine hâl edinemeyen, yaptığından bir şey beklemesin.

Bütün işlerini tevhid ve ihlâsa daya! Sonra binanı yükseltmeye bak. ALLAH'ın kuvvetine sığın. Kendi kuvvetini görme. Yapıcı el, tevhid elidir. Şirk ve nifak eli iş tutamaz.


Muvahhid odur ki, kadri ameliyle her an yükselir. Münafık böyle değildir.

ALLAH'ım, bizleri münafıklardan uzak kıl. Bütün hâlimizde onları bizden ırak eyle. “Dünyada iyiyi bize ver. Âhiretin de iyiliğini ihsan eyle! Ve bizi ateşten sakla.” (el-Bakara, 2/201)

Âmin!



Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


"Yazık sana, ibadethanende oturmaktasın; kalbin ise halkın kapılarını dolaşmakta.
Onların sana gelişini ve hediyelerini bekliyorsun. Zamanın bitti!
İç alemi kaybettin, dışla kadın!..."



Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


Ey cemaat! ALLAH yolunda çalışanların artığını alınız, onların kaplarında kalan şaraplardan içiniz.

Ey ilim iddiasında bulunan, ilmine değer verilmez; çünkü ame­lin yok. Ameline de değer biçilmez; çünkü ihlâs yok. Çünkü yaptığın işler heykele benzer; ruhu olmayan ceset gibidir. İhlâsın işareti olur. Halkın övgüsüne dönme. Kötü demelerine üzülme. Onların elin­dekine bakma. Bunlar ihlâsa işarettir. Sana düşen, Yaratan'ın hak­kını vermektir. Nimet için değil, sahibi için çalış. Mülk için değil, malik için al. Batılı bırak, hakkı tut. Halkın elindeki kabuktur; Hâlık'ın katında olan ise öz. Ne zaman ki, bu yolda doğruluğun tamam oldu, ihlâsı buldun ve HAKK'ın katında olanı anladın demektir. İş­te o zaman bütün özlerin özü sana verilir. Özün özünü, sırrın sırrı­nı, mânaların mânasını anlarsın. Bu kez HAKK'ın gayri cümle eşya­dan soyunursun. Bu soyunma kalbe aittir, cesetle ilgisi olmaz. İn­san, yeterlik duygusunu kalpten alır, bu duyguyu ceset veremez. İn­san sırrını halktan kaçırabilir, dış varlığını asla. Kalp gözü mâna âlemlerine bakar, dış yapılara bakmaz. Asıl bakış, halka değil HAKK'a olmalı. Esas mesele, O'nunla olmandır, halkla değil.

Size göre bir gün dünya bitecek. HAKK'ı bulunca da âhireti iste­meyeceksiniz. Sanki dünya yok, âhiret yok ve sanki O'ndan gayri her şey boş ve cümle varlık O'nun olmuş.

ALLAH sevgilileri sevgi nimetini tadarlar. Bu tadı alanlar seçme kullardır. İptilâya uğramayan hâlleri mi kaldı ki? Küffar kılıcı ile şehit düşenler, büyük nimetler alır. Acaba sevgi kılıcı ile şehit dü­şenler nasıl olur? Ve ne gibi ecir alırlar; tahmin edilemez.


Bak, görmez misin, birçok harap yerler vardır, o yerleri, o yer ehlinin hatası bozmuştur. Hatalar ülkeleri harap eder, ehlini yoklu­ğa gömer. Böylece bir hata işlediğin an bünyen yıkılır. Çünkü orası da bir beldedir. Her ne zaman hata işlersen önce vücuduna bozukluk gelir, sonra dinî varlığına. Hatalar seni kör eder, kötürüm kılar, kulaklarını tıkar, kuvvetin gider, aklına gelmedik çeşitli hastalıklara tutulursun. Hata fakirlik getirir; evin dağılır, dostuna, düşmanına avuç açarsın.

Yazık sana, ey münafık adam! HAKK'ı kandırma. O AZİZ'dir, CELîL'dir. Bir iş tutarsın, dıştan HAK için olduğunu gösterirsin; hâlbuki değil. Halka gösteriş yapmaktasın ve bozuk hâlini saklayarak on­ların kapısında bükülmekte ve RABBini unutmaktasın. Yakında dünyadan çıkacaksın, elin boş olacak. Ey iç hastalığına tutulan, şifa ara; bu şifa ancak sâlih kulların yanında olur. ALLAH'ın iyi kulları senin derdine çare bulur. Onları ara, şifa ilâcını al ve kullan. Onu kullan­dığın an, sana devamlı afiyet gelecek ve ebedî sağlık bulacaksın. Mânan düzelecek, kalbin sıhhat bulacak, sırrın mânalar taşıyacak, her halvetin RABBinle olacak. Bu hâllerde kalp gözlerin açılır; HAK Teâlâ'nın rahmet deryasına o gözle bakarsın; doğrusu erenlerden olur­sun. O'nun kapısına anlayışla girenler zatından başkasına bakamazlar. Bir kalp ki, onda kötü icatlar yaşar, onun gözü HAKK'a nasıl ba­kar?


Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


Mü’minlerin annesi Ümmü Abdullah Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.”

Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben,

“Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır?” diye sordum.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu.



(Buhârî, Büyû` 49; Hac 49, Müslim, Fiten 4–8. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 21;)



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: İHLÂS ve RİYA

Mesaj gönderen meryemnur »


Bir ALLAH Dostu buyurur ki;

Halk seni eleştirse bile, kendi iyiyliğini ıspat etmeye çalışma.
Bırak seni ALLAH iyi bilsin.

Sâdık, halka olduğu gibi görünür.
Halk nazarındaki itibârı yok olsa, o buna aldırmaz,
iyi taraflarının bilinmesinden hoşlanmaz..

Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön