MAÂRİF-İ HAZRET-İ SULTAN VELED

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
turabi
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 76
Kayıt: 14 Şub 2008, 02:00

MAÂRİF-İ HAZRET-İ SULTAN VELED

Mesaj gönderen turabi »

MAÂRİF-İ HAZRET-İ SULTAN VELED

Esirgeyen, bağışlayan Allah'ın adıyla başlarım.
Nebîler ve velîlerin her biri, bir mucize ve keramet ile mahsus ve meşhur idiler.
Bilginler ve doğruyu arayanlar (muhakkikler): "Ulu Allah onlardan her birine bir şey bağışladı, birine verdiği şeyi, öbürüne vermedi." derler.
Veled der ki: "Peygamberlerin her biri, her türlü mucize ve kerametleri tamamen ve mükemmelen göstermeğe muktedirdir;fakat onların her biri, zamanın ihtiyacı ve o zamanda yaşayan insanların arzuları ölçüsünde bir mucize göstermiştir."

Bu fikrin aydınlanması için örnekler verelim: meselâ kuyumculuk, ayakkabıcılık, terzilik ve bunlardan başka sanatları da bilen bir kimse, birtakım insanlar için elbise dikince: "Bu adam yalnız elbise dikmeği bilir" demezler veya fıkıh ve hey'et bilen hekimliğe vâkıf olan bir bilgin, bir hastayı iyileştirirse, bilgisi bundan ibarettir, denilemez. O,muhakkak zamana, işe ve ihtiyaca göre, bildiği şeylerden yalnız bir tanesini göstermiştir.
Bunun gibi, değirmeni döndüren su için akıllı bir insan: "Bu su, yalnız bu değirmeni döndürmeğe yarar," der
mi? Bu, su bilindiği gibi pek çok işe yarar. Hem çamaşırları arıtır, hem tarlalara ve bağlara tazelik ve canlılık verir,
otlar ve çiçekler bitirir. Sadece, bu değirmenin bulunduğu yerde, değirmeni döndürmektedir. Eğer onu bağ ve
kırlara doğru bırakırsan aynı su, orada daha başka işler görür.
O halde bir peygamberde de bütün mucize ve kerametler mevcuttur; fakat o, zamanın ve kavminin
ihtiyacı kadar mucize ve kerametler gösterir. Öyle ise, bütün peygamberlerde mevcut bulunan mucizelerin ve
kerametlerin hepsi, her birinde ayrı ayrı ve tamamiyle mevcuttur. Yalnız şu kadar var ki diğer mucizeleri de
göstermeğe muktedir olduğu halde, bunlardan ancak birini göstermiştir. Daha başkalarını da gösterebilir.
Peygamber, Allah'ın mazharı ve âletidir. Hakkın önünde fâni ve yok olmuştur. Allah her şeye kaadir değildir,
demek doğru olmaz ve imkânsızdır. İşi yapan (faal) Allahdır. Onlar, kâtibin elindeki kalem gibidirler. Kalemin
çizdiği her şeyi, hakikatte kâtip çizmiştir. Veya bir insanın elindeki ok ve yaya benzerler. Okun fırlaması yaydan değil,
insandandır. Bunun için Ulu Allah:1 Ey Muhammed attığın oku sen atmıyorsun. Onu atan biziz. Biz ki Allah'ız, yaptığın
her şey bizim istek ve buyruğumuzladır. Bunda senin ne yerin olabilir? Çünkü işi biz yürütüyoruz ve bizim isteğimiz
yerine geliyor. O halde her kim seninle döğüşür, savaşırsa bunları bizimle yapmış olur ve her kim sana uyar, senin
buyruğunu yerine getirir ve seninle dost geçinirse bizimle yapmış olur." buyurmuştur.
(1)Attığın zaman sen atmadın fakat onu Allah attı. Kur'an, SûreıVIII, Âyet:! 7)

FASIL: 1

Biri: "Asıl olan şey ameldir" dedi. Bu hususta söylenecek söz, bundan ibaret değildir.
Ameli hakkıyle anlatabilmek için, bir kimsenin ortaya çıkıp ameli nasıl anlıyabilirsin?

Sen amelden, namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi, geceleri uyumayarak ağlayıp inlemeyi ve perhiz etmeyi anlıyorsun.

Halbuki bunların hiçbiri de amel değildir. Bunlar ancak amelin sebepleridir. Hepsini yaptığın zaman bunların sende bir etki sağlaması mümkündür.
İşte o zaman sen, ibadet etmiş ve olduğundan başka bir şey olmuş bulunursun.

Kur'anda(2): Namaz seni günahtan, suç işlemekten, kötülükten, noksan ve kusurlardan ve isyandan korur,
temizler, buyrulmuştur.
İşte senin bunları yapmamış olman ve bunlardan temizlenmiş bulunman ameldir.

Eğer kendini bunlardan kurtarmamışsan, namaz kılmamış sayılırsın.

Bunun için Peygamber -O'na Selâm olsun namaz
kılmış olan bir kimseye: "Namaz kılmadın, kalk namaz kıl" (H.Ş.). diye buyurdu. Bunun üzerine o adam kalkıp
namaz kıldı. Tekrar: "Kalk namaz kıl, namaz kılmadın" buyurdu. O adam yine kalktı ve namaz kıldı. Peygamber bu defa da: "namaz kılmadın" dedi ve sonunda: "Kalb huzuru olmadan, namaz kılmak doğru değildir" (H.Ş.) buyurdu.

(2)(Kur'an, Sûre:28, Âyet:44.)

O halde ortaya koymuş oldukları bu rükû, sücûd ve kıyamı yerine getirmekle, gerçek amel yapılmış olmaz.
Yani dinde ortaya konulan bu dışla ilgili hareketleri yapmakla amel yerine getirilmiş olamaz.
Hakikî amel, içi değiştirmektedir. Nitekim insan tohumu, ana rahminde şekilden şekle girer. Alâka ve mudga
olur. Nihayet insan şeklini alır, canlanır, dünyaya gelir, büyür ve bir insan olur.

İşte bu türlü değişmek, aşağı derecelerden yukarı derecelere çıkmak, amelidir. Miraç dedikleri de bu tarzda olur.
Yukarıda anlatıldığı gibi kul da bir halden bir hale döner. Bu sırada meydana gelen ikinci hal, birinci halden;üçüncü hâl ikinci hâlden daha iyidir. Böylece bu, sonsuz olarak devam eder.
Peygamber Hazretleri - O'na selâm olsun-: "İki günü bir olan kimse aldanmıştır" (H.K.). buyurmuştur.

Hadîste: Dünya ahretin tarlasıdır, varit olduğuna göre, bu dünya pazarında her kulun ekmekte, yani yarın ahrette sevabını görmek maksadiyle ve iş yapmak hususunda ilerleyişinde, iki günü bir olmuş, her gün manen
ilerlememişse o kimse aldanmıştır.

Çünkü insanın günden güne hattâ her an manen ilerlemesi lâzımdır.İşte gerçek anlamda amel budur. Böyle bir ameli insanlar nasıl görebilirler?

Bunu ancak Allah görür ve bilir.

Ulu Allah: "Benim dostlarım, benim kubbelerimin altında gizlidirler. Onları benden başka kimse bilemez"
(H.K.). buyurmuştur.

Netice itibariyle bilgi (ilim) amele namaz, oruç gibi bedenî işlerden ve amelden daha yakındır.
İlmin amelden ayrı olması ve ona faydası dokunmaması mümkün olabilir mi?
Halbuki bedenî hareketlerin amelden ayrı bulunması ve amele faydası olmaması daha çok mümkündür. Çünkü inatçı, kötü niyetli ve iki yüzlü (Cehud),münafık (müslüman görünen) bir kimse zahiren bedenî ameli yapmış olabilir; fakat dinin asıl hükmünü yerine getirmiş, hakkı ispat etmiş sayılmaz. Eğer bunları bilseydi ve yapabilseydi zaten bu vasıflara lâyık olmazdı.
O halde halkın gördüğü ibâdetlerden, âyinlerden, mezheblerden anlatılan ve gösterilen şeylerin hepsi, amelin aslı, kendisi olmayıp sebepleridir.
Bersisa, yıllarca hakikattte hiçbir zahidin yapamıyacağı bir şekilde ibadette bulundu.
Yani zahirî ameli yerine getirdi. Fakat sonunda kâfir olarak öldü. Bunun gibi İblis de binlerce yıl gökte ibadetle meşgul oldu. Eğer
bu zahirî ameller onda bir etki yapmış olsaydı Allah'dan: "Adem'e secde et!" emri gelince, secde ederdi.
İsa -O'na selâm olsun - zahirî amelleri yapmamıştı; fakat gerçek ameli o yaptı. Çünktü birdenbire çocukluk halinden ihtiyarlık haline geçti ve Muhammed Mustafa'nın kırk yaşında iken iddia ettiği aynı dâvayı ve vahyi o daha beşikte iken beyan eyledi.

Peygamber: "Ben Allah'ın bir kuluyum. Bana gökten bir kitap indi. Allah beni Peygamber yaptı ve beni kerim kıldı. buyurmuştur.

(Kur'an, Sûre: 19, âyet:30-31)"

Gerçek amel senin bulunduğun halde, her an başka bir hale
geçmen ve manen ilerlemendir.Bunun gibi, iksiri bakır üzerine döktüğün zaman, bakırın altına dönmesi amel olur.

Eğer altın olmazsa binlerce çekiç darbesi yese, yüz defa kaynasa, genişleyip uzasa, yine bakır olarak kalır.
Altını tanımıyanlar, amelin görünüşüne bakanlar ve bunu esas olarak kabul edenler: "Eğer yeryüzünde altın denen bir şey varsa o da mutlaka budur. Çünkü bu kadar çekiç darbesi yedi, bu kadar kaynadı, uzayıp genişledi" derler.
Halbuki altını gerçekten bilen bir kimse, bunlara bakmayıp halis altın olup olmadığını anlamak için önce mihenge vurur,.sonra kabul eder. Olmamışsa onu bir paraya bile satın almaz.

Çünkü Allah:(3) "Ben ki Allah'ım; sizin ne görünüşünüze, ne işinize, ne de sözünüze bakarım. Yalnız gönlünüzde benim için olan sevgin nasıldır ve ne kadardır diye gönlünüze bakarım" buyurmuştur.

(3) Allah bizin ne suretlerimize, ne de amellerimize bakar, yalnız kalblerimize bakar (H.Ş.)

Akıllı olan bir insana bir işaret yetişir. Bir evde bir kimsenin bulunup bulunmadığını anlamak için, bir söz kâfidir.
BİZ NEYİ BİLİRİZ, NEYİ BİLMEYİZ, BİLEN BİRİSİ ÇIKSIN DA BİLENLERİN NE OLDUĞUNU BİLELİM...
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön