ŞEYhü'L- HAZÎN kaddesallahu sırrahu..

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

ŞEYhü'L- HAZÎN kaddesallahu sırrahu..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MuhaMMed El Hazîn El Fersafî'nin Siirt-Fersaf'taki türbesi..

HAZİNELER KAYNAğı-HüZüN MaKaMı ŞeYyhi:
MuhaMMed El HaZîN El Fersafî kaddesallahu sırrahu..

Sûfîlerin gerçek dünyası, varmak istedikleri vatan muhabbet ve yüce ruhların buluştuğu sonsuzluk âlemi olur. Amaç dünyada hakikati bilip sonsuzluk âleminde yaşamaktır. Zât-ı bârî ile bir olma halidir. Bunu da elde etmek için çile çeker, ölmeden önce ölürler. İşte tanıyıp öğrenmemiz gereken, sözlerini bilip bellememiz icâp eden mutasavvıflardan biri Şeyh Muhammed El Hazîn kaddesallahu sırrahu hazretleridir.

Bazı büyükler, mutasavvıflar için ”Dünyada ama, dünyadan değil” tâbirini kullanır. Dünyayı kokuşmuş ete benzeten bu insanlar, dünyadan ne kadar rahatsız olduklarını belirtmişlerdir. Hayattaki vaktimizin büyük çoğunluğunu gafletle geçiren bizler için, sâhibü’l-zamân olan mutasavvıfların hallerini ve sözlerini tanıyıp bilmek, görünenin ötesindekini kavramak elzemdir. Tasavvufun bir yol-yolculuk olduğu düşünüldüğünde bir kılavuz olmadan menzile varılamayacağı âşikârdır.
İmam Gazâlî: “İmkân dairesinde, şu varlık âleminden daha mükemmeli, daha üstünü yoktur.” buyurmuştur..

Eğer imkân dairesi bu kadar mükemmel ise, lâ-mekânın keyfiyeti ne olur?
Dünyayı değersiz, boş, sanal olarak târif edersek, sûfîlerin gerçek dünyası, varmak istedikleri vatan muhabbet ve yüce ruhların buluştuğu sonsuzluk âlemi olur. Amaç dünyada hakikati bilip sonsuzluk âleminde yaşamaktır. Zât-ı bârî ile bir olma halidir. Bunu da elde etmek için çile çeker, ölmeden önce ölürler. İşte tanıyıp öğrenmemiz gereken, sözlerini bilip bellememiz icâb eden mutasavvıflardan birisi de, Şeyh Muhammed El Hazîn kaddesallahu sırrahu hazretleridir..

“AHh mine’l- mevt!. AHh mine’l- coğ!.: Ölümden AHh!. AÇLıktan AHh!.”
Şeyh Muhammed El Hazîn El Fersafî kaddesallahu sırrahu, Siirt’in Fersaf köyünde 1819 yılında doğmuştur. Babası Kâdirî şeyhi Molla Musa Efendi, annesi ise sâlihâ bir hanım olan Fatıma Hatun’dur. Şeyh Musa Efendi’nin şeceresi Şeyh Muhammed Kazım Hazretleri’nin verdiği bilgiye göre şöyledir: Şeyh Molla Mûsâ bin El Hâcı Hıdır bin El Hâcı Abdullah. Hacı Abdullah ise, Fersaf köyünün altında Siirt yolu üzerinde medfun Şeyh Şeref'in zürriyetindendir. Denildiği ve pederimden duyduğum gibi Şeyh Şeref, iki kardeşi Şeyh Mahmûd ve Şeyh Ahmed, amcası oğlu Siirt'e kendi adıyla zikredilen câmide medfûn Şeyh Halef ile birlikte Bağdat'tan Diyarbakır'ın Hazro Kazasına gelmişlerdir. Oradan ayrılıp, Şeyh Halef Siirt'te, Şeyh Şeref ise Fersaf'ta ikâmet etmiş ve orada vefât etmiş olup kabri malumdur. Şeyh Mahmûd ve Şeyh Ahmed ise Erbin Köyünde ikâmet etmiş ve orada defnedilmişlerdir. “Mevahibü's-sermediyye” adlı kitapta Kâdirî tarikatı silsilesi Şeyh Şerefü’l-Kattâle'ye ulaşır. O da, tarikatı Abdürrazzâk'tan almıştır. Şeyh Şeref, Gavs-i Geylâni'nin oğlu Şeyh Abdülvehhâb'ın oğludur..

Şeyh Muhammed kaddesallahu sırrahu, küçük yaşta babasının yanında temel dini bilgileri öğrenir. 8 yaşına girdiğinde ise Kur’an-ı Kerim’i ezberler. Babası onu, daha iyi bir eğitim alması için Siirt’teki Hamid Ağa Medresesi’ne kaydeder. Bu medresenin baş müderrisi ise Allame Molla Halil Es-Siirdî El Ömeri’dir.. Molla Halil Hazretleri, Şeyh Muhammed’i kaddesallahu sırrahuyu önce diğer müderrislere emânet eder. Çok geçmeden onu kendi ders halkasına katar. Molla Halil kaddesallahu sırrahu, Şeyh Muhammed’i kaddesallahu sırrahu çok sever; hatta saçı uzadığında talebelere: “Bana berber getirmeyin, Muhammed’i getirin. Belki Allahu TeÂLÂ onun hatırına başımı cehennemde yakmaz” buyurur..

Bir sözünde Şeyhü’l Hazîn kaddesallahu sırrahu: “Yedi yaşında iken Hâlid-i Bağdâdi bana hırka giydirdi” buyurmuştur. Bu da Şeyh Hazretlerinin Üveysîliğine işârettir.
Şeyh Muhammed, Siirt’teki Hamid Ağa Medresesi’nden mezun olduktan sonra, burada okutulmayan ilimleri tahsil etmek üzere Mardin’e giderek bir ihtisas medresesi olan Kasım Padişâh (Kasımiyye) Medresesi’ne kaydolur. Burada şer’î ve fennî ilimler ile aruz ilmini öğrenir. Muhammed el-Ensâri’nin “El-Endelüsiyye” adlı kitabın şerhini kendi el yazısı ile yazar ve h. 1256/m.1840 yılında 21 yaşındayken eserin yazımını tamamlar. İstinsah ettiği her sayfanın altına:
“Ah minel mevt, ah minel coğ; Ah şu ölümün elinden, ah şu açlığın elinden” notunu düşer.

Şeyh Muhammed El Hazîn El Fersafî kaddesallahu sırrahu, 6 tarikatten icâzetliydi..
Şeyh Muhammed kaddesallahu sırrahu, bu medresede iki yıl ilim tahsil ettikten sonra icâzetini alır. Buradan ayrıldıktan sonra Bağdat’a gider. Orada Şeyh Mahmud El Behdinî ve Şeyh Haydar Es-Soranî’den bir müddet tasavvuf dersi alır. Tekrar Siirt’te gelir. Bir müddet mürşid-i kâmil arayışına girer. Hakkari’nin Nehri Köyüne giderek Seyyid Taha Hazretleri’ne durumu anlatır.
Seyyid Taha kaddesallahu sırrahu ona: “Sevgili yeğenim. Senin fütuhatın bende değil, Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin en büyük halifesi Şeyh Osman Tavilanî’nin elindedir. Ona gitmen lazım.” diye buyurur.
Şeyh Osman Tavilanî kaddesallahu sırrahu ise, Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin ilk halifesidir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî onun hakkında: "Ben gurbete ve meşakkate tahammül ettim. Bende makamlar ve haller hâsıl oldu. Onları da benden Osman et-Tavilanî aldı." diye buyurmuştur.
Şeyh Muhammed kaddesallahu sırrahu, Şeyh Osman Tavilanî’nin kaddesallahu sırrahu yanına gelir, manevî yolculuğuna burada devam eder. Hakikat odur ki Şeyh manevî terbiyecisini bulmuştur.
Şeyh, Tavilan’da kaldığı süre içinde kendisine “Şeyhü’l Meczûb” adı takılır. Şeyh Osman Tavilanî’nin dergâhına yakın bir yerde câmi yapılır. Şeyh de câminin inşaat işinde çalışır. Şeyh Osman kaddesallahu sırrahu, dergahtaki pencereden onu görünce yalın ayak hızlıca dışarı çıkar ve Şeyh’in elindeki taşı, tuğlayı alır ve: “Senden kıyamet günü bize şefâat etmeni umuyoruz. Sen bunun için yaratılmadın!.” der.
Şeyh Osman Tavilanî, Şeyh Muhammed için: “Mevlânâ Halid-i Bağdadî Kur'ÂN-ı Kerîm’in sırlarını bana öğretti. Ben de bu sırları Şeyh Muhammed’e öğrettim!.” buyurmuştur.
Şeyh, Tavilan’da 8 ay kalır ve Tarikat-ı Aliyye’den icâzet alarak irşad için görevlendirilir. Şeyh Osman Sirâceddin Hazretleri, şeyhi olan Şeyh Hâlid-i Bağdâdi’den beş tarikatte irşâd için icâzet almıştı. O da halifesi Şeyh Muhammed el-Hazîn kaddesallahu sırrahu’e Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çeştî Tarikatlarında irşâd için mutlak izin ve icâzet verir. Şeyh Osman kaddesallahu sırrahu Şeyh’e icâzet verdikten sonra şöyle nasihatte bulunur: “Şeyh Muhammed kaddesallahu sırrahu, seni o muhite irşat için gönderiyoruz fakat giderken geçeceğin yerlerden birinde Şeyh Salih Sipkî kaddesallahu sırrahu var. Oradan geçerken kendisine irşat için benim tarafımdan gönderildiğini söyle. Çünkü bu tarikatın ana temeli edebdir. Senin oraya irşad için gönderilmeni hoş görmesini dileriz.” buyurur.
Şeyh Muhammed kaddesallahu sırrahu memleketine dönmeden önce rivâyete göre önce Bağdat’a gider ve burada Bedevî Tarikatinin şeyhi Abbas el-Bağdâdî Hazretleriyle görüşür ve sohbetinde bulunur. Şeyh Abbas el-Bağdâdi hazretleri, Şeyh Muhammed’e kaddesallahu sırrahu Bedevi Tarikatinden icâzet verir. Bağdat dönüşü Şeyh Osman’ın emri üzere Şeyh Salih Sipki’ye kaddesallahu sırrahu uğrar. Şeyh Salih’i kaddesallahu sırrahu bir sedirin üzerinde oturmuş bulur ve Şeyh Salih’e kaddesallahu sırrahu Şeyh Osman Siraceddin’in kaddesallahu sırrahu emrettiği şeyleri aynen aktarır. Şeyh Salih kaddesallahu sırrahu ayaklarını yerden keser ve yeri işâret ederek: “Ya Şeyh! Bu bastığım yer de senin hükmündedir” buyurur..

“Gerçekten mahzun olsaydın nefes almaya takatin olmazdı!.”
Şeyh Muhammed kaddesallahu sırrahu, Fersaf’a geldikten sonra medrese kurar. Talebeleri arasında ona ilk icâzeti veren Molla Halil Es-Siirdî’nin çocukları olur. Bu talebeler arasında en meşhuru allame Hasan Fehmi Efendi’dir. Medrese Hocalığının yanında tasavvufî terbiye vermeye başlar. Siirt’ten her gece 100-150 mürid Fersaf’a giderek sohbet dinler, zikir yapar, teveccühe girer ve Hatme-i Hâcegân’da bulunurdu.
Şeyh Muhammed kaddesallahu sırrahu, her zaman hüzünlü bir şekilde bulunur, Allah’tan visal ister. Hatta bir münacatında: “Allahım! İki dünyadan da beni fânî kıl, lâmekânda vahdetle seni bâki kıl. Çünkü ben Senden cennetleri istemiyorum, Musa’ya söylediğin gibi bana “Beni göremezsin deme.”
O günlerde Miskinli Molla Abdülaziz, Şeyh Muhammed’in kaddesallahu sırrahu bu kavline itiraz eder ve uykusunda gördüğü rüyâda, şeyhe itirazı dolayısıyla uyarılır. Bu rüyadan sonra tekrar şeyhin yanına gider ve ona biat ederek, Hazîn ünvanını alır..

Ebu Ali Dekkak’ın buyurduğu gibi: “Hüzün sahibi kimseler hüzünlü olmayanların senelerce kat edemedikleri Allah’a giden yolu bir ayda kat ederler.”
Rabia’tü’l- Adaviyye bir gün bir adamın “Ah şu hüznün elinden.” dediğini duyar ve ona: “Ah ne kadar hüzünlüyüm de!… Gerçekten mahzun olsaydın nefes almaya takatin olmazdı!.” der.
“Hüzün kalbden yok olursa o kalb yıkılır”
Âriflerin önderi Şeyh Muhyiddin Ibnü’l-Arabî kaddesallahu sırrahu, “Mevâkiu’n-“Nücûm” adlı kitabında Hüzün Makamını: “Hüzün, edeb ehlinin süsüdür.” ifâdesiyle övmüştür. Ve şöyle devam etmiştir: “Allah mahzûn olanlardan razı olsun. Keşke hazin olan birini gören birisini görseydim. Ey hazin ne mutlu sana, ne mutlu sana!. Vallahi sen saadete ermiş hakikat sahibisin!. Vallahi sadık dostsun!. Keşke Allah cömertlik ve kerem hazînelerinden bana hüzün nimetini verseydi!. Hüznün öyle hazîneleri vardır ki, Allah o hazîneleri ârif ve sâdık kullarına verir. Ârif kişi, hüznündeki, mertebesine göre âriftir. Hazin âriftir, hazin vâristir, hazin, Allah’ın yeryüzündeki sırrıdır. Hüzün kalbden yok olursa o kalb yıkılır. Ne mutlu o kişiye ki; şiârı hüzün, giysisi hüzün, evi hüzün, yiyeceği hüzün, içeceği hüzündür. Sıddıklar ve nebiler hüzünle lezzetlenirler. Hüzün, bütün hayırları toplar. Allah bir kulunu severse kalbine hüzün verir. Hüznü tatmayan ibâdetin tadını alamaz. Keşke Allah, minnetiyle kalbime hüznü lutf eyleseydi!.”
Molla Abdurrahman Camî kaddesallahu sırrahu de: “Hâcegân ulularının nisbeti, çoğunlukla hüzün sûretinde ortaya çıkar." demektedir.
.


Şeyhü’l Hazîn kaddesallahu sırrahu, bir şiirinde Allah’ın kendisine verdiği nimetleri şöyle anlatır:

Allah, bütün evliyânın ilmiyle peygamberlerin hallerini
Şeyh’in kalbine akıttı ki şeyh de onların vârisi oldu..

Şeyh Muhammed el-Hazîn lâmekâna gitti, evliyânın makamını aştı
Allah ona âriflerin ilminden fazla, bâtınî ilimler ihsân etti..

Bütün âbidlerin kuvveti, bütün zâhidlerin hâli
Peygamberlere yemin ederim ki Hazîn’in ilminin yanında tek bir damladır..

Şeyh, Allah’ın zât ve sıfatları denizinde yüzer
Göz açılıp kapayana kadar milyonlarca yıllık yol gider..


“Gökler, kendilerine doğru yükselen iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar..”

Şeyhü’l Hazîn kaddesallahu sırrahu Bitlis’teki Kızıl Mescid adlı câmide kürsüye çıkar ve Kur’ân-ı Kerim’den:


وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim--- "Ve alleme âdeme’l- esmâe kullehâ summe aradahum ale’l- melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn (sadikîne).: Ve (Allah), Âdem’e, (Allah’ın) isimlerinin hepsini (bu isimlerdeki hikmetleri) öğretti. Sonra onları meleklere arz ederek dedi ki: “Haydi sadıklardan iseniz bunları isimleri ile bana haber verin (söyleyin).” (Bakra 2/31)

Âyetini okur, müfessirlerin âyetin zâhirî mânâsıyla ilgili açıklamalarını anlattıktan sonra, âyetin bâtıni mânâ ve sırlarını açıklar. Bu ara insanların câmiye gidip bu sohbeti merakla dinlediğini duyan hocalar da sohbeti dinlemek için câmiye gider, kendisini dinler. Bu tefsirler karşısında hocalar hayranlıklarını gizleyemezler.
Şeyhü’l Hazîn, oğullarından Şeyh Sadeddin’e der ki: “Bu son zamanlarımda Kur'ÂN-ı Kerîm okumak bana çok ağır gelmektedir. Çünkü her harfin altında bana esrârlardan bir deniz görülmektedir.”
Şeyhü’l Hazîn kendisinden tavsiye isteyenlere: “Tâlib o kimsedir ki sadece Allah’ı ister. Galib o kimsedir ki ilmi hevâsına üstün gelir. Ben size sîyer ilmini okumanızı tavsiye ederim ki onunla iman fazlalaşır. Allah kime muhabbetini nasib etmişse sultan odur. Elhamdülillah evvelde ve ahirde Allah bize muhabbetini nasib etmiştir.”
Miladi 1890-hicrî 1308’de vefât eden Şeyhü’l Hazîn kaddesallahu sırrahu’nun vefâtını, oğlu Şeyh Şerafeddin şöyle anlatır:
"Şeyh kaddesallahu sırrahu, vefâtından hemen önce müezzini Şeyh Yusuf’un kucağında olduğu halde bir âyet-i kerime okudu ve bu âyetin tefsirine başlayıp şöyle dedi:

“Allah’ın kullarından bazıları, öldüklerinde, gökler kendilerine doğru yükselen iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar…:


Resim--- "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir mü'min için mutlaka (semâdan) iki kapı vardır: Birinden ameli yükselir, diğerinden de rızkı iner. Bu mü'min ölünce, her iki kapı da ağlarlar. Şu âyet bu duruma işaret eder: "Ne gök ne yer onların üzerine ağlamadı." buyurdu.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Tefsir, Duhân, (3252)


فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ
Resim--- "Fe mâ beket aleyhimus semâu vel ardu ve mâ kânû munzarîn(munzarîne).: Onlara yer ve gök ağlamadı. Ve onlara mühlet verilmedi.” (Duhân 44/29)

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
Resim--- "Tusebbihu lehu’s- semâvâtu’s- seb’u ve’l- ardu ve men fîhinne, ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûran).: 7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O’nu (ALLAH’ı) tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Halîm’dir, Gafûr’dur (mağfiret edendir).” (İsrâ 17/44)

“Allah’ın kullarından bazıları, öldüklerinde, gökler kendilerine doğru yükselen iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar. Yine aynı şekilde yerler de üzerinde yapılan ibâdetlerin kesildiği için ağlar. Göğün ağlayışı hafif yağmur yağışı gibi bazen hissedilir. Melekler de garib kuşlar şeklinde gelip, cenâze ile birlikte giderler.” der. Daha sonra “Sübhannallah, velîlerin ruhları ne kadar hızlıdır. Meleklerden daha çabuk gelip giderler.” der. Sonra Şeyh’in işâreti ile selâm almakla meşgul olduğunu gördük. Daha sonra mezkur Şeyh Yusuf’a: “Kur'ÂN-ı Kerîm okumaya başla, fakat sesini kıs. Rabbim ile meşgulüm.” der.
Müezzini Şeyh Yusuf Kur'ÂN-ı Kerîm’i okumaya devam ettikçe nurlar da artmaktadır. Tâa ki, Şeyh Allah’ın rahmetine kavuşana kadar...

Cenâze musallaya götürülmek üzere evden çıkarıldığında hafifçe yağmur yağmaya başlamıştır. Cenâzenin etrafında garip kuşlar uçuşmaktadır. Şeyh’in torunu Şeyh Muhammed Kazım kaddesallahu sırrahu cenâzede hazır bulunan Molla Abdülmecid’e bu kuşları sorar. Molla Abdülmecid: “Garip kuşlardı. Buralarda daha önce onlar gibi kuşlar görmemiştik.” cevabını verir.
“Kıyamete kadar anlatsam, kalbimdeki İhlas Sûresi’nin anlamı bitmez..”
Şeyhü’l Hazîn Hazretleri hakkında çok az bilgi ve belge bulunmaktadır. Bunun ilk nedeni kendisini şöhretten uzak tutması, diğeri ise Şeyh hazretlerinin evinde çıkan bir yangın nedeniyle kütüphânesinin bir kısmının yanmış olmasıdır. Şeyhü’l Hazîn’in kaddesallahu sırrahu Hac yolculuğu dönüşü İstanbul’da uğradığı, Muhammed İstanbulî adlı bir halifesi olduğu bilinmektedir. Hakikatleri açıklamada Hz Mevlânâ kaddesallahu sırrahu ne güzel buyurur: “Gaflet tendedir. Ten ruh olunca sırlar Hazînesi ona açılır.”
Şeyhü’l Hazîn kaddesallahu sırrahu Siirt Ulu Câmi’de 40 gün boyunca İhlas Sûresi’nin tefsirini yapmış: “Kıyamete kadar anlatsam, kalbimdeki İhlas Sûresi’nin anlamı bitmez” buyurmuştur.
Vaaz ve nasihat ettiği zamanlar dışında yüzünü örttüğü, Rus harbi sırasında halkı Sultan Abdülhamid’e itaate ve cihada çağırdığını Hasan Fehmi Efendi’nin yazmış olduğu bir kasideden biliyoruz.
Bu vesile ile Şeyh Muhammed El Hazîn kaddesallahu sırrahu hakkında son dönemde yayınlanmış olan bir kitaptan bahsetmek isterim:


Şeyh Muhammed El Hazin ve DivÂNı.
Eseri yayına hazırlayanlar, Mugisiddin Aydın Efendi ve Prof. Dr. Ali Bulut’tur.
Prof. Dr. Ahmed Turan Arslan nâif bir sunuş yazısı ve,
Prof. Dr. Necdet Tosun bir takriz ile kitaba katkıda bulunmuşlardır..


Kitap 6 bölümden oluşmaktadır.:
1.inci bölümde Şeyh Muhammed El Hazîn Hazretlerinin doğumu, köyü, tahsili, eğitim gördüğü medreseler ve hocalar, talebeleri, vefâtı, ilmî ve tasavvufî yönleri, halifeleri, şemâili, şeceresi, hanımı ve çocukları, bazı kerâmet ve menâkıbı, kendisinden sonra gelen Silsile-i Aliye’si hakkında bilgilere yer veriliyor.
2.inci bölümde Şeyh Hazretlerinin Divan’ının tercümesi;
3.üncü bölümde Şeyh hazretlerinin 2 kasidesi için yapılan şerhlerin çevirileri;
4.üncü bölümde araştırmacılara kolaylık olması için Divan’ın aslı;
5. inci bölümde Şeyh hazretleri hakkında yazılmış methiye ve mersiyeler ve
6.ıncı bölümde ise icâzetnâmeler, belgeler ve sözlük bulunmaktadır..

Ayrıca 12-13 Mayıs 2017 tarihlerinde Siirt’te Şeyh Muhammed El Hazîn Sempozyumu düzenlenmiştir..
Şunu belirtmeliyim ki değerli vaktini bana ayırıp yazımı okumaya ayıran fikir verip düzelten kadim dostum Nevşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi araştırma görevlisi Kadri Yılmaz’a teşekkürü borç bilirim. Allah’u TeÂLÂ ebeden razı olsun…


Faysal Kalkan
Resim
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön