Med-Cezirler...

İslamiyet'de yaşanan tartışmalara açıklamalar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

Med-Cezirler...

Mesaj gönderen aksiseda »

Resim

Bir şeyler söylüyor insan, beden diliyle diğer bedenlere...
Yazı da beden dilidir. Aynı bedeni ve aynı dilin kelimelerini kullanır insan yazabilmek için.

O beden, bize de bir şeyler söyler ama başka bir dil ile ve başka sözlerle.

“Acıktım!” der meselâ, “Susadım!” der.
Yalnızca o beden sahibinin anlayabileceği kelimesiz ve sessiz sözlerle...
Ha! Bazen guruldayarak başkalarına da ses vermiyor değil ama o ayrı...

Guruldayacak kadar acıkmamış olsa bile anlar insan ve gereğini yapar.

Ama biz bedene bir şey söylüyor muyuz?
Hayır!
Neden acıktın? Demiyoruz. “Acıkma! Susama!” demiyoruz, itiraz etmiyoruz. Bilâkis gereğini yapmak ve ihtiyacını gidermek üzere harekete geçiyoruz.
Bu beden efendi de biz onun kölesi miyiz?

Öyle ki bazen o kölelik kimileri için vazgeçilmez oluyor ve başka hiçbir şeye vakit kalmayabiliyor hayatları boyunca.

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰیهُ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكٖيلًا
Eraeyte menit tehaze ilâhehû hevâh, efe ente tekûnu aleyhi vekîlâ.
Gördün mü o heva-hevesini ilah edineni? (25/43)

Oysa anlatılır ya; Büyük İskender öleceği vakit vasiyet eylemiş, elinin biri kabrinin dışında bırakılsın ki herkes görsün; Büyük İskender dahi bu dünyadan eli boş gitmekte...

Ama ne çare... Hiç kimse kendince doğru bildiğinden şaşmamakta...
Ve çoğunluk bu şaşmayışa da şaşmamakta...

Şaşmak, hem hayret anlamındadır hem de bildiğinin/bilinenin dışına çıkmak anlamındadır.
Bilinen bilindiği gibi olduğu sürece şaşılmaz/hayret edilmez.

Bilinen vakitte okunan ezan herhangi bir şaşkınlık veya hayret yaratmaz Müslümanlarda.
Ama ezan, vaktinden önce veya sonra okuduğunda...
“Hoca vakti şaşırdı” herhalde denir ve bu ezan hayrete/şaşkınlığa sebep olur.

“Allahım! Hayretimi arttır” diye dua edermiş Rasulullah Sav. Efendimiz.
"Allahım! İlmimi arttır!” diye dua edermiş.

Ve “İki günü bir olan ziyandadır” buyurmuştur.

Bilinene aşinadır insan ve aşinalık yeni bir bir bilgi gerektirmez. Yani hayretin-ilmin önüne set çeker.

İnsanın en aşina olduğu şey ise kendisidir... (Belki de en yabancısı olduğu)
Bu nedenle insan kendisine hayret ederek işe başlamalı ve kendisini ve kendisi gibi olanları gözlemlemelidir...

* * *

Ard ardına bir önceki günün tekrarı gibi geçen günlerde daralıyor insan, bir sıkıntı hali kaplıyor içini...

“Nasılsın?” diye soranlara “İyiyim” deniyor beklenen karşılığı vermiş olmak için.“İyi değilim” dense izahı gerekebilir belki...
Oysaki izahını kendine bile yapamıyor. O memnuniyetsizliğin gerçek nedeni ne?

Kadere rıza gerektiğini de biliyor ama razı olmak neden bu kadar zor?
“Ne kadar zor” diyor kendi kendine...
Diğer yandan; “Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır” diyor içinde bir yerler...

İmkânsız dediği oluyor.
Ve yine o diğer yanı : “O hiç kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemez” diyor...

O yanına yaslanınca “Anlıyorum galiba” diyecek gibi oluyor ama
مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهٖ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِىٌّ عَزٖيزٌ
Mâ gaderullâhe hagga gadrih, innallâhe legaviyyun azîz.
Allah'ın kadru kıymetini hakkıyla anlayıp takdîr edemediler (22/74)

Hangi yan bana ait; Bana ait bu bedende?

Haline baktığında bir mahkûmdan farkı yok...
Özellikle işyerinde... O bedenin ihtiyaçlarını karşılamak için belli saatlerde belli işleri yapmaya mahkûmken...
O vakit işte görüyor ki ihtiyaçlarını (heva-hevesini) ilah edinmiş bu beden yüzünden.

Ben mi bu bedene mahkûmum yoksa bu beden bana mı mahkûm? Sorusu...
İnsanın cüzi iradesi var mı? Sorusu takılıyor zihnine...
Çünkü var ise insan özgürlük yanında yer almak ister. Mahkûmiyet işine gelmez nedense!

Lâkin özgürlük yanında yer alınca da diğer yanda sorumluk yer alır.
Kendi iradesi ile bile isteye yaptığının ahirette hesabını verecektir insan.

Kaldı ki bu, dünya da bile böyle...
İstese o an için içinde bulunduğu o mahkûmiyetten kurtulma imkânı var.
Bu anlamda özgür. İstese işini bırakıp gidebilir ama ya içini?
Sorumlulukları geliyor aklına... Sorumluluğunu üzerine aldığı eşi-çocukları vs.

Birbirini kovalıyor düşünceler hiç durmaksızın... .
Bir anda bastıran bir sağanak gibi...
Oysaki işyerinde durup düşünmeye vakit yok!
Düşünmek için durmak mı lazım? Yoksa durmadan düşünmek mi?

“Boş zamanlarınızda ne yaparsınız?” sorusuna benziyor.
Bir şey yapılıyorsa zaman neden boş olsun ki!

Hakikatte âlemde hiçbir zerrenin bir an için durması mümkün değil.
Böyle bakınca, durup düşünmek; âlemin işleyişine ters gibi...

Belki böyle olduğu içindir ki kimileri; Fazla derine dalma kafayı yersin... Diyerek
Bilindik boşvermişlik içinde geçirirler günlerini... Hiç düşünmez, kafa yormak istemezler.

Üç Silahşörler adlı romanda Porthos adında böyle biri vardır.
Bu Porthos, iri yapılı, güçlü kuvvetli biridir. Söyleneni yapar, hiç bir hususta soru sormaz, sorgulamazmış. Hiç bir vakit bir şeye kafa yorduğu görülmezmiş.

Bir gün Porthos’ a yine bir görev verilir. Kalenin mahzenini havaya uçuracaktır.
Porthos girer mahzene, dinamitleri ateşler ve hızla koşarak oradan uzaklaşmaya başlar.

Hızlı hızlı koşarken bir anda “Nasıl oluyor da bacaklarım bu kadar seri bir şekilde birbirini takip edebiliyor?” diye bir soru takılır Porthos’ un zihnine... Bu bu sorunun doğurduğu hayret ile olduğu yerde donakalır Porthos...


Daha öncesinde kaç kere aynı şekilde koştuğu halde Porthos’ a gelmeyen o düşünce neden tam o esnada gelmiştir?

Ne zaman neye göre gelir bu düşünceler ve bu hayretler... Kim karar verir gelişine- gidişine...

Bu geliş gidişler, Bu med-cezirler...

Med-Cezir” Arapça kökenli bir kelimedir.
Arapça'da Med "Yükselme, kabarma, uzama" Cezir ise "Alçalma" anlamına gelmekte ve Med-Cezir "Gelgit" anlamında kullanılmaktadır.

Güneş veya Ay’ın yer çekimi etkisiyle okyanuslarda görülen suların alçalması ve yükselmesi olayına gelgit ya da med cezir denilmektedir. Gelgit olayı Ayın yer çevresindeki hareketiyle ilişkilidir. Bu hareket, Ayın evreleri olarak bilinir.”


Demek ki çevremizde olanların hareketlerine göre bizde de bir med-cezir oluşmakta...
Kim var ki çevremizde?

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
Ve lillâhil meşrigu vel mağribu feeynemâ tuvellû fesemme vechullâh, innallâhe vâsiun alîm.
Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz dönün, Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve nimeti geniştir, O her şeyi bilendir. (2/115)

O halde bu “Med” Muhammed’ tendir (Sallallahu aleyhi ve sellem)
O’ nunla çeker kendine O’ nun nurundan yaratılan gölge konumundaki masivayı...

اَلَمْ تَرَ اِلٰى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلٖيلًا
Elem tera ilâ rabbike keyfe meddez zıll, ve lev şâe lecealehû sâkinâ, summe cealneş şemse aleyhi delîlâ.
Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi? Dileseydi elbette onu hareketsiz de kılardı. Sonra Biz güneşi ona nasıl delil kılmışız?(25/45)

Gölge’ nin yaptığı Aslı’ nın/Gölge Sahibi’ nin yaptığı değil midir?

İnsanın özgür olduğuna dair bir ayete rastlamadım Kuran’ da ama;

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًى
Eyahsebul insânu ey yutrake sudâ.
İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır? (75/36)


اِنّٖى تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّٖى وَرَبِّكُمْ مَا مِنْ دَابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبّٖى عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ
İnnî tevekkeltu alallâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızum binâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtım mustegîm.
"İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir." (11/56)

Ayetlerine rastladım.
Hangi yanda olmam ve hangi yana yaslanmam gerektiğini biliyorum da:

İnsan kendi kendine aşina olduğu/bildiğini zannettiği AN, Aslı’ na en yabacı olduğu AN' dır.
Zira;

يَسْپَلُهُ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فٖى شَاْنٍ
Yes'eluhû men fis semâvâti vel ard, kulle yevmin huve fî şeé'n
“Göklerde ve yerde olanlar hep O’ ndan isterler ve O her an yeni şe’endedir” (55/29)

Her Gölge var olabilmek için bir ASIL ister...
Bu işin ASLI Ne? Denirse;
Bilmiyorum ki; Her an yeni bir şe’ende olan nasıl bilenebilir?
O’na ancak Hayret edilir.

Hayretten, düşüncelerden yorulur tekrar gündelik işlerime koyulurum...
Belki de düşünmemek en iyisidir.
Biraz uyumak...

Uykuya dalarken bilmez insan ne rüya göreceğini...
Gördüğü rüyaları yorumlar veya yorumlatır; Bazen hayra bazen şerre...
Ama kim karar verir bu rüyalara?
Kim, şekillere sûretlere büründürür?
Bilinçaltı mı?
Bilinci kim görmüş te bakmış altında Ne vardır üstünde Ne var?
“İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar” buyurmuş Rasulullah Sav. Efendimiz.
Uykuda olan ne yaptığını ne bilsin ki sorumlu olsun!
Bile-isteye yaptıklarından sorumlu değil mi?
Velhasılı bitmez...

“Böyle kurtulamazsın!” diyor diğer yanım...
“Neden o halde; Rızkı verenin Allah olduğunu bildiğin halde kafayı yiyecek derece kaygılanıyorsun bu bedenin ihtiyaçları için?... Sen bile-isteye bu beden için böylesine kendini sorumlu hissederken, bu beden ile yaptıklarından nasıl sorumlu olmazsın!!!!



HâLimce... 21.02.2017
Resim
Cevapla

“►Tartışmalı Konular◄” sayfasına dön