Değerli Kardeşlerimiz;
Bu kitap Muhterem Hocamız Muhammed Sıddık Hekim'in (Siirtli Hoca Efendi) Fırka-i Naciye ve Hükümleri hakkında yapmış olduğu sohbetlerin daha önce Fırka-i Naciye Cilt 1 olarak yayınladığımız kitabın hacim olarak büyük olduğundan istifadesi kolay olsun diye bölümlere ayrılarak kitapçıklar haline getirilmiş şeklidir. Fırka-i naciye Cilt 1'i 6 kitap halinde yayınlıyoruz. Faidenin tam hasıl olması için kitapçıkların tamamının okunması gerekmektedir. Bu kitapçıklar sohbetlerin yazıya aktarılmış hali olduğundan, kitaplara bölünmesi esnasında konu tam olarak bitmediğinden, aynı konu bir başka kitapta da geçmektedir. Bunu yaparken meydana gelen hatalar bize ait olup; önce Muhterem Hocamızdan sonra da bütün kitapları okuyan kardeşlerimizden özür diliyoruz.
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله رب العالمين و به نستعين {الحمد لله الذى اطلع فى سماء الأزل شمس انوار معارف النبوة المحمدية {وأشرق من افق اسرار رسالة مظاهر تجلى صفات الأ حمدية{ احمده على ان وضع اسا سى نبوته على سوابق أزليته{ ورفع دعائم رسالته على لواحق أبديته { واشهدان لااله الاالله وحده لاشريكله الفرد المنفرد فى فردانيته باالعظمة والجلال {الواحدالمتوحد فى وحدانيته بإستحقاق الكمال والجمال{ واشهد ان محمداً عبده و رسوله الذى قيل فى حقه فانت رسول الله اعظم كائن { وانت لكل الخلق باالحق مرسل { عليك مدار الحق اذ انت قطبه{ وانت منارالحق تعلو و تعدل {فؤادك بيت الله دار علومه{ وبابٌ عليه منه للحق يدخل ينا بيع علم الله منه تفجرت{ ففى كل حى منه لله مَنْهَلُ محالاً يحول القلب عنك{ وإنَّنى وحقك لا اَسْلُ وَلا اتحول عليك صلوات الله منه تواصلت صلاتا اتصالاً عنك لاتنفصل صلىالله وسلم عليك يا سيدنا يارسول الله
CEMİYETİMİZİN BUGÜNKÜ HAL VE DURUMU
Aziz Kardeşlerim;
Sizlere bir kardeşiniz olarak bugünkü cemiyyetimizin hal ve durumu hakkındaki, gerek bu durum itikâdi yönden olsun ve gerekse ahlâki bakımdan olsun bu hususta birşeyler söyleme ve aktarma sorumluluğumuz vardır. Cenab-ı Rasûlüllah’ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurduğu ve geleceğini işaret ettiği gibi fitnelerin çoğaldığı, itikâd bozukluğunun had safhaya ulaştığı katl-û kıtâlin çoğaldığı bir devre ki, böyle bir devrede bulunmakta ve yaşamaktayız. Böyle bir zamanda yaşamakta olduğumuzdan bu hususlarda mümkün olduğunca birşeyler anlatmaya, “Fırka-i Nâciye” nin itikâdi hükümlerini sizlere aktarmaya gayret edeceğiz.
Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bu devirleri işaret ederek; “Âlimler azalacak ve ilim dahi yer yüzünden kalkacak” diye buyurduğu Hadis-i Şerifleri mevcuttur. Tabiî ki bu ilmin yeryüzünden kalkması demek, Allah Zülcelâl’in ilmi yeryüzünden çekip alması ve resmen kaldırması anlamına gelmez. Âlim olmayınca ilim kendiliğinden kalkmış olacak.
Bu hususta hali hazır sizlere birkaç meseleyi ortaya koyup, bu meseleler etrafında hep beraberce düşünelim ve bu meseleler etrafında tefekkür edelim istedik.
Kardeşlerim;
Hemen şunu ifâde edeyim ki, günümüzde Rasul-ü Ekrem efendimize karşı saygı ve sevgi çok zayıflamış durumdadır.
Kimisi; “Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ölmüş gitmiştir” diyor.
Kimileri de; Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sanki sıradan bir insanmış gibi âdeta kendi arkadaşlarından herhangi birini anlatıyor, kendi arkadaşından bahseder gibi anlatıp, onun üzerine bir salavat dahi getirmiyorlar.
Bazıları da Cenab-ı Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in Hadis-i Şeriflerine saldırıyor ve onları bir ahkâm olarak kabul etmiyor. Kur’an’ı kabul ediyorlar da Hadis-i Şeriflere gelince Hadislerin bizlere intikalinde insanın aracılığından dolayı Hadislere karşı çıkıyor ve pek ihtimam etmiyorlar.
Kimileri de; “Lâ İlâhe İllallah” demek yeterlidir, “Muhammedun Rasûlüllah”a gerek yoktur diyorlar.
Kimileri de daha ileri giderek, “Lâ İlâhe İllallah Musa Kelimullah” veya “İsa Ruhullah” diyen de “La İlâhe İllallah Muhammedun Rasûlüllah” diyenle aynıdır. Yani onun da imânı geçerlidir, bu da bir Müslümanla aynı durumdadır, diyorlar.
Bazıları da, Allahü Zülcelâl ile kul arasında hiçbir şekilde aracı ve vasıta olamaz, diyor.
Bazıları da filozofların ve mantıkçıların, felsefecilerin görüşlerini ve fikirlerini benimseyip, biz hakikati aklımızla, mantığımızla buluruz, Rasule gerek yok deyip, Rasulleri inkâr edenlerin fikirlerini benimseyerek, bu görüşü ileri sürerek Rasulleri devre dışı bırakıp onlara gerek yoktur, diyorlar.
İşte böyle bir devreye gelmiş bulunuyoruz.
Aziz Kardeşlerim;
Allahü Zülcelâl ile kulları arasında aracı olamaz dediğimiz zaman hâşâ Rasulleri inkâr etmiş oluruz. Aslında bu lâf, birçoklarının ağzında dolaşıyor. Ne manaya geldiğini düşünmeden, hiç dikkat etmeden bunu telâffuz ediyorlar. Evet şunu kabul etmek zorundayız ki, günümüzde tarikat adı altında tarikatla yakından uzaktan alâkası olmayan şeyleri tarikat diye ileri sürüp, bu adı kullanarak bu âli ve nezih yolu kendi çıkar ve menfaatleri için kullanan bir takım menfaatperest insanlar vardır. Şeytan’ın, Dünya’nın ve dünyalığın âdeta kulu ve kölesi olmuş kişiler, Allahü Zülcelâl’a varan bu yüce yolu kendi çıkarları için kullanıp şeytanın yolu haline getirmişlerdir. Bu gibi nefsin ve şeytanın esiri olmuş, şehevî duygularını tatmin için tarikat gibi saf ve tertemiz Kur’an ve Sünnet-i Seniyye yolunu bu gibi şeylere alet edenleri görüp tarikat ve tasavvufu inkâra kalkışıyorlar. Bu gibi kişileri de şeyh olarak ileri sürüp bunlara bakarak, “Allahü Zülcelâl ile kul arasına hiç kimse aracı olarak giremez” diyorlar. Aslında bu gibi kişilerin yaptığı şey tarikatçılık değil. Bunların yaptığı tarikat adını kullanarak tarikatı bozmaktır, yani bozgunculuktur. İşte bu gibi kimseleri ileri sürerek Allahü Zülcelâl ile kul arasına kimse giremez, dediklerinde bundan kastedilen; büyük ekseriyetle bu gibi kişileri ileri sürerek, Mürşid-i Kâmilleri inkâr etmektedirler. Her ne kadar buradaki kasıd Mürşidler ise de (hakikisi ve sahtesi ayırt edilmeden) kullanılan ifâde tarzı umumi olduğundan (Mürşid-i Kâmiller inkâr edildiği gibi) Rasuller de inkâr edilmiş oluyor. Buna çok dikkat etmek lâzım. Kendi hevâ-ü hevesine, nefsine kapılmış insanları aracı kabul etmek akıl sahibi olan bir Müslümanın kabul edebileceği bir şey değildir. Hatta bu Âli Tarikatın en yücelerinden olan mubarek İmam-ı Rabbani Hz.leri bu gibilerini “Kutta-it Tarik” yani Allahü Zülcelâl’e giden yoldaki, yol kesiciler olarak görür ve bunlardan uzak durulmasını defaatle tembih eder. Bu gibi kimseler kişiyi Allahü Zülcelâl’e ulaştırmak şöyle dursun, daha da uzaklaştırırlar, diye buyurur.
İşte bu gibilerinin aracılığını nefyedelim derken, hiç düşünmeden Rasulleri de nefyetmiş oluyoruz.
Halbuki Cenab-ı Rabbul izzenin Cenab-ı Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem hakkında buyurduğu şudur:
"Ben seni vahiy ile gönderiyorum. (Kur'an-ı azımüşşan ile kendisini mücehhez kılıyor) ve halka uyarıcı ve müjdeleyici olarak, Rasul olarak gönderiyorum."
İşte Allahü Zülcelâl bizatihi onu Rasul olarak, elçi olarak gönderiyor. Bu elçilik görevi ile gönderilen, bu aracılık ile görevlendirilen Rasuller ortada iken kalkıp da Fir'avunu, Nemrud'u, Ebu Cehil'i ve bunların yolundan giden benzeri kimseleri elçi olarak görmek, aracı olduğunu söylemek, bunlar da buna haizdir demek mümkün müdür? Hâşâ...!
Onun için bu Rasuller, Allahü Zülcelâl ile kulları arasındaki elçilerdir ve çok seçkin şahsiyetlerdir. Bunlar Allahü Zülcelâl tarafından seçilmiş ve bu görev için mücehhez kılınmış, buna lâyık görülüp gönderilen mübarek kimselerdir. Bundan dolayı Allahü Zülcelâl ile kulları arasında hiç aracı yoktur, olamaz dediğimiz zaman bu Rasulleri de inkâr etmiş oluruz. Allahü Zülcelâl bizleri korusun. Âmin…
Allahü Zülcelâl insanoğluna akıl gibi bir nimet-i azime vermiştir. İnsanoğlu bu aklıyla birçok şeyi kavrayabilir. Yere, göğe bakarak aklını kullanarak, bu kâinatın muazzamlığını harikalığını kavrayabilir. Bu kâinatın yaratılmasına beşerin gücü yetmez. Mutlaka bunu var eden bir ilâh vardır diyerek bunu idrâk edebilir. Felsefecilerin dediği buna benzer şeyler bir yere kadar doğru olabilir. Zira Allahü Zülcelâl de Kur'an-ı Kerimde:
"Yeri ve göğü yaratan kimdir diye onlara sorsan, Elbetteki Allahü Teâlâdır, derler." buyuruyor. Zira bu kâinatın varlığını bir beşere atfetmek mümkün değildir. Fakat bunlar görüken şeylerdir. Gözün gördüğü aklın idrak edebileceği şeylerdir. Peki ya gözle görükmeyen şeyleri ki meselâ mahşer, mizan, sırat, cennet, cehennem, Allahü Zülcelâl’in sıfatlarını nasıl bilecek ve nasıl tarif edecek. Bunları nasıl bilecek ve inanacak? Zira bunlar gaybîdir. Bir aracı olmadan bunları Allahü Zülcelâlin bizatihi kendisinden mi alacak? Hâşâ...!
İşte bu aracıları Rabbimiz bu iş için mücehhez duruma getirmiştir. Bunun için liyâkat kesbetmiş ki bunlar bunun erbabıdır. Bunlara icabında vahiy, icabında ilham, icabında da Cibril (a.s.) gibi bir aracı gelmiştir. Cebrail (a.s.) Allahü Zülcelâl ile Peygamberler arasında bir aracı değil midir? Cebrail (a.s.) kendi suretinde geldiği gibi değişik suretlerde de gelirdi. Bunu cemâât halinde Rasûlüllahın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda otururlarken gördükleri bile olmuştur. Bunun en büyük delili Hz. Ömer (r.a.)’dan mervî Cibril Hadisidir. Bunu inkâr etmek mümkün değildir.
Aziz Kardeşlerim;
Biliyorsunuz ki Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi Vesellem), ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunların içinde de bir fırkanın Fırka-ı Nâciye, diğerlerinin Fırka-ı Dalal (Dalalet içinde olacak fırkalar) olacağını buyurmuştur. Bunlardan bazılarının dalaleti çok aşırıdır. Hatta alel küfre giderler. Bunların durumları dalalet nisbetlerine göre değişir. Ancak bizim anlatmak istediğimiz Fırka-ı Nâciye'dir. Bu kitabın te'lifi de bu sebepledir. Fırka-ı Nâciye'nin hükümleri nelerdir, Fırka-ı Nâciye yolu nedir, esasen bunun tarifine çalışacağız, Allahü Zülcelâl’in izni ve inâyetiyle.
Eserin baş tarafında dünya ve ahiret saadetine mazhar olabilmemiz için tek vesile olan Cenab-ı Rasûlüllahın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) meziyyetlerini ve salavatı izah ettikten sonra Cibril Hadisinde geçen imân, islâm, ihsan makamları nedir? Bunları anlatmaya çalışacağız. Zira günümüzde görüldüğü gibi her zümre kendisini alel hak görüyor. Kendilerinin Müslüman olduğunu söyleyip, Fırka-ı Nâciye olduklarını söylüyor ve diğerlerini de töhmet altında bırakıyorlar. İşte bu yönden Allahü Zülcelâl hepimize hidâyet versin, salah etsin. Bundan dolayı biz de günümüzdeki bu gibi durumlar karşısında ehemmiyetine binaen âyet ve hadislerin ışığı altında İslâm, imân ve ihsan nedir, bu İslâm, imân, ihsan ehli kimlerdir? Bu hususlarda mâlûmât vermeye çalışacağız. Gerek itikadî yönden, gerek muamelât yönünden ve gerekse ibadet yönünden malûmât vermeye çalışacağız.
Daha sonra ise Fırka-i Nâciye’nin hükümlerinden olan kaza, kader, irâde, meşiyyet, kıyâmet alâmetleri, Elest âlemi, Ervâh âlemi, Berzah âlemi, Kabir âlemi, ruhların durumları, mi’rac hadisesi ve kul borcu gibi konular, Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri ve Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemin Hadis-i Şerif’leri ışığında ele alınıp incelenmiştir, Allahü Zülcelâl’in inâyetiyle.
Allahü Zülcelâl hepimizi hakkı hak bilip hakka tabi olanlardan, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan ictinâb eden kullarından eylesin. Âmin…