Orucun Sırları ve Bâtınî Şartları

İmam-ı Gazalî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Orucun Sırları ve Bâtınî Şartları

Mesaj gönderen Ahmed »

Orucun Sırları ve Bâtınî Şartları

Oruç üç derecedir:


A) Avam'ın orucu
B) Havassın orucu
C) Ahass'ul-Havass'ın orucu


Âvâmın Orucu: Bu oruç, mîde ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yâni yemek, içmek ve cinsî münâsebette bulunmaktan sakınmaktır.
Havass Orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sâir âzâları günahlardan uzak tutmaktan ibârettir.
Ahass'ul-Havass'ın Orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamâmen arındırıp ALLAH'tan başka herşeyi kalpten uzaklaştırmaktır.
Böyle bir oruç ALLAH'tan ve kıyâmet gününden başka birşeyi düşünmekle bozulur. Din için düşünmezse dünyâyı düşünmek de bu orucu bozar.
Fakat din için istenilen dünyâ, âhiretin azığı olduğu için dünyâlıktan çıkar ve böylece bu orucun bozulmasına vesîle teşkil etmez.
Hattâ kalp ehli, akşam iftarda yiyeceği ve içeceği şeyleri düşünmek sûretiyle fikir yürüten kimsenin hatâda olduğunu kaydetmişlerdir.
Çünkü bu ALLAH'ın fazlına güvensizlik, ALLAH tarafından va'dedilen rızka tam inanmamak demektir.
Bu mertebe, peygamberlerin, sıddîk ve mukarriblerin mertebesidir.

Bu mertebenin sözle anlatılması mümkün değildir. Bunun tahkÎki sÂdece amelî yönden mümkündür.
Çünkü bu, himmetin bütünüyle ALLAH'a yöneltilmesi ve ALLAH'tan başka herşeyi bir tarafa itmek demektir.


Bu durum şu âyet ile ne güzel ifâde edilmiştir.
"ALLAH de! Sonra onları bırak, daldıkları dedikodularında oynayadursunlar."
(En'am/91)

Havass'ın orucu ise, sâlihlerin orucudur. Bu orucun keyfiyeti, âzâları günahtan korumakla berâber şu altı şeyle tamam olur;

1. Gözü Korumak
Gözü, çirkin ve istenilmeyen şeylerden korumak, kalbi meşgul eden ve ALLAH'ın zikrinden alıkoyan şeylere bakmamaktır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Haram bakış, İblis'in zehirli oklarından bir oktur. Kim ALLAH'tan korkarak onu terkederse, ALLAH Teâlâ o kuluna tadı kalbinde beliren bir îman ihsan eder."[18]

Câbir, Enes'den, o da Rasûlullah'tan (s.a), şu hadîsi rivâyet etmektedir:
"Beş şey vardır ki, oruçlunun orucunu bozar: a) Yalan, b) Gıybet, c) Nemîme (kovuculuk), d) Yalan yere yemin etmek, e) Şehvet ile bakmak."[19]

2. Dili Korumak

Dilini hezeyan, yalan, gıybet, nemîme, fâhiş konuşma, galiz konuşma, kavga ve riyâ ile konuşmaktan korumaktır.
Ve aynı zamanda dili sükût etmeye icbâr, ALLAH'ın zikri ve Kuran tilâvetiyle meşgul etmektir. Bu ise, dilin orucudur.


Süfyan-ı Sevrî şöyle der: 'Gıybet, orucu bozar'. Bu hükmü Bişr b. el-Hâris rivâyet etmektedir.

Leys, Mücâhid'den
"İki haslet vardır. Onların ikisi de orucu bozar: a) Gıybet, b) Yalan" dediğini rivâyet etmektedir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Oruç, mü'min için kalkandır. Bu bakımdan herhangi biriniz oruçlu ise, fâhiş konuşmasın, câhilce hareket etmesin.
Eğer bir kişi kendisiyle çirkin konuşur veyâ dövüşürse, desin ki: 'Ben oruçluyum, ben oruçluyum'."
[20]

Hz. Peygamber'in devr-i saâdetinde oruç tutan iki kadın, günün son saatinde açlık ve susuzluktan bitkin bir hâle geldiler,
neredeyse telef olacaklardı. Hz. Peygamberin huzûruna bir elçi göndererek oruçlarını bozmak için izin istediler.
Bunun üzerine Rasûlullah kendilerine bir fincan göndererek şöyle buyurmuştur:
'Onlara söyle! Yediklerini bu fincana kussunlar'.
Kadınlardan birisi, fincanın yarısı kadar katı bir kan ile iri bir et parçası kustu. Diğeri de aynı şekilde kusarak fincanı doldurdu.
Hâdiseyi gören halk, hayretler içerisinde kaldı. Bu durum karşısında halkın hayretini Rasûlullah şu mübârek sözleriyle gidermeye çalıştı:
"Bu iki kadın, ALLAH'ın kendilerine helâl kıldığı şeylerden uzaklaşarak oruç tuttular. Fakat ALLAH'ın kendilerine haram kıldığıyla iftar ettiler.
Bir arada, oturarak onu bunu çekiştirdiler. İşte fincanda gördüğünüz irin, onların yemiş olduğu halkın kanı ve etidir."
[21]

3. Kulağı Korumak

Kulağı her mekruhu işitmekten alıkoymak gerekir. Çünkü söylenilmesi haram olan herşeyin işitilmesi de haramdır.
İşte bu sırra binâen ALLAH Teâlâ, gıybet dinleyen ile haram yiyeni eşit tutmuştur:

"Onlar sürekli yalan dinlerler, haram yerler."
(Mâide/42)

"Rabbânîler'in ve hahamların, onları günah söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez miydi?... Bu yaptıkları ne de kötüdür! "
(Mâide/63)

Bu bakımdan gıybete karşılık sükût haramdır.
ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz. "
(Nisâ/140)

Bu sırra binâen Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır:

"Gıybet edenle, onu dinleyen, günahta ortaktırlar."[22]

4. Diğer Âzâları Korumak

Diğer âzâları da günahtan alıkoymak gerekir. Meselâ el ve ayak gibi. Karnını iftar zamânında nefsin istediği şehvetlerden korumalıdır.
Helâl yemekten çekinmek sûretiyle oruç tutup, iftar zamanında haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda temin etmez ve mânâsız kalır.
Böyle bir oruçlunun durumu tıpkı bir köşk binâ edip, bir şehri yıkanın durumuna benzer. Çünkü helâl yemek ancak fazla yendiği takdirde zarar vericidir.
Onun azı ise, faydalıdır. Bu bakımdan oruç, onu azaltmak için icâd edilmiş bir ibâdettir. Zararından korkarak ilâçları terketmek,
sonra da zehir almak, hamâkattan başka birşey değildir. Haram ise, dîni yok eden bir zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir ilâçtır.
Oruçtan gâye, helâlı azaltmaktır.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan sâdece açlık ve susuzluk elde eder."[23]

Bu hadîsin tefsirinde bâzı âlimler, akşam fazla yemek sûretiyle harama giren bir kimsenin kastolunduğunu söylemişlerdir.
Bâzıları da, bu öyle bir kimsedir ki, helâl yemekten nefsini meneder, fakat haram olan gıybette bulunmak sûretiyle orucunu bozar.
Bâzı âlimler de âzalarını haramdan korumayan bir kimsenin kastolunduğunu söylemiştir.

5. İftarda Az Yemek

İftar zamanında tıka-basa helâl de olsa yememek gerekir. Helâl de olsa tıka-basa doldurulan karın, ALLAH nezdinde en fazla buğzedilen kaptır.
Oruçlu bir kimse, gündüz yemediklerini iftar zamânında tıka-basa yerse, acaba ALLAH'ın düşmanı olan nefis ve şeytanı nasıl kahredebilir
ve şehvetini nasıl kırabilir? Bâzen de kişi, oruçlu olmadığı takdirde yiyeceklerinin birkaç mislini temin ederek iftarda yer.
Hattâ öyle âdet edilmiştir ki, yemeklerin en nefisleri Ramazan ayı için tedârik edilir ve o ayda, birkaç ayda yenilmeyecek kadar çeşitli yemekler yenir.
Oysa oruçtan gâye, mîdeyi aç bırakmak, hevâ ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvâya alıştırmaktır. Bu, orucun başta gelen hedefidir.
Fakat mîde sabahtan akşama kadar aç bırakılır, tam aksanı zamânı yemeğe karşı şehvetle isteği kabardığında, ona lezzetli yemekleri yedirip doyurursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve kuvveti daha da gelişir. O zaman öyle şehvetler baş gösterir ki, şâyet nefis eski âdetlerinde bırakılıp oruç vesîlesiyle bu kadar çeşitli yemeklerle beslenmeseydi, daha sâkin olacaktı.

İşte bu nedenle orucun rûhu ve özü, şeytanın elinde şerlere sevketmek için vesîle olan nefsin kuvvetlerini kırmaktır.
Bu ise, ancak iftar zamânında az yemekle hâsıl olabilir. Yâni eğer oruçlu olmasaydı, akşam ne yiyecekse, oruçlu olduğu zaman da sâdece onunla yetinmelidir.
Eğer bütün gün, yiyeceklerini toplayarak hepsini üst üste iftar zamânında yerse, o zaman orucundan herhangi bir fayda temin edemez.

Orucun âdâbından birisi de, açlık, susuzluk ve zâfiyeti hissetsin diye gündüz uyumamaktır. Böyle yaptığı takdirde kalbi saflaşır.
Her gece biraz daha zayıf olmak sûretiyle gece namazlarına kalkmak imkânına sâhip olur. Bu durumda umulur ki, şeytan kalbinden uzaklaşır.
Şeytanın pençesinden kurtulan kalp, gökler âleminde seyretme imkânına sâhib olur.
Zâten kadir gecesi, gökler âleminde seyretme imkânına sâhib gece demektir.

Nitekim
'Muhakkak biz Kur'an'ı kadir gecesinde inzâl ettik' âyetiyle bu mânâ kastolunmuştur.

Kalbi ile göğsü arasında bir yemek torbası meydana getiren kimse, böyle bir şereften mahrumdur.
Sâdece mîdesini yemekten boşaltmak da bu mahcûbiyet perdesinin aralanmasına kâfi değildir.
Himmetini de ALLAH'tan başka her şeyden boşaltmalıdır. İşte o zaman, hakîkatin tamâmını elde etmiş olur.
Bu durumun ilk basamağı az yemektir. Bu husustaki tafsilât ALLAH'ın izniyle Yemekler bölümünde gelecektir.

6. İftar Sonrasında Korku ile Ümit Arasında Olmak

Oruçlunun iftardan sonra kalbi korku ve ümit arasında muzdarip olmalıdır. Çünkü orucunun kabul edilip kendisinin ALLAH'a yakın olanlardan veya orucunun kabul edilmeyip ALLAH'ın gazâbına mâruz kalanlardan olup olmadığını kestirememektedir. Her ibâdetin sonunda da böyle olmalıdır.

Hasan b. Ebî Hasan b. Hasan el-Basrî, kahkaha ile gülen bir grubun yanından geçerken onlara şöyle der:
'Ey insanlar! ALLAH Teâlâ, Ramazan ayını, kulları için bir yarış sahâsı olarak yaratmıştır. Kullar o ayda ibâdet hedefine doğru koşuşurlar.
Şüphesiz o grup, zaferi elde eder, diğer bir grup ise geri kalıp, mükâfat kazanmaktan mahrum kalır. Hayret edilecek durum,
o gülen ve oynaşan kimselerin durumudur ki, halkın koştuğu hedefe kavuştukları bir günde, onlar gaflet içerisinde gülüşüp oynaşırlar.
Böyle bir nimetten mahrum kalırlar. Ey gülenler! Şunu iyi bilin. ALLAH'a yemin ederim ki, eğer ALLAH Teâlâ perdeyi aralasaydı,
iyilik yapan iyiliğiyle, kötülük yapan da üzüntüsüyle meşgul olur, böylece gülmek kapısı kapanırdı'.

Ahnef b. Kays'a

'Sen pîr-i fâni bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürmektedir.(Oysa şer'an pîr-i fâni olan kimseler, fidye vermek sûretiyle oruç tutmayabilirler)

Neden oruç tutuyorsun?'
denildiğinde şöyle demiştir:
'Ben, uzun bir sefere hazırlık yapmaktayım. ALLAH'ın azâbına sabretmek, ibâdetine sabretmekten daha zordur'.

İşte orucun bâtınî mânâları bunlardır.

Soru: Bir kimse, karnının ve tenâsül uzvunun şehvetlerini menedip bu mânâlara riâyet etmese dahi fâkihlerin fetvâsına göre orucu sahihtir. Bu hükme ne dersiniz?

Cevap: Zâhire göre hüküm veren fâkihler, bâtınî şartlar hakkında ileri sürdüğümüz delillerden zayıf delillere dayanacak zâhir şartları tesbit etmektedirler.
Hele gıybet ve benzeri gibi mânevî ve bâtınî şartlar karşısında onların delilleri çok zayıf kalır. Fakat zâhire göre hüküm veren fâkihler,
ancak dünyâya sarılmış ve gaflete dalmış, halk ve âvam tabakasına kolay gelen tekliflere bakarlar. Onları bunun ötesi pek ilgilendirmez.
Bakışları tamâmen âhiret âlemine yönelen âlimlere gelince, onlar orucun sahih olmasından, ALLAH nezdinde kabul edilmesini kastetmektedirler.

Oruçtan; ALLAH'ın sâmediyyet ahlâkıyla ahlâklanmayı anlamaktadırlar. Mümkün olduğu kadar şehvetlerden kaçınıp meleklere uymayı kastediyorlar.
Çünkü melekler şehvetlerden uzaktır. Aklın nûruyla şehvetlerini kırmaya kudretli olan bir insanın rütbesi, bu ruhtan mahrum olan hayvanın rütbesinden üstündür.
Fakat şehvetlere mâruz kaldığından, şehvetlerle mücÂdele etmek mecbûriyetinde bulunduklarından, rütbeleri meleklerin rütbesinden aşağıdır.
Bu bakımdan şehvete daldıkça esfel-i sâfilîn'e doğru yuvarlanıp gider. Sonunda hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşer.
Şehvetleri kırdıkça a'lâ-i illiyyîn'e (yücelerin yücesine) yükseliş sonunda meleklerin ufuğuna varır. Melekler ise, mânen ALLAH'a yakın kullardır.
Onlara uyan ve onların ahlâkıyla ahlâklanan da onlar gibi, ALLAH'a yakınlaşmaktadır. Çünkü yakın olana (meleklere) yakınlaşan,
hedefe (ALLAH'a) da yakınlaşmış demektir. Buradaki yakınlaşma, mekân bakımından değil, sıfat bakımındandır.

Mâdem ki, kalp erbâbı ve akıl erbâbı nezdinde orucun sır ve hikmeti budur, o halde şehvetlere dalarak gündüz yenen iki öğün yemeği iftar zamânında
bir arada yemekten ve bütün gün kendisini aç bırakmaktan ne fayda temin edilebilir? Eğer bu hareket, herhangi bir fayda temin etmiş olsaydı,
o zaman Hz. Peygamber'in
'Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından sâdece açlık ve susuzluk elde ederler' sözünün mânâsı ne olurdu?

Bu sırra binâen ashâbdan Ebu Derdâ (r.a) şöyle buyurur:


'Akıllıların uykusu ve iftarı ne güzeldir! Nasıl olur da akıllılar ahmakların orucuna ve uykusuz kalmalarına hayret ediyorlar?
Takvâ ve yakîn sâhibi olan bir kimsenin ibâdetinin bir zerresi, mağrurların dağlar kadar olan ibâdetinden daha üstün ve daha makbuldür!
Bu sırra binâen bir âlim de şöyle buyurur:
'Nice oruçlu vardır ki oruçsuzdur ve nice oruçsuz vardır ki oruçludur. '


Oruçsuz oruçlu o kimsedir ki, yer, içer ve fakat âzalarını günahlardan korur.
Oruçlu oruçsuz ise, yemez içmez, fakat âzâlarını günahlardan korumaz.

Orucun mânâ ve sırrını anlayan bir kimse bilir ki, yemek ve içmekten geri durup diğer günahlarla yoğrulan bir kimse, tıpkı abdest alırken âzâlarını üç defa meshetmek suretiyle zâhirde âdete uymuştur. Ancak en önemli şey olan yıkamayı terketmiştir. Bu bakımdan bu cehâletinden ötürü kıldığı namaz, merdud ve bâtıldır. Yiyip, âzâlarını haramdan koruyan bir kimsenin meselesi de abdest âzâlarını birer def yıkayıp abdest alan bir kimsenin meselesine benzer. Bu kimse, abdestin şartını yerine getirdiği için, ALLAH indinde namazı makbuldür, her ne kadar fazîleti terketmişse de...

Yemek ve içmekten sakınıp âzâlarını da haramdan koruyan bir kimsenin meselesi ise, abdest âzâlarının her birisini üçer defa yıkamak sûretiyle abdest alan kimsenin meselesine benzer. Böyle bir kimse hem aslı, hem fazîleti yerine getirdiğinden kemâlin zirvesine çıkmış olur.


Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
"Oruç emânettir. Bu bakımdan herhangi biriniz ALLAH'ın kendisine teslim ettiği emâneti korusun ve zâyi etmesin."[24]

'ALLAH size, emânetleri ehline vermenizi emreder'
(Nisâ/58)
ayetini okuduğunda,
Hz. Peygamber elini kulağına ve gözüne koyarak şöyle buyurmuştur:
'Kulak emânettir, göz emânettir'.
Eğer kulak ve göz orucun emânetlerinden ve oruçla korunması gereken şeylerden olmasaydı, Hz. Peygamber 'Ben oruçluyum desin'[25] demezdi.

Yâni oruçlu bir kimseye biri söver ve onunla kavga etmek isterse, oruçlu ona;
'Dil, ALLAH'ın bendeki emânetidir. Onu korumakla mükellefim. Sana kötü cevap vermek sûretiyle o emânete nasıl ihânet edebilirim' demelidir.

Bu hakîkatlerden sonra anlaşılmış olmalı ki, her ibâdetin zâhiri ve bâtını, kabuğu ve özü vardır.
Her ibâdetin kabukları husûsunda da dereceleri ve her derecenin de kademeleri vardır.

Bunu bildikten sonra dilersen sâdece kabukla yetinir, öze inmezsin, dilersen akıllıların er meydanına inersin.

Dipnotlar:
18) Hâkim, (Huzeyfe'den sahih bir senedle)
19) el- Ezdî, (Enes'den)
20) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
21) İmam Ahmed, (Resûlullah'ın âzadlısı Ubeyyid'den zayıf bir senedle)
22) Taberânî, (İbn Ömer'den benzerini sahih bir senedle)
23) Nesâî ve İbn Mâce, (Ebu Hüreyre'den)
24) el-Haraitî, Mekârim' u1-Ahlâk, (İbn Mesud'dan)
25) Ebu Dâvud, (Ebu Hüreyre'den)


İhyâ-i Ulûm'id-Din - İmam-ı GAZALİ
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
islaminesil
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 111
Kayıt: 01 Haz 2008, 02:00

Re: Orucun Sırları ve Bâtınî Şartları

Mesaj gönderen islaminesil »

Oruç bizim cismimizi yıllık bakıma çekerken , Ruhaniyetimizide manevi deryanın şevkinden faydalandırsın inşaAllah.

Çok güzel bilgiler Allah-u Zülcelal Hz.leri ve Efendimiz S.a.v. sizlerden razı olsun.

Ramazanın feyzi bereketi, hikmeti serveti boldur. Fakir fukaranın halini ehvalini düşünme fırsatıdır.

Rabbim bize ilim deryasından bir hazne bahşetmiş. Değerli hocamızın ve Cennet Mekan Münir Derman (k.s.) Hocaefendinin oruç ve ramazanla ilgili yazılarını araştırmak lazım.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/imzamnwi1.jpg[/img]
Cevapla

“►İmam-ı Gazali◄” sayfasına dön