SECA

Cevapla
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

SECA

Mesaj gönderen aksiseda »

Resim

Çoğu zaman ne düşündüğümü bilmiyorum. Sadece düşündüğümü biliyorum.
Hani yolculuk esnasında gözünün önünden görüntüler akar geçer de ancak bir kaçına bakar ya insan...
Tıpkı öyleyim...

İşte öyle bir gönül yolculuğunda “Vedduha” ya takıldı gözüm...

''Vedduha ; Andolsun kuşluk vaktine'' (93/1)

Duha; Kuşluk vakti... Bakındım biraz ne vakitmiş bu “Kuşluk Vakti” diye...
Hz.Aişe (ra) buyuruyor ki; Çölde kumlar develerin ayaklarını yaktığı vakit...
Anladığım kadarıyla, güneşin en sıcak şekilde kendini hissettirdiği vakit...tepe noktası...

Sonra;
''Vel leyli izâ secâ. ; Ve sakinleştiği zaman geceye ki,'' (93/2)

Sakinleştiği zaman geceye... Yalnızca gece değil... Ve yalnızca gündüz değil...
Gündüzün de gecenin de “En” olduğu vakit... Hani tepe noktası deriz ya... Zirve...

Buraya takıldı kaldı gözüm gönlüm... Geçip gidemedim...
Yolculuk devam etse de başımı çevirdim geriye doğru... Oraya doğru ilerlemeye başladım...

Nereye gitmek, ne yapmak niyetindeydim hepsini unuttum...

Avlanmak için çıkar avcı... Bir ceylana rastlar. Ama öyle bir bakışla bakar ki ceylân...
Avcı avcılığını unutur da avlanır,tavlanır ceylâna...

Ne olduğunu bilmediği bir şeyler anlatmaktadır ceylanın gözleri...
Şuursuzca peşine takılır, kayar gider ormanın derinliklerine doğru...

Nedir bu (سَجٰى ) “Seca” ? acaba diye peşine takıldım...
Başka bir surede bulamadım “Seca” olarak... S-C-Y..

Yoksa (سِجِّيلٍ) "Siccil "mi? dedim...
(105/4) (Taşlaşmış çamur) Hani Fil Suresi’ nde geçiyor ya;
Ebabil kuşlarının gagalarında getirip te Ebrehe ve ordusunun başlarına attığı taşlar...

Taşlaşmış çamur diye görünce sözlükte, gözümün önüne kerpiçler geldi...
Toprağı suyla karıştırır iyice çamur haline getirirler...
Sonra DİK-DÖRT-GEN şeklindeki kalıpların içine doldurup güneşte kurumaya bırakırlar...
Taş gibi olur o çamurlar... Artık KERPİÇ denir o çamura... Tuğla olarak kullanılır köylerde ev yapımında...

Siccil’ i aradım Kuran-ı Kerim’ de...

''Vaktâ ki emrimiz geldi o memleketin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine istif edilmiş siccîlden taşlar yağdırdık.'' (11/82)

''Derhal şehirlerinin üstünü altına getiriverdik ve üzerlerine siccilden taşlar yağdırdık.'' (15/74)

Ve bir de Fil Suresi’ ndeki 4. Ayet ;
''Atıyorlardı onlara «siccil» den taşlar '' (105/4)

İnsanın başına atılan, beynini parçalayan...
Şehirlerinin evlerinin üstünü altına geçiren taşlar...

Altını üstüne mi? Yoksa üstünü altına mı geçiren?
Hangisi olursa olsun bir yer değiştirme... Tersine, tam zıddına döndürme sözkonusu...

Acaba kuşluk vakti ve Gecenin “Seca” olduğu vakitlere yemin ederek buna mı işaret ediyor ki?

Peki neden? Bu Siccil denen taşlaşmış çamur neden insanın başına başına vuruluyor acaba...

Çamur halinde iken her kıvama her şekile girebilecek imkana sahipken,
Belli bir kalıbın içine konup ta güneşe bırakıldığında artık taş gibi olan ve kırılıp parçalanmadığı sürece şekil değiştirmeyen kerpiçlere mi benzetiliyor insan...

İnsanın huyu karakteri kalıplaştığında artık yere çalmadıkça parçalanmayan kerpiçler gibi oluşuna mı dikkat çekiliyor...

O vakit bu “Seca” ; “Seciye” mi acaba dedim; (Yaradılış, ıra, huy, karakter.)...

Yaratan’ ın kulluk etsin diye yarattığı insanın huyu karakteri bu kulluğa uymadığında mı acaba?

''Ve ben, Cinn-ü İns'i ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.''(51/56)

Kendi kalıbının dışına çıkmadığında mı???? Kulluk edemediğinde mi?
Kulluk deyince aklıma “Secde” geldi... Kulluğun ifadesi “Secde” (اسْجُدُوا)
''Haydi secdeye kapanın ve kulluk edin'' (53/62)

Secde’ deki S’ nin Sûkun halinde oluşu tekrar
''Vel leyli izâ secâ. ; Ve sakinleştiği zaman geceye ki,'' (93/2)

Ayetini hatırlatıyor...

Seca... Siccil mi... Seciye mi... Secde mi... hepsi mi... hiçbiri mi...
Başka bir şey mi...

Derken... derken ceylan kayboluverdi gecenin karanlığında...
Klavuzum olmadan ilerleyemem ki bu bilmediğim ormanda...

Aks-i Seda
30 Eylül 2012
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: SECA

Mesaj gönderen nur-ye »

Aks-i Seda kardeşim Merhaba.
Sohbet yazıyordum ''TaSAVvuf'ta boşaltmadığın KÂBı, dolduramazsın!'', diyordu Kul ihvÂNi Hocamız (henüz közlere paylaşmadım.)
Word dosyasında SÖZle bakışırken, içim yandı!
Dağılayım diye foruma döndüm. Sizin yazınızı okudum.

Diyorsunuz ya;
aksiseda yazdı:Taşlaşmış çamur diye görünce sözlükte, gözümün önüne kerpiçler geldi...
Toprağı suyla karıştırır iyice çamur haline getirirler...
Sonra dikdörtgen şeklindeki kalıpların içine doldurup güneşte kurumaya bırakırlar...
Taş gibi olur o çamurlar... Artık KERPİÇ denir o çamura... Tuğla olarak kullanılır köylerde ev yapımında...

Saman aklıma geldi.
3.cü materyal saman ilave edilir.
Köyde evimiz olduğu için ocağımızı bu karışımla sıvardım. Saman koymamıştım ilk zamanlar ateş yandıkça kurudular ve döküldüler, sonra saman koyunca daha uzun dayandı.
Organik lifsel bitki artıklarının katılması ile dengeli, homojen kuruma sağlanır, büzülme ve çatlama azalır, dayanım artar. Anadolu da eskiden beri kerpicin sağlamlığını arttırmak ve çatlamaları önlemek için, saman katılmaktadır. Ortalama 1 m3 çamura, yaklaşık 8-12 kg.


SU- TOPRAK’ta (HAVA ve ATEŞ(güneş)) KERPİÇin olmazsa olmazları
5.incisi niye saman? Acaba
Bak kardeşim sende beni DÜŞündürdün şimdi sağolasın var olasın! :(

aksiseda yazdı:Kendi kalıbının dışına çıkmadığında mı???? Kulluk edemediğinde mi?
Kulluk deyince aklıma “Secde” geldi... Kulluğun ifadesi “Secde” (اسْجُدُوا)
''Haydi secdeye kapanın ve kulluk edin'' (53/62)


Diyorsunya kendimi sorguladım hemen''TaSAVvuf'ta boşaltmadığın KÂBı, dolduramazsın! ; kendi kalıbımın içindekiler, olmazsa olmazlar AKLımın ZANları fazlası veya eksiğinde yaşadığımız zorluklar.
Ve; boşaltamadığımdan SECDEye kapandığımda bir sürü dünyalık kargaşa, karmaşa!
KÂBımda dOLmuyor, LÂyıkıyla KULuk edemiyorum… maalesef
NÛRda yiyemiyorum!


Sunumun içinde teşekkür ederim.
Resim
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

Re: SECA

Mesaj gönderen aksiseda »

Ben de size teşekkür ederim Nur-ye Kardeşim.

"Seca" başlıklı yazıyı biraz önce kaleme aldım. Düşünceler ise bir kaç gün öncesine ait...
Yani yolculuk bir hayli ilerledi o anki görüntüye göre...
O düşünceyle bakıyordum yazdıklarıma tekrar tekrar... Hem kelime hatalarını düzelteyim,
Hem de o gün düşünüp te bugün aklıma gelmeyen şeyler var mı diye...

O esnada kesinlikle bilinçli bir şekilde olmaksızın Tebbet Suresi' ne bakar buldum kendimi.
(مِنْ مَسَدٍ) "Min Mesed" kelimesine takıldım. Farenin imlecini üstüne getirdiğimde;
"Bükülmüş hurma liflerinden" diyordu açıklamasında...

Sonra senin yazdıklarını gördüm.;

Organik lifsel bitki artıklarının katılması ile dengeli, homojen kuruma sağlanır, büzülme ve çatlama azalır, dayanım artar. Anadolu da eskiden beri kerpicin sağlamlığını arttırmak ve çatlamaları önlemek için, saman katılmaktadır. Ortalama 1 m3 çamura, yaklaşık 8-12 kg.


Aynı lifleri ve kurumayı gördüm.
Tebbet Suresi' nin başındaki açıklamanın ilk cümlesinde de;

"Sure adını, ilk ayetindeki 'tebbe' kelimesinden almıştır. 'Tebbe' kurumak anlamına gelir."

yazıyordu...

111.1 - Tebbet yedâ ebî lehebiv ve tebb.
111.1 - Ebû Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu.

Kuruyan bir şey canlılığını yitirmiş demektir.
Eller kuruyunca artık o eller ile bir iş yapma imkanı kalmamış demektir.
Aynı zamanda "El" gücün, kudretin, kimlik ve kişiliğin de simgesidir, mührüdür.

Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir (48/10)

ayetinde olduğu gibi...

İşte yolculuk bir oraya bak bir buraya bak derken ne doğru dürüst gördüğümü biliyorum.
Ne de baktığım şeyi her yönüyle görebiliyorum.

Unuttuklarımı düşünürken, düşündüklerimi unutuyorum diye de böyle aklıma geleni anında yazıyorum.
Bu yazıyı aklıma geldiğinde yazamadım. Çünkü aynı dünya telaşı bizim de başımızda...
Ve telaş içindeki başımız secdelere varacak zamanı bile zor bulur olmuşken,
hangi kulluğumdan söz edebilirim ki...

Allah-u Zûl Celâl kurutmasın elimizi, gönlümüzü;
Gözümüzün, özümüzün, gönlümüzün Nuru Resulullah Sav Efendimizin yüzü suyu hürmetine inşaallah...
Mesed' imiz O' nun Nuru ile Mesned olsun bize... Dayanağımız olsun

MesNed: Dayanak, Mevki, Makam...

Vesselam...
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: SECA

Mesaj gönderen simurg »



aksiseda yazdı:''Ve ben, Cinn-ü İns'i ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.''(51/56)


Yukarıdaki Ayet-i Kerime tercümesini okuyunca
yeni öğrendiğim bir şeyi dile getirmek istedim bende.

1. mesele, hiç bir zaman tercüme ile hüküm vermememiz gerektiği.
Biz bu konuda çok şanslıyız, zaten hiç bir tercümeden değil, hocamızın bizzat, harf harf, şerh ve açıklamaları ile öğrenmekteyiz Kur'an-ı Kerimimizin Ayet-i Kerimelerini.
2. mesele, ise yukarıdaki Ayet-i Kerime tercümesinin aslında öyle anlaşıldığı için öyle yazıldığı konusu.
Allah'ü Zül Celal ve'l İkram Hazretleri İNS'ü Cinn'ü
"bana kulluk etsinler" diye değil.
"ANcak ve ancak bana KUL olsunlar" diye yarattığını bildirmekte imiş Biz'e.
Arada uçurumdan büyük fark var.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ABDUHU'dur ya,
"Eşhedü en la ilahe illallah, Ve eşhedü enne Muhammeden ABDUHU ve Resuluhu.
Efendimizin Resuliyetinden bile önce ifade edilen ve ona tahsis edilen bu ABDUHU makamı Biz'im için,
ne olmamız gerektiğini anlatması bakımından çok önemli.

Kuran-ı Kerimde bildirilmiş olan
kurubalçıktan taa İNSAN olması aşamalarına kadar olan yolculuğunun
en zirvesinde, yükseğinde,
yada artık daha üstünü olamayacak derecede üst basamağında bu ABDUHU var.
Tasavvufun sonsuz bir aşamalar ve ilerlemeler yürüyüşü olduğu söylenebilir,
ama bu ABDUHU artık ancak kendi içinde devam edecek olan bir noktayı temsil ve işaret ediyor sanırım.

Secde, ibadat-u taat, Farz ve Sünnet'ler ve herşey kulluk etmemizi anlatmamakta galiba,
Kul olmak'ın başka yolu yok demek gibi.

Ve bizim kulluk etmemize Rabbimizin ihtiyacı olmadığı halde,
Biz'den muradı KUL olmamız.

Rabbimizin bu muradını, sonunda korkutma cehennem vs var diye değil,
yada "yaparsam cennetler vs verilecek,
iyi bari ücreti peşin isteniyorsa, bende cennet mukabili bu ibadat-u taat ücretini ödemeye bakayım,
nasılsa başka çare yok"diye de değil.

Aşk ile, "Benim Rabbim SEVDİĞİM benden bunu murad etmekte, aman haa hayalkırıklığına uğratmayayım"diyerek,
hangi sevgili, sevdiğini, kendisini seveni hayalkırıklığına uğratmak ister değil mi? onun gibi
"aman dikkatimi titizliğimi sonuna kadar ciddiyet ve sadakat ile koruyayım" demeli.
ve işte o zaman bu yol insanı İNSAN edip, ABDUHU yapabilecek inşaallah.

(Rabbimiz hayalkırıklığına uğramaktan ve ummaktan, beklentiden elbette münezzeh'tir.
ben dygularımı dile getirebilmek için misal verdim o ifadeleri o sebeple kullandım.)




nur-ye yazdı:''TaSAVvuf'ta boşaltmadığın KÂBı, dolduramazsın


Ve bu söz bana uzun bir yazı konusu için Rahmet oldu, bakalım geleni deriz Bizde, ama az bekleyelim de pişsin.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: SECA

Mesaj gönderen simurg »

nur-ye yazdı:''TaSAVvuf'ta boşaltmadığın KÂBı, dolduramazsın!'', diyordu Kul ihvÂNi Hocamız


Çok’luk (kevniyet) Bir’den zuhur etti denilmekte.
Düşünelim.
Demek ki,Bir çok’luk halinde tezahür etme kuvvetini aşikar etti.
Gösterdi.

Ve, Bir olduğu halde,çok olarak da zuhur edebileceğini gösterdi.
Çok olarak zuhur etme/edebilme kuvvetini gösterdi ve/veya kullandı.
Ama, bu Bir’in çok olarak zuhur etmesi, bir AN’da olduğu ve olmakta olduğu halde,
AN’da Zaman olarak algılansın,istediği için,
Zuhur’unu, Bir’in Bir AN’da çok görünmesi olarak segilelemek yerine,
Devreden yani devri bir sistem içerisinde bunu var etti.

Hiç birisi, biri birine benzemeyen ve asla benzemeyecek olan bu sonsuz zuhurlar,tecelliler,varlıklar,
hepside Bir’den zuhur edip, sonra yine Bir’e dönmekte.

Bu zuhur etme ve geri dönme hadisesi hareketi
(hocamızında devamlı ifade etmiş olduğu dairevi hareket işte).
Bu dairevi hareketin dairesel serüvenine, devreden bir hareket diyebiliyoruz.
Bunuda şuradan düşünüyoruz ki,

Ağacın devreden mevsimlerde yeşerip meyve verip, yine sıfır durağan bir noktaya çekilip,
kış uykusuna yatması,
Rabbinden zuhur edip Rabbine dönmesi devrini işaret etmekte diye bir misal getirebiliyoruz.
Veya,
Bir şehirdeki insanların 100 sene içerisinde tamamen boşalıp,
yerinin yeniden dolması,
var olan zuhurların yeni zuhurlara yer açmak üzere Rabbine dönmesi hadisesi de bir misal olabilir.

Boşalan alanlar yenilerle doldurulabilmekte.
Devamlı dolmak yok o zaman,
boşalmadan dolmak sistemin işlemesi kurallarına aykırı.

Ve elbette Kalb’imiz,
Yaşayageldiği süre içerisinde ayırt edilmeden dolan biriken onca şeyi boşaltıp,
bir anlamda temizlemesi lazım ki,
yeni ve bilinçli bir dolma devranına girip yürüyebilsin.

Kalb’imizde zuhur eden bir şey mana olarak görevini yerine getirince gidiyor.
Maksat hasıl olunca o oradan devredip, yerini yeni gelecek olan zuhuratlara bırakıyor.

Bütün bu misallerden anladığımız, bütün zuhurların,
devreden bir hareket ile dairesel yolculuk içerisinde olduğudur.

Bir’den zuhur eden zuhurat ve çok’lar, dosdoğru bir yol izleselerdi eğer,
Bir’den başladıkları yolu, Bir’e dönerek tamamlayamayacaklardı.

Bütün zuhurların hareketi denebilecek Hayat’tan maksat,
her şeyin yine başladığı kaynağa dönmeleri olduğunu düşününce,
düşünme hareketi dahil, hiçbir hareketin doğrusal olma şansı hiç yok demektir.

“Her şey Allah’tan var oldu, ve her şey yine mutlaka Allah’a dönecektir” Ayet-i bize bunu anlatmakta.

Zuhurlar, çok’lar, başlangıç noktasından yola çıkıp,
devri hareketle seyr-ü sefer etmeye başladıktan sonra,
artık bu gidiş yine aynı noktaya varmak şeklinde tamam olacak.

Ancak, farklı açılarda ve açmazlarda,istikameti şaşırma ihtimalimiz hep var.
Ta ki, bu devridaimi yolculuğumuzu istikametinden şaşmadan tamamlayabilelim.
Başlangıç noktasına ulaşıp daireyi tamamlayabilelim.
Bu olduğunda, selamet’in gerçekleştiği anlamına gelecektir.

Daire tamamlanmadıkça nefsin tahakkümünden kurtulmak imkanı olmayacak sanırım.
Daireyi tamamlayıp,zırha bürünmüş gibi emniyette olmak haline geçebilmek için
nefsin aşırılıkları diyebileceğimiz heva-heves zulmü ,
ve bunların Kalb’imize saldırmalarına müsaade etmemek gerekiyor.

Açık alanları kapatmanın yollarını bulabilirsek ancak o zaman emniyet hissedebileceğiz.
Bu ise, Kalb’imizin selamete ulaşmış olması,
aklımızın Müslüman olması demek olacak inşaallah.

Ve ancak ve ancak o zaman Mü’min olabileceğiz.
Bizim bu dairesel Batıni hayat serüvenimizi tamamlamamız için,
İstikametten ayrılmayıp,
sağa sola sapmamamızın ise olmazsa olmaz tek şartı,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin İZ’iznden ayrılmamamız ile gerçekleşebilecektir inşaallah.


Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e teslimiyetimiz bizi istikamette tutup,yol aldırıp,menzile ulaştıracak,
başka yol hakikaten yok.


Daha yazabilirdik ama zaten anlaşılmaz hale girdi konu,
ve de zaman yok, buna şükür inşaallah. Amin.

Resim
Cevapla

“Serbest Kürsü” sayfasına dön