EHL

Cevapla
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

EHL

Mesaj gönderen gullale »

ResimKalbim hâtırâlarında mahzun, ÖZüm DUYduklarından yaralı bugün... Her mahzun olduğunda dalar derinlere, çenesi düşer, sorulara boğulur...

AŞKın NÛR-NÂRında, ÇÖLün ÖLünde, OLSUNun OLMASINda KAHKAHAnın HİÇ-KIRIĞInda... neler gİZLİ neler sAKLI...

Ömrümün "
yaşantı içinde bin yaşantının hâvi olduğu" hâtırâlarından bir nefes...

1981 yılı. Lise'yi bitirmek üzereydim. 17 yaşında AVCInın AVı olduğundan habersiz AV misâli uçuştuğum zamÂNlardı...

Babaannem, Dedemin vefâtından sonra, sağlıklı olduğu sıralarda, bir süre yalnız yaşamıştı köydeki evinde. Tabi halam vardı aynı köyde. Hâlini hatırını sorup, annesinin yapamadığı işleri yapan... Bir yandan da Devlet köyü aşağıya taşıyor... Sarp yollardan, çıkılması varılması zor yerlerden, asfaltı çok iyi olmasa da yapılmış anayolun yakınlarına doğru... Bağlar bahçeler, tarlalar çeşmeler yukarıda kalacak... E köylünün başka ne işi ne rızkı var ki, doğal olarak her gün şafak sökmeden yola koyulacak, taş kaya atlayacak bağ bahçe görecek akşama da eve dönecek... Her neyse işte bu köyde bir süre yaşadıktan sonra felç gelince yakında olan başka bir köydeki halamın yanına gitti babaannem. Babamın biricik ANAsı, evlatlarının babalarından yâdigar sevgili anaları ve 25 in üzerinde torunlarının da neneleri. Benim babaannem, sevgili babaannem... Çok kahrımı çekti... Çok nazını çektim...

Bu halamın yanında rahat edememişti. Herkesin, her evin kendi düzeni var elbet. Herkes kendi evinde hür! Alıştıklarından vazgeçecek değil. İki ayrı alışkanlığın üst üste oturması da her kişinin kârı değil. Suçlu yok! Ama memnûniyetsizlik var. Bu arada eşi yeni vefat etmiş maddî durumu zayıf olan halamın biri de kızkardeşlerinin olduğu bu köye sığınmıştı iki yetimiyle berâber... Babaannem bir süre de onun yanında kaldı. Hastalığı artınca Ankara'ya bizim yanımıza geldi.

Tabi ben çok sevdiğim için çok ta memnundum. Annem ne de olsa adı "
kayınvâlide" ne kadar memnun olabilirdi ki... Ancak hizmette kusur yoktu! Gerçi hele bir etsindi. Babamın ne edeceğini ALLAH bilirdi...

İşte babaannem bizde, tuvalete tek başına gidemez, birisinin götürmesi gerek, bunun için de onun yanında yatmak gerek. Annem yattı uzun bir süre. Annem de 47 yaşlarında onun da tansiyon problemi var, gece uyku düzensizliğinden gözleri kan çanağı olmuş... İş bana düştü. Severek, candan gönülden babaannemle aynı odada yatmaya başladım. Gece uyanır sessiz bir sesle adımı seslenir, o gençlikte, uykunun en ağır ve en tatlı yaşlarında, duyar, gülümseyerek uyanır, yanına gider, "
tuvalete mi gideceksin" diye sorardım. Oda gülerek "evet" derdi. O bana gülücükleriyle "kusura bakma seni gül uykundan uyandırdım" derdi ben ona gülümseyerek "üzülme babaanneciğim sen benim canımın gülüsün" derdim âdetâ...

Böylesine aslında zorlu fakat memnun mesut bir dönem benim lise son yılımda yaşanıyordu. Dersler ağır, okul sabah erken, geceler uykusuz saatlerce babaannemle tuvalette fısıldaşarak geçerdi... Üniversite sınavına hazırlanıyordum bu arada...

Belli süreyi bu şekilde yanımızda geçirirken babam da aşağı inen köye babaannem için ev yaptırıyordu. Evin yapılması tamamlanmış, oturuma hazır hâle gelmişti. Eşi vefat eden halam iki yetimi ve babaannem bu eve yerleştiler yepyeni hevesler, umutlar, duâlarla...

Sene sonu geldiğinde 18 yer yazabileceğim Üniversite tercihimde, annemin "
ingiliz filolojisi" babamın "tıp" arzuları ve benim de ALLAHu zu'l-Celâli ve'l-İkrâm'ı, KURÂN-I KERÎM'i, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimi, Dînimi yeniden ve yeni tanıdığım sıralar olduğundan yazdığım İlâhiyat fakültesi tercihimle birlikte 11 yer yazmıştım. Arzum Kurân-ı Kerîm'i okumayı ve Dînimi EHİL insanlardan öğrenmek idi. Muhakkak Müslümandım. Kendimi bildim bileli ALLAH derdim ve ALLAH ile AKLımca hep muhabbet ederdim. Ancak atalarımdan gördüğümce öğrendiğimce yaşadığım bir inançlı hayat tarzıydı bu. Namaz kılmayı da babaannemden öğrenmiştim zâten. Daha eskiden zaman zaman bizim yanımızda kalmaya geldiği sıralarda... Sürekli kılmıyordum ama bildiğim önemli gecelerde ve maalesef bir isteğim olduğunda mutlaka kılıyordum. ALLAH'a büyük bir iyilik yapmışcasına da kendimle gurur duyuyordum üstelik...

İşte o sene babaanneme geceleri baktığım o sene Lise'yi iyi bir karne ile bitirmiş, çok istediğim İlâhiyat fakültesini kazanmıştım. Ve babamın yıllarca beni hazırladığı Ehliyet sınavına da canla başla çalışmaya başlamıştım. O sırada sorulacak soruların olduğu, bilmemiz gereken bilgileri içeren kalın bir kitaptan sınav olunuyordu. Bu sınavı belli puanla geçenler de Direksiyon sınavına çağrılıyordu.

Kısa bir sürede ezberlemiştim, tâze beyin hücrelerimle kalınca kitabı. Her kelimesi AKLımdaydı. Nereden hangi sayfa hangi satırdan sorsalar, kitabı aynen geçirirdim kağıda. Girdiğim sınavdan çalıştığım kitabın trafik işâretlerini gösteren resimlerin altında yazan tanımlamaların artık farklı adla yer almasından dolayı 97 puan alarak Direksiyon sınavına girmeye hak kazanmıştım. Başarı benim içindi. Olağanüstü değildi. Çalışırdım. Yapardım. Eh, ilkokul yıllarımdan beri babamın garajın başında bıraktığı arabayı garaja kadar almak işi benim olduğundan direksiyon hâkimiyeti de çocuk oyuncağıydı. İlerleyen yıllarda babamın işyerindeki geniş alanda arabayı kullanmak keyfini çok yaşamıştım. O gün geldi. Sınav yeri nasıl kalabalık. Bildiğim tek kalabalık yer vardı o da okuldu. Bu kalabalık düzensizdi üstelik. Yığın hâlinde insanlar kimi direksiyon sınavına girmek için gelmiş, kiminin âilesi, arkadaşı, akrabası derken pistin başlangıç ve bitiş yerinin sağı solu insan kaynıyor. Benim de o zaman Wolkswagen kaplumbağa cinsi arabam var. Onunla sıramın gelmesini bekliyorum. Annem babam arkada heyecan ve endişe içindeler. Sınav ne olacak diye değil, aman kız sağlam elimize geçse diye, kaybolmasa diye. Kaybolmaya aday aptal ya da akıldan sıkıntısı olan biri değildim de kalabalık beni yerse diye hani... Bilinen âile endişeleri...

Bense kendinden emin, rahat, arabaya binen Polis "
amca"larla seviyeli bir konuşma içindeyim. Başla, dediler. Arabayı çalıştırdım. Gazı verdim ve kullanmaya başladım. Bekledikleri dönemeçleri, yokuş çıkma ve inişleri, kurallarınca yapmaya çalıştıktan sonra bir yerde durdurdular. Geri gitmemi istediler. Vitesi geri taktım, o zamanın meşhur geri gitme hareketi olan sağ el koltuğa dayanarak bedenimle birlikte kafamı arkaya çevirdim ve gaza bastım yavaş yavaş. Dur dediklerinde ise önüme döndüm ve durdum. İşte burada bana "EHLiyet" verecek olan Polis amcalar sormaya başladılar. Okuyor musun? Evet İlâhiyat fakültesini kazandım dedim gururla. Âmirleri olan babacan tavırlı olgun amca, geri giderken arabayı durdurmadan önce asla önüme dönmememi tembihledi. Arkada, bir çocuk, yaşlı ya da engelli biri olabilir sen görmeyebilirsin, önüne döndüğün o süre içinde araban geri gidiyor olduğundan ezebilirsin. Bu konuya dikkat edeceğine ve hızlı araba kullanmayacağına bir Türk kızı olarak söz veriyor musun? dedi... Bende AKLım kaç fersah havada söz vermenin en kolay olduğu o sıralarda "söz veriyorum" dedim... Verdiğim sÖZ, GERİ gidişimi durdurmadan ÖNe BAKamayacağım idi!
Biz de sana EHLiyet veriyoruz dediler. Anne babama bu müjdeyi vermek sevinciyle çıkışa doğru sürdüm arabayı. İndim. Babam yüzüme bakıyor merakla. Aldım! dedim telaşsız bir ifâdeyle...

İşte 31 yıl önce bu zamanlarda ben YOLa çıkabilmek için, YOL alabilmek için VÂSIL olmak için EHLiyet almıştım. Hep de YOLlarda oldum. YOLum YOLCUluğum sürüyor...

Babaanneme gelince, ona hizmet bana zevkti. Çocukluğumdan gençlik yıllarıma kadar onunla ilgilenmek çoğunlukla benim işim ve zevkimdi... Tırnaklarını ben keserdim, sırtını kaşırdım. Yıkar, saçını örerdim... Dizine yatar onu dinlerdim. Masallar anlatırdı bana köyde öğrendiği ne varsa... İlkokulda 23 Nisan Balosu olurdu. Eskiden ayakkabı bir tâne alınırdı. Şimdiki gibi her elbiseye uygun bir ayakkabımız olmazdı. Elbisemizde iki tâne hadi bilemedim üç tâne olurdu. Onun için eskiden alınan yeni şeyler beni çok mutlu ederdi. Neyse işte baloya gitmek için giyeceğim sandaletimin bir askısı kopmak üzereydi. Babaannem kalın bir dikiş iğnesi ile ne güzel dikmişti. Bahçede çalışmaktan nasırlaşmış elleri ve kalınlaşmış tırnakları ile...

Sağlığının daha iyi olduğu devam eden yıllarda köyde, dul Halam ve yetim iki yeğenimle kaldı. Kâh kızgın kâh memnun ev EHLi hâli... Vefât ettiğinde Karnımda bebeğim, hava kış, kar, yola koyulduk anne babamla... Köye giden yol, dağdan tepeden geçiyordu... YOLlar BUZ olduğundan dağın tepesinde kenara çekip arabayı, bir yerde durarak tekerlere zincir taktık babamla... Vardığımızda defnetmişlerdi... Onunla ilgilendiğim o zaman diliminin yüzü hurmetine RABBim bana çok ikramlarda bulundu... Kendimden olmayan, olamayacak olan ikramlarını her yaşımda yaşadım çok şükür. Ekrame'l-ekramîn erhame'r-râhimîn RABBim, babaannemi vesîle etmişti güzelliklerine...

EHL-i Beyt olabilmek ne denli önemli. BİZ-BİR-İZ evinin olması, âilenin olması, o âilenin sıcak sarışı, emniyet ve huzûru içinde olmak...
EHİL olmak özen istiyor. Uyum sağlamak, diken olmamak, kılçık olmamak, pürüzsüz olmak, köşesiz olmak... Takvâlı olmak...
EHLiyyet sâhibi kılınmak ise büyük onur. İşin EHİLlerince BİLen-BULan-OLan ve YAŞAyanlarınca lâzım ve lâyık görülmek...

Evinin, âilenin, sâhip çıkanının olmadığını, öyle sanmanın bir hayal ve hüsn-ü ZANNın olduğunu ANladığında... Lâzım ve Lâyık zannederken kendini, dışarda bulduğunda, adının adından ayrıldığı, sen sensin ben de benim denildiğinde... yıkılır Âlemleri RABBimin, bAŞıma...

Bir hayâli gerçekmiş gibi yaşamak yıllarca, EHLiyetli ve fakat EHİLsiz olarak YOLlarda seyrân etmek bir ömür ve BİR ÖMRÜN bir gece içinde, gördüğün bir ÂN'a mahkum bir RUYA olduğunu ANlamak...

Ve... AKLın yalnızlığıyla yüzleştiği NOTE-BOOKundan,
(Bilgisayarı) OKUyacak kayda değer birşey olmadığı ile yüzleşmek... Bunca KÎL u KÂLin kendinden kendine kendinle olduğunu ANlamak... O kadar isimler... sûretler... sözler... bir yaşantının AKILda yer etmeyen, tutunamayan külleri gibi savrulması... Hiç gelmemiş gibi gitmek... Gitmemiş gibi gelmek... Gelecek ve gidecek yerinin olmadığını farketmek... yalan olması külli şeyin...

En dolu en anlamlı ifâde: üç nokta...

...

Bir hikâye anlattım EHL üzerine... Anlatmadıklarım anlatamadıklarım ise elfe elfin misli... Tâzecik beyin hücrelerim, yerini, tembel, yavaş işleyen bir bilgisayar hâlini aldı... Yorgun ve yaşlı ve tecrübeli ve EHLiyyetli AKLım, ERiyor yavaş yavaş... Soru şeridi akıyor ağır ağır hâlâ... yol bulmaya çalışıyor SU misâli NAKLin EHLine...


Abden min ibâdinâ'nın EHLi kimdi acaba? Nasıl EHLÎleşmişti ve EHLiyeti ne üzerineydi?...

Sorular.. sorular... sorular, sağanak hâlinde yağıyor...

Sebeb? OLmak mı?(KUN fe YEKUN)
Bedel ne? Ömrüm mü?(E yahsebul’insânu en yutreke sudâ).
Kıyaslanan, Herşey mi?(ve cealnâ mine'l-mâi kulle şey’in hayy)
Şart, OLmamak! mı?(nesyen mensiyya)


AVCI:
Hayat.
AV: "ben" BEN iken beni "şey" sanarak gafleten ben diyen...

AKLın NOTE-BOOKu (bilgisayarı);
اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا
Ikra’ kitâbek(kitâbeke), kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâ(hasîben).
«Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!» deriz.
17 / İSRÂ 14

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece «Ol!» demektir. O da hemen oluverir.
36 / YÂSÎN 82

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
E yahsebul’insânu en yutreke sudâ(sudân).
İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?


أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
E lem yeku nutfeten min menîyyin yumnâ.
O, dökülen erlik suyundan bir damla (sperm) değil miydi?
75 / KIYÂME 36-37

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
E ve lem yerellezîne keferû enne's-semâvâti ve'l-arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine'l-mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayâtı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?
21 / ENBİYÂ - 30

Nesyen Mensiyya:

فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا
Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh(nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ(mensiyyen).
Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. «Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim» dedi.
19 / MERYEM - 23
Resim
Cevapla

“Serbest Kürsü” sayfasına dön