Bir Tefekkür

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Bir Tefekkür

Mesaj gönderen Gul »

Resim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ : “Yaratan Rabbinin ismiyle oku.”
Burada “بِاسْمِ رَبِّكَ” ile ifade edilenin "Rabbin fail oluşu" olduğunu düşünüyorum.

İkinci âyette;

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ : “İnsanı bir alaktan yarattı” meâlinden de görüldüğü gibi Rabbin fail oluşu gizlidir yani müstetirdir. O halde diyebilirim ki; insanı bir alaktan yaratan Rabb önce açık sonrada gizli olarak verilmiştir. Yani yaratıcı vasfındaki Rabb açık ve gizlidir.


Alak: Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan. * Yapışkan veya ilişken nesne..

Fârâbî varolma için; “ÖZün fiil halidir” der. Yaratma fiilini “kim yaptı?” sorusuna “Rabb” cevabını aldığım için öze Rabb’ı yerleştirmek anlamak bakımından hatalı olmayacaktır. Aslında Rabb herhangi bir yaratılana, onları yaratanları olarak küllî şey’den biri olan bir yere yerleştirmekten münezzehtir.

Ancak anlayayım diye bunu yaptım. Bu durumda alakın tanımını şöyle yapabilirim: “(açık-gizli) Rabbın yaratma haliyle oluşan fiili çember.”

Resim

Şekilde de görüldüğü gibi, merkezde yer alan Rabb’ın yaratan olmasından dolayı fiili bir çember oluşmakta ve varolana alak denmektedir. Bu durumda çemberin açılmış hali şöyle olur:

Resim

Fârâbî’nin “ÖZ ve varoluş arasındaki fark nedir?” açıklaması: “ikisinin farklı olduğu eğer fark olmasaydı yaratılmışların ÖZleriyle varolacağı, ÖZü varoluşunun ta kendisi olan bir tek varlık olduğu ve onunda ALLAH olduğu” şeklindedir.

Kul İhvani Hocamız da Er Rabb için; “Rububiyyeti gereği EL RABB celle celâlihu Küllî ŞEY ÖZüne Yakın-AKREB-AKRABA zuhur eder durur.” demektedir.

ÖZümüze yakın zuhur edip duran Rabb celle celâluhunun,
3., 4. ve 5 âyetlerde El Ekremliğinden söz edilmektedir.

اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ :
Varlığın, kaza- kaderini, nitelik-niceliğini, neden-nasılını, hangi failden ve ne için olduğu bilgisini varlığa hem gizli hem açık işleyen Rabbin Ekremliğinden söz etmektedir. Yani Rabbin Ekremliği varlığa tüm bilginin yaratılışdan itibaren eksiksiz yerleştirilmesidir. Aslında Ali efendimizin bir sözü bu durumu çok güzel izah eder:

Azîz efendim İmâm-ı Alî (keremullahi veche)’nin:
“Ey insan! Senin cirmin (cüssen, cismin) küçücüktür, fakat Âlem-i Ekber (evvel-âhir-zâhir-bâtın sırları) sende tâva (dürülüp, yerleştirilmiş) dır.

Fârâbi mutluluğa ulaşma yazısında : İnsan, "varlıkların ne ve nasıl olduğunu, hangi failden ve ne için olduğunu araştırmalıdır" diyor...Fârâbi'nin bu söylemi, Rabbin
"عَلَّمَ" (öğretmek) fiilinin insan üzerinde nasıl işlediğini anlamak bakımından yararlı olacaktır diye düşünüyorum!

6. ve 7. Âyetler ise şöyledir:

كَلَّا إِنَّ الْإِنسَانَ لَيَطْغَى
أَن رَّآهُ اسْتَغْنَى :


"كَلَّا" ile anlatılmak istenenin ise insanın kendini bilemeyişi ve bu yüzden de Rabb’ini bilemeyişi ve bulamayışı olduğunu sanıyorum. Bu ise büyük bir yanılgıdır. Yukarıda sözü edilen insanın iç yapısına işlenmiş bilgileri insan dışardan öğrendim sanır. Ve bu yüzden dışarıdan öğrendim sandıklarını da bir türlü içselleştiremez.Buda insanın kendini müstağni görme sonucunu doğurur. Aslında Ekrem Rabb'in "öğretme filini: alleme" insan üzerinde nasıl uyguladığı anlaşılmış olsa idi yani 4. âyette geçen " عَلَّمَ بِالْقَلَمِ : meâlen, kalem ile öğretti" bilgisi üzerinde durulup idrak edilmeye çalışılsa idi insan öğrendim sandığı şeylere sahip çıkmayıp Rabbe teslim etmiş olacaktı ve Rabbine dönecekti. "

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsini Tanıyan-Bilen, RABBini Tanır-BİLir ” buyurmuştur.

(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Bu bölümün son (8.) âyetinde ise,

إِنَّ إِلَى رَبِّكَ الرُّجْعَى :
Meâlen; Dönüşün muhakkak Rabb’e olduğu bildirilmiştir..

Dışa bağlı olarak kendini geliştiren insan Rabb’inden uzaklaşmıştır. Peki bu insanın muhakkak yani Kul İhvâni Hocamızın deyişiyle kesin bir BİLiş-BULuş-OLuş ve YAŞAyışla RaBBine DÖNmesi nasıl olacaktır? Bu sorunun cevabını ise Fârâbi'nin şu tespitiyle birlikte bulmaya çalışıyorum.

Farabi, insanın varlıkların ne ve nasıl olduğunu, hangi failden ve ne için olduğunu araştırmasını istemektedir. Bu araştırmayla ortaya çıkacak ilkelerin hiç birisinin kendisinde olmayan (ne olduğu, neden olduğu ve niçin olduğu) fakat kendisi adı geçen bütün varlıkların ilk ilkesi olan varlığa ulaşana kadar bu bilgi edinme sürecinin devam etmesi gerektiğini savunmaktadır ki bence bu da insanın muhakkak Rabbine döneceği ayeti çok güzel izah etmektedir.

İnsan, varlık bilgisinin, “alaka”nın yaradılışından itibaren, yaratılan varlığın bilgisinin kendisine, İÇ-DIŞ yani “Lâ ilâhe illa ALLAH” tevhidi olarak işlendiğini BİLip -BULup-OLup-YAŞAdığı zaman mutlaka (إِنَّ), şeksiz-şüphesiz Rabbine dönmüş olacaktır.

Fârâbi O'nun için diyor ki; "O(Yaratan), adı geçen nesnelerin kendisiyle, kendisinden ve kendisi için var oldukları varlıktır. Kul İhvâni Hocamızın; Hakk'ta, Hakk'tan, Hakk'a, Hakk'la dörtlüsü bu durumu açıklamaktadır.

Bu sekiz âyette iki defa tekrarlanan “ اقْرَأْ” emir fiilidir. Yani zamanı ve mekanı yoktur. Yarattı, öğretti gibi geçmiş zamana ait eylemlerin şu an ( her ne zaman okunuyorsa o zaman) okunulması istenmiştir. Burada Rabb’in eylemlerinin zamansız (okunduğu an) olduğunu anlıyorum. Ayrıca bir mekanda gösterilmemiştir. Ne oku emrinde ne de eylemin yapıldığı anda bir mekan yoktur. O zaman, zamansız ve mekansız bir okuma istenmektedir. Yani zaman-mekan çerçevesi olmayan tamamen İÇten-ÖZden bir okuyuş istenmektedir. Ki bu içten okuyuş bir mekan değil bir niteliktir (İhlaslı bir okuyuş diyebiliriz..)..
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: Bir Tefekkür

Mesaj gönderen der-ya »

Allahın Rasulü(s.a.v.) : “Eğer ki, Adem oğlu alemi melekuttaki zevkleri tatmış olsaydı, dünyadan(kalbi) meşguliyetini keserdi.” diye buyurarak bu ilahi nurların zevkinden haber vermektedir. Bunu tadanlar, bunun şahitleridir.

Kalb gözü, yani gönül gözü, ruhun öte aleme açılan penceresidir. İnsan ruhunun bu beden de, bir bu aleme, bir de öte alemlere açılan penceresi bulunmaktadır. Ruhumuz bu aleme açılan penceresinden, beş duyu ve hayal alemi ve hafızamız yolu ile iletişimini sağlar. Bunlardan biri çalışmadığında, ruhun o yöndeki iletişimi kesiliverir. Aynı şeyler öte alemler için de geçerlidir. Ruhumuz, Melekût alemini algılayabilmek için bu dünyaya olan bağlılıklarını kalben azaltmadıkça, öte alemleri algılayamaz. Nasıl ki, uyumadan rüya görmemiz mümkün olmuyorsa, gönül gözünün öteleri görüp algılayabilmesi de, kalbin bu aleme ait bağlılıklarını azaltıp kesmesi ile mümkündür.

Gönül gözünün perdesi, iki türlüdür. Birincisi biraz açlık, biraz yalnız kalmakla kalbin önünden aralanacak olan bir perdedir. Bu perdenin açılmasında görülen alem, çalışıldığı zaman kafir ve mü’mine açılabilen, cahillerin esrar ilmi dedikleri, içinde şeytanların ve cinlerin de yaşadıkları, madde aleminin baş gözü ile görülmeyen kısmıdır. Din istismarcıları, cahil insanları bu tür keramet ve kehanet karışık şeylerle kandırararak onları aldatırlar.

Kalb gözünün önündeki ikinci perde ise, kalbden manevi pası, Allah’ın zikri ve sevgisi ile silip, melekut aleminin ihtişamlı güzelliği müşahede edilmeye başlandığında, kalb İlahi isimlerin nurları ile doldurulur ve bu vesile ile ma’rifetullah ve muhabbetullaha erilir. Bu ise ancak gerçek mü’minlere nasib olur ki, bu durumda olan bir manevi yolcu, şeriatin üçüncü kısmı olan ihlasa ererek imanın hakikatına ermiş olur. Bu gibi insanların davranışları samimi, imanları taklitten kurtulmuş tahkike ermiştir. Bunlar asla bir kimseyi dünya menfaatleri için sevmezler. Seven varsa, onun ihlası yalandır.

Keşif :
Soru: Tasavvufla elde edilen zevk ve görüntülerin hayal ürünü olduğunu iddia edenler vardır. Bu doğru mudur?
“Kedi ulaşamadığı ciğere mundar“dermiş deyimi, bunlar için çok yerindedir.
Keşif; Rabbul-âlemînin, levhi mahfuzdaki bazı bilgi ve görüntüleri veya bu aleme ait bilgi ve görüntüleri, veli kulunun gönül aynasına yansıtarak ötelerden kulunu haberdar kılmasıdır. Bu keşif esnasında bir çok kerametler ve manevi sırlar belirmektedir. Ehli olan kimse bunları her yerde Allah dilemedikçe söyleyemez. Bu keşfe dair bazı misaller:

Allah’ın Rasulü Eshabı kirama Veda Hutbesi’nde cennetteki Havz-ı Kevseri, o esnada orada gördüğünü oradakilere söylemesi. Bedir’de öldürülen müşriklerin ruhlarına”Şimdi benim söylediklerimin hak olduğunu anladınız mı?”diye hitab ettiğinde, Hazreti Ömer’in; “Ya Rasulullah, onlar leş oldular seni nasıl duyabilirler” dediğinde, Rasulullah’ın; “ya Ömer, şu anda onlar benim sözlerimi, senden daha iyi duymaktadırlar lakin; cevap veremezler “diye ifade etmesi gibi.
Bu aleme ait keşiflerden bir örnek ise, bir gün, Hazreti Ali Medine’den üç aylık uzak bir mesafede düşmanlarla savaş ederken, bir kâfir arkadan yakalaşıp, Ali(radıyallahu anh) hazretlerine kılıcını arkadan vurmak istediği esnada, Peygamber(s.a.v.) Efendimiz :
-”Ya Ali! Arkana bak! ” diyerek Hazreti Ali’yi uyardı. Eshabdan bazıları bu uyarının tarihini yazdılar ve üç ay sonra Medine’ye dönen Hazreti Ali’ye bunu sordular.

Hz.Ali:
-” Evet bundan üç ay önce böyle bir olay vukuu buldu. Ben o gün, Rasulullah’ın: ” Ya Ali! Arkana bak!” dediğini duydum ve geriye baktığımda, bir kafir arkamdan bana kılıcını vurmak üzere olduğunu fark ettim ve onu bertaraf ettim.”dedi.
Bunun benzeri bir durum da, Hazreti Ömer’in(r.a.) halifeliği zamanın da oldu. Hazreti Ömer’in İranlılarla savaşan Kumandan Sariye’ye, çok uzak mesafelerden:”Ya Sariyel-cebel”(Ey Sariye Dağa çekil”diye hitab etmeleri meşhur haberlerdendir. Bu ve bunun benzeri olaylar, Allah’ın kudreti ile yaratılmaktadır.


islamdergisi
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: Bir Tefekkür

Mesaj gönderen der-ya »

OLUR DOST…

Ömrünce tek gülü ünleyen bülbül
Kendinden kendini dinleyen bülbül
Durmadan çırpınıp >inleyen bülbül
Mahzenin >yüreğin ->ah ü zâr olur…

*

Seven sevdiğiyle dost ola gelmiş
Âşık varı yerde ->post ola gelmiş
Muhabette mızrap mest ola gelmiş
->Sevda sazın teli ->zâr ü zâr olur…

*

Şâhidine şaştım şeklin şemâlin
Ölüp - dirilmektir özü ->kemâlin
Görürsem bir soluk yârin cemâlin
->Hayali gözüme ->bergüzâr olur…

*

Yâr başıma Aşk Ayağı’n basarsa
->Siyah zülfün tek teline asarsa
Çağlasa göz yaşım >cihanı sarsa
->Nice virâneler --->gülüzâr olur…

*

Kul İhvânim garib düşmüşüz dile
->Ayrılmaz bütünüz ->Nazlı Yâr ile
Her zaman her yerde her hâlde bile
O’nsuz Sırr Sarayı -->bir mezâr olur…

26.02.1992 14:45 antlya..


Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Cevapla

“Serbest Kürsü” sayfasına dön