10- Bâb-ı âşır : ONUNCU BÖLÜM

ONUNCU BÖLÜM-1


BÂB-I ÂŞIR

ONUNCU BÖLÜM
 
Bu Bâb Âdam ‘Alayhı’s-Salâm Sıfâtın Bayân Kılur
Habarda şöyle gelmişdür kim:
Biz Âdam ‘alayhı’s-salâm’ün zürriyetinden yayılduk.
Nitekim Ebu’l-fazl Ca’far-ı Sâdık razıya’llahu ‘anhu eydür kim:
Hak subhânahu ve ta’âlâ kaçan kim âdamı yaratmak diledi, firiştelere bildürdi:
 
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
(Bakara 2/30)
 
Bu bölüm Âdem aleyhisselam’ın sıfatını anlatır.
Haberde şöyle gelmiştir ki:
Biz Âdem aleyhisselam’ın zürriyetinden yayıldık.
Nitekim Ebu’l-fazl Ca’far-ı Sâdık radiya’llahu anhu der ki:
“Hakk Subhânehu ve Teâlâ ne zaman ki Âdem aleyhisselam’ı  yaratmak diledi, meleklere bildirdi:
 
   — “Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni cailün fil erdi halifeh, kalu e tec’alü fiha mey yüfsidü fiha ve yesfiküd dima’, ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek, kale inni a’lemü ma la ta’lemun : Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30)
 
 
Zürriyet : Soy, nesil, döl, kuşak.
Kaçan kim : Ne zaman ki.
Firişte : Melekler.
 
 
Ve hem Âdamun özin Medîna doprağından yaratdı, Başını Beytü’l-makdıs dopragından yaratdı, yüzünü Ka’ba dopragından yaratdıkulagını Tûr-ı Sîna dopragınan yaratdı, gözlerini Beyt’ül-harâm dopragınan yaratdı anlını Medîne’nün Magrib’den yanası dopragından yaratdı, agzını Medîna’nın maşrık’dan yanası dopragından yaratdı, burnunı Dimaşk dopragından yaratdı, dudaklarını Berberiye dopragından yaratdı, sakalını uçmak dopragından yaratdı,
dilini Buhâra dopragından yaratdı, dişlerini Horazm dopragınan yaratdı, boynını Çin mülki dopragından yaratdı, kollarını Yemen dopragından yaratdı, sağ elini Mısır dopragından yaratdı, sol elini Pârs dopragından yaratdı, dırnaklarını Hıtây dopragından yaratdı, barmaklarını Sistân dopragından yaratdı; göğsini Irak dopragından yaratdı, karnını Hûzistan dopragından yaratdı, arkasını Hemedân dopragından yaratdı, zekerini Hindüstân dopragından yaratdı, hayâlarını Kostantınıyya dopragından yaratdı, oyluklarını Türkistân dopragından yaratdı, dizlerini Kırım dopragından yaratdı, incüklerini Antalûs dopragından yaratdı, dopuklarını Rûm dopragından yaratdı, Ayaklarını Firengistân dopragından yaratdı;
Ve dahı hadîs ile vârıd olmışdur:
Kâle’n-Nebiyyü aleyhisselâm: “Mâ halakallahu âdeme sittetin levnâ mine’t-türabi velev halakahu min türabin vâhiidin fekâne’n-nâsü alâ suretin vâhidetin ve vasfin vâhidin lem ya’rif ehadün ehaden” 
Ma’nîsi  budur kim:
Allâh tabâraka ve ta’âlâ Âdam’ı altmış dürlü doprakdan yaratdı; ve eger bir dürlü doprakdan yaratsa Âdamîlar dükelisi bir sûratda ve (bir dürlü) olalarıdı, ve hem biribirin bilmeyenleridi dimek olur.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ Âdam’un başun kudrat nurıla, (bezedi) ve gözlerini ‘ıbrat nûrıla bezedi anlını sücüd nurıla bezedi, dilini zikir nurıla bezedi; dişlerini Muhammad-ı Mustafâ nurıla bezedi; dudaklarını tesbîh nurıla bezedi; süksünini kuvvet nûrıla bezedi, engini hıl’at nûrıla bezedi, arkasını ginlik nûrıla bezedi, göğsüni ‘ilim nûrıla bezedi, karnını (hılım)
nûrıla bezedi, bilini ‘ızzat nûrıla bezedi sitrini amânat nûrıla bezedi; oylugını emr u nehiy nûrıla bezedi, yagırnını hoşnudlık nûrıla bezedi, dizini rukû’ nûrıla bezedi, ayagını tâ’at nûrıla bezedi, topukların savk nûrıla bezedi, dalagını üns nûrıla bezedi, ellerini sahâvat nûrıla bezedi, dırnagını şafâ’at nûrıla bezedi, gönlini şafâ’at nûrıla bezedive hem îmân nûrıla bezedi sıgadı, ta’zîm nûrıla düzetdi vaslat nûrıla götürdi ve hem Âdam’un dopragını ‘Azrâ’il eline virdi, rahmat suyıla yogurdı ve Ma’rıfat suyıla suvardı.
Ve Âdam’ı Mekke ile Yemen Ta’if arasında yaratdı.
 
Ve hem Âdem aleyhisselam’ın;
Özünü Medîne toprağından yarattı,
Başını Beytü’l-Makdis toprağından yarattı,
Yüzünü Kâbe toprağından yarattı
Kulagını Tûr-ı Sîna Toprağından yarattı,
Gözlerini Beyt’ül-harâm Toprağından yarattı
Anlını Medîne’nün batı tarafı toprağından yarattı,
Agzını Medîne’nin doğu tarafı toprağından yarattı,
Burnunı Şam toprağından yarattı,
Dudaklarını Berberiye-Cezayir toprağından yarattı,
Sakalını cennet toprağından yarattı,
Dilini Buhâra toprağından yarattı,
Dişlerini Harzem topragından yarattı,
Boynunu Çin mülkü toprağından yarattı,
Kollarını Yemen toprağından yarattı,
Sağ elini Mısır toprağından yarattı,
Sol elini Pârs-İran toprağından yarattı,
Tırnaklarını Hıtây toprağından yarattı,
Parmaklarını Sistân toprağından yarattı;
Göğsünü Irak toprağından yarattı,
Karnını Hûzistan toprağından yarattı,
Arkasını Hemedân toprağından yarattı,
Zekerini-erkeklik organını Hindistân toprağından yarattı, Hayâlarını Kostantınıyya-Doğu Bizans toprağından yarattı, Oyluklarını Türkistân toprağından yarattı,
Dizlerini Kırım toprağından yarattı,
İnciklerini Endülüs toprağından yarattı,
Topuklarını Rûm toprağından yarattı,
Ayaklarını Firengistân toprağından yarattı;
Ve dahı hadîs ile vârıd olmışdur:
Mânâsı  budur ki:
“Allâh Tebâreke ve Teâlâ Âdem aleyhisselam’ı altmış türlü topraktan yarattı; ve eger bir türlü topraktan yaratsa İnsanların hepisi bir sûretde ve (bir türlü) olurlardı, ve böyle olunca biribirlerini bilemezlerdi-tanıyamazlardı. birini diğerinden ayırt etmek mümkün olmazdı.” demek olur.
 
Ondan sonra  Hakk Subhânehu ve Teâlâ Âdem aleyhisselam’ın;
Başını kudret nuruyla, (bezedi-süsledi ) ve
Gözlerini ibret nûruyla bezedi-süsledi -süsledi
Anlını secde nuruyla bezedi-süsledi ,
Dilini zikir nuruyla bezedi-süsledi ;
Dişlerini Muhammed-i Mustafâ nuruyla bezedi-süsledi ;
Dudaklarını tesbîh nuruyla bezedi-süsledi ;
Ensesini kuvvet nûruyla bezedi-süsledi ,
Eynini hıl’at nûruyla bezedi-süsledi ,
Arkasını genişlik-rahatlık nûruyla bezedi-süsledi ,
Göğsüni ilim nûruyla bezedi-süsledi ,
Karnını hilim-yumuşaklık nûruyla bezedi-süsledi ,
Belini izzet nûruyla bezedi-süsledi  
Sadrını emânet nûruyla bezedi-süsledi ;
Oylugunu emir ve yasak nûruyla bezedi-süsledi ,
Yagırnını hoşnudluk nûruyla bezedi-süsledi ,
Dizini rukû’ nûruyla bezedi-süsledi ,
Ayagını tâ’at nûruyla bezedi-süsledi ,
Topuklarını şevk nûruyla bezedi-süsledi ,
Dalagını üns-yakınlık nûruyla bezedi-süsledi ,
Ellerini sehâvat nûruyla bezedi-süsledi ,
Tırnağını şefâat nûruyla bezedi-süsledi ,
Gönlünü şefâat nûruyla bezedi-süsledi  ve hem îmân nûruyla bezedi-süsledi  sıgadı, ta’zîm nûruyla düzeltti, vuslat nûruyla götürdü.
Ve hem Âdem aleyhisselam’ın toprağını Azrâ’il eline verdi, rahmet suyıla yogurdu ve Ma’rifet suyıla suladı.
Ve Âdem aleyhisselam’ı Mekke ile Yemen Ta’if arasında yarattı.
 
Beytü’l-makdıs : Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır. * İnsanın, Cenab-ı Hak’tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.
 
Horazm : Harzem. Türkistan’da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke.
 
Maşrık : Meşrık. Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı.
 
Magrib : (Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye’ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
 
Hıtây : Hatay.
 
Sistân : Asyada bir memleket.
 
Hûzistan : Asyada bir memleket.
 
Antalûs : Endülüs. İspanya.
 
Firengistân : f. Avrupa, garb âlemi, batı memleketleri.
 
Süksün : Boyun kökü, ense.
 
Engin : Eynin, sırt, beden.
 
Sitr : Sadr, bağır, sîne, göğüs.
 
Sahâvat : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek.
 
Sıgamak : Sıvazlamak. Elleriyle mesh etmek.
 
Suvarmak : Sulamak.
 
 
Pes Hak subhânahu ve ta’âlâ eydür:
Âdamı doprakdan yaratdum, dir:
 
Pes Hakk Subhânehu ve Teâlâ buyurur:
“Âdemi toprakdan yarattım” der:
الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ
   — “Ellezi ahsene külle şey’in halekahu ve bedee halkal insani min tiyn : O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.” (Secde 32/7)
 
Ve hem sulâladan yaratdum, dir:
Ve hem: “Çamurdan yarattım” der:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
  —  “Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tiyn : Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.” (Mü’minun 23/12)
 
Ya’ni bir nesneyi sıkub şırnagından çıkana sulâla dirler.
Yani bir şeyi sıkıp, oluğundan akana sulâla derler.
 
Andan kodular bir zamân yadı yiyidi hama’ın mesnûn oldu:
Orada bir zamân bıraktılar hamülesi koktu kara balçık oldu:
 
قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
   —  “Ve le kad halaknel insane min salsalim min hameim mesnun : (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.” (Hicr 36 /33)
 
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
  — “İnna halaknel’insane min nutfetin emşacin nebteliyhi fece’alnahu semiy’an basiyra. : Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)
 
Andan kurıdı ve yarıldı, ke’l-fahhâr oldı:
Ondan sonra kurudu ve yarıldı, pişmiş çamur-tuğla oldu:
 
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
  —  “Halekal’insane min salsalin kelfahhari. : Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” ( Rahmân 55/14)
 
Sırnag : Sıkılanın aktığı ülük-oluk, huni ağzı gibi.
 
Yiyimek : Kokmak.
 
 
Evvel dopragıdı andan sûrat bagladı andan das das yarıldı; hısâbsuz yıllar yatdı;
Andan ‘Azâzil geçüb giderken yolı ol araya ugradı,
Âdam’un kalıbına gözi duş oldı, belilendi, ürkdi girü üstüne geldi, biraz vakt baktı, ‘acabladı, mütehayyır oldı, sundı elile gögsini kakdı; küp küp ötdi, eyitdi kim:
“İlâhi Seyyidî ve Mavlâyı! Bunun içi kovugımış, bundan hiç hayr gelmeye!” didi.
Pes Pâdişâh-ı ‘âlam, Tanrıdan nidâ geldi, eyitdi kim:
“Ya ‘Azâzil ‘ol kokdugun gögüs benüm hanînamdur, kendü kudratumla dolduram” didi.
Çün kim Hak subhânahu ve ta’âlâ hazratı dedi ki Âdam’al rûh nafh ide rûha emr eyledi, ba’zılar eydürler:
Hak ta’âlâ hazratı’nun emrile ruh, Âdam’un burnundan dimâgı içine girdi, iki yüz yıl mıkdârı çölendi; andan gözlerine indi; ol dem Âdam ‘alayhı’s-salâm yatdugı yirden gözin açup, kendini doprak ile balçık gördi.
Andan rûh kulaklarına indi; feriştelerün tesbîhların işitdi:
Andan rûh azgına ve diline indi ol dem Âdam ‘alayhı’s-salâm ‘ats itdi ya’ni ahsurdı ve başın yirden yokaru kaldurdı eyitdi kim:
(Elhamdulillâhi rabbi’l -‘âlemîn ‘alâ külli hâlin)
ya’nî şükür ol Tanrı’ya kim ‘âlamları bisleyicidür, her hâl üzere dimek olur.
Pes sûratdan evvel harakat ahsurmakdur ve hem evvel dile gelen kelime budur.
Andan ol kâdir-ı kün-fe-yekün’den icâbat geldi:
(Yerhamüke rabbüke yâ Âdem)
didi; ya’nî Çalab’undan sana rahmat olsun ya Âdam, dimek olur.
Andan Allahu ta’âlâ eyitdi kim:
“Yâ Âdam! ‘Izzum calâlum hakkıyıçün seni bu kelime içun yaratdım” didi.
Andan rûh Âdam’un gögsine ve beline indi; aşağısı balçık iken Âdam ‘alayhı’s-salâm kalkub oturmak diledi, nitekim Kur’ân-ı ‘azîmında buyurur:
 
وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً
  —  “Ve yed’ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula : İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsrâ 17/11)
 
İlk önce toprak idi ondan sonra sûrete büründü-göründü, ondan sonra dilim dilim yarıldı; hisâbsız-çok yıllar yattı;
 
Ondan sonra İblis-şeytan geçip giderken yolu oraya ugradı.
Âdem aleyhisselam’ın kalıbına gözü takıldı, irkildi, ürkdü.
Geri üstüne geldi, biraz vakit-bir müdddet baktı, şaşırdı, hayret etti, uzattı eliyle gögsnü kaktı:
“Güp güp!”öttü. dedi ki:
“İlâhi Seyyidm ve Mavlâm! Bunun içi kovukmuş-boşmuş, bundan hiç hayır gelmez!” dedi.
Pes Pâdişâh-ı âlem, Hakk’tan nidâ geldi, buyurdu ki:
“Ey Azâzil ol ittiğin-kaktığın gögüs benim hânem-evimdir, kendi kudretimle doldururum” dedi.
 
Çün kim Hakk Subhânehu ve Teâlâ Hazratı dedi ki:
Âdem’e rûh üfüre, rûha emr eyledi.
Bazıları derler:
Hakk Teâlâ Hazreti’nin emri ile ruh, Âdem’in burnundan dimâgı içine girdi, iki yüz yıl mikdârı çölendi-bekledi; ondan sonra gözlerine indi.
O zaman Âdem aleyhisselam yattığı yerden gözünü açup, kendini toprak ile balçık gördü.
 
Ondan sonra rûh kulaklarına indi; meleklerin tesbîhlerini işitti:
 
Ondan sonra rûh ağzına ve diline indi o zaman Âdem aleyhisselam ats etti yani aksırdı-hapşırdı ve başını yerden yukarı kaldırdı dedi ki:
“Elhamdulillâhi rabbi’l -‘âlemîn ‘alâ külli hâlin!”
Ya’nî:
“Şükür o âlemlerin Rabbı Allah’a ki âlemleri besleyicidir, her hâl üzere!” demek olur.
Pes insan bedeni ile yaptığı hareketlerden önceki ilk haraket aksırmakdır ve hem ilk önce dile gelen kelime budur.
 
Ondan sonra ol Kâdir-ı kün-fe-yekün’den icâbet-kabul karşılığı geldi:
“Yerhamüke rabbüke Ey Âdem!) dedi;
Ya’ni:
“Çalab’ından sana rahmet olsun ey Âdem!” demek olur.
Ondan sonra Allahu Teâlâ buyurdu ki:
“Ey Âdem! İzzetim celâlim hakkı için seni bu kelime için yarattım!” buyurdu.
Ondan sonra rûh, Âdem’in gögsüne ve beline indi;
Aşağısı balçık iken Âdem aleyhisselam kalkıp oturmak istedi, nitekim Kur’ân-ı Azîminde buyurur:
 
   —  “Ve yed’ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula : İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsrâ 17/11)
 
 
Das das yarıldı : Şak şak yarıldı, dilim dilim oldu.
 
 Azazil : Şeytanın cennette bulunduğu esnadaki adıdır.
 
Acablamak : Şaşırmak.
 
Mütehayyır : Hayrette kalmak.
 
Hanîna : Hâne, ev.
 
Nafh etmek : Nefh etmek. Üfürmek.
 
Duş oldı : Takıldı, aniden gördü.
 
Çölenmek : Beklemek.
 
‘Ats itmek : Aksırmak
 
Ahsurmak : Aksırmak.
 
Kâdir-ı kün-fe-yekün : Kün-fe-yekün “Ol!” demeye ve oldurmya Kâdir olan gücü yeten.
 
 
Andan rûh Âdam’ın karnına indi, Âdam acıkdı ta’âm arzu kıldı.
Andan rûh Âdam’un bedeninün dükeli a’zâsına yayıldı; tamâm yirlü yirine yirleşti; et, kan, damar, sinir peydâ oldı.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ firiştelere buyurdı; Âdam’ı rızâ suyıla yudılar; ululugıla görklük tâcın başına urdılar, ve kerâmat hıl’atın eğnine giyürdiler; ve yücelik kürsisi üzerine oturddılar ve hem halîfa adın ad kodılar.
Ve hem yirde ve gökde halîfasın didiler.
Pes Hak  Hak subhânahu ve ta’âlâ kendü lutfıyıla uçmak içinde hazînamsın didi; vılâyat menşûrun virdi ve cümle nesnelerün adların öğretdi:
 
وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
(Bakara 2/31)
 
Ondan sonra rûh Âdem’in karnına indi, Âdem acıkdı ta’âm arzu etti.
Ondan sonra rûh Âdem’in bedeninin bütün organlarına yayıldı; tamâm yerli yerine yerleşti; et, kan, damar, sinir peydâ oldu.
Ondan sonra Hakk Subhânehu ve Teâlâ meleklere buyurdu; Âdem’i rızâ suyuyla yudular; ululukla görklük tâcın başına giydirdiler, ve kerâmet kaftanın sırtına giydirdiler; ve yücelik tahtı üzerine oturttular ve hem “halîfe” adın ad kodular.
Ve hem:
“Yerde ve gökde halîfesin!” dediler.
Pes Hak  Hakk Subhânehu ve Teâlâ kendi lutfüyle:
“Cennet içinde hazînemsin!” dedi;
Vilâyet beratın-fermanın verdi ve cümle nesnelerin-şeylerin isimlerini öğretti:
 
   —  “Ve alleme ademel esmae külleha sümme aradahüm alel melaiketi fe kale embiuni bi esmai haülai in küntüm sadikiyn : Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bakara 2/31)
 
 
Ta’âm : Yemek. Yenilen şey.
 
Peyda : f. Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.
 
Görklü : Görklü : heybetli, görülmeye değer.
 
Vilayet : Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet.: